Aşılama ilk olarak 1796 tarihinde sığır çiçeği hastalığına karşı yapılan deneyler ile başlandığı bilinmektedir. Bu salgın hastalık milyonlarca insanı öldürmüştür. Öyle ki, kötü savaşları durdurmuş imparatorlukları çökertmiş toplumsal yapıyı değiştirmiştir. Nitekim, geçmiş tarihte yaşanan  benzer bir tablo ile karşı karşıyayız. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), aşıların her yıl (COVID-19 hariç) iki ila üç milyon hayat kurtardığını tahmin etmektedir. Aşı ile önlenebilir çocukluk çağı hastalıklarına karşı aşıların geliştirilmesi, çocuk ölümlerinin azalmasında önemli bir etken olmuştur. 

COVID-19 için bir aşı, tedavi ve teşhis geliştirmenin aciliyeti, araştırma ve geliştirmeye önemli miktarda kamu ve özel yatırım yapılmasına neden olmuştur. Bu faaliyetin muazzam bir kısmı, küresel düzeyde güvenli ve etkili bir COVID-19 aşısının keşfedilmesine yöneliktir. DSÖ, insanlar üzerinde klinik deneyler yapılan çok sayıda aşı adayını ve hayvanlar üzerinde araştırılan klinik öncesi aşıları takip etmektedir.   Aşı araştırma ve geliştirme, normal şartlar altında ve garantili sonuçları olmayan, tamamlanması on yıla kadar sürebilen zaman alıcı ve maliyetli bir süreçtir.

Aşılanmaya karşı güvenin azalması hala ciddi sayıda kişinin aşı yaptırmaktan imtina etmesi; erken araştırma aşaması, yeni patent başvurusu ve klinik öncesi gönüllü test aşaması olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Hal böyle iken, aşıya karşı hala bilimsel açıdan güven sağlanmamıştır.

Aşının zorunlu hale getirilmesi  ancak vücut bütünlüğüne karşı gerçekleştirilecek bir müdahale ile uygulanabildiğinden Anayasa’nın, “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi’nde düzenlenmektedir.

Anayasa’nın 17. maddesine göre;

Kişinin Dokunulmazlığı, Maddi ve Manevi Varlığı

- Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

- Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.

- Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

- Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır. hükmünü amirdir.

Her türlü tıbbi müdahalenin hukuka uygun yapılabilmesi için hastanın aydınlatılmış rızası gereklidir. Yine de yapılmak istenilen ne tür  müdahale olursa olsun kanuni düzenlenmeyle getirilmelidir.

Salgın hastalıkların ortaya çıkması durumunda, hukuki açıdan bir tarafta “salgın hastalıkla mücadele yönünde alınması gereken önlemler”, diğer tarafta ise “kişisel hak ve özgürlükler” dikkate alınmalıdır. Öyle ki, zorunlu aşı kavramı ile karşılaştığımızda bir tarafta “halkın sağlığı” diğer taraftan “vücut dokunulmazlığı” kavramları bir bütün düşünülmesi gerekmektedir. Aksi halde yasa ve uluslararası sözleşmelerinde düzenlenen  kişinin vücut dokunulmazlığını  ihlal ettiğinden söz edebiliriz.

Zorunlu aşının hukuki açıdan boyutu diğer  ülkeler arasında farklılık  gösterebilmektedir. Misal Avrupa’da gerçekleştirilen  27 AB üyesi, İzlanda ve Norveç’i de kapsayan bir çalışmaya göre, bu üyelerin 16’sında zorunlu aşı programı gerçekleştirilmemektedir. Diğer ülkelerde ise birtakım çocukluk aşıları yönünde düzenleme yer almaktadır.

Türkiye’de salgın hastalıklar ile ilgili kanunlar 1930 yılında çıkarılan Umumi Hıfzıssıhha Kanununda düzenlenmiştir. COVID-19’un aşısının bulunması halinde Umumi Hıfzıssıhha Kanununa dayanılarak, gönüllülük durumları haricinde, kişilere aşı yapılması kanunla düzenlenmektedir. Dolayısıyla aşı gibi yöntemler ve rızasına aykırı olarak bireyin vücuduna yönelik gerçekleştirilen müdahale, hukuki açıdan “vücudun bütünlüğünü ihlal etmek” olarak vurgulanmaktadır. “vücut bütünlüğü” Anayasamızda koruma altına alınan kavramlardan birisidir.

Anayasanın 17. maddesinin ikinci fıkrasına göre, “Tıbbi açıdan zorunluluklar ve kanunda belirtilen haller dışında, bireyin vücut bütünlüğüne dokunulamaz ve rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz”. şeklinde ifade edilmektedir.

COVID-19 diğer adıyla Koronavirüs, kanunun 57. maddesinde bahsi geçen hastalıklardan biri olmadığı nedeniyle kanunun 72. maddesindeki zorunlu olarak aşı yapma düzenlenmesi günümüz küresel salgına yönelik geliştirilmiş herhangi bir aşıları kapsamamaktadır. Bu durumun tersi ise Anayasal “vücut bütünlüğünün dokunulmazlığı hakkı”na (AY m. 17/2) aykırıdır.

Türkiye’de hem bahsi geçen kanunun 64. maddesi hem de Sağlık Bakanlığı’nın çalışmasını düzenleyen kanun ve diğer mevzuat, Bakanlık kapsamında toplum sağlığının geliştirilmesi ve koruması hastalıklarla mücadele edebilmesi yönünde etkili yetkilendirilmeyi gerçekleştirilmektedir.

Dolayısıyla, belirtilen genel özellikli düzenlemeler ve yetkilendirmeler kapsamında, vücut bütünlüğünün dokunulmazlığına sınır vurgulayan aşı düzenlemesi özel hüküm (lex specialis) larak açıklanmaktadır. Hukuki açıdan benzer yönde iki hüküm var ise bunlardan genel hüküm olarak vurgulanan (lex generalis), özel hüküm olarak bilinene karşı zayıf kalmaktadır. 

Türkiye’nin kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin denetim organı olarak bilinen ve bu yönde etkili içtihada sahip Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi zorunlu aşı konusunu Sözleşme’deki vücut bütünlüğünü de kapsayan özel yaşam kapsamında açıklamaktadır. AİHM’e göre, zorunlu aşı geniş kapsamlı olmasada bireyin vücut ve psikolojik bütünlüğüne yönelik müdahaledir.

Bu tür müdahalelerin ilk önce kapsamında düzenlenmiş olması önemlidir. Hukuki düzenlemenin bulunmaması durumunda müdahale doğrudan olarak insan haklarına aykırı duruma gelmektedir. Hukuki düzenlemenin var olması durumunda da AİHM, zorunlu aşının, sağlığın korunması amacıyla gerçekleştirilmesi ve demokratik bir toplumda önemli müdahale olması koşullarını aramaktadır. Salgın bir hastalıkla mücadele hedefli zorunlu aşı, AİHM içtihadında, toplum sağlığının korunması meşru amacı yönünde ele alınmıştır.

İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi de ilk ve önemli ilke olarak “tıbbi müdahalelere rıza” kanununu açıklamaktadır. Sözleşme açık bir şekilde müdahalenin hedefi, riskleri, hakkında daha önceden bilgilendirme sonrasında özgür şekilde verilebilecek rıza koşulunu koymuştur.  Dolayısıyla müdahalede bulunulacak birey, rıza verme kabiliyetine sahip değilse, hukuk temsilcisinin rızası gerekmektedir. Sonuç olarak Sözleşme, sadece acil durumlarda rıza şartı aranmadan müdahaleye olanak sağlamaktadır.

Av. Sabuhi Rahimov

KAYNAKÇA

Kara Mithat, (2017) “Anayasa Mahkemesi’nin Zorunlu Aşıya Yaklaşımı”, Anayasa Mahkemesi’nin Zorunlu Aşı Kararı Konferansı (22 Aralık 2016), İzmir Tabip Odası Yayınları, İzmir, Nisan 

ARSLAN ÖNCÜ, Gülay, “Özel Yaşama ve Aile Yaşamına Saygı Hakkı”, İnsan Hakları Avrupa

Sözleşmesi ve Anayasa, (Ed.Sibel İnceoğlu), 3.Baskı, Beta Yayıncılık, İstanbul, Ekim 2013.

ÇAKMUT YENERER, Özlem, Tıbbi Müdahaleye Rızanın Ceza Hukuku Açısından İncelenmesi, Legal Yayıncılık, İstanbul, 2003.

ÇİLİNGİROĞLU, Cüneyt, Tıbbi Müdahaleye Rıza, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1993.