Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır. Danıştay içtihatlarında da belirtildiği üzere, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi yapılarak, başvurucunun manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edilmesine yol açmıştır.
İlgili Kararlar:
♦ (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016)
♦ (Ramazan Ayder, B. No: 2013/5690, 23/3/2016)
♦ (Mehmet Letif Karatay ve diğerleri, B. No: 2014/2870, 28/9/2016)
♦ (Recep Aydın ve diğerleri, B. No: 2014/7260, 12/1/2017)
♦ (Celal Pörklü, B. No: 2014/16542, 8/3/2017)
♦ (Firuze Batır ve diğerleri, B. No: 2014/6420, 8/3/2017)
♦ (Ali Dikbaş, B. No: 2014/17737, 22/3/2017)
♦ (Celal Asan, B. No: 2014/15507, 27/12/2017)
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ABBAS EMRE BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/5005) |
|
Karar Tarihi: 6/1/2016 |
R.G. Tarih ve Sayı: 11/3/2016-29650 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Raportör Yrd. |
: |
Tuğba YILDIZ |
Başvurucu |
: |
Abbas EMRE |
Vekilleri |
: |
Av. Mehmet Ali KIRDÖK |
|
|
Av. Meral HANBAYAT |
|
|
Av. Ümit SİSLİGÜN |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan talep neticesinde hükmedilen tazminat miktarının zararları karşılamaması, manevi tazminat isteminin reddedilmesi, işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma; mal varlığından barışçıl şekilde yararlanma hakkından yoksun bırakılması sebebiyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/4/2014 tarihinde İstanbul 20. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 19/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 18/2/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği 18/2/2015 tarihinde bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/3/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı belirtilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 1994 yılında ailesiyle birlikte yaşadığı Ovacık ilçesinin, Bilgeç (Emirgan mezrası) köyünde ikamet etmekte iken terör örgütüne yönelik yoğunlaşan operasyonlardan dolayı köy ve mezraların boşaltıldığını, bu nedenle köyünü terk etmeye mecbur bırakıldığını, mal varlığına ulaşamadığını iddia etmiştir.
8. Başvurucu 7/10/1994 – 16/10/1994 tarihleri arasında köydeki ev ve ahırının terör nedeniyle yanmasına ilişkin Ovacık Kaymakamlığına şikâyet dilekçesi verdiğini ancak herhangi bir sonuç alamadığını beyan etmiştir.
9. Başvurucu, köye dönüşüne izin verilmesi talebiyle 2001 yılında Ovacık Kaymakamlığına başvurduğunu fakat talebinin reddedildiğini ileri sürmüştür.
10. Başvurucu talebinin reddi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuş; AİHM 30/3/2006 tarihli Rıza Yıldız ve diğerleri/Türkiye kararıyla 17/7/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun’un kabul edilmesiyle yeni bir giderim usulünün öngörüldüğünü, İçyer/Türkiye (B. No: 18888/02, 12/1/2006) kararıyla da terör nedeniyle oluşan zararların karşılanmasında 5233 sayılı Kanun ile getirilen başvuru yolunun etkili ve erişilebilir olduğuna karar verildiğini belirterek iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.
11. Başvurucu 11/4/2006 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurduğunu beyan etmiştir.
12. Başvuru kapsamında gerçekleştirilen 31/8/2007 tarihli keşif işleminde 160 m² taş duvarlı ahşap ev, 60m² taş duvarlı ahşap ahır, 50 adet küçükbaş ve 15 adet büyükbaş hayvanın başvurucuya ait olduğu tespit edilmiştir.
13. 8/9/2009 tarihli ve 2009/2241 sayılı Komisyon kararında, başvurucunun terör olaylarının yaşandığı yıllarda köyde yaşadığı, ev ve ahır zararının bulunduğu belirtilerek anılan zararlar kapsamında mal varlığına ulaşamama nedeniyle toplam 14.256 TL ödenmesine karar verilmiştir.
14. Başvurucu tarafından komisyon kararında belirtilen miktarın az olduğu gerekçesi ile sulhname tasarısı kabul edilmeyerek 22/2/2010 tarihli uyuşmazlık tutanağı imzalanmış ve 5233 sayılı Kanun kapsamında hesabı yapılan miktar tespiti işleminin iptali ile maddi ve manevi tazminat istemli dava açılmıştır.
15. Malatya İdare Mahkemesinin 24/3/2011 tarihli ve E.2010/733, K.2011/807 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"... Gerek bakılan davanın gerekse Mahkememizde açılmış benzer nitelikteki çok sayıda davanın incelenmesinden, komisyonların zarar iddialarının araştırılması konusunda izlediği yöntem ile zarar miktarının hesaplanmasında esas aldığı ölçü ve kriterlerle ilgili olarak aşağıda sıralanan belli başlı hususlar tespit edilmiştir:
1- İnşaat bilirkişilerince binaların maliyeti belirlenirken, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca her yıl yayınlanan Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğ hükümlerinin esas alındığı, buna göre binaların değerinin, ev için söz konusu Tebliğ’de II. Sınıf B Grubu olarak sınıflandırılan yapılar için öngörülen m² birim maliyet değeri; ahır-samanlık için ise aynı Tebliğ’deki I. Sınıf B Grubu yapılar için öngörülen m² birim maliyet değeri esas alınarak ve yaşlarına göre belirlenen oranda yıpranma payı düşülerek tespit edildiği, Komisyon tarafından yapılan hesaplamalarda ise, önceleri bilirkişilerin kullandığı m² birim maliyet değerleri esas alındığı, ancak daha sonraları bu değerler düşürülerek köy tipi ev için I. Sınıf B Grubu'ndaki, betonarme ev için II. Sınıf B Grubu'ndaki, ahır-samanlık için ise I. Sınıf A Grubu'ndaki m² birim maliyet değerlerinin esas alındığı görülmekte olup; buna göre, komisyonca, binaların, niteliğine ve yapımında kullanılan malzemeye göre bir ayrıma tabi tutularak köy tipi ev için I. Sınıf B Grubu'ndaki, betonarme ev için II. Sınıf B Grubu'ndaki, ahır-samanlık için ise I. Sınıf A Grubu'ndaki m² birim maliyet değerlerinin esas alınmasının daha objektif ve hakkaniyete uygun düştüğü sonucuna ulaşılarak bina zararlarının belirlenmesinde esas alınabilecek bir kriter olduğu görülmektedir.
…
4- Komisyonun, başvuru sahiplerinin uğradığı gerçek zararı belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun göç ettiği esnadaki malvarlığının hangi kalemlerden oluştuğunu ve miktarını net olarak saptaması gerekmektedir. Oysa, bakılan uyuşmazlıklarda Komisyon tarafından, çoğu zaman gerek araştırma heyetinin yaptığı tespitler, gerekse başvuru sahibinin sunduğu tapu senedi, emlak beyanı gibi kanıtlayıcı bilgi belgeler dikkate alınmadan ve/veya bu veriler arasındaki çelişkiler giderilmeden doğrudan, hiçbir hukuki dayanağı olmayan zarar kalem ve miktarlarının esas alınarak hesaplama yapıldığı görülmektedir. Ancak, yukarıda da açıklandığı üzere araştırma heyetlerinin yaptığı tespitler, resmi ve itibar edilebilir nitelikte olup, komisyonların bu tespitleri doğrudan esas alması gerektiği yönünde zorlayıcı yasal bir hüküm olmamakla birlikte komisyonların mahallinde yapılması gereken araştırma ve incelemeleri bizzat yapmak yerine bu heyetler vasıtasıyla yaptığı durumlarda ya söz konusu tespitleri esas alması ya da tespitlerin sıhhatından kuşku duyuluyor ise yeniden keşif yapmak veya araştırmayı derinleştirerek aksinin ortaya konulması gerekmektedir.
...
6- Başvurucuların malvarlıklarına ulaşamadıkları sürenin belirlenmesinde öncelikle aynı yerleşim yerinde ikamet eden kişilerin farklı tarihlerde göç etmiş olabilecekleri gerçeği karşısında sürenin başlangıcı olarak köyün tamamen boşaldığı tarihin esas alınması gerektiği, bu tarih ile ilgili resmi makamlarca yapılmış bir tespit varsa öncelikle bunun, şayet köyün tamamen boşaldığı tarih ile ilgili somut resmi bir tespit yok ise bu takdirde bölgede göçlerin yoğun olarak yaşandığı 1994 yılı sonbaharının esas alınması gerektiği; malvarlığına ulaşamama durumunun son bulduğu tarih ile ilgili olarak ise, aynı şekilde öncelikle bu konuda da resmi makamlarca (valilik, kaymakamlık, araştırma heyeti v.b.) tespit edilmiş bir tarihin olup olmadığına bakılmalı, şayet bu yönde resmi tespit yok ise bu durumda olağanüstü hal uygulamasının kaldırıldığı tarihin esas alınması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Dava konusu uyuşmazlığın yukarıda sıralanan genel saptamalar ışığında değerlendirilmesi neticesinde; 160 m² ev ile 60 m² ahır için teklif edilen tutarın yukarıda açıklanan hesaplama kriterlerine uygun ve yerinde olduğu, davacının uğradığını iddia ettiği hayvan zararının ise soyut ve afaki olması nedeniyle tazmin edilmemesinin yerinde olduğu görülmektedir.
Buna göre; komisyon tarafından 5233 sayılı Yasa kapsamında davacının zararının karşılandığı anlaşıldığından, buna ilişkin dava konusu komisyon kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.
Manevi tazminat istemine gelince; 5233 sayılı Yasa'nın 1, 2 ve 7. madde hükümlerinin bir arada değerlendirilmesinden, söz konusu Yasa'nın, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin uğradıkları maddi zararların sulhen karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri düzenlemek amacıyla çıkarıldığı, Yasa kapsamında sadece maddi zararların karşılanmasının düzenlendiği, manevi zararın tazminine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği dikkate alındığında, davacının talep ettiği manevi zararın bu Yasa kapsamında karşılanmasına imkan bulunma(maktadır)..."
16. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/12/2012 tarihli ve E.2011/16775, K.2012/13904 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
17. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 26/9/2013 tarihli ve E.2013/10636, K.2013/6489 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
18. Ret kararı 10/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 9/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 12. ve 13. maddeleri, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (1) numaralı fıkrası.
20. 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesi şöyledir:
“7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.
Taşınmaza ilişkin zarar tespitinde 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11 inci maddesinde belirtilen kıymet takdiri esasları kıyasen uygulanır.”
21. 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
“Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
22. Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in 16. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“15 inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.”
23. Aynı Yönetmelik’in 17. maddesi şöyledir:
“(Değişik: 22/8/2005 – 2005/9329 K.) Başvuru sahibi, başvuru dilekçesi ile birlikte olayın meydana geliş tarzını açıklayan ve zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi Komisyona sunar.
Ayrıca; Komisyon, gerekli gördüğü takdirde zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi adli, idari ve askeri mercilerden ister.”
24. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 15-27).
25. Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı ilamı şöyledir:
“…5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmininin, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu meydana gelmesi şartına bağlı bulunduğu; başka bir ifadeyle köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği; güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de tabiidir.
Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda, davacının terör olayları sonucu terk ettiği Y. Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı bulunduğundan, davalı idarece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık süre üzerinden hesaplanan miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 6/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 9/4/2014 tarihli ve 2014/5005 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talebin kabul edilmekle birlikte zarar miktarının eksik hesaplandığını, Komisyon kararı aleyhine açtığı davanın reddedildiğini, dosyadaki zarar tespitine ilişkin keşif tutanağı, mera ve ormanların köyün ortak malı olduğunu kabul eden AİHM içtihatları dikkate alınmaksızın idare tarafından sunulan belgeler ve tek yanlı olarak realiteden uzak şekilde hazırlanan miktar tabloları dikkate alınarak verilen kararın adil olmadığını, idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu 1994-2003 yılları arasında mülkiyet hakkından barışçıl bir şekilde yararlanma hakkından mahrum kaldığını fakat sürenin hesabında tespitin iki yıl eksik olarak 1994-2001 yılları arasındaki dönem esas alınarak yapıldığını, Derece Mahkemelerinin yaptığı hatalı değerlendirme nedeniyle manevi zararının tazmin edilmediğini, mülkiyet hakkına yönelik tüm bu müdahaleler hukuki kabul edilse dahi müdahalenin orantılı olmadığını, yargılama mercilerince maddi olguların hatalı yorumlanması nedeniyle maddi tazminat isteminin kısmen, manevi tazminat isteminin ise bütünüyle reddedilmesinin açıkça yanlış ve keyfî olduğunu, kararların denetlenmesi aşamasında yeterli gerekçeye yer verilmediğini, ayrıca yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
28. Başvurucu, Mahkemece terör nedeniyle uğradığı manevi zararlarının tazminine ilişkin talebinin Kanun kapsamında olmadığı gerekçesiyle reddedildiğini, idari ve yargısal merciler tarafından talebinin dikkate alınmadığını, 2577 sayılı Kanun’a ve tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı karar verildiğini, tam yargı davası bağlamında manevi tazminat isteminin karşılanmadığını belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun iddialarının özünün, İlk Derece Mahkemesince eksik ve hatalı değerlendirme yapılmasına ve 2577 sayılı Kanun kapsamında inceleme yapılmamasına ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu sebeple başvurucunun anılan iddiaları, adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden biri olan gerekçeli karar hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun diğer iddiaları ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü giderim talebinin değerlendirilmesine ilişkin idari ve yargısal süreçlerin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
30. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
32. Somut başvuru açısından başvurucu tarafından 11/4/2006 tarihinde komisyona yapılan müracaat sonrasında, 5233 sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca keşif ve bilirkişi incelemelerini de içeren bir kısım işlemlerin yapılması sonrasında 8/9/2009 tarihinde başvurucunun talebinin reddedildiği, belirtilen ret kararı aleyhine 26/4/2010 tarihinde başlatılan yargılama sürecinin ise Danıştay Onbeşinci Dairesinin karar düzeltme talebinin reddine karar verdiği 26/9/2013 tarihi itibarıyla tamamlandığı, makul sürede yargılanma hakkı kapsamında dikkate alınması gereken toplam sürenin yedi yıl beş aylık bir zaman dilimi olduğu anlaşılmaktadır.
33. Başvuruya konu talebin karara bağlanması hususunda geçen yedi yıl beş aylık süreçte uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit edilmemiştir.
34. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul süreyi aştığını ileri sürdüğü yargılamanın uzunluğu konusunda açık ve görünür bir ihlal saptanmadığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Bir Kısım Maddi Zararların Tazmin Edilmemesi ve Mülke Erişememe Süresinin Eksik Hesaplanması Nedenleriyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucu; olay mahallinde düzenlenen keşif tutanağında hayvancılık yaptığının ve hayvan varlığı miktarının sabit olmasına rağmen hayvancılık zararlarının Tazminat Komisyonunca ve Mahkemece dikkate alınmamasının keyfî, adalete açıkça aykırı bir durum oluşturduğunu ayrıca mülkiyetine erişimin engellenmesine ilişkin sürenin idare tarafından yedi yıl olarak hesaplandığını, Mahkemece olağanüstü hâlin kaldırıldığı tarihin 2001 yılı olarak kabul edildiğini oysa olağanüstü hâlin kalktığı tarihin 2003 yılı olduğunu, keyfî şekilde tazminat hesabında sürenin iki yıl eksik hesaplandığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ise de anılan iddiaların yargılama sürecine ve yargılamanın sonucu itibarıyla adil olup olmamasına ilişkin olduğu kabul edilerek iddialar, adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
36. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
37. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz bir takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz bir takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
38. Başvurucu, maddi vakıa ve delillerin hatalı takdiri neticesinde zararının eksik hesaplandığını ve davasının reddedildiğini, bu kapsamda Derece Mahkemelerince delillerin takdirinin hatalı ve hükmün sonuç itibarıyla hukuka aykırı olduğunu belirtmektedir. Buna göre başvurucunun iddialarının özü, Derece Mahkemesince delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir.
39. Başvuru konusu Malatya İdare Mahkemesi kararında, tarafların iddia ve savunmaları ile dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek oluşan zararları için başvurucuya Komisyon tarafından 14.256 TL ödenmesine karar verildiği de dikkate alınarak ilgili hukuk kuralları yorumlanmak suretiyle başvurucunun hayvan zararlarına ilişkin talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucunun iddiaları, temyiz merciince de incelenip reddedilmek suretiyle yerel Mahkeme kararı onanmış, karar düzeltme talebi ise reddedilmiştir. Başvurucu her ne kadar hayvancılıkla uğraştığını, hayvan varlığının bulunduğunu ve bu varlığa ilişkin miktarın keşif tutanağı ile sabit olduğunu, buna rağmen hayvancılık zararlarının tazmin edilmediğini beyan etmiş ise de hayvanlarının terör nedeniyle telef olduğuna dair bir iddiada bulunmadığı gibi bu konu hakkında herhangi bir bilgi ya da belge sunmamıştır. Başvurucu sadece hayvan miktarlarına değinerek bu zararın giderilmediğinden şikâyet etmektedir. Hayvanlarının telef olduğu hakkında iddia da bulunmadan salt hayvan miktarları üzerinden tazmin talep eden başvurucunun iddialarının, Derece Mahkemelerince değerlendirilmesi hususunda açık bir keyfîlik bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
40. Başvurucu zarar yılının eksik hesaplandığına yönelik iddiasını mülkiyet hakkına dayanarak ileri sürmüşse de başvurucunun dava, temyiz ve karar düzeltme dilekçelerinde de aynı şekilde ileri sürdüğü bu iddialarının idari makamların ve mahkemelerin delilleri değerlendirmesine ve konuya ilişkin hukuk kurallarının mahkemeler tarafından yorumlanmasına ilişkin olduğu, nihai olarak lehine olmayan mahkeme kararının sonucundan şikâyet edildiği, bununla birlikte başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların ve delillerin Derece Mahkemeleri tarafından değerlendirilerek karşılandığı anlaşılmaktadır.
41. Nitekim Malatya İdare Mahkemesi kararında, Tunceli İl Özel İdaresinin 28/9/2009 tarihli ve 2336 sayılı yazısı ekinde yer alan Tunceli ili genelinde terör olayları nedeniyle boşalan yerleşim birimlerini gösteren listelerin incelenmesinden başvurucunun ikamet ettiği Bilgeç köyünün terör ve terörle mücadele nedeniyle tamamen boşaltılan köylerden olduğu tespit edilmiş, mal varlığına ulaşılamama süresinin hesaplanmasında öncelikle aynı yerleşim yerinde ikamet eden kişilerin farklı tarihlerde göç etmiş olabilecekleri gerçeği karşısında sürenin başlangıcı olarak köyün tamamen boşaldığı tarihin esas alınması gerektiği, mal varlığına ulaşamama durumunun son bulduğu tarih ile ilgili olarak ise resmî makamlarca belirtilen tarihin esas alınması gerektiği belirtilmiştir. Anılan açıklamalar neticesinde de 5233 sayılı Kanun kapsamında başvurucunun zararının karşılandığı sonucuna ulaşılmıştır.
42. Mahkemenin bu kararı, ilgili hükmün (5233 sayılı Kanun’un 7. maddesi) yorumu kapsamında mal varlığına ulaşamamadan dolayı tazminata hükmedilmesindeki sürenin hesaplanmasında terör olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması hâlinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı olarak tazmin edilmesi Danıştayın yerleşik içtihatlarına (bkz. § 16) da uygun olup kararda herhangi bir keyfîlik tespit edilmediğinden başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilemez.
43. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası ve açık bir keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Birim Fiyat Aralıklarının Değiştirilmesi Sonucu Tazminat Miktarının Az Hesaplanması Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvurucu; 2007 yılında İçişleri Bakanlığının terörden doğan zararların karşılanmasına ilişkin belirlenen değer aralıklarının değiştirilmesine yönelik yayımladığı genelge ile tek taraflı olarak birim fiyat aralıklarının düşürüldüğünü, 2007 yılı öncesinde verilen tazminat miktarlarıyla 2007 sonrası verilen tazminat miktarları arasında başvurucular aleyhine indirime gidildiğini, bu durumun günün ekonomik koşullarına uygun olmadığını belirterek mülkiyet haklarının kısıtlandığını iddia etmiştir.
45. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
46. Başvurucunun ihlal iddiasına konu olan mülkiyet hakkı, Anayasa’nın 35. ve Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinde düzenlenmiştir.
47. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
48. Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
49. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).
50. Mülkiyet hakkı kişinin şahsında mündemiç olmayıp Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında hukuki korumadan istifade edilebilmesi açısından öncelikle mülkiyet hakkının var olması aranır. Anayasa’nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi mülk edinme talebini değil, kişinin var olan mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu durum hakkın kazanılmış olması veya mevcut olması şeklinde de ifade edilebilir (Zekiye Şanlı, B. No: 2012/931, 26/6/2014, § 33).
51. AİHM içtihatlarında, nelerin mülkiyet hakkına konu olabileceği hususunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129; Beyeler/İtalya [BD], B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 100; Iatridis/Yunanistan [BD], B. No: 31107/96, 25/3/1999, § 54).
52. Anayasa’nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk girebileceği gibi alacak hakları (AYM, E.2000/42, K.2001/361, 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, 24/9/2008) veya kesin bir şekilde tanımlanmış talep hakları (claims) da girebilir. Bu kapsamda bir alacak hakkı ya da talep; mahkeme hükmü, hakem kararı veya idari karar yoluyla yeterli derecede icra edilebilir kılınması hâlinde bir “mülk” teşkil edebilir ve mülkiyet hakkı kapsamında korunabilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Krstıć/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 76). Ancak hakkın tam olarak kazanılmamış olduğu bazı hâllerde, özellikle ekonomik hayatın gerekleri ve hukuki güvenlik anlayışı, hakkın ileride mevcut olacağına dair hukuki umudu ifade eden bir kısım meşru beklenti hâllerinin de mülkiyet hakkının güvence kapsamına dâhil edilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Ancak bu hâllerde, hakkın kazanılacağı yönünde salt bir umudun ötesinde kişinin, hakkın mevcudiyeti yönünde meşru bir beklentisi olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Maltzan ve Diğerleri/Almanya (k.k.) [BD], B. No: 71916/01, 71917/01, 10260/02, 2/3/2005, § 74).
53. Bu şekildeki bir beklentiye vücut verebilecek ve talep hâlindeki bir mal varlığı yararının Anayasa’nın 35. maddesi anlamında kıymet oluşturmasını sağlayabilecek unsurlardan biri, bu talebi destekleyen yerleşik içtihat gibi bir hukuksal temelin bulunmasıdır. Ancak sırf bir yargı yerine başvurularak dile getirilen talepler yeterli temel sağlamaktan uzaktır. Önemli olan bahsedilen hukuki dayanağın Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında sağlanan güvenceyi aktif hâle getirebilecek yeterlilikte olmasıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 52; Draon/Fransa [BD], B. No: 1513/03, 6/10/2005, § 68; Maurice/Fransa [BD], B. No: 11810/03, 6/10/2005, § 66; Özden/Türkiye, B. No: 11841/02, 3/5/2007, § 27).
54. Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca başvurucu tarafından hakkın mevcudiyeti veya bu yönde meşru bir beklentinin bulunduğu ortaya konulmalıdır.
55. Başvurunun konusu, terör nedeniyle zarar görenlerin 5233 sayılı Kanun’un kapsamına ilişkin hükümler içeren 2. maddesi gereğince tazminat ödenmesinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından belirlenen Yıllık Yapı Yaklaşık Birim Maliyetine yönelik değerlerin 2007 yılından sonra İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünce yayımlanan yazıyla 5233 sayılı Kanun’un uygulandığı tüm illerde geçerli olmak üzere yeniden belirlenmesiyle oluşan tazminat farkının ödenmesine ilişkindir.
56. Mülkiyet hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 35. maddesinin, belirli bir alacağa ilişkin olarak bireylere talep hakkı sağlamadığı açıktır. Ancak bu yöndeki bir talebin, kanuni düzenleme ve içtihatlarda yeterli dayanağa sahip olması hâlinde, Anayasa’nın 35. maddesi anlamında mülk oluşturduğu kabul edilebilir. Bir başka ifadeyle mülk edinme yönündeki bir beklenti, ancak hukuken belli bir dayanağa sahip olduğu takdirde, belli koşullar altında mülk olarak nitelendirilebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Arras ve Diğerleri/İtalya, B. No: 17972/07, 14/2/2012, § 76; Klein/Avusturya, B. No. 57028/00, 3/3/2011, §§ 41-47). Aynı doğrultuda, hukuk sistemi 5233 sayılı Kanun kapsamında bireylerin terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğradıkları takdirde ayni ya da nakdi olarak zararlarının karşılanacağını düzenlemiştir. Somut olayda başvurucunun 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararlarının doğduğu ve tazminata hak kazanabileceği Komisyon ve Mahkemece belirlenmiştir. Dolayısıyla anılan mevzuatın aradığı şartları taşıyan başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren mülkiyetle ilgili bir menfaatinin doğduğunun kabulü gerekmektedir.
57. Komisyon tarafından tazminatın belirlenmesinde genel yarar ile bireyin temel hakları arasında “adil bir denge” gözetilmelidir. Adil dengenin olup olmadığı uğranılan zararın değerine denk düşen makul bir tazminatın varlığıyla belirlenir. Ancak mülkiyet hakkı her durumda bütünsel bir tazminat hakkını güvence altına almamaktadır.
58. Anayasa’nın başka maddelerinde mülkiyete ilişkin ek güvence ve sınırlama hükümlerine yer verilmekle birlikte bunlardan en önemlisi şüphesiz mülkiyeti bir hak olarak tanımlayan 35. maddedir. Maddenin birinci fıkrasında genel olarak hak tanınmakta; ikinci ve üçüncü fıkralarda ise sınırlama ve güvence ölçütleri gösterilmektedir. En önemli sınırlama ölçütlerinden biri de kamu yararıdır (Zekiye Şanlı, § 52).
59. Toplum yararı, ortak çıkar, genel yarar gibi birbirinin yerine kullanılan kavramlarla ifade edilen ve bireysel çıkardan farklı, onun üstünde ortak bir yarar olan kamu yararı amacı 35. maddenin mülkiyet hakkı açısından öngördüğü özel sınırlandırma sebebidir. Genel yarar ve toplumsal yarar gibi ifadeleri de kapsayacak şekilde geniş yorumlanmaktadır (AYM, E.1999/46, K.2000/25, 20/9/2000). Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir unsurdur. Objektif bir tanımlamaya elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi asıldır (Zekiye Şanlı, § 54).
60. Mülkiyet hakkının Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun biçimde sınırlandırılması, bu kapsamda Anayasa’nın bütünü dikkate alınmak suretiyle bu hak için öngörülen ek güvencelere riayet edilmesi ve kamu yararı dışında amaçlarla sınırlandırılmaması, ayrıca hakkın özüne dokunulmadan ve ölçülülük ilkesine riayet edilerek sınırlandırılması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararlarında söz konusu ölçütler çoğunlukla birlikte uygulanmakta ve bireyin hakkıyla kamu yararı arasında kurulması gereken adil dengeye vurgu yapılmaktadır (AYM, E.1999/33, K.1999/51, 29/12/1999). Bu noktada, ihlal teşkil ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan kamu yararı karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığı gözönünde bulundurulmalıdır (Zekiye Şanlı, § 55).
61. İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünün birim fiyat aralıklarının değiştirilmesine ilişkin 5/3/2007 tarihli, Terörden Doğan Zararların Karşılanması konulu yazısı şöyledir:
“Terör ve terörle mücadele esnasında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarara uğrayan vatandaşlarımızın zararlarının karşılanması amacıyla çıkartılan 5233 sayılı Kanun 27/7/2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanun kapsamında illerimizde oluşturulan Zarar Tespit Komisyonları çalışmalarına devam etmektedir. Komisyon başkanları, başvuru sahipleri ya da vekillerince Bakanlığımıza yapılan başvurularda; Komisyon çalışmaları esnasında, özellikle tarım ve hayvancılıkla ilgili zararlar ile taşınmazlarla ilgili zararların tespitiyle ilgili uygulamalarda aynı il içinde ya da komşu ve birbirine benzer özellikler gösteren illerimizde aynı ürünler için farklı fiyat ve kriterler uygulandığı yönünde bilgiler iletilmiştir.
Bu kapsamdaki uygulama farklılıklarından kaynaklanan sorunların giderilmesi ve tüm Komisyonların aralarında standardizasyonun sağlanması amacıyla 23-24 Kasım 2006 ve 12-13 Şubat 2007 tarihlerinde Ankara’da iki toplantı gerçekleştirilmiştir. Toplantılara başvuru sayıları da göz önünde bulundurulmak suretiyle örnekleme usulüyle seçilen 7 ilden Zarar Tespit Komisyonlarına başkanlık yapan birer Vali Yardımcısı, ikişer komisyon üyesi(tarım ve bayındırlık sektörü) ile İçişleri Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığından temsilciler katılmıştır. Toplantılarda değerlendirilmek üzere başvuruların yoğun olduğu 19 ilimizden uygulamaya ilişkin veriler alınmış, bunlar da yapılan çalışmalarda göz önünde bulundurulmuştur. Bunun dışında değer tespitleri ile ilgili olan kurum ve kuruluşların görüşleri alınmış ve ayrıca piyasa araştırmaları yapılmıştır.
Yapılan bütün bu çalışmalar neticesinde, tarım ve hayvancılık ile ilgili zararlar ile taşınmazlarla ilgili zararların hesaplanmasında kullanılacak değer aralıkları tablolar halinde düzenlenmiştir.
Komisyonlara yapılacak zarar tespitlerinde bu tablolarda gösterilen değer aralıklarının göz önünde bulundurulmasının yararlı olacağı değerlendirilmektedir.”
62. İçişleri Bakanlığınca konuya ilişkin sunulan 10/6/2015 tarihli yazıda değişikliğin amacının, Kanun’un ülke genelinde aynı şekilde anlaşılmasını ve uygulanmasını sağlamak, gerek farklı illerde gerekse aynı il içinde faaliyet gösteren farklı komisyonların zararların tespitinde ve karşılanmasında aynı kıstasları kullanmasını temin etmek ve böylece uygulama birliğini sağlamak, uygulama farklılıkları neticesinde oluşacak suistimal ve mağduriyetleri engellemek, vatandaşların enflasyon nedeniyle oluşacak kayıplarını önlemek olduğu ifade edilmiştir.
63. Somut başvuru açısından Malatya İdare Mahkemesi kararında yapılan araştırmalar neticesinde birim fiyat tablosunun gerçek zararın tazminine elverişli ve daha objektif nitelikte olduğu bu nedenle komisyonca tarım zararlarının belirlenmesinde dikkate alınabileceği belirtilmiştir.
64. Anılan açıklamalar neticesinde yıllık yapı yaklaşık birim maliyet oranlarına ilişkin değişikliğin yapılmasında kamu yararı olduğu açıktır. Bu çerçevede yukarıda ifade edilen kamu yararı amacına dayanan düzenlemenin; başvurucuyu ağır ve tahammül edilemez bir yük altına sokmadığı, müdahalenin amacı ile başvurucuya yüklenen külfetin orantılı olduğu, yapılan değişikliğin başvurucunun taraf olduğu uyuşmazlığa özgü olmadığı, ülkenin geniş bir coğrafyasında söz konusu olan somut ve acil bir sorunu çözmeye yönelik olduğu sonucuna varılmıştır.
65. Yukarıda açıklanan nedenlerle yapılan değişikliğin belirtilen sınırlama ve güvence ölçütlerine aykırı olmadığı anlaşıldığından anılan iddia açısından mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Manevi Tazminat Talebinin Reddedilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
66. Başvurucunun manevi tazminat talebinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
67. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
68. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
69. Sözleşme’nin 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
70. Gerekçeli karar hakkı adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü, Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
71. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
72. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
73. AİHM’e göre mahkemeler ve yargı mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidirler. Gerekçe gösterme yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Higgins ve diğerleri /Fransa, B. No: 134/1996/753/952, 19/2/1998, § 42).
74. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53) başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın uygulanmaması, gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388, 4/11/2014, § 37)
75. Somut olayda başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında kurulan Tunceli Zarar Tespit Komisyonuna başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun oluşan zararları için toplam 14.256 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu tazminat miktarının eksik hesaplandığı gerekçesiyle sulhnameyi imzalamayarak İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açmıştır.
76. Malatya İdare Mahkemesi 24/3/2011 tarihli kararıyla Komisyonun maddi tazminata ilişkin verdiği miktarın başvurucunun zararını karşıladığına, manevi tazminatın ise 5233 sayılı Kanun kapsamında düzenlenmediği gerekçesiyle reddine karar vermiş; temyiz merciince de bu karar onanmıştır.
77. 5233 sayılı Kanuna dayalı manevi tazminat istemlerinde AİHM, 5233 sayılı Kanun kapsamında yalnızca maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğunu, ancak Kanun’un 12. maddesinin idari yargıda manevi zarar için tazminat talep etme imkânı sağladığını ifade etmektedir (İçyer/Türkiye, B. No: 18888/02, 12/1/2006, § 81).
78. 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinin itiraz yoluyla iptal edilmesi amacıyla yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi, 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararında;
“5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasa koyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.
…
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir.” gerekçesi ile anılan maddenin iptali istemini reddetmiştir.
79. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının konu ile ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine yer verilmiştir.
Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.”
80. Bir davada maddi olguları bildirmek tarafların, bunları hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir. Taraflarca bildirilip iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam olarak saptanmalı, dayanılan maddi olguların hukuksal nitelendirmesi ve ilgili hukuk kuralının uygulanması ise mahkemece yapılmalıdır (Nurten Esen, B. No: 2013/7970, 10/6/2015, § 51) .
81. 5233 sayılı Kanun, yukarıda anılan kararlarda (bkz. §§ 77-79) da belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir yasadır. 2577 sayılı Kanun'un 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır.
82. Başvurucu, Mahkemenin ret gerekçesinin; Anayasa’nın 125. maddesine, 2577 sayılı Kanun’a ve tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı olduğunu, Anayasa Mahkemesi kararında da belirtildiği üzere 5233 sayılı Kanun kapsamında olmasa dahi genel hükümlere göre manevi tazminat talep etmesine bir engel olmadığını belirtmiştir. Başvurucu anılan iddialarını Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden (bkz. § 15) iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında değerlendirme yapılmamıştır.
83. Bir mahkeme kararının gerekçesi; o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar ve maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların, hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, § 57).
84. Bu durumda, başvurucunun 1994 yılında terörle mücadeleden dolayı köyünün boşaltılması neticesinde manevi zarara uğradığından bahisle 26/4/2010 tarihinde açtığı tam yargı davasında, ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir iddia olan manevi tazminat talebine ilişkin şikâyetlerin sadece 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilip gerekçelendirilmesi yeterli görülmemektedir. Anılan iddianın AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatlarında da belirtildiği üzere, 2577 sayılı Kanun kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi yapılarak, başvurucunun manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
85. Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
86. Başvurucu, manevi tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirterek 25.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.
87. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesi şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
88. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde gerekçeli karar hakkı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla 6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
89. Başvurucu, manevi tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia ederek tazminat talebinde bulunmuş olup mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında değerlendirme yapılarak gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği tespit edilmiştir. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği için başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
90. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Bir kısım maddi zararların tazmin edilmemesi ve mülke erişememe süresinin eksik hesaplanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Birim fiyat aralıklarının değiştirilmesi sonucu tazminat miktarının az hesaplanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Manevi tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırması için yeniden yargılama yapılmak üzere Malatya İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA
6/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
RAMAZAN AYDER BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/5690) |
|
Karar Tarihi: 23/3/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Erdal TERCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
Raportör Yrd. |
: |
Tuğba YILDIZ |
Başvurucu |
: |
Ramazan AYDER |
Vekili |
: |
Av. Ramazan DEMİR |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur bırakılması sonucu özel hayatın ve mülkiyet haklarının, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi ve ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/7/2013 tarihinde İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 3/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 3/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 29/2/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Diyarbakır ili Lice ilçesinde ikamet etmekteyken1993 ile1994 yılları arasında yoğun terör olayları yaşanması nedeniyle güvenlik güçleri tarafından göçe zorlandığını iddia etmiştir.
8. Başvurucu 20/12/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
9. 4/2/2009 tarihli ve 2009/5-97 sayılı Komisyon kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda "...müracaatçıya; tapu kayıtlarında Lice merkezde şahsın 1993 yılına ait değirmen tapusuna rastlanmadığından değirmen talebinin kabul edilmemesine, bahçe arazisi için 5.586,00 TL, sulu arazi için 12.474,00 TL, susuz arazi için 4.480, 00 TL, yaş bağ için 7.896,00 TL MAL VARLIĞINA ULAŞAMAMA nedeniyle oluşan; toplam 30.436,00 TL ödenmesi..." kararı verilmiştir.
10. Başvurucu tarafından sulhname tasarısı kabul edilmeyerek 15/7/2009 tarihli uyuşmazlık tutanağı imzalanmıştır.
11. Başvurucu tarafından zararları konusunda yeterince araştırma yapılmadığı, zararlarının karşılanmadığı gerekçesiyle Komisyon kararının iptali istemi ile Diyarbakır İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talepli dava açılmıştır.
12. Dava, Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 30/11/2010 tarihli ve E.2009/2028, K.2010/2447 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir;
"...Davacı tarafından davacının su değirmeninin zarar görmesi ve içindeki eşyalar ve değirmenin işletilememesinden kaynaklı mahrum kalınan kâr talep edilmekte ayrıca arazi, bağ ve bahçe zararlarının daha fazla olduğu iddia edilmektedir.
Bakılan davada davacı tarafından Lice İlçesinin Merkezinde 1993 ve 1994 yıllarında gerçekleşen olaylar sonucu nedeni ile zarara uğradığından bahisle başvuru yapıldığı, ancak anılan dönemde gerçekleşen olaylar üzerine zarara uğrayan şahıslar tarafından Lice Sulh Hukuk Mahkemesine başvurularak hemen zarar tespiti yaptırıldığı, oysa davacı tarafından olayın akabinde değil olaydan yıllar sonra 2001 yılında tespit yapılması için mahkemeye başvurulduğu, bu tespit sırasında da yapıların olaylar nedeni ile zarar gördüğüne dair bir belirleme yapılmadığı, bunun yanında yine olaylar sonrasında zarar görenlere dair hem İl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce hem de Lice Belediyesi tarafından listeler tutulduğunu, davacının her iki listede de isminin bulunmadığı görülmüştür.
Davacının bağ, bahçe, arazi, ağaç ve mahrum kalınan gelir zararına ilişkin olarak, davacı tarafından hukuken geçerli hiçbir somut bilgi ve belgenin dava dosyasına sunulmaması, yer verilen tutanak ve tespitlerde de bu kalemlere ilişkin bir tespitin yapılmamış olması nedeniyle istemin bu yönünün karşılanmasına imkan bulunmamaktadır.
Bu durumda davacının Lice İlçe Merkezinde yaşanan olaylar nedeni ile zarar görmediği anlaşıldığından talebin reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Davacının maddi tazminat istemine gelince, davacının meydana gelen olaylarda zarara uğradığının ortaya konulmamış olması karşısında davacıya tazminat ödenmesine olanak bulunmamaktadır.
5233 sayılı Yasa hükümlerine göre manevi tazminat ödenmesinin olanaklı olmaması karşısında davacının manevi tazminat isteminin de kabul edilmesine olanak bulunmamaktadır. "
13. Komisyon, İdare Mahkemesinin kararı üzerine 23/2/2011 tarihli ve 2011/5-107 sayılı kararıyla başvurucunun talebinin reddine karar vermiştir.
14. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/1/2012 tarihli ve E.2011/11517, K.2012/129 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir.
15. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 13/12/2012 tarihli ve E.2012/9166, K.2012/14088 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
16. Başvurucu 23/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).
18. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 23/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu; ikamet ettiği Diyarbakır ili Lice ilçesinde 1993 ile 1994 yılları arasında terör olaylarının yoğunlaşması nedeniyle güvenlik güçleri tarafından göçe zorlandığını, mal varlığına ulaşmasının engellendiğini; tarım, hayvancılık ve diğer köy geçim kaynaklarından mahrum kaldığını; evinin yakıldığını, göç nedeni ile kira, taşınma gibi zararlarının olduğunu, Zarar Tespit Komisyonlarının tarafsız olmadığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı talepten ve akabinde açtığı davadan sonuç alamadığını, başvurusunun sonuçlandırma süresinin çok uzun sürdüğünü, Komisyonlar tarafından adil, etkin, makul bir inceleme yapılmadığını; idari yargı makamlarının şekli bir değerlendirme ile karar verdiğini, gerekli araştırma ve incelemelerin yapılmadığını, Valilik tarafından uygulanan birim fiyatların hakkaniyetle bağdaşmayacak derecede düşük olduğunu, zararların giderimi için etkili bir hukuk yolu olmadığını, zorunlu göçün Kürt halkına yönelik resmî bir idare politikası olarak geniş ve yaygın bir biçimde uygulandığını, göçten sonraki süreçte zararlarının tazmini için yasa yolunun oluşturulmadığını, manevi tazminat istemli dava açmasına rağmen araştırma yapılmadan davasının reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 10., 17., 20., 35., 36. ve 40.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun 5233 sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10., 17., 20., 35., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiği anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).Başvurucunun ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
22. Başvurucu zorunlu göçün Kürt halkına yönelik resmî bir idare politikası olarak geniş ve yaygın bir biçimde uygulandığını, göçten sonraki süreçte zararlarının tazmini için yasa yolunun oluşturulmadığını belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
23. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
24. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığa yönelik belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
25. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
26. Başvurucu; Komisyonca verilen kararın akabinde açtığı davadan sonuç alamadığını, göç etmeye mecbur kalması nedeni ile mal varlığına ulaşamadığını; tarım, hayvancılık ve diğer köy geçim kaynaklarından mahrum kaldığını, evinin yakıldığını, göç nedeni ile kira, taşınma gibi zararlarının olduğunu, köy boşaltma eylemleri ile anılan zararlara sebebiyet verilmiş olmasına rağmen zararlarının tazmin edilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyetçi olmuş; yargılama sürecinde yapılan incelemeler ve lehine olmayan yargı kararı temeline dayandırıldığı tespit edilen bu iddiaların Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
27. Başvurucu; yargılamanın adil olmadığı iddiası kapsamında ayrıca Komisyon kararlarının esastan incelenmediğini, yeterli araştırmanın yapılmadığını, 1993 ve 1994 yıllarında yaşanan olaylar neticesinde güvenlik nedeniyle göçe mecbur bırakıldığını ve o tarihte zararlarını tespit etmesinin beklenemeyeceğini, oluşan zararları için yeterli bir giderim imkânı sağlanmadığını iddia etmiştir.
28. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
29. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
30. Başvurucu; maddi vakıa ve delillerin hatalı takdiri neticesinde zararının eksik hesaplandığını ve davasının reddedildiğini, bu kapsamda Derece Mahkemesince delillerin takdirinin hatalı ve hükmün sonuç itibarıyla hukuka aykırı olduğunu belirtmekte olup başvurucunun iddialarının özünün Derece Mahkemesince delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
31. Başvuru konusu İdare Mahkemesi kararında, başvurucu ve idare tarafından sunulan bilgi ve belgelerden, söz konusu olayla ilgili olarak anılan dönemde gerçekleşen olaylar üzerine zarara uğrayan şahıslar tarafından Lice Sulh Hukuk Mahkemesine başvurularak hemen zarar tespiti yaptırıldığı ancak başvurucunun olayın akabinde değil olaydan yıllar sonra 2001 yılında tespit yapılması için Mahkemeye başvurduğu, bu tespit sırasında da yapıların olaylar nedeniyle zarar gördüğüne dair bir belirleme yapılmadığı, ayrıca olaylar sonrasında zarar görenlere dair hem İl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce hem de Lice Belediyesi tarafından listeler tutulduğu, başvurucunun her iki listede de isminin bulunmadığı; bağ, bahçe, arazi, ağaç ve mahrum kalınan gelir zararına ilişkin olarak başvurucu tarafından hukuken geçerli hiçbir somut bilgi ve belgenin dava dosyasına sunulmadığı, yer verilen tutanak ve tespitlerde de bu kalemlere ilişkin bir tespitin yapılmamış olması nedeniyle istemin bu yönünün karşılanmasına imkân bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun iddiaları, temyiz merciince de incelenip reddedilmek suretiyle yerel Mahkeme kararı onanmış, karar düzeltme talebi ise reddedilmiştir. Başvurucunun, gerekçeli karar hakkı kapsamında incelenecek olan manevi zararlarının değerlendirilmesi hususu dışında anılan iddialarına yönelik olarak bu çerçevede Derece Mahkemesinin kararında açık bir keyfîlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
34. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
35. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
36. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında başvurucu tarafından 20/12/2004 tarihinde Komisyona yapılan müracaat sonrasında 5233 sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca bir kısım işlemin yapılması akabinde 4/2/2009 tarihinde talebin reddedildiği, belirtilen karar aleyhine 1/9/2009 tarihinde başlatılan yargılama sürecinin ise başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine dair Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/12/2012 tarihli kararı ile tamamlandığı, somut başvuruya bir bütün olarak bakıldığındatoplamda geçen 7 yıl 11 aylık sürede, uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit edilemediğinden, başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmadığından yargılama süresinin makul olduğu sonucuna varılmıştır.
37. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul sürede yargılanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğineİlişkin İddia
38. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
39. Başvurucu; araştırma yapılmadan, yeterli gerekçe gösterilmeden manevi tazminat taleplerinin reddedildiğini, yıllardır yaşadığı yerleşim yerinden göçe zorlandığını, özel hayatının ihlal edildiğini ve manevi zararlarının karşılanmadığını iddia etmektedir. Anılan iddialar Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan gerekçeli karar hakkı açısından incelenmiştir.
40. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
41. AİHM’e göre mahkemeler ve yargı mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidir. Gerekçe gösterme yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Higgins ve diğerleri /Fransa, B. No: 134/1996/753/952,19/2/1998, § 42).
42. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53), başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın uygulanmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman, § 37).
43. Somut olayda başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında kurulan Komisyona başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun oluşan zararları için toplam 30.436 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu tazminat miktarının eksik hesaplandığı gerekçesiyle sulhnameyi imzalamayarak İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açmıştır.
44. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi 30/11/2010 tarihli kararıyla başvurucunun meydana gelen olaylarda zarara uğradığının ortaya konmamış olması karşısında başvurucuya maddi tazminat ödenmesine olanak bulunmadığına, manevi tazminatın ise 5233 sayılı Kanun kapsamında düzenlenmediği gerekçesiyle reddine karar vermiş; temyiz merciince de bu karar onanmıştır.
45. Bir davada maddi olguları bildirmek tarafların, bunları hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir. Taraflarca bildirilip iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam olarak saptanmalı, dayanılan maddi olguların hukuksal nitelendirmesi ve ilgili hukuk kuralının uygulanması ise mahkemece yapılmalıdır (Nurten Esen, B. No: 2013/7970, 10/6/2015, § 51) .
46. 5233 sayılı Kanun; AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir yasadır. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya eylemi nedeniyle hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, § 81).
47. Başvurucu, Mahkemenin ret gerekçesinin 2577 sayılı Kanun’a, tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı olduğunu belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında (Abbas Emre, § 78) da belirtildiği üzere 5233 sayılı Kanun, genel hükümlere göre manevi tazminat talep edilmesine engel teşkil etmemektedir. Başvurucu, anılan iddialarını Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden (bkz. § 12) iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında değerlendirme yapılmamıştır.
48. Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların, hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, § 57).
49. Bu durumda başvurucunun 1993 ve 1994 yıllarında terörle mücadeleden dolayı göçe zorlanması neticesinde manevi zarara uğradığından bahisle 1/9/2009 tarihinde açtığı tam yargı davasında ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir iddia olan manevi tazminat talebine ilişkin şikâyetlerin sadece 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilip gerekçelendirilmesi yeterli görülmemektedir. Anılan iddianın AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatlarında (Abbas Emre, §§ 77-79, 84) da belirtildiği üzere 2577 sayılı Kanun kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi yapılarak başvurucunun manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
50. Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
51. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. ...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
52. Başvurucu, başvuru formunda belirtiği maddi ve manevi tazminat miktarlarının ödenmesine hükmedilmesini talep etmiştir.
53. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
54. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapmak üzere Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talep edilmiş olmakla beraber maddi tazminat talebi açısından, başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebi açısından ise yeniden yargılama yapılmak üzere kararın Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası açısından yeterli bir giderim oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
23/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MEHMET LETİF KARATAY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/2870) |
|
Karar Tarihi: 28/9/2016 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör Yrd. |
: |
Tuğba YILDIZ |
Başvurucular |
: |
1. Mehmet Letif KARATAY |
|
|
2. Sesi ÇETİNKAYA |
|
|
3. Sabri KARATAY |
|
|
4. Elfesya CANKUŞ |
|
|
5. Cevahir KUTMARAL |
|
|
6. Ayten KARABABA |
Vekili |
: |
Av. Hasan ALDANMAZ |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, 26/11/1993 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması neticesinde murislerinin kaçırıldığını ve daha sonra göl kenarında ölü bulunduğu belirtilerek 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruda ve açılan davada yeterli tazminata hükmedilmediği, yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçeleriyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/3/2014 tarihinde Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 6/1/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular, 26/11/1993 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması neticesinde murisleri B.K.nın kaçırılması ve daha sonra göl kenarında ölü bulunmasına dair bu özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir.
8. Başvurucular 2/5/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Bitlis Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır.
9. 8/11/2005 tarihli ve 2005/248 sayılı Komisyon kararında, başvurucuların murisi B.K.nın ölümünden dolayı 14.560 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
10. Başvurucular tarafından belirtilen tazminat miktarı yeterli görülmeyerek 7/3/2006 tarihinde uyuşmazlık tutanağı imzalanmıştır.
11. Komisyon kararına karşı Van İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
12. Van İdare Mahkemesinin 6/6/2008 tarihli ve E.2006/3365, K.2008/1343 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...Olayda, davacılar murisinin 1993 yılında teröristlerce öldürülmesi nedeniyle uğranılan zararın 5233 sayılı Kanun'a göre tazmininin istenildiği, bu Kanuna göre hesaplanacak tazminat miktarının hesaplanma şeklinin mevzuatta açıkça gösterildiği, idarenin tazminat miktarını hesaplarken bu usule uymak zorunda olduğu, tazminatın genel hükümlere göre hesaplanmasına olanak bulunmadığı açık olup, söz konusu ölüm olayı nedeniyle ölenin mirasçılarına ödenecek tazminat miktarının komisyon karar tarihi itibariyle (7000x50x0,0416=14.560,00) mevzuatta belirtilen esas ve usullere uygun olarak hesaplandığı ve bu miktarın ödenmesine karar verildiği anlaşılmış olup, davacılara 5233 sayılı Kanun'a göre 14.560 YTL üzerinde maddi tazminat ödenmesine hukuken olanak bulunmadığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Öte yandan, 5233 sayılı Yasa kapsamında yalnızca maddi zararların karşılanması öngörülmüş olup, anılan Yasa'nın manevi zararların karşılanması hususunda bir düzenleme içermemesi karşısında; davacıların manevi tazminat isteminin reddi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..."
13. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/2/2013 tarihli ve E.2011/9562, K.2013/1396 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
14. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 26/9/2013 tarihli ve E.2013/10486, K.2013/6488 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
15. Karar düzeltme isteminin reddi kararının 10/2/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edildiği ve 5/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
16. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).
17. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 28/9/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
19. Başvurucular, Bitlis ili Ahlat ilçesi Kırıkkaya köyünde ikamet etmekte iken murisleri B.K.nın 26/11/1993 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması sonucunda kaçırıldığını ve daha sonra Nazik Gölü kenarında ölü bulunduğunu, anılan olay nedeniyle uğradıkları zararların karşılanması istemiyle 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları talebin bir kısmının karşılanmadığını, bu işleme karşı açtıkları davanın da reddedildiğini, devletin yükümlülüğü olan yaşam hakkını koruyamadığını, murislerini öldüren kişilerin hâlâ bulunamadığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını yargılama sürecinin dokuz yıl devam ettiğini, her bir ölen kişiye maktu tazminata hükmedilmesinin eşitlik ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığını, manevi tazminatın 5233 sayılı Kanun'da düzenlenmediğini ancak tazminat hukukunun genel prensiplerine göre manevi tazminata da hükmedilmesi gerektiğini, etkili bir başvuru olanağının bulunmadığını belirterek, Anayasa’nın 2., 10., 17., 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
20. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucuların 5233 sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtıkları davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 10., 17., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettikleri anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
21. Başvurucular, tazminat miktarının her ölen kişi için maktu olarak düzenlendiğini, somut olaya göre farklı hesaplanması gerektiğini belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
22. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesi, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin bir beyanının bulunmadığı başvurular ilebu yöndeki iddialarını somut herhangi birbulgu ve kanıt ile temellendirmedikleri başvuruların açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
23. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı anlaşıldığından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
24. Açıklanan nedenlerle başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
25. Başvurucular, murisleri B.K.nın 26/11/1993 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması sonucunda kaçırıldığını ve daha sonra Nazik Gölü kenarında ölü bulunduğunu, anılan olay nedeniyle uğradıkları zararların karşılanması istemiyle 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları talep neticesinde yeterli tazminat alamadıklarını, bu işleme karşı açtıkları davanın da haksız olarak reddedildiği belirterek Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında düzenlenen adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
26. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
27. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
28. Başvurucular, maddi vakıa ve delillerin hatalı takdiri neticesinde zararlarının eksik hesaplandığını ve davalarının reddedildiğini, bu kapsamda Derece Mahkemesince delillerin takdirinin hatalı ve hükmün sonuç itibarıyla hukuka aykırı olduğunu belirtmekte olup başvurucuların iddialarının özünün Derece Mahkemesince delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
29. Başvuru konusu İdare Mahkemesi kararında, başvurucular murisinin 1993 yılında teröristlerce öldürülmesi nedeniyle uğranılan zararın 5233 sayılı Kanun'a göre tazmininin istendiği, bu Kanun'a göre hesaplanacak tazminat miktarının hesaplanma şeklinin mevzuatta açıkça gösterildiği, idarenin tazminat miktarını hesaplarken bu usule uymak zorunda olduğu, tazminatın genel hükümlere göre hesaplanmasına olanak bulunmadığı açık olup söz konusu ölüm olayı nedeniyle ölenin mirasçılarına ödenecek tazminat miktarının Komisyon karar tarihi itibarıyla (7000x50x0,0416=14.560,00) mevzuatta belirtilen esas ve usullere uygun olarak hesaplandığı ve bu miktarın ödenmesine karar verildiği anlaşılmış olup başvuruculara 5233 sayılı Kanun'a göre 14.560 YTL üzerinde maddi tazminat ödenmesine hukuken olanak bulunmadığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun iddiaları, temyiz merciince de incelenip reddedilmek suretiyle yerel Mahkeme kararı onanmış; karar düzeltme talebi ise reddedilmiştir. Başvurucunun, gerekçeli karar hakkı kapsamında incelenecek olan manevi zararlarının değerlendirilmesi hususu dışında anılan iddialarına yönelik olarak Derece Mahkemesinin kararında açık bir keyfîlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
30. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlali iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvurucular manevi tazminat taleplerinin araştırma yapılmadan, yeterli gerekçe gösterilmeden reddedildiğini, manevi zararlarının karşılanmadığını iddia etmektedir. Anılan iddialar Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan gerekçeli karar hakkı açısından incelenmiştir.
34. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkemeler ve yargı mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidir. Gerekçe gösterme yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388,4/11/2014, § 36).
36. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53) başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın uygulanmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman, § 37).
37. Somut olayda başvurucular 5233 sayılı Kanun kapsamında kurulan Bitlis Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların oluşan zararları için toplam 14.560 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular tazminat miktarının eksik hesaplandığı gerekçesiyle sulhnameyi imzalamayarak İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açmışlardır.
38. Van İdare Mahkemesi 6/6/2008 tarihli kararıyla başvurucuların murislerinin öldürülmesi olayına ilişkin Komisyon tarafından verilen maddi tazminat miktarının yeterli olduğu, manevi tazminatın ise 5233 sayılı Kanun kapsamında düzenlenmediği gerekçesiyle reddine karar vermiş, temyiz merciince de bu karar onanmıştır.
39. Bir davada maddi olguları bildirmek tarafların, bunları hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir. Taraflarca bildirilip iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam olarak saptanmalı, dayanılan maddi olguların hukuksal nitelendirmesi ve ilgili hukuk kuralının uygulanması ise mahkemece yapılmalıdır (Nurten Esen, B. No: 2013/7970, 10/6/2015, § 51).
40. 5233 sayılı Kanun; AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir yasadır. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, § 81).
41. Başvurucular Mahkemenin ret gerekçesinin 2577 sayılı Kanun’a, tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı olduğunu belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında (Abbas Emre, § 78) da belirtildiği üzere 5233 sayılı Kanun, genel hükümlere göre manevi tazminat talep edilmesine engel teşkil etmemektedir. Başvurucular, anılan iddialarını Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden (bkz. § 12) iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında değerlendirme yapılmamıştır.
42. Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, § 57).
43. Bu durumda başvurucuların 1993 ve 1994 yıllarında yaşadıkları terör olayları nedeniyle göçe zorlanmaları neticesinde manevi zarara uğradıklarından bahisle 24/8/2006 tarihinde açtıkları tam yargı davasında, ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir iddia olan manevi tazminat talebine ilişkin şikâyetlerin sadece 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilip gerekçelendirilmesi yeterli görülmemektedir. Anılan iddianın AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatlarında (Abbas Emre, §§ 77-79, 84) da belirtildiği üzere 2577 sayılı Kanun kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi yapılarak başvurucuların manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
44. Belirtilen nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
45. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürülen giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürünün makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
46. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
47. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru tarihi (2/5/2005)ile nihai karar tarihi olan karar düzeltme karar tarihi (26/9/2013) arasında geçen ve toplam süresi 8 yıl 4 aylık yargılama süresinde başvurucular açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
48. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
49.6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
50. Başvurucular, maddi ve manevi tazminat talep etmişlerdir.
51. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
52. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Van İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
53. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
54. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara net 4.000 TL manevi tazminatın ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.
55. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında değerlendirme yapılarak gerekçeli karar haklarının ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ile başvurucuların maddi tazminat istemleri arasında illiyet bağı bulunmaması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir .
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Manevi tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Van İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvuruculara ayrı ayrı net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE, 28/9/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
RECEP AYDIN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/7260) |
|
Karar Tarihi: 12/1/2017 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör Yrd. |
: |
Tuğba YILDIZ |
Başvurucular |
: |
1. Recep AYDIN |
|
|
2. Tuğba AYDIN |
|
|
3. Burak AYDIN |
Vekili |
: |
Av. İhsan ÇEBİ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, 27/7/2008 tarihinde İstanbul ili Güngören ilçesinde terör örgütü mensupları tarafından yerleştirilen bombanın patlaması sonucunda murislerinin ölmesi neticesinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruda ve açılan davada manevi tazminata hükmedilmediği gerekçesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/5/2014 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 11/11/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular, 27/7/2008 tarihinde İstanbul ili Güngören ilçesi Menderes Caddesi'nde terör örgütü mensupları tarafından yerleştirilen bombanın patlaması neticesi murislerinin hayatını kaybettiğini ancak yapılan başvuruda ve açılan davada manevi tazminat taleplerinin reddedildiğini belirtmişlerdir.
8. Başvurucular 30/7/2008 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle İstanbul Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır.
9. Komisyon 20/8/2010 tarihli ve 2010/1-92-24 sayılı kararında; dosyanın incelenmesi sonucu M.A.nın kanuni mirasçılarına Güngören Kaymakamlığına gönderilen acil destek fonundan 20.000 TL'nin ödendiği, zararlarının karşılanmış olduğu gerekçeleriyle talebin reddine karar vermiştir.
10. Başvurucular tarafından, belirtilen ret işlemi aleyhine İstanbul 10. İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
11. İstanbul 10. İdare Mahkemesinin 18/5/2011 tarihli ve E.2010/1913, K.2011/901 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“...Olayda, Komisyonca 5233 sayılı Yasaya göre ölenin yakını olan davacılara 20.000-TL ödeme yapıldığından bu yasa uyarınca davacılara ödenecek bir zarar bulunmadığına karar verilmiş, buna göre hazırlanan sulhname tasarısı tarihinde davacılar vekiline tebliğ edilmiş, tasarısının kabul edilmemesi üzerine taraflarca 28.07.2008 tarihinde sulhname tutanağının imzalanmış olduğu görülmektedir.
Bu durumda, terör eyleminden doğan zararın karşılanması istemiyle idareye yazılan başvuru tarihine göre 5233 sayılı Yasa'nın yürürlükte olduğu ve dolayısıyla olaydan doğan zararın bu Yasa hükümlerine göre karşılanması gerekeceğinden, bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesinin ve 2577 sayılı Yasa'nın 13. maddesinin artık uygulanma ve olanağı kalmamış olup davacının bu yöndeki iddası yerinde görülmemiştir. Hal böyle olunca davacılar yakının ölümü nedeniyle davacılara 20.000-TL ödeme yapılmış olması ve bu hususta taraflar arasında sulhname imzalanması nedeniyle davacıların maddi tazminat istemlerinin sözü edilen Yasa hükümlerine göre reddi gerekmektedir.
Davacıların manevi tazminat istemlerine gelince; 5233 sayılı Yasa, terör eylem ve olaylarından kaynaklanan manevi zararları da kapsam dışında bıraktığından davacıların manevi tazminat taleplerinin de reddi gerekmektedir...”
12. Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 27/10/2011 tarihli ve E.2011/9783, K.2011/4447 sayılı ilamı ile kararın onanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"...Davacı tarafından zararının karşılanması istemiyle davalı idareye yapmış olduğu 2/6/2010 tarihli başvurunun, 5233 sayılı Yasanın yürürlüğünden sonra yapıldığı dikkate alındığında, öncelikle meydana gelen zararın 5233 sayılı Yasa kapsamında mı, yoksa 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca mı tazmini gerektiğinin saptanması gerekmektedir.
Bu bağlamda, davacının yaralanmasına neden olan olayın, terör eylemi sonucu gerçekleştiği sabit olup, söz konusu olayın meydana gelmesinde idarenin hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna varıldığından, davacıların zararının 5233 sayılı Yasa kapsamında tazmini zorunludur. Dolayısıyla olayda, idarenin 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca tazmin yükümlülüğü bulunmamaktadır..."
13. Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 10/12/2013 tarihli ve E.2012/3711, K.2013/8860 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 17/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucular 16/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).
16. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 12/1/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
18. Başvurucular 27/7/2008 tarihinde İstanbul ili Güngören ilçesi Menderes Caddesi'nde terör örgütü mensupları tarafından yerleştirilen bombanın patlaması neticesi murislerinin hayatını kaybettiğini, yapılan başvuruda ve açılan davada manevi tazminata hükmedilmediğini, kanunda hüküm yok diye manevi tazminatın ödenmemesinin yasalara ve hukukun genel ilkelerine aykırı olduğunu, 5233 sayılı Kanun'un maddi tazminatı düzenlediğini ancak 12. maddesi gereği uzlaşmanın mümkün olmadığı durumlarda dava açma yolunun saklı olduğunu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) İçyer-Türkiye kararında manevi tazminatın kanunda düzenlenmemiş olmasının verilmeyeceği anlamına gelmediğinin belirtildiğini, Anayasa’nın2., 5., 10., 17., 36., 40., 41., 125. ve 141.maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
19. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucular; terör örgütü mensupları tarafından yerleştirilen bombanın patlaması neticesi murislerinin hayatını kaybetmesi nedeniyle uğradıkları manevi zararlarının tazminine ilişkin talebin Kanun kapsamında olmadığı gerekçesiyle reddedildiğini, idari ve yargısal merciler tarafından taleplerinin dikkate alınmadığını, 6/1/1983 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’na ve tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı karar verildiğini, manevi tazminat istemlerinin karşılanmadığını belirterek Anayasa’nın 2., 5., 10., 17., 36., 40., 41., 125. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucuların iddialarının özünün, İlk Derece Mahkemesince eksik ve hatalı değerlendirme yapılmasına ve 2577 sayılı Kanun kapsamında inceleme yapılmamasına ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu sebeple başvurucuların anılan iddiaları, adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden biri olan gerekçeli karar hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
20.Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlali iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
21. Başvurucular; manevi tazminat taleplerinin araştırma yapılmadan, yeterli gerekçe gösterilmeden reddedildiğini, manevi zararlarının karşılanmadığını iddia etmektedir. Anılan iddialar Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan gerekçeli karar hakkı açısından incelenmiştir.
22. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
23. AİHM’e göre mahkemeler ve yargı mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidirler. Gerekçe gösterme yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388,4/11/2014, § 36).
24. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53), başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın uygulanmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman, § 37).
25. Somut olayda başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında kurulan İstanbul Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların oluşan zararları için Kaymakamlık tarafından toplam 20.000 TL tazminat ödendiği gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucular, tazminat miktarının eksik hesaplandığı gerekçesiyleİdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açmışlardır.
26. İstanbul 10. İdare Mahkemesi 18/5/2011 tarihli kararıyla başvurucuların murislerinin ölüm olayına ilişkin Komisyon tarafından verilen maddi tazminat miktarının yeterli olduğu, manevi tazminatın ise 5233 sayılı Kanun kapsamında düzenlenmediği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş, temyiz merciince de bu karar onanmıştır (§§ 11-12).
27. Bir davada maddi olguları bildirmek tarafların, bunları hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir. Taraflarca bildirilip iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam olarak saptanmalı, dayanılan maddi olguların hukuksal nitelendirmesi ve ilgili hukuk kuralının uygulanması ise mahkemece yapılmalıdır (Nurten Esen, B.No: 2013/7970, 10/6/2015, § 51).
28. 5233 sayılı Kanun; AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir yasadır. 2577 sayılı Kanun'un 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, B.No: 2014/5005, 6/1/2016, § 81).
29. Başvurucular; Mahkemenin ret gerekçesinin 2577 sayılı Kanun’a, tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı olduğunu belirtmişlerdir. Anayasa Mahkemesi kararında (Abbas Emre, § 78) da belirtildiği üzere 5233 sayılı Kanun, genel hükümlere göre manevi tazminat talep edilmesine engel teşkil etmemektedir. Başvurucular, anılan iddialarını Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden (bkz. § 11) iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında yeterli(bkz. § 12) değerlendirme yapılmamıştır.
30. Bir mahkeme kararının gerekçesi; o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, § 57).
31. Bu durumda başvurucuların27/7/2008 tarihinde İstanbul ili Güngören ilçesi Menderes Caddesi'nde terör örgütü mensupları tarafından yerleştirilen bombanın patlamasıyla murislerinin hayatını kaybetmesi neticesinde manevi zarara uğradıklarından bahisle 24/9/2010 tarihinde açtıkları tam yargı davasında ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir iddia olan manevi tazminat talebine ilişkin şikâyetlerin sadece 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilip gerekçelendirilmesi yeterli görülmemektedir. Anılan iddianın AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatlarında (Abbas Emre, §§ 77-79, 84) da belirtildiği üzere 2577 sayılı Kanun kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi yapılarak başvurucuların manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
32. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
33. Başvurucular, başvuru formunda belirttikleri tazminat miktarlarının ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
34. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
35. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 10. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
36. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Manevi tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 10. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/1/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
CELAL PÖRKLÜ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/16542) |
|
Karar Tarihi: 8/3/2017 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör Yrd. |
: |
Tuğba YILDIZ |
Başvurucu |
: |
Celal PÖRKLÜ |
Vekilleri |
: |
Av. Mehmet Ali KIRDÖK |
|
|
Av. Meral HANBAYAT |
|
|
Av. Ümit SİSLİGÜN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması, akabinde başvurunun kabul edilmeyen kısmı için açılmış olan davanın reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/10/2014 tarihinde İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/12/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Tunceli ili Ovacık ilçesi Işıkvuran köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyün boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
8. Başvurucu 13/9/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
9. Komisyonun 11/3/2008 tarihli ve 2008/2-1058 sayılı kararında, başvurucunun terör olayları nedeniyle zarara uğradığı kanaatine varıldığına; ancak, başvurucunun tarım arazisi olmadığından talebinin değerlendirilmediğine; mal varlığına ulaşamaması nedeniyle çamurlu taş duvarlı (köy tipi) ev için başvurucuya toplam 2.331 TL ödenmesine karar vermiştir.
10. Başvurucu tarafından tazminat miktarı yeterli görülmeyerek sulhname teklifi kabul edilmemiş, uyuşmazlık tutanağı düzenlenmesi üzerine Malatya İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
11. Malatya İdare Mahkemesinin 25/6/2010 tarihli ve E.2008/1362, K.2010/1554 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"...Komisyon tarafından bizzat veya araştırma heyeti marifetiyle mahallinde herhangi bir keşif/araştırma yapılmaksızın ve sunulan bilgi ve belgeler dikkate alınmaksızın afaki olarak malvarlığı zararına yönelik değerlendirme yapıldığı görüldüğünden; ... Komisyonca mahallinde yeniden keşif/araştırma yapılmak suretiyle (sunulan tüm bilgi ve belgeler dikkate alınmak suretiyle) tespit edilecek malvarlığı zararının belirtilen hesaplama birim fiyatları uygulanmak suretiyle karşılanması gerekmektedir.
Buna göre, eksik ve yanlış araştırma ve hesaplama sonuçlarına dayanan dava konusu komisyon kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.
Maddi tazminat istemine gelince; zarar miktarının, davalı idare tarafından yukarıda belirtilen eksiklikler giderilerek hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına göre Komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığıyla belirleneceği, buna göre davacının başvurusu ile ilgili yapılacak araştırma ve inceleme neticesinde ortaya çıkan yeni duruma göre tazminat talebinin öncelikle Komisyon tarafından değerlendirilmesi gerekeceğinden, bu aşamada davacının maddi tazminat istemi hakkında karar verilmesine olanak bulunmamaktadır.
Davacının manevi tazminat istemlerine gelince; 5233 sayılı Yasa'nın 1., 2. ve 7. madde hükümlerinin bir arada değerlendirilmesinden, söz konusu Yasa'nın, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin uğradıkları maddi zararların sulhen karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri düzenlemek amacıyla çıkarıldığı, Yasa kapsamında sadece maddi zararların karşılanmasının düzenlendiği, manevi zararın tazminine yönelik herhangi düzenlemeye yer verilmediği dikkate alındığında davacıların talep ettikleri manevi zararın bu Yasa kapsamında karşılanmasına imkan bulunmamaktadır."
12. İptal kararı üzerine Komisyon tarafından yeniden karar alınmış, 14/12/2011 tarihli ve 2011/7131 sayılı kararla zararları için başvurucuya toplam 36.916,60 TL ödenmesine karar verilmiştir.
13. Komisyon kararının akabinde, 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir.
14. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname, 18/4/2012 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır.
15. Başvurucu, Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığından bahisle Elazığ İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
16. Elazığ 2. İdare Mahkemesinin 21/12/2012 tarihli ve E.2012/1419, K.2012/1694 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir;
“...Olayda, davacı vekili ile davalı idare arasında imzalanan 18.04.2012 tarih ve 7131 sayılı sulhname ile davacının uğradığı zararları tazmin edilmek suretiyle uyuşmazlığın ortadan kalktığı, tarafları bağlayıcı nitelik taşıyan ve imzalama aşamasında davacı/davacı vekilinin iradesini fesada uğratan herhangi bir hususun bulunmadığı görülmekte olup, sulhname sonucu uyuşmazlığın tekrar yargıya taşınması mümkün olmadığından, davacının bu yöndeki talebinin reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Öte yandan, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun ile terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, sadece maddizararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usuller belirlenmiş olup, manevi zararın tazminine yönelik herhangi düzenlemeye yer verilmemiş olması karşısında, davacının manevi tazminat talebinin karşılanmamış olması yönüyle de söz konusu komisyon kararında hukuka aykırılık bulunmamaktadır...”
17. Başvurucunun temyizi üzerine, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 4/12/2013 tarihli ve E.2013/9957, K.2013/10026 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir.
18. Başvurucu, karar düzeltme talebinde bulunmuş; aynı Dairenin 26/6/2014 tarihli ve E.2014/3908, K.2014/5756 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 16/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Başvurucu 13/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 4. maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23).
21. 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
22. 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.”
23. 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) 11. maddesi şöyledir:
“Komisyon gerek görmesi halinde keşif yapabilir.
Komisyon başkanı belirlemiş olduğu keşif yeri ile gün ve saatini komisyon üyeleri ve/veya bilirkişi ile başvuru sahibine veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirir.
Başvuru sahibinin kendisi, veli veya vasisi veya yetkili temsilcisi ve varsa şahitleri keşif mahallinde hazır bulunurlar. Muhtar veya o yer mahallinden iki kişinin de keşifte hazır bulunması temin edilir.
…
Başvuru sahibi veya yetkili temsilcisinin keşif esnasında hazır bulunmaması halinde durum tutanakta belirtilir.”
24. Aynı Yönetmelik'in 16. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“15 inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.”
25. Aynı Yönetmelik' in 27. maddesi şöyledir:
“Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.
Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 8/3/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu, Tunceli ili Ovacık ilçesi Işıkvuran köyünde ikamet etmekte iken terör olayları nedeniyle yerleşim yerini terk etmek zorunda kaldığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu müracaatının kısmen kabul edilip kısmen reddedildiğini, kabul edilen kısım için idare ile sulhname imzaladığını, sulhnamenin kapsamının kabul edilen zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla kabul edilmeyen kısım için mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan dava açma hakkının saklı bulunduğunu, sulhname kapsamı dışında kalan zararları için açtığı iptal ve tam yargı davasında, zararlarının tazmini konusunda davanın reddine karar verildiğini, sulhname kapsamı dışında kalan zararları için maddi, manevi tazminat talepli açtığı iptal ve tam yargı davasında zararlarının tazmini konusunda Derece Mahkemesinin etkisiz olduğunu, dolayısıyla hukuk yollarının sonuçsuz kaldığını, gerçek zararlarının hesabında birçok zarar kalemi mevcut olmasına rağmen bunların gözönünde bulundurulmadığını, bu şekilde mülkiyet hakkından yoksun kaldığını, manevi tazminat talebinin reddedildiğini, yargılama sürecinin uzun sürdüğünü belirterek Anayasa’nın 35., 36., 40. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
28. Başvurucu, terör nedeniyle uğradığı manevi zararların tazminine ilişkin talebinin Kanun kapsamında olmadığı gerekçesiyle Mahkemece reddedildiğini, idari ve yargısal merciler tarafından talebinin dikkate alınmadığını, 20/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'na ve tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı karar verildiğini, tam yargı davası bağlamında manevi tazminat isteminin karşılanmadığını belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu sebeple başvurucunun anılan iddiası, adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden biri olan gerekçeli karar hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun diğer iddiaları ayrıca incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu başvurunun kısmen kabul edilip kısmen reddedildiğini, zararının kabul edilen kısmı için idare ile sulhname imzalanmakla birlikte kabul edilmeyen kısım için iptal ve tam yargı davası açtığını, gerçek zararının hesabında birçok zarar kalemi mevcut olduğundan sulhnamenin kapsamının kabul edilen zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla kabul edilmeyen kısım için mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan dava açma hakkının saklı bulunduğunu fakat açtığı davanın reddedildiğini, gerçek zararının hesabında zarar kalemlerinin daha fazla olduğunu, bu zarar kalemlerinin keşif yoluyla tespit edilmesi gerekmesine rağmen söz konusu tespitler yapılmadan ve bu zararları gözönünde bulundurulmadan gerçekleştirilen eksik tazmin nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
30. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda idare ile sulhname imzalanması nedeniyle bakiye zarar iddiasına ilişkin davanın reddedilmesi daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda idari ve yargısal süreci müteakip ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmedilmesini temin eden etkili bir giderim yolu bulunduğundan hareketle, başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkmış olması sebebine dayanılarak kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, §§ 29-43; Faris Arslan, B. No: 2014/1026, 20/5/2015, §§ 45-58).
31. Somut başvuruda başvurucu, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş; Komisyon tarafından başvurucunun tespit edilen zararları öngörülen birim fiyatlara tabi tutularak 36.916,60 TL tazminat miktarı belirlenmiş (bkz. § 12) ve başvurucu vekiline, kararlaştırılan tazminat miktarını içerir sulhname örneği ile birlikte sulha davet yazısı gönderilmiştir. Sulh teklifi başvurucu tarafından kabul edilmiştir.
32. Başvurucunun eksik hesaplandığını beyan ettiği zarar miktarı dikkate alındığında başvurucunun idareyle anlaşma sağlayıp 18/4/2012 tarihli sulhnameyi imzaladığından Komisyonun tespitine esas olan olay ile ilgili maddi mağduriyetinin açıkça orantısız olmayacak şekilde giderildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, Komisyonca belirlenen ve zararlarının tamamını karşıladığını beyan ettiği alacağı tümüyle davalı idareden tahsil ettiğinden, başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin mağduriyeti 2/8/2012 tarihinde giderilmiş ve bu hak yönünden mağdurluk statüsü de aynı tarihte sona ermiştir. Öte yandan başvurucu, 5233 sayılı Kanun ile oluşturulan iç hukuk yolunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında (Akdıvar ve diğerleri/Türkiye [Giderim], B. No: 21893/93, 16/9/1996; Doğan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8803-8811/02…13/7/2006) belirtilen nitelikleri taşımadığı, yahut Komisyon tarafından ödenmesine karar verilen tazminat tutarının kendisine ödenmediği ya da eksik ödendiği yönünde bir iddiada da bulunmamıştır.
33. Açıklanan nedenlerle başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden mağdurluk statüsünü kaybettiği anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
36. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
37. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde, Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alındığında uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda, kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
38. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru tarihi (13/9/2004)ile nihai karar tarihi (26/6/2014) arasında geçen ve toplam süresi 9 yıl 9 aylık sürede, başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
39. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucu; manevi tazminat talebinin araştırma yapılmadan, yeterli gerekçe gösterilmeden reddedildiğini, manevi zararlarının karşılanmadığını iddia etmektedir. Anılan iddialar Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan gerekçeli karar hakkı açısından incelenmiştir.
41. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
42. AİHM’e göre mahkemeler ve yargı mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidirler. Gerekçe gösterme yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388,4/11/2014, § 36).
43. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53), başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın uygulanmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman, § 37).
44. Somut olayda başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında kurulan Komisyona başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun oluşan zararları için başvurucuya toplam 36.916,60 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu tazminat miktarının eksik hesaplandığı gerekçesiyle İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açmıştır.
45. Elazığ 2. İdare Mahkemesi 21/12/2012 tarihli kararıyla başvurucunun oluşan zararlarına ilişkin Komisyon tarafından verilen maddi tazminat miktarının yeterli olduğuna, manevi tazminatın ise 5233 sayılı Kanun kapsamında düzenlenmediği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş; temyiz merciince de bu karar onanmış; karar düzeltme talebi reddedilmiştir. (bkz. §§ 16-18).
46. Bir davada maddi olguları bildirmek tarafların, bunları hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir. Taraflarca bildirilip iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam olarak saptanmalı, dayanılan maddi olguların hukuksal nitelendirmesi ve ilgili hukuk kuralının uygulanması ise mahkemece yapılmalıdır (Nurten Esen, B. No: 2013/7970, 10/6/2015, § 51).
47. 5233 sayılı Kanun; AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir yasadır. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya eyleminden kaynaklanan hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, § 81).
48. Başvurucu, Mahkemenin ret gerekçesinin 2577 sayılı Kanun’a, tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı olduğunu belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında (Abbas Emre, § 78) da belirtildiği üzere 5233 sayılı Kanun, genel hükümlere göre manevi tazminat talep edilmesine engel teşkil etmemektedir. Başvurucu, anılan iddialarını Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden (bkz. § 16) iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında değerlendirme yapılmamıştır.
49. Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, § 57).
50. Bu durumda başvurucunun, 1994 yılında terörle mücadeleden dolayı köyünün boşaltılması neticesinde manevi zarara uğradığından bahisle, 19/6/2012 tarihinde açtığı tam yargı davasında, ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir iddia olan manevi tazminat talebine ilişkin şikâyetlerin sadece 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilip gerekçelendirilmesi yeterli görülmemektedir. Anılan iddianın AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatlarında (Abbas Emre, §§ 77-79, 84) da belirtildiği üzere, 2577 sayılı Kanun kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirmesi yapılarak başvurucuların manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken, 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
51. Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
52. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
53. Başvurucu, başvuru formunda belirttiği maddi ve manevi tazminat miktarlarının ödenmesi talebinde bulunmuştur.
54. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 9.600 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.
55. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
56. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Elazığ 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
57. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Elazığ 2. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 9.600 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/3/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
FİRUZE BATIR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/6420) |
|
Karar Tarihi: 8/3/2017 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör Yrd. |
: |
Tuğba YILDIZ |
Başvurucular |
: |
1. Firuze BATIR |
|
|
2. Ayfer TAŞDEMİR |
|
|
3.Ayten YANARDAĞ |
|
|
4. Zöhra PARSAK |
|
|
5. Sona BATIR |
|
|
6. Mehmet Sakin BATIR |
|
|
7. Şirin BATIR |
|
|
8. Nilüfer ŞAVLI |
Vekili |
: |
Av. Hasan ALDANMAZ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; 24/2/1994 tarihinde terör örgütü tarafından köye baskın yapılması neticesinde murislerin kaçırıldığı ve daha sonra ölü bulunduğu belirtilerek 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruda ve açılan davada yeterli tazminata hükmedilmediği, yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçeleriyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/5/2014 tarihinde Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 25/10/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 14/12/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular 24/2/1994 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması neticesinde murisleri M.Ş.B.nin kaçırılması ve daha sonra ölü bulunmasına dair özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir.
8. Başvurucular 2/5/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Bitlis Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır.
9. 24/8/2005 tarihli ve 2005/114 sayılı Komisyon kararında, başvurucuların murisi M.Ş.B.nin ölümünden dolayı 14.560 TL tazminata hükmedilmiştir.
10. Başvurucular tarafından belirtilen tazminat miktarı yeterli görülmeyerek 31/10/2005 tarihinde uyuşmazlık tutanağı imzalanmıştır.
11. Komisyon kararına karşı Van İdare Mahkemesinde dava açılmıştır.
12. Van İdare Mahkemesinin 28/11/2007 tarihli ve E.2006/3260, K.2007/2740 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir;
"...Olayda, davacılar murisinin 1994 yılında teröristlerce öldürülmesi nedeniyle uğranılan zararın 5233 sayılı Kanun'a göre tazmininin istenildiği, bu Kanuna göre hesaplanacak tazminat miktarının hesaplanma şeklinin mevzuatta açıkça gösterildiği, idarenin tazminat miktarını hesaplarken bu usule uymak zorunda olduğu, tazminatın genel hükümlere göre hesaplanmasına olanak bulunmadığı açık olup, söz konusu ölüm olayı nedeniyle ölenin mirasçılarına ödenecek tazminat miktarının komisyon karar tarihi itibariyle (7000x50x0,0416=14.560,00) ilgili komisyonca mevzuatta belirtilen esas ve usule uygun olarak hesaplandığı, davacılara 5233 sayılı Kanun'a göre 14.560 TL üzerinde maddi tazminat ödenmesine hukuken olanak bulunmadığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Öte yandan, 5233 sayılı Yasa kapsamında yalnızca maddi zararlar bulunmakta olup, manevi zararlar kapsam dışında olduğundan manevi tazminat isteminin reddi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..."
13. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/2/2013 tarihli ve E.2011/9338, K.2013/1424 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
14. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 24/1/2014 tarihli ve E.2013/12267, K.2014/151 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
15. Karar düzeltme isteminin reddi kararının 21/4/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edildiği ve 9/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
16. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu kararı eki kararın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).
17. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değişik 9. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır.
…
Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 8/3/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
19. Başvurucular, Bitlis ili Tatvan ilçesi Köprücük köyünde ikamet etmekte iken murisleri M.Ş.B.nin 24/2/1994 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması sonucunda kaçırıldığını ve daha sonra ölü bulunduğunu, anılan olay nedeniyle uğradıkları zararların karşılanması istemiyle 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları talebin bir kısmının karşılanmadığını, bu işleme karşı açtıkları davanın da reddedildiğini, devletin yükümlülüğü olan yaşam hakkını koruyamadığını, murislerini öldüren kişilerin hâlâ bulunamadığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını, yargılama dokuz yıl devam ettiğini, ölen her birkişiye maktu tazminata hükmedilmesinin eşitlikle ve hukuk devletiyle bağdaşmadığını, manevi tazminatın 5233 sayılı Kanun'da düzenlenmediğini; ancak, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre manevi tazminata da hükmedilmesi gerektiğini, etkili bir başvuru olanağının bulunmadığını belirterek Anayasa’nın 10., 17., 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
20. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucuların, 5233 sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtıkları davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10., 17., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettikleri anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Başvurucular Ayten Yanardağ ve Nilüfer Şavlı Yönünden
21. Başvurucular her ne kadar murisleri M.Ş.B.nin 24/2/1994 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması sonucunda kaçırıldığını ve daha sonra ölü bulunduğunu, anılan olay nedeniyle uğradıkları zararların karşılanması istemiyle 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları talep neticesinde yeterli tazminat alamadıklarını iddia etmişlerse de İdare Mahkemesinde açılan davada ve Danıştay aşamasında başvurucuların taraf kaydının mevcut olmadığı tespit edilmiştir.
22. Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri süren başvurucuların başvuru konusu yargılama dosyasında taraf veya müdahil sıfatları bulunmadığı, bu açıdan başvuruya konu yapılan yargılama faaliyeti nedeniyle güncel ve kişisel haklarının doğrudan etkilenmediği anlaşıldığından, başvurucular Ayten Yanardağ ve Nilüfer Şavlı başvurusunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Diğer Başvurucular Yönünden
i. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucular; tazminat miktarının ölen her kişi için maktu olarak düzenlendiğini, somut olaya göre farklı hesaplanması gerektiğini belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
24. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadıkları gibi belirtilen iddialarını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış oldukları dikkate alınarak başvurucuların anılan iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
25. Somut başvuruda, yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı gibi farklı karar verilmesini gerektiren bir yön de bulunmamaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
27. Başvurucular, murisleri M.Ş.B.nin 24/2/1994 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması sonucunda kaçırıldığını ve daha sonra ölü bulunduğunu, anılan olay nedeniyle uğradıkları zararların karşılanması istemiyle 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları talep neticesinde yeterli tazminat alamadıklarını, bu işleme karşı açtıkları davanın da haksız olarak reddedildiği belirterek Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında düzenlenen adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
28. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
29. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
30. Başvurucular, maddi vakıa ve delillerin hatalı takdiri neticesinde zararlarının eksik hesaplandığını ve davalarının reddedildiğini, bu kapsamda Derece Mahkemesince delillerin takdirinin hatalı ve hükmün sonuç itibarıyla hukuka aykırı olduğunu belirtmekte olup başvurucuların iddialarının özünün Derece Mahkemesince delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına, esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
31. Başvuru konusu İdare Mahkemesi kararında, başvurucuların murisinin 1994 yılında teröristlerce öldürülmesi nedeniyle uğranılan zararın 5233 sayılı Kanun'a göre tazmininin istendiği, bu Kanun'a göre hesaplanacak tazminat miktarının hesaplanma şeklinin mevzuatta açıkça gösterildiği, idarenin tazminat miktarını hesaplarken bu usule uymak zorunda olduğu, tazminatın genel hükümlere göre hesaplanmasına olanak bulunmadığı açık olup söz konusu ölüm olayı nedeniyle ölenin mirasçılarına ödenecek tazminat miktarının Komisyonun karar tarihi itibarıyla mevzuatta belirtilen esas ve usullere uygun olarak hesaplandığı ve bu miktarın ödenmesine karar verildiği anlaşılmış olup başvuruculara 5233 sayılı Kanun'a göre 14.560 TL üzerinde maddi tazminat ödenmesine hukuken olanak bulunmadığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucuların iddiaları, temyiz merciince de incelenip reddedilmek suretiyle yerel Mahkeme kararı onanmış; karar düzeltme talebi ise reddedilmiştir. Başvurucuların, gerekçeli karar hakkı kapsamında incelenecek olan manevi zararlarının değerlendirilmesi hususu dışında anılan iddialarına yönelik olarak bu çerçevede Derece Mahkemesinin kararında açık bir keyfîlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
32. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
33. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlali iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
iv. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
34. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucular; manevi tazminat taleplerinin araştırma yapılmadan ve yeterli gerekçe gösterilmeden reddedildiğini, manevi zararlarının karşılanmadığını iddia etmektedirler. Anılan iddialar, Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan gerekçeli karar hakkı açısından incelenmiştir.
36. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkemeler ve yargı mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidirler. Gerekçe gösterme yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388,4/11/2014, § 36).
38. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53), başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların, usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin, temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın uygulanmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman, § 37).
39. Somut olayda başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında kurulan Komisyonuna başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucuların oluşan zararları için başvuruculara toplam 14.560 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular tazminat miktarının eksik hesaplandığı gerekçesiyle sulhnameyi imzalamayarak İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açmışlardır.
40. Van İdare Mahkemesi 28/11/2007 tarihli kararıyla başvurucuların murislerinin öldürülmesi olayına ilişkin Komisyon tarafından verilen maddi tazminat miktarının yeterli olduğu, manevi tazminatın ise 5233 sayılı Kanun kapsamında düzenlenmediği gerekçeleriyle reddine karar vermiş; temyiz merciince de bu karar onanmıştır.
41. Bir davada maddi olguları bildirmek tarafların, bunları hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir. Taraflarca bildirilip iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam olarak saptanmalı, dayanılan maddi olguların hukuksal nitelendirmesi ve ilgili hukuk kuralının uygulanması ise mahkemece yapılmalıdır (Nurten Esen, B. No: 2013/7970, 10/6/2015, § 51).
42. 5233 sayılı Kanun; AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte, manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir yasadır. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, § 81).
43. Başvurucular, Mahkemenin ret gerekçesinin 2577 sayılı Kanun’a, tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı olduğunu belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi kararında (Abbas Emre, § 78) da belirtildiği üzere 5233 sayılı Kanun, genel hükümlere göre manevi tazminat talep edilmesine engel teşkil etmemektedir. Başvurucular, anılan iddialarını Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden (bkz. § 12) iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında değerlendirme yapılmamıştır.
44. Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, § 57).
45. Bu durumda başvurucuların, 1993 ve 1994 yıllarında yaşadıkları terör olayları nedeniyle göçe zorlanmaları neticesinde manevi zarara uğradıklarından bahisle 4/8/2006 tarihinde açtıkları tam yargı davasında ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir iddia olan manevi tazminat talebine ilişkin şikâyetlerinin sadece 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilip gerekçelendirilmesi yeterli görülmemektedir. Anılan iddianın AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatlarında (Abbas Emre, §§ 77-79, 84) da belirtildiği üzere 2577 sayılı Kanun kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi yapılarak başvurucuların, manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken, 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
46. Belirtilen nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
47. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürülen giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürünün makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
48. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda, komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
49. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında, Komisyona başvuru tarihi (2/5/2005)ile nihai karar tarihi olan karar düzeltme karar tarihi (24/1/2014) arasında geçen ve toplam 8 yıl 8 aylık yargılama süresinde, başvurucular açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
50. Açıklanan nedenlerle başvurucuların, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
51.6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
52. Başvurucular, maddi ve manevi tazminat talep etmişlerdir.
53. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
54. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Van İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
56. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara net 7.200 TL manevi tazminatın ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.
57. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında değerlendirme yapılarak gerekçeli karar haklarının ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ile başvurucuların maddi tazminat istemleri arasında illiyet bağı bulunmaması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir .
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurucular Ayten Yanardağ ve Nilüfer Şavlı yönünden yapılan başvurunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Diğer başvurucular yönünden eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Diğer başvurucular yönünden yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Manevi tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Diğer başvurucular açısından Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Diğer başvurucular açısından Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Van İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucular Ayten Yanardağ ve Nilüfer Şavlı dışında diğer başvuruculara ayrı ayrı net 7.200 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 1. Başvurucular Ayten Yanardağ ve Nilüfer Şavlı tarafından yapılan yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
2. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucular Ayten Yanardağ ve Nilüfer Şavlı dışındaki BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/3/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ALİ DİKBAŞ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/17737) |
|
Karar Tarihi: 22/3/2017 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
Raportör Yrd. |
: |
Leyla Nur ODUNCU |
Başvurucu |
: |
Ali DİKBAŞ |
Vekili |
: |
Av. Mahmut Yavuz NACAR |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, gönüllü köy korucusu olarak görev yapmakta iken başvurucunun 30/5/1999 tarihinde güvenlik güçleri ile terör örgütü mensupları arasında çıkan çatışmada yaralanarak malul kalması sonucu oluşan maddi zararının eksik tazmin edilmesi nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında devletin tazmin yükümlülüğünün, dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının, sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması hakkının; anılan olay sebebiyle 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında tazminata hükmedilmiş olmakla birlikte bakiye zararları için 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi, bu işleme karşı açılmış olan davada manevi tazminat isteminin genel hükümler kapsamında değerlendirilmeksizin reddedilmesi, yapılan başvurunun makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/11/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, Hatay ili İskenderun ilçesi Azganlık beldesinde gönüllü köy korucusu olarak görev yaptığını ve 30/5/1999 tarihinde Köy Hizmetlerine ait dozeri bekleme görevine giderken Kurşundağ mevkiinde güvenlik güçleriyle terör örgütü mensupları arasında çıkan silahlı çatışmada yaralanarak %46 oranında malul kaldığı iddiasıyla 2330 sayılı Kanun kapsamında başvuruda bulunmuştur.
10. İçişleri Bakanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunun 6/12/2000 tarihli ve 2000/176 numaralı kararıyla 18/3/1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanunu'nun 74. maddesi, 2330 sayılı Kanun'un 2/e, 3/b maddeleri uyarınca başvurucuya 3.743 TL tutarında nakdi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
11. Başvurucu 30/5/1999 tarihinde gerçekleşen olay nedeniyle 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle 4/2/2005 tarihinde Hatay Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
12. Komisyon 12/4/2005 tarihli ve 51 kararında "... Köy korucusu Ali DİKBAŞ'ın yaralanması nedeniyle 45 gün hastanede yatarak iş gücü kaybına uğradığı ve yine yaralanmadan dolayı % 46 sakat kaldığı ve bu nedenle 2330 sayılı Kanunun 2-eve 3-b maddeleri gereğince toplam 3.743.000,000 TL nakdi tazminat aldığı tespit edilmiştir.213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre yeniden değerlendirildiğinde 13.028.176.000 TL aldığı anlaşılmıştır. Sakatlanma ve iş gücü kaybından dolayı alması gereken 2005 yılı itibariyle 7.000 X 0,0401 = 280.7 olmak üzere 280.7 X 20 = 5.614,00 YTL'dir. Yapılan ödeme tutarı, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanunun Geçici 2. maddesi ve ilgili Yönetmeliğin 18. maddesi uyarınca hesaplanan ödeme tutarından fazla olması..." gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir.
13. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi nedeniyle bakiye zararları için Adana 2. İdare Mahkemesinde açılan maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası, yetkisizlik kararıyla Hatay İdare Mahkemesine gönderilmiştir.
14. Hatay İdare Mahkemesinin 3/12/2008 tarihli ve E.2006/402, K.2008/1336 sayılı kararında süre aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...davacının malüliyetine sebebiyet veren terör eyleminin 30.05.1999 tarihinde gerçekleştiği ve davacının% 48 oranında malül kaldığının Antakya Devlet Hastanesi Sağlık Kurulunun 11.12.1999tarih ve 4911 sayılı kararıyla tespit edildiği ve davacının dava dilekçesinde tazmin sorumluluğuna ilişkin olarak "genel hükümler uyarınca Mahkemeye müracaat zorunluluğunun hasıl olduğu" yönündeki talebi dedikkate alındığında, yukarıda hükmüne yer verilen 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinde belirtildiği üzere eylemin öğrenilmesinden itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini, başka bir anlatımla, zararın tazminini anılan süreler içerisinde davalı idareden talep etmesi gerekmektedir.
Bu Durumda; davacının cismani zararı en geç sağlık kurulu raporuyla öğrendiğinin kabulü ile11.12.1999 tarihinden itibaren bir yıl içinde uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle davalı idareye başvurulması gerekirken 24.02.2005 tarih ve 458 sayılı dilekçeyle tazminat istemiyle başvuruda bulunulduğu anlaşılmakla zararın tazmini için yapılan başvurunun süresi içinde yapılmadığı..."
15. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 17/10/2012 tarihli ve E.2011/10326, K.2012/6916 sayılı ilamı ile 5233 sayılı Kanun'un terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin bu zararlarının karşılanması konusunda 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinden farklı bir usul öngördüğü ve başvurucu tarafından 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvuru üzerine tesis edilen Komisyon kararının iptali istenilmeden anılan Kanun kapsamındaki zararının tazmini istemiyle açılan davada işin esasına girilerek karar verilmesi gerektiğinden bahisle İdare Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
16. Danıştay bozma kararı doğrultusunda değerlendirme yapılarak dava dosyasının yeniden incelenmesi suretiyle Hatay İdare Mahkemesinin 27/9/2013 tarihli ve E.2013/1420, K.2013/1666 sayılı kararında dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulanmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... Hatay İli, İskenderun İlçesi, Azganlık BeldesiSu Yolu Kurşundağ Sırtı Bölgesinde Köy Hizmetlerine ait dozeri bekleme görevine giderken güvenlik kuvvetleriyle PKK terör örgütüne mensup teröristler arasında çıkan silahlı çatışma sonucunda yaralanması olayının,5233 sayılı Yasa kapsamında bir terör eylemi olduğu ve dava konusu uyuşmazlığın, 5233 sayılı Yasa kapsamında irdelenerek karar verilmesi gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.
Bu durumda, 5666 sayılı Yasa, gerekçesinde de anlaşıldığı üzere, 5233 sayılı Yasa kapsamında daha önceden hiç başvuru yapmamış, yani başvuru yapma süresini kaçırmış olan kişilerin terör olayları nedeniyle uğradıkları zararların karşılanması ve mağduriyetlerinin giderilmesi amaçlamış olup; daha önce 5233 sayılı Yasa ve bu Yasaya 5442 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesi ile eklenen hüküm uyarınca zararlarının karşılanması istemiyle Zarar Tespit Komisyonuna başvuranların, 5666 sayılı Yasa kapsamında ve aynı olay nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri zararların tazmini istemiyle yeniden başvuruda bulunmalarına olanak bulunmamaktadır.
Öte yandan,dava konusu uyuşmazlık 5233 sayılı Yasa çerçevesinde irdelendiğinde ise;
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun 7. maddesinde, hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar; yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderler; ... anılan Yasanın 9. maddesinde ise, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre; çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar; çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar; çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar; ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında nakdî ödeme yapılacağı; ...
Ayrıca, Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin 21. maddesinde de, 5233 sayılı Yasanın 9. maddesinde yer alan düzenlemeye yer verilmiş; anılan Yönetmeliğin 22. maddesinde ise, yaralanma ve sakatlık derecelerin tespitine ilişkin düzenleme yapılmıştır
Bununla birlikte, davacı tarafından, meydana gelen olay anında yaralanması ve % 46 özürlü olduğuna yönelik raporu kabul ederek uğranılan zararı belirleyen 12.04.2005 tarih ve 51 sayılı Hatay Valiliği Zarar Tespit Komisyonu kararında yer verilen miktarın hakkaniyete uygun olmadığı ileri sürüldüğünden, Mahkememizin 29.11.2007 tarihli ara kararı ile 30.05.1999 tarihinde Azganlık Beldesisu yolu Kurşundağ Sırtı bölgesinde silahlı çatışma sonucu yaralanması nedeniyledavacının uğradığı maddi zararın hesaplanması hususunda bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, bilirkişi tarafından hazırlanan ve ayrıntılı gerekçesi içeriğinde yer alan bilirkişi raporunda özet ve sonuç olarak; “davacının, terör olayında yaralanarak % 46 oranında çalışma gücünü kaybetmesi nedeniyle maruz kaldığı kazanç kaybının talep tarihi olan 04.02.2005 tarihi itibari ile 5233 sayılı Yasa’ya göre alması gereken tazminat tutarının 6.957,47 TL olduğu, davacıya 2330 sayılı Yasa gereği ödenen ve mahsup edilmesi gereken 3.743,00 TL tutarındaki ödeme ile ilgili yönetmelik gereği 213 sayılı VUK göre yeniden değerleme oranları ile oranlanıp artırıldığında 13.028,17 TL (YTL) sine karşılık geldiği, dolayısıyla 2330 sayılı Yasa kapsamında mahsubu gereken ve davacıya ödenen 3.743,00 TL (YTL) tutarındaki ödeme 13.028,17 TL( YTL) sine karşılık gelmekle bu miktar davacının talep tarihi olan 04.02.2005 tarihi itibari ile hak ettiği alacak miktarı olan 6.957,47 TL (YTL) tutarının üzerinde olduğuve davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında hak ettiği bir alacağın bulunmadığı görüş ve kanaatine yer verilmiş oluprapor Mahkememiz kararına esas alınabilir nitelikte görülmüştür
Bakılan uyuşmazlıkta, davacı tarafından, 3.1.2006 tarih ve 26042 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 5442 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesi uyarınca, 25.4.2006 tarihinde yapılan başvuru üzerine Zarar Tespit Komisyonu'nun 9.2.2007 tarih ve 2007/1-49/2 sayılı kararı ile, % 46 özür oranına bağlı işgücü kaybı nedeniyle uğranılan zararın ödenmesine karar verilmesi karşısında; artık, 5666 sayılı Yasa uyarınca yapılan (söz konusu terör saldırısı nedeniyle %46 işgücü kaybı nedeniyle zarara uğradığından bahisle) başvuru üzerine, davacının uğradığını iddia ettiği zararın tazmini mümkün bulunmamaktadır.
Öte yandan, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre, terör olayları nedeniyle kişilerin uğradığı maddi zararların karşılanması olanaklı olup manevi zararların karşılanmasına olanak bulunmadığından, davacıya manevi tazminat ödenmesi de mümkün değildir."
17. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 27/5/2014 tarihli ve E.2014/136, K.2014/4299 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı 8/10/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 5/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. 2330 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (e) bendinde yer alan hüküm şöyledir:
"Bu kanun;
...
e) Güven ve asayişin korunmasında hizmetlerinden yararlanılması zorunlu olan ve yetkililerce kendilerine bu amaca yönelik görev verilen kamu görevlileri ve sivilleri;"
20. 1/4/1998 tarihli ve 4356 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle değişik hâliyle 2330 sayılı Kanun'un 3. maddesinin (b) bendinde yer alan hüküm şöyledir:
"Bu kanun kapsamına girenlerden;
...
b) Yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek şekilde malül olanlara 200 katı, diğer engelli hâle gelenlere (a) bendinde belirtilen tutarın % 25'inden % 75'ine kadar, yaralananlara ise % 20'sini geçmemek üzere engellilik ve yaralanma derecesine göre,
Nakdi tazminat ödenir."
21. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7. geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki kararın 1. maddesi.
22. 5233 sayılı Kanun’un 9. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hüküm şöyledir:
"Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;
a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,
b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,
c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,
d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,
e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,
Nakdî ödeme yapılır."
23. 5233 sayılı Kanun’un 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan hüküm şöyledir:
"Komisyonun görevleri şunlardır:
...
b) Kamu kurum ve kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca uygulanmış projelerin, zararın giderilmesine katkıları; zarar görenin değerlendirebileceği enkaz ve diğer yararlar; sigorta şirketlerince veya ilgili mevzuata göre kamu kurum ve kuruluşları ile sosyal güvenlik kuruluşlarınca ödenen tazminatlar, tedavi ve cenaze giderleri ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan yapılan yardımların zarar miktarından mahsup edilmesi suretiyle belirlenen ve 9 uncu veya 10 uncu maddelere göre yapılan nakdî veya aynî ödeme miktarını içeren sulhname tasarılarını hazırlamak."
24. 5233 sayılı Kanun’un 11. maddesinde yer alan hüküm şöyledir:
"5 inci maddenin (b) bendine göre belirlenen miktarlar, mahsup tarihindeki değerleri üzerinden 8 inci ve 9 uncu maddelere göre hesaplanacak toplam gayrisafi ifa bedelinden düşülür.
Mahsup edilecek değerlerin hesaplanması ile ilgili esas ve usuller yönetmelikle belirlenir."
25. 4/10/2004 tarihli ve 2004/7955 No.lu Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilen Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) 18. maddesi şöyledir:
"19/7/1987 tarihinden Kanunun yürürlüğe girdiği 27/7/2004 tarihine kadar, görevleri başında iken terörden veya terörle mücadele sırasında zarar gören kamu görevlilerinden veya mirasçılarından, ilgili mevzuat uyarınca tazminat almış olup, ancak aldıkları tazminatın hesaplanma kriteri bu Yönetmelikten farklı olanlardan, Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içinde başvuranlara, yapılan hesaplamada aldıkları tazminat ile bu Yönetmeliğe göre almaları gereken tazminat arasında fark olması halinde, eksik olan tutar yasal faiziyle birlikte ödenir. Ödenen tazminat miktarı fazla ise iade talep edilmez."
26. Aynı Yönetmelik'in 24. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Mahsup edilecek miktarların hesaplanmasında, mahsup edilecek değerlerin her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 22/3/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Maddi Tazminata İlişkin Bakiye Zararlarının Tazmini Talebinin Reddedilmesine İlişkin İddia
28. Başvurucu; Mahkemece hatalı değerlendirme yapılarak davasının reddi yönünde karar verilmesi nedeniyle sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, Anayasa'nın 56. maddesinde düzenlenen sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasını soyut olarak sadece Anayasa'nın ilgili maddesini yazarak belirtmekle yetindiğinden bu iddia yönünden ayrıca incelenme yapılmasına gerek görülmemiştir.
29. Başvurucu; 30/5/1999 tarihinde gerçekleşen çatışmada yaralandığını ve %46 oranında malul olduğunu, bu olay nedeniyle ortaya çıkan zararlarının 2330 sayılı Kanun kapsamında tazmin edilmesi için yaptığı başvuru kabul edilip kendisine tazminat ödenmekle birlikte hükmedilen tazminat miktarının düşük olduğunu, tazminat miktarını yeterli görmediği için 5233 sayılı Kanun kapsamında yeniden başvuruda bulunduğunu, maddi zararları konusunda daha yüksek miktarda tazminata hükmedilmesi gerektiğini fakat bu şikâyet kapsamında yaptığı başvuru ve açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında devletin tazmin yükümlülüğünün, dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
30. Başvurucu, ayrıca 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu başvuruda zarar kalemleri için öngörülen birim fiyatlarının idare tarafından tek taraflı olarak belirlendiğini, yaralanması ve malul olması sebebiyle ödenen tazminat miktarının düşük olduğunu düşündüğü için tam yargı davası açtığını, devletin tazmin yükümlülüğüne aykırı davrandığını iddia etmiştir.
31. Bakanlık görüş yazısında, başvurucu tarafından açılan maddi tazminat davasında başvurucunun yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olmadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulmadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası oluşturan herhangi bir durum da bulunmadığı; açıklanan nedenlerle başvurucunun şikâyetlerinin kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğinin değerlendirildiği belirtilerek görüş yazısı ekindeki Danıştayın bir içtihadı ile somut başvuru arasında farklılık bulunmadığı beyan edilmiştir.
32. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanında Bakanlığın görüş yazısı ekinde sunduğu Danıştay içtihadına ilişkin olay ile başvuru konusu olayın birbirinden farklı niteliklerde olduğunu belirtmiştir.
33. 5233 sayılı Kanun uyarınca tazminat istemleri hakkında yapılan değerlendirmelere ilişkin şikâyetler daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararında, başvuru konusu olayda yaşam hakkı bakımından devletin koruma yükümlülüğü yönünden herhangi bir sorumluluğu tespit edilmemiş olmakla birlikte objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk ilkesi temel alınarak hazırlanan 5233 sayılı Kanun kapsamında başvuruculara ödenmesine karar verilen tazminatın 5233 sayılı Kanun hükümlerine dayalı olarak Komisyonlar tarafından Kanun’da belirtilen yönteme göre belirleneceği, başvurucular tarafından 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyonca kendilerine ödenmesi teklif edilen maddi tazminat miktarının Mahkemelerde uygulanan çeşitli kriterler dikkate alınmaksızın maktu olarak belirlendiği ve yetersiz olduğu ileri sürülmekte ise de terörden kaynaklanan zararların dava yoluna gidilmeden ilgililerce tazmini olanağı sağlayan 5233 sayılı Kanun uyarınca belirlenen tazminat miktarına ve bu miktarın hesaplanma şekline belirli bir tatmin sağladığı sürece ve açık bir orantısızlık bulunmadığı müddetçe Anayasa Mahkemesinin müdahalesinin söz konusu olamayacağı belirtilerek başvurucuların yaşam hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, B. No: 2013/1280, 28/5/2014, §§ 71-76).
34. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
35. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
36. Komisyonca hükmedilen tazminatta idare tarafından tek taraflı belirlenen birim fiyatlarının düşük olması sonucu tazminat miktarının az hesaplanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesi bu konudaki kararında terör nedeniyle zarar görenlerin 5233 sayılı Kanun’un kapsamına ilişkin hükümler içeren 2. maddesi gereğince tazminat ödenmesinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından belirlenen yıllık yapı yaklaşık birim maliyetine yönelik değerlerin 2007 yılından sonra İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünce yayımlanan yazıyla 5233 sayılı Kanun’un uygulandığı tüm illerde geçerli olmak üzere yeniden belirlendiği, İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünün birim fiyat aralıklarının değiştirilmesine ilişkin 5/3/2007 tarihli yazıları ile İçişleri Bakanlığınca konuya ilişkin sunulan 10/6/2015 tarihli yazıda değişikliğin amacının Kanun’un ülke genelinde aynı şekilde anlaşılmasını ve uygulanmasını sağlamak, gerek farklı illerde gerekse aynı il içinde faaliyet gösteren farklı komisyonların zararların tespitinde ve karşılanmasında aynı kıstasları kullanmasını temin etmek ve böylece uygulama birliğini sağlamak, uygulama farklılıkları neticesinde oluşacak suistimal ve mağduriyetleri engellemek, vatandaşların enflasyon nedeniyle oluşacak kayıplarını önlemek olduğunun ifade edildiği hususları dikkate alındığında yıllık yapı yaklaşık birim maliyet oranlarına ilişkin değişikliğin yapılmasında kamu yararı olduğu açık olduğu, bu çerçevede kamu yararı amacına dayanan düzenlemenin başvurucuyu ağır ve tahammül edilemez bir yük altına sokmadığı, müdahalenin amacı ile başvurucuya yüklenen külfetin orantılı olduğu, yapılan değişikliğin başvurucunun taraf olduğu uyuşmazlığa özgü olmadığı, ülkenin geniş bir coğrafyasında söz konusu olan somut ve acil bir sorunu çözmeye yönelik olduğu sonucuna varılmış; mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, §§ 44-65) .
37. Somut başvuruda başvurucu 30/5/1999 tarihinde yaralanması ve %46 oranından malul olması nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması istemiyle 2330 sayılı Kanun kapsamında başvuruda bulunmuş, başvurucunun talebi kabul edilerek 2330 sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla 6/12/2000 tarihli kararla başvurucuya 3.743 TL tutarında nakdi tazminat ödenmesine karar verilmiştir (bkz. § 10). Başvurucu; bu karara karşı herhangi bir yargı yoluna başvurduğuna, bakiye zararlarını talep ettiğine dair bir beyanda bulunmamıştır. 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesi akabinde başvurucu 2330 sayılı Kanun kapsamında kendisine ödenen tazminat miktarının düşük olduğu iddiasıyla bakiye zararı için 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona başvuruda bulunmuş; Komisyon tarafından yapılan araştırma ve inceleme sonucunda başvurucunun başvuru konusu olay kapsamında 2330 sayılı Kanun hükümleri gereğince toplam 3.743 TL nakdi tazminat aldığının tespit edilmesi, bu miktar yeniden değerlemeye tabi tutulduğunda elde edilen miktarın (13.028,176 TL), sakatlanma ve iş gücü kaybından dolayı 5233 sayılı Kanun kapsamında hesaplanan ödeme tutarından fazla olması nedeniyle talebinin reddine karar verilmiştir (bkz. § 12). Anılan ret işlemi nedeniyle bakiye zararlar için açılan tam yargı davasında verilen hükmün Danıştay tarafından bozulması üzerine yeniden yapılan inceleme ve değerlendirme sonucunda başvurucunun terör olayında yaralanarak %46 oranında çalışma gücünü kaybetmesi nedeniyle maruz kaldığı kazanç kaybı sonucunda talep tarihi (4/2/2005) itibarıyla başvurucuya 5233 sayılı Kanun kapsamında ödenebilecek tazminat tutarının 6.957,47 TL olduğu, başvurucuya 2330 sayılı Kanun gereği ödenen ve 5233 sayılı Kanun uyarınca tespit edilen tazminat miktarından mahsup edilmesi gereken 3.743 TL tutarındaki ödeme, ilgili Yönetmelik gereği yeniden değerleme oranları ile oranlandığında bu miktarın 13.028,17 TL'ye karşılık geldiği, dolayısıyla 2330 sayılı Kanun kapsamında ödenen ve yeniden değerlemeye tabi tutulan tazminat miktarının başvurucunun 5233 sayılı Kanun kapsamındaki talebinin tarihi olan 4/2/2005 tarihi itibarıyla başvurucunun hak ettiği alacak miktarı olan 6.957,47 TL tutarının üzerinde olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 16). Bu karar kanun yolu aşamasını tamamlayarak kesinleşmiştir(bkz. § 17).
38. 6/12/2000 tarihli kararla 2330 sayılı Kanun kapsamında başvurucu lehine tazminata hükmedildiği, başvurucunun başvuru formunda bu tazminat miktarını aldığını belirttiği, akabinde bakiye zararları için herhangi bir başvuruda bulunduğuna ya da dava açtığına dair beyanının bulunmadığı, 2330 sayılı Kanun kapsamındaki prosedürden dört yıl sonra 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesi akabinde başvurucunun bakiye zararları için tazminat talebinde bulunduğu, Komisyon tarafından yapılan tespitler ve yeniden değerlemeler neticesinde başvurucunun talebinin reddedildiği tespit edilmiştir.
39. Başvurucu, yaralanması sonucunda oluşan zararlarının daha fazla olduğunu iddia etmiş ise de 5233 sayılı Kanun kapsamında talep edilen maddi tazminat ile ilgili dava sürecinde başvurucunun iddialarını değerlendiren Derece Mahkemelerinin kararlarında herhangi bir keyfîlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
40. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Manevi Tazminat Talebinin Reddedilmesi Nedeniyle Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
41. Başvurucu, Hatay ili İskenderun ilçesi Azganlık beldesinde gönüllü köy korucusu olarak görev yaptığı dönemde 30/5/1999 tarihinde güvenlik güçleriyle terör örgütü mensupları arasında çıkan silahlı çatışmada yaralandığını, %46 oranında malul kaldığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuru akabinde açtığı manevi tazminat istemli tam yargı davasının manevi tazminat isteminin genel hükümler kapsamında değerlendirme yapılmaksızın reddedildiğini iddia etmektedir.
42. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun kişi dokunulmazlığına müdahale eden fiilin tarihinin Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önce olduğu, kabul edilebilirlik incelemesi yapılırken bu hususun dikkate alınmasının uygun olacağı, başvurucunun 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesi uyarınca olay tarihinden itibaren bir ve her hâlde olaydan itibaren beş yıl içinde idari müracaatta bulunduktan sonra idari yargı merciinde tam yargı davası açma imkânı bulunmakta iken bu yola başvurmadığı ancak 5233 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra 2005 yılında anılan Kanun'daki özel hükme dayanarak yaptığı başvurunun reddi üzerine dava açtığı, dolayısıyla 2577 sayılı Kanun'da öngörülmüş genel dava açma yolunu kendi tercihi ile kullanmadığı belirtilmiştir.
43. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını aynen tekrar ettiğini beyan etmiştir.
b. Değerlendirme
44. Başvurucu; Mahkemece hatalı değerlendirme yapılarak davasının reddi yönünde karar verildiğini, manevi zararları hakkında idare hukuku genel hükümleri kapsamında inceleme yapılarak bir giderim sağlanması imkânının kendisine tanınmadığını belirterek Anayasa’nın 17., 35., 56. ve 125. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Manevi tazminat isteminin reddedilmesi ile ortaya çıkan hak ihlali iddiası bakımından temel sorun başvurucunun gerekçeli karar hakkının engellenmesi olduğundan başvurucunun manevi tazminat istemi hakkındaki iddiasının adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmesi uygun görülmüştür.
46. Başvurucu açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle işkence yasağının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Sadece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddesinin yazılması ile yetinilen iddia yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
i. Kabul Edilebilirlik Yönünden
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan manevi tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
48. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
49. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkemeler ve yargı mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidir. Gerekçe gösterme yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu olayın içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388,4/11/2014, § 36).
50. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53), başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın uygulanmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman, § 37).
51. Somut olayda başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında kurulan Hatay Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun oluşan zararları için başvurucuya 2330 sayılı Kanun kapsamında ödeme yapıldığı, yeniden değerleme ile ödenen bu miktarın 5233 sayılı Kanun kapsamında ödenmesi gereken tutardan fazla olduğu gerekçesi ile başvurucunun talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından İdare Mahkemesinde manevi tazminat talebiyle tam yargı davası açılmıştır.
52. Hatay İdare Mahkemesinin 3/12/2008 tarihli hükmünün Danıştay tarafından bozulması üzerine aynı Mahkemenin 27/9/2013 tarihli kararında 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre terör olayları nedeniyle kişilerin uğradığı manevi zararların karşılanmasına olanak bulunmadığı gerekçesi ile başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiş, temyiz merciince de bu karar onanmıştır (bkz. §§ 14-17).
53. Bir davada, maddi olguları bildirmek tarafların bunları hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir. Taraflarca bildirilip iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam olarak saptanmalı, dayanılan maddi olguların hukuksal nitelendirmesi ve ilgili hukuk kuralının uygulanması ise mahkemece yapılmalıdır (Nurten Esen, B. No: 2013/7970, 10/6/2015, § 51).
54. 5233 sayılı Kanun; AİHM (Aydın İçyer/Türkiye, B. No: 18888/02, 12/1/2006, § 81), Anayasa Mahkemesi (25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı karar) ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı karar) verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir kanundur. 2577 sayılı Kanun'un 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, B.No: 2014/5005, 6/1/2016, § 81).
55. Başvurucu, Mahkemenin ret gerekçesinin 2577 sayılı Kanun’a, tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı olduğunu belirtmiştir. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararında da belirtildiği üzere 5233 sayılı Kanun genel hükümlere göre manevi tazminat talep edilmesine engel teşkil etmemektedir. Başvurucu, anılan iddialarını Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden (bkz. § 16) iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında değerlendirme yapılmamıştır.
56. Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, § 57).
57. Bu durumda, başvurucunun 30/5/1999 tarihinde güvenlik güçleri ile terör örgütü mensupları arasından çıkan çatışmada yaralanması, %46 oranında malul olması neticesinde manevi zarara uğradığından bahisle açtığı tam yargı davasında, ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir iddia olan manevi tazminat talebine ilişkin şikâyetlerin sadece 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi yeterli görülmemektedir. Anılan iddianın AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatlarında da belirtildiği üzere 2577 sayılı Kanun kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi yapılarak başvurucuların manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken 5233 sayılı Kanun kapsamında, terör olayları nedeniyle kişilerin uğradıklarını iddia ettikleri manevi zararların karşılanmasına olanak bulunmadığı gerekçesiyle manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
58. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
59. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
i. Kabul Edilebilirlik Yönünden
60. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
61. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
62. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru tarihi (4/2/2005)ile kararın kesinleştiği tarih (27/5/2014) arasında geçen ve toplam süresi 9 yıl 3 ay olan sürede, başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
63. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
66. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
67. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Hatay İdare Mahkemesine (E.2013/1420, K.2013/1666) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
68. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
69. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 7.200 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Maddi tazminata ilişkin bakiye zararlarının tazmini talebinin reddedilmesine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Manevi tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Hatay İdare Mahkemesine (E.2013/1420, K.2013/1666) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 7.200 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/3/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
CELAL ASAN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/15507) |
|
Karar Tarihi: 27/12/2017 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör Yrd. |
: |
Leyla Nur ODUNCU |
Başvurucu |
: |
Celal ASAN |
Vekili |
: |
Av. Mehmet Ali KIRDÖK |
|
|
Av. Meral HANBAYAT |
|
|
Av. Ümit SİSLİGÜN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruda uyuşmazlık tutanağı düzenlenmesi akabinde açılmış davanın kısmen reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması, kararların gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 17/9/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Tunceli ili Ovacık ilçesi Kurukaymak köyünde ikamet etmekte iken meydana gelen terör olayları neticesinde köyünün boşaltılmasıyla yerleşim yerlerinden 1994 yılında göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
9. Başvurucu 7/10/1994 ile 16/10/1994 tarihleri arasında köyündeki evinin terör nedeniyle yanmasına ilişkin Ovacık Kaymakamlığına şikâyet dilekçesi verdiğini ancak herhangi bir sonuç alamadığını beyan etmiştir.
10. Başvurucu, köye dönüşüne izin verilmesi talebiyle 2001 yılında Ovacık Kaymakamlığına başvurduğunu fakat talebinin reddedildiğini ileri sürmüştür.
11. Başvurucu 11/4/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
12. Komisyon 13/10/2009 tarihli ve 2296 sayılı kararında başvurucuya 88,00 m² ev için 122,10 TL birim fiyatı üzerinden 6.446,88 TL, 88,00 m² ahır için 70,40 TL birim fiyatı üzerinden 3.717,12 TL, 4.00 dönüm sulak arazi için 53.46 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 1.496,88 TL, 4.67 dönüm kıraç arazi için 27.50 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 898.40 TL ve keşif tutanağında tespiti yapılan ağaçlar ile bu ağaçlara ilişkin fiziksel değerin hesaplamaya dâhil edilmesi suretiyle toplam 15.039,78 TL ödenmesine karar verilmiştir.
13. Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir.
14. Komisyon tarafından karara bağlanan tazminat miktarı başvurucu tarafından kabul edilmeyerek 29/1/2010 tarihinde uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiştir.
15. Başvurucu tarafından Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığından bahisle Elazığ 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası ile maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır.
16. Mahkemenin 31/7/2012 tarihli kararı ile dava konusu işlemin iptaline, maddi tazminat istemi yönünden bu aşamada karar verilmesine yer olmadığına; manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"...Ancak, komisyonun sözü edilen re'sen araştırma yükümlüğünün yanında başvuru sahiplerinin de dilekçelerinde zararın nev'i, tutarı, gerçekleşme şekli, gerçekleştiği yer ve tarihi belirtmelerinin yanısıra ellerinde varsa bu hususları kanıtlayan bilgi-belgeleri ibraz etmek suretiyle komisyona yardımcı olma yükümlülüklerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
...
komisyonların zarar iddialarının araştırılması konusunda izlediği yöntem ile zarar miktarının hesaplanmasında esas aldığı ölçü ve kriterlerle ilgili olarak aşağıda sıralanan belli başlı hususlar tespit edilmiştir:
1-Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca her yıl yayımlanan Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğ hükümlerinin esas alınması suretiyle, Komisyonca, binaların, niteliğine ve yapımında kullanılan malzemeye göre bir ayrıma tabi tutularak köy tipi ev için I. Sınıf B Grubu'ndaki, betonarme ev için II. Sınıf B Grubu'ndaki, ahır-samanlık için ise I. Sınıf A Grubu'ndaki m2 birim maliyet değerlerinin esas alınmasının daha objektif ve hakkaniyete uygun düştüğü sonucuna ulaşılarak bina zararlarının belirlenmesinde esas alınabilecek bir kriter olduğu ancak kararın verildiği tarihte geçerli olan birim fiyatlarının dikkate alınması hususunda hatalar yapıldığı görülmektedir.
2- Terör ve terörle mücadelede yürütülen faaliyetler nedeniyle zarara uğrayan vatandaşların zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, zararların tazminine ilişkin uygulama farklılıklarından kaynaklanan sorunların giderilmesi vetüm Zarar Tespit Komisyonu kararlarında standardizasyonun sağlanması amacıyla, tarım, hayvancılık ve taşınmazlara ilişkin zararların hesaplanmasında kullanılacak değer aralıklarının tablolar halinde düzenlendiği ve komisyonlarca yapılacak zarar tespitlerinde bu tablolarda gösterilen değer aralıklarının göz önünde bulundurulmasının gerektiği kararlaştırılmış olup, özellikle tarımsal zararların hesaplamasına yönelik olarak; birden çok ürün çeşidi yetiştirilen arazilerde mal varlığına ulaşamamadan dolayı oluşan zararlar için arazi gelirlerinin hesaplamasında, o arazide/yörede genel olarak yetiştirilmekte olan ürün çeşitlerine göre komisyonlarca tespit edilen net gelir değerleri üzerinden ortalama bir gelir hesaplanıp (münavebe sistemi) daha sonra hesaplanan bu ortalamaya göre zararların karşılanabileceği yönünde değerlendirmeler yapıldığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda genel olarak çerçevesi çizilen tarımsal zararların yöre koşullarına uygun şekilde karşılanması amacıyla yapılacak hesaplamalarda uygulamanın standart bir şekilde yürütülmesi amaç edinilmekte olup, 19 İl verileri toplanarak hazırlanan ve İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü'nün 05/03/2007 tarih 1125 sayılı yazısı ve ekindeki hesap tabloları ile İlin coğrafi,tarımsal yapısı ve İl Tarım Müdürlüklerinin görüşleri dikkate alınarak hazırlanmasının hakkaniyete uygun olacağı benimsenmiştir. Bu bağlamda Tunceli İlindeki uygulamaya bakıldığında; 27/03/2007 tarihli Komisyon toplantısında zararların tazminine yönelik hesaplama kriterlerinin belirlendiği, ancak bu değerlendirmeler neticesinde tesis edilen işlemler üzerine açılan davalarda, Malatya İdare Mahkemesi'nce Tunceli İlinin coğrafi, iklim ve toprak yapısı ile yörede yoğun olarak yetiştirilen ürün çeşidi göz önünde bulundurularak, 1000 m² sulu ve susuz tarla ile aynı ölçülerdeki meyve bahçesinin ortalama yıllık gelirinin 2005, 2006, 2007 ve 2008 yılı fiyatlarına göre ne kadar olduğunun Tunceli İl Tarım Müdürlüğü'ne sorulması üzerine, İlçeler bazında 1 dekar sulu ve susuz tarım arazisi ile aynı ölçülerdeki karışık meyve bahçesi ve kapama ceviz bahçesinin yıllık ortalama net gelirine ilişkin fiyatların tablolar halinde Mahkemeye sunulduğu, gelen veriler ileTunceli Valiliği bünyesinde kurulan komisyonlarca dayanak alınan veriler arasında büyük farklılıklar bulunduğunun görülmesi üzerine, yöre koşulları dikkate alınarak ve kamulaştırmalarda kullanılan değerlere göre tespit edildiği anlaşılan Tarım İl Müdürlüğü'nce gönderilen tabloların, gerçek zararın tazminine elverişli veobjektif nitelikte olduğu kanaati ile karar verildiği görülmekte olup, anılan kararlar üzerine davalı idarece yapılan değerlendirmelerin Mahkeme kararları ile farklılık arz ettiğinin görülmesi nedeniyle, Mahkememizin E:2012/850 sayılı ve 08/05/2012 tarihli ara kararı ile "tarımsal zararlarının belirlenmesine yönelik olarak; a- Tunceli İlinin coğrafi, iklim ve toprak yapısı ile yörede yoğun olarak yetiştirilen ürün çeşidi göz önünde bulundurularak, 100m² sulu ve susuz tarla ile aynı ölçülerdeki meyve bahçesinin ortalama yıllık gelirinin 2005, 2006 .... 2012 yılı fiyatlarına göre ne kadar olduğunun sorulmasına, b- İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü'nün 05.03.2007 tarih, 1125 sayılı yazısı ve ekinde yer alan hesap tabloları ile Tunceli İlinin coğrafi ve tarımsal yapısı ile İl Tarım Müdürlüğü görüşleri dikkate alınarak Zarar Tespit Komisyonu Genel Koordinatörü Başkanlığında yapılan 27.03.2007 tarihli toplantı neticesinde hazırlanan değerlendirmeye esas verilerin istenilmesine, c-Yukarıda yer verilen iki ayrı değerlendirmeye dayanak teşkil eden birim fiyat farklılığının neden kaynaklandığı sorularak, bu hususa ilişkin olarak ayrıntılı (bilimsel ve teknik verilerden yararlanmak suretiyle) bir açıklama yapılmasının istenilmesi" üzerine gelen cevabi yazı ve eklerinde; Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı'nın 13/06/2011 tarih ve 3200 sayılı yazı ile Tunceli İl Tarım Müdürlüğü'ne Tunceli İlinde sulak ve kıraç arazilerde genelde hangi ürün çeşitlerinin yoğun olarak yetiştirildiğinin belirtilmesinin istenilmesi üzerine, 22/06/2011 tarih ve 1291-3373 sayılı Tunceli İl Tarım Müdürlüğü yazısında, Tunceli İlinde sulu arazilerde genelde buğday üretimi, kuru arazilerde ise arpa, buğday üretiminin yapıldığı ifade edilmiş olup, Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonu'nca İçişleri Bakanlığı tarafından gönderilen tarım ve hayvancılıkla ilgili standardizasyon tablolarında yer alan ( buğday ile ilgili ) en üst limitlerinin göz önünde bulundurularak hesaplama yapıldığı ve Malatya İdare Mahkemesi kararlarında esas alınan verilerin kamulaştırmaya esas olarak hazırlanmış ve Tunceli İlinde genelde yetişmeyen ürünlerin münavebesinde oluşan değerler olduğu belirtilmekte ise de, Malatya İdare Mahkemesi tarafından ara kararı ile istenilmesi üzerine Tunceli İl Tarım Müdürlüğü'nce gönderilen tabloda ilçe bazında yapılan hesaplamalarda Merkez, Çemişgezek, Mazgirt ve Pertek İlçelerinde karışık sebze (domates+biber+patlıcan)-buğday münavebesi, Nazimiye, Ovacık ve Pülümür İlçelerinde ise kuru fasulye-buğday münavebesinin, kuru arazilerde ise İl genelinde buğday-nohut münavebesinin esas alındığı görülmekte olup, 2009 ve 2010 yıllarına ilişkin İl Tarım Müdürlüğü verilerinde aynı şekilde münavebe sisteminin esas alındığı,2011 yılına ilişkin verilerde ise Merkez, Çemişgezek, Mazgirt ve Pertek İlçelerinde karışık sebze (domates+karpuz+kavun)-buğday münavebesi, Hozat, Nazimiye, Ovacık ve Pülümür İlçelerinde ise kuru fasulye-buğday münavebesinin esas alındığı, Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı'nın istemi üzerine gönderilen verilerdeki farklılıkların (münavebeyi oluşturan tarımsal ürün çeşidindeki farklılıklar) çelişkiye yol açtığı ve buna bağlı olarak hesaplamada baz alınan münavebe sistemi içerisindeki yer alan ürün çeşitliliğinin (sulu arazilerde buğday üretimi, kuru arazilerde ise arpa, buğday üretimi) yöre koşulları dikkate alınmaksızın bir hesaplama yapıldığı anlaşılmaktadır.
Özetle, tarımsal zararların tazminine yönelik olarak yapılacak değerlendirmelerde; İçişleri Bakanlığı'nca hazırlanan standartizasyon tablolarında yer alan değer aralıkları içinde ve Tunceli İlinin coğrafi, iklim ve toprak yapısı ile yörede yoğun olarak yetiştirilen ürün çeşidi (Tunceli İl Tarım Müdürlüğü'nün İlçe bazında hazırlamış olduğu münavebe sistemi) göz önüne alınarak bir değerlendirme yapılması halinde hakkaniyete uygun bir hesaplama yapılacağı açıktır.
3- Komisyonun, başvuru sahiplerinin uğradığı gerçek zararı belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun göç ettiği esnadaki malvarlığının hangi kalemlerden oluştuğunu ve miktarını net olarak saptaması gerekmektedir. Oysa, bakılan uyuşmazlıklarda Komisyon tarafından, çoğu zaman gerek araştırma heyetinin yaptığı tespitler, gerekse başvuru sahibinin sunduğu tapu senedi, emlak beyanı gibi kanıtlayıcı bilgi-belgeler dikkate alınmadan ve/veya bu veriler arasındaki çelişkiler giderilmeden doğrudan, hiçbir hukuki dayanağı olmayan zarar kalem ve miktarlarının esas alınarak hesaplama yapıldığı görülmektedir. Ancak, yukarıda da açıklandığı üzere araştırma heyetlerinin yaptığı tespitler, resmi ve itibar edilebilir nitelikte olup, komisyonların bu tespitleri doğrudan esas alması gerektiği yönünde zorlayıcı yasal bir hüküm olmamakla birlikte komisyonların mahallinde yapılması gereken araştırma ve incelemeleri bizzat yapmak yerine bu heyetler vasıtasıyla yaptığı durumlarda ya söz konusu tespitleri esas alması ya da tespitlerin sıhhatından kuşku duyuluyor ise yeniden keşif yapmak veya araştırmayı derinleştirerek aksinin ortaya konulması gerekmektedir.
4- Konu ile ilgili olarak değinilmesi gereken bir diğer husus ise, başvuru sahiplerinin meyve, kavak ve söğüt ağaçları ile ilgili zarar iddialarının araştırılması yöntemidir. Bakılan uyuşmazlıkların çoğunda araştırma heyetlerince, başvurucunun sahip olduğunu iddia ettiği ağaç varlığının araştırılması ile ilgili olarak sadece bu yöndeki iddia ve beyanların tutanağa geçirilerek başvurucu ve mahalli bilirkişilere imzalatılmasıyla yetinildiği; araştırma heyeti üyelerinin, söz konusu formu imzalamadığı gibi forma geçirilen iddialarla ilgili olarak mahallinde herhangi bir araştırma yapmadığı, kendi gözlem ve kanaatlerini belirtmedikleri görülmüş olup, bu haliyle söz konusu tutanakların bu duruma yönelik zarar hesabında esas alınmasına imkan bulunmamaktadır.
Oysa, araştırma heyetlerinin mahallinde keşif yapmasındaki maksat, başvuru sahiplerinin zarar iddiaları ile ilgili olarak yerinde araştırma ve inceleme yapmak suretiyle gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu nedenle, ağaç varlığı ile ilgili iddilarda da yerinde araştırma ve inceleme yapılarak bu kapsamda başvuru sahiplerinden ve mahalli bilirkişilerden yer gösterme talep edilmeli ve gösterilen yerlerde iddia konusu ile ilgili iz, emare araştırması yapılarak bunun sonucunda varılan nihai kanaat ve düşüncenin belirtilmesi gerekmektedir.
İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenen standardizasyon tablolarında belirtildiği üzere; meyve ağaçlarının tahrip olması durumunda, fiziksel değeri için komisyonca tespit edilen ortalama yıllık gelirin 2 katı bedel ödeneceğinin kurala bağlanmasına karşın, komisyonca yapılan değerlendirmelerde ağaçların fiziksel değeri için belirlenen birim fiyatının standart bir değer üzerinden alındığı ve ağaç cinsinin dikkate alınmadığı görülmektedir.
Öte yandan, meyve ağaçları zararlarının tazminine ilişkin olarak davalı idarece yapılan değerlendirmeye bakıldığında; İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenen standardizasyon tablolarında yer alan değer aralıkları içerisinde kalan birim fiyatlarının uygulandığı görülmektedir.
5- Başvurucuların malvarlıklarına ulaşamadıkları sürenin belirlenmesinde öncelikle aynı yerleşim yerinde ikamet eden kişilerin farklı tarihlerde göç etmiş olabilecekleri gerçeği karşısında sürenin başlangıcı olarak köyün tamamen boşaldığı tarihin esas alınması gerektiği, bu tarih ile ilgili resmi makamlarca yapılmış bir tespit varsa öncelikle bunun, şayet köyün tamamen boşaldığı tarih ile ilgili somut resmi bir tespit yok ise bu takdirde bölgede göçlerin yoğun olarak yaşandığı 1994 yılı sonbaharının esas alınması gerektiği; malvarlığına ulaşamama durumunun son bulduğu tarih ile ilgili olarak ise yine aynı şekilde öncelikle bu konuda resmi makamlarca (valilik, kaymakamlık, araştırma heyeti v.b.)tespit edilmiş bir tarihin olup olmadığına bakılmalı, şayet bu yönde resmi tespit yok ise bu durumda olağanüstü hal uygulamasının kaldırıldığı tarihin esas alınması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Diğer taraftan, hayatın olağan akışına göre menkul malların kolayca ve hızla elden çıkarılabilecek mahiyette olması karşısında; davacının uğradığını iddia ettiği hayvan ve ot, saman, odun gibi sair zararlarına ilişkin iddialarına bakıldığında; davacıya ait menkul malların bulunup bulunmadığı, köyü terk ederken beraberinde götürüp götürmediği, satıp satmadığı, özetle menkul zararının oluşup oluşmadığı hususlarında ispat yükünün davacıya ait olduğu ve bu durumu belgelenendirilemediği görüldüğünden, dava dilekçesinde yer alan iddiaların soyut ve afaki olduğu, ayrıca manevi zararlarının tazminine ilişkin olarak da; 5233 sayılı Yasada manevi zararın tazminine yönelik herhangi düzenlemeye yer verilmediği dikkate alındığında, talep edilen 3.000,00TL manevi zararın bu Yasa kapsamında karşılanma olanağı bulunmamaktadır.
Dava konusu uyuşmazlığın yukarıda sıralanan genel saptamalar ışığında değerlendirilmesi neticesinde; davacıya ait ev ve ahıra ilişkin zarar tespitine yönelik olarak yapılan hesaplamada, köy tipi ev için I. Sınıf B Grubu'ndaki, ahır-samanlık için ise I. Sınıf A Grubu'ndaki m2 birim maliyet değerlerinin esas alınması suretiyle 2009 yılı Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğinin esas alınmadığı, davacıya ait arazilere ilişkin birim fiyatının düşük hesaplandığı, araştırma heyetince tespiti yapılan ağaçların fiziksel değerinin ayrı ayrı hesaplanması gerekirken (ceviz ağaçları ile meyve ağaçları ayrı ayrı) ağaçların fiziksel değerine yönelik hesaplamaların usule uygun olmadığı bu nedenle hesaplamanın doğru yapılmadığı görülmektedir.
Buna göre, yukarıda yer verilen açıklamalar uyarınca eksik ve yanlış araştırma ve hesaplama sonuçlarına dayanan dava konusu komisyon kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.
Davacının, ev ve ahırının zarar görmesi nedeniyle 20.000,00TL, hayvancılık yapamamadan kaynaklanan zararı nedeniyle 12.000,00TL, ağaçlarında meydana gelen zarar ile arazilerine ulaşamama nedeniyle nedeniyle 15.000,00TL olmak üzere toplam 47.000,00TL' maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine gelince;
Davacının ev ve ahır zararı ile hayvancılık yapamaması sebebiyle oluşan zarar miktarının, davalı idare tarafından yukarıda belirtilen eksiklikler giderilerek hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına göre Komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığıyla belirleneceği, buna göre davacının başvurusu ile ilgili yapılacak araştırma ve inceleme neticesinde ortaya çıkan yeni duruma göre tazminat talebinin öncelikle Komisyon tarafından değerlendirilmesi gerekeceğinden, bu aşamada davacının maddi tazminat isteminin bu kısmı hakkında karar verilmesine olanak bulunmamaktadır."
17. Davalı idarenin ve başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/12/2013 tarihli ilamı ile ilk derece mahkemesi kararının onanmasına hükmedilmiştir.
18. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 26/6/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararı başvurucu vekiline 18/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. İptal kararı akabinde Komisyonca yapılan yeniden inceleme sonunda Komisyonun 8/11/2012 tarihli ve 62/01/2012/482 sayılı kararında başvurucuya amortisman oranları da dikkate alınarak 88,00 m² ahşap, taş duvarlı ev için 140,00 TL birim fiyatı üzerinden 6.160,00 TL; 88,00 m², ahşap, taş duvarlı ahır için 80,00 TL birim fiyatı üzerinden 3.520,00 TL; 4.00 dönüm, sulak arazi için 109,97 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 3.079,16 TL; 4.67 dönüm, kıraç arazi için 67,13 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 2.194,48 TL; 15 adet ceviz ağacı için 78,50 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 8.242,50 TL; 10 adet karışık meyve ağacı için 39,50 TL birim fiyatı üzerinden 7 yıl için 2.765,00 TL; 20 adet kavak ağacının fiziksel değeri için 14,00 TL birim fiyatı üzerinden 280,00 TL olmak üzere toplam 26.241,14 TL ödenmesine karar verildiği tespit edilmiştir. Komisyon kararında ayrıca başvurucunun hayvan zararlarına ilişkin ise şahsın hayvan, ot, saman, odun gibi zararlarına ilişkin iddialarına bakıldığında köyü terk ederken hayvanlarının ve menkul mallarının bulunup bulunmadığını, bunları başvurucunun beraberinde götürüp götürmediğini, satıp satmadığını, zararının oluşup oluşmadığını kişinin ispatlaması gerektiği ve bu durumu belgelendiremediği görüldüğünden sadece bu iddialarının soyut ve afaki olduğu dikkate alındığında talep edilen zararın karşılanma olanağı bulunmaması gözönüne alınarak hesaplamaların yapıldığı belirtilmiştir.
20. Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte başvurucu vekiline sulhname tasarısı gönderilmiş "Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim" beyanını içeren sulhname, başvurucu vekili tarafından 2/5/2013 tarihinde imzalanmıştır.
21. Belirlenen tazminat miktarına ilişkin çeki, başvurucu vekili elden almış ve bu duruma ilişkin evrakı 10/5/2013 tarihinde imzalamıştır.
22. Başvurucu 17/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
23. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., 12., 13.,geçici 1., geçici 4. maddeleri; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 12. ve 13. maddeleri.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 27/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu başvurunun 13/10/2009 tarihli Komisyon kararında kısmen kabul edildiğini, kısmen reddedildiğini, zarar kalemleri için öngörülen birim fiyatlarının idare tarafından tek taraflı olarak belirlendiğini ve birim fiyatı miktarlarının düşük olduğunu iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca yerleşim yerinden ayrı kaldığı ve dolayısıyla başvurucunun mülküne erişemediği süre dokuz yıl olmasına rağmen Komisyon kararında bu sürenin yedi yıl olarak değerlendirildiğini ve birim fiyatları üzerinden yapılan hesaplamanın yedi yıl üzerinden yapıldığını, Komisyon kararında belirtilen tazminat miktarının düşük olduğunu düşündüğü için sulhname tasarısı kabul edilmediğinden iptal ve tam yargı davası açtığını, köyünü terk etmesi sonucunda hayvan varlığından ve hayvancılık gelirinden mahrum kaldığını, 5233 sayılı Kanun'un 7. ve 8. maddelerinin Komisyon ve derece mahkemelerince yanlış yorumlandığını belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
2. Değerlendirme
26. Başvurucu her ne kadar 31/7/2012 tarihli iptal kararı akabinde Komisyonca yeniden maddi tazminata hükmediliğini, idare ile sulhname imzalandığını ve maddi tazminat miktarının tahsil edildiğini bireysel başvuru formunda belirtmemiş ya da ek beyan dilekçesi ile bu durumlara ilişkin bir beyanda bulunmamış olsa da Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan incelemede 8/11/2012 tarihinde Komisyonun başvurucuya 26.241,14 TL ödenmesine karar verdiği (bkz. § 19), tazminat miktarı başvurucu tarafından kabul edilerek başvurucu vekili tarafından 2/5/2013 tarihinde idare ile sulhname imzalandığı (bkz. § 20), sulhnamede belirtilen 26.241,14 TL'lik tazminat miktarına ilişkin çekin başvurucu vekili tarafından 10/5/2013 tarihinde elden alındığı (bkz. § 21) tespit edilmiştir.
27. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda idare ile sulhname imzalanması nedeniyle bakiye zarar iddiasına ilişkin davanın reddedilmesi daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda idari ve yargısal süreci müteakip ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmedilmesini temin eden etkili bir giderim yolu bulunduğundan hareketle başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkmış olması sebebine dayanılarak kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, §§ 29-43; Faris Arslan, B. No: 2014/1026, 20/5/2015, §§ 45-58).
28. Komisyonca hükmedilen tazminatta birim fiyatlarının düşük olması sonucu tazminat miktarının az hesaplanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesi bu konudaki kararında terör nedeniyle zarar görenlere 5233 sayılı Kanun’un kapsamına ilişkin hükümler içeren 2. maddesi gereğince tazminat ödenmesinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından belirlenen Yıllık Yapı Yaklaşık Birim Maliyetine yönelik değerlerin 2007 yılından sonra İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünce yayımlanan yazıyla 5233 sayılı Kanun’un uygulandığı tüm illerde geçerli olmak üzere yeniden belirlendiği, İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünün birim fiyat aralıklarının değiştirilmesine ilişkin 5/3/2007 tarihli yazıları ile İçişleri Bakanlığınca konuya ilişkin sunulan 10/6/2015 tarihli yazıda değişikliğin amacının Kanun’un ülke genelinde aynı şekilde anlaşılmasını ve uygulanmasını sağlamak, gerek farklı illerde gerekse aynı il içinde faaliyet gösteren farklı komisyonların zararların tespitinde ve karşılanmasında aynı kıstasları kullanmasını temin etmek ve böylece uygulama birliğini sağlamak, uygulama farklılıkları neticesinde oluşacak suistimal ve mağduriyetleri engellemek, vatandaşların enflasyon nedeniyle oluşacak kayıplarını önlemek olduğunun ifade edildiğini dikkate almıştır. Anayasa Mahmekesince yıllık yapı yaklaşık birim maliyet oranlarına ilişkin değişikliğin yapılmasında kamu yararının bulunduğu açık olduğu, bu çerçevede kamu yararı amacına dayanan düzenlemenin başvurucuyu ağır ve tahammül edilemez bir yük altına sokmadığı, müdahalenin amacı ile başvurucuya yüklenen külfetin orantılı olduğu, yapılan değişikliğin başvurucunun taraf olduğu uyuşmazlığa özgü olmadığı, ülkenin geniş bir coğrafyasında söz konusu olan somut ve acil bir sorunu çözmeye yönelik olduğu sonucuna varılmış; mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Abbas Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, §§ 44-65) .
29. Başvurucunun eksik hesaplandığını beyan ettiği zarar miktarı dikkate alındığında başvurucunun 2/5/2013 tarihinde idareyle anlaşma sağlayarak sulhnameyi imzalamasıyla Komisyonun tespitine esas olan olay ile ilgili Komisyonca karara bağlanan zarar kalemleri konusunda maddi mağduriyetinin açıkça orantısız olmayacak şekilde giderildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucunun, Komisyonun tespitinde belirlenen ve zararlarının tamamını karşıladığını beyan ettiği alacağını 10/5/2013 tarihinde tümüyle davalı idareden tahsil etmesiyle mülkiyet hakkına ilişkin mağduriyeti bu tarihte giderilmiş ve bu hak yönünden başvurucunun mağdurluk statüsü de sona ermiştir. Öte yandan başvurucu, Komisyon tarafından ödenmesine karar verilen tazminat tutarlarının kendisine ödenmediği ya da eksik ödendiği yönünde bir iddiada da bulunmamıştır.
30. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurucunun mağdurluk statüsünü kaybettiği anlaşıldığından anılan iddianın diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
1. Manevi Tazminat Talebinin Reddedilmesi Nedeniyle Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu; Tunceli'nin Ovacık ilçesi Kuşluca köyünde ikamet etmekte iken terör olayları nedeniyle yerleşim yerini terk etmek zorunda kaldığını, manevi tazminat talebinin araştırma yapılmadan, yeterli gerekçe gösterilmeden reddedildiğini, 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığının belirtilmesi ile yetinilerek manevi zararlarının karşılanmadığını iddia etmektedir.
b. Değerlendirme
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Anayasa Mahkemesinin benzer iddialara ilişkin kararında yaptığı değerlendirme (Abbas Emre, § 28) dikkate alınarak anılan iddialar Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan gerekçeli karar hakkı açısından incelenmiştir.
i. Kabul Edilebilirlik Yönünden
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
34. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
35. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan, B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53), başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın uygulanmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388, 4/11/2014,§ 37).
36. Somut olayda başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında kurulan Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun oluşan zararları için başvurucuya toplam 15.039,78 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu, tazminat miktarının eksik hesaplandığı gerekçesiyle İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talebiyle tam yargı davası ve iptal davası açmıştır.
37. Mahkeme 31/7/2012 tarihli hükmüyle maddi tazminat miktarına ilişkin dava konusu Komisyon kararının iptaline, 5233 sayılı Kanun kapsamında düzenlenmediği gerekçesiyle başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar vermiş, temyiz merciince de bu karar onanmış, karar düzeltme talebi reddedilmiştir. (bkz. §§ 16-18).
38. Bir davada, maddi olguları bildirmek tarafların; bunları hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir. Taraflarca bildirilip iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam olarak saptanmalı, dayanılan maddi olguların hukuksal nitelendirmesi ve ilgili hukuk kuralının uygulanması ise mahkemece yapılmalıdır (Nurten Esen, B. No: 2013/7970, 10/6/2015, § 51).
39. 5233 sayılı Kanun; AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir yasadır. 2577 sayılı Kanun'un 12. ve 13. maddelerinde, idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân sağlamaktadır (Abbas Emre, § 81).
40. Başvurucu; Mahkemenin ret gerekçesinin 2577 sayılı Kanun’a, tazminat hukukunun genel prensiplerine aykırı olduğunu belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararında (Abbas Emre, § 78) da belirtildiği üzere 5233 sayılı Kanun; genel hükümlere göre manevi tazminat talep edilmesine engel teşkil etmemektedir. Başvurucu, anılan iddialarını Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın gerekçesinden (bkz. § 16) iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında değerlendirme yapılmamıştır.
41. Bir mahkeme kararının gerekçesi o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, § 57).
42. Bu durumda başvurucunun 1994 yılında terörle mücadeleden dolayı köyünün boşaltılması neticesinde manevi zarara uğradığından bahisle açtığı tam yargı davasında, ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren, uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir iddia olan manevi tazminat talebine ilişkin şikâyetlerin sadece 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilip gerekçelendirilmesi yeterli görülmemektedir. Anılan iddianın AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatlarında (Abbas Emre, §§ 77-79, 84) da belirtildiği üzere 2577 sayılı Kanun kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi yapılarak başvurucuların manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması gerekirken 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
43. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
44. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
i. Kabul Edilebilirlik Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
46. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).
47. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).
48. Bu hususlara ek olarak Anayasa Mahkemesi, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan yargılamalarda komisyonların belli bir dönem içinde geçici olarak olağanüstü iş yükü artışı ile karşılaşmasından kaynaklanan gecikmelerde kamu otoritelerince zamanında ve yeterli tedbirlerin alınmış olup olmadığını da gözönünde bulundurmaktadır. Gerekli tedbirler alınmışsa makul sürenin hesaplanmasında olağan yargılamalara kıyasla daha esnek bir yaklaşım benimsenmektedir (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 60-72; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 59-71; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 57-67; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 57-69).
49. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında Komisyona başvuru tarihi (11/4/2005) ile kararın kesinleştiği tarih (26/6/2014) arasında geçen ve toplam 9 yıl 2 ay olan süreçte, başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
50. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
52. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
53. Somut olayda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
54. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan ihlal kararının bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Elazığ 1. İdare Mahkemesine (E.2012/537, K.2012/1444) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Somut olayda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
56. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 7.200 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.
57. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Manevi tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Elazığ 1. İdare Mahkemesine (E.2012/537, K.2012/1444) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 7.200 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.