Komünist Manifesto’da meşhur bir kısım vardır“Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” diye başlar ve devam eder. Manifesto 1848’de yayımlandı ancak etkileri bu tarihle sınırlı kalmadı.  Dünya belleğinde yer edinen her olgu başlangıçta belli belirsiz bir varlık gösterir ve zamanla hayatımızda şaşırtıcı derecede etkilerine şahit oluruz. Zannediyorum “sürdürülebilirlik” kavramı da bunlardan biri. Herkesin diline pelesenk olmuş bu “sürdürülebilirlik” ne anlama gelmektedir? Hukukçular bu meseleye nasıl yaklaşmalıdırlar? Bu yazımda bu konuları kısaca ele almaya çalışacağım.

Literal bir incelemeden önce bu kavramın zihnimde uyandırdıkları üzerinden bir soruşturma ile yazıma başlamak istiyorum. Sürdürülebilirlik deyince zihnimizde eş anlamlı yahut müteradif birçok kelime canlanabilir. Benim hatırıma ise gazetecilikten mülhem bir kavram geliyor: “fikr-i takip”. Fikir dediğimiz şey tertip edilmiş ve belli bir düzene koyulmuş düşüncelerin neticesinde oluşmuş bir meyvedir. Alelade bir şeye fikir demeyiz, diyemeyiz. Fikr-i takip ise gazetecilikte gerek haberden önce gerekse haberden sonra haber konusu olayın tüm yönleri ile ve devam edegelen tüm etkileri ile araştırılmasını ifade eder.

İşte tam bu noktada, bir iş fikri gerekli sermaye ve doğru araştırma ile hayata geçirilebilir ve devamında doğru çalışma modelleri ile örgütlenebilir ve hedeflenen kâra dönemlik ve yıllık bazda ulaşılabilir. Peki bu fikrin belirli dönemlerde böylesi neticeleri doğurması bizim için yeterli midir? Hayatın hemen her alanında çeşitli fikirlerden doğan işlerin ve o işlerin neticelenmesi için programlanan proseslerin denetlenmesi, eksiklerinin tespit edilmesi ve bu sayede de geleceğe doğru belli bir strateji ve sağlamlıkla yürütülmesi gerekir. Yine bunlarla birlikte bizler yapmış olduğumuz her işte gelecek nesilleri dikkate almakla yükümlüyüzdür.

İşte sürdürülebilirlik kavramı belli bir bütünlük ve kapsayıcılık içerisinde ve hayatın doğal bir zorunluluğu olarak böylesi bir konsept içerisinde anlaşılmalıdır. Compliance- uyum dediğimiz kavram nasıl sürdürülebilirlikten nisbeten daha önce trend haline gelmiş ve hala daha etkisini devam ettirmekte ve sadece compliance-uyum danışmanlığı yapan danışmanlık büroları -ülkemizde az sayıda olsa da- artış göstermekte ise bugün sürdürülebilirlik kavramı da böylesi bir etkiye sahip olacağının işaretlerini vermektedir.

Hayatın kendisinden zorunlu olarak doğan ve günümüzdeki insan-insan ve insan-çevre ilişkilerinin getirmiş olduğu zorluklar da göz önüne alındığında farklı bir hal alan sürdürülebilirlik kavramına buradan bakmak gerektiği kanaatindeyim. Maalesef konu Türkiye’de büyük kurumsal şirketler çerçevesinde dahi böylesi bir doğallık ve bu doğallığın mevcut şartlar sebebiyle dayattığı zorunluluk çerçevesinde ele alınamıyor. Halbuki sürdürülebilirlik kavramı tüm alt başlıkları ile birlikte bir bütünlük arz etmekte ve arz etmiş olduğu bu geniş konsept insan kaynaklarını olduğu kadar hukuk departmanlarını da ciddi manada ilgilendirmektedir. Zaten hukuk, hayatı kanuna indirgeme aracı değil, hayatı tüm departmanları ile bir bütün olarak ele alıp paydaşlar arasında denge ve ahenk kurma sanatıdır. Dolayısıyla biz hukukçuların bu alana olan ilgisi sürdürülebilirlik kavramını derinleştirecek ve daha nitelikli hale getirecektir.

Radikal bir rüzgar estiren sürdürülebilirlik kavramının esas çıkış noktası kanaatimce değişen iş, insan ve çevre algısı ile yakından ilgilidir. Bir taraftan rekabete ve uyum-compliance’a dair regülasyonlara riayet etmeye çalışan şirketler diğer yandan nitelikli insan kaynaklarına sahip olmak, şirketi gelişen ve talep edilen yeni iş modellerine göre nitelikli hale getirmek ve karlılığı artırmakla yükümlenmiş haldeler. Çevre noktasında artan sorumlulukları ise karşılarında pandoranın kutusu gibi durmakta ve her geçen gün çeşitli hukuki ve teknik problemler doğurabilmektedir. Tüm bunları bir arada değerlendirmek, piyasayı yakalamak, yetenekleri keşfetmek, çalışanları memnun etmek ve karlılığı artırmak gibi birçok başlık bir araya getirilince sürdürülebilirliğin geniş yelpazesi önümüze açılacaktır.

Bendenizin zihnindeki çağrışımlardan yola çıkarak kısaca böyle bir giriş yaptıktan sonra meselenin olgusal ve şekli boyuttaki çıkış kaynaklarına göz atalım.

1987 yılında Birleşmiş Millet Çevre ve Kalkınma Komisyonu sürdürülebilirliği “günümüzün ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerinden ödün vermeyecek biçimde karşılamak”  şeklinde tanımlamıştır.

İki üst paragrafta temas etmeye çalıştığım başlıklardan yola çıkarak sürdürülebilirliği üç temel başlığa indirgeyebiliriz:

1-    Ekolojik Gereklilikler

2-    Sosyal Gereklilikler

3-    Ekonomik Gereklilikler

Sürdürülebilirlik kavramının mevzuatımızdaki temellerini diğer yazıma havale edecek olsam da burada mukayese açısından bir hususu ifade etmek istiyorum: Nasıl ki yeni TTK ile daha yoğun bir şekilde şirketlerin hayatına dahil olan bağımsız denetim kavramı; finansal raporlar ve yıllık faaliyet raporları ile işlerlik kazanıyorsa sürdürülebilirliğe dair araçlar da çeşitli envanterler ile hayat bulmaktadır. Esasen tüm bunlar kurumsallık dediğimiz üst başlığın getirileri ve bir başka açıdan da zorunluluklarıdır. Compliance kavramının TTK’daki zeminine dair tartışmalara girmeden doğrudan compliance-uyum kavramının tanımına baktığımızda da aynı hususu görmekteyiz, şöyle ki; “bir şirketin ve çalışanlarının bünyesinde faaliyet gösterdiği hukuk düzenine uygun hareket etmek amacıyla yerine getirmesi gereken yükümlülükleri ve bu yükümlülükleri yerine getirirken kurdukları sistemin bütününü ifade etmektedir.” Hatta bu tanıma ilaveten doktrinde baskın olan görüşe göre compliance’ın“şirketlerin hukuk kuralları dışında gözetmeleri gereken etik kuralları da kapsadığı savunulmaktadır.”

Görüleceği üzere gerek dar ve teknik gerekse geniş ve reel karşılığı olan bu kavramların mevzuattaki temelleri ile birlikte işleyişteki fonksiyonel boyutlarına dikkatle eğilmek gerekmektedir. İşte sürdürülebilirlik alanında faaliyet gösteren aktörlerin bu bağlamda dikkat etmesi gereken iki fonksiyon yahut envanteri iyi bilmesi gerekmektedir: CSR (Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlaması)  ve ESG ( Çevresel- Yönetsel- Sosyal Raporlama)

 Bu iki kavram ifa etmiş oldukları fonksiyondan ziyade esasen Avrupa Birliği’nin yaratmış olduğu ve de zorunlu kılmış olduğu iki raporlama tekniğini ve kriterlerini de ifade etmektedir. Bu ilkeler kaynağını CSR Direktifi – 2014/95/EU başlığı ile yayınlanan Avrupa Birliği direktifinde bulmaktadır. Özet olarak bu direktife göre AB bir şirketin raporlamalarını finansal olmayan bilgilerle de donatmasını istemekte ve bu konuda yükümlülükler öngörmektedir.

Mizahi bir şekilde söylediğimiz üzere Avrupa’da dolaşan bu hayalet Ocak 2023 yılında yayınlanan Corporate Sustainability Reporting Directive – CSRD ile daha üst perdeden şirketlerin hayatına giriş yaptı. Bu yeni yönerge önceki direktifin kapsamını çok daha fazla genişletmekte olup şirketlerin yayınlamak zorunda olduğu raporların içeriğindeki sosyal ve çevresel verileri zenginleştirmekte ve buna ilişkin kuralları güçlendirmektedir. Yine bu direktife göre artık borsaya kayıtlı KOBİ’lerle birlikte daha geniş bir grup büyük şirketin artık sürdürülebilirlik hakkında rapor vermesi gerekecek ki bu sayı yaklaşık olarak 70.000 şirkete tekabül etmektedir.

Bu raporlarda dikkat edilmesi gereken ve bilgi verilmesi gereken hususlar nelerdir? Şirketler hangi regülasyonları yapmalı ve hangi hususları izah ederek hesap verilebilir bir konumda olduğunu ortaya koymalıdır? Bu önemli soruları ve raporların teknik içeriğine dair hususları başka bir yazıya havale ediyoruz. Yine 2023’te yayınlanan bu direktifin güncellendiğini, iş sağlığı ve güvenliğinden çevresel bilgilere kadar çeşitli konularda farklı kriterlerin mevcut olduğunu ve çeşitli sektörlere dair farklı ilkelerin tespit edildiğini ifade etmeliyiz.

Fakat önemle altını çizmek gerekir ki burada dikkate değer olan Avrupa Birliği’nin ön gördüğü sistemde Türkiye’dekinin aksine şirketlere mevcut yasal düzenlemeler ile birlikte şirketin kendi iç regülasyonlarını tamamlaması gerektiğini, buna dair etkili ve uyumlu bir sistem oluşturması gerektiğini ifade ettiği hususudur. Bu gereklilik sözde kalmamakta raporlama yöntemi ve etkili denetim ile şirketin tüm yaşamsal fonksiyonlarına etki edebilecek şekilde şeffaflık içerisinde icra edilmektedir.

Sonuç olarak gerek İş Kanunu, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu gibi insan kaynakları ve iş hayatına dair hükümlerin gerekse Kişisel Verileri Koruma Kanunu gibi kanunların hasılı tüm mevzuatımızın AB ile belirli bir uyum çerçevesinde kodifike edildiği malum olsa da gelişen ve yenilenen iş hayatında nitelikli bir şekilde piyasada var olmak ve bunu daimi kılmak isteyen şirketlerin “sürdürülebilirlik” kavramını daha geniş bir çerçeveden ele alması bir zaruret olarak önümüzde durmaktadır. Zira hayat bir bütündür ve bizler hayatı tümü ile kavradığımızda onun bize sunduğu fırsatları yakalamayı başarabiliriz. Bu noktada hukukçuların sürdürülebilirlik kavramına derinlik kazandırması önemlidir. Devam eden yazılarımda sürdürülebilirliğin daha şekli ve teknik açıdan incelemesini yaparak mevzuatımızdaki yerini ele almak ve bu yazımda bahsetmiş olduğum raporlar ve raporlama tekniklerine dair detayları yazarak iki bölüm halinde sizlerle buluşturmak niyetindeyim.