Bazı şirketler ortakların kredi kartını kullanarak bir takım  borçlarını  ödemekte ya da ihtiyaçları olan  emtiaları  satın almaktadır.

213 sayılı VUK’nun “Vergi Kanunlarının  Uygulanması ve İspat” başlıklı 3. maddesinin (b) bendinde; “İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu  olaya ilişkin muamelelerin  gerçek  mahiyeti esastır.

Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek  mahiyeti yemin  hariç her türlü  delille ispatlanabilir. Şu kadar ki, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesi ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz.

İktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya  olayın  özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması  halinde ispat külfeti bunu iddia eden tarafa aittir” hükmü yer almıştır.

Ayrıca,  kredi  kartı, bankalar ve özel  finans kurumları tarafından, müşterilerine gerek mal  ve hizmet alışverişi gerekse nakit çekişi sağlanmak  maksadıyla verilen  ve belli bir limit dahilinde taşıyıcılarına, bedeline daha sonra  ödemek kaydıyla alışveriş yapma imkanı  sağlayan  gayri nakdi bir kredi aracı olup, kredi kartının  esas kullanım alanı mal ve hizmet alışverişi oluğundan, bir ticari işletmenin hesap  döneminde elde etmesi gereken hasılatının  hesabında, kredi kartı ile yapılan  mal  ve hizmet satışına ilişkin elde ettiği hasılatının  da dikkate alınması  gerekmektedir. Kredi  kartının  finansman  ihtiyacının  giderilmesinde kullanılması  ticari icaplara uygun  olmayıp, aksinin ispatı VUK’nun 3. maddesinin (b) bendi gereğince mükellefe aittir.

 Böylece, şirkete, şirket  ortaklarına ve üçüncü şahıslara ait kredi kartlarının  işletmede kullanılması ile gerçekleşen  mal  ve hizmet satışına ilişkin kazancın kurum kazancı  olarak  değerlendirilmesi, ancak,  kredi kartlarının  finansman  ihtiyaçlarının  giderilmesinde kullanıldığının, mal ve hizmet satışlına ait olmadığı hususunun  ispat  edilmesi  durumunda hasılat tespiti sırasında bu  hususun dikkate alınması  gerekmektedir.

Diğer taraftan, bilindiği üzere, Kurumlar Vergisi Kanunun 12. maddesinde yer alan hükme göre kurumların, ortaklarından veya ortaklıkla ilişkili kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye  olarak kabul edilmektedir.  Bu durumda söz konusu borçlanmalar nedeniyle hesaplanan ve/veya ödenen faizler KDV'ne tabi  olup olmayacağı konusunda ise  leh ve aleyhte farklı görüşler  ortaya atılmaktadır.[1]

İzmir 3. Vergi Mahkemesi tarafından verilen bir kararda belirtildiği gibi, “Öte yandan, 6802 sayılı Gider Vergileri Kanunun 28., 90 sayılı Ödünç Para Verme Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 3. ve 3065 sayılı KDVK’nun 17/4(e)  maddeleri uyarınca ödünç para verme  işini devamlı ve mutat meslek halinde yapanların 6802 sayılı kanun kapsamında banker sayıldıkları hususu dikkate alındığında bir takvim yılı içerisinde  birden çok kişiye borç verilmesi halinde  ivaz karşılığı borç verme işiyle devamlı uğraşıldığının kabul edilmesi gerektiği ancak bu işten elde edilen kazancın KDV’ye değil  BSMV’ye tabi tutulacağı  açık olduğundan, yapılan  KDV tarhiyatında bu gerekçe ile de yasal isabet kaydedilmemiştir.” şeklinde  karar verilmiştir.[2]

Yine bilindiği gibi, KVK’nun 12. maddesinin 7. fıkrası uyarınca “Örtülü sermaye üzerinden kur farkı hariç, faiz ve benzeri ödemeler veya hesaplanan tutarlar, Gelir ve Kurumlar Vergisi uygulamasında, gerek borç alan ve gerekse borç verenler nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibariyle dağıtılmış kâr payı veya dar mükellef için ana merkeze aktarılan tutar sayılır. Daha önceden yapılan vergilendirme işlemleri, tam mükellef kurumlar nezdinde yapılacak düzeltmede örtülü sermayeye ilişkin kur farklarını da kapsayacak şekilde taraf olan mükellefler nezdinde buna göre düzeltilir.” Ancak bu düzeltmenin yapılması için örtülü sermaye kullanan kurum adına tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması gerekmektedir.

Diğer yandan Katma Değer Vergisi Yasası'nın 1/1 maddesine göre; Türkiye'de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler KDV'ne tabidir. Ayrıca söz konusu yasanın 24. maddesinin “c” fıkrasında da vade farkı, fiyat farkı, faiz, prim gibi çeşitli gelirler ile servis ve benzer adlar altında sağlanan her türlü menfaati hizmet ve değerler de KDV'nin matrahına dahil edilmektedir.

Örtülü sermayenin varlığından bahis edilebilmesi için aşağıdaki koşulların  birlikte gerçekleşmiş olması gerekmektedir:

1)     Doğrudan veya dolaylı olarak ortak veya ortakla ilişkili kişiden bir fonun temin edilmiş olması,

2)     Bu fonun işletmede kullanılması,

3)     Bu şekilde kullanılan borcun hesap dönemi içinde herhangi tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşmış bulunması, gerekmektedir.

KVK’nun 12/7 md. ve KDVK’nun  1/1. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, örtülü sermaye üzerinden kur farkı hariç olmak üzere faiz ve benzeri ödemeler veya hesaplanan tutarlar, gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye koşullarının gerçekleştiği hesap döneminin sonu itibariyle dağıtılmış kar payı olarak kabul edildiğinden, söz konusu payların katma değer vergisine tabi tutulması gerekmektedir.

Yine, şirket ortağı müdürlere ait kredi kartından yapılan ödemeler şirket  ortağı müdürlerden  dolayı  olarak  temin edilen  ve  işletmelerinde kullanılan  borç olarak kurumun  öz sermayesinin  3 katını  aşan  kısmının  5520 sayılı  KVK’nun 12. maddesinin 1. bendine istinaden örtülü sermaye olarak değerlendirilmesi  gerekmektedir.

KVK’nun 12. maddesi hükmüne göre ikraz niteliğindeki işlemler örtülü sermaye olarak kabul edildiğinden  vergileme işlemleri örtülü sermayeye ait kur farklarını da içerek bir şekilde  taraf olan  mükellefler  cephesinde  düzeltilmesi gereklidir.  Bu düzeltme işlemlerinin yapılabilmesi için örtülü sermaye  kullanılan kurum adına  tarh edilen vergilerin kesinleşmiş veya ödenmiş olması gerekmektedir.  Bu işlemlerin örtülü sermaye olarak kabul edilmesi ise, işlemlerle ilgili vergilendirmenin farklı ilkelere bağlı olarak yapılacağı manasına  gelmektedir. Özetle, daha önceden borç - alacak münasebeti dolayısıyla  ödenen faizler bu durum  gerçekleştikten sonra sermaye üzerinden  ödenen faizler anlamına  gelecektir ki bu da kar payı  şekline dönüşmüş bir ödeme sayılacaktır.[3]

Kar payları KDV’nin konusuna girmez. Bu husus KDVK’nun 1.maddesinde  belirtilmiştir.  Böylece örtülü sermaye sayılan ödemeler için  yürütülen faizler KDV’ye tabi olamaz. Bu kapsamda  yapılan ikraz işlemlerinin  örtülü sermaye olduğunun  bilahare  fark edilmesi durumunda  evvelce yapılmış olan KDV hesaplamalarının, KDVK md. 35 hükmüne göre  ilişkili oldukları dönemler  esas alınarak  geriye gidilerek düzeltilmesi  icap etmektedir.

Diğer taraftan,  İstanbul Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı’nın örtülü sermaye üzerinden ödenen  faizin  KDV’ye tabi olmayacağı şeklindeki görüşü kısaca şöyledir:

“KDVK’nun 1. maddesine göre kar payları KDV’nin  konusuna girmemektedir. Buna göre örtülü sermaye sayılan ödemeler için hesaplanan  faizler KDV’ye tabi olmayıp, yapılan işlemin örtülü sermaye olduğu daha sonradan anlaşıldığı durumlarda ise daha önceden  yapılmış olan KDV hesaplamalarının KDVK’nun 35. maddesine göre  ilgili oldukları dönemler itibariyle düzeltilmesi gerekmektedir.”  şeklinde görüş verilmiştir.[4]

-----------------------
[1] Danıştay 4. Dairesi tarafından  21/03/2007 gün ve E:2006/222 – K:2007/910 sayılı kararı. Öte yandan, Danıştay 3. Dairesinin, 11/10/2006 gün ve E:2005/1067 – K:2006/2580 sayılı kararlarının da incelenmesinde yarar vardır.
[2] İzmir 3. Vergi Mahkemesinin, 12/12/2007 gün ve E:2007/543 – K:2007/1220 sayılı kararları.
[3] GÜRBOĞA Erkan – ATABEY Tuncel, Vergi Kılavuzu, İzmir SMMMO Yayını,  İzmir, Kasım 2008, s. 317.
[4] İstanbul Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı’nın bir mükellefe verdiği …./05/2008 tarihli müracaat üzerine verdiği mukteza.