Kolluk, birçok farklı durumda olaylara el koyabilir ve şüphelileri yakalayabilir. Örneğin kolluk, ihbar sonucu öğrendiği veya kendiliğinden karşılaştığı olaylar karşısında derhal olay yerine intikal eder, güvenliği sağlar ve delillerin kaybolmaması için gerekli önlemleri alır (PVSK ek m. 6/3). Suçüstü hallerinde herkes gibi kolluk da yakalama yetkisine sahiptir (CMK m. 90). Yine, PVSK m. 13’te birçok durumun varlığı halinde kolluğa yakalama yetkisi verilmiştir. Nihayet PVSK m. 4/A uyarınca kolluğun durdurma yetkisi mevcuttur.
Kolluğun bu durumlardan birisi doğrultusunda olaya el koyması sonrası bu olaya bir numara verilir (ceraim no). Daha sonra nöbetçi savcı ya da müracaat savcısı bilgilendirilir ve talimatına göre hareket edilir.
Bilindiği gibi her soruşturma işlemi tutanağa bağlanır (CMK m. 169/2). İşte kolluk, bu şekilde el koyduğu olaylarda, bir olay/yakalama tutanağı düzenler. Bu yazının konusu da bu tutanağın ispattaki rolüdür.
Öncelikle, olay/yakalama tutanağının delil değerinin olabilmesi için yapılan işlemin hukuka uygun olması gerekir. Örneğin, durdurma veya yakalama koşulları oluşmamasına rağmen işlem yapılmışsa, yapılan işlemler hukuka aykırı olacağından bu işlemler sonucunda bir delil elde edilmişse bunlar, hukuka aykırı delil niteliği taşıyacaktır. Dolayısıyla bunların yargılamada kullanılamaması gerekir (CMK m. 206/2-a, 217/2).
İşlemin hukuka uygun olduğu varsayımında, bu tutanağın delil değerinin belirlenmesi gerekir.
Tutanağı düzenleyenler kolluk görevlileridir. Ancak, yakalanan şüphelilere de imza açılabilmektedir. Şüpheliler bazen imza atmakta bazen de imzadan imtina etmektedir.
Buradaki soru, tutanakta şüphelinin imzasının varsa, şüphelinin bundan ne derece sorumlu olduğudur.
Şüpheli, tutanağı imzalamış ve yargıç önünde ya da müdafii eşliğinde alınan ifadesinde bu imzasını kabul etmişse, tutanak içeriğinin vicdani kanaat oluşumunda ne kadar yüksek rol oynayacağı kuşkusuzdur. Zaten burada bir tartışma yoktur.
Şüphelinin; tutanaktaki imzayı müdafi eşliğinde verdiği ifadede veya yargıç önünde kabul etmemesi halinde -örneğin kolluğun kendisine rastgele evrakları imzalattığı ve imzaladığı şeylerin içeriğini bilmediğini ileri sürmesi halinde- kanımızca bu imzadan şüpheli sorumlu tutulamaz.
Olay/yakalama tutanağı, olayın nasıl gerçekleştiğini anlatmaktadır. Şüphelinin bu tutanağı imzalaması, olayın nasıl gerçekleştiğine yönelik dolaylı bir beyanıdır. Bu beyan, aslında ifade niteliği taşımaktadır. Bilindiği gibi yargılama yasamızın 148. maddesi uyarınca, müdafi bulunmaksızın kolluk tarafından alınan ifade, yargıç huzurunda kabul edilmedikçe hükme esas alınamaz.
Savunmayı koruyan bu hükümde kıyas yapılabilir ve olay/yakalama tutanağında da bu hüküm uygulanabilir. Zaten aksi düşünce, dürüstlük ilkesiyle bağdaşmayacağı gibi yasanın amacının saptırılmasına neden olur. Kolluk tarafından müdafi olmaksızın alınan ifadenin dahi değeri yokken olay/yakalama tutanağındaki imzaya değer tanımak, çelişkili olur.
Bu durumda veya şüphelinin hiç imza atmadığı durumlarda, tutanak tutan kişilerin tanık olarak dinlenmesi gerekir. Yargıtay uygulaması da bu yöndedir.
Kolluk memurlarının kamu görevlisi olması, tutanağın resmî belge niteliğinde olması ve duruşmada yapılan tanıklıkla tutanak içeriğinin örtüşmesi durumunda, kuşkusuz ki bu tutanak çok önemli bir delildir. Yargıç, bunu dikkate alacaktır.
Ancak bizim görüşümüze göre, bu tutanak hükme esas alınamaz; diğer bir deyişle, mahkûmiyet kararında belirleyici delil olamaz.
Çünkü, ceza yargılaması sisteminde kolluk, savcının yardımcısıdır. Suçu ispatlamak, savcının görevidir. Suçun; yalnızca, savcının yardımcısı niteliğini taşıyan kolluğun beyanıyla ispatlandığını söylemek, dolaylı olarak ispat yükünü tersine çevirmektir. Başka bir deyişle; iddianın, yalnızca iddia makamının sözüyle ispatlandığını ileri sürmektir.
Kolluk, suçu araştıran makamda yer almaktadır. Bu yönüyle, kesinlikle tarafsız değildir. Tarafsız olmayan, bizzat iddia makamını teşkil eden görevlilerin beyanı niteliğindeki tutanakla suç ispatlanamaz. Bu durum, bir hukuk yargılamasında, yalnızca davacının kendi tuttuğu tutanakla davasını ispatlaması gibidir ki ilk bakışta düşüncenin mantıksızlığı göze çarpmaktadır.
Bu görüşe karşı, kolluk görevlilerinin iftira atmak için bir husumeti olmadığı, kamu görevlileri olduğu ve tutanağın resmî belge niteliği taşıdığı gibi hususlar ileri sürülebilir. Kolluk görevlilerinin iftira atmakta bir çıkarının olmadığı, çoğu zaman doğrudur. Ancak, bunun doğru olmadığı, mesela kolluk görevlilerinin iftira atması için nedenlere sahip olduğu olaylarla da karşılaşılabilir ve bunun belirlenmesi çok zordur. Ceza yargılamasında, küçük de olsa bu olasılık göz önüne alınamaz. Diğer yandan, açıklandığı üzere bu karşı görüş, yargılamanın yapısına da aykırıdır. Zira ne olursa olsun, kolluk tarafsız değildir.
Özellikle uyuşturucu madde ticareti suçlarında bu konu gündeme gelebilmektedir. Maalesef Yargıtay bu yorumu benimsememektedir. Örneğin, bir madde alışverişine tanıklık edildiğini söyleyen kolluk tutanağı üzerine açılan davada üç farklı delil vardır: kolluk tutanağı, sanık beyanı ve sanığın madde sattığı söylenen alıcı konumundaki kişinin beyanı. Ceza Genel Kurulu, sanığın ve alıcı konumundaki tanığın da kolluk tutanağını reddettiği bu olayda, yalnızca tutanak düzenleyici tanıkların beyanıyla mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiğine karar vermiştir (Yargıtay CGK, T. 21.5.2019, E. 2017/10-343, K. 2019/445.).
“Vicdani Kanaat Nedir?” başlıklı yazımızda ifade ettiğimiz üzere, Yargıtayın yerel mahkeme yerine geçip karar vermemesi gerekir. Bu olayda yerel mahkeme, tutanak düzenleyici tanıkları kendisi görmüş ve dinlemiş, beyanlarına itibar etmemiştir. Yine bu mahkeme, sanığı sorgulamış ve tanıkla yüzleşmiştir. Özel dairenin bozma kararına karşı yerel mahkeme direnmişse de Ceza Genel Kurulu, hiç kimseyi görmeden ve dinlemeden, yalnızca dosyadaki tutanaklara bakarak yerel mahkemenin vicdani kanaatinin yerine geçmiş ve yalnızca iddia makamının yardımcısı olan kolluğun beyanlarına itibar etmiştir. Kanımızca böyle bir mahkûmiyet kararı, yargılama hukuku açısından üzücüdür.
Sonuç olarak, müdafi eşliğinde ifade sırasında veya yargıç önünde kabul edilmedikçe, kolluk tutanaklarının mahkûmiyet kararında belirleyici delil olamaması gerekir.