BİR İNSAN HAKKI İHLALİ HİKAYESİ.

“Hakikati öldüremezsiniz. Adaleti öldüremezsiniz. Uğruna mücadele ettiğimiz şeyleri öldüremezsiniz.”
Jean Dominique, Haitili demokrasi aktivisti

 

Bu yazıyı neden kaleme aldığımla ilgili başlamak isterim söze. Çünkü içimde yıllarca geçmeyen bir yara, uğradığım haksızlığı haykıramamanın verdiği çaresizlik ve kendimi tam yirmi bir yıldır susmak zorunda hissetmem. Elbette bunca sene susma nedenlerim var. Aslında sonsuza kadar susabilirdim de. Ta ki Avukat Oya Hanımla karşılaşıncaya kadar. (Soy ismi bende saklı)

Onunla, bir gün ortasında kendime yemek ısmarlamak için gittiğim Necatibey Caddesi’ndeki Tarihi Çiçek Lokantası’nda tesadüfen karşılaştım. (Bu arada tesadüf kelimesini hiç sevmem özel hayatımda tevafuk kelimesini kullanırım hep) Yemeğimi yedim ve çayımı sigaramla içmek için lokantanın bahçe kısmına çıktım ve tüm masalar doluydu. Oya Hanımı gördüm ve masaya oturmak için iznini istedim. Sağ olsun oturmama izin verdi ve o yemeğini yerken bir sohbet ortamı oluştu aramızda. Konuşmanın ilgili kısmı şöyleydi: Küçük bir not;  Oya Hanım İnsan Hakları konusunda doktora yapmış bir meslektaşımız. (Bu durumu sohbet esnasında öğrendim.)

‘’….

Oya H. : Bu ülkede geçmiş cumhurbaşkanlarından biri koltuğuna oturduğunda ilk yaptıkları şey eşinin başörtülü olmasından dolayı o hanımı eleştirmek oldu. Oysa orada eleştirilecek olay; 15 yaşındaki biriyle 30 yaşındaki bir kişinin evlenmesi, okumaya çok meraklı olan bir genç kızın okulundan koparılması ve zorla o yaştaki birinin kapattırılmasıydı.

Neslihan K. : Size tüm kalbimle katılıyorum. Aslında daha vahimi 30 yaşındaki bir kişinin bir çocukla evlenmesi. O hanımı biliyorum, ben Gazi Üniversitesi Matematik bölümünde okurken o da yanılmıyorsam Gazi Üniversite Fen Edebiyat Fakültesi Edebiyat Bölümünde okula devam etmeden sınavlara giriyordu ve sanırım mezun oldu.

……

Oya H. : (Baro ile ilgili başından geçen kötü bir anısını anlattı. Ben de bu noktada benim de baroyla ilgili çok kötü bir anım olduğunu söyledim ve bunun üzerine;)

Ne oldu?

Neslihan K. : Baro kaleminde ‘’kendilerince beni uygunsuz’’ gördükleri için hakkımda o zamanki kalem müdür yardımcısı ve bir kadın yönetim kurulu üyesi arkamdan tutanak tutup beni disipline sevk etmişler. Tutanak tutmalarına kızmadım. Arkamdan tutanak tutmalarına kızdım. Eğer yanımda tutanak tutmuş olsalardı o tutanağı aslanlar gibi imzalardım!..

Oya H. : Nasıl ‘’uygunsuz’’gördüler sizi? Uygunsuz demek ne demek?

Neslihan K. : Ben başörtülüydüm, İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Bununla hep gurur duydum ve sorulduğunda da her yerde söylerim.

Oya H. : Başörtülü olabilirsiniz bu gayet normal, onlarca sorun neydi?

Neslihan K. : O zamanki kılık kıyafet yönetmeliğine göre, o zaman, başörtülü olmamız yasaktı. (2003 yılı) Zaten ben duruşmalara başımı açarak giriyordum ama takdir edersiniz ki baro kalemine böyle girmeye gerek görmedim. Onlar da ben çıkınca hemen arkamdan tutanak tutup imzalamışlar. Bu konuda onlara bir kızgınlığım yok. O zaman yönetmelik öyleydi ve belki de görevlerini yaptılar. Beni öfkelendiren kısmı bu işi mertçe yapmamış olmalarıydı. Zaten o tutanağı benim yanımda tutsalardı imzalardım.

Oya H. : (Sinirlenir.) Zaten bunların yapacakları başka işleri yoktur. Bu ülkede hiçbir siyasal partinin birbirinden farkı da yoktur. Ben olsam sizin yerinizde bu olayı baştan sona anlatan bir yazı yazıp yayınlarım.

Neslihan K. : Başörtüsü hakkında mağdur edebiyatı yapıyor derler.

Oya H. : Desinler. Bir haksızlığa uğramışsınız ve bunu dile getirmelisiniz muhakkak!

Neslihan K. : Bunu düşüneceğim Oya H.

……’’

NASIL KAPANDIM

“İnsanlar size ne söylerse söylesin, sözcükler ve fikirler dünyayı değiştirebilir.”
Robin Williams, Amerikalı aktör

 

Baştan ifade edeyim bu konu aslında okuyucuyu hiç ilgilendirmiyor. Ama bu konuyu ele almam yaşadıklarımı anlamanıza, anlayamasanız da benimle empati yapmanıza yardımcı olabilir. Ayrıca uğradığım haksızlığın derinliğini, ben de yarattığı o acıyı ve yarayı anlatabilmem için bu kısmı yazmam zorunluydu. Dediğim gibi bu kısım okuyucuyu hiç ilgilendirmiyor. Bu kısmı okumadan geçebilirsiniz.

Ben kendimi bildim bileli Yaradan’la aramda özel bir ilişki vardı. Bu ilişki, anne ile evladı arasındaki ilişkiye benzetilebilir. Yaradan’ı çok ama çok seviyordum, Onun da tüm yarattığı kulları gibi beni sevdiğini biliyordum. Bazen Yaradan’a, Ona çok kızıyordum,  çocuk aklımla bazı yaptıklarını anlayamıyordum ve kızıyordum.

Bu hem çok sevmem aynı zamanda kızmalarım on beş yaşına kadar sürdü. Özellikle İslam Fıkhı (İslam Şeriatı) ile ilgili bazı belirgin konular aklıma yatmıyordu. Hangi kaynaktan okursam okuyayım aklıma uygun hale getiremiyordum. On beş yaşında bir karar vermem gerektiğini düşündüm. Ve o zamanki aklımla dedim ki: Ben Yaradan’ı çok seviyorum, O da beni tüm yarattığı kulları gibi çok seviyor ve Onun bize yapmamızı ve dahi yapmamamızı istediği konular var, ben artık sorgulamayacağım ve O ne derse bir hikmeti vardır. Kafamdaki tüm sorulara rağmen ben Ona kalbimle inanmayı seçeceğim. Ve nitekim bu kararımı uyguladım. Zaman içerisinde Hukuk Fakültesi’nde okurken kafamdaki bazı soruların cevabını buldum. Bu konuda çok sevdiğim hocam Prof. Dr. Teoman AKÜNAL’a sonsuz müteşekkirim.

Tabi kendime on beş yaşında söz vermeme rağmen sorgulamalarım hiç bitmedi. Ama zaman içerisinde hepsinin cevabını buldum. Şu an aklımda hala cevabını bulamadığım tek bir sorum kaldı, umarım o sorunun cevabını da bulabilirim. J

Gelelim nasıl kapandığıma…

Ben henüz beş yaşımdayken annem Kuran-ı Kerim öğrenmek için bir hocadan ders alıyordu. Birkaç hanım da aynı niyetle o hocadan ders alıyorlarmış. Bir gün annemle ben de gitmek istedim. Annem benim için erken olduğunu söyleyerek götürmek istemedi. Ama ben ısrarcıydım. Beni elimden tutup bir gün derse götürdü. Kuran öğreten hoca haftanın bir günü gelen talep üzerine sohbet edip diğer günler Kuran öğretiyormuş. Benim gittiğim o gün de sohbet günüymüş. O günü çok net hatırlıyorum, hiç unutmadım. İçeri girer girmez orta yaşlarda bir hanım bizi karşıladı. Çok güzel bir yüzü vardı ve çok güler yüzlüydü. Hoşbeşten sonra o hanım sohbete başladı ve o gün iki saat Yaradan’ı anlattı. Onun merhametini, rahmetini ve kullarına olan sevgisini ve ben o gün bu sohbetten çok etkilendim.

Aradan yıllar geçti ben ilkokulu bitirdim ortaokula gitme vaktim geldi. Ben okulumla aynı bahçe içinde olan ortaokula gitmek istiyordum. Abim çok başarılı bir öğrenci olduğum için (hala var mı bilmiyorum) o zamanların en iyi koleji olan Özel Arı Kolejine gitmemi istiyordu. Bu arada ilkokul beşinci sınıfta o zamanlar adı Anadolu Liselerine Giriş Sınavı olan bir sınav vardı ve sınıfın tüm başarılı öğrencileri müracaat etti, ben edemedim. Çünkü annem beni hayali olan İmam Hatip Lisesine kayıt ettirmek istiyordu. O zaman Ayşe Hocam (yaşıyorsa Rabbim sağlıklı uzun ömür versin) abimi ve ablamı yanına çağırarak benim mutlaka bu sınava girmem konusunda ısrar etti. Ama annemi ikna edemedik. Her neyse ben İmam Hatip Lisesi Giriş sınavlarına girdim ve kazandım. Hiç istemeden girdiğim bu okulu ve arkadaşlarımı zaman içerisinde çok sevdim.

Ve benim için yine bir karar anı gelmişti, bunu derinden hissediyordum ve çok istiyordum. Kararımı en kısa zamanda uyguladım ve kapandım. Ailemin tepkisini merak edenleriniz varsa eğer olumlu ya da olumsuz bir tepki vermediler, kararıma her zamanki gibi saygı duydular.

NASIL AÇILDIM

“Barış ancak insan haklarına saygı gösterildiği, insanların doyduğu ve kişiler ile ulusların özgür olduğu yerlerde devamlı olabilir.”
Dalay Lama

Bu konuyu kısaca aşağıdaki konuyu anlatırken yazacağım için şimdilik bir şey yazmayacağım. Sadece şunu yazabilirim. Başımı açmak zorunda bırakıldığımda kendimi çok aşağılanmış, öfkeli, üzgün ve uğradığım haksızlığı avazım çıktığı kadar bağıramadığım ve anlatamadığım için yorgun ve kederli hissediyordum.

VE ANKARA BAROSU

“Ezilenlerin yalnız olmadıklarını bilmesi onlara çok şey ifade eder. Hiç kimsenin yaptıklarınızın önemsiz olduğunu söylemesine izin vermeyin.”
Desmond Tutu, Güney Afrikalı yurttaşlık hakları aktivisti

 

Evet gelelim ‘’bir insan hakkı ihlali hikayesi’’ konulu yazımın Ankara Barosunu ilgilendiren kısmına.

Olayın olduğu tarihte (2003) o zamanki kılık kıyafet yönetmeliğine göre adliye içerisinde ve duruşmalarda uymamız gereken kurallar vardı. Bunlar; başörtülü olmamak, kot pantolon giymemek, erkek arkadaşlar için sakal bırakmamak (top sakal, yüzün tamamını kaplayan sakal vb.) kısaca mesleğin onuruna aykırı giyinmemek (onlara göre) ve davranışlarda bulunmamak.

Olayı az çok biliyorsunuz, yukarıda Oya Hanımla aramızda geçen diyalogda bahsettim. Tekrar kendimi üzmek ve yazmak istemiyorum.

O olaydan sonra ben yönetim kurulu kararıyla disipline sevk edildim. O dönem yönetimde yanında staj yaptığım Avukat Nesrin USLU’nun ( kendisini çok severim ) yakın arkadaşı Hande abla da vardı. Kararın altında onun imzası yoktu. Birde Süleyman isimli soyadını şu an hatırlamadığım bir avukat meslektaşımız şahane bir karşı oy yazısı yazmış ve kararı imzalamıştı. Bahsettiğim bu iki üye dışında tüm yönetim kurulu üyeleri ve başkan disipline sevk edilmem konusunda oy kullanmış ve imzalamışlardı.

Disiplin kurulu benden yazılı savunma istedi. Hiç içimden savunma yapmak gelmedi. Ne yazacaktım; başımı baro kaleminde örttüğüm için sizden özür dilerim mi diyecektim. Savunma yapmama kararı aldım nasılsa netice belliydi. Ama arkadaşlarım çok ısrarcı oldular savunma yapmam konusunda ve onlar benim adıma bir savunma yazdılar. Okumadım bile.

Sonrasında yüz yüze savunmamı almak için disiplin kurulu beni davet etti. Belirlenen gün ve saatte gittim. Ve Onlara dönerek: Bugün buraya savunma yapmak için gelmedim. Çünkü bana göre hatalı olan bir davranışım yoktu. Ama siz de kurallar gereği bana bir ceza vereceksiniz. Bugün buraya size bir şey söylemek için geldim. Evet kurallar gereği bana bir ceza vereceksiniz. Size soruyorum bugün adliyede sakallı arkadaşlarım var, kot giyen arkadaşlarım var, açık ve dekolte giyen arkadaşlarım var, bu kişiler hakkında da bir soruşturma yaptınız mı?

Kadın Üye: Hayır. Siz de onları şikayet edin, haklarında soruşturma başlatalım.

Neslihan K.: Ben hiçbir arkadaşımı, meslektaşımı sırf bu yüzden şikayet etmem, edemem. Bana ne insanların ne giydiğinden adliyede nasıl dolaştıklarından. İstediğiniz cezayı verin. Bu gün beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim.

Tabi ki beklediğim gibi ve kurallar gereği uyarı cezası aldım, kararı Yargıya taşımadım, kesinleştirdim.

Ve yine bir karar anı gelmişti hayatımda. Tek farkla bu vereceğim karar bu sefer gönül rızamla ve kendi isteğimle olmayacaktı.

Düşündüm ve bu böyle gitmeyecekti. Çünkü adliyede bu işi görev edinmiş elinde kağıt- kalem başörtülü arkadaşları kovalayıp tutanak tutup yönetim kuruluna bu tutanakları gönderen meslektaşlar vardı. (Dikkat ederseniz savunmamda arkadaşlarım ve meslektaşlarım ifadelerini kullandım. Bu insanlar için arkadaşlarım ifadelerini kullanamayacağım ne yazık ki. Çünkü bunu hak etmiyorlar.) Bu cezaların ardı arkası kesilmeyecekti. Önce uyarma cezası aldım. Sonra kınama cezası gelecekti, sonra meslekten belli bir süre uzaklaştırma cezası sonra evet sonra belki de iş meslekten ihraca kadar gidecekti.

Bu insanlarla ve bu süreçle uğraşacak ne gücüm, ne mecalim vardı ne de vaktim. Ben de istemeye istemeye, canım acıya acıya ve hakarete uğramış bir insanın çaresizliğinde başörtümü açtım. Belki yine ailemin tepkisini merak edenler olacaktır. Ne olumlu ne de olumsuz bir tepkileri olmadı; benim kararlarıma her zamanki gibi saygı gösterdiler. Tek kızgın oldukları bir kurum vardı, o da ANKARA BAROSU!..

SON SÖZ…

Evet hikayemle sizi yorduğumun farkındayım. Yazarken ben de hem yoruldum, hem üzüldüm hem de yeniden öfkelendim. Sözü daha fazla uzatmadan  Cynthia McKinney (Amerikalı siyasetçi ve aktivist)’in önemli bir sözüyle bitireyim.

“Birbirimize karşı değil, birbirimize doğru döndüğümüzde, çeşitliliğimizin değerini anladığımızda daha güçlü oluruz… ve birlikte adaletsizliğin kalın duvarlarını yıkabiliriz.”
 

Hoşça kalın, hoş kalın, sevgiyle kalın…

Avukat Neslihan ( YAVUZ ) KAYHAN