“Devlet mi insan yoksa insan mı devlet için? Sorusu önemlidir. “Şahsi düşüncem “devletin insan için olduğu” yönündedir.
Anahtar kelimeler: İnsan ve devlet.
Korona virüsü, insan sağlığı ile devletin niteliğinin nasıl olması gerektiğini insanlığa göstermiştir.
Artık kepimizi önümüze koymalıyız. Dünya düzeni değişim sancısı çekmektedir. Artık dünya düzeninin değişmesine hazır olmalıyız. Yaşanan bu günler insanlık için bir musibettir ve binlerce nasihatten daha etkilidir.
Ne yazık ki günümüzde “yaşam” ve “devletin” kıstas ve sınırlarını çizmek zor, fakat imkansız da değil. Esasında her şey yokluğu veya zıddıyla değer ve anlam kazanır.
Tıpkı nefessiz kalmayınca havanın değerini bilinmediğimiz gibi.
Kişi ruhen ve bedenen sağlıklı olmalıdır. Ruhen ve bedenen sağlık olabilmesi için ise kendisi ve içindeki toplum, her türlü felaket, salgın hastalıklardan korunması gerekir. Peki birey kendi başına bunları yapabilir mi? Hayır. Kim bunu yapacak? Devlet. Hangi nitelikteki devlet? Sosyal devlet. Oysa kapitalist süper güç olan devlet bunu görev addetmemekte ve yapmamaktadır.
Sosyal devlette sağlıklı yaşama hakkı, insanın ana rahminden başlayarak, doğum, bebeklik, çocukluk, gençlik, yaşlılık ve ölümüne kadar olan süreci kapsar. Hatta öldükten sonra da dini inanç ve kültürüne layık şekilde defni de devletin görevi sayılmaktadır. Birey ruhen ve bedenen insan onur ve haysiyetine yaraşır şekilde yaşamalı ve yaşatılmalıdır. Buna devletin yaşatmacılık görevi denilir. Bunun için muazzam bir organizasyona gerek vardır. İşte bu organizasyonun adı devlettir. Sosyal devlet olmazsa kalan sağlar bizimdir hesabı ortaya çıkar. Oysa ideal devlet, herkese eşit mesafededir. Devlet kişinin biyolojik ve fiziksel yaşamının yanında akıl ve bilime dayalı eğitimini de sağlamak zorundadır. Eğitiminden sonra “sosyal güvenlik hakkı” gereğince iş ve aşını sağlar.
Sosyal devleti döngüsü demokratik/halkçı ve insan hak ve onurun dayanması gerekir. Bu sistemde güçsüzün ve yoksulun yaşaması, bölgeler arası imkan farkının da kaldırılması hedeflenir. Dolayısıyla devlet salt kazanca dayalı ekonomik sistemden sapma yaparak planlı şekilde işin içine girmesi gerekir. Bunun için de “devletçi ekonomik sisteme” gerek duyulmaktadır.
Yoksa, dehşet saçan teknolojik silahları yapması veya başka bir ülkenin işgal edilebilmesi önemli değildir. Oysa tam tersine insanca yaşama koşularının sağlanabilmesi ancak küresel çapta silahsızlanmayla mümkündür. Bunu yapmayan veya yapamayacak dünya er veya geç yok oluşa gidecektir.
Bu nedenle “Sosyal adalete dayalı küresel bir sisteme” ihtiyaç vardır. Zira bir yerde çıkan virüs veya bir yerde kesilen ağaç bütün dünyayı etkiler. Yani birdir ve parçalanamaz. Dolayısıyla yaşanılır bir dünyanın yaratılması için çocuk ve gençlerin eğitimi çağdaş bilime, evrensel ve analitik düşünce sistemine dayalı olması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Yine devlet niteliği gereği, kişiler ve zümreler arasında imtiyaz ve ayrımcılığı reddetmesi gerekir. Yine devlet düşünce ve pratikte her türlü etnik ayrım veya imtiyaza fırsat vermemelidir. Sağlıklı yaşam için ekolojik ve organik tarımı destekleyen, doğayı ve hayvanları koruyan nitelikte bir devlet olmalıdır.
Bunlar için ayrıca devletlerin nitelikli şekilde idare edilmesi için liyakatsizler ve ahlaksız kişiler tarafından yönetilmesine fırsat verilmemelidir. Ne yazık çağımızda çoğu ülkede liyakat olmaksızın makam işgal eden, devleti, toplumu ve doğayı soyup soğana çeviren kişi ve gruplar egemen olmuştur. Bunun değişmesi gerekir.
“Yurtta sulh cihanda sulh”, “komşun aç ise sen tok yatamazsın” yine “namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olmalıdır” felsefesinin egemen olması gereken zamandır. Bu anlamlı sözler, zamanında akıl ve mantık gereğince söylenmiştir. Çünkü komşun açsa ekmeğine göz diker. Komşu ülkede savaş varsa mülteci akınına uğrarsın veya savaş ülkene de sıçrar. Salt kendi rahatı ve konforu için bile olsa komşunun tok ve yandaki ülkenin barış içinde yaşaması gerekir. Bunların sağlanması için de namusluların cesur ve basının da dürüst ve özgür olması gerekir.
“Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” mantığı ile serbest liberal ekonomi ile bu işlerin olamayacağı açıktır. Ayrıca devlet eliyle yürütülüp tamamen siyasal otoritenin ihtiraslarına hizmet eden bir zümrenin emrindeki devletçilik de çare değildir. Bunun için bütün halk, kitle ve kesimlerini eşit sayan, ayrımcılık veya imtiyaz tanımayan, tüm bireylerin ekonomik ve sosyal refah ve mutluluğu ön plana alan “halkçı devlet” olması gerekir. Sonuç: bireyler veya kitleler arasında din, dil, etnik veya mezhepsel farklılık gözetmeyen müreffeh bir yönetim olması gerekir. Böyle bir devletin de olabilmesi için, inançlara karşı laik/tarafsız, yönetimde halkçı, ekonomi de devletçi, adalet için de hukuk devletinin niteliklerine sahip olması gerekir.
Av. Dr. Seyithan Güneş
(Emekli hakim)