2577 sayılı İYUK’nun 28/1. madde hükmünde yer alan yasal düzenleme gereği olarak, “kararların sonuçları” madde başlığında idari yargı yerlerince verilen kararların gereklerinin yerine getirilmesi zorunludur. Bu zorunluluk, hem 2577 sayılı yasanın 28. maddesi hükmünde olup ve hem de TC Anayasasının 138. maddesinin temel bir hükmüdür. Anayasamızın 138. maddesine göre; “yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” bu ana kanun hükmü gereği hukuk devleti ilkesi ve hukuka bağlılık idare anlayışının anayasal bir buyruğudur. Bu anayasal buyruk gereği 2577 sayılı İYUK’nun 28. maddesinde, idari yargı kararları bakımından kanun hükmü olarak yerini almıştır.
Her idari yargı kararı, bir gereğin yerine getirilmesi için verilir. Ancak, her idari yargı kararının gereklerinin yerine getirilmesi, 2577 sayılı İYUK’nun 28. maddesine göre olmaz. Madde, 1. fıkrasında, Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin icaplarına göre idare tarafından işlem tesis edilmesi veya eylemde bulunulması zorunlu kararlarının, esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlar olduğu belirtmektedir. O halde, her şeyden önce, idari yargı yerlerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının tanımlanması ve bu kararlardan hangilerinin icaplarının 28. maddenin öngördüğü biçimde yerine getirilmesinin gerekli olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. [1]
İhtiyati haciz ve ihtiyati tahakkuk uygulamalarında mükelleflerin açtıkları davalarda kararın yerine getirilmesi durumunda vergi mahkemesi kararı yeterli görülmemekte, ancak bu kararların kesinleşmesi ve Danıştay tarafından verilecek son karara göre işlem yapılmaktadır. Bu uygulama şekli esasen hukuka uyarlı bir uygulama biçimi değildir. Zira, idarenin nihai merci kararını beklemesi uygulamada zaman almaktadır. Dolayısıyla sürecin uzaması halinde mükellefler çoğu zaman mağdur olmaktadırlar. Böylece mükellefler, vergi mahkemesindeki kazandıkları davalar dolayısıyla vergi daireleri mükellefin teminatlarını iade etmemekte veya Danıştay nihai kararına göre gayrimenkul üzerindeki daha evvelce koydukları hacizleri çözmemektedir. İYUK’nun 28. maddesinde ısrarla ihtiyati haciz veya normal haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında 28. maddenin getirdiği düzenleme esasen mükellef haklarına aykırılık teşkil etmektedir. Yine aynı şekilde mahkeme kararlarının infaz edilmeyişi haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda mükellefin kazanmış olduğu ve lehine verilen hükmün bu aşamada hiçbir etkisi olmamaktadır. Dolayısıyla, Danıştay tarafından verilecek kesin karara göre işlem tesisi uygulamada mükellefleri mağdur etmekte ve gayrimenkulleri üzerindeki hacizlerin kaldırılması uzunca ve yıllarca devam etmektedir. Bu durum davasını kazanan mükellef yönünden esasen Danıştay kararının gelmesi veya beklenilmesi mükellef hakları açısından sakıncalı bir durumdur. [2]
6183 sayılı kanuna göre, yapılan haciz işlemlerine karşı idari dava açılıp açılmayacağı da ayrı bir tartışma konusunu oluşturmaktadır. 6183 sayılı kanunda haciz işlemlerine karşı dava açılacağına dair bir hüküm bulunmamakla birlikte, aynı kanunun 15. maddesinde, ihtiyati hacze karşı 7 gün içinde dava açılabileceği hükme bağlanmıştır.
Amme borçlusu, haciz işlemlerine karşı idari dava açabilir. Ancak bu dava sadece, yapılan haczin usul ve tatbikine yönelik olabilir. Miktar ve mahiyet olarak kesinleşmiş amme borcunun mahiyeti ve tutarını idari dava konusu yapmak mümkün olmamaktadır. Haciz tatbik edilmiş amme borçlusu, sadece haciz işleminin usul ve uygulaması, ödeme emrinin tebliğ edilmemiş olması ile haczedilmeyecek haczedilmiş olması nedeniyle dava açabilecektir. [3]
Bu durumda dava açma süresi; haciz işleminin amme borçlusunun huzurunda yapılmış olması durumunda haciz işleminin yapıldığı günden, haciz işlemi amme borçlusunun gıyabında yapılmış ise haciz tutanağının borçluya tebliğ edildiği tarihten, üçüncü kişilerdeki alacak ve haklar ile gayrimenkullerin haczinde ise haciz işleminin borçlu tarafından öğrenildiği tarihten itibaren 30 gündür. [4] Bu gibi durumlarda da mükellefin açacağı davalarda vergi mahkemesinde davasını kazanması haczin kaldırılması için yeterli görülmemektedir. Bu gibi durumlarda da yine vergi mahkemesi kararının Danıştay tarafından tasdik edilerek kesinleşmesi ve bu kesinleşmeye göre de İYUK md. 28/1. hükmüne göre hareket edilmektedir. Bu noktada idarenin hakları ile mükellef haklarının eşit olarak dengelenmediği görmekteyiz. Konu üzerinde ileriki çalışmalarımızda ayrıntılı olarak incelemelerimizi devam ettireceğiz.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bir karar ile İYUK md. 28/1 hükmü iptal edilmiştir. Bu durumda, artık mahkeme kararlarının kesinleşmesi beklenilmeden infazı zorunlu hale gelmiştir.[5]
----------------------------------------
[1] CANDAN Turgut, Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kanunu, Maliye ve Hukuk Yayınları, 2. Baskı, Ekim, 2006, s. 665
[2] Dnş. 9. D. nin 28.05.1998 gün ve E:1997/3067-K:1998/2270 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:99, 1999, s.456. “Mahkeme kararlarının idarece tebliğ edildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yerine getirilmemesi durumunda yasal faiz ödenmesi gerekir.
[3] KIZILOT Zuhal, “Haciz İşlemleri İdari dava Konusu Yapılabilir mi?”, Hürses, hukuki Yaklaşım, 28.10.2004, s.5
[4] TEKİN Cem, “6183 Sayılı Kanun Hükümleri Uyarınca Yapılan Haciz İşlemleri İdari Dava Konusu Yapılabilir mi?”, Mükellefin dergisi, Ocak 2003, sayı:121, s.66-73
[5] Anayasa Mahkemesi 10.70.2013 gün ve E: 2012/107 - K: 2013/90 R.G. Tarih-Sayı : 22.11.2013-28829