I. Genel Olarak

Konut, kişinin kendini güvende hissettiği, dış dünyadan bağımsız olarak yaşamını sürdürebildiği bir alandır. Bu alan, bireyin hayatını düzenlediği, kendine ait sınırlarını belirlediği bir mekândır. Konut dokunulmazlığını mülkiyet hakkının ötesinde insan onurunun bir yansıması ile ele alınmalıdır. Bir kimsenin konutuna izinsiz girilmesi yahut rızası hilafına orada bulunulması, ilk bakışta sadece mekânsal bir müdahale gibi görünse de bundan çok daha öte bir meseledir. Zira kişi, yaşam alanının yalnızca kendisine ait olduğuna inanır ve bu alan üzerinde mutlak bir kontrol hakkına sahip olduğunu düşünür. Hukukun bu kontrolü ihlale karşı koruma sağlaması da bundandır.

Konut kavramı, bireyin fiilen ikamet ettiği evle sınırlı değildir. Bireyin tasarrufu altında bulunan ve onun iradesine tabi herhangi bir taşınmaz, ister bir yazlık ister henüz yerleşilmemiş bir daire olsun, konut statüsünde değerlendirilmeye elverişlidir. Bu noktada, mekânın kullanım sıklığı ya da içinde yaşanıp yaşanmadığı değil; bireyin o mekân üzerinde hâkim bir irade ortaya koyup koymadığı belirleyicidir. Hukuken koruma altına alınan da işte bu iradedir. Zira bir kimsenin konutuna izinsiz olarak girmek yahut rızası dışında orada bulunmanın fiziksel bir sınırı ihlal etmekten ibaret olduğunu söylemek yerinde değildir. Bu tür bir eylem, bireyin özel alanı üzerindeki hâkimiyetine yönelmiş doğrudan bir saldırı niteliği taşımaktadır. Dahası, bu müdahale, bireyin kendisine ait olan sınırlı bir mekânda özgürce var olabilme hakkını zedelediği ölçüde, toplumsal yaşama katılmasının da önünü keser. Bu yönüyle de konut dokunulmazlığı bireyin mahremiyetiyle birlikte özgürlük temelli toplumsal varoluşu güvence altına alan bir kurumdur.

II. Türk Ceza Kanunu’nda Konut Dokunulmazlığı Suçu

Türk Ceza Kanunu’nun 116. maddesi, bireyin yaşam alanı üzerindeki tasarruf yetkisini hukuki koruma altına alır. Maddenin birinci fıkrası şu şekildedir:

“Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Yasa koyucu maddede, konutun ya da eklentilerinin, rızaya aykırı biçimde ihlali suç olarak düzenlenmiştir. İhlal, yalnızca rıza dışı bir girişle sınırlı değildir; rıza ile girilmiş bir konuttan, bu rıza geri çekildiği hâlde çıkmamak da aynı kapsama dâhildir. Nitekim maddenin birinci fıkrasında yer alan düzenleme, iki ayrı fiili kapsar. İlki, mağdurun rızası dışında konuta ya da eklentilerine girilmesidir. İkincisi, başlangıçta mağdurun izniyle girilmiş bir konuttan, rızanın ortadan kalkmasına rağmen ayrılmamaktır. Her iki durumda da ihlal, bireyin konut üzerindeki iradesinin yok sayılmasına dayanır. Fıkradaki suçun oluşması için cebir, tehdit ya da başka bir zorlayıcı unsurun bulunması aranmaz. Zira söz konusu hususlar suçun dördüncü fıkrada düzenlenen ağırlaştırıcı unsurudur. Mağdurun rızasının dışına çıkılması yeterli görülmektedir. Failin, mağdurun izni olmaksızın konuta girmesi ya da verilen rızanın sonradan kaldırılmasına rağmen içeride kalmaya devam etmesi, bu anlamda, hukuken cezai sorumluluk doğurur.

Maddenin ikinci fıkrası, işyerlerine yönelik izinsiz müdahaleleri farklı bir çerçevede ele almaktadır. Hükme göre, “Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin, açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.” İşyeri, konuta kıyasla daha az mahrem kabul edilen bir alan olduğundan, buraya yönelik ihlallerde öngörülen ceza alt sınırı da daha düşüktür. Ancak bu işyerinin her alanının herkes için serbestçe erişilebilir olduğu anlamına gelmez. Çalışanlara veya yetkililere özgü bölümlere, açık rıza olmadan girilmesi hâlinde, kişi yine hukuki sorumlulukla karşılaşır. Bu fıkrayla birlikte, bireyin mesleki faaliyetini yürüttüğü işyeri de belirli sınırlar dâhilinde korunmaktadır. Burada esas alınan, işyerinin herkesin serbestçe girebildiği bölümleri ile yalnızca belirli kişilere açık alanları arasında bir ayrım yapılmasıdır. Örneğin bir mağazanın satış alanı, açık rıza aranmaksızın girilmesi mutat olan bir yer kabul edilebilirken; personel odası, muhasebe bürosu ya da depo gibi bölümler bu kapsama girmez. Bu tür alanlara, açıkça izin alınmaksızın girilmesi hâlinde, fiil konut dokunulmazlığı çerçevesinde değerlendirilir. Dolayısıyla, kişinin iş ortamındaki düzenine, sınırlarına ve sınırlı mahremiyet alanına yapılan müdahale, mekânsal bir ihlalden öte hukuki bir ihlal olarak da karşılık bulur.

Maddenin üçüncü fıkrasında, konutun ya da işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanıldığı durumlar için özel bir hükme yer verilmiştir. Buna göre, “Evlilik birliğinde aile bireylerinden ya da konutun veya işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda, bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir.” Mezkur düzenleme, birlikte yaşama veya ortak kullanım ilişkisi içinde bulunan kişilerin, birbirlerinin yaşam alanlarına dair belirli ölçüde tasarrufta bulunabilecekleri varsayımına dayanır. Örneğin aynı evde yaşayan iki kardeşten biri, diğerinin bilgisi dışında eve bir başkasını davet etmişse; bu fiil, rıza ile gerçekleştiği ölçüde konut dokunulmazlığı ihlali sayılmaz. Ancak bu tür bir rızanın geçerli olabilmesi için, hukuken meşru bir amaca dayanması gerekir. Uygulamada sıklıkla karşılaştığımız durum evlilik birliği içinde konutun ortak kullanımıdır. Şöyle ki, yalnızca eşlerden birinin rızası ile gerçekleşen konuta girişin geçerliliği, diğer eşin konut üzerindeki hakkını ihlal etmeyecek şekilde yorumlanmalıdır. Eşlerden biri, evlilik dışı bir ilişki yaşadığı kişiyi, diğer eşin bilgisi ve rızası olmadan evlilik birliği içinde kullanılan ortak konuta almışsa; bu durum, hukuken meşru bir amaca dayanmayan rıza olarak değerlendirilir ve konut dokunulmazlığının ihlali suçunu oluşturabilir. Örneğimizi bir adım daha öteye taşıyacak olursak, boşanma davası devam eden bir evlilikte, mahkemece ortak konutun yalnızca bir eşin kullanımına bırakıldığına dair herhangi bir karar bulunmuyorsa, eşlerden her biri konut üzerinde eşit hak sahibidir. Buna rağmen, eşlerden birinin eşin bilgisi dışında ve evlilik birliğini zedeleyici nitelikte üçüncü kişileri konuta kabul etmesi hâlinde, bu tasarrufun meşru rıza olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı kanaatindeyiz. Başka bir deyişle, rızanın, hakkın kötüye kullanılması biçiminde veya salt zarar verme saikiyle ortaya konmuş olması hâlinde, hukuki koruma ortadan kalkar. Ortak kullanımın niteliği, burada belirleyici bir ölçüttür. Süreklilik arz eden bir kullanım ilişkisi varsa ve kişiler o alan üzerinde birlikte tasarruf yetkisine sahipse, bireylerden birinin rızası yeterli kabul edilir. Ancak geçici ya da sınırlı bir kullanım söz konusuysa, her bir kullanıcının iradesi ayrı değerlendirilmelidir. Bu nedenle, rızanın varlığı kadar, hangi koşullarda ve hangi saikle verildiği de önem taşır.

Maddenin dördüncü fıkrası, konut dokunulmazlığı ihlalinin bazı şekillerine daha ağır ceza öngörmektedir. Hükme göre, “Fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Burada suçun işleniş biçimi, cezai sorumluluğun artırılmasına neden olur. Özellikle gece saatlerinde gerçekleştirilen ihlallerde, mağdurun savunma imkânlarının azalması ve güvenlik duygusunun kırılgan hâle gelmesi dikkate alınmıştır. Karanlık, fail açısından eylemi gizlemeyi kolaylaştırırken, mağdurun fark etme ve karşı koyma kapasitesini düşürür. Benzer şekilde, cebir ya da tehdit kullanılarak yapılan müdahaleler, konut dokunulmazlığının ötesinde, kişinin iradesine doğrudan bir saldırı anlamı taşır. Fiziksel güç uygulanması, korku yoluyla baskı kurulması ya da mağdurun bulunduğu yerden zorla uzaklaştırılması, hem eylemin ağırlığını artırır hem de failin kastını daha tehlikeli bir noktaya taşır.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 18.02.1942 tarih ve 21/4 sayılı kararında, evli bir kadının rızasıyla, onunla gayrimeşru birliktelik yaşamak amacıyla konuta girilmesi hâli değerlendirilmiştir. Kurul, meskene girmeye men etme hakkının, Medeni Kanun’a göre aile reisi veya konut üzerinde sükna hakkı olan kişiye ait olduğunu belirtmiş; bu hakkı haiz kişinin zımni rızasının yokluğunun dahi konut dokunulmazlığını ihlal suçu için yeterli olduğunu vurgulamıştır. Eşin rızasıyla konuta girilmiş olsa bile, bu rıza hukuka aykırı bir amacı meşru kılmayacağını nitelendirmiş ve böyle bir durumda kocanın zımni rızasının bulunmadığını, bu nedenle de sanığın konuta girmesinin konut dokunulmazlığının ihlali suçunu oluşturacağını belirtmiş ve bu yönde bir ilke kararı benimsemiştir.

>> YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ

Av. Özer Alişan EKREN

Av. Özer Alişan EKREN