Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek koşuluyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesinde belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir.
Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi şeklindeki genel kural ve kanunda öngörülen bir yükümlülüğün ibaresi birlikte değerlendirildiğinde hem yükümlülüğün hem de bu yükümlülüğe uymamanın sonucu olarak gerçekleşen tutma hâlinin kanunla düzenlenmesi gerekir. Buradaki kanun şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir.
Kanunda öngörülen yükümlülüğün somut ve belirli olması, genel mahiyette olmaması gerekir. Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasındaki bu tutma hâlinin hukuka uygun olabilmesi için yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlama amacına yönelik olması ve cezalandırıcı bir nitelik taşımaması gerekir. Bu hüküm kapsamındaki tutma hâlinin söz konusu olabilmesi için kişinin kanunen yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüğü ifa etmemiş olması gerekir.
Kanunun öngördüğü yükümlülüğün tutma haricinde daha hafif araçlarla yerine getirilmesinin mümkün olup olmadığının gözardı edilmemesi gerekir. Diğer bir deyişle daha az sınırlayıcı bir müdahale ile kanunun öngördüğü yükümlülük yerine getirilebiliyorsa kişinin tutulması ölçüsüz olacaktır. Ölçülülük bağlamında kanundan doğan yükümlülüğün niteliği, amacı, tutulan kişinin durumu, tutmaya yol açan özel koşullar ve tutmanın süresi, tutmanın acil bir ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığı dikkate alınacaktır.
İlgili Kararlar:
♦ (Muhammed Neşet Girasun, B. No: 2017/22254, 2/6/2020)
♦ (Bilal Çebi, B. No: 2019/41092, 27/7/2022)
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MUHAMMED NEŞET GİRASUN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2017/22254) |
|
Karar Tarihi: 2/6/2020 |
R.G. Tarih ve Sayı: 19/8/2020-31218 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör |
: |
Yusuf Enes KAYA |
Başvurucu |
: |
Muhammed Neşet GİRASUN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun askerlik işlemlerini tamamlattırmak amacıyla bir süre karakolda bekletilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/4/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. 7/2/2015 tarihinde Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde bir otelde kaldığı sırada Yüksekova Asayiş Büro Amirliği personelince başvurucuya yoklama kaçağı durumunda olduğu bildirilmiş, askerlik işlemlerini tamamlamak üzere on beş gün içinde en yakın askerlik şubesine başvurması gerektiği aktarılmış ve bu hususta bir tutanak tanzim edilmiştir.
8. 10/2/2015 tarihinde otomobiliyle Diyarbakır'a doğru seyir hâlindeyken jandarma ekiplerince başvurucunun aracı durdurulmuş, yoklama kaçağı olduğundan tutanak düzenlemesi için araçtan inmesi istenmiştir.
9. Başvurucu daha önceki tutanağı göstermiş ve on beş günlük sürenin dolmadığını belirtmiştir. Bakaya durumunun devam etmesi nedeniyle tutanak tutulmasının zorunlu olduğu jandarma ekiplerince kendisine ifade edilmiş ve başvurucu, tutanak imzalaması için karakola davet edilmiştir.
10. Bunun üzerine yaklaşık bir saatte tanzim edilen tutanağı karakolda imzaladıktan sonra başvurucu serbest bırakılmıştır.
11. Başvurucu; Yüksekova Asayiş Büro Amirliğince bakaya kaydının sistemden düşülmemiş olması nedeniyle aranan kişi konumunun sürdüğünü, hakkında tekrar tutanak düzenlenmesi neticesinde bir saatlik kaybının olduğunu, özgürlüğünün kısıtlandığını, olayın idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığını belirterek 500 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle Van 3. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.
12. İdare; savunmasında başvurucunun bakaya kaydının sistemden düşülememesinin sistemin off-line çalışması ve hâlihazırda geçiş sürecinde bulunmasından kaynaklandığını, olayda manevi tazminat ödenmesini gerektirecek şartların oluşmadığını belirtmiştir.
13. Van 3. İdare Mahkemesi 25/1/2017 tarihinde kesin olmak üzere davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında; idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinde de; tam yargı davaları, idarenin eylem ve işlemlerinden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır.
Manevi tazminat, ilgililerin idari işlemlerden dolayı uğradıklarını iddia ettikleri manevi zarara karşılık istedikleri, temelde gerçek bir tazmin aracı olmayıp, doğrudan doğruya manevi tatmin aracıdır.
Bir idari eylem veya işlem nedeniyle manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve bu nedenle elem ve ıstırap duyan, yaşama zevki azalan kişiye bir miktar para verilerek, onun bu yoldan tatmin edilmesi manevi tazminat kurumunun temel amacıdır.
İdarenin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden dolayı manevi tazminata hükmedilebilmesi için, ağır hizmet kusurunun bulunmasına gerek olmamakla birlikte, kişilerin manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelmesi, elem ve ıstırap duymaları, yaşama zevklerinin azalması, haysiyet ve şereflerinin rencide edilmesi gerekmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden, davacının 07.02.2015 tarihinde Hakkari ili Yüksekova ilçesinde bir otelde uyurken saat 04:00 sularında Yüksekova Asayiş Büro Amirliği personelince uyandırılarak kendisinin bakaya durumunda olduğunun bildirildiği, askerlik işlemlerini tamamlamak üzere 15 gün içerisinde en yakın askerlik şubesine başvurması gerektiği kendisine aktarıldığı ve tutanak tanzim edildiği, davacının 10.02.2015 tarihinde Diyarbakır iline doğru yapmış olduğu yolculuk sırasında jandarma ekiplerince aracının durdurulduğu, bakaya durumunda olduğundan tutanak düzenlemesi için araçtan inmesinin istendiği, davacı tarafından daha önceki tutanak gösterilmesine ve 15 günlük sürenin dolmadığı anlatılmasına rağmen sistemde bakaya durumunun halen devam etmesi nedeniyle tutanak tutulmasının zorunlu olduğunun ifade edildiği, bunun üzerine yakında bulunan karakola gidilerek tutanak düzenlendiği, davacı tarafından Yüksekova Asayiş Büro Amirliğince bakaya kaydının sistemden düşülmemesi neticesinde bu olayın yaşandığı ve olayın idarenin hizmet kusurundan kaynaklanması nedeniyle 500,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Olayda, manevi tazminat için gerekli olan 'idari işlem ve eylemler nedeniyle kişinin manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelmesi, elem ve ıstırap duyması, yaşama zevkinin azalması, haysiyet ve şerefinin rencide edilmesi' şartlarının gerçekleşmediği, idarelerin her kusurlu işlemi için de ilgililere manevi tazminat ödenmesi olanağının bulunmadığı dikkate alındığında, manevi tazminat ödenmesi koşullarını taşımayan davacı isteminin reddi gerektiği sonucuna varılmıştır."
14. Bu karar 23/3/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 24/4/2017 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
16. 21/6/1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanunu'nun (olay tarihinde geçerli olan, 25/6/2019 tarihi itibarıyla mülga olan) 1. maddesi şöyledir:
"Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur."
17. Aynı Kanun'un 3. maddesi şöyledir:
"Askerlik çağı, yoklama devri, muvazzaflık ve yedek olmak üzere üç devreye ayrılır."
18. Aynı Kanun'un 4. maddesi şöyledir:
"Yoklama devri, askerlik çağının başlangıcından muvazzaflık hizmetinin başlangıcına kadar geçen süredir."
19. Aynı Kanun'un 12. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Yoklamada bulunmıyan ve bulunamadıklarına dair bu kanunda yazılı bir mazeret gösterememiş olanlara (Yoklama kaçağı) ... denir."
20. Aynı Kanun'un 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Yükümlülerin sağlık muayenelerinin yapılarak askerliğe elverişli olup olmadıkları, öğrenim durumları, meslekleri ve niteliklerinin belirlenmesi işlemine yoklama denir.
Askerlik çağına gireceklerin kimlik bilgileri İçişleri Bakanlığınca her yıl ekim ayında Millî Savunma Bakanlığına bildirilir.
Askerlik çağına girenler ile bunlarla işleme tabi olanların yoklaması, her yıl 1 Ocak günü başlar ve o yıl askerlik çağına giren doğumluların silah altına alınacağı ilk celp ve sevk tarihinin bitimine kadar devam eder."
21. Aynı Kanun'un 25. maddesi şöyledir:
"Millî Savunma Bakanlığı tarafından, o yıl askerlik çağına girenler ile bir önceki sene ertesi yıla terk edilenlerin yoklamalarının yapılacağı hususu, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu ve diğer ulusal yayın yapan televizyon ve radyo kanalları aracılığıyla zorunlu yayın kapsamında duyurulur. Bu duyuru yükümlülere tebliğ mahiyetindedir. "
22. Aynı Kanun'un 26. maddesi şöyledir:
"Çağrılan kişiler, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası bulunan kimliğini ve öğrenim durumlarını gösterir belgeler ile birlikte yurt içinde askerlik şubelerinde, yabancı ülkelerde ise bulundukları yerin elçilik veya konsolosluklarında bizzat bulunmaya mecburdurlar. Bizzat bulunamayacak derecede hastalık veya engelli olanlarla, hükümlü, tutuklu veya lise veya yükseköğrenimde olup henüz okullarını bitirmemiş olanlar hastalıkları veya engellilikleri hakkında usulüne uygun rapor veya okumakta oldukları okuldan verilmiş veya elçilik veya konsolosluklardan onaylı öğrenim durumlarını gösterir belge göndermeye ve hükümlülük veya tutukluluklarının nedenini bildirmeye, askerlik şubeleri ve elçilik veya konsolosluklar da bu husustan haber verilmiş olsun olmasın ihtiyar meclis ve heyetlerinden ve sair kişilerden ve ilgili kurumlardan yapılacak işlemleri sormaya ve askerliklerini bu sorgu neticesine ve muayenelerine göre kararlaştırmaya mecburdurlar.
İlçeleri dışındaki askerlik şubelerine ve elçilik veya konsolosluklara gidenlerin yapılan yoklamaları, bekletilmeksizin yerli askerlik şubelerine, varsa rapor ve öğrenim belgeleri ve hapislik veya tutukluluk nedenleri ile birlikte bildirilir ve bu gibilerin askerlikleri bu bilgilere göre kararlaştırılır.
Askerliğe elverişli olmadıklarını öne sürerek bulundukları yabancı ülkelerdeki elçilik veya konsolosluklara başvuranların sağlık muayeneleri, elçilik veya konsolosluklar tarafından uygun görülen resmi hastanelerde yaptırılır ve bu muayene sonucu alacakları raporlar elçilik veya konsolosluklar tarafından onaylanarak Milli Savunma Bakanlığına gönderilir. Bunların askerlik işlemleri, Milli Savunma Bakanlığı tarafından raporları üzerinde yapılacak inceleme sonucu kararlaştırılır. Bu kararlara itiraz halinde, yurt içindeki Sağlık Bakanlığınca belirlenen yetkili sağlık kurullarında yaptırılacak muayene sonucu verilecek raporlara göre işlem yapılır. Askerliğe elverişli olmadıklarına karar verilenlerden askerliğe elverişli oldukları şikayet veya ihbar edilenlerin durumları, Milli Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları tarafından müştereken mahallinden araştırılır, araştırma sonucu askerliğe elverişli olduklarına kanaat getirilenler, yurt içinde tam teşekküllü Sağlık Bakanlığınca belirlenen yetkili sağlık kurullarına sevk edilerek, sağlık kurulları tarafından verilecek raporlara göre kesin işleme tabi tutulurlar."
23. Aynı Kanun'un 30. maddesi şöyledir:
"Yoklama, sırasında, askerlik şubesine veya yurtdışı temsilciliklerine gelmemiş ve 26 ncı madde gereğince gelmeme sebebini bildirmemiş kişiler, yoklama kaçağı olarak kabul edilir.
Yoklama kaçakları, askerlik ödevlerini yerine getirmek maksadıyla yakalanmaları için Milli Savunma Bakanlığınca İçişleri Bakanlığına, askerlik şubelerince de mahallin en büyük mülki amirine bildirilirler. Yakalanarak muhafaza altına alınan yükümlüler, vakit geçirmeksizin ve en geç yirmidört saat içerisinde en yakın askerlik şubesine getirilirler. Askerlik şubesince teslim alınamayan yükümlüler, ilgili kolluk kuvveti tarafından hazırlanan tutanağa istinaden derhal serbest bırakılırlar."
24. Aynı Kanun'un 86. maddesi şöyledir:
"Yoklamada bulundukları yerdeki askerlik şubesi, elçilik veya konsolosluklara gelmeyen ve bu Kanunda yazılı bir mazereti bulunduğuna dair belge ibraz etmemiş olanlardan, birlikte yoklamaya tabi oldukları doğumluların yurt genelinde normal sevk yılı içindeki ilk celp ve sevk tarihinden sonra ve son celp ve sevk döneminin bitiminden önce ele geçen veya kendiliğinden gelenler bulundukları yerde resmi bir hekime yahut en yakın yerde bulunan Sağlık Bakanlığınca belirlenen yetkili sağlık kurullarında muayene ettirilirler. Muayene neticesinde askerliğe elverişli oldukları anlaşılanlardan erteleme hakkı bulunmayanlar Millî Savunma Bakanlığınca tespit edilecek sınıf ve tertibat yerlerine derhal sevk olunurlar. Bu durumdakiler hakkında il veya ilçe idare kurullarınca yüz Türk Lirası idari para cezası verilir.
Yoklamada bulundukları yerdeki askerlik şubesi, elçilik veya konsolosluklara gelmeyen ve bu Kanunda yazılı bir mazereti bulunduğuna dair belge ibraz etmemiş olanlardan, birlikte yoklamaya tabi oldukları doğumluların yurt genelinde normal sevk yılı içindeki son celp ve sevk döneminin bitimine kadar ele geçmeyenler, elde edildiklerinde bulundukları yerde resmi bir hekime yahut en yakın yerde bulunan Sağlık Bakanlığınca belirlenen yetkili sağlık kurullarında muayene ettirilirler. Muayene neticesinde askerliğe elverişli oldukları anlaşılanlardan erteleme hakkı bulunmayanlar Millî Savunma Bakanlığınca tespit edilecek sınıf ve tertibat yerlerine derhal sevk olunurlar.
İkinci fıkra kapsamında yoklama kaçağı kaldıktan sonra ertelemesi yapılanlar ile birliklerine sevk edilenler hakkında bu Kanunun 89 uncu maddesinin dört ila yedinci fıkra hükümleri uygulanır.
Yoklama kaçağı iken ertelemesi yapılmış olanlar, ertelemelerinin bittiği tarihi takip eden ilk mesai günü sevk edilirler."
25. Aynı Kanun'un 89. maddesi şöyledir:
"Sınıf ve tertibatı belirlenmiş olanlardan, yapılan bildirim veya duyuru üzerine birlikte sevk edilecekleri emsallerinin sevk tarihinin son gününe kadar gelmeyen ve bu durumları 47 nci maddede yazılı özürlerinden ileri gelmediği belirlenenler ile sevk edildikten sonra askerliğini yapacağı kıtaya gitmeksizin kaçanlardan elde edilip de erteleme hakkı bulunmayanlar derhal sevk olunurlar.
Durumları 47 nci maddenin ikinci fıkrasına uyanlar ile sınıflandırılan yedek subay adaylarından askerlik şubesi başkanlıklarına gelip sevk tarihlerinde sevk evrakını almayanlar ve sevk evrakını alıp kendilerine verilen yol süresi sonunda sınıf okulu veya eğitim birliğine katılmayanlardan durumları 47 nci maddede belirtilen mazeretler dışında kalanlar eğitim birliği veya sınıf okuluna sevk olunurlar. Bakaya iken ertelemesi yapılmış olanlar, ertelemelerinin bittiği tarihi takip eden ilk mesai günü sevk edilirler.
Barışta, kabul edilebilir bir özrü olmaksızın;
a) Yoklama kaçaklarından birlikte yoklamaya tabi oldukları doğumluların yurt genelinde normal sevk yılı içindeki son kafilesi gönderilmiş bulunanlar için, son kafilenin gönderilmesi tarihinden,
b) Saklılardan yaşıtlarının yurt genelinde normal sevk yılı içindeki son kafilesi gönderilmiş bulunanlar için, son kafilenin gönderilmesi tarihinden,
c) Bakaya kalanlar için, bakaya kaldıkları tarihten,
d) İhtiyat erattan çağrılıp da birlikte işleme tabi olduğu kişiler gönderilmiş bulunanlar için, en son gönderilme tarihinden,
e) Yoklama kaçağı, saklı veya bakaya olup olmamasına bakılmaksızın askerlik şubesince sevk edildiği kıtasına katılmayan veya geç katılanlar için, kendilerine tanınan kanuni yol süresinin bitiminden,
itibaren dört ay içinde gelenler ikiyüzelli, yakalananlar bin; dört aydan sonra bir yıl içinde gelenler beşyüz, yakalananlar ikibin; bir yıldan sonra gelenler yediyüzelli, yakalananlar üçbin Türk Lirası idarî para cezasıyla cezalandırılır. Bir yıldan sonra tamamlanan her takvim yılı için kendiliğinden gelenler ayrıca bin, yakalananlar ayrıca ikibin Türk Lirası idarî para cezası ile cezalandırılır. Ancak, bu eylemlerinden sonra askerlik şubesince ilk sevk edildikleri kıtalara gecikmeksizin katılmaları halinde haklarında verilecek idarî para cezalarının yarısı verilir.
Bu madde uyarınca verilecek idarî para cezalarına ilişkin evrak, yükümlünün bağlı olduğu askerlik şubesi başkanlıklarınca yükümlünün nüfusa kayıtlı olduğu yer mülki idare amirliklerine gönderilir ve idarî para cezası ilgili il ya da ilçe idare kurullarınca verilir.
Bu madde uyarınca verilen idarî para cezaları hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununda öngörülen kanun yoluna müracaat edilebilir. Bu cezaların yerine getirilmesi askerlik hizmetlerinin sonuna bırakılır. Bu süreler içinde zamanaşımı işlemez.
Barışta, dördüncü fıkra uyarınca verilen idarî para cezası kesinleştikten sonra dördüncü fıkrada sayılan eylemlerden herhangi birini işleyenler ile bu eylemleri seferberlik ve savaş halinde işleyenler hakkında askerlik şubelerince suç dosyaları hazırlanarak yükümlünün nüfusa kayıtlı olduğu yer Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir."
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) Herkes kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahiptir. Aşağıdaki haller dışında ve hukukun öngördüğü bir usule uyulmadıkça, hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
...
b) bir kimsenin mahkemenin hukuka uygun bir karara uymaması nedeniyle veya hukukun öngördüğü bir yükümlülüğü yerine getirmesini sağlamak için hukuka uygun olarak gözaltına alınması veya tutulması;
..."
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında geçen özgürlük kavramı, kişinin fiziksel özgürlüğünü kapsamaktadır (Engel ve diğerleri/Hollanda [GK], B. No: 5100/71, ..., 8/6/1976, § 58). AİHM, özgürlükten yoksun bırakmanın nesnel ve öznel iki unsuru bulunduğunu belirtmektedir. Buna göre nesnel unsur kişinin gözardı edilemeyecek uzunlukta bir süre boyunca sınırları belli bir yere kapatılması, öznel unsur ise bu kapatılmanın geçerli bir rızaya dayanmamasıdır (Storck/Almanya, B. No: 61603/00, 16/6/2005, § 74).
28. Bir kimsenin 5. madde anlamında özgürlüğünden mahrum bırakılıp bırakılmadığının değerlendirilmesinde somut olayın özelliklerinin yanı sıra uygulanan tedbirin çeşidi, süresi, etkileri ve uygulanma şekli gibi faktörlerin de dikkate alınması gerekir (Guzzardi/İtalya [GK], B. No: 7367/76, 6/11/1980, §§ 92, 93).
29. Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna göre olayların Sözleşme'nin 5. maddesinin birinci fıkrası anlamında bir özgürlükten yoksun bırakmaya işaret etmesi hâlinde tutma süresinin göreli olarak kısalığı, sonucu etkilemez (Järvinen/Finlandiya (k.k.), B. No: 30408/96, 15/1/1998). AİHM'e göre kimliğinin bulunmaması nedeniyle iradesi dışında karakola götürülen, burada bir saat süreyle nezarette tutulan, kimliği tespit edildikten sonra salıverilen bir kişi hakkındaki tutma hâli kişiyi özgürlükten yoksun bırakan bir tedbirdir (Novotka/Slovokya (k.k.), B. No: 47244/99, 4/11/2003).
30. Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde bireylerin hukuka uygun olarak özgürlüğünün sınırlandırılabileceği iki hâl düzenlenmiştir. Bu hükme göre kişilerin bir mahkemenin hukuka uygun bir kararına uymaması nedeniyle ya da hukukun öngördüğü bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak amacıyla tutulabilir.
31. AİHM’e göre bu tutma hâli söz konusu olduğunda en azından ilgili kişinin üzerine düşen ve yerine getirilmemiş bir yükümlülüğünün varlığı zorunludur. Ayrıca bu tutma hâlinin yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlama amacına yönelik olması ve cezalandırıcı bir karakter taşımaması gerekir. Söz konusu yükümlülük yerine getirilir getirilmez bu madde kapsamındaki bir tutma varlığını kaybeder (Vesileva/Danimarka, B. No: 52792/99, § 36; S.V. ve A./Danimarka [BD], B. No: 35553/12… , 22/10/2018, §§ 80, 81).
32. AİHM’e göre hukukun öngördüğü bir yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak ifadesinde geçen yükümlülük, söz konusu kişi açısından belirli ve somut olmalıdır. AİHM ayrıca yükümlülüğün, bu yükümlülüğün ihlaline karşı bir yaptırım olarak uygulanan alıkoyma tedbirinin öncesinde mevcut olması gerektiğini belirtmiştir (Ciulla/İtalya, B.No:11152/84, § 36). AİHM’e göre yükümlülük kavramının geniş yorumlanması hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil edebilecek ve keyfî olarak özgürlükten yoksun bırakılma riskini doğuracaktır (Engel ve diğerleri/Hollanda, § 69; Iliya Stefanov/Bulgaristan, B. No: 65755/01, 22/5/2008, § 72; S.V. ve A./Danimarka, § 83). Bu nedenle Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi mevcut hukuki düzene saygı gösterme gibi genel bir yükümlülüğü yerine getirmeye yönelik bir idari tutma hâlini haklı çıkarmayacaktır (S.V. ve A./Danimarka, § 83).
33. Bu hüküm gereğince tutmanın Sözleşme şartlarına göre kabul edilebilir olması için hukukun öngördüğü yükümlülüğün daha hafif araçlarla yerine getirilmemesi gerekir (Khodorkovski/Rusya, B. No: 5829/04, 31/5/2011, § 136). Ölçülük ilkesi uyarınca ayrıca ilgili yükümlülüğün hemen yerine getirilmesinin demokratik toplumdaki önemi ile özgürlük hakkının önemi arasında bir denge kurulmalıdır (Saadi/Birleşik Krallık [BD], B. No: 13229/03, 29/1/2008, § 70). Bu dengenin kurulup kurulmadığının değerlendirilmesinde AİHM; konuyla ilgili mevzuattan doğan yükümlülüğün niteliğini, mevzuatın konusu, amacını, tutulan kişinin durumunu, tutmaya yol açan özel koşulları ve tutmanın süresini dikkate almaktadır (Vesileva/Danimarka, §§ 37, 38; Gatt/Malta, B. No: 28221/08, 27/7/2010, § 46).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 2/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
35. Başvurucu, yetkili idare tarafından yapılan tahkikat sonucu yoklama kaçağı durumunda olduğu ve askerlik işlemlerini tamamlamak üzere on beş gün içinde en yakın askerlik şubesine başvurması gerektiği kendisine bildirildikten sonra henüz bu on beş günlük süre dolmadan Diyarbakır'a yapmış olduğu yolculuk sırasında aranan kişi kaydının sistemden düşülmemesine bağlı olarak jandarma ekiplerince aracının durdurulduğunu, tekrar tutanak düzenlenmeden geçişine izin verilmeyeceğinin söylenmesi üzerine aracından inerek karakola gittiğini ve tutanağın imza edilmesi sonrası geçişine izin verildiğini belirtmiştir. Başvurucu yaklaşık bir saat boyunca özgürlüğünden mahrum kaldığını belirterek açtığı tam yargı davasının reddedildiğini ve bu nedenlerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
36. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
37. Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
... kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; … halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
39. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı devletin bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir haktır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 62).
40. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında hürriyetten yoksun bırakma kavramını tanımlamıştır. Buna göre hürriyetten yoksun bırakma, bir kimsenin kısıtlı bir alanda ihmal edilemeyecek bir süre için tutulması ve bu kişinin söz konusu tutmaya rıza göstermemiş olması şeklinde ifade edilebilecek iki unsuru içermektedir (Cüneyt Kartal, B. No: 2013/6572, 20/3/2014, § 17).
41. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek koşuluyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesinde belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).
42. Maddenin birinci fıkrasında geçen hürriyet sözcüğü, özgürlük ve bağımsızlığın yanı sıra serbestlik anlamına da gelmektedir. Bu anlamda kişi hürriyetine yönelik bir müdahalenin bulunduğunun söylenebilmesi için kişinin hareket serbestisinin maddi olarak sınırlandırılmış olması gerekir. Buradaki hareket serbestisine yönelik kısıtlama, Anayasa'nın 23. maddesinde güvence altına alınan seyahat hürriyetine yönelik bir müdahaleye göre çok daha yoğundur. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale için kişi, rızası olmaksızın en azından rahatsızlık verecek uzunlukta bir süre boyunca belirli bir yerde fiziki olarak tutulmalıdır (Galip Öğüt [GK], B. No: 2014/5863, 1/3/2017, § 34).
43. Anayasa'nın 19. maddesinin metni bir bütün olarak değerlendirildiğinde maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarındaki sınırlama sebeplerinin kişilerin fiziksel özgürlüklerine ilişkin olduğu, ayrıca devam eden fıkralardaki güvencelerin de fiziki olarak hürriyetinden yoksun bırakılmış kişiler bakımından getirildiği görülmektedir. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının güvence altına aldığı şey, bireylerin yalnızca fiziksel özgürlüğüdür (Galip Öğüt, § 35).
44. Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. Öte yandan Anayasa'nın 19. maddesinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralına yer verilmiştir. Anayasa'nın 13. maddesiyle tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin getirilen kanunilik şartının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden 19. maddede ayrıca belirtildiği görülmektedir. Bu bağlamda birbirleriyle uyumlu olan Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin müdahale olarak tutuklamanın kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (Murat Narman, § 43).
45. Anayasa'nın 19. maddesinin kişi hürriyetinin kısıtlanmasına imkân tanıdığı durumlardan biri maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiş olan kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak kişilerin tutulması hâlidir (Cemal Duğan, B. No: 2014/19308, 15/2/2017, § 57). Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi şeklindeki genel kural ve kanunda öngörülen bir yükümlülüğün ibaresi birlikte değerlendirildiğinde hem yükümlülüğün hem de bu yükümlülüğe uymamanın sonucu olarak gerçekleşen tutma hâlinin kanunla düzenlenmesi gerekir. Buradaki kanun şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
46. Diğer taraftan kanunda öngörülen yükümlülüğün somut ve belirli olması, genel mahiyette olmaması gerekir. Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasındaki bu tutma hâlinin hukuka uygun olabilmesi için yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlama amacına yönelik olması ve cezalandırıcı bir nitelik taşımaması gerekir. Bu hüküm kapsamındaki tutma hâlinin söz konusu olabilmesi için kişinin kanunen yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüğü ifa etmemiş olması gerekir.
47. Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir (Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, § 72).
48. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
49. Bu bağlamda ölçülülük ilkesi uyarınca ayrıca ilgili yükümlülüğün yerine getirilmesiyle ulaşılmak istenen meşru amaç ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının önemi arasında makul bir denge kurulmalıdır. Ayrıca kanunun öngördüğü yükümlülüğün tutma haricinde daha hafif araçlarla yerine getirilmesinin mümkün olup olmadığının gözardı edilmemesi gerekir. Diğer bir deyişle daha az sınırlayıcı bir müdahale ile kanunun öngördüğü yükümlülük yerine getirilebiliyorsa kişinin tutulması ölçüsüz olacaktır.
50. Son olarak ölçülülük bağlamında kanundan doğan yükümlülüğün niteliği, amacı, tutulan kişinin durumu, tutmaya yol açan özel koşullar ve tutmanın süresi, tutmanın acil bir ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığı dikkate alınacaktır.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
i. Başvurucunun Özgürlüğünden Yoksun Bırakılıp Bırakılmadığı
51. Somut olayda başvurucu 10/2/2015 tarihinde yol kontrolü sırasında jandarma görevlilerince durdurulmuş, yoklama kaçağı olarak arandığı belirtilip tutanak imzalaması için karakola davet edilmiştir. Başvurucu; üç gün önce Yüksekova Asayiş Büro Amirliğince aynı sebeple tutanak tutulduğunu, askerlik şubesine başvurması için gereken on beş günlük yasal sürenin dolmadığını belirtmiş ve Yüksekova Asayiş Büro Amirliğince hazırlanan tutanağı ibraz etmiştir. Başvurucunun anlattığı şekliyle bu beyan ve ibraza rağmen ilgili görevliler yoklama kaçağı kaydının sistemden düşümünün yapılmadığını, karakol içinde tanzim edilecek tutanak imzalatılmadan geçişe izin verilmeyeceğini belirtmiştir. Başvurucu bu zorunluluk karşısında karakola gittiğini, tutanağın tanzim edilmesini beklediğini ve bu işlemin yaklaşık bir saat sürdüğünü ifade etmiştir. İdare mahkemesi kararı incelendiğinde başvurucunun bu anlatımının aksine bir kabule yer verilmediği görülmüştür. İdare de savunmasında teknik aksaklıklar sebebiyle yoklama kaçağı kaydının sistemden düşümünün yapılmadığını kabul etmiştir. Başvurucu hakkında iki ayrı tutanak düzenlendiği de dikkate alındığında idari dava sürecinin başvurucunun anlatımlarıyla uyumlu olduğu görülmektedir.
52. Somut olayda başvurucu, karakolda tutanağın tanzim edilmesini beklemek zorunda kalmıştır. Bunu reddetmesi hâlinde geçişine izin verilmeyeceği kendisine söylenmiştir. Dolayısıyla somut olayın koşullarında bu baskı unsuru -her ne kadar tutma süresi kısa olsa da- başvurucunun özgürlüğünden yoksun bırakıldığı sonucuna varılmasını gerekli kılmıştır.
ii. Başvurucunun Özgürlüğünden Yoksun Bırakılmasının Anayasa'nın 19. Maddesinin İkinci ve Üçüncü Fıkrasındaki Tutma Hâllerinden Herhangi Birinin Kapsamında Olup Olmadığı
53. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında kişilerin kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması kişi hürriyeti ve güvenliği hakkında müdahale edilmesine izin verilen durumlardan biri olarak ifade edilmiştir.
54. Bu kapsamda askerliğin hem Anayasa'dan hem de kanundan kaynaklanan bir yükümlülük olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Nitekim Anayasa'nın "Vatan hizmeti" kenar başlıklı 72. maddesinde "Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir." denilmiştir. 1111 sayılı mülga Kanun'un 1. maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur." ifadesine yer verilmiştir.
55. Diğer taraftan 1111 sayılı mülga Kanun'un 3. maddesinde askerlik çağının yoklama devri, muvazzaflık ve yedek olmak üzere üç devreye ayrıldığı belirtilmiş; 4. maddesinde ise yoklama devri, askerlik çağının başlangıcından muvazzaflık hizmetinin başlangıcına kadar geçen süre olarak ifade edilmiştir. Buna göre yoklama devrinin askerlik yükümlülüğünün bir parçası olarak kabulü zorunludur. Nitekim kanun koyucu, yoklama evresinde bulunan kişiler bakımından askerlik görevi kapsamında öngörülen yükümlülükleri etraflı bir şekilde düzenlemiştir. Bu kapsamda 12. maddede yoklamada bulunmayan ve bulunamadıklarına dair bu Kanun'da yazılı bir mazeret gösterememiş olanlara yoklama kaçağı denileceği ifade edilerek kimlerin yoklama kaçağı sayılacakları tanımlanmıştır. 14. maddede ise yoklamanın ne olduğu ve nasıl yapılacağı ortaya konulmuştur. Buna göre yoklama "yükümlülerin sağlık muayenelerinin yapılarak askerliğe elverişli olup olmadıkları, öğrenim durumları, meslekleri ve niteliklerinin belirlenmesi" işlemidir. 25. maddede ise "Millî Savunma Bakanlığı tarafından, o yıl askerlik çağına girenler ile bir önceki sene ertesi yıla terk edilenlerin yoklamalarının yapılacağı hususu, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu ve diğer ulusal yayın yapan televizyon ve radyo kanalları aracılığıyla zorunlu yayın kapsamında duyurulur. Bu duyuru yükümlülere tebliğ mahiyetindedir." denilerek yoklama hususunda kamu makamlarının bilgilendirme yöntemleri belirlenmiştir.
56. Kanun koyucu bu şekilde yoklamaya çağrılan kişilerin bu işlemi yaptırmalarının zorunlu olduğunu 26. maddenin birinci cümlesinde yer alan "Çağrılan kişiler, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası bulunan kimliğini ve öğrenim durumlarını gösterir belgeler ile birlikte yurt içinde askerlik şubelerinde, yabancı ülkelerde ise bulundukları yerin elçilik veya konsolosluklarında bizzat bulunmaya mecburdurlar." şeklinde düzenleme ile açıkça kabul etmiştir. 30. maddede yoklama sırasında askerlik şubesine veya yurt dışı temsilciliklerine gelmeyen ve gelmeme sebebini bildirmemiş kişilerin yoklama kaçağı olarak kabul edilecekleri ifade edilmiş ve bu kişilerin askerlik ödevlerini yerine getirmek maksadıyla yakalanarak muhafaza altına alınmalarına ilişkin esaslar düzenlemiştir. Buna göre "Yakalanarak muhafaza altına alınan yükümlüler, vakit geçirmeksizin ve en geç yirmidört saat içerisinde en yakın askerlik şubesine getirilirler. Askerlik şubesince teslim alınamayan yükümlüler, ilgili kolluk kuvveti tarafından hazırlanan tutanağa istinaden derhal serbest bırakılırlar."
57. Dolayısıyla Anayasa'dan ve kanundan kaynaklanan askerlik yükümlülüğünün yerine getirilmesi amacıyla bu yükümlülüğün evrelerinden biri olan yoklama işleminin gerçekleştirilmesi için çağrıya rağmen yoklamasını yaptırmayan kişilerin (yoklama kaçaklarının) askerlik şubesine götürülmek üzere yakalanması Anayasa'nın 19. maddesinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilmesine izin verilen durumlardan biridir.
iii. Başvurucunun Tutulmasının Hukuka Uygun Olup Olmadığı
58. Bu kapsamda öncelikle başvurucunun tutulmasının hukuki dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Somut olayda başvurucunun tutulmasının dayanağının 1111 sayılı mülga Kanun'un 30. maddesi olduğu görülmektedir. Bu nedenle başvurucunun tutulmasının hukuki bir dayanağının bulunduğu sonucuna varılmıştır.
59. İkinci olarak başvurucunun tutulmasının meşru bir amacının bulunup bulunmadığının tespit edilmesi gerekir. Başvurucunun tutulması askerlik yükümlülüğünün yerine getirilmesini sağlamak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Askerlik yükümlülüğüyle bağlantılı usul işlemlerinin (yoklama gibi) yerine getirilmesini sağlamak da bu meşru amaç kapsamında değerlendirilmelidir. Dolayısıyla başvurucunun tutulmasının meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
60. Son olarak başvurucunun tutulmasının ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Başvurucu 7/2/2015 tarihli ilk tutanakta on beş gün içinde askerlik işlemlerini tamamlamak için askerlik şubesine başvuracağını taahhüt etmiş ve ikinci tutanağın düzenlendiği tarihte bu süre dolmamıştır. Başvurucu 7/2/2015 tarihli ilk tutanağı ibraz etmesine rağmen sistemden kayıt düşülmediği için karakolda ikinci tutanağın tanzim edilmesini beklemek zorunda bırakılmıştır. Yoklama kaçağı kaydının sistemden düşülmemesinde başvurucunun bir kusuru bulunmamaktadır. Öte yandan yoklama kaçağı kaydının sistemden düşülmemesi nedeniyle ikinci tutanağın düzenlenmesinin gerekli olduğu söylenebilirse de bu tutanağın başvurucuya karakola götürülmeden de tebliğ edilmesi mümkündür. Nitekim başvurucuya ilk tutanak kalmış olduğu otelde tebliğ edilmiştir. Bu nedenle başvurucunun karakola götürülmesi ve burada bir süre bekletilmesi somut olayın özelliklerinden kaynaklanan bir gereklilik değildir.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
63. Başvurucu 5.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
64. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
65. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
66. Başvuruda, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. İhlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmemiştir.
67. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 1.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 1.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 257,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Van 3. İdare Mahkemesine (E.2015/1516, K.2017/188) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
BİLAL ÇEBİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/41092) |
|
Karar Tarihi: 27/7/2022 |
R.G. Tarih ve Sayı: 9/11/2022-32008 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Kenan YAŞAR |
Raportör |
: |
Yusuf Enes KAYA |
Başvurucu |
: |
Bilal ÇEBİ |
Vekili |
: |
Av. Pınar ÇEVİK ÇEBİ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, adliyede gerçekleşen haksız tutma eylemi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 5/12/2019 ve 15/2/2021 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. 2021/10257 numaralı başvuru, incelenen başvuruyla birleştirilmiştir.
4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Samsun Barosuna kayıtlı avukat olan başvurucu 11/11/2019 tarihinde Samsun Adliyesine avukat turnikesinin bozuk olması üzerine engelliler için ayrılan girişin kilidini açarak girmiştir. Başvurucu, görevli polis memuru Y.Ç.ye kimliğini göstererek ilerlemek isterken Y.Ç. açık kalan engelli giriş kapısını işaret ederek başvurucudan kapıyı kapatmasını istemiştir. Başvurucu, kapıyı iterek kapatıp Adliye içine yöneldiği sırada Y.Ç. arkasından seslenerek engelli kapısını kilitlemesini de istemiştir. Başvurucunun bunu kabul etmemesi üzerine Y.Ç., başvurucunun kimliğini daha önce göremediğini belirterek göstermesini talep etmiştir. Başvurucu, kimliğini göstermeyi kabul etmeyerek yoluna devam etmek istediğinde Y.Ç. kolundan tutarak başvurucuyu Adliyenin Polis Merkezine götürmüştür. Başvurucu, Avukat Hakları Merkezinden çağırdığı avukatların gelmesiyle kimliğini ibraz ederek Polis Merkezinden ayrılmıştır.
7. Başvurucu olayla ilgili olarak aynı gün Başsavcılığa şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun müdafiinin hazırladığı şikâyet dilekçesine göre olayın gerçekleşme şekli şöyledir:
"Müvekkilim 11/11/2019 günü saat 09:05 Samsun Adliye Sarayına duruşma ve davalarına katılmak üzere alt zemin katta bulunan giriş kapısından giriş yapmak istemiştir. Avukat giriş turnikesine gelen müvekkilim turnikeden geçmek istemiş ancak turnikenin arızalı olması dolayısıyla geçememiştir sonrasında genel bir uygulama haline gelen turnikenin bozuk olduğu zamanlarda avukatların engelli giriş noktasından geçiş yapmaları şeklindeki uygulamaya riayet ederek engelli giriş kapısından içeriye girmiştir. Bu sırada müvekkilin önüne çıkan polis memuru Y.Ç.ye avukat kimliğini göstermiştir. Akabinde merdivenlere doğru ilerlemiştir. Polis memuru müvekkile arkadan seslenerek 'engelli giriş kapısı kapalıydı orayı kapalı bırakın' demiştir. Müvekkil de Avukat turnikesinin bozuk olduğunu sonradan gelen avukatların da aynı yerden geçeceklerini bu sebeple kapıyı kapatmaya gerek olmadığını söylemiştir. Ancak buna rağmen müvekkil geri dönerek engelli giriş kapısını kapatmıştır. Akabinde tekrar merdivenlere doğru yönelmiş, bu sırada polis memuru arkadan yüksek sesle ve emir kipinde seslenerek 'o kapı bir de kilitlenecek' demiş, müvekkil de bu nezaketsiz hitaba karşılık 'kilitle o zaman' diyerek arkasını dönmeden yoluna devam etmek istemiştir. Bu sırada polis memuru Y.Ç. arkadan hızla gelerek 'çıkar kimliğini ben senin kimliğini görmedim' diyerek müvekkilden keyfi olarak ikinci kez kimlik göstermesini talep etmiştir. Müvekkil cevaben 'ben girişte bir defa kimlik gösterdim bir daha gösterecek değilim' diyerek mukabelede bulunmuş, bunun üzerine polis memuru müvekkilin sağ kolunu sert bir şekilde kavrayarak onu çekiştirmeye başlamış, 'ya kimlik göstereceksin ya da x-rayden' geçeceksin diyerek x-ray cihazına doğru sürüklemek istemiştir. Müvekkil kolunu bırakmasını bu şekilde kolunu tutamayacağını bir defa kimlik gösterdiği için bir daha kimlik göstermeyeceğini, x-ray de geçmeyeceğini polis memurunun uygulanmasının yanlış ve keyfi olduğunu avukat olduğunu da ısrarla vurgulayarak söylemiştir. Müvekkil daha önce kimlik gösterdiğini tekrar edince bu kez polis memuru Y.Ç. 'ben senin kimlikte ismini görmedim ya tekrar kimlik göstereceksin ya da x-rayden geçeceksin' diyerek müvekkili kolundan çekiştirmeye devam etmiştir. Müvekkilin tutumunda ısrar etmesi üzerine polis memuru zorla çekiştirerek merdivenlerden indirerek müvekkili bir alt katta bulunan adliye polis noktasına götürmüştür. Burada bulunan polis memurları olayı müvekkilden dinlemiş kimlik göstermesini işlemişler ancak müvekkil hukuksuz bir şekilde polis noktasına getirilerek burada tutulduğunu Samsun Barosu Avukat hakları Merkezine haber verdiğini oradan yetkili kişiler gelmeden kimlik göstermeyeceğini beyan etmiştir. Yaklaşık 10-15 dakika Polis Merkezi'nde bekletilen müvekkil avukatların gelmesi üzerine kimliğini görevlilere göstermiş akabinde olayın tutanağa bağlanmasını istemiş ve bu durumu Avukat meslektaşlarına aktarmıştır. Bu esnada müvekkil olayı Avukat meslektaşlarına anlatırken polis memuru müvekkile 'şaklabanlık yapıyorsun' diyerek herkesin içerisinde bağırmış ve hakaret etmiştir. bu durumu olay mahallinde bulunan avukatlar müşahade etmiş ve tutanağa bağlamışlardır. Tutanakların tutulmasından sonra müvekkil avukat meslektaşlarıyla beraber polis noktasından ayrılmıştır. Müvekkil olayın başından itibaren soğukkanlılığını korumuş polis memuruna yönelik en ufak hakaretamiz ya da incitici söz ya da fiil de bulunmamıştır. Buna karşın polis memuru kendisine tanınan yetkiyi keyfi şekilde kullanmak istemiş görevinin gereklerine aykırı hareket etmiş şartları oluşmadığı halde müvekkili kolundan tutup yakalamış özgürlüğünden mahrum bırakmış ve avukat meslektaşlarının önünde hakaret etmiştir... Müvekkil dava ve duruşmasına katılmak için adliyeye gelmiş ve giriş yapmıştır. Müvekkilin görevi sebebiyle adliyede bulunduğuna tereddüt yoktur aynı şekilde söz konusu fiilin müvekkile yönelik görevinden ötürü işlenmiş olduğuna da herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır."
8. Polis memurları Y.Ç., N.G., Ç.B.K. olay günü saat 10.10'da tutanak tutmuştur. Tutanağa göre olayın gerçekleşme şekli şöyledir:
"Barokart turnikesinden geçemeyen kilitli durumda bulunan engelli giriş çıkışını kilidini açarak giriş yapmıştır. Şahsa kimliği sorulduğunda cüzdanından çıkarmadan hızlı bir şekilde göstererek kimliğini tam beyan etmeden merdivenlere doğru yönelmiş olup şahsa tekrar kimliğini beyan etmesini ve kilidini açtığı kapının kilidini kapatmasını ikaz ettiğim halde 'şahıs sen kimsin lan sen kapat o zaman işin ne ben avukatım' diyerek yoluna etmeye çalışmıştır. Şahsın agresif tavırlarına rağmen tekrar kimliği sorulduğunda şahıs kimliğini beyan etmeyerek yürümeye devam etmiş önüne geçtiğimde 'git lan işine' diyerek eliyle göğsüme temas ederek itelemeye çalışmış, 'polis kim beni geri çevirecek ben avukatım' demiştir. O anda 0. katta görevli polis memurları N.G., Ç.B.K. adliye danışma görevlisi H.D. olaya tanıklık etmiştir ve H.D. bahse konu şahsa telkin yoluyla 'görevi başındaki memura hakaret ediyorsun bunu yapma' demiştir. Bina içinde bağırmaya devam eden ve görevin ifasını gerek pasif gerek aktif olarak direnmek suretiyle engelleyen şahıs ikaz edilerek -1. Katta bulunan polis merkezine davet edilmiş kabul etmeyen şahıs eşlik etmem neticesinde polis noktasına getirilmiş olup, şahıs polis noktasında da kimliğini ibraz etmesini istememize rağmen ibraz etmemiştir. Ancak saat 9:25 te kimliğini ibraz eden şahsın Samsun barosuna kayıtlı Avukat Bilal Çebi olduğu görülmüştür."
9. Başvurucu hakkında da şikâyetçi olunması üzerine yapılan soruşturma kapsamında polis memurlarının ve adliye görevlisinin beyanı alınmıştır. Bu kapsamda;
-Polis memuru Ç.B.K.nın 13/11/2019 tarihli ifadesi şöyledir:
"Samsun Adliyesi 0. Kat Arama noktasında görevliydim. Ben X-RAY cihazından geçirilen çantaların içeriğini kontrol ediyordum saat 09.05 sıralarında bir şahıs adliyeye engelli girişinin kilidini açarak giriş yaptı. Ben bu şahsın avukat olup olmadığını bilmiyordum. Sonradan öğrendiğime göre kendisi Avukat Bilal Çebi imiş. Kilidi açtığı yeri kapatmaması üzerine yine 0. kat arama noktasında görevli polis memuru Y.Ç. tarafından açtığı kilidi geri kapatması söylendi. Bu kişi sert bir şekilde engelli girişini ittirdi ve polis memuru Y.Ç.ye dönerek 'sen kilitle işin ne' şeklinde söz söyledi. Ben bu sırada X- Ray cihazı ile ilgilendiğim için aralarında geçen diyaloglara tam olarak hakim değilim. Olay sırasında Avukat bey agresif tavırlar sergiliyordu. Y.Ç. kendisine kimlik sorduğunda 'sen kimsin de benden kimlik istiyorsun kimliğimi gösterdim ya' şeklinde söz söyleyince Y.Ç. de 'ben görmedim göstermenizi istiyorum' şeklinde söz söyledi. Bu sırada Avukat bey adliye içerisine girmeye çalıştı polis memuru Y.Ç. de ısrarla kimliğini göstermesi gerektiğini söylüyordu. Bu sırada Avukat bey kimliğini göstermemekte ısrar ediyordu. Avukat Bilal Çebi Y.Ç.yi omuzundan tutup itti. Bunun üzerine Y.Ç. De Avukat beye eşlik ederek -1. Katta bulunan polis noktasına götürdü."
-Adliye görevlisi H.D.nin 18/11/2019 tarihli ifadesi şöyledir:
"11/11/2019 günü 0. katta görevli olduğum sırada polis memurunun bir şahısla tartıştığını gördüm. Bu arada sesler yükseldi. Polis memuru Y.Ç. tartıştığı şahsa kimlik sordu ısrarla bu şahıstan kimlik göstermesini istedi. Bu şahıs kimliğini göstermek istemedi polis memuru Y.Ç.nin kimliğini göstermesini ısrarı üzerine aşağılayıcı şekilde polis Y.Ç.ye hitaben 'Sen yalancısın. Ben sana kimliğimi gösterdim. Sen yalan söylüyorsun.' dedi. Daha sonra bu şahıs polis memuru Y.Ç.nin omuzuna dokunarak 'sen benim kim olduğumu biliyor musun lan' dedi Y.Ç. de kimliğini göstermek istememesi hususunda ısrar etmesi nedeniyle koluna girerek polis noktasına götürmek istedi. Bu sırada polis Y.Ç. ve diğer polisler kimliğini göstermesini istemesine rağmen göstermemek de ısrar etti. Bu sırada bu şahıs 'bakın avukata ne yapıyorlar avukatı kolundan girerek götürüyorlar' diye bağırdı. Hatta bu kişi polis memuru Y.Ç.ye hitaben 'ben sana göstereceğim ben sana göstereceğim' diye sürekli söylendi. Daha sonra bu şahsı polis memuru Y.Ç. polis noktasına götürdü. Buraya başka avukatlar da geldi Diğer polisler de buradaydı. Buraya gelen diğer avukatların bir şeyler yazdıklarını gördüm. Ama ne yazdıklarını bilmiyorum. Akabinde ben de buradan ayrıldım."
- Polis memuru N.G.nin 14/11/2019 tarihli ifadesi şöyledir:
"Samsun adliyesi 0. kat arama noktasında görevliydim. Ben polis Ç.B.K. ile birlikte X-ray cihazından geçirilen çantaların içeriğini kontrol ediyordum. Saat 9:00 sıralarında daha önceden görmediğim bir şahıs Baro kartı okutularak geçilen kısımdan geçmeye çalıştı. Bu bölümün arızalı olması nedeniyle polis memuru Y.Ç. kendisini engelli girişine yönlendirdi. Bu kişi buradan girdi engelli girişinin kapısını kapatmaması üzerine Y.Ç. 'kapının kilidini kapatır mısınız' dedi. Bu kişi de 'ben avukatım. Siz kapatın işiniz ne şeklinde cevap verdi... Avukat olduğunu söyleyen şahıs merdivenlerden yukarı doğru çıkacakken Y.Ç. şahsın önüne geçerek bu şekilde gidemezsin dedi ve kapıyı kapatmasını istedi. Ben az önce söylediğim gibi bölük bölük duydum arada başka konuşmalar geçmişse bunlardan haberdar değilim. [Y.] Bey daha sonra avukat olduğunu söyleyen şahsa sizi buradan bu şekilde geçiremem diyerek koluna girip şahsı polis noktasına getirdi."
- Polis memuru V.U.nun 13/11/2019 tarihli ifadesi şöyledir:
"Samsun Adliyesinde Sorumlu Amir olarak görev yapmaktayım. 11/11/2019 saat 9:05 sıralarında ben polis noktasında bulunuyordum. Bu sırada içeriye polis memuru Y.Ç. ve yanında bir şahıs geldiler. Adliye çalışanı H.D. de peşlerinden polis noktasına geldi. Bu sırada gelen şahıslardan biri ben avukatım dedi. Bu kişinin bu olay sebebiyle Avukat Bilal Çebi olduğunu öğrendim. Kendisi çok agresif tavırlar sergiliyordu. Ben de Avukat Bilal Çebi'ye Buyurun oturun dedim ve oturdular. Polis memuru Y.Ç.ye ne olduğunu anlatmasını söyledim. Kendisi yok olayın başlangıç aşamasını bana anlattı akabinde Avukat Bilal Çebi'ye de siz de anlatın dedim. Bu kişi de olayı anlattı. Ben de biz beraber çalışıyoruz her iki taraf da sinirli olabilir bu olayı çözüme kavuşturalım zamanımızı boşuna harcamaya gerek yok dedim. Avukat Bilal Çebi bir avukatın kolundan polis tutamaz şikayetçi olacağım dedi. Bu sırada adliye çalışanı H.D. 'Avukat bey kimliğinizi de tam olarak göstermediniz ama polis size kimliğinizi tam olarak sorduğunda ben cüzdandan bir kere gösterdim bir daha kimseye göstermem avukatım dedim ya diyip göğsünden iteklediniz. Ben oradaydım her şeyi gördüm. Sizin avukat olduğunuzu bilmeden tutanak tutmak için sizi polis merkezine indirdi. Halen burada hakaretlerinize devam ediyorsunuz' dedi. Bu sırada Avukat Bilal Çebi halen kimliğini ibraz etmemişti. Avukat Bilal Çebi avukat arkadaşlarını polis noktasına çağırdı bize de 'bekleyin arkadaşlarım gelecek' dedi. Bir süre bekledikten sonra 4 tane Avukat geldi. Olayı onlar da Bilal Çebi'den dinlediler. Ben gelen avukatlara da 'bu konuyu uzatmayalım konuyu çözelim gereğini yapalım. Bu iş burada bitsin demem' üzerine Avukat Bilal Çebi daha çok hiddetlendi ve daha çok agresif tavırlar sergilemeye başladı yanımızda bulunan polis memuru N.A.da bu konuyu kapatalım deyince Avukat Bilal Çebi araya girerek 'gördünüz mü haksız oldukları için tutanaktan vazgeçirmeye çalışıyorlar' şeklinde agresif tavırlarına devam etti. Bu sırada polis memuru Y.Ç. de gelen avukatlara olayı anlatmaya başladı. Bu sırada Y.Ç. tutanak tutuyordu ve masada oturuyordu. Bilal Çebi oturduğu yerden yaklaşık 3-4 metre yürüyerek 'bu yalan konuşuyor. Utanmıyor musun yalan konuşmaya' dedi. Y.Ç. de cevap olarak 'ben iki çocuk babasıyım konuşma adabına dikkat et' şeklinde cevap verdi. Bu sırada adliye personeli H.D. Avukat Bilal Çebi ile konuşuyorlardı Avukat Bilal Çebi 'tamam doğruyu söyleyeceğim' dedi. Ancak diğer avukatlarla konuştuğum için ne için böyle bir şey dediğini bilmiyorum. Ancak beni kucaklayarak 'o arkadaş hariç saygısızlık yaptıysam kusura bakmayın' dedi. Bu sırada gelen avukatlar benimle konuşuyorlardı. Ben de kendilerine 'İki tarafı da dinlediniz ancak polis noktasında danışma görevlisi ile diğer arkadaşlar şahit. Şahitler önemlidir.' dediğim sırada ismini bilmediğim Avukat 'Şahitler önemli değildir sen kanunları bilmiyorsun avukatın beyanı esastır.' şeklinde söyledi. Ben de 'o zaman uzatmaya gerek yok iki taraf da tutanağını tutsun anlaşamayacağız' şeklinde cevap verdim. ... bu anlattığım olaylar - 1 katta polis noktasında meydana geldi".
10. Başvurucu, söz konusu tutma işlemine karşı başvurulabilecek başkaca hukuki yol bulunmadığını değerlendirerek 10/12/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine 2019/41092 numaralı bireysel başvuruyu yapmıştır.
11. Daha sonra başvurucunun şikâyeti üzerine Samsun Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) Y.Ç. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması, hakaret ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından soruşturma başlatılmıştır.
12. 19/12/2019 tarihinde Y.Ç.nin Başsavcılıkta ifadesi alınmıştır. Y.Ç. ifadesinde "Olay günü nöbeti ben devralmıştım. X -Ray cihazının hemen yan tarafından engelli vatandaşların geçişi için yapılan açılır bir kapı bulunuyordu. Kapının sürgülü kilidi mevcuttu. Bu kapıdan engelli vatandaşlar ve Adalet Komisyon Başkanı ve Cumhuriyet Başsavcımızın geçişlerinde kendilerine yardımcı olmak için biz kendimiz açıyorduk. Adliyeye girecek olan avukatlar ise baro kartlarını baro kart turnikesinde okutmak suretiyle herhangi bir aramaya tabii olmadan geçiyorlar. Ancak olay günü ve onun öncesinde de defalarca baro kart turnikesi arızalanıyordu. Avukatlar baro kartlarını tekrar tekrar okutmalarına rağmen turnike geçiş izni vermiyordu. Olayın olduğu gün nöbeti devraldığımda bana arıza olduğunu kimse söylemedi. Ancak nöbeti devraldıktan hemen sonra birkaç avukat kart okutarak geçmek isteyince arıza verdiği için ben bu durumu anladım. Arıza durumunda ise ben yoğunluğa göre engelli geçişinden veyahut X-Ray cihazından kimliklerini ibraz etmeleri suretiyle geçişlerine izin veriyoruz. Bunun dışında baro turnikesinin çalıştığı durumlarda herhangi bir kimlik sorgulaması yapmıyoruz. Saat 09:05 sıralarında daha önce hiç görmediğim bir erkek şahıs üzerinde herhangi bir cübbe olmaksızın sadece elinde bir çantayla engelli giriş kapısının sürgüsünü açtı giriş yapmak istediği sırada ben bu şahsa 'pardon siz' dedim. Bunun üzerine erkek şahıs cüzdanını hızlı bir şekilde açıp kapattı. Ancak ben herhangi bir şekilde kimlik göremedim. Şahıs cüzdanını cebine koyarak devam etmeye başladı. Ben bunun üzerine bu şahsa 'beyefendi kapıyı kapatmadınız kimlik de ibraz etmediniz' şeklinde ikazda bulunduğumda, şahıs bana 'sen kimsin lan sen kapat o zaman işin ne, ben avukatım' diyerek yoluna devam etti. Ben şahsın arkasından merdivenlere gelip tekrar kimlik ibraz etmesini istedim ve önüne geçtiğimde 'git lan işine' diyerek eliyle göğsümden beni ittirdi. Bu sırada da 'polis kim ki beni geri çevirecek ben avukatım' şeklinde sözler söyledi. Bu olaylara danışmadaki görevli arkadaş ve diğer polis memurları şahittir. Ben de bunun üzerine bu şahsa 'siz şu an bana kimlik ibraz etmediniz, ben adliyenin güvenliğinden sorumluyum, kim olduğunuzu bilmiyorum, bu nedenle sizi polis noktasına götürmek zorunda kalacağım' dedim. Şahıs kabul etmeyince kendisine eşlik ederek polis merkezine geldik. Herhangi bir zorlama olmadı. Polis merkezinde bu şahıs yine kimliğini göstermedi. Bende bu olayları tutanağa bağlamak amacıyla bilgisayar başındaydım. Bu esnada bu şahıs ayağa kalkarak 'yalan konuşuyor utanmıyor musun yalan konuşmaya' dedi. Ben de bunun üzerine 'uslübuna dikkat et, 2 çocuk babasıyım, kaç yaşında insanım' dedim. Ben herhangi bir şekilde hakaret, tehdit etmedim. Kendisine suç içeren herhangi bir eylemim olmamıştır. Müşteki sıfatıyla da müracaat savcılığında ifademi vermiştim. Ben üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur.
13. Kamera kayıtlarına ilişkin olarak düzenlenen 3/1/2020 tarihli bilirkişi raporunda; polis memuru Y.Ç.nin başvurucuyu durdurduğunun, kolundan tutarak çektiğinin ve zemin kattaki Polis Merkezine götürdüğünün görüldüğü belirtilmiştir.
14. Başsavcılık 13/11/2020 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararda; Adliyeye vatandaşların X-Ray cihazından, avukatların avukat girişinden geçerek girdiği, olay günü avukat girişindeki turnikenin arızalı olması sebebiyle başvurucunun engelli girişinden girdiği ve kamerada görüldüğü üzere cüzdanını gösterip yürümeye devam ettiği, Adliye girişinde yaşanan olayda şüphelinin görevli polis memuru olduğu, başvurucunun engelli kapısından girmesi sebebiyle kimliğini tekrar görmek istediği ancak müştekinin ikinci kez kimliğini göstermeyeceğini beyan ettiği, asıl olanın kimliğin ilgili kişiye ait olduğunun tespit edilebilir, denetime olanak verecek şekilde görevliye sunulması olduğundan tekrar kimlik gösterilmesinin talep edilmesi hâlinde denetime olanak verecek şekilde kimliğin ibraz edilmesinin gerekli olduğu belirtilmiştir. Başsavcılık başvurucunun kimliğini ibraz etmemesi karşısında kolluk personelinin eyleminin 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'na uygun olduğunu, olayda hukuka uygunluk sebebinin bulunduğunu ve zor kullanma yetkisine sahip polis memurunun başvurucuya karşı görevinin gerektirdiği ölçü dışında kuvvet kullandığına yönelik delil bulunmadığını ifade etmiştir.
15. Başvurucu bu karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu; Adliyeye girerken önce avukat girişine yöneldiğini, buradaki turnikenin arızalı olduğunu görünce bu kez engelli giriş kapısına yönelerek kimliğini de göstermek suretiyle giriş yaptığını, buna dair Kamera Çözümleme Tutanağı ve bilirkişi raporunda açık tespitlerin yer aldığını, kapıdan uzaklaştıktan sonra polis memurunun kendisinden kapıyı kilitlemesini istediğini, tartışmanın da bundan sonra başladığını, olayda bir durdurma ve kimlik sorma olsaydı daha engelli giriş noktasına geldiğinde polis memurunun kimliği yeterince inceleyip tespit yaptıktan sonra geçişine izin vermesi gerektiğini oysa avukat kimliğini polis memurunun gördüğünü ve geçişine izin verdiğini, kapıyı kapatmaması nedeniyle yaşanan tartışma sonucunda özgürlüğünden yoksun bırakıldığını, polis memurunun fiilî durum ve keyfîlik oluşturacak şekilde davrandığını, dolayısıyla olayda bir durdurma ve kimlik sorma hâlinin değil yakalamanın mevcut olduğunu belirtmiştir. Başvurucu hakkında uygulanan yakalama işleminin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yakalama için öngörülen koşullar oluşmadığından hukuka uygun olmadığını ve hürriyetinin kanuna aykırı olarak tahdit edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca durdurma için de kanunun öngördüğü makul sebep şartının somut olayda söz konusu olmadığını zira avukat girişindeki turnikenin arızalı olmasının akabinde engelli girişine gelerek kimliğini gösterip geçtikten sonra asansörlerin olduğu yere kadar ilerlediğini, bu aşamadan sonra polis memurunun kendisini durdurarak kimliğini tekrar incelemek istemesinin makul bir davranış olmadığını, polis memurunun makul davrandığının kabul edilebilmesi için engelli kapısına geldiğinde kimliğini göstermemiş olmasının ve bunun üzerine polis memurunun kendisini genel giriş kapısına yönlendirmesinin gerektiğini oysa bunu yapmadığını ifade etmiştir.
16. Başvurucunun kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karara karşı itirazı Samsun 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından kararda bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilerek 7/1/2021 tarihinde reddedilmiştir.
17. Başvurucu bu karar üzerine 15/2/2021 tarihinde 2021/10257 numaralı bireysel başvuruyu yapmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. 2559 sayılı Kanun'un "Durdurma ve kimlik sorma" kenar başlıklı 4/A maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Polis, kişileri ve araçları;
a) Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek,
b) Suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek,
c) Hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek,
ç) Kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek,
amacıyla durdurabilir.
Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için polisin tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması gerekir. Süreklilik arz edecek, fiilî durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma işlemi yapılamaz.
Polis, durdurduğu kişiye durdurma sebebini bildirir ve durdurma sebebine ilişkin sorular sorabilir; kimliğini veya bulundurulması gerekli diğer belgelerin ibraz edilmesini isteyebilir.
Durdurma süresi, durdurma sebebine esas teşkil eden işlemin gerçekleştirilmesi için zorunlu olan süreden fazla olamaz.
Durdurma sebebinin ortadan kalkması halinde kişilerin ve araçların ayrılmalarına izin verilir.
Polis, durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı halinde, kendisine veya başkalarına zarar verilmesini önlemek amacına yönelik gerekli tedbirleri alabilir. Bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin çıkarılması veya aracın, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin açılması istenemez. (Ek cümleler: 27/3/2015-6638/1 md.) Ancak, el ile dıştan kontrol hariç, (İptal ibare: Anayasa Mahkemesinin 4/5/2017 tarihli ve E.: 2015/41, K.: 2017/98 sayılı Kararı ile)(2) (…) Kolluk amirinin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Bu fıkra kapsamında yapılan araç aramalarına ilişkin olarak kişiye, arama gerekçesini de içeren bir belge verilir. (1)
Bu Kanun ve diğer kanunların verdiği görevlerin yerine getirilmesi sırasında, polis tarafından gerekli işlemler için durdurulan kişiler ve araçlarla ilgili hükümler saklıdır.
Polis, görevini yerine getirirken, kendisinin polis olduğunu belirleyen belgeyi gösterdikten sonra, kişilere kimliğini sorabilir. Bu kişilere kimliğini ispatlamaları hususunda gerekli kolaylık gösterilir.
Belgesinin bulunmaması, açıklamada bulunmaktan kaçınması veya gerçeğe aykırı beyanda bulunması dolayısıyla ya da sair surette kimliği belirlenemeyen kişi tutularak durumdan derhal Cumhuriyet savcısı haberdar edilir. Bu kişi, kimliği açık bir şekilde anlaşılıncaya kadar gözaltına alınır ve gerekirse tutuklanır. Gözaltına ve tutuklamaya karar verme yetkisi ve usûlü bakımından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır.
Kimliğinin tespiti amacıyla tutulan kişiye, kimliği tespit edildikten sonra ve talepte bulunması halinde, bu amaçla tutulduğuna ve tutulma süresine dair bir belge verilir. Kişinin kimliğinin belirlenmesi durumunda, bu nedenle gözaltına alınma veya tutuklanma haline derhal son verilir.
Nüfusa kayıtlı olmadığı için kimliği tespit edilemeyen kişilerin nüfusa kayıtlarının temini için gerekli işlemler yapıldıktan sonra, 5 inci maddeye göre fotoğraf ve parmak izi tespit edilerek kayda alınır.
Kimliği tespit edilemeyen kişinin yabancı olduğunun anlaşılması halinde, 5682 sayılı Pasaport Kanunu ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun hükümlerine göre işlem yapılır."
19. 2559 sayılı Kanun'un "Önleme araması" kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... Polis, tehlikenin önlenmesi veya bertaraf edilmesi amacıyla güvenliğini sağladığı bina ve tesislere gelenlerin; herhangi bir emir veya karar olmasına bakılmaksızın, üstünü, aracını ve eşyasını teknik cihazlarla, gerektiğinde el ile kontrol etmeye ve aramaya yetkilidir. Bu yerlere girmek isteyenler kimliklerini sorulmaksızın ibraz etmek zorundadırlar. Milletlerarası anlaşmalar hükümleri saklıdır..."
20. 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Hâkimden önleme araması kararı alınması gerekmeyen hâller" kenar başlıklı 25. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Aşağıdaki hâllerde yapılacak aramalarda ayrıca bir arama emri ya da kararı gerekmez:
a) Devletçe kamu hizmetine özgülenmiş bina ve her türlü tesislere giriş ve çıkışın belirli kurallara tâbi tutulduğu hâllerde, söz konusu tesislere girenlerin üstlerinin veya üzerlerindeki eşyanın veya araçlarının aranmasında,"
21. Yönetmelik'in "Durdurma, durdurma sonrası kontrol ve arama işlemleri" kenar başlıklı 27. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Kolluk, kişileri ve araçları;
a) Bir suç veya kabahatin işlenmesini önlemek,
b) Suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek,
c) Hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek,
ç) Kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek,
amacıyla durdurabilir.
Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için, “umma” derecesinde makul şüphe bulunmalıdır. Somut emarelerle desteklenen şüphe bulunmadan, süreklilik arz edecek, fiilî durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma işlemi yapılamaz.
Kolluğun durdurma yetkisini kullanabilmesi için tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanarak, kişinin bir suç işleyeceği veya işlediği hususunda veya kişinin silâhlı olduğu ve hâlen tehlike yarattığı konusunda makul bir sebebin bulunması gerekir.
Kolluk, görevini yerine getirirken, kendisinin kolluk görevlisi olduğunu belirleyen belgeyi gösterdikten sonra durdurduğu kişiye durdurma sebebini bildirir; şüpheye yol açan davranışları ve durdurma sebebine ilişkin sorular sorabilir; kimliğini veya bulundurulması gerekli diğer belgelerin ibraz edilmesini isteyebilir. Kişi, kimliğine ilişkin olanlar hariç, sorulan sorulara cevap vermekle yükümlü değildir. Durdurma yetkisinin kullanılmasına neden olan şüphe, yapılan açıklamayla veya herhangi bir şekilde ortadan kalkarsa, kişilerin gitmesine ve araçların ayrılmalarına izin verilir.
Durdurma süresi, durdurma sebebine esas teşkil eden işlemin gerçekleştirilmesi için zorunlu olan süreden fazla olamaz..."
22. Yönetmelik'in "Hâkimden önleme araması kararı alınması gerekmeyen hâller" kenar başlıklı 25. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Aşağıdaki hâllerde yapılacak aramalarda ayrıca bir arama emri ya da kararı gerekmez:
a) Devletçe kamu hizmetine özgülenmiş bina ve her türlü tesislere giriş ve çıkışın belirli kurallara tâbi tutulduğu hâllerde, söz konusu tesislere girenlerin üstlerinin veya üzerlerindeki eşyanın veya araçlarının aranmasında, "
23. 5271 sayılı Kanun'un "Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler" kenar başlıklı 90. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...
(2) Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler.
...
(5) (Değişik:25/5/2005-5353/7md.) Birinci fıkraya göre yakalanıp kolluğa teslim edilen veya ikinci fıkra uyarınca görevlilerce yakalanan kişi ve olay hakkında Cumhuriyet savcısına hemen bilgi verilerek, emri doğrultusunda işlem yapılır.
(6)Yakalama emrine konu işlemin yerine getirilmesi nedeniyle yakalama emrinin çıkarılma amacının ortadan kalkması durumunda mahkeme, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından yakalama emrinin derhâl iadesi istenir.
24. Danıştay Onuncu Dairesinin 14/5/2015 tarihli ve E.2011/6931, K.2015/2307 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"... Barosu'na kayıtlı avukat olan davacının 27.6.2008 tarihinde kendi sevk ve idaresinde bulunan araçla ... Beldesi'ne doğru seyir halinde iken ... Kavşağına gelindiğinde, ... Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2008/332 d.iş no'lu kararı uyarınca önleme araması yapan jandarma ekiplerince, avukat olduğunu söylemesi ve buna ilişkin kimlik belgesinin ibraz etmesine rağmen üstünün ve aracının aranması nedeniyle mesleki onurunun ve kişilik haklarının zedelenmesine sebebiyet verildiği iddia olunarak uğranıldığı ileri sürülen 50.000 TL manevi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılan dava sonucunda ... 2. İdare Mahkemesince; 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 58. maddesi uyarınca ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suç üstü hali dışında avukatların üzerlerinin aranamayacağı, bakılan uyuşmazlıkta bir suç üstü hali olmaksızın kolluk kuvvetlerince üzeri ve aracı aranan davacının meslek onurunun zedelendiği, davalı idarenin bu eylemde hizmet kusuru bulunduğu bu nedenle de davacının manevi zararının karşılanması gerektiği gerekçesiyle takdiren 2.000 T.L. manevi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine; fazlaya ilişkin istemin reddi yönünde verilen kararın; davalı idarece hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, 2577 sayılı Kanun'un 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir ... Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülme[miştir]."
25. Danıştay Onuncu Dairesinin 18/1/2016 tarihli ve E.2015/2498, K.2016/210 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dava, avukat olan davacının avukatlık kimliğini ibraz etmesine karşın müvekkili huzurunda üzerinin aranması, hakarete uğraması, darp edilmesi ve kolluk kuvvetleri tarafından yapılan işlemlerin haksız, orantısız ve ölçüsüz olması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen 20.000 TL manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
Diyarbakır 3. İdare Mahkemesince; adaletin tam tecellisi olarak önem ve öncelik kazanan manevi tazminatın sadece kişinin şeref ve haysiyeti gibi manevi değerlerin değil, yaşam, beden tümlüğü, sağlık gibi kişilik haklarına dahil olan bedensel değerlerin ihlali halinde de ilgilinin duyduğu elem ve üzüntünün kısmen giderilmesini sağlayan manevi bir tatmin aracı olduğu dikkate alındığında demokratik hukuk devletinin işlemesinde, yargılama ve hak arama özgürlüğünün sağlanmasında önemli bir unsur olan avukatlık mesleğine mensup olan davacının müvekkili önünde üst aramasına maruz kalmasının meslek onurunu zedelediği açık olup meydana gelen üzüntüsünün karşılanabilmesi maksadıyla haksız zenginleşmeye yol açmayacak miktarda ve günün ekonomik koşulları karşısında 10.000 TL manevi tazminatın davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Davalı idare tarafından, hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle anılan kararın manevi tazminatın kısmen kabulüne ilişkin kısmının itirazen incelenerek bozulması istenilmektedir.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 1. maddesinde; avukatlığın mahiyeti, "Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder." şeklinde açıklanmış olup, aynı Kanun'un 58. maddesinde "Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz(...)" hükmüne yer verilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden, Diyarbakır Barosuna kayıtlı avukat olan davacının, 29/12/2012 tarihinde müvekkilin kullandığı ve davacının yolcusu olduğu aracın Diyarbakır ili, Bismil ilçesi Denizbank Şubesi önündeki ışıklarda polis tarafından durdurulduğu, avukat olmasına karşın davacının da üstünün arandığı, polisler hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulduğu, polis memurları hakkında adli bir soruşturma açılmadığı, davacının şikayeti üzerine açılan idari soruşturmada ise ceza tayinine mahal olmadığı yönünde karar verildiği, avukat olan davacının avukatlık kimliğini ibraz etmesine karşın müvekkili huzurunda üzerinin aranması, hakarete uğraması, darp edilmesi ve kolluk kuvvetleri tarafından yapılan işlemlerin haksız, orantısız ve ölçüsüz olması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen 20.000 TL manevi zararın; 1136 sayılı Avukatlık Yasası uyarınca Ağır Ceza Mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suç üstü hali dışında avukatların üzerinin aranamayacağı, davacının müvekkilinin de olduğu ortamda üzerinin aranmasının meslek onurunu zedelediği iddialarıyla yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu olayda, polis ifadelerinde; davacının avukatlık kimliğini göstermediği, bu nedenle üstünün arandığı, avukat olduğunu bilmelerine olanak bulunmadığı belirtilmekte ise de, dosyadaki bilgi ve belgeler dikkate alınmakla birlikte, üzerini arattırmak istemeyen bir avukatın arama girişimi üzerine avukat kimliğini göstererek kendine tanınan hakkı kullanmamasının hayatın olağan akışına uymadığı hususu göz önüne alındığında davacının üzerinin haksız yere arandığı sonucuna varılmıştır.
Manevi zarar, kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı ve ıstırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmekte, fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.
Manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ısdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olayın ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir."
26. İlgili hukuk için ayrıca bkz. Muhammed Neşet Girasun, B. No: 2017/22254, 2/6/2020, §§ 26-33.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Anayasa Mahkemesinin 27/7/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
28. Avukat olan başvurucu; duruşma için Samsun Adalet Sarayına girmek istediği sırada kimlik gösterme meselesi yüzünden Adliyeye girişinin polis memuru tarafından engellendiğini, 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'ndaki usul güvencelerine aykırı olarak yirmi dakika hukuki dayanaktan yoksun bir şekilde fiilî olarak Adliyedeki polis odasında gözaltında tutulduğunu, görevli kolluk görevlileri hakkında haksız tutma nedeniyle suç duyurusunda bulunduğunu fakat kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirterek adil yargılanma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Bakanlık görüşünde yukarıda yer verilen Danıştay kararlarına atıf yapılarak başvurucunun şikâyeti açısından tam yargı davası açma imkânının bulunup bulunmadığı ve başvurucu tarafından bu yolların tüketilip tüketilmediği hususlarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Esas bakımından ise Bakanlık; 2559 sayılı Kanun'un 4/A ve 9. maddelerinin müdahalenin kanuni dayanağı yönünden, başvuruya konu olayın yaşandığı yerin polisin güvenliği sağladığı Adliye binası olmasının müdahalenin meşru amacı yönünden, söz konusu işlemin kolluk görevi kapsamında gerçekleştirilmesinin ve başvuranın mesleki kimliğini ibraz etmesi sonucu yirmi dakika sonra serbest bırakılmasının ise ölçülülük yönünden dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.
B. Değerlendirme
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder(Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddiasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
31. Anayasa Mahkemesi, yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).
32. Anılan tazminat yoluna ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında yapılan yakalama ve gözaltı işlemleri yönünden başvurulabilmektedir. Somut olayda ceza soruşturma veya kovuşturması kapsamında yapılan yakalama ve gözaltı işlemi söz konusu değildir. Dolayısıyla somut olay bağlamında 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesindeki hukuk yolunun tüketilmesi gerekmemektedir.
33. Öte yandan Bakanlık görüşünde atıf yapılan ve yukarıda yer verilen Danıştay kararlarının avukatlara yönelik arama işlemine ilişkin olduğu, somut olayda ise tutma hâli ile ilgili bir durum söz konusu olduğundan anılan içtihatların somut olay ile örtüşmediği görülmektedir. Bu nedenle tam yargı davası yolunun da tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olmadığı sonucuna varılmıştır.
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
35. Genel ilkeler için bkz. Muhammed Neşet Girasun, §§ 39-50.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
i. Başvurucunun Özgürlüğünden Yoksun Bırakılıp Bırakılmadığı
36. Somut olayda başvurucu, kimliğini göstermeyi reddettiği gerekçesiyle polis memuru tarafından yakalanmış ve Adliyedeki Polis Merkezine götürülmüştür. Polis Merkezinde de başvurucudan kimliğini göstermesi istenmiş ancak başvurucu, Avukat Hakları Merkezinden avukatlar gelene kadar kimliğini göstermeyeceğini beyan ederek yirmi dakika boyunca avukatları beklemiş; avukatların gelmesiyle birlikte karşılıklı olarak tutanak tutulmasından sonra kimliğini göstererek Polis Merkezinden ayrılmıştır. Başvurucunun kimliğini göstermemesi nedeniyle iradesi dışında yakalandığı, bu suretle fiilen kontrol altına alındığı, hareket serbestîsini kaybettiği ve akabinde Polis Merkezine götürüldüğü açıktır. Başvurucunun kimliğini göstermeyi reddetmesi hâlinde kimliği anlaşılıncaya kadar gözaltına alınması ve gerekirse tutuklanması mümkün hâle gelecektir. Somut olayın koşullarında bu baskı unsuru başvurucunun özgürlüğünden yoksun bırakıldığına işaret eden bir durumdur. Bu nedenle başvurucunun dilediği takdirde Polis Merkezinden ayrılabileceği de söylenemeyecektir. Avukat olan başvurucunun yaşananları tutanak altına almak ve haklarını korumak adına Avukat Hakları Merkezinden gelen avukatları beklemesi özgürlükten yoksun bırakılmanın tespitinde aleyhine yorumlanmamalıdır. Dolayısıyla başvurucunun polis memuru tarafından durdurularak Polis Merkezine götürülmesiyle ve orada birkaç dakika tutulmasıyla özgürlüğünden yoksun bırakıldığı sonucuna varılmıştır. Bu sürenin kısa olması bu sonucu değiştirmeyecektir.
ii. Başvurucunun Özgürlüğünden Yoksun Bırakılmasının Anayasa'nın 19. Maddesinin İkinci ve Üçüncü Fıkralarındaki Tutma Hâllerinden Herhangi Birinin Kapsamında Olup Olmadığı
37. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek kaydıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında kişilerin kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması kişi hürriyeti ve güvenliği hakkında müdahale edilmesine izin verilen durumlardan biri olarak ifade edilmiştir. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında da suç isnadına bağlı olarak kişinin yakalanması veya tutuklanması kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilmesine izin verilen durumlardan biri olarak düzenlenmiştir.
38. 2559 sayılı Kanun'un 4/A maddesinde polisin "kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek" amacıyla kişileri durdurabileceği belirtilmiştir.
39. Adliye binasındaki avukat, vatandaş, hâkim, savcı ve adliye personelinin can güvenliğinin sağlanması, yargılama faaliyetinin selameti, kamu güvenliği ve kamu düzeninin korunması açısından adliyelerin giriş ve çıkışlarının denetlenmesi tabiidir. Bu amaçla gerçekleştirilen kolluk faaliyeti 2559 sayılı Kanun'un 4/A maddesindeki durdurma sebeplerinden biri olan "kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek" amacına tekabül etmektedir. Nitekim Yönetmelik’in 25. maddesinde devletçe kamu hizmetine özgülenmiş bina ve her türlü tesislere giriş ve çıkışın belirli kurallara tabi tutulduğu hâllerde söz konusu tesislere girenlerin üstlerinin veya yanlarındaki eşyanın ya da araçlarının aranmasında hâkim tarafından verilen bir arama emrinin ya da kararının gerekmeyeceği belirtilmiştir. 2559 sayılı Kanun'un 9. maddesinde de polisin tehlikenin önlenmesi veya bertaraf edilmesi amacıyla güvenliğini sağladığı bina ve tesislere gelenlerin -herhangi bir emir veya karar olmasına bakılmaksızın- üstünü, aracını ve eşyasını teknik cihazlarla, gerektiğinde el ile kontrol etmeye ve aramaya yetkili olduğu belirtilmiştir. Kişilerin adliye binasına girişte aranabilmesi için durdurulması gerekeceğinden polisin adliye girişlerinde durdurma yetkisinin olduğu açıktır.
40. Polisin kimlik sorma yetkisi ise durdurma yetkisinin doğduğu hâllerde mümkün olacaktır. 2559 sayılı Kanun'un 4/A maddesinin sekizinci fıkrasında yer alan polisin görevini yerine getirirken kişilere kimlik sorabileceğine dair hüküm de 2559 sayılı Kanun'un 4/A maddesi kapsamında kalan görevleri ifade etmektedir. 2559 sayılı Kanun'un 4/A maddesinin yedinci fıkrasında "Bu Kanun ve diğer kanunların verdiği görevlerin yerine getirilmesi sırasında, polis tarafından gerekli işlemler için durdurulan kişiler ve araçlarla ilgili hükümler saklıdır." şeklindeki düzenleme de bu tespiti teyit etmektedir.
41. Yönetmelik'in 27. maddesinde polisin durdurduğu kişiden kimliğini veya bulundurulması gerekli diğer belgelerin ibraz edilmesini isteyebileceği, kişinin kimliğine ilişkin sorulara cevap vermekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. 2559 sayılı Kanun'un 9. maddesinde de polisin tehlikenin önlenmesi veya bertaraf edilmesi amacıyla güvenliğini sağladığı bina ve tesislere gelenlerin -herhangi bir emir veya karar olmasına bakılmaksızın- üstünü, aracını ve eşyasını teknik cihazlarla, gerektiğinde elle kontrol etmeye ve aramaya yetkili olduğu, bu yerlere girmek isteyenlerin kimliklerini sorulmaksızın ibraz etmek zorunda olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun avukat olması nedeniyle 1136 sayılı Kanun'dan kaynaklanan bir istisnanın bulunup bulunmadığının da tespiti gerekmektedir. 1136 sayılı Kanun'un 58. maddesinde ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hâli dışında avukatın üstünün aranamayacağı belirtilmiştir. Söz konusu Kanun'da sadece arama konusunda bir istisna öngörülmüş, avukatlara kimlik ibraz etmeme gibi bir muafiyet tanınmamıştır.
42. 2559 sayılı Kanun'un 4. maddesinde, maddede belirtilen sebeplerle kişilerin durdurulabileceği ve bu görevin yerine getirilmesi esnasında kişilere kimlik sorulabileceği ifade edildikten sonra kişinin kimliği ile ilgili bilgi vermekten kaçınması veya gerçeğe aykırı beyanda bulunması hâlinde gözaltına alınabileceği veya tutuklanabileceği hüküm altına alınmıştır. Yine 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 40. maddesinde görevle bağlantılı olarak sorulması hâlinde kamu görevlisine kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınan ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişiye, idari para cezası verileceği, açıklamada bulunmaktan kaçınması veya gerçeğe aykırı beyanda bulunması nedeniyle kimliği belirlenemeyen kişinin tutulabileceği, kimliği açık bir şekilde anlaşılıncaya kadar gözaltına alınabileceği ve gerekirse tutuklanabileceği belirtilmiştir.
43. Dolayısıyla somut olayda tüm bu mevzuat hükümleri çerçevesinde kimlik göstermenin kanundan doğan bir yükümlülük olduğu ve bu yükümlülüğe uymayan kişinin tutulabileceğinin kanunda düzenlendiği görülmektedir.
44. Ancak somut olayda başvurucu, Adliye binasına girişte kimliğini göstermiştir. Kamera kayıtlarından başvurucunun kimliğini gösterdiği ve görevli polis memurunun kimliğe baktığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvurucu, kanunun öngördüğü yükümlülüğü yerine getirmiştir. Ancak polis memuru açık kalan engelli giriş kapısını işaret ederek başvurucudan kapıyı kapatmasını istemiştir. Başvurucu kapıyı iterek kapattıktan sonra Adliye içine yöneldiği sırada Y.Ç. arkasından seslenerek başvurucudan engelli kapısını kilitlemesini de istemiştir. Başvurucunun bunu kabul etmemesi üzerine Y.Ç., kimliğini daha önce net göremediğini belirterek başvurucudan kimliğini yeniden göstermesini talep etmiştir.
45. 2559 sayılı Kanun'un dördüncü maddesine göre durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için polisin tecrübesine ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin olması gerekir. Kimlik sorma yetkisi durdurma yetkisine bağlı olduğundan kimlik sorma yetkisi açısından da makul bir sebebin bulunması gereklidir. Somut olayda önce avukat girişine yönelen, sonra engelli girişine gelerek cebinden kimliğini çıkaran ve akabinde kapıdan geçip asansörlerin olduğu yere kadar ilerleyen başvurucunun Adliyeye girip asansörlere kadar ilerledikten sonra durdurularak kimliğinin tekrar incelenmek istenmesinin makul bir sebebe dayanmadığı görülmüştür. Engelli giriş kapısının kapatılmaması durdurma ve kimlik sorma açısından makul bir sebep olarak nitelendirilemeyecektir. Bu nedenle başvurucunun kanunda öngörülen bir yükümlülüğe uymadığı gerekçesiyle tutulduğu söylenemez.
46. Öte yandan somut olayda başvurucunun eylemlerinin suç teşkil ettiği veya başvurucunun suç işlediği ya da suç işlemek üzere olduğu iddia edilmemiştir. Polis memurunun başvurucuyu tutmasındaki gerekçenin kimlik göstermeme olduğu anlaşılmıştır. Ancak mevzuatta kimlik göstermemenin bir suç olarak değil kabahat olarak düzenlendiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak tutulduğu da söylenemeyecektir.
47. Bu açıdan değerlendirildiğinde Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kanunun öngördüğü bir yükümlülüğün yerine getirilmesi amacıyla tutmadan veya Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında yakalama, gözaltına alma veya tutuklamadan bahsedilmesinin olanaklı bulunmadığı olayda, kısa bir süre için de olsa başvurucunun tutulması Anayasa'nın 19. maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. Giderim Yönünden
49. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinde yer almaktadır.
50. Başvurucu 250.000 TL manevi, 250.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
51. İncelenen başvuruda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başsavcılık tarafından başvuruya konu olay hakkında yapılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Buna göre ihlalin soruşturma makamlarının işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
52. Bu durumda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet başsavcılığının yapması gereken iş, önceki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını kaldırmak ve akabinde ihlal kararında tespit edilen eksiklikleri giderecek şekilde yeni bir soruşturma yapmaktan ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
53. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına (E.2019/34884 soruşturma sayılı) GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminat talebinin REDDİNE,
E. 852,2 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 5.352,2 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/7/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.