İhtiyati haciz talep edebilmenin temel koşulları ortada bir para alacağının olması ve bunun rehinle temin edilmemiş olmasıdır. İhtiyati haciz talebinde bulunulabilmesi için anılan koşulların yanı sıra bir takım sebeplerin de bulunması gerekir. Konuyu muaccel olan ve olmayan alacaklar bakımından ayrı ayrı ela almak gerekir. Biz bu yazıda konuyu muaccel alacaklar bakımından ele alacağız. Bir para borcu muaccel hale geldiği hâlde borçlu borcunu ödemeye yanaşmamaktaysa alacaklı ihtiyati haciz talebinde bulunabilecektir. İhtiyati haciz talep edilmek istenen alacak bakımından maddi hukukta başka bir koşulun gerçekleşmesi aranmamaktaysa onun salt muaccel hale gelmiş olması ihtiyati haciz talep edebilmek için yeterlidir. Nitekim Kanun’da da rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısının, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklarıyla diğer haklarını ihtiyaten haczettirebileceği hükme bağlanmıştır (İİK m. 257,I).

Şu halde rehinle temin edilmemiş olan alacaklar bakımından önemli olan alacağın muaccel hale gelmiş olmasıdır.

Uygulamada bilhassa haksız fiillerden kaynaklanan alacak iddiaları bakımından ihtiyati haciz taleplerinde sorun yaşandığı gözlemlenmektedir. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, haksız fiil işlendiğinde borç da muaccel hale gelmektedir. O halde ortada bir haksız fiil var ise para alacağı için derhal ihtiyati haciz talep edebilir. Şüphesiz böyle bir talepte bulunmak için haksız fiilin varlığının yaklaşık ispat ölçüsünde de olsa ispatlanmış olması gerekir.

Bakırköy Adliyesi Asliye Hukuk Mahkemelerinin bazı dairelerinin uygulamaları ise daha farklıdır. Buna göre,  anılan mahkemeler, ihtiyati haciz taleplerini hemen her zaman reddetmekte ve buna gerekçe olarak alacağın varlığının ve miktarının çekişmeli olmasını göstermektedirler. Bu durumda davacı yıllarca süren yargılamanın neticesini beklemekte ve bazen davada haklı çıksa dahi alacağı tahsil kabiliyeti elde edememektedir. Hâlbuki ihtiyati haciz geçici bir hukuki koruma tedbiri olarak tam da böylesi sakıncaları ortadan kaldırmak için ihdas olunmuştur. Davalar çok kısa süre içinde karara bağlanıyor olsa idi ihtiyati haciz kurumuna ihtiyaç duyulmayabilirdi. İhtiyati haciz haklı olduğu daha davanın başında kuvvetle muhtemel olan tarafın davanın neticesini garanti altına almasını sağlamaktadır. Kaldı ki, alacağın varlığının ve miktarının yargılamayı gerektirdiği gerekçesi mutlak olarak anlaşılırsa mahkemelerin bütün ihtiyati haciz taleplerini reddetmesi gerekir. Zira alacağın miktarının tam olarak tayini zaten yargılamanın sonunda ortaya çıkacaktır. Nitekim yargılama da zaten bunu tespit etmek için yapılmaktadır.

Uygulamada ihtiyati hacze ilişkin olarak yaşanılan bu sorunun anlaşılması daha güç olan bir başka boyutu ise Yargıtay’ın vermiş olduğu kimi kararlarda bu yanlışlığa işaret etmiş olmasıdır. Örneğin Yargıtay ihtiyati haciz talebinin reddi üzerine yapılan bir başvuru hakkında vermiş olduğu bir kararında; “…İcra İflas Kanunu'nun 258. maddesi hükmüne göre, ihtiyati haciz taleplerinde tam bir ispat koşulu aranmayıp, yaklaşık ispatın yeterli olduğu ve alacağın varlığının yargılamayı gerektirmesinin işin tabiatında bulunduğu ve anılan protokol hükümleri dikkate alınarak, ihtiyati haciz talebi konusunda bir değerlendirme yapılması gerekirken yazılı gerekçe ile talebin reddine karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.”[1] diyerek uygulamada sürekli olarak dile getirilen bir klişeyi eleştirmiştir. Yargıtay bir başka kararında da “… Mahkemece alacağın varlığının yargılamayı gerektirdiği, İİK'nın 257. maddesindeki koşulların oluşmadığı gerekçesiyle, ihtiyati haciz talebinin reddine karar verilmiş, karar ihtiyati haciz isteyen vekili tarafından temyiz edilmiştir. İcra ve İflas Kanunu'nun 258/1 maddesi hükmüne göre, ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için “mahkemenin alacağın varlığı hakkında kanaat edinmiş olması” yeterlidir. Mahkemenin alacağın varlığına kanaat getirmesinden anlaşılması gereken, alacağın usul hukuku kurallarına göre kesin bir şekilde ispat edilmesi değildir. Bu hükme göre alacaklının alacağın varlığını ve muaccel olduğunu tam ve kesin şekilde ispat etmesi aranmamakta, bu konuda kanaat verecek delilleri göstermesi yeterli kabul edilmektedir. Öte yandan, ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için “alacağın yargılamayı gerektirmemesi” şeklinde bir koşulda öngörülmemiştir.”[2]diyerek açıkça uygulamada yapılan yanlışlığa işaret etmiştir.

Görüldüğü üzere Yargıtay da ihtiyati haciz talepleri bakımından alacağın varlığı ve miktarının yargılamayı gerektirmesi tarzında bir koşulun bulunmadığını açıkça belirtmesine rağmen Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemeleri ekseriyetle aksi istikamette kararlar vermeye devam etmekte ve bu durum da bilhassa haksız fiil mağduru olan alacaklıları daha da fazla mağdur edebilmektedir.

Şüphesiz yukarıdaki açıklamalarımızla mahkemelerin her türlü haksız fiili iddiası karşısında otomatikman ihtiyati haciz kararı vermelerinin gerektiğini iddia etmiyoruz. Bununla birlikte, alacaklı, haksız fiile uğradığını yaklaşık ispat ölçüsünde kanıtlayabiliyorsa alacağın miktarının yargılamayı gerektirdiği gerekçesiyle ihtiyati haciz taleplerinin reddi doğru değildir. Meselâ, detayına vakıf olduğumuz bir dosyada Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinin bir dairesi altı aydır bir taşınmazı işgal etmekte olan ve bunu da taşınmazın maliki veya onun yetkilendirdiği bir kişiyle değil de, taşınmaz üzerinde hiçbir hak ve yetkisi bulunmayan bir başkasıyla yaptığı kira sözleşmesine dayandırdığını açıkça ifa eden işgalci aleyhine ihtiyati haciz kararı vermekten imtina etmiştir ki, böyle bir kararın yanlış olduğu izahtan varestedir. İhtiyati haciz kurumunu işlevsiz hâle getiren bu tür uygulamalardan vazgeçilmesi gerekmektedir.

Av. Dr. Cenk AKİL

-----------------

[1] Yarg. 11. HD, 16.03.2016, 2016/2441, 2016/2906.

[2] Yarg. 19. HD, 31.10.2016, 2016/12325, 2016/14118.