1.      Başvurunun Yapılacağı Yerler (Yer Şartı)

Bireysel başvurular Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından değil, “Bölümler”i tarafından incelenir.[1] Kabul edilebilirlik incelemeleri ise komisyonlar tarafından yapılır. 6216 sayılı Kanun m.47/1 hükmüne göre, Bireysel başvurular, bu kanunda ve iç tüzükte belirtilen şartlara uygun olarak doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikleri vasıtasıyla yapılabilir. Başvurunun diğer yollarla kabulüne ilişkin usul ve esaslar iç tüzükle belirlenir. Bu meyanda başvuruların doğrudan Anayasa Mahkemesine, Mahkemelere ve Yurt dışı temsilciliklerine yapılabileceği görülmektedir.

Öncelikle Anayasa Mahkemesinin internet sitesinde ‘www.anayasa.govtr’ de yayınlanan başvuru formu iç tüzükte yer alan şartlara uygun olarak doldurulur ve gerekli belgeler eklenir. Akabinde doğrudan Anayasa Mahkemesine başvuru, fiziki olarak gerekli evraklar teslim edilerek yapılabilir. Anayasa Mahkemesine doğrudan UYAP sistemi üzerinden başvuru yapılamamaktadır. Zira Anayasa Mahkemesi İç Tüzüğü m.63/4 hükmünde, Genel kurul; elektronik ortamda, güvenli elektronik imza kullanılarak başvuru yapılabilmesine ilişkin karar alabilir. Denilmişse de mahkemece bu yönde alınmış bir karar mevcut değildir. Bu itibarla elektronik ortamda bireysel başvuru yapılamamaktadır. Posta yoluyla da Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılamaz.

AİHM Hasan Uzun/Türkiye kararında, Anayasa Mahkemesine yapılacak bireysel başvurular için belirlenen yöntemin makul olduğunu belirtmiştir. Mahkeme belirtilen sonuca; aslında bireysel başvuru çerçevesinde Mahkemeye başvuru koşullarının, Yargıtay için öngörülen koşullara benzediği, bu koşullar için AİHM’in bugüne kadar belirli bir sorun tespit etmediği, potansiyel başvuruların özellikle tüm ulusal mahkemeler aracılığıyla başvuruda bulunabildiği, dolayısıyla başvuru yapmak amacıyla Ankara’ya gelmelerine veya karışık bir usul izlemelerine gerek olmadığı, Anayasa Mahkemesinin ulaşılabilirliği hakkında görünürde bir sorun bulunmadığı gerekçeleriyle ulaşmıştır.[2]

Mahkemeler aracılığıyla yapılacak başvurular, sadece kararı veren mahkeme değil diğer tüm mahkemeler vasıtasıyla da yapılabilmektedir. Usulünce hazırlanan başvuru formu, harç tahsil makbuzu ile birlikte yukarıda belirtilen yerlere teslim edildiğinde başvurucu ya da temsilcisine alındı belgesi verilir ve bu tarih, başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilir (İç Tüzük m.63/2). Form ve harç tahsil makbuzunun gerekli yerlere fiziken teslimi gerekmektedir.

Mahkemeler ya da yurt dışı temsilciliklerine teslim edilen başvuru formu ve ekleri gerekli kayıt işlemleri yapılıp fiziki ve elektronik ortamda Mahkemeye gönderilir. Dava ve diğer yargılama işlemlerinin elektronik ortamda gerçekleştirildiği hallerde UYAP kullanılarak veriler kaydedilir ve saklanır (İç Tüzük m.63/3). 

2.      Olağan Kanun Yollarının Tüketilmesi Şartı

a.      Genel Olarak

Olağan kanun yollarının tüketilmesi şartının (Anayasa m.148/3) amacı, bireysel başvuruda bulunan kişinin başvuruya konu şikâyetinin yetkili idari ve yargısal merciler tarafından usulüne uygun incelenmesinin sağlanması ve bu itibarla da usulüne uygun şekilde yargılamanın icra edilmesinin sağlanmasıdır[3].

Bu meyanda AİHS m.13 taraf devletlere, sözleşme ile sağlanan temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması için “etkili başvuru hakkı” tanıma yükümlülüğü getirmiştir. Dolayısıyla devletin kendi iç hukukunda etkili başvuru hakkı tanıması, bireysel başvuruları da ihtiva etse de derece mahkemeleri ve kanun yolları aşamasının sağlıklı ve etkili işleyebilmesi önemli olup bireysel başvurunun ikincil (tamamlayıcı) niteliği de bunu gerektirmektedir.

Olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekse de bunun için, bu yolun ulaşılabilir ve etkili nitelikte olması gerekmektedir. Bu niteliklerin tespiti için, salt şekli bir değerlendirme yapılmamalı bunun yanında başvuru yollarının hukuki ve siyasal genel durumu ve başvurucunun kişisel nitelikleri de dikkate alınmalıdır.[4]

b.      İdari Başvuru Yolları

Temel hak ve hürriyetlerin korunması salt yargısal makamlara değil, idari makamlara da yüklenen bir fonksiyondur. Bu doğrultuda Anayasa m.40 hükmüne göre, Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hükümde yer verilen yetkili makam ibaresi salt yargısal makamları kapsamamakta ayrıca idari makamları da kapsamaktadır. Bu bağlamda idare hukukunda öngörülen tüm idari mekanizmaların tüketilmesi gerekmez. Tüketilmesi gereken idari başvuru yolları, ilgilisine dava açma imkânı sağlayan zorunlu idari başvuru yollarıdır. Nitekim İYUK m.13’te öngörülen idari eylemlerden kaynaklı tam yargı davası açmadan önce tüketilmesi gereken zorunlu idari başvuru yolu örnek gösterilebilir. İYUK m.10 ve 11’de öngörülen başvuru yolları her ne kadar zorunlu idari başvuru yolu değilse de bir defa gerekli başvuru yapıldıktan sonra dava açılmaması halinde mezkûr idari işlem hakkında tam yargı davası açılamayacaktır. Bu yönde;

Anayasa Mahkemesi 2012/74 Bireysel başvuru numaralı ve T.05.03.2013 Sayılı İlamı;

“Başvurucunun, 2001, 2002 ve 2003 yıllarına ait çeşitli vergi dönemlerine ilişkin muhtasar beyanname ödemeleri ile katma değer vergisi ödemelerinin hurda satış iadelerinden mahsup edilmesi talebinde bulunduğu, bu taleplerin zımnen reddedildiği ve ret işlemlerine karşı vergi mahkemeleri nezdinde dava açmadığı anlaşılmaktadır”36 şeklinde sonuca ulaşarak, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilmezlik kararı vermiştir. AYM başka bir kararında da benzer bir yaklaşım sergilemiştir: “Başvuru konusu olayda, başvurucunun anılan öğretim programına kaydının yapılmaması üzerine, öncelikle yazılı olarak idari makamlara başvuruda bulunması, bunun reddi üzerine 2577 sayılı Kanun'un 7., 10. ve 11. maddelerinde belirtilen süreler içinde idari yargı mercilerinde dava açması ve olağan kanun yollarını tüketmesi gerekirken, belirtilen usulü takip etmeyip söz konusu işleme karşı doğrudan bireysel başvuruda bulunduğu görülmüştür.[5]

Sonuç olarak tüm idari başvuru yolları değil, dava açılmadan başvurulması zorunlu idari başvuru yollarının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmesi gerekir[6].

c.       Yargısal Başvuru Yolları

Anayasa m.148/3 hükmüne göre, başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmesi şarttır. Bu doğrultuda, istinaf, itiraz (Ceza yargılamasında şartları varsa) ve temyiz olağan kanun yolu olduğundan tüketilmesi zorunludur. Yargılamanın yenilenmesi, kanun yararına temyiz ve ceza yargılamalarında CMK m.308 ve 308/A hükümlerinde öngörülen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “olağanüstü itiraz” yetkisi de olağanüstü kanun yolu olup tüketilmesi gerekmez. Bu yönde; Anayasa Mahkemesi 2012/162 bireysel başvuru numaralı ve T.12.02.2013 Sayılı İlamı;

Ceza hukukunda kararların kesinleşmesi bakımından tüketilmesi gereken son olağan kanun yolu kural olarak temyizdir. Somut olayda olağan kanun yolu Yargıtay 4. Ceza Dairesinin Gölcük Asliye Ceza Mahkemesinin kararını 07.05.2012 tarihinde onaması ile tamamlandığından karar bu tarihte kesinleşmiştir. Başvurucunun 5271 sayılı Kanun'un 308. maddesi gereğince onama kararına itiraz için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmesi olağan kanun yolu olmadığı için kararın 07.05.2012 tarihinde kesinleşmesini engellemeyecektir. Ceza muhakemesinde temyiz incelemesi sonunda verilen kararlara karşı itiraz yoluna başvuru hakkı, 5271 sayılı Kanun'un 308. maddesi gereğince Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının takdirine bırakılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı başvuru sadece Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının takdirini harekete geçirmeye yönelik bir taleptir. Somut olayda Başsavcının bu talebi reddetmesi ve ret kararının 4/10/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesi nihai kararın kesinleşme tarihini değiştirmeyecektir.

Olağanüstü kanun yollarının tüketilmesinin gerekmemesi hususu kategorik olarak uygulanmamaktadır. Bu doğrultuda, CMK m.309’da düzenlenen kanun yararına bozma kurumu her ne kadar tüketilmesi gerekmeyen olağanüstü kanun yolu ise de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kanun yararına temyiz yoluna başvurursa bu aşamadan itibaren bu kanun yolu etkili hale geleceğinden Yargıtay Ceza Genel Kurulu başvuruyu reddederse bireysel başvuru süresi ret kararının öğrenilmesinden itibaren başlayacaktır.

Tutuklama kararı üzerine yapılan itiraz üzerine verilen kararlar kesin nitelikte olup, tüketilmesi gereken başka bir yol da bulunmadığından, itirazın reddi üzerine kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlali (Anayasa m.19) iddiasıyla bireysel başvuruda bulunulabilir. Süresinde itiraz edilmediği takdirde haliyle bireysel başvuru yoluna gidilemez. Yani tutuklama kararı üzerine nihai karar beklenmeden itiraz üzerine verilen ret kararına karşı bireysel başvuru yapılması mümkündür. Mahkûmiyet kararı üzerine verilen tutuklama kararına karşı ise mahkûmiyet kararından itibaren 30 gün içerisinde bireysel başvuru yoluna gidilmesi gerekir[7]. Bu yönde;

Anayasa Mahkemesi 2014/912 Bireysel Başvuru Numaralı ve T.06.03.2014 Sayılı İlamı;

”Somut olayda başvurucu isnat edilen suçlar nedeniyle 5/1/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesinin alınması sonrasında İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/1/2012 tarih ve 2012/10 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Tutuklu olarak devam eden yargılamada mahkûmiyet kararının açıklandığı 5/8/2013 tarihinde tutukluluk hali bu anlamda sona ermiştir. Başvurucunun 5/8/2013 tarihine kadar ‘bir suç isnadına bağlı olarak’ özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, 5/8/2013 tarihinden sonra özgürlükten yoksun bırakmanın ‘mahkûmiyet sonrası tutma’ kapsamında olduğu anlaşılmaktadır. Bu belirlemeler karşısında, ‘görevli’ olmayan bir mahkemece verilen gerekçesiz kararlarla ‘suç isnadına bağlı olarak’ özgürlükten yoksun bırakılma iddialarına dayanan bireysel başvurunun, ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra ve serbest bırakılma dışında, nihayet bu durumun ortadan kalktığı mahkûmiyet kararından itibaren süresi içinde yapılması gerekir. AİHM de mahkûmiyet kararından itibaren altı ay içinde yapılmayan ‘bir suç isnadına bağlı tutukluluk’ kapsamındaki başvurunun süresinde olmadığını belirtmiştir (Atalay Öztürk / Türkiye, (KK) B. No: 54890/09, 7/1/2014, § 37-41).”

Direnme kararlarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi 2013/7521 Bireysel Başvuru Numaralı ve T.04.12.2013 Sayılı İlamı;

Israr kararının bozulması üzerine yeniden karar verecek olan derece mahkemesi kararları temyize tabi olup, yapılacak hukuki denetim, bozma kararına uyulup uyulmadığı ile sınırlıdır. Bu bakımdan, somut başvuruya ilişkin olarak Danıştay İdari Dava Dairelerinin bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince verilecek karara karşı temyiz yoluna başvurulması tüketilmesi gerekli bir yol olarak kabul edilemez.

Somut başvuru açısından ise ilk derece mahkemesi kararını bozan ve bu bozma kararına uyma zorunluluğu olsa dahi ilk derece mahkemesince uyuşmazlığı sonuca bağlayacak yeni bir karar verilmesi gerekliliği doğuran Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun bozma kararına karşı yapılmış bir başvuru söz konusudur. Dolayısıyla hak ihlali iddialarını içeren ilgili uyuşmazlığı karara bağlama yetkisi olan ilk derece mahkemesi kararının sonucu beklenmeksizin bozma kararına karşı yapılan başvuruda yargısal yolların tüketilmediği sonucuna varılmıştır.”

Bilindiği üzere temyiz mercinin bozma kararı üzerine kararı bozulan ilk derece veya istinaf mahkemesi, buna uyabileceği gibi direnebilir de. Direnme halinde inceleme, Yargıtay Hukuk/Ceza Genel Kurulu ve Danıştay İdari/Vergi Dava Daireleri Kurullarınca yapılmaktadır. Ancak mezkûr kurulların verdiği kararlara karşı ilk derece mahkemeleri veya istinafın direnme olanağı yoktur ve bu kararlara uymaları zorunludur. Dolayısıyla direnme üzerine mezkûr Yargıtay/Danıştay Kurullarınca verilen bozma kararlarına karşı kararı bozulan mahkeme bu kararlara uygun hüküm tesis etmesi gerekeceğinden bireysel başvuru için bu kararın temyizi yoluna gidilmesi zorunlu olmadığı yani tüketilmesinin gerekmediği sonucuna ulaşılmıştır.

Bu hususta;

Anayasa Mahkemesi 2013/7521 Bireysel Başvuru Numaralı ve T.04.12.2013 Sayılı İlamı;

“Manevi tazminat davasını konu alan bir bireysel başvuruda, Yargıtayın bozma kararına ilk derece mahkemesinin direnmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca direnme kararının yerinde görülerek Yargıtay ilgili Hukuk Dairesi kararının kaldırılıp tazminat miktarı yönünden değerlendirme yapılmak üzere dosyanın ilgili Daireye gönderilmesi ve ilgili Dairece tazminat miktarı yönünden hükmün bozulması, ilk derece mahkemesince de bozma kararına uyulmak suretiyle verilen karar üzerine temyiz yoluna gidilmeksizin yapılan bireysel başvuruda başvuru yollarının tüketildiği kabul edilmiştir.

Bu itibarla mahkemece bozmaya uyularak verilen ilk derece mahkemesi kararının temyiz edilmesine gerek olmadığı sonucuna ulaşmıştır.[8]

Olağanüstü kanun yollarının her ne kadar tüketilmesi gerekmezse de bazı durumlarda olağanüstü kanun yoluna gidilmeden bireysel başvuru yapılamaz. Söz gelimi, kesinleşen mahkeme kararında hükme esas belgenin sahte olduğunun anlaşılması durumunda yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmeden bireysel başvuru yapılamaz. Bu durumda yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulünden sonra davanın esası hakkında yeniden hüküm tesis edildikten sonra bu hükme karşı olağan kanun yolları tüketilerek bireysel başvuru yoluna gidilebilecektir.[9] Bu yönde;

Anayasa Mahkemesi 2014/1572 Bireysel Başvuru Numaralı ve K.T.23.07.2014 Sayılı İlamı;

Somut olayda, başvurucu hakkında verilmiş olan kararın, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 17/1/2014 tarih ve E.2013/16791, K.2014/516 sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği, başvurucunun, 21/4/2014 tarihli dilekçesi ile olağanüstü kanun yolu niteliğinde olan yargılamanın yenilenmesi ve infazın geri bırakılması talebiyle yaptığı başvurunun Mahkemenin 23/6/2014 tarih ve 2014/236 Değişik İş sayılı karar ile kabul edildiği anlaşılmaktadır” Görüleceği gibi ‘yargılamanın yenilenmesi’ yolu her ne kadar bir olağanüstü kanun yolu olarak düzenlenmiş ise de, Mahkemece bu talebin kabul edilmesi halinde duruşmanın açılarak, yargılama sonucunda yeni bir hükmün verilmesi ve bu hükme karşı kanun yollarına başvurulması imkânının bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu süreçte, özel hayatın gizliliği hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği yönündeki iddialarının öncelikle derece mahkemelerince incelenmesinin beklenilmesi Anayasa Mahkemesinin ikincil nitelikteki rolüne uygun olacaktır

Dolayısıyla yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulü üzerine yeniden yargılama üzerine verilen karara karşı olağan kanun yolları tüketilmeli ve hasıl olan sonuca göre bireysel başvuru yoluna gidilmelidir.

d.      Tüketme Kuralından Muafiyet Durumları

Olağan kanun yollarının tüketilmesinden muafiyet hususunda mevzuatta açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak hak ve özgürlüklerin korunması ve ihlallerin önlenebilmesi adına gerek Anayasa Mahkemesi ve gerekse de AYM tarafından “tüketme” kuralı “aşırı şekilcilikten uzak” ve “belirli bir esneklik” ile uygulanmaktadır[10].

Bu doğrultuda, başvuru genel bir öneme sahipse, olağan kanun yollarının tüketilmesi telafisi güç ve imkânsız zararlar doğuracaksa, tüketilmesi gereken idari ve yargısal başvuru yollarından sonuç alınamayacağı kuvvetle muhtemelse Anayasa Mahkemesince tüketme kuralına istisna getirilebilmektedir.[11] Bu doğrultuda temelde istisna olan bu durumların dar yorumlanması ve Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarının dikkate alınması gerekir.[12]

Bu itibarla ihlal iddiası ve sonuçları salt başvurucu açısından değil herkes için belli bir öneme sahipse başvuru yollarının tüketilmesi gerekmemektedir. Bu husus, bireysel başvurunun objektif niteliği haiz olduğuna da delalet etmektedir.

İhlal iddiasının sonuçları başvurucu açısından telafisi güç ve imkânsız zararlara yol açabilecek nitelikte ise tüketme kuralı uygulanmamaktadır. Bu istisna, tamamen başvurucunun sübjektif niteliğiyle ilgilidir. Bu bağlamda ihlalin özellikle yaşam hakkına, vücut bütünlüğüne ve kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin olduğu durumlarda başvurucu açısından ağır, telafisi güç ve imkânsız zararların meydana gelebileceğini söyleyebiliriz.

Başvurunun başarı sansı olmaması yani başvuru yapılmasının gereksiz ve anlamsız olması da bu konuda diğer bir istisna teşkil eder[13]. Özellikle salt şekli ve formaliteden ibaret olan ve hak arama mekanizması olmaktan uzak olan başvuru yollarının tüketilmesi gerekmez. Bu konuda bir örnek, Anayasa Mahkemesi 20.07.2022 tarihinde E.2021/121  numaralı dosyada, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesine 5560 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle eklenen (12) numaralı fıkranın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Mahkeme mezkûr kararında

Mevcut sistemde itiraz mercilerinin HAGB kararlarına itiraz üzerine verdikleri kararların dosya üzerinden yeknesak bir şekilde ve çoğu kez sadece şeklî koşullar yönünden, ilk derece mahkemelerince verilen kararlarda hukuka aykırılık bulunmadığını ve bu sebeple de itirazın reddedildiğini bildiren bir cümleden ibaret gerekçelerden oluştuğu görülmüştür.

HAGB kararlarına karşı itiraz yolunun açık olduğunu düzenleyen kural; bu kanun yoluna başvuranların iddia ve delillerinin dikkate alınmasında, çatışan menfaatlerin dengelemesinde, temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğunun ve ölçülülüğünün belirlenebilmesinde belirli ve etkili bir denetim yolu öngörmemektedir.

Bu durum temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalelerin giderilmesinde ve kamu gücünü kullananların keyfî davranışlarının önüne geçilmesinde bireye tanınmış olan yetkili makama başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkını sınırlamaktadır. Nitekim kuralın anılan hususları karşılayacak şekilde uygulanamadığı da görülmektedir. Doğrudan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimi ile ilgili olan bu tür bir muhakemenin yokluğu etkili başvuru hakkıyla bağdaşmamaktadır.

İfadelerine yer vermek suretiyle iptal kararı vermiştir. İptal kararı Resmî Gazete’de yayınlandığı tarihten itibaren 9 ay sonra yürürlüğe girecek olup HAGB kurumuna itiraz müessesesi halen uygulanmaktadır. Bu durumda mahkemece HAGB kararlarına itiraz yolunun etkisiz, gereksiz ve şekli olarak nitelendirilmesi nedeniyle hakkında HAGB kararı verilen birinin karara itiraz etmeksizin ve doğrudan bireysel başvuru yoluna gidebileceğini ifade edebiliriz. Zira HAGB kararlarına “itiraz” itiraz edenin başarılı olamayacağının baştan belirli olduğu, şekli bir başvuru yolu olup tüketilmesi üçüncü istisna kapsamında gerekmeyecektir.

Tüketme kuralından muafiyete ilişkin olarak Twitter’a dair vermiş olduğu,

Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Numaralı 2014/3986 ve T.02.04.2014 Sayılı İlamı;

Ülkemizde milyonlarca kullanıcısı olan bir sosyal paylaşım sitesine erişimin engellenmesinin bu kişilerin demokratik toplumun temellerinden olan ifade özgürlüğünü sınırlayıcı etkisi dikkate alındığında, bu tür sınırlamaların hukuka uygunluğunun acilen denetlenmesi ve hukuka aykırılık tespiti halinde sınırlamanın hemen kaldırılması demokratik hukuk devleti ilkesinden kaynaklanan bir zorunluluktur. Söz konusu idari uygulamaya ilişkin yukarıda belirtilen yürütmeyi durdurma kararına rağmen başvurucuların ihlal iddiasına konu olan twitter.com isimli siteye erişimin halen mümkün olmadığı görülmektedir.

Sosyal medyada belli olay ve olgulara ilişkin olarak paylaşılan haber ve düşüncelerin zamanın geçmesiyle güncelliğini yitirip etki ve değerini kaybedebileceği açıktır. Bu durumda yargı kararının yerine getirilerek siteye erişimin ne zaman sağlanacağı konusundaki belirsizliğin sürmesi karşısında ihlali ve olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmak bakımından etkili ve erişilebilir nitelikte bir koruma sağladığının söylenemeyeceği ve böylece başvurucuların idare mahkemesine başvurmalarının etkili bir yol olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”

Somut olayda, verilen yürütmenin durdurulması kararının uygulanması için verilen 30 günlük sürenin (İYUK m.28) beklenmesinin herhangi bir fayda sağlamayacağı, her ne kadar süresinde yürütmeyi durdurma kararı uygulansa da esas hakkında kararın beklenmesinin anlamsız ve gereksiz olacağı ifade edilerek tüketme kuralına muafiyet tanınmıştır. Ayrıca Twitter’ın salt başvurucu için değil herkes için objektif önemi haiz olduğu da göz önüne alınırsa Anayasa mahkemesinin bu kararının tüketme kuralına getirdiği istisnalar kapsamında hukuka uygun olduğu ifade edilebilecektir.

Sonuç olarak, bir olayın tüketme kuralından istisna olması Anayasa Mahkemesi’nin kararına bağlıdır. Bu itibarla başvurucunun normalde tüketmesi gereken bir olağan kanun yolu varsa ve başvurucu bu yola gitmemişse, bu yolun istisna kapsamında olduğunu ikna edici bir şekilde ortaya koyması gereklidir. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin tüketme kuralından muafiyet hallerini dar yorumladığını ve çok istisnai olarak bunu kabul ederek karar verdiğini ifade etmekte yarar vardır.

3.      Başvuru Zamanı (Zaman Şartı)

a.      Genel Olarak

6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun m.47/5 hükmüne göre, Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.

Bu süre hak düşürücü bir süredir. Dolayısıyla bu süre içerisinde başvuru yapılmadığı takdirde artık bireysel başvuru yapılamayacak ve başvurucu iç hukuk yollarını tüketmediği için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de başvuru yapamayacaktır[14].

b.      30 Günlük Başvuru Süresinin Başlangıcı

Otuz günlük başvuru süresi, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten başlar. Anayasa Mahkemesi, kesin kararın taraflara tebliği ya da tefhimi tarihinden itibaren otuz günlük sürenin başlayacağını ifade etmektedir.[15] Anayasa Mahkemesi her durumda ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren başvuru süresini başlatmaktadır.[16] Yani UYAP kütüğünden ya da başka bir yolla başvurucunun nihai karardan haberdar olması durumunda başvuru süresi başlamakta tebligat tarihi esas alınmamaktadır.  Bu yönde;

Anayasa Mahkemesi 2019/6266 Bireysel Başvuru Numaralı ve 15.01.2022 T. Sayılı İlamı;

Bireysel başvuru süresinin işlemeye başlaması yönünden nihai kararın gerekçesinin tebliği, öğrenme şekillerinden biridir (Mehmet Ali Kurtuldu, B. No: 2013/5504, 28/5/2014, § 27). Ancak öğrenme, gerekçeli kararın tebliği ile sınırlı olarak gerçekleşmez; başka şekillerde de öğrenme söz konusu olabilir. Başvurucunun nihai kararın gerekçesini dava dosyasını incelemek suretiyle öğrenmesi mümkündür. Bu doğrultuda dosyadan suret alınması gibi hâllerde başvurucunun gerekçeli kararı öğrendiği kabul edilebilir. Başvurucuların nihai kararın gerekçesini öğrendiklerini beyan ettikleri tarih de bireysel başvuru süresinin başlangıcı olarak ele alınabilir (İlyas Türedi, B. No: 2013/1267, 13/6/2013, §§ 21, 22).

Diğer yandan somut olayın koşullarında başvurucunun nihai karardan daha erken bir tarihte haberdar olması gerektiğinin değerlendirilmesi durumunda Anayasa Mahkemesi, başvuru süresinin başlangıcı için bu tarihi de esas alabilir (Ögeday Akın, B. No: 2014/2345, 10/6/2015, § 38).

Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, henüz avukatına tebliğ edilmemiş olmakla birlikte nihai karar olan gerekçeli Yargıtay ilamının ilk derece mahkemesine ulaştığı, başvurucunun avukatının ise bireysel başvuru formunda bu karardan haberdar olduklarını belirttiği tarihten daha önce ilk derece mahkemesine söz konusu ilamın tebliğe çıkarılması için birden fazla talepte bulunduğunun anlaşıldığı bir bireysel başvuruda başvuru süresinin avukatın ilk yazılı talep tarihinden itibaren işlemeye başladığını kabul etmiştir. Anılan kararda Anayasa Mahkemesi, gerekçeli nihai kararın ilk derece mahkemesine ulaştığından başvurucunun haberdar olduğu ve bu durumda UYAP Avukat Bilgi Sistemi'ni kullandığı görülen başvurucu vekilinin nihai karar sonucunu ve gerekçesini kesin olarak öğrenme olanağına sahip bulunduğu konusunda şüphe olmadığını ifade etmiştir (Suat Bircan [GK], B. No: 2014/16800, 1/12/2016, §§ 25-27).”

Anayasa Mahkemesinin bu içtihadının hukuka aykırı olduğu kanaatindeyim. Zira 6216 sayılı kanun m.49/7 hükmüne göre, Bireysel başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır. Bu doğrultuda Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.438 hükmüne göre, Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça tebligat, 11.02.1959 tarih ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Yine başvurucunun vekiline tebligatın elektronik ortamda yapıldığı göz önüne alındığında kararın UYAP kütüğünden öğrenilmesiyle sürenin başlayacağının kabulü hukuka aykırıdır. Zira Tebligat Kanunu m.7/a hükmüne göre, Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır. Kararın tebliğ edilmiş sayılma tarihinin düzenlendiği bu durumlarda tebligat tarihinin sürenin başlangıcı açısından esas alınması gerekmektedir[17]. Özellikle Tebligat Kanunu m.7/a hükmü, aksi ispat edilemeyen bir karine öngörmüştür ve dolayısıyla bu kanun hükmüne göre muhatabın öğrenme tarihi tebligat tarihi olarak kabul edilmelidir. Zaten hukukumuzda sürelerin tebligat ile başlayacağı prensibi caridir. Bu itibarla, Anayasa Mahkemesince kabul edilen öğrenme içtihadının mevzuatta dayandığı bir hüküm bulunmamakla hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir.

Anayasa Mahkemesinin “öğrenme içtihadı” hukuka aykırı kabul edilse de her durumda hukuka aykırı olduğu ifade edilemez. Zira ceza muhakemesinde Yargıtay’ın onama kararlarının taraflara tebliğ edileceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Uygulamada da bu kararların tebliğ edilmediği bilinmektedir.[18] Dolayısıyla burada öğrenme içtihadının esas alınmasında hukuka aykırı bir yön olmayacaktır. Ceza muhakemesine ilişkin olarak mahkemece benimsenen içtihat ise, başvurucunun her halükârda nihai karardan itibaren üç ay içinde kararın bilindiği ve gerekçesinin öğrenildiği yönündedir. Bu yönde;

Anayasa Mahkemesi 2013/1827 Bireysel Başvuru Numaralı ve 25.02.2016 T. Sayılı İlamı;

Ceza yargılamasında nihai kararın tebliğ edilmediği durumlarda kararın derece mahkemesine ulaşmasından ve böylece gerekçesinin erişilebilir olmasından sonra, özen yükümlülüğü kapsamında makul bir süre içerisinde bireysel başvuru yapmak isteyen ilgililerden karara erişmeleri ve karar gerekçesini öğrenmeleri beklenir. Bu kapsamda erişilebilir olan nihai kararın en geç üç ay içinde ilgilileri tarafından bilindiği ve gerekçesinin öğrenildiği kabul edilmelidir. Aksi tespit edilmediği sürece bireysel başvuru için Kanun’da öngörülen otuz günlük başvuru süresi, en geç anılan üç aylık sürenin sona ermesinden itibaren başlayacaktır.”

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları[19] mucibince usul kuralları katı ve şekilci yorumlanmaktan uzak yorumlanmalı hak kaybına neden olunmamalıdır. Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin usul kurallarını katı ve şekilci yorumladığı bu içtihatlarının hukuka aykırı olduğu kanaatindeyim.

c.       Gecikmiş Başvuru

6216 sayılı Kanun m.47/5 hükmüne göre, Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren on beş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler. Mahkeme, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder.

Bu meyanda, 30 günlük başvuru süresinin “haklı mazeret” nedeniyle kaçırılması halinde başvurucu mazeretini delillendirmek suretiyle ve mazeretin kalktığı tarihten itibaren on beş gün içerisinde bireysel başvuruda bulunabilecektir.  Burada özellikle mücbir sebep haklı mazeret teşkil eder. Söz gelimi, kişinin trafik kazası geçirmesi ve bilinci kapalı şekilde hastanede yatarak süreyi kaçırması halinde iyileşmesinden sonra on beş gün içerisinde Anayasa Mahkemesine başvuru yapabilecektir.

Başvuruya engel olan durumun ne kadar süreceği konusunda bir azami süre      öngörülmemiştir. Bu itibarla engel devam ettiği sürece on beş günlük süre de işlemez. Ancak engelin devamında başvurucunun kusurunun bulunmaması gerekmektedir.[20]

Başvurucu, dilekçesinde mazeretini açıkça yazmalı ve delillerini eklemelidir. Eğer deliller elinde değilse bunları belirtmeli ve mahkeme kanalı ile bu deliller temin edilerek (Anayasa Mahkemesi İç Tüzüğü m.70/1) hasıl olacak sonuca göre karar verilmelidir.

Kanun haklı bir nedenle otuz günlük süreyi kaçıranlar için gecikmiş başvuru müessesini öngördüğünden artık eski hale getirme müessesi uygulanmaz. Zira eski hale getirme için başka bir başvuru imkânı, usuli açıdan, olmaması gerekir.[21]

4.      Başvurunun Konusu (Konu Şartı)

a.      Genel Olarak

Anayasa m.148/3 hükmüne göre, Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

Demek ki hem Anayasa hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamına giren bir temel hakkın kamu gücü tarafından ihlali halinde bireysel başvuru yoluna gidilebilmesi mümkündür.  Yani Anayasa ve AİHS tarafından güvence altına alınma şartı kümülatiftir.[22] 6216 sayılı Kanun m. 45/1 hükmüne göre, Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Görüldüğü üzere, kanunun verdiği tanım Anayasamıza göre daha geniştir. Özellikle AİHS’e ek Türkiye’nin taraf olduğu protokolden kaynaklanan ihlallerin de kapsama alınması önemlidir.

b.      İhlal Kavramı

Anayasa ve AİHS kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiği iddiası, ciddi ve belirli bir      ağırlıkta olmalı, başvurucu formda ihlali ayrıntılı şekilde açıklamalıdır. Her ne kadar hukuki tavsif mahkemenin göreviyse de başvurucu hukuki tavsife elverişli şekilde ihlali ve sonuçlarını açıklamalı, delillerini sunmalıdır.

İhlal, icrai veya ihmali olabilir.[23] Söz gelimi, polisin silah kullanma yetkisini hukuka aykırı kullanması sonucu meydana gelen ölüm olayında devletin etkili soruşturma yapmayarak dosyanın kapatılmasına sebebiyet vermesi halinde polisin icrai hareketine soruşturma makamlarının ihmali hareketi eklenerek yaşam hakkı maddi ve usuli boyutuyla ihlal edilmiş olacaktır. İhlal bir işlemden ya da eylemden kaynaklanabilir. İdarenin kişi hakkında hukuka aykırı kamulaştırma işlemi tesis ederek mülkiyet hakkına müdahalede bulunması idari işlemden kaynaklanan bir ihlaldir.

c.       Kamu Gücü Kavramı

Anayasa ve AİHS kapsamındaki bir temel hakkın ihlalinin kamu gücü tarafından gerçekleştirilmesi gerekir. Kamu gücü, yasama, yürütme ve yargı organlarını ifade eder. Ayrıca bu makamların gözetim ve denetimi altındaki kurumların eylem ve işlemleri de bireysel başvuru yapılmasına olanak tanır. Bu yönde;

Anayasa Mahkemesi 2012/171 Bireysel Başvuru Numaralı ve 12.03.2013 T. Sayılı İlamı;

Kamu gücünü kullanan organlar ise başta devlet tüzel kişiliği içinde yer alan yasama, yürütme ve yargı organları ve bu organlara tabi olan mercileri ile yerinden yönetim kuruluşlarıdır.

Hükmünü haizdir.

Kamu gücü kullanan makamların her işlemleri değil kamu gücü kullanarak yani özel hukuk kişilerinden üstün yetki ve ayrıcalıklarla donatılmış yetkileri kullanarak yaptıkları işlemler başvuruya konu olabilir. Bu meyanda, idarenin idari sözleşmeleri ve özel hukuk sözleşmeleri bulunur. İdare, idari sözleşmelerde kamu hukukuna dayanan birtakım yetkiler kullanır ve sözleşmede özel hukuku aşan birtakım hükümler bulunur.[24] Ancak idarenin özel hukuk kişileriyle eşit olduğu özel hukuk sözleşmeleri de bulunmaktadır. Bu sözleşmelerde idare herhangi bir kamu gücü ayrıcalığına sahip değildir.[25] Bu durumda söz gelimi, Belediye’den özel hukuk hükümlerine göre kiralanan bir taşınmazın kira sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlığında açılan davada mahkeme makul süreyi aşan bir yargılamada bulunmuşsa davacı özel hukuk kişisi açısından kira sözleşmesinden kaynaklanan hak ihlalinden ötürü değil mahkemece yapılan adil yargılanma hakkının ihlalinden ötürü bireysel başvuru yapılması gerekir.[26]

d.      Yasama İşlemlerine Karşı Bireysel Başvuru

6216 sayılı Kanun m.45/3 hükmüne göre, Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz. Bu itibarla kanunlar aleyhine doğrudan bireysel başvuruda bulunularak iptali mümkün kılınamayacaktır. Bireysel başvuru ile hak ihlaline neden olan kanun aleyhine değil, kanunun icrasını sağlamaya yönelik eylemler ve işlemler bireysel başvuruya konu edilebilir.[27] Bu durum, bireysel başvurunun doğrudanlığı prensibine de koşuttur. Zira bireysel başvuruya konu olan işlem doğrudan, araya başka bir işlem girmeksizin ihlale elverişli bir işlem olmalıdır[28]. Hak ve özgürlükleri ihlal edici bir kanunun, tek başına bireysel başvuruya konu edilmesi durumunda kanunun başvurucuya uygulanıp uygulanmayacağı hususu belirsiz olduğundan doğrudanlık prensibine aykırılık teşkil edecektir.

Ancak yasama organının birtakım bireysel işlemleri ve idari işlemlerine karşı ise bireysel başvuru yapılmasının önünde bir engel bulunmamaktadır. Söz gelimi, mecliste çalışan bir memura verilen disiplin cezasına karşı olağan kanun yollarının tüketilmesi suretiyle bireysel başvuruda bulunulabilmesi mümkündür.

e.       Yürütme İşlemlerine Karşı Bireysel Başvuru

 Düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamaz (6216 sayılı Kanun m.45/3). Bu itibarla idarece ihdas edilen Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, yönetmelikler, genelgeler ve adsız düzenleyici işlemler[29] aleyhine doğrudan doğruya bireysel başvuru yapılamaz.

Kişi ancak bu işlem kendisine birel işlem olarak uygulandığı durumlarda olağan kanun yollarını tüketmek suretiyle bireysel başvuruda bulunabilecektir. Bireysel başvurunun “ikincilliği ilkesi” de bunu gerektirir. Ancak burada bir idari işlemin düzenleyici mi yoksa birel işlem mi olduğu konusundaki hukuki tavsif yargı makamlarının takdirinde olan bir konu olup idarece işleme verilen başlık tek başına işlemi birel veya düzenleyici işlem yapmaz.

Bu doğrultuda, Anayasa, Kanun ve yargı kararları ile birtakım idari işlemler yargısal denetimin dışında bırakılmaktadır.[30] Örneğin, Yüksek Askeri Şuranın, terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma işlemleri (Anayasa m.125/2), Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun meslekten çıkartma cezası hariç diğer kararları (Anayasa m.159/10, m.129/3-4, 6087 sayılı HSK Kanunu m.33/5), Silahlı kuvvetler personeline barış zamanında uygulanan “uyarma”, “kınama”, ve “hizmete kısmi süreli devam” disiplin cezaları (Anayasa m.129/3-4, 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu m.43/1), Spor federasyonlarının spor faaliyetlerinin yönetimine ve disiplinine ilişkin kararları ile bu kararlara karşı başvuru üzerine Tahkim Kurulu tarafından verilen kararlara (Anayasa m.59/3) karşı yargı yolu kapalıdır. Anayasa Mahkemesine göre yargı yolunun baştan kapalı olduğu bu minvaldeki kararlara karşı bireysel başvuruda bulunulamaz. Mahkemece bu yöndeki başvurular “konu bakımından yetkisizlik” gerekçesiyle kabul edilemez bulunarak reddedilmektedir.

Bu yönde;

Anayasa Mahkemesi 2013/1581 Bireysel Başvuru Numaralı ve 16.04.2013 T. Sayılı İlamı;

6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince, Anayasa’nın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler bireysel başvuru konusu olamazlar. Anayasa’nın 159. maddesinin onuncu fıkrası ile de HSYK’nın meslekten çıkarma cezası dışındaki kararları yargı denetimi dışında bırakılmıştır.

Başvuru konusu olayda başvurucu, idare mahkemesi hâkimleri hakkında yaptığı şikâyetin işleme konulmaması kararı ve bu karara karşı itirazının HSYK tarafından reddi işlemi aleyhine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa’nın 159. maddesinin onuncu fıkrası gereğince HSYK’nın bu kararı aleyhine yargı mercilerine başvurulması mümkün değildir. Dolayısıyla başvuru konusu işlem, Anayasa’nın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemlerden olduğundan bireysel başvuruya konu olamaz.

Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın yargı denetimi dışında bıraktığı bir işleme karşı yapıldığı anlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Anayasa Mahkemesi 2012/620 Bireysel Başvuru Numaralı ve 12.02.2013 T. Sayılı İlamı;

Anayasa’nın hak arama özgürlüğüne ilişkin 36. maddesiyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması adil yargılamanın ön koşulunu oluşturur. Öte yandan, Anayasa’nın 125. maddesinde belirtilen idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olması ilkesine göre, idari işlemlere karşı yargı yolu, Anayasa’da belirtilen kimi ayrık durumlar dışında yasalarla sınırlandırılamaz (Anayasa Mahkemesinin 2/6/2011 tarihli ve E.2008/88, K.2011/85 sayılı kararı).

Anayasa koyucu, 17/3/2011 tarihli ve 6214 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’la Anayasa’nın 59. maddesinde değişikliğe giderek spor federasyonlarının spor faaliyetlerinin yönetimine ve disiplinine ilişkin kararlarına karşı ancak zorunlu tahkim yoluna başvurulabileceğini, tahkim kurulu kararlarının kesin olduğunu ve bu kararlara karşı hiçbir yargı merciine başvurulamayacağını hüküm altına almıştır.

6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasında Anayasa’nın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemlerin bireysel başvurunun konusu olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 59. maddesinde spor tahkim kurulu kararlarının kesin olduğu ve hiçbir yargı merciine başvurulamayacağı hükmüne yer verilmiştir.

Başvuru, Tahkim Kurulu tarafından verilen disiplin cezasına ilişkindir. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca bu konuda bireysel başvuruda bulunulamaz.

Açıklanan nedenlerle, Anayasa ile yargı yolu kapatılan Tahkim Kurulu’nun verdiği disiplin cezasına yönelik başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

f.        Yargı İşlemlerine Karşı Bireysel Başvuru

Yargı yetkisi, bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından hukuki ihtilafların ve hukuka aykırılık hallerinin kesin olarak karara bağlanmasını ifade eder.[31] Bu itibarla temel hak ve özgürlüklerin korunmasına hizmet etmesi beklenen yargı makamları da temel hak ve hürriyetlerin ihlali ile sonuçlanabilecek kararlar verebilmektedir. Bu meyanda, adil yargılanma hakkı (Anayasa m.36) kapsamında çok sayıda bireysel başvuru yapıldığı ve özünde başvuruların çoğunlukla mahkeme ilamından kaynaklandığını gözlemliyoruz[32].

Bunun en önemli nedeni, olağan kanun yollarını tüketme kuralıdır. Ancak bu husus salt tüketme kuralına inhisar ettirilemez. Yargılama sürelerinin uzun olması, etkili soruşturma yürütülmemesi, hukuki dinlenilme hakkının ihlali, kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlali vb. birçok temel hak ve özgürlük yargı organlarınca ihlal edilmektedir.

Bir mahkeme kararına karşı bireysel başvuruda bulunulabilmesi için, o karara kara karşı olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekir. Söz gelimi, bir tutuklama kararına karşı o karara itiraz edilmediği takdirde bireysel başvuru yoluna gidilemez. Keza bir mahkûmiyet kararına karşı da kanun yolları yani istinaf ve temyiz yollarına başvurulmadıkça bireysel başvuru yapılamayacaktır. Burada bazı yargı kararlarına karşı üst mahkemeye başvuru imkanının olmadığı ya da kısıtlı olduğu göz önüne alındığında bu kararlara karşı bireysel başvuru yoluna gidilebilmesi için üst mahkemelere başvurma şartı aranmaz. Mesela Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.341/2 hükmüne göre, Miktar veya değeri üç bin (2023 Yılı için 17.830,00) Türk lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. Ancak manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir. Bu durumda manevi tazminata ilişkin olmayan ve 17.830,00 TL’nin altında kalan bir mahkeme kararına karşı herhangi bir başvuru yolu mevcut olmadığından doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunulması mümkündür.

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir (6216 sayılı Kanun m.50/2). Bu meyanda, ihlal iddiası makul sürede yargılamanın yapılmadığına dayanıyorsa yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından mahkemece tazminata karar verilecek; diğer durumlarda yarar olduğu ölçüde yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi gerekecektir.

5.      Başvuruyu Yapabilecek Kişiler (Kişi Şartı)

6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.

Her şeyden önce başvuru yapabilecek kişinin mağdur olması ve mağduriyetinin doğrudan doğruya olması gerekmektedir. Bu yönde;

Anayasa Mahkemesi 2019/1977 Bireysel Başvuru Numaralı ve 09.01.2014 T. Sayılı İlamı;

Bireysel başvuruda “mağdur” kavramı, davada menfaat veya dava ehliyeti kuralları gibi kurallardan bağımsız bir şekilde yorumlanır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gorraiz Lizarraga ve Diğerleri/İspanya, No: 62543/00, 10/11/2004, § 35). Ayrıca “mağdur” kavramının yorumu, günümüzde toplumun koşulları ışığında değişime tabi olup, bu kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde uygulanmalıdır (Gorraiz Lizarraga ve Diğerleri/İspanya, § 38).

Öte yandan bir başvurunun kabul edilebilmesi için başvurucunun sadece mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp, ihlalden doğrudan etkilendiğini yani mağdur olduğunu göstermesi veya mağdur olduğu konusunda Anayasa Mahkemesini ikna etmesi gerekir. Bu itibarla, mağdur olduğu zannı veya şüphesi de mağdurluk statüsünün varlığı için yeterli değildir.

Başvuru konusu Antalya 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 19/6/2012 tarihli ek kararı ile ertelenmiş cezanın aynen infazı için yapılan yeni ihbar hakkında işlem yapılmasına yer olmadığına ilişkin karar, başvurucuyu doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen, objektif olarak başvurucuyu zarara uğratan bir karar değildir. Bu sebeple Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesi itirazı reddetmiş; Yargıtay 2. Ceza Dairesi de temyiz talebinin reddine karar vermiştir.

Açıklanan nedenlerle, başvurucunun ihlale neden olduğunu ileri sürdüğü mahkeme kararından kişisel olarak etkilenmesi mümkün olmadığı anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlali iddiasıyla bireysel başvuru yapabilirler. Kamu tüzel kişileri ise bireysel başvuru yapamazlar (6216 sayılı Kanun m.46/2). Aksi durumlarda kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle başvuru kabul edilemez bulunacaktır.

6.      Mükerrer Başvuru Olmaması

Bir başvuru derdestken veya daha önce karara bağlanmışken aynı konuda, ayı tarafın yapmış olduğu mükerrer başvuru olarak değerlendirilerek kabul edilemez bulunacaktır. Mükerrer başvuru olmaması, hukukumuzdaki derdestlik ve kesin hüküm dava şartlarının Anayasa Yargısındaki görünümüdür (Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.114/1-ı,i).

 Bu itibarla, başvurucu başvuru dilekçesinde daha önce bu konuda bir başvuru yapmadığını  ifade etmeli ve derdestlik ya da kesin hükmün yani mükerrer başvurunun olmadığını ifade etmelidir.

7.      Anayasa Mahkemesinin Zaman Bakımından Yetkisi

6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir.

Mahkeme, 23.09.2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.” Zaman bakımından yetki, kamu düzenine ilişkin bir konu olduğundan bireysel başvurunun her aşamasında incelenmesi gerekmektedir. Söz gelimi, kabul edilebilirlik kriterlerini karşıladığından bahisle komisyon tarafından bölüme gönderilen bir başvurunun, bölümde icra edilen esas inceleme sırasında 23.09.2012 tarihinden önce kesinleşen bir karara ilişkin olduğu anlaşılırsa başvuru kabul edilemez bulunarak reddedilecektir.[33]

Başvuru konusu ihlal, 23.09.2012 tarihinden önce gerçekleşse bile yargılama ya da soruşturmanın bu tarihten sonra nihayetlendirilmesi durumunda mahkeme zaman bakımından yetkilidir. Önemli olan, kesinleşmenin bu tarihten önce olmamasıdır.

Zaman bakımından yetki kuralının istisnası temadi eden (devam eden) ihlal durumlarıdır. Yani bir ihlalin 23.09.2012 tarihinden önce başlaması ve bu tarihten sonra da devam etmesi halinde mahkeme zaman bakımından yetkilidir[34].

8.      Başvurunun Anayasal ve Kişisel Önem Taşıması

6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

Başvurunun anayasal önem taşıması, Anayasanın uygulanması, yorumlanması ve temel haklarının kapsam ve sınırlarının belirlenmesi çerçevesinde mütalaa edilmelidir. Kişisel önem koşulu ise, başvurucunun önemli bir zarara uğramış olmasını ifade etmektedir. Benzer husus, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvururken Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.35 hükmünde de bulunmaktadır. Buna göre, başvurucunun önemli bir zarara uğraması gerekir; meğerki Sözleşme ve Protokolleri ile güvence altına alınan insan haklarına saygı ilkesi başvurunun esastan incelenmesini gerektirsin.[35]

Anayasal ve kişisel önem hususunda Anayasa Mahkemesi 2014/2293 Bireysel Başvuru Numaralı ve 01.12.2016 T. Sayılı İlamı ile 1.058,85 TL değerindeki başvurucunun zararını başvurunun Anayasa'nın yorumlanması ve uygulanması açısından önem taşımadığı gibi başvurucunun da önemli bir zarara uğramadığı gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur. Mezkûr karara göre;

Anayasal önem koşulunun uygulanmasıyla ilgili olarak kanun koyucu “Anayasa’nın uygulanması açısından önem taşıma”, “Anayasa’nın yorumlanması açısından önem taşıma” ve “temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşıma” şeklinde üç unsur belirlemiş olmakla birlikte temel hak ve özgürlüklerle ilgili Anayasa hükümlerinin yorumlanması işin doğası gereği temel hak ve özgürlüklerin kapsamının ve sınırlarının belirlenmesini de içermektedir. Bu nedenle anayasal önemin, temel hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa hükümlerinin “yorumlanması” ve “uygulanması” açısından önem taşıma şeklinde ifade edilebilecek iki unsurunun bulunduğunu kabul etmek gerekir.

İşin doğası ve kanun metni dikkate alındığında bir başvurunun anayasal öneminin bulunduğu sonucuna varılabilmesi için onun bu iki unsurdan biri açısından önem taşımasının yeterli olduğu anlaşılmaktadır.

Anayasa hükümlerinin yorumlanması açısından önem taşıma unsurunun başta Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yoluyla daha önce yorumlamadığı meseleleri kapsadığında kuşku bulunmamaktadır. Bununla birlikte Mahkeme, bir meseleyle ilgili olarak daha önce Anayasa’nın ilgili hükümlerini yorumlamış olsa bile değişen durumları dikkate alarak yeniden yorumlama ihtiyacı duyabilir. Bu durumda da o meseleye ilişkin başvurunun anayasal öneminin bulunduğunu kabul etmek gerekir. Sosyal ve ekonomik koşulların değişmesi, temel hak ve özgürlüklerle ilgili mevzuatın yeniden düzenlenmesi ya da belli bir meseleye ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin yorumları arasında Anayasa’nın uygulanması bakımından tereddüte neden olabilecek bir farklılığın ortaya çıkması gibi durumlar Anayasa’nın yeniden yorumlanması ihtiyacını ortaya çıkarabilir.

Anayasa’nın uygulanması açısından önem taşıma unsuru ise özellikle Mahkemenin Anayasa hükümleriyle ilgili yorumu ile kamu makamları ve derece mahkemelerinin uygulamaları arasındaki farklılıkta kendisini gösterir. Ancak her uygulama farklılığı, başvurunun Anayasa’nın uygulanması açısından “önemli” olduğu anlamına gelmez. Anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriterinin getirilmesinin amacı da gözetilerek temel hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa hükümlerinin uygulanması açısından başvurunun önem taşıdığının söylenebilmesi için kamu makamları ve derece mahkemelerinin belli bir meseleye ilişkin uygulamalarının Anayasa Mahkemesi yorumlarından farklı olması ve bu farklılığın da önemli olması gerekir. Bir başka ifadeyle bu ölçüt Anayasa'ya saygı gösterilmesiyle doğrudan bağlantılı olduğu için Anayasa Mahkemesinin yorumu ile kamu makamları ve derece mahkemelerinin uygulamaları arasında ortaya çıkan her türden farklılık değil yalnızca Anayasa'ya saygıyı zedeleyecek farklılıklar önemli kabul edilmelidir.

 Bu kapsamda, bir başvurunun Anayasa Mahkemesinin yorumlarından farklı ve yaygın bir uygulamaya ilişkin olması Anayasa’nın uygulanması bakımından önemli olduğu anlamına gelir. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin yorumundan farklı olan bir uygulama yaygın olmasa bile, Anayasa’ya saygı ilkesiyle açıkça bağdaşmaz nitelikteyse buna ilişkin başvurunun da Anayasa’nın uygulanması bakımından önemli olduğu kabul edilmelidir. Böyle durumlarda Anayasa’nın uygulanmasından açıkça kaçınma hatta bazen ona bir meydan okuma söz konusu olur.

Her ne kadar başvurucunun her iki şikâyetine konu Derece Mahkemesi uygulamasının Mahkemenin yukarıda yer verilen içithadında benimsediği yorumlardan farklı olduğu ileri sürülebilirse de bu farklılığın genel bir soruna işaret etmediği anlaşılmaktadır.

Buna göre Mahkemenin sıklıkla uygulanmış açık bir içtihadının bulunduğu gerekçeli karar hakkının ve mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun genel bir soruna işaret etmediği gibi Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından da önem taşıdığının ortaya konulamadığı sonucuna varılmaktadır.

Kişisel önem koşulu, başvurucunun önemli bir zarara uğramamış olmasını ifade eder. Bu koşul, somut olayın başvurucunun kişisel durumu üzerindeki olumsuz etkisinin derecesiyle ilgilidir.

Somut olayda ortaya çıkan kişisel zararın önemli olup olmadığını başvurucunun subjektif algısı belirlemez. Bu husus başvurucunun içinde bulunduğu koşullar da dâhil olmak üzere her olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak ve objektif verilerden hareket edilerek Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilir.

Zararın parayla ölçüp ölçülememesi, onun önemini değerlendirme bakımından belirleyici değildir. Parayla ölçülmesi mümkün olmayan zararlar yönünden de anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriterinin uygulanması mümkündür. Öte yandan parayla ölçülebilen zararlar yönünden her başvurucu yönünden geçerli olacak ve kişisel önem koşulunun belirlenmesinde esas alınacak belli bir meblağ belirlenmesi mümkün değildir. Belli bir meblağ, başvurucuların içinde bulundukları kişisel koşullara göre farklı önem derecesine sahip olabilir.

Mahkeme, somut olayda başvurucunun zararının toplam 1.058,85 TL olduğunu kabul ederek hüküm kurmak durumundadır. Bu miktarın serbest avukat olarak görev yapan başvurucunun mali durumuna ciddi anlamda zarar verdiği ve kendisi için ne denli önemli olduğu hususunda başvurucunun herhangi bir açıklamasının olmadığı da gözetildiğinde başvuru konusu miktarın başvurucu açısından önemli bir zarar olduğu kanaatine ulaşılamamıştır.

Hükmünü haizdir.

9.      Başvurunun Açıkça Dayanaktan Yoksun Olmaması

6216 sayılı Kanun m.48/2 hükmüne göre, mahkeme … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir. Açıkça dayanaktan yoksunluk[36], Anayasa Mahkemesinin müstakar (yerleşik) içtihatlarına doğrudan doğruya aykırı olan bireysel başvuruları ifade etmektedir. Açıkça dayanaktan yoksunluk kriteri, kanun yollarında yapılan maddi ve hukuki incelemenin Anayasa Mahkemesi tarafından yapılmasını önlemeye yönelik bir mekanizmadır[37]. Bu itibarla Anayasa Mahkemesi’nin bir “süper temyiz” merci olmaması adına önemli bir kriter olan bu kriter, keyfiliğe yol açmadan ve öngörülebilir şekilde uygulanmalıdır.

Anayasa Mahkemesi çeşitli kararlarında kanun yollarında gözetilmesi gereken hususlarda bireysel başvuru yapılamayacağından bahisle başvurunun “açıkça dayanaktan yoksunluk” kriteri kapsamında kabul edilemezliğine karar vermektedir. Bu yönde;

Anayasa Mahkemesi 2012/1334 Bireysel Başvuru Numaralı ve 17.09.2013 T. Sayılı İlamı;

Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.

Mahkemeye göre, başvurucunun temel hak ve özgürlükleri ihlal edilmediği ya da keyfilik içermediği sürece kanun yollarında gözetilmesi gereken hususlarda bireysel başvuru yapılamaz[38]. Bu hususta;

Anayasa Mahkemesi 2013/781 Bireysel Başvuru Numaralı ve 26.03.2013 T. Sayılı İlamı

Başvurucuların 311. madde gereğince yapılan yargılamalardaki hak ihlallerini bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine getirmeleri mümkündür. Ancak Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru kapsamında ele alınamaz. Bu kapsamda, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir şekilde keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/695, § 22, 12/2/2012).

 Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından, mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirdiği iddiasıyla müracaatta bulunduğu yargılamanın yenilenmesi talebinin mahkemece kabule değer olmadığına karar verilerek anayasal haklarının ihlaline yol açtığı belirtilmektedir. Dolayısıyla başvurucunun iddialarının özü, derece mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir.

 Açıklanan nedenlerle, başvurunun kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararının açıkça keyfilik içermediği anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Uygulamada her kararın, alelıtlak, genelde adil yargılanma ilkesinin ihlali nedeniyle, Anayasa Mahkemesine götürüldüğü olgusu karşısında açıkça dayanaktan yoksunluk kriterinin uygulanması önemlidir. Ancak mahkemeye geniş bir hareket alanı veren bu kuralın bir başvuruda (olayda) uygulanırken benzer bir diğer başvuruda (olayda) uygulanmadığı da görülebilmektedir. Bu nedenle mahkeme, “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle kabul edilemezlik kararı verirken benzer başvurularda neden böyle bir karar vermediğini doyurucu bir şekilde açıklamalı ve bu itibarla kuralı keyfilikten uzak, öngörülebilir biçimde uyguladığını ortaya koymalıdır.

10.  Başvuru Hakkının Kötüye Kullanılmaması

6216 sayılı Kanun m.51 hükmüne göre, Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca iki bin Türk lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir. Başvuru hakkının açıkça kötüye kullanılması durumunda da kabul edilemezlik kararı verilir.

Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz (Türk Medeni Kanunu m.2/2). Dürüstlük kuralından istirhaç edilen hakkın kötüye kullanılması yasağının Anayasa Yargısındaki görünümü başvuru hakkının kötüye kullanılmamasıdır. Bir hakkın başkalarına zarar verecek şekilde kullanılması ya da çelişkili davranma yasağına aykırılık halinde hakkın kötüye kullanılması söz konusu olacak ve hukuk düzenince himaye edilmeyecektir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi 2013/1013 Bireysel Başvuru Numaralı ve 02.07.2015 T. Sayılı İlamında başvurucunun talep olmadan karar düzeltme incelemesi yapıldığı iddiasını başvurucunun daha önce bu yönde bir talep dilekçesi vermiş olması nedeniyle başvuru hakkının kötüye kullanılmasından hareketle kabul edilemez bulmuştur. Kararda yer verilen başvuru hakkının kötüye kullanılmasına ilişkin tespitlerin yerinde olduğu kanaatindeyim. Karara göre;

Bu bağlamda bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve Mahkemenin başvuruyu gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların, başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür. Bu kapsamda özellikle, Mahkemeyi yanıltmak amacıyla gerçek olmayan maddi vakıalara dayanılması veya bu nitelikte bilgi ve belge sunulması, başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında Mahkemenin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya tahrik edici bir üslup kullanılması ile söz konusu başvuru yolu kapsamında ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda, başvuru hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir (Anayasa Mahkemesi B. No: 2013/7087, 18/9/2014, § 28).

Somut başvuru açısından başvurucunun, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 9/2/2007 tarihli onama ilamının ardından talep olmadan karar düzeltme incelemesi yapıldığı yönündeki iddiasının gerçeği yansıtmadığı zira Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 30/6/2005 tarihli kararının, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 9/2/2007 tarihli ilamı ile onanmasının ardından davalı tarafça 1/7/2007 tarihli dilekçe ile karar düzeltme talebinde bulunulduğu, bu dilekçenin başvurucuya 6/7/2007 tarihinde tebliğ edildiği ve başvurucunun davalının karar düzeltme talebine cevap verdiği anlaşılmıştır.

 Açıklanan nedenle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddianın yanıltıcı beyan niteliğinde olduğu, başvuruya konu yargılama dosyası incelendiğinde aslında karar düzeltme başvurusunun gerçekleştiği anlaşıldığından başvurunun “başvuru hakkının kötüye kullanımı” nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.

Sonuç

Yukarıda açıkladığımız kabul edilebilirlik kriteri, uyulmaması halinde başvurunun esasına girilmesini kesin olarak engellemesi nedeniyle (6216 sayılı Kanun m.48/5) öğreti ve Anayasa Mahkemesi içtihatları çerçevesinde bilinmesi gereken kriterlerdir. Bu doğrultuda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında belirtilen ve Anayasa Mahkemesinin de bireysel başvuru kararlarında sıklıkla vurguladığı usul kurallarının “aşırı şekilcilikten uzak” ve “belirli bir esneklik” ile uygulanması gerektiği prensibinin kabul edilebilirlik kriterlerinde mahkemece bu şekilde uygulanmadığı görülmektedir.

Bu kriterlerden bazıları gerçekten muğlaktır ve öngörülebilirlik prensibine aykırıdır. Özellikle “Anayasal ve kişisel önemden yoksunluk” ile “açıkça dayanaktan yoksunluk kriterleri” mahkemeye çok geniş bir hareket alanı sağlamakta ve bu itibarla benzer olaylarda, bizce iş yüküne göre, farklı kararlar çıkabilmektedir.

“Olağan kanun yollarının tüketilmesi kuralından muafiyet halleri” ile “başvuru hakkının kötüye kullanılmaması” kriterleri de bahsettiklerimiz kadar olmasa da birtakım belirsizlikler barındırmakta ve olası hak kayıplarına yol açabilmektedir. Bu meyanda, başvuru süresinin başlangıcına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin UYAP kütüğünden öğrenmeyi yeterli görmesi, temyiz onama kararlarının tebliğ edilmediği ceza muhakemesi açısından yerinde olsa bile, hak kaybına yol açabilecek niteliktedir. Zira kesinleşen kararların tebliğ edildiği durumlarda Tebligat Kanunu ve sair mevzuat hükümlerine rağmen (HMK m.438) “öğrenme içtihadı”nın geliştirilmesi hukuka aykırıdır.  Mahkemenin birçok kararında bu kriterlerin gerek kanuni gerekse de içtihadi düzlemde netleştirilmeden, birtakım muğlaklıklarla, uygulanması hukuk devleti ve hak arama ilkelerini zedeler niteliktedir.

Bu eleştirilerin yanında uygulamada gerekli şartları taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın birçok dosyanın alalıtlak bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne götürüldüğü de bilinen bir gerçektir. Halbuki Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru olağan veya olağanüstü kanun yolu değildir. Anayasa m.148’e göre de bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Bireysel başvuru, dava sonrası (dava üstü) bir hukuki yoldur. Zira ilk derece mahkemesince verilen kararı beğenmeyen bir kişi üst mahkemelerde davasının incelenmesini sağlamaya yönelik girişimlerde bulunabilir ve karar bu bağlamda denetlenir. İstinaf ve temyiz mercileri, mahkeme kararını maddi ve hukuki yönden inceler ve hasıl olan sonuca göre bir karar verir.

Oysa bireysel başvuru, “Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki bir hakkın kamu gücü tarafından ihlali haline (Anayasa m.148)” hasredilmiş, kendine özgü birtakım usulleri ve sonuçları olan ve istinaf veya temyiz mercileri gibi karar tesis etme yetkisi olmayan Anayasa Mahkemesince görülen bir hukuki yoldur.

Ancak uygulamada Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru adeta “süper temyiz” başvurusu halini aldığı için Anayasa Mahkemesinin iş yükü mütemadiyen artmakta ve bu itibarla birçok bireysel başvuru talebi “kabul edilebilirlik kriterlerine” takılarak reddedilmektedir. Zaman zamansa Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru konusu edilemeyecek dosyalarda adeta kanun yolu mahkemesi gibi karar vermekte ve bu da giderek Anayasa Mahkemesini “süper temyiz merci” haline getirmektedir. Ancak başvuru sayısı ne olursa olsun kabul edilebilirlik kriterlerinin muğlak olmaması ve öngörülebilir şekilde uygulanması hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkeleri (Anayasa m.2) açısından elzemdir. Bu itibarla, başvuru kriterlerinin kanuni ve içtihadi düzlemde yeniden gözden geçirilerek daha net ve öngörülebilir bir hale getirilmesi gerekmektedir.

detail-photo-fancybox-0

Av. Mehmet Talha IŞIK

KAYNAKÇA

ÖZTÜRK, Bahri ve Diğerleri, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, Seçkin Yayınevi, 15.Baskı, 2021.

AKYILMAZ, Bahtiyar ve Diğerleri, Türk İdari Yargılama Hukuku, Ankara, Savaş Yayınevi, 2021.

ALGAN, Bülent, ‘BİREYSEL BAŞVURULARDA “AÇIKÇA DAYANAKTAN YOKSUNLUK” KRİTERİNİN ANAYASA MAHKEMESİ TARAFINDAN YORUMU VE UYGULANMASI’ Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 63 (2) 2014.

TERCAN, Erdal, Medeni Usul Hukukunda (Kesin Sürelerin Kaçırılması Halinde) Eski Hale Getirme, Ankara, 2006.

ÇELİKYAY, Hakan Sabri, , ‘ANAYASA MAHKEMESİ’NİN BİREYSEL BAŞVURU KARARLARININ “BAŞVURU YOLLARININ TÜKETİLMESİ” ÖLÇÜTÜ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ,’ İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 73, S. 1, Y. 2015.

DOĞAN, İlyas,  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Yapısı, yargılama Usulü ve Kararlarının İnfazı, Editör İlyas Doğan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku.

GÖZLER, Kemal, , İdare Hukuku Dersleri, Bursa, Ekin Yayınevi, 21.Baskı, 2019.

GÖZLER, Kemal, İnsan Hakları Hukuku, Bursa, Ekin Yayınevi, 2.Baskı, 2018.

GÖZLER, Kemal, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa, Ekin Yayınevi, 22.Baskı, 2018.

AYDIN, Mücahit,  ‘Bireysel Başvuruda Zaman Bakımından Yetki’, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl: 2016/3, Sayı:25.

DOĞRU, Osman, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Rehberi, Legal, İstanbul, 2012.

AYDIN, Öykü Didem,  “Türk Anayasa Yargısında Yeni Bir Mekanizma: Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XV, Yıl 2011, Sayı 4.

ÖZBEY, Özcan,  “Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvurularda Kabul Edilmezlik Nedenleri”, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru (Anayasa Şikâyeti), (Editör Sevtap Yokuş), Ankara, Seçkin Yayınevi, 2014.

KORKMAZ Ramazan, Medeni Usul Hukuku Açısından Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, İstanbul, 12 Levha Yayınları, 2014.

ALTINKÖK, Serhat, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 35/3-b Maddesinde Yer Alan Kabul Edilebilirlik Ölçütü: ‘Önemli Zarar’, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 62, Sayı 2, Yıl 2013.

ÇINAR, Sinan,‘Bireysel Başvuruda Bulunma Usulü,’ Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, Yıl 2015, Cilt 0, Sayı 6.

BARIN, Taylan, (2022). “Bireysel Başvuru Hakkı ve Hakkın Geleceğine Yönelik Endişeler” Anayasa Hukuku Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 21.

ŞİRİN, Tolga, Türkiye’de Anayasa Şikayeti (Bireysel Başvuru), İstanbul, Onikilevha Yayınevi, 2013.

ÖZDEK, Yasemin, Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye, Ankara, TODAİE, 2004.

--------------------------

[1] Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa, Ekin Yayınevi, 22.Baskı, 2018, s.447.

[2] Sinan Çınar, ‘Bireysel Başvuruda Bulunma Usulü,’ Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, Yıl 2015, Cilt 0, Sayı 6, s.114. AİHM Hasan Uzun/Türkiye, Başvuru No 10755/13, 30.04.2013 s.57-58.

[3] Yasemin Özdek, Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye, Ankara, TODAİE, 2004, s.57

[4] Kemal Gözler, İnsan Hakları Hukuku, Bursa, Ekin Yayınevi, 2.Baskı, 2018, s.514

[5] Aktaran; Hakan Sabri Çelikyay, ‘ANAYASA MAHKEMESİ’NİN BİREYSEL BAŞVURU KARARLARININ “BAŞVURU YOLLARININ TÜKETİLMESİ” ÖLÇÜTÜ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ,’ İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 73, S. 1, s. 2015 y.21-62,

[6] Osman Doğru, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Rehberi, Legal, İstanbul, 2012, s.104

[7] Hakan Sabri Çelikyay, a.g.e, ‘ANAYASA MAHKEMESİ’NİN BİREYSEL BAŞVURU KARARLARININ “BAŞVURU YOLLARININ TÜKETİLMESİ” ÖLÇÜTÜ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ’ s. 34

[8] Ibid s.35

[9] Ibid s.36-37

[10] Başvurucunun içinde bulunduğu durum açısından, iç hukuk yollarının tüketilmesi şartının aranması, anlamsız, gereksiz ise, iç hukuk yolları kullanılsa bile sonucun değişmeyeceği apaçık ortada ise, başvurucu iç hukuk yollarının tüketilmesi şartından muaf hale gelmektedir. Örneğin belirli bir noktada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlali taraf devlette yoğun ve sistematik bir nitelik kazanmış ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, iç hukuk yollarının tüketilmesi şartını aramamaktadır. Özellikle taraf devletin sözleşmenin ihlaline resmi olarak göz yumduğunun anlaşılması durumlarda iç hukuk yollarının tüketilmesi şartı aranmamaktadır. Keza Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğu iddia edilen eylem ve işlem konusunda iç hukuk yargı yolu kapalı ise, iç hukuk yollarının tüketilmesi şartı aranmamaktadır. Örneğin Mahkeme, Türkiye’de Yüksek Askeri Şuranın kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olduğu dönemde, bu kararlar aleyhine, iç hukuk yolları tüketilmeden doğrudan doğruya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulabileceğine karar vermiştir (Gözler, a.g.e, İnsan hakları Hukuku, s.515)

[11] Çelikay, a.g.e, s.50

[12] Tolga Şirin, Türkiye’de Anayasa Şikayeti (Bireysel Başvuru), İstanbul, Onikilevha Yayınevi, 2013, s.521 vd. Özcan Özbey, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvurularda Kabul Edilmezlik Nedenleri, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru (Anayasa Şikâyeti), (Editör Sevtap Yokuş), Ankara, Seçkin Yayınevi, 2014, s.200; Öykü Didem Aydın, “Türk Anayasa Yargısında Yeni Bir Mekanizma: Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XV, Yıl 2011, Sayı 4, s.147-148

[13] Mesela mülkiyet hakkı yok sayılan bir kimse, mahkemede açmış olduğu kadastro davasında 10 yıldır sonuç elde edemiyor, hakkı sürüncemede bırakılıyordur. Kişi, ülke içinde hak arama yolu olan dava açmak seçeneğini başlatmışsa da uzun zamandır hak ihlali giderilememiştir. Dava sonuçlanmadığı için bir üst mahkemeye de gidemeyen davacının artık hakkın kendisine iadesi konusunda umudu tükenmiştir. Uygulamada buna benzer pek çok örnekle karşılaşılmaktadır (Korkmaz, a.g.e, s.125).

[14] Türk anayasal sisteminde artık Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu da tüketilmesi zorunlu iç hukuk yolları manzumesine eklenmiştir. Ancak uygulamada anayasa mahkemesine yapılan başvuruların sonuç vermediği yönünde bir olgu ortaya çıkması halinde AİHM Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruyu tüketilmesi zorunlu iç başvuru yolu olmaktan çıkarabilir. Nitekim Azerbaycan hukuk sisteminde anayasa mahkemesine bireysel başvuruda bulunmadan önce karar düzeltme talebinin bir koşul olarak öngörülmesinden hareketle bu ülkede anayasa mahkemesine bireysel başvurunun olağan bir başvuru yolu olmadığına, dolayısıyla tüketilmesine gerek olmadığına karar vermiştir (İlyas Doğan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Yapısı, yargılama Usulü ve Kararlarının İnfazı, Editör İlyas Doğan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, s.372)

[15] Anayasa Mahkemesi 1557 Bireysel Başvuru Numaralı ve 16.04.2013 T. Sayılı İlamı. Aktaran; Ramazan Korkmaz, a.g.e, s.114

[16] Otuz günlük süreye ilişkin başlangıç tarihinin tespitinde kanun hükmü gereği öğrenme tarihi esas alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi Hüseyin Aşkın, 2017/15649 Bireysel Başvuru Numaralı ve 21.07.2020 T. Sayılı İlamı. Aktaran, Taylan Barın (2022). “Bireysel Başvuru Hakkı ve Hakkın Geleceğine Yönelik Endişeler” Anayasa Hukuku Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 21, s. 31-57.

[17] Taylan Barın, a.g.e, s.45

[18] Anayasa Mahkemesi 2013/1827 Bireysel Başvuru Numaralı ve 25.02.2016 T. Sayılı İlamı Aktaran; Ibid

[19] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Beles/Çek Cumhuriyeti, 47273/99 Bireysel Başvuru Numaralı ve 12.11.2002 Sayılı İlamı.

[20] Korkmaz, a.g.e, s.123

[21] Erdal Tercan, Medeni Usul Hukukunda (Kesin Sürelerin Kaçırılması Halinde) Eski Hale Getirme, Ankara, 2006, s.86

[22] Gözler, a.g.e, Türk Anayasa Hukuku, s.448

[23] Korkmaz, a.g.e, s.132

[24] Kemal Gözler, İdare Hukuku Dersleri, Bursa, Ekin Yayınevi, 21.Baskı, 2019, s.429.

[25] Ibid, s.421

[26] Korkmaz, a.g.e, s.134

[27] Gözler, a.g.e, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, s.448

[28] Korkmaz, a.g.e, s.139

[29] Anayasada öngörülmüş idarenin düzenleyici işlemleri, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve yönetmelik olmak üzere iki tanedir. Ancak, uygulamada yürütme organının bunların dışında, “kararname”, “karar”, “tebliğ”, “sirküler”, “genelge” “ilke kararı”, “esaslar”, “yönerge”, “talimat”, “statü”, “genel emir”, “tenbihname”, “genel tenbih”, “ilan”, “duyuru”, “plan” , “tarife”, “izahname”, “açıklama” gibi değişik isimler taşıyan işlemlerle genel, soyut, objektif hukuk kuralları koyduğu görülmektedir. Bu nedenle, bu işlemler de idarenin düzenleyici işlemidirler. (Gözler, a.g.e, İdare Hukuku Dersleri, s.411.)

[30] Bahtiyar Akyılmaz ve Diğerleri, Türk İdari Yargılama Hukuku, Ankara, Savaş Yayınevi, 2021, s.52

[31] Gözler, a.g.e, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, s.407

[32] Ayrıntılı bilgi; bireysel başvuru istatistikleri için https://www.anayasa.gov.tr/media/8309/bb_2022_3_tr.pdf

[33] Mücahit Aydın, ‘Bireysel Başvuruda Zaman Bakımından Yetki’, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl: 2016/3, Sayı:25, s.283-303

[34] Ibid s.286 ayrıca bakınız Hasan Taşlıyurt, B. No: 2013/1213, 4.12.2013

[35] Serhat Altınkök, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 35/3-b Maddesinde Yer Alan Kabul Edilebilirlik Ölçütü: ‘Önemli Zarar’, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 62, Sayı 2, Yıl 2013, s.362 vd.

[36] AİHM öncelikle, ilk bakışta (prima facie) bir Sözleşme ihlali olmadığını düşündüğü başvuruları bu nedenle kabul edilemez bulmaktadır. Ancak AİHM, bunun yanında, istikrar kazanmış içtihadında, bir başvuruya ilişkin ön incelemede her hangi bir şekilde AİHS’de yer alan bir hakkın ihlal edildiği sonucuna ulaşılamıyorsa, yine esastan incelemeye geçmeksizin açıkça dayanaktan yoksun başvuru olarak nitelendirmektedir. Bir başka anlatımla, bu olasılıkta dayanaktan yoksunluğun açıklığı, AİHM’ye göre, dayanaksızlığın açıkça ortada olması değil, Sözleşmedeki bir hakkın ihlal edildiğinin kararın ön incelemesinde net bir şekilde ya da açıkça görülememesi olarak anlaşılmaktadır. “Açık” kavramına verilen bu anlam, doğal olarak Mahkemeye daha geniş bir hareket alanı bırakmakta ve daha kolay kabul edilemezlik kararı vermesine olanak sağlamaktadır. Ancak AİHM’nin bu tutumunun eleştirilerle karşılaştığını belirtmek gerekir. Dayanaktan yoksunluğun “açık” olmasına, AİHM’de olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi’nin de en dar anlamı vermekten kaçındığının belirtilmesi yeterli olacaktır (Bülent Algan, ‘BİREYSEL BAŞVURULARDA “AÇIKÇA DAYANAKTAN YOKSUNLUK” KRİTERİNİN ANAYASA MAHKEMESİ TARAFINDAN YORUMU VE UYGULANMASI’ Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 63 (2) 2014, s. 247-284)

[37] Şirin, a.g.e, Bireysel Başvuru s.554 vd.

[38] Korkmaz, a.g.e, s.174-175