ÖZET

İşçilik alacaklarının tahsili sürecinde dava türünün doğru belirlenmesi, işçinin maddi haklarını tam ve zamanında elde edebilmesi bakımından son derece kritik bir öneme sahiptir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile birlikte hukuk sistemimize giren belirsiz alacak davası kurumu, alacak miktarının dava tarihinde tam ve kesin olarak belirlenemediği hâllerde işçiye önemli güvenceler sağlamaktadır. Ne var ki, uygulamada hangi alacak kalemlerinin belirsiz alacak davasına konu edilebileceği konusunda tereddütler yaşanmakta; işçilik alacaklarında dava türünün belirlenmesi hususu hâlen yargı kararları ışığında şekillenmektedir. Bu çalışmada, işçilik alacak kalemlerinin dava konusu ediliş biçimi, Yargıtay kararları ve öğretideki görüşler çerçevesinde değerlendirilmekte; hangi durumlarda belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yarar bulunduğu açıklığa kavuşturulmaktadır.

GİRİŞ

İş hukukunda işçi alacaklarının tahsili süreci, özellikle dava türünün doğru tespit edilmesi bakımından önemli usuli sorunları gündeme getirmektedir. Dava konusu alacağın niteliği itibariyle belirsiz alacak davası mı yoksa kısmi dava mı açılması gerektiği hem işçi hem de işveren açısından ciddi sonuçlar doğurabilmektedir. Bu çalışmada, işçilik alacaklarına ilişkin hangi kalemlerin belirsiz alacak davasına konu edilebileceği, hangilerinin ise kısmi dava yoluyla talep edilmesi gerektiği, güncel Yargıtay kararları ışığında incelenecek, ayrıca bu ayrımın hukuki güvenlik ve hak arama özgürlüğü üzerindeki etkisi değerlendirilecektir.

Modern hukuk sistemlerinde belirsiz alacak davası, özellikle alacaklının dava konusu miktarı başlangıçta objektif olarak belirleyemediği durumlarda, hak kayıplarını önlemeye yönelik koruyucu bir dava türü olarak öne çıkmaktadır. İş hukukunda işçinin ekonomik ve sosyal yönden zayıf konumu, bu korumanın daha da önem kazanmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, işçilik alacaklarına ilişkin davalarda belirsiz alacak davası açılması, yalnızca usule ilişkin bir tercih değil, aynı zamanda sosyal devlet ilkesinin bir yansıması olarak da değerlendirilmelidir.

Uygulamada, alacak miktarının belirlenebilmesi çoğu zaman bilirkişi incelemesi ve hesap raporları aracılığıyla mümkün olabilmektedir. Nitekim işçinin çalıştığı süre, ücreti, yaptığı fazla mesai ya da kullandığı yıllık izin gibi unsurlar, çoğu zaman işverenin kayıtlarında yer almakta ve bu verilere ancak yargılama sürecinde ulaşılabilmektedir. Bu nedenle, dava açıldığı anda alacak miktarının belirlenmesi her zaman objektif olarak mümkün olmayıp, bilirkişi raporları davanın niteliğini doğrudan etkileyen başlıca unsurlardan biri hâline gelmektedir.

Bunun yanı sıra, dava türünün doğru belirlenmesi, faiz başlangıcı bakımından da belirleyici olmaktadır. Özellikle belirsiz alacak davasında, talebin tam ve kesin hâle getirildiği tarih, faiz hesabının başlangıcını doğrudan etkileyebileceğinden, dava stratejisi bakımından dikkatle değerlendirilmelidir.

Bu bağlamda, çalışmanın ilk bölümünde kısmi dava ile belirsiz alacak davasının hukuki nitelikleri ve farkları incelenecek, devamında ise işçilik alacakları tek tek ele alınarak, her bir alacak kaleminin hangi dava türü ile ileri sürülebileceği yönünde çözüm önerileri sunulacaktır.

KISMİ DAVA

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 109. maddesi uyarınca, kısmi dava; konusu itibarıyla bölünebilir nitelikte olan bir alacağın yalnızca belli bir kısmının dava konusu yapılabilmesine imkân tanıyan bir dava türüdür. Bu düzenlemeyle kanun koyucu, alacağın tamamının değil, yalnızca bir bölümünün yargıya taşınabilmesine izin vererek hem yargılamanın etkinliğini artırmayı hem de davacının dava hakkı üzerindeki iradesini serbestçe kullanabilmesini teminat altına almayı amaçlamıştır.

Kısmi davada, davacı alacağın tamamını bilmesine rağmen yalnızca bir kısmını dava eder; kalan kısımdan açıkça feragat etmediği sürece bu kısmı sonradan ek dava veya ıslah ile ileri sürebilir. Bu bağlamda, Yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere, kısmi dava açılması kalan alacaktan feragat edildiği anlamına gelmez.[1]

Kısmi dava açılabilmesi için iki temel şart aranır:

1. Talep konusunun bölünebilir olması: Alacağın niteliği itibarıyla parçalar hâlinde ifasının mümkün olması gerekir. Bu husus bir usul hukuku değil, maddi hukuk sorunudur.

2. Tam alacak içinde yalnızca bir kısmının talep edilmesi: Davacının dava dilekçesinde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu” açık veya örtülü biçimde belirtmesi gerekir. Aksi hâlde dava, tam dava olarak nitelendirilir.[2]

Kısmi davada, zamanaşımı sadece dava edilen kısım için kesilir. Henüz talep edilmeyen “ dava ve talep hakkı” saklı tutulan kısım için zamanaşımı işlemeye devam eder. Böyle olunca, geri kalan kısmın aynı yargılama içinde karşı tarafın izniyle veya ıslah yolu ile talep edilmesi yahut ayrı bir davanın konusu yapılması, alacağın geri kalanının zamanaşımına uğramamış olmasına bağlıdır. Aksi taktirde davalı zamanaşımı def’inde bulunarak alacaklının talebini sonuçsuz bırakabilecektir. [3]

Kısmi dava yoluyla alacağın yalnızca belirli bir kısmı dava konusu edildiğinde, faiz talebi yalnızca bu dava edilen kısmı kapsar. Hukuken, faiz ancak talep edilen kısım üzerinden hükmedilebileceğinden, dava dilekçesinde belirtilen miktarla sınırlı olarak faiz işletilir. Bu kapsamda, kalan alacak için faiz, ancak sonradan açılacak ek dava ya da yapılacak ıslah işlemiyle birlikte istenebilir ve bu işlemlerin yapıldığı tarihten itibaren başlar.

BELİRSİZ ALACAK DAVASI

100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası, dava konusu alacağın miktar veya değerinin, davanın açıldığı tarihte tam ve kesin olarak belirlenemediği veya bunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olduğu hâllerde başvurulabilecek özel bir dava türüdür. Bu dava tipi, özellikle davacının bilgiye erişim bakımından dezavantajlı konumda bulunduğu durumlarda, hak arama özgürlüğünün etkili bir şekilde kullanılabilmesi adına yasal zemin oluşturur.

Belirsiz alacak davası ile birlikte, davacının dava dilekçesinde yalnızca asgari bir tutar göstermesi yeterli olup; alacak, yargılama sürecinde bilirkişi raporu veya karşı tarafın sunduğu belgeler aracılığıyla belirli hâle geldikten sonra, hâkim tarafından verilecek iki haftalık kesin süre içinde nihai talep tutarı serbestçe artırılabilir. Bu noktada, iddianın genişletilmesi yasağı da uygulanmaz. Ancak verilen kesin sürede artırıma gidilmezse, dava gösterilen geçici tutar üzerinden sonuçlandırılır (HMK m. 107/2).

Bu dava türü, doğası gereği istisnai nitelikte bir eda davası olup; uygulanabilmesi için bazı özel koşulların varlığı aranır. En temel koşul, alacağın belirlenememesinin objektif olarak imkânsız veya davacıdan beklenemeyecek nitelikte olmasıdır. Doktrinde bu duruma, özellikle işverenin elinde bulunan bordro, puantaj, ücret hesap pusulası gibi belgelerin işçi tarafından bilinmemesi veya erişilememesi örnek verilmektedir [4].

Uygulamada belirsiz alacak davasının işlevselliği en çok iş hukukunda görülmektedir. İşçi alacaklarının çoğu, hesaplanabilmeleri için hem iş sözleşmesinin süresi hem fiilen çalışılan süreler hem de ödenen ücretin türüne göre (net, brüt, yol yardımı, yemek desteği vs.) teknik bir değerlendirme gerektirir. Bu durum da alacakların tam olarak belirlenmesini, davacı işçi açısından çoğu zaman imkânsız kılmaktadır. Yargıtay da yerleşik içtihatlarında, işçilerin elinde yeterli belge bulunmadığı takdirde bazı kalemler bakımından belirsiz alacak davası açılmasını hukuka uygun görmektedir.

Belirsiz alacak davasının açılması, yalnızca yargılamayı kolaylaştırmakla kalmaz; aynı zamanda faizin başlangıç tarihinin dava tarihi olarak kabul edilmesini sağlar. Bu yönüyle, sadece maddi değil, zamanaşımı ve faiz yönünden de önemli kazanımlar sunar. Aksi hâlde, davacı ancak ek dava ya da ıslah yoluyla miktarı artırabilecek ve faiz de bu son tarihten itibaren işleyebilecektir.

Öte yandan, belirsiz alacak davasının şartları oluşmadan açılması hâlinde, tamamlanabilir dava şartı kabul ederek davacıya süre verilmesi gerekmektedir. [5]

İŞ HUKUKUNDA ALACAK KALEMLERİNİN NİTELİKLERİNE GÖRE DAVA TÜRÜNÜN BELİRLENMESİ

Belirsiz alacak davası ve kısmi dava, HMK'nın 107 ve 109. maddeleri çerçevesinde farklı dava stratejileri sunmakta olup, işçilik alacaklarına ilişkin davalarda bu ayrımın doğru şekilde yapılması hem usul ekonomisi hem de davacının maddi hukuk anlamında korunması açısından büyük önem taşımaktadır. Önceki bölümlerde detaylı şekilde ortaya konulduğu üzere, kısmi dava; alacağın tamamı bilindiği hâlde yalnızca bir kısmının talep edilmesi hâlinde başvurulan bir yöntem iken, belirsiz alacak davası, alacak miktarının dava açılırken belirlenemediği durumlarda kullanılabilecek istisnai bir dava türüdür. Özellikle işçilik alacaklarının çeşitliliği ve hesaplamaya dayalı olması, bu alacak kalemlerinin her biri için dava türünün ayrı ayrı değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu noktada, her bir işçilik alacağı kalemi yönünden belirlilik, erişilebilirlik, hesaplanabilirlik ve davacıdan beklenebilirlik kriterleri göz önünde bulundurularak uygun dava türünün tespiti gerekmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.05.2019 tarihli ve 2016/1166 E., 2019/576 K. sayılı kararı, bu konuda içtihat birliği sağlamaya yönelik önemli ilkeler ortaya koymuştur.

Kıdem ve İhbar Tazminatlarında “Kısmi Dava” Görüşünün Dayanakları ve Eleştirisi

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16 Mayıs 2019 tarihli, 2016/1166 E., 2019/576 K. sayılı içtihadı, kıdem ve ihbar tazminatları bakımından belirsiz alacak davasının koşullarının gerçekleşmediğini, bu tür alacakların baştan belirlenebilir nitelikte bulunduğunu ve dolayısıyla kısmi veya tam eda davası yoluyla ileri sürülmesi gerektiğini kabul etmiştir. Kararda, davacının çalışma süresini ve son ücreti somut olarak ortaya koyabildiği; giydirilmiş ücret unsurlarının da işçinin özlük dosyası ve bordro kayıtlarıyla teyit edilebildiği vurgulanarak, “belirsizlik” iddiasının esasen ispat zorluğuna dair olduğu, oysa HMK m. 107’nin bir ispat kolaylığı değil, miktar belirsizliği kurumu olduğu ifade edilmiştir. Böylelikle, hukuki yarar ilkesi gereği, belirsiz alacak davası ile sağlanmak istenen korumanın kıdem ve ihbar tazminatları yönünden yersiz olduğu sonucuna varılmıştır.

Ne var ki, söz konusu yaklaşım, uygulama pratiğinde sıklıkla karşılaşılan bazı maddi ve belgelenebilirlik sorunlarını göz ardı etmektedir. Özellikle giydirilmiş ücretin hesaplanmasında dikkate alınan prim, ikramiye, yemek ve yol yardımı gibi unsurların çoğu zaman bordroda açıkça gösterilmemesi ve bu ödemelerin bir kısmının kayıt dışı yapılması, alacak miktarının baştan kesin şekilde belirlenmesini fiilen imkânsız hale getirmektedir. Her ne kadar işçinin çalışma süresi ve çıplak ücreti bazı kayıtlardan anlaşılabilse de, bu tür yan ödemelerin kapsamı ve sürekliliği çoğunlukla ancak tanık anlatımları ve bilirkişi değerlendirmesiyle somutlaştırılabilmektedir. Bu yönüyle, işçi dava açarken yalnızca ücretin çıplak tutarını değil, aynı zamanda bu ücretin ne ölçüde giydirilmiş olduğunu da ortaya koymak zorundadır ki, bu hesaplama tamamen kendi elindeki verilerle yapılabilir nitelikte değildir. Dahası, işverenin ücret ödemelerini şeffaf şekilde kayıt altına almaması, işçinin dava açarken objektif olarak öngörülemeyen bir belirsizlikle karşı karşıya kalmasına yol açmaktadır. Bu durum, işçinin alacağını eksik ya da temkinli şekilde dava etmesine sebep olmakta; çoğu zaman alacağın önemli bir kısmı zamanaşımına uğramakta veya ıslah engeliyle karşılaşmaktadır.

Kanaatimize göre, kıdem ve ihbar tazminatlarına ilişkin alacak kalemlerinin belirsiz alacak davası kapsamında talep edilmesinde hukuki yarar bulunmakla birlikte, uygulamada mahkemeler genellikle bu alacak kalemlerinin kısmi dava olarak açılması gerektiği yönündeki görüş benimsemektedir.

Diğer Alacak Kalemleri Yönünden Değerlendirme

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesi ile hukuk sistemimize giren belirsiz alacak davası, alacaklının alacak miktarını dava tarihinde tam ve kesin olarak belirleyemediği veya belirlemesinin ondan beklenemeyecek derecede güç olduğu hallerde, bir asgari miktar belirleyerek dava açmasına imkan tanır. Bu dava türü, iş hukukunda, özellikle fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti, genel tatil ücreti, yıllık izin ücreti, sosyal yardımlar ve AGİ farkı gibi hesaplaması belgeye veya şahsi kayıtlara bağlı alacak kalemleri açısından önemli bir fonksiyona sahiptir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2020/2043 karar sayılı ilamında, dava konusu alacağın karşı tarafın bilgi ve belgeleriyle belirlenecek olması durumunda, bu alacağın belirsiz kabul edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Kararda, "işverenin yasal yükümlülüklerine uyması durumunda alacaklar belirli olabilir, ancak belgelendirme yoksa, fazla mesai, genel tatil, hafta tatili gibi alacakların belirlenmesi ancak bilirkişi raporu ya da tahkikat yoluyla mümkündür" denilmektedir. [6]

Hukuk Genel Kurulu da benzer bir yaklaşım sergilemiş, 2018/366 sayılı kararında, “talep sonucunun rakam olarak ifadesinin imkansızlığı, davacının tam olarak miktarını bilmediği ve bu bilgisizliğin davalının sahasında bulunan vakıalardan kaynaklandığı durumlarda söz konusudur" diyerek, bu durumlarda belirsiz alacak davasında hukuki yararın bulunduğuna işaret etmiştir.[7]

Öğretide de bu görüş desteklenmektedir. Erkan Korkmaz, özellikle bordro, puantaj ve çalışma saatlerine ilişkin verilere ulaşılamadığı hallerde, işçinin çalışma düzeni ve ücretine ilişkin net hesaplama yapamayacağını, bu nedenle belirsiz alacak davasının işçi lehine koruyucu nitelik taşıdığını belirtmektedir.[8]

Uygulamada özellikle şu alacak kalemleri için belirsiz alacak davasında hukuki yarar bulunduğu kabul edilmektedir:

- Fazla çalışma ücreti: Saatlik bazda hesaplama gerektirir, bordrolarda yer almazsa belirlenemez.

- Hafta tatili ve genel tatil ücretleri: Çalışılıp çalışılmadığı belgelere dayandırılmazsa hesaplanamaz.

- Yıllık izin ücreti: Çalışma süresi, izin kullanım durumu ve ücretin netliği tartışmalıysa belirlenmesi mümkün değildir.

- Sosyal yardım ücretleri: Örneğin yemek, servis, prim gibi yardımlar bordrolarda gösterilmiyorsa netleşemez.

- Asgari geçim indirimi (AGİ) farkı: Doğru hesaplanmadıysa, işveren belgeleri olmaksızın tespiti zordur.

Güleşci de bu kalemlerde işçinin bilgi ve belge eksikliği nedeniyle somut tutarı belirleyemeyeceği, bu nedenle hukuki yararın varlığının kabul edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.[9]

Bu noktada Hukuk Genel Kurulu’nun 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında vurguladığı şu ifadeler, her bir alacak kalemi için somut olay ölçüsüyle hukuki yararın ayrı ayrı değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır: “Talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır”[10]

Sonuç olarak, işçilik alacaklarının hesaplanması için gerekli olan verilerin davalının denetiminde bulunduğu hallerde, işçinin dava aşamasında net tutarı belirlemesi beklenemez. Bu durumda, 6100 sayılı HMK m. 107 kapsamında belirsiz alacak davası açmasında hukuki yarar bulunduğu kabul edilmelidir. Bu hem hak arama özgürlüğü (AY m. 36) hem de usul ekonomisi ve hakkaniyet ilkeleriyle uyumlu bir yaklaşımdır.

SONUÇ

İşçilik alacaklarının dava konusu edilmesinde, açılacak davanın türü—özellikle belirsiz alacak davası mı yoksa kısmi dava mı olacağı—sadece usule ilişkin bir detay değil, doğrudan hak arama sürecini ve işçinin alacağına ulaşma ihtimalini etkileyen temel bir tercihtir. Uygulamada özellikle işçi-işveren ilişkisinin doğası gereği, bilgi ve belgelere ulaşım açısından dengesizlik bulunması, belirsiz alacak davasını işçi lehine işlevsel bir araç haline getirmektedir.

Yargıtay kararlarında çoğu zaman kıdem ve ihbar tazminatlarının baştan belirlenebilir olduğu kabul edilmekte, bu nedenle bu alacaklar açısından belirsiz alacak davası açılmasına sıcak bakılmamaktadır. Ancak işçinin gerçek ücretini belirlemede dikkate alınan prim, yol, yemek yardımı gibi yan ödemelerin çoğu zaman kayıt dışı ya da eksik belgelenmiş olması, alacak tutarının tam olarak hesaplanmasını güçleştirmektedir. Bu da, uygulamada sanıldığı kadar belirli olmayan bir tablo ortaya koymakta ve belirsizliğin varlığını açıkça göstermektedir.

Öte yandan fazla çalışma ücreti, genel tatil ve hafta tatili çalışmaları, kullanılmayan yıllık izin bedelleri ve sosyal haklardan kaynaklanan fark alacakları gibi kalemlerde ise, işçinin bu tutarları kendi başına ve somut şekilde hesaplayabilmesi neredeyse mümkün değildir. Zira bu tür alacaklar, işverenin düzenlediği belgeler ya da bilirkişi incelemesi sonucunda ortaya çıkmakta, işçi ise dava aşamasında yalnızca tahmini verilerle hareket edebilmektedir. Bu koşullarda, belirsiz alacak davası yoluna başvurulması hem hukuken hem de hakkaniyet yönünden yerinde bir tercihtir.

Genel olarak değerlendirildiğinde, dava türünün doğru belirlenmesi, yalnızca şekli bir zorunluluk değil; aynı zamanda işçinin anayasal düzeyde güvence altına alınan hak arama hürriyetinin gereğidir. Bu yönüyle belirsiz alacak davası, işçiyi korunmaya değer zayıf taraf olarak kabul eden sosyal hukuk devleti anlayışının yargısal düzeydeki bir yansıması olarak görülmelidir.

KAYNAKÇA

1. Yarg. 21. HD., 06.11.1997, E. 7074, K. 7186., HGK 17.11.2020, 17-853/907

2. Aybüke Basım, “Kısmi Dava, Belirsiz Alacak Davası ve Manevi Tazminat Taleplerinin Bu Davalara Konu Olup Olamayacağı Sorunu”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 65, S. 4, 2016, s. 2688.

3. Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M., Medeni Usul Hukuku, 9. Baskı, İstanbul: Oniki Levha Yayınları , 2021.

4. Pekcanıtez, H., Atalay, O., Özekes, M., Medeni Usul Hukuku, 11. Bası, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2023, s. 228–229.

5. HGK, 16.05.2019, 20216/22-1166 E., 2029/576 K.

6. Yarg. 9. HD, 12.02.2020, E. 2017/13846, K. 2020/2043

7. Yarg. HGK, 28.02.2018, E. 2015/3158, K. 2018/36

8. Korkmaz, Erkan, “İŞ Hukukunda Belirsiz Alacak Davası ve Kısmi Dava”, Ankara Barosu Dergisi, 2016/1, s. 236

9. Güleşci, Yusuf, “İŞçilik Alacakları ve Belirsiz Alacak Davası”, https://gulescihukuk.com, erişim: Temmuz 2025.

10. Yarg. HGK, 17.10.2012, E. 2012/9-838, K. 2012/715

11. Günay, Cevdet İlhan, “İş Davaları”, 9. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2019

12. Demircioğu/Centel, “İş Hukuku”, 19. Baskı, İstanbul, Beta Basım, 2016

--------------

[1]Yarg. 21. HD., 06.11.1997, E. 7074, K. 7186., HGK 17.11.2020, 17-853/907

[2] Aybüke Basım, “Kısmi Dava, Belirsiz Alacak Davası ve Manevi Tazminat Taleplerinin Bu Davalara Konu Olup Olamayacağı Sorunu”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 65, S. 4, 2016, s. 2688.

[3] Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M., Medeni Usul Hukuku, 9. Baskı, İstanbul: Oniki Levha Yayınları , 2021.

[4] Pekcanıtez, H., Atalay, O., Özekes, M., Medeni Usul Hukuku, 11. Bası, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2023, s. 228–229.

[5] HGK, 16.05.2019, 20216/22-1166 E., 2029/576 K.

[6] Yarg. 9. HD, 12.02.2020, E. 2017/13846, K. 2020/2043

[7] Yarg. HGK, 28.02.2018, E. 2015/3158, K. 2018/36

[8] Korkmaz, Erkan, “İş Hukukunda Belirsiz Alacak Davası ve Kısmi Dava”, Ankara Barosu Dergisi, 2016/1, s. 236.

[9] Güleşci, Yusuf, “İşçilik Alacakları ve Belirsiz Alacak Davası”, https://gulescihukuk.com, erişim: Temmuz 2025.

[10] Yarg. HGK, 17.10.2012, E. 2012/9-838, K. 2012/715