Uygulamada inançlı işlemler karşımıza sıklıkla çıkmaktadır. İnançlı işlem güven esasına dayanmaktadır. Hukuksal işlemin taraflarının karşılıklı güveni sonucu bir malın mülkiyeti karşı tarafa geçmekte ve ileride bu malın tekrar eski sahibine döneceğine inanılmaktadır.

Mevzuatımızda inançlı işlemleri doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamakla birlikte sözleşme özgürlüğü ilkesi kapsamında inançlı sözleşmeler düzenlenmekte ve geçerli kabul edilmektedirler.

İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye "inanan" adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de "inanılan" denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise "inanç konusu şey" olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir.

Türk hukukunda taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemleri tapu müdürlüklerinde resmî şekilde yapılmaktadır. Bu nedenle taşınmazın tapuda inançlı temlik yoluyla devri yapılamamaktadır. Taraflar taşınmazı inançlı olarak devretmelerine rağmen tapu müdürlükleri bu işlemi yapamadıkları için ekseriyet satış sözleşmesi olarak gösterilmektedir. Taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimse, ödünç aldığı parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini isteme hakkına sahiptir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi yani iadenin gerçekleştirilmemesi durumunda inanan, inanç konusunun kendisine geri verilmesi talebiyle dava yoluna başvurabilir, hak kaybının önüne geçmek için tapu iptal ve tescil davası açabilir

İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) "delil başlangıcı" niteliğinde bir belge varsa inanç sözleşmesi "tanık" dahil her türlü delille ispat edilebilir.

Yazılı delil veya "delil başlangıcı" yoksa inanç sözleşmesinin ikrar, yemin gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.

Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince; davacı taraf iddialarını yazılı delil veya davalı tarafın elinden çıkmış delil başlangıcı ile kanıtlayamamıştır. Ancak, davacı taraf delil listesinde açıkça yemin deliline de dayandığından davacıya yemin teklif hakkı hatırlatılarak HMK’nun 225 ve devamı maddeleri gereğince işlem yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu husus yerine getirilmeden yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir. (Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2017/5458E. 2021/1846K.)

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2021/1-483 Esas 2023/218 Karar sayılı ilamında İnançlı işleme konu belgenin, akit tarihinden önce ya da sonra düzenlenmesinin sonuca etkili olmadığı ve hakkın elde edilmesini kısıtlamayacağı belirtilmiştir.

İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146. maddesi gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir. Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince; Davacı Almanya'dan davalı kardeşine para ve vekaletname göndererek kendisine taşınmaz almasını istediğini, davalı kardeşinin ise vekaletnameyi kullanmayarak gönderdiği para ile 963 parsel sayılı taşınmazı satın alarak kendi adına tescil ettirdiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil istemiştir. HMK'nın 33. maddesi gereğince bir davada olayları anlatmak taraflara hukuki nitelendirmeyi yapmak ise hakime ait bir görevdir. Açıklanan bu hali ile davanın hukuki niteliği inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescildir. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Burada önemli olan zamanaşımı süresinin ne zaman başlayacağının tespitidir. Türk Borçlar Kanununun 149. maddesi gereğince de zamanaşımı alacağın istenebilir hale geldiği, başka bir deyişle iddiada bulunanın ferağ umudunu yitirdiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Davacı, ferağ umudunu davanın açıldığı tarihte yitirmiş sayılacağından bu davalar için öngörülen on yıllık zamanaşımı süresi henüz dolmamıştır." ifadeleriyle, davacının ferağ umudunu yitirmiş olduğu tarihin daha önceki bir tarih olduğunun ispat edilememesi durumunda davanın açılış tarihinin, on yıllık zamanaşımı süresinin başlangıç tarihi olarak kabul edilmelidir. (Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2014/2616 E. ve 2014/6369 K.)

İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden 818 sayılı Borçlar Kanununun 125. maddesi 6098 sayılı yeni Borçlar Kanununun 146. hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir. İnanç da bir sözleşme olup, genel zamanaşımı süresine tabi ise de buradaki sürenin başlangıcı, inanç gösterilenin borcunu yerine getirmeyeceği konusundaki tavrının ortaya çıkması ile başlar. Diğer bir anlatımla, inanç gösteren kişinin hakkına yargısız ulaşabileceği umudunun tükendiği tarih zamanaşımı süresinin başlangıcını teşkil eder. (İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi 2022/4167E. 2023/72K.)