Anayasa Mahkemesi, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ hakkında açılmış olan davada “mahkeme şartının gerçekleşmemesi” nedeniyle davanın düşmesine karar verdi.
Öncelikle söylemek gerekir ki; bu tür bir karar, hiçbir şekilde bir beraat kararının yerini tutamaz ve bu nedenle İlker Başbuğ’a düşen görev, davanın açılmasını sağlamak için yasal itiraz yollarına başvurmak olmalıdır.
Hatırlanacağı üzere, 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmak, silahlı örgüt kurmak ve yönetmek” suçlarından ötürü 6 Ocak 2012 tarihinde tutuklanarak Silivri Cezaevine gönderilmiş, 26 ay tutuklu kaldıktan sonra 5.8.2013 tarihinde “müebbet hapis” cezasına çarptırılmıştı.
Mahkumiyet kararı sonrasında, Başbuğ’un Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvurusunda, dava devam ederken uzun süren tutukluluk nedeniyle, hakkın ihlali kararı çıkması üzerine 7 Mart 2014 de tahliye edildi.
Mahkumiyet kararının temyizi üzerine dosyayı gören Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 21 Nisan 2016 da yerel mahkeme kararını bozdu. Daire, İlker Başbuğ’un Yüce Divan’da yargılanması gerektiğine hükmetti. Yüce Divan sıfatıyla yetkili ve görevli Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 12 Ekim 2017 de Genelkurmay Başkanlarının yargılanmasını, Başbakan’ın iznine bağlayan yasal düzenleme gereği, 26. Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un yargılanması için Başbakan’ın izninin istenmesine karar verdi. Başbakanlığın kaldırılması nedeniyle izin prosedürü, Cumhurbaşkanlığınca işletildi.
Bu süreç sonunda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceki beyanlarının aksine bir davranışla, Anayasa Mahkemesinin Başbuğ hakkındaki soruşturma izni talebinin işleme konulmamasına karar verdi. Yani davanın görülmesine izin vermedi. Bunun üzerine Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi, mahkeme şartının gerçekleşmediği gerekçesi ile, Başbuğ hakkındaki davanın düşürülmesine hükmetti.
Uzun süre hapis yatan, hakkında müebbet hapis cezası verilen bir kişi hakkında, seneler süren yargılamada verilen değişik ve çelişkili kararlar; adaletin bağımsızlığına ve adil yargılanmaya duyulan güvensizliğin yersiz olmadığını göstermektedir.
Bu kadar süre devam eden tutukluluk ve dava sonunda müebbet hapis cezası verilmiş iken, bir idari makamın izin vermemesi sonunda davanın düşmesine karar verilmesi, hiçbir şekilde bir “beraat kararının yerini” tutamaz. Adaletin bağımsız işleyeceğine güven duyulması halinde, Sayın Başbuğ’un bir atıfet niteliğindeki bu izin vermeme işleminin iptalini talep ederek, davanın devamını temin etmek ve kamuoyunun beklediği beraat kararını almak için çalışmalar yapması beklenebilir. Bunu sağlamak için tüm idari ve yasal yollara başvurularak, davanın açılmasına izin vermeyen işlemin iptali için dava açmak yoluna da gidilebilir. Ancak bütün bunların yapılabilmesi için adaletin hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan, bağımsız bir şekilde karar vereceğine inanç ve güven duyulması gereklidir.
Av. A. Erdem Akyüz