İdare, kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla birçok faaliyeti yürütürken hukuka uygun davranmak zorundadır. Bu noktada, idari işlem ve eylemler üzerinde yapılan yargı denetimi, söz konusu işlem ve eylemlerin Anayasa, yasalar, tüzükler, yönetmelikler ve yargısal içtihatlarla uyumlu olup olmadığını değerlendirmeyi amaçlar. Ancak burada dikkat çeken en önemli hususlardan biri, yargının idarenin takdir yetkisini ortadan kaldıracak şekilde karar verememesi ve “yerindelik denetimi yasağı”dır.
İdari işlem, hukuka uygunluk denetiminde yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurları üzerinden incelenir. İdari yargının görevi, bu unsurların hukuka uygunluğunu denetlemek olsa da, idari işlem niteliğinde bir yargı kararı veremeyeceği gibi, idarenin işleminin yerindeliğini de denetleyemeyecektir. Ancak, özellikle sebep ve maksat unsurları söz konusu olduğunda hukuka uygunluk denetimi ile yerindelik denetimi arasında zaman zaman bir çakışma meydana gelmektedir. Bu durum, idari işlemlerin denetiminde sınırların nasıl çizileceği konusundaki tartışmaları da beraberinde getirmektedir.
Bu makalede, yargı kararları ışığında idarenin takdir yetkisinin sınırları, bu yetkinin hukuka uygunluk denetimiyle nasıl dengelendiği ve yerindelik denetimi yasağının temel ilkeleri ele alınacaktır.
Takdir yetkisi, temel amacı faaliyetlerinde kamu yararını gerçekleştirmek olan idarenin, belli bir konuda karar alıp almama, yahut karar alma hususunda birden fazla seçenek arasında seçim yapma serbestisine sahip olması şeklinde tanımlanmaktadır. (Danıştay 8. Dairesinin 24.5.2022 tarih ve E:2022/818, K: 2022/3369 sayılı kararı)
İdareye tanınan takdir yetkisi, idarenin keyfi davranabileceği anlamına gelmez. Bu yetki, idareye yalnızca hukuk kuralları çerçevesinde hareket serbestisi tanımakta, ancak bu serbesti kamu yararına ve hukuk devleti ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalmak zorundadır. Dolayısıyla, yasa koyucu tarafından verilen bu yetki, kamu hizmetinin gerekleri doğrultusunda, adaletin ve toplumsal faydanın gözetilmesi şartıyla kullanılmalıdır.
Yerindelik ilkesi ise idarenin sadece hukuka uygun davranmasını ve aynı zamanda aldığı kararların kamu hizmetinin gereklerine en uygun biçimde olması gerektiğini ifade eder. Bu bağlamda, idarenin "yerindelik" alanı, idare hukuku ve yargısal denetimin en çetrefilli konularından biri olarak karşımıza çıkar. Bilimsel ve yargısal içtihatlar bu kavramın sınırlarını tam anlamıyla belirleyememiştir; idarenin bu alanda hukuk kurallarına tabi olmadığı, nispeten özgür hareket edebildiği bir alanı işaret ettiği söylenebilir. Ancak, idari yargı bu alan üzerinde denetimden kaçınmakla birlikte, bu kaçınma kesin ve mutlak değildir.
İdarenin takdir yetkisiyle ilişkili bu alan, yargı ve hukuk dünyasında zaman zaman yerindelik denetimi ve hukuka uygunluk denetimi arasındaki ince çizginin nasıl korunacağı sorusunu da gündeme taşımaktadır. Yargının sınırlarını aşmadan, hukukun üstünlüğünü ihlal etmeden bu yetkiyi denetlemesi, modern hukuk devletleri bakımından önemlidir.
Kamu yararı kavramı, tüm devlet organlarının işlem ve eylemlerinin genel nitelikteki amacını ve aynı zamanda nedenini oluşturmakta, çeşitli hak ve özgürlükler açısından bir sınırlama nedeni niteliği de taşımakta olup bu kavram genel bir ifadeyle bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. (Danıştay 8. Dairesi’nin 07.10.2021 tarih ve E:2017/7712, K:2021/4398 sayılı kararı)
İdarenin takdir yetkisinin denetimine yargı organları yönünden getirilen ve idari işlemlerin yalnızca hukuka uygunluk açısından denetlenebilecekleri biçiminde ifade edilen kural aynı zamanda idarenin takdir yetkisinin kullanılmasında uyması gereken sınırları da koymuş olmaktadır. Başka bir anlatımla, idarelerin belirli bir kamu hizmetinin etkili ve verimli bir biçimde yürütülmesi, kamu yararının daha somut bir biçimde ortaya konulması için birden çok seçenekten birisini tercihte takdir yetkisiyle donatıldıkları durumda idari yargı organlarının bu yetkisini hukuka uygun olarak kullandığının saptanması koşuluyla idareyi bu seçeneklerden birisini tercihe zorlayacak ya da belli bir yönde işlem veya eylem tesisine zorunlu kılacak biçimde yargı kararı vermeleri halinde hukuka uygunluk denetimi aşılarak yerindelik denetimi yapılmış olacaktır. (Danıştay 5. Dairesi’nin 12.5.2010 tarih ve E:2008/4162, K:2010/3090 sayılı kararı, Danıştay 17. Dairesi’nin 18.02.2016 tarih ve E:2015/12079, K:2016/1040 sayılı kararı, Danıştay 8. Dairesi’nin 07.10.2021 tarih ve E:2017/7712, K:2021/4398 sayılı kararı)
İLGİLİ MEVZUAT
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 125. maddesinin 4. fıkrasında; "Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez." hükmüne yer verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 2. fıkrasında; "İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.” hükmüne yer verilmiştir.
ÖRNEK KARARLAR
1- Danıştay 8. Dairesi, 26.01.2004 tarih ve E:2003/2144, K:2004/353 sayılı kararında; "... Dava konusu işlemin denetimi açısından idari yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak idari eylem ve işlem niteliğinde yargı kararı verilemeyeceği açık olduğundan, dava konusu uyuşmazlıkta 442 sayılı Köy Kanununun 3, 4. ve 5. maddeleri göz önüne alınarak öncelikle sınırın yeniden tespitini gerektiren yasal koşulların mevcut olup olmadığı saptanmak suretiyle zımni ret işleminin hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekmekte iken, İdare Mahkemesince yasa uyarınca ancak idarece belirlenmesi mümkün olan sınırın bilirkişi marifetiyle fiilen yargı yerince belirlenmesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır..." gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
2- Danıştay 6. Dairesi, 03.5.2005 tarih ve E:2003/6468, K:2005/2537 sayılı kararında; “…İdare Mahkemesince, idarece verilen 35.714.520.000.-lira para cezasının yasal sınırlar içerisinde kaldığı ancak para cezası tutarının belirlenmesinde hangi kriterlerin dikkate alınmasının gerektiği hususları açıklandıktan sonra dava konusu işlemin para cezasına ilişkin bölümünün iptaline karar verilmesi gerekirken, idare yerine geçerek para cezasının 30.714.520.000.-liralık kısmının hukuka uygun bulunmayarak iptaline, artan kısım için davanın reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir…”
3- … Büyükşehir Belediyesi İmar Yönetmeliğinin “Dini Tesisler” kenar başlıklı 8.10. maddesinin 3. fıkrasındaki “Ticarethane v.b. birimler yer alamaz” kuralının çıkarılmasına ilişkin Büyükşehir Belediye Meclisinin 11.5.2006 tarih ve 332 sayılı kararının iptali istemiyle açılan davada; Bursa 1. İdare Mahkemesi, 14.9.2012 tarih ve E:2012/913, K:2012/837 sayılı kararında; “…Yönetmeliklerin, kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartı ile çıkarılan düzenlemeler olduğu, 3194 sayılı Kanun'un Ek 2. maddesindeki "ibaret yeri ,imar mevzuatına aykırı olarak başka maksatlara tahsis edilmez" hükmü karşısında; bu hükmün aynen yönetmelikte de yer alması veya almaması konusunda idarenin takdir yetkisinin bulunduğu ve bu takdir yetkisinin yargısal denetiminin yapılamayacağı anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır…” gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
4- Danıştay 8. Dairesi, 29.3.2013 tarih ve E:2010/8660, K:2013/2616 sayılı kararında; “… idarenin umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinin açılış ve kapanış saatlerini belirleme konusunda yetkili bulunduğu tartışmasız olup; Yargı yerlerince yapılacak denetimlerde bu yetkinin yerinde kullanılıp kullanılmadığının değil, hukuka uygun olarak kullanılıp kullanılmadığının araştırılması gerekmektedir.
İdare Mahkemesince; dava konusu işlem ile aynı işi yapan içkili yerle içkisiz yerler arasında eşitliğe aykırı olarak işlem tesis edildiği yönünde belirlemede bulunularak karar verilmiş ise de; olayda aynı statüde bulunmayan içkili ve içkisiz yerler bakımından farklı kuralların konulduğu anlaşıldığından ve bu tür yerlerin aynı nitelikteki işyerleri olmaması nedeniyle kendi aralarında farklı kuralların getirilmesi eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmayacaktır. Bu nedenle dava konusu işlem ile eşitler arası farklı uygulamaların ortaya çıkacağını söylemeye imkan bulunmamaktadır.
Diğer taraftan; Mahkemenin, içkili yerlerle ilgili asayiş ve güvenlik gibi sorunların, içkili yer bölgesi ve çeşitli müeyyidelerin uygulanması suretiyle giderileceği şeklindeki gerekçesi ile de idarenin yerine geçilerek yerindelik denetimi yapıldığı görülmektedir.
Bu hale göre; idarenin mevzuatla verilen takdir hakkını haklı sebeplere dayandırdığı görüldüğünden tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamakta olup, aksi gerekçelerle işlemi iptal eden Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir…” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
5-Danıştay 17. Dairesi, 07.12.2015 tarih ve E:2015/6089, K:2015/5672 sayılı kararında; “… Bakılan olayda, İl Özel İdaresi mülkiyetindeki taşınmazın bizzat kurum tarafından kullanılması veya üçüncü kişilere kiralanması suretiyle gelir elde edilmesinin kamu hizmeti için gereken kamu kaynağının sağlanması için bir yöntem olduğu; öte yandan dava konusu işlem ile karara bağlandığı üzere, taşınmazın satışı sonucu elde edilen gelirin, yürütülmesi gereken diğer kamu hizmetlerinde değerlendirilmesinin ise kamu hizmetinin sürdürülebilmesi için kullanılabilecek başka bir yöntem olduğu görülmektedir. Kamu hizmetinin yürütülebilmesi için birden fazla seçeneğin bulunduğu hallerde, hangi usulün tercih edileceği noktasında karar vermek, İl Özel İdaresinin seçilmişlerden oluşan yönetim organına ait bir yetkidir.
Bu durumda, usulüne uygun şekilde toplanan ve karar alan İl Genel Meclisince, İl Özel İdaresi mülkiyetindeki taşınmazın satışına karar verilmesine ilişkin dava konusu kararda, kullanılan takdir yetkisinin kapsamı ve yönü doğrultusunda hukuka aykırılık bulunmamakta olup, aksi yönde değerlendirme yapılmak ve yerindelik denetimi yasağına aykırı şekilde, taşınmazın satışının kamu yararına aykırı olacağından bahsetmek suretiyle dava konusu işlemin iptali yolunda verilen Mahkeme kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır…” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
6- Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, 30.3.2017 tarih ve E:2015/544, K:2017/1512 sayılı kararında;“…682 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. maddesinin 2. fıkrasına göre; memurun geçmiş çalışmalarının olumlu olması ve sicillerinin iyi veya çok iyi derecede olması halinde bir alt ceza verilmesi konusunda idareye takdir yetkisi tanınmış olup, Anayasal ve yasal düzenlemeler karşısında yargı yerlerince; idareyi, takdir yetkisini ortadan kaldırarak bir derece hafif ceza vermeye zorlamak hukuken mümkün olmadığından, davacıya alt ceza uygulanması gerektiğinden bahisle davaya konu işlemin iptaline dair mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamıştır…” gerekçesiyle Mahkemenin ısrar kararını bozmuştur.
7-Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, 09.4.2018 tarih ve E:2016/2873, K:2018/1615 sayılı kararında; “… İdare personelinin görevde yükselme eğitiminden sonra yapılan sınav sonucunda, boş bulunan kadrolara atamalarının gerçekleştirilmesi esastır.
Atama sürecinin bu aşamasında, İdarenin bağlı yetki içerisinde olduğu; diğer bir ifadeyle, ilan edilen boş kadroya sınav sonucu atanma hakkını kazanan personelin atanmaması hususunda, takdire dayalı yetki kullanamayacağı açıktır.
Olayda, davacının girdiği şeflik sınavına ilişkin 09/07/2012 tarihli davalı idare Görevde Yükselme İlanında atama yapılacak kadrolar arasında İdari ve Mali İşler Daire Başkanlığında 2 tanesi 3. derece, 1 tanesi 5. derece olmak üzere toplam 3 adet şef kadrosu….. Meslek Yüksekokulunda ise 1 tane 3. derece şef kadrosunun bulunduğu; İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığında boş bulunan şef kadrosu için açılan sınavı kazanarak, anılan kadroya sadece davacının atanmış olması; aynı yerde beş kişilik kadronun birinin dolu, diğer dört kadronun ise boş olması ve davacının da ihtiyaç nedeniyle yapılan görevde yükselme sınavı sonucu İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığına şef olarak atanması hususları dikkate alındığında, bu defa ihtiyaç olduğundan bahisle, davacının Bor H. Zöhre Ataman Meslek Yüksekokuluna şef olarak atanmasına ilişkin işlemde hukuka uyarlık, davanın reddi yolunda verilen ısrar kararında hukuki isabet görülmemiştir…” gerekçesiyle Mahkemenin ısrar kararını bozmuştur.
8-Danıştay 2. Dairesi, 13.6.2019 tarih ve E:2019/1246, K:2019/3691 sayılı kararında; “… Davalı idareye verdiği başvuru dilekçesinde boş bulunan müşavir avukat kadrolarından birine atanma isteminde bulunan davacı başvurusunun İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesi kapsamında bir başvuru olduğu açıktır.
657 Sayılı Devlet Memurları Kanun hükümleri gereğince, davacının avukat kadrosuna atanma olanağı bulunmakta ise de; idare boş bulunan bir kadrodaki göreve atanma koşullarını taşıyanlar arasında, kamu yararı ve hizmet gereklerini de gözetmek suretiyle en uygun kişiyi atama konusunda tercihte bulunma hak ve yetkisine sahip olduğundan ve idarenin bu yetkisini belirli bir kişi yararına kullanmaya yargı kararıyla da zorlanamayacağından, idareye tanınan takdir yetkisi çerçevesinde, davacının avukat kadrosuna atanma isteminin reddi yolunda kurulan işlemde hukuka aykırılık, dava konusu işlemin iptaline ve davacının tazminat isteminin kısmen kabulüne ilişkin Mahkeme kararında da hukuki isabet bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır…” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
9-Danıştay 6. Dairesi, 27.01.2021 tarih ve E:2020/7060, K:2021/674 sayılı kararında; “… Uyuşmazlıkta, her ne kadar İdare Mahkemesince; dava konusu yapı ile ilgili 3194 Sayılı İmar Kanununun 32. maddesinde belirtilen usule uygun olarak yıkım kararı alınmadan taşınmazın yıkıma hazır hale getirilerek 15 gün içinde tahliye edilmesi gerektiğine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptaline karar verilmiş ise de, dava konusu yapı ile ilgili İstanbul IV Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 11/10/2010 tarih ve 4159 Sayılı kararı ile 11/04/2011 tarih ve 4542 Sayılı kararında 2863 Sayılı Kanun'un 16. maddesi uyarınca gerekli işlemlerin belediyesince ivedilikle yapılmasına karar verilmesine istinaden İstanbul IV Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğünün 11/02/2015 tarih ve 291 Sayılı yazısı ile F. Belediye Başkanlığı Zabıta Müdürlüğünden, anılan Kurul kararları gereği, 2863 Sayılı Kanun'un 16. maddesi uyarınca tek katlı yapının kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda ivedilikle bilgi verilmesi istenilmesi nedeniyle, yapının 15 gün içinde tahliye edilerek yıkıma hazır hale getirilmesine ilişkin dava konusu işlemin tesis edildiği görülmüş olup yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri gereği, belediyenin, koruma kurulu kararının gereğini yerine getirmek hususunda bağlı yetki içerisinde bulunduğu, başka bir deyişle, bu konuda takdir yetkisinin bulunmadığı dikkate alındığında, dava konusu işlem tesis edilirken 3194 Sayılı İmar Kanununun 32.maddesindeki usule uyulması gerekmediği sonucuna varılmıştır…” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
10-Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 04/02/2021 tarih, E:2018/3533, K:2021/192 sayılı kararında; “…Temyize konu Daire kararında, Öğrenci Andı'nın kaldırılmasının sebebinin bilimsel olarak ortaya konulması gerektiği ve davalı idarece bunun ortaya konulamadığı gerekçesine dayanılmıştır.
Özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde idari işlemlerin bilimsel görüşe dayanması veya dava sırasında bilirkişi görüşü alınması gerektiğine yönelik Kurulumuzun kararları da bulunmaktadır. Bakılan uyuşmazlığın, Öğrenci Andı metninin içeriğinden veya Öğrenci Andı metninin kaldırılmasından kaynaklanmadığı; Öğrenci Andı'nın ilkokullarda her gün dersler başlamadan önce topluca okutulması uygulamasının kaldırılmasına yönelik olduğu, bu hususta da idarenin takdir yetkisinin bulunduğu ve bu konuda idarenin yargı kararıyla önündeki seçeneklerden birini tercih etmeye zorlanmasının yerindelik denetimi anlamına geleceği sonucuna varılması sebebiyle Daire kararında belirtilen bilimsel görüş yaklaşımı yerinde bulunmamıştır.
Yukarıda yer alan açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; Türk Milli Eğitiminin amaç ve ilkelerinin öğrencilere kazandırılması sırasında kullanılacak eğitim ve öğretim yöntemlerini ve materyallerini belirleme hususunda takdir yetkisine sahip olan davalı idarece, söz konusu takdir yetkisinin, 2005 yılından itibaren Dünyadaki genel eğilimlere uygun olarak benimsenen yeni eğitim ve öğretim yaklaşımı dikkate alınarak, eğitim ve öğretim materyali olarak kullanılmaya devam edilen Öğrenci Andı'nın yalnızca derslerden önce her gün topluca okutulması uygulamasının kaldırılması yönünde kullanılmak suretiyle tesis edilen dava konusu düzenleyici işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bu durumda, dava konusu düzenlemenin iptali yolundaki temyize konu Daire kararında hukuki isabet görülmemiştir…” gerekçesiyle Daire kararını bozmuştur.
11- Danıştay 6. Dairesi, 08.4.2021 tarih ve E: 2019/14524, K:2021/5336 sayılı kararında; "... Dava konusu uyuşmazlıkta, bilirkişi raporu ile dosyadaki bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde; bilirkişi tarafından dava konusu aykırılığın fiili duruma uygun olduğunun tespit edildiği, bu durumda, 3194 sayılı Kanunun 42. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, idarece belirlenen 1100 m2 aykırılıktan etkilenen alan ile IV/B yapı sınıfı ve grubunun ve bu doğrultuda hesap edilen temel para cezasının hukuka uygun olduğu, temel para cezasını etkilemeyen arttırımlar yönünden ise idarece yapılan tespitlerden anılan Kanunun 42. maddesinin 2. fıkrasının (c) bendinin 5. ve 7. alt bentlerinin hukuka uygun olduğu, 8. ve 11. alt bentlerinin ise hukuka aykırı olduğu; bilirkişi raporunun idarenin yerine geçilmek suretiyle idarece belirlenenden fazla alan ve yapı sınıfı ve grubu tespit edilmesine ve idarece belirlenmediği halde arttırım sebebi belirlenmesine ilişkin kısmın hükme esas alınamayacağı ve dolayısıyla söz konusu farklılığın idarece yapılan tespiti hukuka aykırı hale getirmeyeceği göz önüne alınarak İdare Mahkemesince karar verilmesi gerekirken, para cezasının dava konusu işlemden farklı alan ve yapı sınıfı üzerinden hesap edilmesinin temel cezayı etkileyen nitelikte olduğu belirtilerek dava konusu para cezasının hatalı olarak tespit edilen alan üzerinden verilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin tamamının iptal edilmesinde isabet görülmemiştir..." gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
12- Danıştay 6. Dairesi, 24.9.2021 tarih ve E:2020/1186, K:2021/10071 sayılı kararında; "...Dava konusu planın "Bahçe mesafeleri" ile ilgili plan notlarında, "V-B-2 Bahçe mesafeleri: Bitişik düzen yapılaşmaya açılacak arsalarda, ön bahçe bırakılma zorunluluğu yoktur. Ancak oluşmuş yeşil doku korunacak ve teşekküle uyulacaktır. Arka bahçe mesafesi, min:3.00 mt'dir. Köşe ve blok başı binalarda arka bahçe bırakılma zorunluluğu yoktur. Yan bahçe mesafesi, aşağıdaki durumlar dışında zorunlu değildir. Parselin yanındaki komşu parsel üzerinde yan bahçesi olmayan ve komşuya bakan yan cephesi pencereli olan bir tescilli bina varsa, tescilli bina cephesi kapatılamaz. Komşu bina ilişkisi ilgili koruma kurulunca değerlendirilecektir." kuralının yer aldığı ve parsele 1/1000 ölçekli koruma amaçlı uygulama imar planında kütle imar verildiği, böylece kütle belirleme ve arka bina hattı çizilerek parsel tamamında yapılaşmanın önlenmek istendiği anlaşılmaktadır. İmar parselinin tamamının yapılaşmasının koruma ilkeleri, şehircilik, planlama esasları ve teknikleri ile kamu yararı yönünden mevzuata aykırılık taşıyacağı tabidir.
Bu durumda, yapılaşmanın tamamlandığı Fatih ilçesinde imar adalarında arka bina sınırının belirlenmesi ve imar adasında arka bahçe mesafeleri bırakılarak avlu oluşturmasına yönelik planlama yapılmasının planlama ilkelerine, şehircilik ilkelerine ve kamu yararına uygun olduğu sonucuna ulaşıldığından dava konusu işlemde bu yönüyle hukuka aykırılık görülmemiştir... " gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
13-Danıştay 6. Dairesi, 02.3.2022 tarih ve E:2019/15695, K:2022/2517 sayılı kararında;"... Dosyanın incelenmesinden; …… İli, … İlçesi, ...Mahallesi, ...ada, ...parsel sayılı taşınmazda ruhsat ve eklerine aykırı olarak tadilat yapıldığı hususunun 07/02/2018 günlü yapı tatil zaptıyla tespit edilmesi üzerine, para cezası verilmesine ilişkin dava konusu encümen kararının alındığı, 3194 sayılı İmar Kanununun 42. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi uyarınca 1755 metrekare alan üzerinden IV. sınıf, A grubu yapılar için öngörülen birim ceza miktarı esas alınarak hesaplanan para cezasının (c) bendinin 4., 5., 8., 10. ve 11. alt bentleri uyarınca artırılarak toplam ceza miktarının belirlendiği, İdare Mahkemesince, mahallinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporda; yapının IV. sınıf, A grubuna girdiği, aykırılıktan etkilenen alanın 1755 metrekare olduğunun belirtildiği, bu alan üzerinden IV. sınıf, A grubu yapılar için öngörülen birim ceza miktarı esas alınarak temel para cezasının hesaplandığı, yapının ruhsatlı olması nedeniyle 8. alt bendin uygulanamayacağı, inşaatın devam etmesi nedeniyle 11. alt bendin uygulanamayacağı bunun yerine, yapının inşai faaliyetleri tamamlanmış ve kullanılıyor olduğundan dolayı 12. alt bendin uygulanması gerektiği, tespitlerine yer verilerek, temel ceza miktarının idarece uygulanmayan 12. alt bendinde öngörülen artırım sebebi de uygulanarak, (c) bendinin 4., 5., 10. ve 12. alt bentleri uyarınca arttırılması suretiyle toplam para cezası miktarının 257.840,48-TL olarak hesaplandığı görülmektedir.
Bu itibarla; İdare Mahkemesince, sadece idarece uygulanan artırım nedenleriyle sınırlı hukuki inceleme yapılarak dava konusu para cezasının hukuka uygunluğunun denetlenmesi gerekirken; idarenin yerine geçilerek, idarece uygulanmayan artırım nedeni dikkate alınarak para cezasının hesaplanması sonucunda, para cezasının kısmen iptali, kısmen davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararına karşı davacı ve davalı tarafından yapılan istinaf başvurusunun reddi yolundaki temyize konu Bölge İdare Mahkemesi kararının bu kısmında isabet görülmemiştir..." gerekçesiyle Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi kararını kısmen bozmuştur.
14- Danıştay 6. Dairesi, 22.3.2022 tarih ve E:2021/7798, K:2022/3419 sayılı kararında; "... kamulaştırma kararı alma ve bu karar çerçevesinde kamulaştırma iş ve işlemlerini gerçekleştirme yetkisinin bütçe imkanları dahilinde kamulaştırmayı yapacak idareye ait olduğu, yargı yerlerinin idarenin taktir yetkisini kısıtlayacak şekilde kamulaştırma kararı veremeyeceği, idareyi kamulaştırma yapma konusunda zorlayamayacağı, yargı yetkisinin yapılan kamulaştırma işleminin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu da açıktır.
Bu itibarla, yargı yetkisinin işlemlerin hukuka uygunluk denetimiyle sınırlı olduğu, takdir yetkisini kısıtlayacak kararlar verilemeyeceği dikkate alındığında dava konusu ret işlemi hakkında bu aşamada verilecek bir kararın idarenin takdir yetkisini kısıtlama, yerindelik denetimi yapma ve idareyi işlem yapmaya zorlama anlamına geleceği tabidir.
Kamu yararı ve kamu hizmeti gereklerinin bulunması halinde kamulaştırma yapmak ya da İmar Kanunu’nda belirtilen diğer yolları kullanmak konusunda takdir yetkisi bulunan idareyi, kamulaştırma yapmaya yargı kararıyla zorlama imkanı olmadığı açık olup aksi yönde verilen mahkeme kararında isabet bulunmamıştır..." gerekçesiyle Mahkeme kararını kısmen bozmuştur.
15- Danıştay 6. Dairesi,16.6.2022 tarih ve E:2020/8822, K:2022/7173 sayılı kararında; "... planlama alanında mevcut ibadethanelerin sayısının ve kapasitesinin yetersiz kaldığı ve bölgedeki nüfusa hizmet edecek dini tesis alanına ihtiyaç duyulduğu dikkate alındığında, yaklaşık 18.289 m2 büyüklüğündeki park alanının 225 m2'lik kısmının bir başka sosyal altyapı alanı olan dini tesis alanına dönüştürülmesinde üstün kamu yararı olduğu, park alanı içinde ayrılan dini tesis alanı çok küçük olduğundan park alanının bütünlüğünü bozmayacağı, bu nedenle dava konusu 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğinde bölgenin ihtiyaçlarına, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır..." gerekçesiyle Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi kararını bozmuştur.
16-Danıştay 13. Dairesi, 14.9.2022 tarih ve E:2022/2400, K:2022/3085 sayılı kararında; "... İhale işlemleri bakımından takdir yetkisinin yargısal denetiminde, temel ihale ilkelerinin gözetileceği, yeterli rekabetin sağlanamaması hâlinde ise ihalenin ana amacının gerçekleşmeyeceği ve dolayısıyla ihaleden beklenen faydanın sağlanamayacağı açıktır.
...
Dosyanın incelenmesinden, ….. ili hudutlarında bulunan … sayılı maden sahasına ilişkin ruhsat ihalesinin 22/10/2021 tarihinde yapıldığı, bedel yönünden ortalamanın altında kalması nedeniyle anılan ihaleye sunulan üç teklifin değerlendirmeye alınmadığı, kapalı zarf içerisinde sunulan diğer iki tekliften dava dışı … A.Ş.'ye ait 3.050.000,00-TL bedel içeren teklifin 1. sırada, davacı şirketin 1.350.000,00-TL bedel içeren teklifinin ise 2. sırada kaldığı, açık artırma aşamasına geçilmeden sadece kapalı zarflarla sunulan teklifler göz önünde bulundurularak ihalenin tamamlandığı, bu sıraya uygun şekilde ihale bedeli yatırma takip çizelgesi oluşturulduğu, dava dışı … A.Ş.'nin ihale bedelini yatırmaması üzerine, ihalede birinci sırada yer alan dava dışı şirketin teklifi ile ikinci sırada yer alan davacının teklifi arasında büyük fark olması nedeniyle ihale yetkilisince ihalenin iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır.
Teklif miktarları arasında oransızlık ya da temel ihale ilkelerine uygun olmayan durumların tespiti hâllerinde ihaleyi iptal etme hususunda idareye takdir yetkisi tanındığı, ancak idarenin ihalenin iptali konusundaki bu yetkinin mutlak ve sınırsız olmadığı açıktır.
Bu itibarla, ihalenin tamamlanmasıyla hazırlanan ihale bedel takip çizelgesinin 2. sırasında yer alan davacı şirkete ait 1.350.000,00-TL bedel içeren teklifin, birinci sırada yer alan 3.050.000,00-TL'lik teklif bedelinin çok altında olduğu dikkate alındığında, ihale yetkilisinin takdir yetkisini ihalenin düşük bir bedelle kesinleştirilmesi yerine söz konusu maden sahası için yeniden ihale yapılması doğrultusunda kullandığı anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık, işlemin iptali yolundaki İdare Mahkemesi kararında ise hukukî isabet bulunmamaktadır..." gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuş ve davayı reddetmiştir.
17- Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, 29.3.2023 tarih ve E:2022/3606, K:2023/592 sayılı kararında; “…davacı hakkında tesis edilen öğrencilikle ilişiğinin kesilmesine yönelik işlemin iptaline ilişkin herhangi bir yargı kararı olmadığı ve işlemin bu haliyle kesinleştiği anlaşılmıştır. İdareye takdir yetkisi tanınan hallerde idarenin yargı kararıyla işlem yapmaya zorlanamayacağı açık olup davacı tarafından, oluşan yeni hukuki durum dikkate alınarak öğrencilikle ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemin iptali ile öğrencilik haklarının iade edilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin Jandarma Sahil Güvenlik Akademisi Başkanlığı Eğitim Merkezi Komutanlığınca tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır…” gerekçesiyle Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi ısrar kararını bozmuştur.
18- Danıştay 6. Dairesi, 12.6.2023 tarih ve E:2019/13756, K:2023/5824 sayılı kararında;“… Uyuşmazlıkta, Kırşehir ili, Kaman ilçesi, ...ve ...Mahalle sınırları içerisinde Kaman Belediye Encümeninin ...tarih ve ...sayılı kararıyla yapılan parselasyon işleminin yargı kararı ile iptaline karar verilmiştir. Bir bölgede parselasyon işleminin iptali üzerine dağıtım ilke ve esaslarına uygun yeni bir parselasyon işleminin her zaman yapılabileceği açık olmakla birlikte, parselasyon işleminin yargı kararı ile iptali sonucunda iptal kararının gereğinin yerine getirilmesinin ilk aşaması, kadastral parsellere dönüş cetvellerinin hazırlanması, onanması ve tapu kayıtlarında değişiklik olmuşsa eski hale dönüş yapılarak ilgilisince parselasyon öncesi hukuki duruma yeniden gelinmesinin sağlanmasıdır.
Bu durumda, belediyelerin parselasyon yapma konusunda takdir hakları bulunduğundan yargı kararıyla parselasyon yapmaya zorlanamayacağı gibi yapılan parselasyonun yargı kararıyla iptal edilmesi halinde belediyelerin yargı kararının uygulanması kapsamında iptal edilen uygulamadan önceki hukuki duruma dönme yönünde işlem yapmak zorunda olduğu, ancak geri dönüş yaptıktan sonra yeni bir parselasyon planının yapılmasının gerekip gerekmediği hususu idarenin takdir yetkisi kapsamına girmekte ise de, dava konusu taşınmazların bulunduğu alanda yapılan ve yukarıda anılan yargı kararı ile iptal edilen parselasyona yönelik olarak hazırlanan geri dönüş cetvelinin tescili başvurusu doğrultusunda işlem yapılması gerekirken anılan başvurunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı …” gerekçesiyle Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi kararını bozmuştur.
SONUÇ
Anayasanın 125. maddesinin 4. fıkrası ve 2577 sayılı Kanunun 2. maddesinin 2. fıkrası gereği, idari yargının denetim yetkisi, kanunların idari makamlara bıraktığı yetkilerin hukuka uygun olup olmadığını araştırmakla sınırlıdır. Bu yetkilerin idari yargı tarafından kullanılması mümkün değildir.
Danıştay içtihatları da idarenin kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yaptığı işlemlerin türü, zamanı ve yöntemi konusunda takdir yetkisinin sınırsız olmadığını ve yetki, şekil, sebep, amaç ve konu unsurları yönünden yargı denetimine tabi olduğunu kabul etmektedir. Ancak idare, birden fazla seçenek arasında karar verme yetkisine sahip olduğu durumlarda, idari yargının bu seçeneklerden birini idareye zorunlu kılacak ya da belli bir yönde işlem tesis etmeye yönlendirecek kararlar vermesi, Anayasa ve 2577 sayılı Kanun'un ilgili hükümleriyle uyumsuz olacaktır.