Son dönemde yaşanan çocuklara karşı işlenen  cinsel suçlar, tecavüzler ve çocukları öldürme gibi elem verici ve toplumun vicdanını derinden yaralayan suçlarda, toplum bu fiilleri işleyen suçluların yaşamasını sindirememekte ve kısasen suçlunun hayat hakkına son verilmesi savunulmaktadır. Duyulan bu öfke mantıkla  doğru yönlendirilemediğinde, öfke ve hınç alma duygusu neticesinde de idam cezası tekrar gündeme  gelmektedir.

İdam cezası yasada tekrar  yerini alsa ve idam cezasını öngören suçları işleyenlerin birkaçının kaba tabiriyle sallandırılarak cezasının infazı gerçekleşse bu suçların işlenmesi engellenecek midir? Suçlarda azalma olacak mıdır? İdam cezası demokratik ve hukuk devletlerinde suçtan caydırıcı bir ceza türü  müdür? Islah edici yönü var mıdır?

Bilindiği üzere suç ve ceza özünde  kişi hak ve hürriyetlerini korumak, yani hukuk kurallarına uygun davrananları gözetmek amacıyla  kabul edilmiştir. Esas olan suçun işlenmemesini sağlamak, suç işleyeni de cezalandırıp, herkese ödeticiliği, suç işlemeden caydırıcılığı ve adaleti göstermektir.

Ülkemizde Ceza Kanununda varolan idam cezası 9 Ağustos 2002 tarih ve 4771 sayılı kanun  ile barış zamanında kaldırılmıştır. Hemen arkasından 2003’te Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 nolu  Ek Protokolü Türk Devleti tarafından onaylanmıştır. Ek protokolün 1. maddesi; “Ölüm cezası kaldırılmıştır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez.” hükmünü içermektedir.  Nihayet, 14 Temmuz 2004 tarih ve 5218 sayılı kanun ile de Türkiye idam cezasını her koşulda mutlak olarak kaldırmış ve Anayasa’nın 38. maddesinde 07.05.2004 tarihinde yapılan değişiklikle “Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez” hükmü getirilmiştir.  

TBB Başkanı Sayın Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu'nun Doçent olduğu dönemde kaleme aldığı ve 2002 yılında Ankara Barosu Dergisinde yayınlanan “Ölüm Cezası Üzerine Düşünceler ve Anayasa Değişikliği ile 4771 Sayılı Kanun'un Getirdiği Yeni Düzenlemeler” başlıklı makalesinde de belirttiği gibi İdam  cezası, mahkumun hayatının belirli bir şekilde sona erdirilmesi suretiyle infaz edilen bir ceza olduğundan ve insan vücudu üzerinde uygulandığı için ceza türü olarak şiddet içeriklidir, insani değildir. Oysa ki demokratik hukuk düzenleri, toplumlarını şiddetten korumak zorundadır. Şiddet ve demokrasi bir arada bulunamaz. Demokrasi, şiddet ve şiddetin beraberinde getirdiği korkuyla da  bağdaşamaz Demokratik hukuk düzeni toplumu şiddetten uzak tutmayı öngörüyorsa şiddet içeren bir cezayı da içinde barındıramaz.

Cezanın özünde, mahkuma verilen bir zararın yer aldığında kuşku yoktur. Cezanın amacı, suçluyu ıslah etmesi ,suçların işlenmesinin önlenmesi, suçlunun yaptığının kendisine ödettirilmesidir. Bu çerçeveden bakıldığında idam cezasının bir ıslah etme amacı yoktur. Suçların işlenmesini önlemek adına caydırıcılığı da yoktur. İlk etapta idam cezası kulağa caydırıcı gibi gelse de norm olarak kanunda yeraldığında  insanlar tarafından umursanmayabilecektir. Nasılsa sonuçta öleceğini bilen  sonucu   öngören  suç işleyenler daha fazlasını ve daha ağırını da işleyebilecektir. Caydırıcılık mukayesesi bakımından idam cezasının uygulanmadığı Avrupa ülkelerinde ya da ABD eyaletlerinde mi suç oranı daha yüksek, yoksa idamın uygulandığı Asya, Ortadoğu ve ABD eyaletlerinde mi suç oranı daha yüksektir? Uluslararası Af Örgütü verilerinde en çok kadın tecavüzü ve kadın ölümlerinin yaşandığı ülkelerin, idam cezasının uygulandığı Afganistan, Hindistan, Pakistan, Suudi Arabistan, Yemen, Irak, Suriye, Ürdün, İran, Sudan, Çin, Vietnam, Laos, Tayvan, Güney Kore ve Tayland ‘ın olduğu gözlemlenmiştir.


İdam cezasının  insanlık onuruna aykırı, caydırıcı ve ıslah edici yönünün olmadığını, demokratik ülkelerde şiddet içeren cezalara hükmedilemeyeceğini ve  tüm bu yönleriyle de yaklaşık 14 sene önce gerekli yasal düzenlemeler yapılarak ve Uluslar arası anlaşmalara da taraf  olarak devletimiz idam cezasını mevzuatımızdan çıkartmışsa artık modern dünyada tekrar ilkel  bu cezanın  gündeme gelmesi manasızdır. Peki cinsel suçlarda  çözüm ne olmalıdır?

–    Tolum vicdanını derinden etkileyen  cinsel suçlara ilişkin en ağır hapis cezalarını öngören yasal düzenlemeler biran evvel yapılmalıdır.Bu suçlara ilişkin  cezai indirimler uygulanmamalı ve af kapsamından herhalükarda muaf tutulmaldır.
 
–    Bu suçlara ilişkin Psikolojik cezaların ( hücre hapsi gibi) miktarı da arttırılmalıdır.

–    Mecliste yasa tasarısında  “Cinsel suçlardan dolayı hapis cezasına mahkum olanlar hakkında tahliye edilme tarihinden 3 ay öncesinden başlamak üzere tahliyeden itibaren 5 yıla kadar, ayakta veya yatarak cinsel isteğin ilaçla baskılanması tedbiri alınabilecek” ifadesi yeralmaktadır. Aslolan cinsel suçları işleyenlere hakettikleri cezaları vermenin yanında cinsel suçları işleyenlerin sayısını azaltmaktır. Bu noktada kimyasal kastrasyon bir çözüm müdür? 1960 lı yıllardan beri kimyasal kastrasyon yöntemi batılı ülkelerde uygulanmaktadır. Kimi ülkelerde fayda sağlamadığından kaldırılmıştır.Şayet cinsel suçlara ilişkin tayin edilecek cezalar ağırlaştırılırsa kimyasal kastrasyona da gerek kalmayabilir. Yasal düzenlemeye gerek duyulacağı taktirde de düzenlenmesi, uygulanması ve özelikle tahliye tarihinden sonra tedavinin devamının  takibi  gibi hususlar ayrıntılı düzenlenmeli ve sıkı denetime tabi olmalıdır.

Pek tabidir ki sadece cezaları ağırlaştırarak  cinsel suçların önüne geçmek mümkün değildir. Devletin asli görevi; anayasa ve taraf olduğu uluslararası anlaşmalar çerçevesinde vatandaşının yaşam hakkını korumak,vatandaşının maruz kalabileceği her türlü istismar, şiddet ve kötü muameleye karşı gerekli  yasal, idari, toplumsal, eğitsel  önlemleri almaktır.
    
Bu çerçevede bu tür suçların işlenmesinin  önüne geçebilmek için; Psikiyatris Dr. Cem Keçeci'nin doktor sitesi.com adresinde yayınlanmış “hadım-kimyasal kastrasyon” başlıklı makalesinde de belirttiği gibi  devlet;   evlilik öncesi anne-baba ve eş eğitimlerini yasal zorunluluk haline getirmeli, anaokulundan başlayarak bireylere cinsel eğitim verilmeli  ve bu konuya ilişkin  toplumdaki farkındalığı arttırmak birinci hedef olmalıdır. Çünkü cinsel sapkınlıklar ve cinsel suçlar bozuk ve sağlıksız aile ortamlarının çok olduğu toplumun bir ürünüdür. Bu nedenle 18 yaşını dolduran herkesin eğitim almadan evlenmesi gelecek nesilleri sıkıntıya sokmaktadır. Ayrıca anne-babaların yanında çocukların  eğitilmesi de önemlidir. Kendi bedenini nasıl koruyacağı ve taciz ya da tecavüzle karşılaştığında anne, baba ya da yetkililerle paylaşması gerekliliği ve meydana gelen sonucun kendi suçu olmadığı çocuklara öğretilmelidir. Cinsel taciz ve ensest ilişki ebeveynlerin bilinçlendirilmesiyle doğrudan alakalıdır.

Unutulmamalıdır ki Juvenalis'in de dediği gibi “ilk ceza odur ki hiçbir suçlu kendi yargıçlığından kurtulamaz”

AV.SİNEM  HACIEMİNOĞLU - İZMİR BAROSU