Eğer hukukun temeli aslında ahlaktır diyorsak, o zaman hukukun tarafsızlığı hiçbir şekilde kabul edilmez. Bu yanıyla tarafsızlık işlevsizliktir. Eşyanın doğasına karşı duyarsızlık ve körleşmedir. Ahlak, görevler ve sorumluluklar bağlamında, toplumsal hayatımıza dahil oluyorsa, tarafsızlık kendi içinde çok ciddi bir değer taşımaz. Temeli ahlak olan hukuk kendini tarafsızlıkla sınırlayamaz. O adalet dağıtmak için taraftır. O adaletin temini için tarafgirdir. Tarafsızlık olgu ve hadiseleri daha iyi algılamak için olgu ve hadiseler arasına bir parça mesafe koymak makuldur. Ama hukukun işlevi bir bütün olarak tarafsızlığa indirgenemez.
Hukuk, bir bakıma daraltılmış bir bağlam için de, ahlaki yükümlüklerin yazılı hale getirilen bir biçimi ya da form halidir. İnsanlık tarihi dikkate alındığında yazılı olmayan kuralların yazılı kurallardan önce geldiği ve ona ebelik yaptığı biliniyor. Bu bakımdan ahlakın, hukuka temel olduğu ve hukukun ahlak üstüne bina edildiği tartışma götürmez bir hakikattır. Hem ahlak hem de hukuk esas itibariyle, ‘’toplumun özgürce gelişip serpilmesi’’ ihtiyacının ürünleridirler. Antik yunan felsefesi ahlakı, bu bağlam içinde temellendiriyor; özgürlük ve gelişip serpilme. Ahlak anlayışına daha geniş bir bağlam aradığımızda yolumuz siyasete çıkar, daha daraltılmış bağlamı ise hukukun kendisidir.
Hukuk kesin hükümler içerdiği için, hukuk esas itibariyle mutabakatlar aradığı için daraltılmış bir ahlaki bağlamdır. Siyaset, özgür irade ile bütünleştiği zaman, toplumu tepeden tırnağa değiştirebilecek bir dinamiğe dönüşür. Burada sınırlayıcı olan fren mekanizması görevi gören yegane olgu ise hukuktur. Hukuk sınır tayin edici, yasak koyucu nitelikler taşıdığı için de, daraltıcı bir içeriğe sahiptir.
Tam da bu noktada hukukun üstünlüğü ifadesi, siyaset ve ahlak arasında bir tür öncelik arayışını temsil eder. Hukukun üstünlüğüne neden ihtiyaç duyarız? Toplumsal gelişmeyi frenlemek için mi yoksa toplumun özgürce gelişip serpilmesi için mi? Bu soruya yanıt olarak ileri sürdüğümüz gerekçeler, aslında hem hukuktan ve onun üstünlüğünden hem de ahlaktan ne anladığımız anlatır.
Eğer hukukun temel ve biricik görevi adalet dağıtmak ise, adaleti tesis edip, adaletsizliklerin önünü almak ise, o zaman hukuk bu yönüyle, toplumsal gelişmeye paralel olarak, kendini toplumun ihtiyaçlarına açmak zorundadır. Önceden konulmuş kurallara bağlı kalmak anlamında hukuk, toplumun ihtiyaçlarına kendini açamaz. Hukukun kendisini yenileyebilmesi ancak toplumsal ihtiyaçlar ile birlikte yolculuk yapmasına bağlıdır.
Hukuk kurallarının özünü ahlaki kaidelerin özüyle birlikte yorumladığımızda, her ikisinin de ötekinin haklarına odaklandığını görürüz. Öncelik ötekinin haklarını koruyup geliştirmektir. Eğer hem hukukun hem de ahlakın varlık nedeni ötekinin haklarıysa, o zaman ne hukuk ne de ahlak tarafsız olamaz. İkisi de ötekinin hakları için taraf olmak zorundadır.
Taraf olmak nesnel olmamak anlamına gelmez. Her nesnel olguda makul oranda tarafgirlik vardır. Önemli olan tarafta olmak değildir, önemli olan tek şey adaletin hakkını vermektir.