A) Genel Açıklamalar

Islah kelimesinin sözlük anlamı “daha iyi duruma getirme, düzeltme, iyileştirme”dir. İlgili kavram, hukuk terminolojisinde ise, ıslahın sözlük anlamlarına nazaran daha geniş bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple ıslah kavramını hukuki boyut içerisinde irdelemek ve tanımlamak gerekmektedir.

Islah kavramı; “tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde yaptığı usul işlemlerini kanunda öngörülen sınırlar içinde düzeltmeye yarayan, iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının istisnası olan hukuki bir imkan” ifadeleri ile tanımlanmaktadır[1].

Bu imkan dahilinde, taraflar dava sürecinde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağına[2] tabi olmaksızın dayandıkları dava sebebi niteliğindeki vakıaları, talepleri ve sonuçları ıslah ederek değiştirebilme hakkına sahiptirler. Ancak bu hak, taraflara Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 176/2 gereği sadece bir defaya mahsus olmak üzere verilmiştir. Bunun sebebi ise, dava taraflarının birçok kez ıslah yoluna gitmesi sebebiyle gerçekleşebilecek zamansal gecikmenin ve ek giderlerin yargılamaya hakim olan ilkelerden olan usul ekonomisi ilkesine aykırılık teşkil edecek olmasıdır. [3]

Kanun koyucu, ıslah kurumunu tam ıslah ve kısmen ıslah olmak üzere iki şekilde düzenlemiştir. Bununla birlikte, ıslah tahkikatın sona ermesine kadar, sözlü veya yazılı olarak yapılabilmektedir. Islahın ilk türü olan tam ıslah, yeni bir dava dilekçesi verilmesi anlamına gelmektedir ki, bu işlem ancak davacının yapabileceği bir işlemdir[4]. Bu sebeple, davalı sadece kısmen ıslah yoluna gidebilmektedir.

Taraflar, ıslah kurumunu HMK m. 177 gereğince tahkikat sona erene kadar kullanmak durumundadır. Bu yüzden istinaf ve temyiz aşamalarında ıslah kullanılamaz. Bu konu ile ilgili olarak değinmek istediğimiz husus uygulamada da netlik olmaması sebebi ile, temyiz aşamasında bozulan bir kararın tekrardan ilk derece mahkemesine gelmesinden sonra ıslah hakkını kullanmamış olan tarafın ıslah hakkından yararlanıp yararlanamayacağı hususudur.

Yargıtay’ın bu doğrultuda farklı kararları mevcuttur. 1948 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararında “(…) ıslahın, … tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip Yargıtay’ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olmayacağına … karar verildi(…)” denmektedir[5].

2016 yılında Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nda bu husus tekrardan görüşülmüş ve 1948 tarihli kararın değiştirilmesine gerek olmadığına dair karar verilmiştir[6]. Buna rağmen, aynı konuda 1959 tarihli olan bir diğer YİBK, “(…) bir mahkeme kararının her ne sebeple olursa olsun temyizce bozulması sonunda mahkemenin bozma kararına uymasıyla dava yeniden duruşma safhasına girmiş olacağı cihetle duruşma henüz bitmemiş sayılır(…)” ifadeleri ile tamamen aksi bir yönde karar vermiştir[7].

Doktrinde ise konuya ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. İlk görüşe göre, mahkemenin bozma kararı sonrasında yargılama devam edeceği için ve kanun gereğince ıslahın tahkikat bitinceye kadar mümkün olması gerekçeleriyle bozma sonrası ıslah hakkını kullanmayan tarafın ilgili hakkını kullanabileceği söylenmektedir[8]. Aynı doğrultuda, Budak ve Karaaslan da kanun yolu aşamasından sonra, daha önce ıslah hakkının kullanılmamış olması kaydıyla, ıslaha başvurma imkanı tanınmasının yerinde olacağı yönünde görüş bildirmektedirler[9].

İkinci bir görüş, Yargıtay bozma kararı vermesinden sonra dava bitmemiş olmakla birlikte, yargılama bitmiş olduğundan bu aşamadan sonra ıslah yoluna başvurulması mümkün değildir; zira ıslah yargılama boyunca yapılabilmektedir. Buna ek olarak, bozma kararı sonrasında ıslahın mümkün olması, usuli kazanılmış hakların ortadan kaldırılmasına yol açacağı için görüş uyarınca bozma kararı sonrasında ıslah mümkün olmamalıdır[10].

Üçüncü bir görüş ise, Yargıtay’ın bozma kararı esasa ilişkin olmayıp usule ilişkin ise, ilk derece mahkemesinin bozmadan sonra tahkikat aşamasına devam edeceğinden bahisle ıslaha imkan tanınması gerektiğini öne sürmektedir. Görüşün temellendirmesinde ise, bozma kararının usule ilişkin olması durumunda, usuli müktesep hak oluşmayacağından ve ıslah ile bu hakkın ortadan kaldırılması tehlikesi doğmayacağından dolayı, ıslahın yapılmasına imkan tanınmasının yerinde olacağı öne sürülmektedir[11].

Kanaatimizce, Yargıtay içtihatı birleştirme kararlarında bozma sonrası ıslaha izin verilmeme gerekçesinin usuli müktesep hak olması doğrultusunda, hukuki soruna yaklaşılmalıdır. Öyle ki, Yargıtay’ın bozma kararının usule ilişkin olması durumunda taraf adına usuli müktesep hak doğmaması nedeniyle esasen İçtihatı Birleştirme kararlarının ıslaha ilişkin yasağının gerekçesi ortadan kalkmış olmaktadır. Bu nedenle, bozma kararı sonrasında ıslah kurumu incelenirken, öncelikle bozma kararının usule mi yoksa esasa mı ilişkin olduğunun tespiti; şayet bozma kararı usule ilişkin ise, ilk derece mahkemesinin tekrardan yürüteceği tahkikat aşamasında ıslaha imkan tanınması yönünde hukuki sorunun çözümü gerekmektedir.

Tahkikat aşamasına kadar yapılması gereken ıslah, yazılı veya sözlü olarak yapılabilir. Eğer ıslah talebi duruşma dışında yapılıyorsa, hukuki dinlenilme hakkının bir sonucu olarak ıslah dilekçesi veya tutanağının bir örneği karşı tarafa tebliğ edilmelidir. Bunu takiben ıslah kurumundan faydalanmak isteyen taraf HMK m.178 gereği, karşı tarafın uğradığı veya uğrama ihtimali olan zararları ve geçersiz hale gelecek olan işlemler için yapılmış olan yargılama giderlerini karşılamak maksadıyla bir hafta içinde hakimin takdir edeceği teminat tutarını mahkeme veznesine yatırması gerekmektedir. Aksi takdirde ıslah yapılmamış sayılmaktadır.

Buna ek olarak belirtmek gerekir ki, ıslah yoluna giden tarafın ıslah giderlerinden sorumlu olması sebebiyle yargılama lehine sonuçlansa bile ıslah hakkını kullanırken yapmış olduğu masraflar kendi üzerinden bırakılacak ve karşı tarafa yüklenemeyecektir[12].

Teminatın yatırılmasından ve ıslah dilekçesinin sunulup kabul edilmesinden sonra ıslah kurumu birtakım sonuçlar doğurmaktadır. İlki, ıslah yoluna giden tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren, bütün usul işlemleri yapılmamış sayılacaktır. Ancak, kapsamın değiştirildiği ya da genişletildiği noktadan itibaren usul işlemleri yapılmamış sayılmasının bazı istisnaları mevcuttur. Bu istisnalar, HMK m. 179/2.’de ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları keşif ve isticvap tutanakları olarak sayılmaktadır. Kanunda istisnai tutulan işbu usul işlemleri, ıslah yoluyla geçersiz kılınamamaktadır.

Islahın ikinci etkisi, taraflarca kullanılan bu hak sonucunda ıslahın türüne göre de genişleyip daralabilmesidir. Yukarıda da belirtildiği üzere ıslah tam ıslah ve kısmen ıslah olarak ikiye ayrılmaktadır. Eğer taraf tamamen ıslah yoluna gidecek olursa, ıslah bildiriminden sonra bir hafta içinde yeni bir dava dilekçesi vermesi gerekmektedir. Şayet yeni bir dava dilekçesi verilmezse, ıslah hakkı kullanılmış sayılacak ve davaya ıslah hiç yapılmamış gibi devam edilecektir.

Yeni bir dava dilekçesinin verilmesi nedeniyle, tam ıslah ile dava adeta baştan başlamaktadır. Bunun sebebi, tam ıslah yolunda, bağlantı bulunmak koşuluyla dava türünün tamamen farklı bir dava türüne dönüşmesidir. Davanın adeta baştan başlamasına sebep olduğu için, tam ıslah yolunda yapılan usul işlemlerinin geçersizliği kısmen ıslaha nazaran daha geniş boyutta olmaktadır. Zira kısmen ıslah yolunda sadece ıslaha tabi tutulan kısımlar açısından usul işlemlerinin geçersizliği gündeme gelmektedir.

Tüm bu etkiler sonucunda geçersiz olacak usul işlemlerine bağlı sonuçlar da gerçekleşmemiş sayılmaktadır. Bu duruma örnek verilmesi gerekirse, ıslahın etkilerinden bir tanesi talebe bağlı olarak işleyecek faizin hesaplanma tarihinin tespiti konusunda gerçekleşmektedir. Yargıtay bir kararında “(…) ıslahla artırılan ve hüküm altına alınan kıdem tazminatı dışındaki alacaklara ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekirken, ilk dava tarihinden itibaren faize karar verilmesi de hatalı olup bozmayı gerektirmiştir(…)” hükmünü vermiştir[13]. Bu karardan çıkartılacak sonuç, ıslah edilen kısma dair faizin ıslah tarihinden itibaren hesaplanması gerektiği olacaktır.

Son olarak, ıslah türleri olan tam ve kısmen ıslah arasında maddelerinin yazımı açısından bir farklılık bulunmaktadır. Tam ıslahı düzenleyen HMK m.180.’de açıkça gerekli zaman içerisinde ıslah dilekçesini vermeyen taraf adına “ıslah hakkı kullanılmış sayılır” denilmekteyken, kısmen ıslahı düzenleyen HMK 181. maddesinde aynı durum için ıslah hakkının kullanılmış sayılacağına dair bir ibare bulunmamaktadır.

Bu hususta m.181 açısından “kullanılmış sayılması” ibaresi olmadığı için süresi içinde dilekçeyi vermeyen tarafın yeniden ıslah kurumuna başvurması mümkün olabileceği ile kıyas yoluyla m.180.’deki hükmün m.181 için de geçerli olacağından bahisle ıslah hakkının kullanılmış sayılacağı yönünde farklı sonuçlar ve yorumlar çıkabilecektir. Öyle ki, madde metninde kullanılmış sayılma ifadesinin geçmemesine ek olarak dava değerinin artırılmasına yönelik kısmen ıslahın yargılamayı geciktirmesinin söz konusu olmayacağından bahisle ıslah hakkının kullanılmış sayılmasının orantısız ve ağır bir yaptırım olacağı doktrinde savunulmaktadır[14]. Bu konuya ilişkin henüz İçtihadı Birleştirme kararı da olmaması sebebiyle, konu doktrin noktasında tartışmada kalmaktadır.

B) Islahın Kapsamına Giren İşlemler

Islah yukarıda da bahsedildiği üzere dava sebebi olan vakıaları, talep ve sonuçları kapsayan bir işlemdir. Bu sebeple bu kapsama giren işlemlerin başında,

1- Talebin Artırılması: Taraflar açtıkları bir davada, dava konusunu karşı tarafın kabulü olmaksızın ıslah yoluyla artırabilirler. Böylece tarafın sonradan artık alacakları için ek dava açmasına gerek kalmayacaktır.

2- Davanın Değiştirilmesi: Esasen bu değişiklik sadece tam ıslah ile mümkündür. Ayrıca yukarıda da belirtildiği üzere tam ıslah için yeni bir dava dilekçesinin verilmesi gerekmektedir ve bu hak sadece davacıya aittir.

3- Zamanaşımı def’inin ileri sürülmesi: Islah işlemiyle iddia, savunma ve talepte değişiklik yapılması mümkün olduğu ve def’inin bir savunma aracı olması sebebiyle ıslah yoluyla zamanaşımı def’i yoluna gitmek mümkündür. Yargıtay’ında konu ile ilgili “(…)davalı süresinde verdiği cevap dilekçesini ıslah ettiğine göre zamanaşımı savunmasının süresinde yapıldığının kabulü gerekir. Bu durum zamanaşımı definin kabulü davacı tarafın muvafakatine bağlı tutulamaz(…)” şeklinde hükmü bulunmaktadır[15].

4- Faiz talep edilmesi: Islah ile istenen yeni talepler için de faiz istenebilecektir. Çalışmanın önceki bölümlerinde belirtildiği üzere faiz yeni talepler için ıslah tarihinden itibaren başlayacaktır.

Bu hususlara ek olarak belirtmek gerekir ki, Kanun’da “aynı davada” ifadesi kullanılması sebebiyle bağlantı veya tahkikat kolaylığı gibi sebeplerle şeklen birlikte yürütülen davalarda, birlikte yürütülen her bir dava için ıslah hakkı ayrı ayrı kullanılabilir, birinde kullanılan ıslah imkanı diğerinde de kullanılmış sayılmayacaktır.

C) Islah İşlemiyle Yapılamayacak İşlemler

Islah her ne kadar öncesinde yapılan usul işlemlerinin çoğunu geçersiz kılsa, iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının istisnası olsa da ıslah ile yapılamayacak işlem ve durumlar bulunmaktadır.

1- Islahla Hasım Değiştirilemez: Bu Yargıtay kararlarından temelini bulan bir yasaktır. Yargıtay kararları bu konuda istikrarlı bir şekilde verilmektedir[16]. Taraf değişikliğinden kast edilen, davanın doğru hasıma yöneltilmek istenmesi veya mevcut davalı/davalıların ya da davacı/davacıların yanına başka bir veya birkaç davalı/davacı daha dahil edilmek istenmesi durumudur[17].

2- İlk İtirazlar Islah Edilemez: İlk itirazlar, davalı tarafa tanınan uyuşmazlık konusu hakkın esasına ilişkin olmayan ve yalnızca davanın esasına girilerek görülebilmesine engel olma niteliği taşıyan itirazlardır[18]. Dava şartlarına ilişkin, olan ilk itiraz hak düşürücü süreye tabidir ve süresinde kullanılmadığında hakkın düşmesine sebep olmaktadır. Bu sebeple ilk cevap dilekçesinde bildirilmeyen ilk itirazlar daha sonra ıslah yoluyla ileri sürülemez[19].

3- İkinci Tanık Listesi Verilemez: Kanun koyucu bazı hükümlerle bazı işlemlere kısıtlama getirebilmektedir. ( HMK m.176/2 gereğince ıslahın da bir kez yapılabileceği düzenlenmiştir.) Bunun yargılamanın uzamasını engellemek, kazanılmış hakları korumak gibi farklı sebepleri bulunmaktadır. HMK m.240 gereği de tanık listesi sadece bir defaya mahsus verilebilmektedir. Bu sebeple, ıslah dilekçesi verilerek yeni bir tanık listesi verilmesi mümkün değildir[20].

4- Islah Yoluyla Maddi Hukuk İşlemleri Düzeltilemez: Islah, kanunda usul işlemlerinin istisnai olarak tanınan bir hakla değiştirilmesini sağlayan özel bir yargılama işlemidir. Bu sebeple maddi hukuk işlemleri için ıslaha gitmek mümkün değildir. Ayrıca maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemeyeceği gibi; feragat, kabul, sulh gibi usulü bir işlem olan ama maddi hakkı etkileyen işlemlerin de ıslah yoluyla değiştirilmesi mümkün değildir[21].

5- Seçimlik Hakkın Kullanılmasından Sonra Islah Yoluyla Talep Değiştirilemez: Yenilik doğuran haklardan olan seçimlik hakların kullanılmış olması, hukuki sonucundan dönülemez nitelikte olduğundan, seçimlik haklar kullanıldıktan sonra ıslahla geçersiz kılınamaz[22].

Islah yoluyla değiştirilmesi mümkün olan işlemler olduğu gibi yapılması mümkün olmayan işlemler de bulunmaktadır. Ancak sıralanan işlemlerin yanı sıra dava sırasında bazı durumlarda değişikliğe gidilmesi gereken hususlar olabilmektedir. Lakin bu değişiklikler mümkün olmasına rağmen ıslah ile yapılmayı gerektirmeyen değişikliklerdir.

D) Islah Gerektirmeyen Durumlar

Çalışmanın önceki bölümlerinde de belirtildiği üzere ıslah tüm dava süresinde sadece bir kere kullanılabilen istisnai bir haktır. Bu sebeple gereksinim duyulan her türlü değişiklik için ıslaha gitmeye çalışmak mümkün değildir. Kanundaki bazı düzenlemeler gereği sayılan durumlar veya sayılan şartlar altında değiştirilmesi gereken hususlar ıslah kurumundan faydalanılmadan yapılabilmektedir. Bunlar;

- Hukuksal Sebebin Değiştirilmesi: Davacı veya davalı dayandığı bir iddia veya savunmanın hukuki sebebini her daim değiştirebilir. Çünkü hakim her ne kadar iddia ve savunmalarla bağlı olsa da hukuku re’sen uygulaması gerektiği için dayanılması gereken hukuki dayanağı da kendisi belirleyebilmektedir. Bu sebeple de hukuki sebep ıslaha gerek olmadan her daim taraflarca değiştirilebilir.

- Re’sen Araştırma İlkesinin Olduğu Haller: Özel hukuk davalarında asıl kural hakimin tarafların getirdiği vakıa ve delillerle bağlı olması olsa da bu durumun bazı istisnaları (örneğin: çekişmesiz yargı davaları) kanunda sayılmıştır. Bu sayılı davalarda hakim re’sen araştırma ilkesi uygulandığından taraf iddia veya savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağına tabi olmadan yeni vakıa ve delil sunabilir.

- Dava Açılmasından Sonra Doğan Haller: İddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı dava açılırken mevcut olan vakıa ve deliller için geçerlidir. Zira henüz ortada olmayan vakıa ve delillerin önceden öngörülmesi mümkün değildir. Bu sebeple dava açıldıktan sonra doğan ve dava sebebi olarak gösterilen vakıalarla ilgili olan olayların ileri sürülmemesi bu yasak kapsamında ele alınamaz.

Bu konuya ilişkin verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı[23] ile “(…)Bilindiği gibi davacı, kural olarak dava açıldıktan sonra, davalının açık ya da kapalı (zımni) muvafakatı olmaksızın davasının genişletemez veya değiştiremez. Ancak bu yasak, dava açıldığı sırada mevcut olan ve dava dilekçesinde ileri sürülmesi mümkün olduğu halde , ileri sürülmemiş bulunan vakıalar için söz konusudur. Buna karşılık, dava açıldıktan sonra doğmuş olan ve taraflar arasında aynı konuda açılacak yeni bir davanın sebebini oluşturabilecek nitelikte bulunan maddi vakıaların (olayların) ileri sürülmesi ise , davayı genişletme veya değiştirme sayılamaz. Çünkü, dava açıldığı zaman henüz doğmamış olan bir olayın, dava açılırken öngörülmesi ve dava dilekçesinde bildirilmesi esasen mümkün değildir. Bu nedenle davacı, davalının rızası ile bağlı olmaksızın bu yeni vakıayı ileri sürebilir. Aksi görüşün kabulü, davacıyı gereksiz yere ikinci bir dava açmaya zorlamak olur ki böyle bir kabul ve uygulama dava ekonomisi ile bağdaşmaz(…)” yönünde içtihat ortaya konulmuştur.

- Karşı Tarafın Rızası: İddia veya savunmaların değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı karşı tarafın rızası olması halinde uygulanmamaktadır. Karşı tarafın rıza vermesi halinde ıslaha da gerek olmayacaktır. Ancak belirtmek isteriz ki, uygulamada karşı tarafın rıza göstermesi oldukça nadir rastlanan bir hukuki durumdur.

- Belirsiz Alacak Davalarında Talebin Artırılması: Kanun koyucu dava açılırken zararın davacı tarafından tespit edilmesinin imkansız olduğu veya beklenemeyeceği durumlarda davacının mağdur olmamasını sağlamak için belirsiz alacak davası müessesini getirmiştir. HMK m.107/2’de Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.” denilmektedir. Bu sebeple, davanın ilerleyen safhalarında bilirkişi raporlarıyla belirlenen zararın maddi karşılığı tespit olduğu takdirde söz konusu dava türünün özelliği sebebiyle ıslaha gerek olmaksızın talep artırılıp değiştirebilecektir.

- Açık Yazı ve Hesap Yanlışlarının Düzeltilmesi: HMK m.183 gereği tarafların veya mahkemenin dava dosyasında bulunan açık yazı ve hesap hataları karar verilinceye kadar düzeltilebilir. Bu düzeltmelerin yapılması için ıslaha başvurmak gerekmemektedir.

E) Islah Dilekçesi ile Zamanaşımı Def’inde Bulunulması

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146-161. maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, belli bir zaman sürecinin geçmesini ve bunun sonucunda borçlunun, ifadan kaçınma hakkına sahip olmasını ifade etmektedir[24]. Zamanaşımı def’inin yargılama sürecinde hangi süre içerisinde yapılması gerektiğine dair bir düzenleme mevcut değildir. Bu sebeple, zamanaşımı def’inin dilekçeler teatisinin sonuna kadar yapılabileceği kabul edilebilir. İddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının başlamasıyla birlikte, zamanaşımı def’i de öne sürülemez.

HMK m.116/1’de ilk itirazlar sınırlı bir şekilde belirtmiştir. Buna göre; kesin yetki kuralının bulunmadığı hallerde yetki itirazı, uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiği itirazı ve iş bölümü itirazı; ilk itiraz niteliğinde olmakla beraber cevap dilekçesinde ileri sürülmek zorundadır. Görüldüğü gibi, zamanaşımı def’i bir ilk itiraz olarak düzenlenmemiştir. Zamanaşımı def’inin bu niteliği ıslah yoluna başvurulma aşamasında önem taşımaktadır.

Öyle ki, HMK m.176’de gerekçesinde “uygulamada, zamanaşımının ıslah yolu ile ileri sürülüp sürülemeyeceğine dair bazı tereddütler var ise de zamanaşımı ilk itiraz olmayıp, ıslah yolu ile de ileri sürülebileceğinde tereddüt etmemek gerekir” denilmektedir. Zamanaşımının ıslah ile ileri sürülmesinde cevap dilekçesinin verilmiş olması/olmaması ayrımı yapılmakta ve bunun üzerinden farklı içtihatlar ortaya konulmaktadır.

Bununla birlikte, zamanaşımının, hakim tarafından re’sen dikkate alınamaması sebebiyle cevap süresinden sonra ve ıslah yapılmaksızın ileri sürülmesi durumunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında “(…)zamanaşımı def’i, HUMK ‘nun 187. Maddesinde düzenlenen ilk itirazlar arasında sayılmadığından yasal cevap süresi içerisinde ileri sürülmesi zorunluluğu da yoktur. Ancak, cevap süresinden sonra ileri sürülen zaman aşımı def’inin değerlendirilebilmesi için karşı tarafın, savunmanın genişletildiği yolunda itirazda bulunması olması şarttır. Hal böyle olunca, davalı tarafından yasal cevap süresi geçtikten sonra zaman aşımı def’inde karşı çıkılmadığından, mahkemece yapılacak iş, zaman aşımı def’inin geçerliliği olduğu kabul edilerek; zaman aşımı süresinin ve başlangıç tarihinin belirlenmesi ve oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi(…)” yönünde içtihat verilmiştir. Böylece, cevap süresinden sonra ileri sürülen zamanaşımı def’inin mahkemece reddedilebilmesi için karşı tarafın iddia ve savunmanın genişletildiği itirazında bulunması şartı aranmaktadır.

i. Cevap Dilekçesi Verilmesi Durumunda Islah

HMK m. 176/1’de “Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilirler” denilmektedir. Islah, başka bir anlatımla “yapılan bir usul muamelesinin iptal edilerek yerine yenisinin ikame edilmesi” olarak da tanımlanabilecektir[25]. Bu nedenle, bir tarafça yapılmamış bir usul işleminin, sonradan ıslah yoluyla yapılamayacağı da söylenebilecektir.

Hukuk Genel Kurulu da cevap dilekçesinin verilmesi durumunda zamanaşımının ıslah yolu ileri sürülebileceğini bir kararında[26] “(…) bu durum karşısında, davalılar vekilinin yasal süresi içerisinde ibraz edilen cevap dilekçesinde herhangi bir nedenle ileri süremediği zamanaşımı def’ini, sonradan ıslah yoluyla ileri sürmesinde usule aykırı bir yön bulunmayıp; ıslah edilmiş bu yeni savunmaya karşı tarafın(davacının) itiraz etmesinin de sonuca bir etkisi bulunmamaktadır. Hal böyle olunca, mahkemenin davalının ıslah yoluyla zamanaşımı def’inde bulunabileceğine ilişkin kabulü yerindedir(…)” yönünde belirterek hüküm kurmuştur. Bu kararıyla Yargıtay, öncesinde cevap dilekçesi verilmesi durumunda zamanaşımı def’inin ıslah yoluyla ileri sürebileceğini kabul etmektedir. Benzer kabulü içeren başka Yargıtay kararları da bulunmaktadır.[27]

Sonuç olarak, ıslahın sadece yapılan usul işlemlerine ilişkin yapılabilmesi ve zamanaşımının ilk itiraz niteliği taşımaması nedenleriyle ve Yargıtay kararları ışığında cevap dilekçesinin verildiği durumlarda ıslah yoluna gidilerek zamanaşımı def’inde bulunulmasının hukuken mümkün olduğuna varılabilmektedir.

ii. Cevap Dilekçesinin Verilmemesi Durumunda Islah

Cevap dilekçesinin verilmemesi halinde ıslahın hukuki durumu hakkındaki temel noktalar; yapılmamış bir işlem için ıslah yapılamayacağı ve cevap dilekçesinin verilmemesiyle birlikte karşı taraf için usuli kazanılmış hakkının korunması noktalarıdır. Bu noktalar çerçevesinde Yargıtay geçtiğimiz yıllarda önemli bir içtihat ortaya koyarak cevap dilekçesinin verilmemesi hallerinde ıslah yapılamayacağını Yargıtay Hukuk Genel Kurulu nezdinde ilk kez karara bağlamıştır.

İlgili kararda[28];

“(…)Bilindiği üzere davalı, davaya cevap vermek zorunda değildir. Davanın cevapsız bırakılması ya da süresi içinde cevap dilekçesi verilmemesi halinde davalının, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkar etmiş sayılacağı 6100 sayılı HMK'nın 128. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Bu kural, HUMK'nın yürürlükte olduğu dönemde de öğreti ve yargı kararlar ile kabul edilmiştir. Ancak, süresinde cevap dilekçesi vermemek suretiyle davanın inkarı ileri sürülen vakıaların inkarı niteliğinde olup, bu inkarın zamanaşımı def'ini de kapsadığı söylenemez. Ayrıca, davalının süresinden sonra verdiği cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def'inde bulunabileceğini kabul etmek ıslah ile kaçırılmış olan sürenin geri getirilmesi, daha doğrusu ıslah ile davaya cevap verilmesi sonucunu doğuracaktır. Oysa ki kanun ile belirlenen süreler kesin olup, ıslah kaçırılmış olan süreleri geri getiren bir yol değildir.
Hal böyle olunca, davalı vekilinin zamanaşımı savunmasını içermeyen ve yasal süresi geçtikten sonra verildiğinden hiç verilmemiş kabul edilen (davayı inkar etmiş sayılan) cevap dilekçesi sunduğu, davacının işçilik alacaklarını miktar itibarıyla artırmak suretiyle ıslah etmesi üzerine bu ıslah işlemine karşı da davalı vekilince süresi içinde ibraz edilmeyen ancak cevap dilekçesinin zamanaşımı defi yönünden HMK’nın 176. maddesi gereği ıslah edildiğini belirten dilekçe verildiği ancak bu dilekçeye karşı davacı vekilince açıkça itiraz edildiği görülmüştür. Dolayısıyla yasal süresi geçtikten sonra verilen ve davacı tarafın itirazı ile karşılaştığı için hiç verilmemiş sayılan cevap dilekçesinin ıslahı suretiyle zamanaşımı def'inin ileri sürülemeyeceği kurul çoğunluğunca kabul edilmiştir(…)” ifadeleriyle cevap dilekçesinin verilmemesi durumunda ıslah ile zamanaşımı def’inin ileri sürülemeyeceği noktasında daireler nezdinde çoğunluk kararı alınmıştır.

Sonuç olarak zamanaşımı HMK nezdinde ilk itiraz olarak sayılmamıştır. Bu nedenle, ıslah yolu ile zamanaşımı def’inde bulunulması gerek madde gerekçesi gerek Yargıtay uygulaması gereği mümkündür. Bu noktada dikkat edilmesi gereken tek husus, cevap dilekçesinin öncesinde verilip verilmediği noktasıdır. Zira, ıslah sadece yapılmış usul işlemlerinin iptal edilerek yeniden yapılabilmesine olanak sağlayan hukuki bir kurumdur.

F) Islah Kurumunun İşleyişi ile İlgili Genel Sonuç

Islah kurumu iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının bir istisnasıdır. Davanın tahkikat süresinin sonuna dek bir defaya mahsus olmak kaydıyla usul işlemlerinin değiştirilmesini sağlayarak taraflara kaçınılmaz hatalarından kurtulmalarını veya talep değişikliğini sağlayan bir kurumdur.

Islah her ne kadar geniş sonuçlara sebebiyet veren bir işlem olsa da belirtildiği üzere bazı işlemlerin ıslah ile düzeltilmesi mümkün olmadığı gibi bazı işlemler için de gerekmemektedir. Sonuç olarak ıslah taraflara tanınan istisnai ve kurtarıcı bir muhakeme işlemi olarak hukuk dünyasında vücut bulmaktadır.

G) KAYNAKÇA

- BİLGEN, Mahmut, Usul Hukukunda Islah ve Sonuçları, Fasikül Hukuk Dergisi (Şubat 2019)

- BUDAK, Ali Cem ve Varol KARAASLAN, Medeni Usul Hukuku, Adalet Yayınevi (2017)

- ERDOĞAN, Ersin ve Cansu KORKMAZ, Yargıtayca Verilen Bozma Yahut Bölge Adliye Mahkemelerince Verilen Gönderme Kararlarından Sonra Islah Yapılıp Yapılamayacağı Sorunu, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/227131 (Erişim Tarihi: 06.04.2020)

- GÖRGÜN, L. Şanal ve Mehmet KODAKOLU, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medenî Usûl Hukuku, Ankara, Yetkin Yayınları. (2012)

- GÜNDÜZ, Okan, Islahla Dava Değerinin Artırılması Sonucunda Ortaya Çıkan Bazı Hukuki Meseleler, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/270836 (Erişim Tarihi: 28.03.2020)

- KOÇAK, Berkay, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Kapsamında Islah Kavramı ve Islahla Yapılamayacak İşlemler, İstanbul Barosu Dergisi (Ocak 2019)

- KURU, Baki, Hukuk Muhakemeleri Usûlü El Kitabı, İstanbul, Alfa Yayınevi. (1995)

- KURU, Baki, Hukuk Muhakemeleri Usûlü, Altıncı Baskı, C: I-VI, İstanbul, Demir-DemirYayınevi. (2001)

- KURU, Baki, Medenî Usûl Hukuku Ders Kitabı, Birinci Baskı, İstanbul, Legal Yayınları. (2015)

- MUŞUL, Timuçin, Medenî Usûl Hukuku, Üçüncü Baskı, Ankara, Adalet Yayınları. (2012)

- NOMER, Haluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta (Ekim 2015)

- PEKCANITEZ, Hakan, Oğuz ATALAY ve Muhammet ÖZEKEŞ, Medenî Usûl Hukuku, Ondördüncü Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları. (2013)

- PEKCANITEZ, Hakan, Muhammet ÖZEKEŞ, Mine AKKAN ve Hülya Taş KORKMAZ, Medeni Usul Hukuku Cilt 2, On İki Levha Yayıncılık (Mart 2017)

- YILMAZ, Ejder (2013) Medenî Yargılama Hukukunda Islah, Dördüncü Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları.

--------------------------------------------

[1] Pekcanıtez, Özekes, Akkan, Korkmaz, sayfa (s.) 1487

[2] İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141. Maddesinde düzenlenmiştir. Düzenleme gereğince, taraflar ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia ve savunmalarını değiştiremez yahut genişletemezler. Ancak ön inceleme aşamasında iki istisna hal bulunmaktadır. Bu durumlar sırasıyla, karşı tarafın açık muvafakat vermesi ve karşı tarafın ön inceleme duruşmasına gelmemesi sebebiyle muvafakatinin aranmaksızın diğer tarafın iddia ve savunmasını değiştirebileceği veya genişletebileceği halleridir. İlgili maddenin ikinci fıkrasında ise, ıslah açık bir şekilde yasağın istisnai hali olarak gösterilmiştir.

[3] HMK 176. Maddesinin gerekçesinde “Islah yolu ile davanın geciktirilmesi ve sürüncemede bırakılması mümkün olduğundan, ikinci fıkra ile, tarafların ıslah yoluna bir defa başvurabileceklerine ilişkin sınırlama bu Tasarıda da kabul edilmiştir” denilmektedir.

[4] Budak, Karaaslan, s. 188

[5] Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı (YİBK), Esas (E) 1948/3, Tarih (T) 04.02.1948, Resmi Gazete (RG) 17.06.1948 Sayı (S) 6934

[6] YİBK, E. 2015/1, K.2016/1, T.06.05.2016, RG 23.03.2017, S.30016

[7] YİBK, T.04.02.1959, 13/5, RG 28.04.1959, sayı 10193

[8] Kuru, (2015) s.464, Kuru (2001) C. 4, s.3979- 3980, Kuru (1995), s. 648 -649 (Erdoğan, Korkmaz s. 275 vasıtasıyla)

[9] Budak, Karaaslan, s.190

[10] Görgün & Kodakolu, s. 198; Muşul, s. 547 (Erdoğan, Korkmaz s. 275 vasıtasıyla)

[11] Pekcanıtez & Atalay & Özekes, s. 624; Tutumlu, s. 170 (Erdoğan, Korkmaz s. 276 vasıtasıyla)

[12] Pekcanıtez, Özekes, Akkan, Korkmaz, s. 1530

[13] Yargıtay 9. HD. T.22.09.2005, E.2005/257, K.2005/30955

[14] Gündüz, s. 204

[15] Yargıtay 9. HD. T. 10.07.2003, E.2003/1869 K. 2003/13096

[16] Yargıtay 1. HD T. 24.06.2004 6786/7798, YHGK T. 02.12.1992 E.1992/1-470 K.1992/718, Yargıtay 1.HD T.02.02.2009 E.2008/11789 K.2009/1153

[17] Koçak s.61,

[18] Koçak s.64

[19] EJDER s.142,143

[20] Yargıtay 9.HD T.15.06.2015 E.2014/8008 K.2015/21503, Yargıtay 9.HD T.22.06.2015 E.2014/10169 K.2015/22365

[21] YGHK T.25.03.2015 E.2013/13-2342 K.2015/1066

[22] Koçak s.72

[23] YHGK T.16.02.1983, E.1982/2-268 K.1983/136

[24] NOMER, s.391

[25] BİLGEN, s.712

[26] YHGK T.12.06.2013, E.2012/10-1633 K.2013/825

[27] YHGK T.04.06.2011 E.2010/9-629 K.2011/70, YGHK T.07.06.2017 E.2017/1093 K.2017/1090

[28] YHGK T.07.06.2017 E.2016/1209 K.2017/1075