Anayasa'nın 42. maddesinde eğitim hakkının sınırlandırılmasına ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Bununla birlikte eğitim hakkının mutlak ve sınırsız bir hak olduğu düşünülemez. Nitekim anılan maddenin ikinci fıkrasında yer verilen "Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir." ifadesi ile devlete bir takdir alanı yaratılmıştır.

Eğitim hakkının kısıtlanmasına dair meşru amaç ve sınırlama arasındaki dengenin sağlanması, hakkın korunması için elzemdir. Bu dengeyi sağlarken meşru amaç çerçevesinde elde edilmek istenen beklentiler ile hakkın sınırlandırılmasında kullanılan araçlar arasındaki orantılılık değerlendirilmelidir. Anılan orantılılık incelemesinde dikkat edilmesi gereken bir husus da meşru amaç çerçevesindeki beklentilerin makul ve kabul edilebilir olup olmadığıdır. Eğitim hakkının özüne dokunan ve etkinliğini ortadan kaldıran kısıtlamalardan korunmak için bu kısıtlamaların öngörülebilir olması ve meşru amaç çerçevesinde ölçülü olarak yapılması gereklidir.

Eğitim hakkına müdahaleyi haklı kılan sebeplerden biri de eğitim kurumlarının işleyişinin bozulmasıdır. Eğitim kurumlarının azami verimlilikte çalışabilmesi için kurumun insicamının bozulmaması veya bozulma tehlikesinin doğmaması gerekir. Bu amaçla eğitim ve öğretimin sunulduğu kurumlar olan okullarda düzenin sağlanması ve eğitimin en verimli şekilde aktarılması için eğitimin alıcısı durumunda olan öğrencilere yönelik öngörülen disiplin kurallarıyla öğrencilerin eğitim hakkı da dâhil olmak üzere birtakım temel hak ve özgürlüklerine karşı sınırlamalar getirilebilir. Şüphesiz disiplin cezaları gerek öğrencilerin gelişiminin gerekse de bir okulun amaçlarına ulaşmasını sağlayacak araçların önemli bir parçasıdır. Ancak bu tip tedbirlere başvurmanın demokratik toplum düzeninin gereklerinden olduğu açıkça ortaya konmalı ve uygulama, Anayasa'da yer alan diğer haklarla ters düşmemelidir.

Eğitim hakkına yönelik olarak getirilecek kısıtlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı yönündeki bir değerlendirmede nazara alınması gereken hususlardan biri de eğitim hakkına yönelik getirilen kısıtlamanın bireyin eğitim hakkı ile birlikte ifade özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti, özel hayata saygı hakkı gibi Anayasa ile teminat altına alınan diğer hak ve özgürlüklerine de tesiri olup olmadığıdır.

İlgili Kararlar:

♦ (Özcan Özsoy, B. No: 2014/5881, 15/2/2017)
♦ (Fehmiye Baskın, B. No: 2014/9074, 10/5/2018)
♦ (Sara Akgül [GK], B. No: 2015/269, 22/11/2018)
♦ (Barış Yiğit, B. No: 2016/67924, 7/9/2021)
♦ (Ahmet Batur, B. No: 2018/20182, 14/9/2021)
♦ (İlknur Uyan, B. No: 2019/14617, 14/4/2022)
♦ (Umut Deniz Yorulmaz, B. No: 2019/19019, 20/12/2022)

----

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÖZCAN ÖZSOY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/5881)

 

Karar Tarihi: 15/2/2017

R.G. Tarih ve Sayı: 5/5/2017 - 30057

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucu

:

Özcan ÖZSOY

Vekili

:

Av. Ramazan DEMİR

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, öğrencisi olduğu üniversite yönetimine verdiği dilekçede dile getirdiği görüşlerden dolayı disiplin cezası verilen ve bu sebeple okula devam edemeyen başvurucunun uğradığı zararın giderilmemesinin eğitim hakkını; derece mahkemelerindeki yargılamaların uzun sürmesinin ise makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/4/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 35 yaşındadır ve İstanbul Barosuna kayıtlı serbest avukat olarak çalışmaktadır.

10.2002 yılının Mart ayında, pek çok üniversitede öğrenciler, okul yönetimlerine Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulması için eş zamanlı olarak dilekçeler vermişlerdir. Başvurucu da öğrencisi olduğu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi yönetimine benzer mahiyette bir dilekçe vermiştir.

11. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Kürtçenin seçmeli dersler kapsamında okutulması talebini içeren bir metni imzalayarak Üniversite yönetimine verdikleri gerekçesiyleçok sayıda öğrenci hakkında soruşturma başlatmıştır. Üniversite yönetimine göre dilekçeler, matbu bir metni içeren, değişik tarihlerde Türkiye'deki tüm üniversite rektörlüklerine verilen metinlerle aynıdır ve dilekçeler Kürt kimliğinin tanınması yönünde PKK terör örgütünce düzenlenmiş bir kampanya çerçevesinde verilmiştir.

12. Üniversite yönetimine göre dilekçe metninde yer alan ifadeler bir ceza soruşturmasına yol açacak nitelikte olmasa bile yasa dışı bir örgütün düzenlediği bir kampanyaya destek verme anlamı taşıdığından 13/1/1985 tarihli ve 18634 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 10. maddesinin (e) bendi kapsamında kanun dışı kuruluşlara yardımda bulunma disiplin suçunu oluşturmaktadır. Bundan başka Üniversite yönetimine göre Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulması talebi, aynı Yönetmelik'in 9. maddesinin (d) bendine göre dil ve ırk açısından kutuplaşmalara yol açıcı faaliyet niteliğindedir.

13. Üniversite yönetimi başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu; yasa dışı bir örgütün kampanyasının kendisini ilgilendirmediğini, dilekçe içeriğini bireysel olarak desteklediğini ifade etmiştir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığının 7/3/2002 tarihli kararı ile başvurucuya yükseköğretim kurumundan çıkarma disiplin cezası verilmiştir.

14. Başvurucunun yürütmenin durdurulması talepleri reddedilmiş ancak İstanbulİdare Mahkemesi 31/12/2004 tarihinde disiplin cezasını hukuka aykırı bularak iptal etmiştir. Başvurucu bu tarihten sonra okuluna devam edebilmiştir. Mahkeme kararında, Anayasa’nın 74. maddesinin Türk vatandaşlarına kendi menfaatleri veya kamu menfaatlerine ilişkin konularda yetkili makamlara başvuruda bulunabilme hakkı tanıdığı hatırlatılmıştır.Mahkeme ayrıca 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 4.maddesinin (a) bendine göre yükseköğretimin amacının öğrencileri hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, beden, zihin, ruh, ahlak ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı bir şekilde gelişmiş, yurt kalkınmasına ve ihtiyaçlarına cevap verecek, aynı zamanda kendi geçim ve mutluluğunu sağlayacak bir mesleğin bilgi, beceri, davranış ve genel kültürüne sahip vatandaşlar olarak yetiştirmek olduğunu ifade etmiştir. Buna göre başvuranların seçmeli Kürtçe dersi için yetkili makamlara başvurmalarının, Yönetmelik’in 9. maddesinin (d) bendi uyarınca dil, ırk, din ve mezhep açısından kutuplaşmalara yol açıcı faaliyetlerde bulunmak şeklinde yorumlanması yükseköğretimin amacına ters düşmektedir. Mahkeme, 14/10/1983 tarihli ve 2923 sayılı Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi ile Türk Vatandaşlarının Farklı Dil ve Lehçelerinin Öğrenilmesi Hakkında Kanun ile Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullanacakları değişik dil ve lehçeleri öğrenmelerine fırsat vermek amacıyla özel kurslar açılabileceğine izin verildiğini hatırlatmıştır. İstanbul İdare Mahkemesinin kararı, Danıştayca 21/1/2008 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.

15.Başvurucu, hukuka aykırı bir işlemle üç yıla yakın bir süre eğitim ve öğrenim olanağının elinden alındığını ileri sürerek maddi ve manevi zararının tazmin edilmesi için Üniversite yönetimine başvurmuş, talebinin reddedilmesi üzerine İdare Mahkemesinde 29/5/2008 tarihinde tam yargı davası açmıştır.

16. İstanbul İdare Mahkemesi 20/3/2009 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkemeye göre davaya konu idari işlemde idarenin tazminat sorumluluğuna yol açacak ölçüde önemli bir hukuki yanlışlık ve ağır bir kusur bulunmamaktadır.

17.Danıştay 4/12/2012 tarihli ilamı ile başvurucunun temyiz istemini reddetmiştir. Başvurucunun karar düzelme istemi de 30/12/2013 tarihli ilam ile reddedilmiştir. Nihai karar 7/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18.Başvuru 7/4/2014 tarihinde yapılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 2547 sayılı Kanun'un "Öğrencilerin disiplin işleri" kenar başlıklı 54. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Soruşturma, yetkiler ve cezalar:

a. Yükseköğretim kurumları içinde veya dışında ... anarşik veya ideolojik olaylara katılan veya bu olayları tahrik ve teşvik eden öğrencilere; eylem başka bir suçu oluştursa bile ayrıca ... yükseköğretim kurumundan çıkarma cezaları verilir.

..."

20. Yönetmelik'in "Yükseköğretim Kurumundan Çıkarma Cezasını Gerektiren Disiplin Suçları" kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...

e) Kanun dışı kuruluşlara üye olmak, bu kuruluşlar adına faaliyet yapmak veya yardımda bulunmak..."

21. Yönetmelik'in "Yükseköğretim Kurumundan Bir veya İki Yarıyıl İçin Uzaklaştırma Cezasını GerektirenDisiplin Suçları" kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Yükseköğretim kurumundan bir veya iki yarıyıl için uzaklaştırmayı gerektiren fiil ve haller şunlardır:

...

d) Dil, ırk, din ve mezhep açısından kutuplaşmalara yol açıcı faaliyetlerde bulunmak,

..."

B. Uluslararası Hukuk

22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin ilgili kısmı söyledir:

Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz.

23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Leyla Şahin/Türkiye ([BD], B. No: 44774/98, 10/11/2005, §§ 152-156) kararında eğitim hakkına ilişkin başvurularda izleyeceği ilkeleri ortaya koymuştur. AİHM'e göre Sözleşme'nin eki 1 No.lu Protokol'ün 2. maddesinin ilk cümlesinde öngörüldüğü şekliyle eğitim hakkı, Sözleşmeci devletlerin yargı yetkisi altında bulunan herkese "mevcut belirli eğitim kurumlarına giriş hakkı" tanımaktadır. Mahkemeye göre “hiç kimse...” ifadesi, eğitim hakkının kullanılmasında tüm vatandaşlara eşit muamele edilmesi ilkesini zımnen içermektedir. AİHM; önemine rağmen bu hakkın mutlak olmadığını, doğası gereği devlet tarafından düzenleme yapılmasını gerektirdiğini ve zımnen kabul edilen bazı kısıtlamalara tabi olabileceğini kaydetmiştir. AİHM, eğitim kurumlarını düzenleyen kuralların toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine has özelliklere göre zaman ve mekânda değişiklik gösterebileceğini, dolayısıyla ulusal makamların bu konuda belli bir takdir payından yararlandığını belirtmiştir. Buna karşın getirilen kısıtlamaların söz konusu hakkı -özünü zedeleyecek ve etkinliğinden yoksun bırakacak düzeyde azaltmamasını temin etmek amacıyla- AİHM, bu kısıtlamaların ilgili kişiler açısından öngörülebilir olduğuna ve meşru bir amaç güttüğüne ikna olması gerektiğine işaret etmiştir. AİHM'e göre başvurulan yollar ile güdülen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunduğu takdirde, bu türden bir kısıtlama 1 No.lu Protokol'ün 2. maddesi ile uyumlu olacaktır.

24. AİHM, yukarıda zikredilen Leyla Şahin kararında eğitim hakkına ilişkin kısıtlamaların Sözleşme'de ve protokollerde benimsenen diğer haklarla da çatışmaması ve Sözleşme ve protokollerdeki hükümlerin bir bütün olarak düşünülmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Dolayısıyla AİHM'e göre 1 No.lu ek Protokol'ün 2. maddesinin ilk cümlesi, gerektiğinde Sözleşme'nin özellikle 8., 9. ve 10. maddelerinin ışığı altında ele alınmalıdır.

25. AİHM, aynı kararda eğitim hakkının ilkesel olarak eğitim kurumlarının iç düzenlemelerine uyulmasını sağlamak üzere okuldan geçici ya da daimî olarak uzaklaştırma cezası dâhil disiplin önlemlerine başvurulmasını hariç tutmadığını da açıklamıştır. AİHM'e göre disiplin cezası uygulaması, öğrencilerin kişiliklerinin ve zihinsel yetilerinin geliştirilip biçimlendirilmesi dâhil olmak üzere bir okulun kuruluşunda var olan hedefe ulaşmaya çalıştığı sürecin ayrılmaz bir parçasını teşkil etmektedir.

26. AİHM, daha eski kararlarında da eğitim hakkının esas itibarıyla iç kurallara uymak amacıyla bir eğitim kurumundan uzaklaştırma veya çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin tedbirlerine başvurmayı engellemediğine işaret etmiştir (Yanaşık/Türkiye (k.k.), B. No: 14524/89, 6/1/1993; Sulak/Türkiye (k.k.), B. No: 24515/94, 17/1/1996).

27. AİHM, Anayasa Mahkemesine yapılan mevcut başvuruya benzer bir başvuruda yukarıda zikredilen ilkeleri uygulama olanağı bulmuştur (İrfan Temel ve diğerleri/Türkiye, B. No: 36458/02, 3/3/2009). Başvuranlar, Kürtçenin seçmeli ders kapsamına alınması için başvuruda bulunmaları nedeniyle disiplin yaptırımı uygulanmasının ve bir yıl süreyle eğitim haklarından yoksun bırakılmalarının haksız ve orantısız olduğunu ileri sürmüşlerdir. AİHM, başvurucuların taleplerinin meşru ve demokratik bir talep olduğunu belirttikten sonra başvuranların şiddete başvurmadıklarını, üniversitedeki asayiş ve düzeni bozmadıklarını veya bozma girişiminde bulunmadıklarını tespit etmiştir. AİHM, başvuranların ifade özgürlüğü haklarını kullanmaları nedeniyle üniversiteden bir veya iki dönem süreyle uzaklaştırılmalarının makul veya orantılı olarak değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir.

28. AİHM, Sözleşme'nin 10. maddesinin kapsamına giren bilgi ve fikirleri şöyle tanımlamıştır:

"İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullarından biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. 10. maddenin 2. paragrafı saklı kalmak üzere, ifade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" ve "fikirler" için değil, fakat ayrıca devlete veya toplumun bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplumdan söz edilemez." (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 15/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Eğitim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

30. Başvurucu, Fakülte yönetimineKürtçenin seçmeli ders kapsamına alınması için başvuruda bulunması nedeniyle disiplin yaptırımı uygulanması ve daha sonra maddi ve manevi zararlarının giderilmesi için açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle şikâyetçi olmuş, söz konusu yaptırımın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ve eyleminin suç olarak yorumlanamayacağını belirtmiştir. Başvurucu, yerel Mahkemelerin disiplin kararlarına ilişkin yürütmenin durdurulması taleplerini reddetmesi nedeniyle eğitim hakkından yoksun bırakıldığını ve Anayasa'nın 5., 14., 15. ve 42. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. Bakanlık görüşünde AİHM kararlarına atıfla eğitim hakkının bazı sınırlamalara tabi olabileceğini ancak söz konusu kısıtlamaların hakkın özüne zarar veremeyeceğini ve etkililiğini ortadan kaldıramayacağını belirtmiştir. Bakanlığın görüşüne göre eğitim hakkına ilişkin sınırlamalar Anayasa'da öngörülen diğer haklarla çelişmemelidir.

32. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru dilekçesini tekrar etmiştir.

2. Değerlendirme

33. Anayasa’nın "Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi" kenar başlıklı 42. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.

Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir...

Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz...

34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin eğitim hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (Selçuk Taşdemir [GK], B. No: 2013/7860, 3/3/2016, § 47).

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

36. Başvurucu, üniversiteye giriş sınavından aldığı sonuca göre tercih ettiği bölümde eğitim görmek için üniversiteye kabul edilmiştir. Yükseköğretim kurumundan çıkarma disiplin cezası ile cezalandırılması sonucu başvurucunun başka bir okula devam etme olanağı bulunmamaktadır. Eğitim hakkının belli bir zamanda mevcut olan eğitim kurumlarına erişimin sağlanmasını güvence altına aldığı (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, B. No: 2013/583, 10/12/2014, § 68) gözetildiğinde başvurucunun üç yıla yakın bir süre okula devam edememiş olması eğitim hakkına yönelik bir müdahaledir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

37. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

38. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 42. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

39. Bu sebeple sınırlamanın, Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma,demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

(1) Kanunilik

40. Başvurucu, Anayasa’nın 13. maddesi ile 42. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan müdahalenin kanunla yapılması şartına aykırılık bulunduğunu iddia etmiştir. Başvurucu, yalnızca Yönetmelik hükmüne dayanarak eğitim hakkından yoksun bırakıldığını iddia etmektedir. Bakanlık bu konuda görüş belirtmemiştir.

41. Yükseköğretim öğrencilerinin disiplin işlemlerine ilişkin soruşturma usulleri, yetkiler ve cezalar 2547 sayılı Kanun'un 54. maddesinde düzenlenmiştir. Başvurucuya verilen yükseköğretim kurumundan çıkarma disiplin cezası da aynı maddede yer almaktadır. Yönetmelik'in 10. maddesi de söz konusu Kanun hükmüne dayanarak çıkarılmıştır. Başvurunun sonucuna ve mevcut başvurunun koşullarına göre yukarıda zikredilen kuralların yeterince "öngörülebilir" olup olmadığı konusunda daha ileri bir değerlendirme yapılması gerekli görülmemiştir. Yapılan değerlendirmeler neticesinde 2547 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (a) bendi ile Yönetmelik'in 10. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

(2) Meşru Amaç

42. Başvurucunun disiplin cezası ile cezalandırılmasının PKK terör örgütünün faaliyetleri ile mücadele kapsamında devlet tarafından belirlenen amaçların ve faaliyetlerin uzantısı niteliğinde olduğu kanaatine ulaşılmıştır.

43. Anayasa'nın 42. maddesinin "Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz." biçimindeki dördüncü fıkrasına göre eğitim ve öğretim özgürlüğü, Anayasa'nın temel felsefesinin ve ilkelerinin korunması amacıyla sınırlanabilir. Hiç şüphesiz Anayasa'nın temel felsefesi, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı demokrasidir. Siyasi amaçlarına ulaşmak için şiddeti yöntem olarak benimseyen terör örgütlerinin faaliyetlerinin Anayasa'nın benimsediği demokratik anayasal düzen ile tezat teşkil ettiği ve dolayısıyla Anayasa'ya sadakat borcu ile bağdaşmadığı açıktır. Bu sebeple müdahalenin, Anayasa'nın 42. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

44. İlk olarak İdare Mahkemesi başvurucunun dilekçesinde yer alan görüşlerinin vebu görüşlerin aktarılış biçiminin Yönetmelik'in 9/d maddesi uyarınca dil, ırk, din ve mezhep açısından kutuplaşmalara yol açıcı faaliyetlerde bulunmak şeklinde yorumlanamayacağına karar vermiştir. Başvurucu, Kürtçenin öğretilmesinin gerekliliğini ve bu konudaki bireysel ve toplumsal ihtiyacı ortaya koyan ve Kürtçenin seçmeli ders kapsamına alınmasını talep eden dilekçeyi Üniversitenin yönetim makamlarına vermesi nedeniyle disiplin cezasına maruz kalmıştır. Bu bağlamda ne Üniversite yönetimi ne de Derece Mahkemeleri başvurucunun şiddete başvurduğunu, Üniversitedeki asayiş ve düzeni bozduğunu iddia etmiştir. O hâlde mevcut başvurunun Anayasa’nın 26. maddesi ışığında ve 42. maddesi uyarınca incelenmesi gerekir.

45. Demokratik toplum düzeninin gereklerinden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek en son çare niteliğinde değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (İfade özgürlüğü bağlamında bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).

46. Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın -demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte olmakla birlikte- temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının da incelenmesi gerekir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Bekir Coşkun §§ 53, 54; ölçülülük ilkesine ilişkin açıklamalar için ayrıca bkz. Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, §§ 96-98; Sebahat Tuncel, B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84; Tansel Çölaşan, §§ 54, 55;Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72).

47. Bu bağlamda Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun temel dayanaklarından ve demokratik toplumun gelişimininveher bireyin kendinigerçekleştirmesininbaşlıcaşartlarından birini oluşturur.

Toplumsal çoğulculuğa ancak her türlü fikrin serbestçe ifade edilebildiği özgür tartışma ortamında ulaşılabilir. Bu bağlamda toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Yaman Akdeniz ve diğerleri, B. No: 2014/3986, 2/4/2014, § 25).

48. Anayasa Mahkemesi pek çok kararında, ifade özgürlüğünün yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya önemsiz görülen “bilgi” veya “fikirler” için değil aynı zamanda devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız edenler için de geçerli olduğunu belirten AİHM kararındaki (bkz. § 27) görüşlere de atıf yapmıştır. Anayasa Mahkemesi, bu tür düşüncelerin demokratik bir toplum için şart olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereklerinden olduğunu teyit etmiştir (Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 94; Bejdar Ro Amed, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 63; Abdullah Öcalan,§ 95).

49. Demokratik bir toplumda insan haklarının sağlamlaşması ve devamı için eğitim hakkının vazgeçilmez ve temel bir katkısı olduğu da aşikârdır (Demokratik bir toplumda eğitim hakkının önemine ilişkin açıklamalar için bkz. Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, § 66). Taşıdığı öneme karşın eğitim hakkı mutlak ve sınırsız bir hak değildir, niteliği gereği bazı düzenlemelere tabidir. Şüphesiz eğitim kurumlarını düzenleyen kurallar, toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine has özelliklere göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Ünal Yıldırım, B. No: 2013/6776, 5/11/2014, § 42 ; Savaş Yıldırım, B. No: 2013/6258, 10/6/2015, § 42). Bu sebeple eğitim hakkı, esas itibarıyla kurallara uyulmasını sağlamak amacıyla bir eğitim kurumundan uzaklaştırma veya çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin tedbirlerine başvurmayı engellemez. Şüphesiz disiplin cezaları, gerek öğrencilerin gelişiminin gerekse de bir okulun amaçlarına ulaşmasını sağlayacak araçların önemli bir parçasıdır. Ancak bu tip tedbirlere başvurmanın demokratik toplum düzeninin gereklerinden olduğu açıkça ortaya konmalı ve uygulama, Anayasa'da yer alan diğer haklarla ters düşmemelidir.

50. Somut başvuruda başvurucu, ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle yükseköğretim kurumundan çıkarılmıştır. Davanın koşulları ışığında ve yukarıda belirtilen nedenlerle böylesine bir disiplin yaptırımının uygulanmasının demokratik toplum düzeninde gerekli olduğu söylenemez. Nitekim İdare Mahkemesi de başvurucunun eylemini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirerek (bkz. § 14) işlemi hukuka aykırı bulmuş ve iptal etmiştir.

51. Söz konusu yaptırımın Derece Mahkemeleri tarafından iptal edilmesine rağmen iptal tarihine kadar başvurucu altı dönem kaybetmiştir. Başvurucunun tazminat talepleri ise okul yönetimi ve Mahkemelerce, idarenin tazminat sorumluluğuna yol açacak ölçüde önemli bir hukuki yanlışlık ve ağır bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Dolayısıyla başvurucu daha sonra okuluna dönebilmiş olsa bile maddi ve manevi zararları telafi edilmediğinden başvurucunun mağduriyeti devam etmiş; iç hukuktaki yargılamanın sonucu da başvurucunun mağduriyetini telafi edememiştir.

52. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun, Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle üniversiteden uzaklaştırılmasının Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının ihlali niteliğinde olduğunun kabul edilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

53. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

54. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

55. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).

56. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

57. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki yaklaşık 5 yıl 8 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

58. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

60. Başvurucu 50.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

61. Başvurucunun eğitim hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

62. İhlal nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 6.000 TL ve eğitim hakkının ihlali nedeniyle 24.000 TL olmak üzere toplam net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

63. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206.10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 6.000 TL ve eğitim hakkının ihlali nedeniyle 24.000 TL olmak üzere toplam net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE ,

D. 206.10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin İstanbul 6. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FEHMİYE BASKIN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/9074)

 

Karar Tarihi: 10/5/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör Yrd.

:

Gökçe GÜLTEKİN

Başvurucu

:

Fehmiye BASKIN

Vekili

:

Av. Ramazan DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, öğrencisi olduğu üniversite tarafından hakkında yürütülen soruşturma sonucunda yükseköğretim kurumundan çıkarma disiplin cezası verilen ve bu sebeple okula devam edemeyen başvurucunun uğradığı zararın giderilmemesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/6/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1983 yılında doğmuştur ve başvuru tarihinde öğrenci olduğunu beyan etmiştir.

9. Başvurucu, olay tarihinde Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğrenim görmektedir.

10. Sivas İl Emniyet Müdürlüğü tarafından başvurucunun öğrenim gördüğü Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlüğüne (Rektörlük) 24/4/2006 tarihli ve 480 sayılı bir yazı gönderilmiştir. Söz konusu yazıda 19/3/2006 tarihinde Sivas'ta düzenlenen nevruz gösterilerinde başvurucunun da aralarında bulunduğu Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde öğrenim gören bir kısım öğrencinin PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik yapılanması olan Yurtsever Özgür Gençlik Hareketi (YÖGEH) içinde faaliyet gösterdiğinin tespit edildiği ve tutuklandığı bildirilmiştir.

11. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga 250. madde ile görevli)13/6/2006 tarihli ve 8/8/2006 tarihli iddianameleriyle başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen örgüte üye olma ve aynı Kanun’un 215. maddesinde belirtilen suç ve suçluyu övme suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.

12. Başvurucu; soruşturma evresinde kolluktaki ifadesinde atılı suçlamaları kabul etmediğini, Cumhuriyet Savcılığındaki ifadesinde 2006 yılı nevruz kutlamasına katıldığını, yasa dışı slogan atmadığını, Mahkemedeki ifadesinde ise Kızılırmak dergisi, YÖGEH ve BAGEH ile bağlantısının olmadığını, atılı suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir.

13. (Kapatılan) Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde ile görevli) 24/3/2009 tarihli kararı ile ESP ve YÖGEH'in yasa dışı örgütler olduğuna dair Yargıtay kararının bulunmadığı, TKPML ve PKK'nın terör örgütü olduğunun kesin olduğu, sanıkların bir kısmının yasa dışı örgütler adına hareket edip PKK ve TKPML terör örgütlerinin aldığı kararlar doğrultusunda eylemlerde bulunup örgütlendikleri, bunlar hakkında eylemleri tespit edilenlerin cezalandırıldığı belirtilerek başvurucunun silahlı terör örgütü yöneticiliği suçundan beraatine, suç ve suçluyu övme suçundan dolayı 5237 sayılı Kanun’un 215. maddesi gereğince 25 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

14. Silahlı terör örgütü yöneticiliği suçundan verilen beraat hükmü temyiz edilmemiş, suç ve suçluyu övme suçundan verilen hükme ise itiraz edilmiştir. (Kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde ile görevli) 7/8/2009 tarihli kararıyla itiraz istemi reddedilmiştir.

15. Kolluk tarafından yapılan bildirim üzerine Rektörlüğün 15/5/2006 tarihli onayı ile Üniversite yönetimince isimleri bildirilen öğrenciler hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu hakkında 25/9/2006 tarihli soruşturma raporu düzenlenmiştir. Bu raporda Sivas'taki nevruz gösterilerinde çekilen kamera ve fotoğraf görüntülerinde başvurucunun örgütün marşı olarak bilinen “Her Nepeş” adlı marşı söylediği, ayrıca "Kinem Apocinem" şeklinde slogan attığı tespit edilmiştir.

16. Soruşturma raporundaki bu tespit üzerine başvurucunun 13/1/1985 tarihli ve 18634 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan mülga Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 10. maddesinin (e) bendinde “Kanun dışı kuruluşlar adına faaliyet yapmak veya yardımda bulunmak” şeklinde tanımlanan eylemi gerçekleştirdiği ve daha önce benzer eylemden dolayı üç kez disiplin cezası aldığı hususu da değerlendirilerek yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile cezalandırılması önerilmiştir.

17. Üniversite Disiplin Kurulunun 1/11/2006 tarihli kararı ile başvurucu yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile cezalandırılmıştır.

18. Başvurucu 15/1/2007 tarihinde disiplin kurulu kararının iptali ve tazminat talebi ile Sivas İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme, yargılama sürecinde görülmekte olan davanın sonucunun başvurucu hakkında (kapatılan) Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga 250. madde ile görevli) görülen E.2005/129 sayılı dosyanın sonucuna bağlı bulunduğu gerekçesiyle 26/3/2008 tarihinde, bu davanın sonuçlanıncaya kadar önündeki davanın bekletilmesine karar vermiştir.

19. Başvurucu hakkında (kapatılan) Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga 250. madde ile görevli) görülen davada 24/3/2009 tarihinde karar verilmesi üzerine Sivas İdare Mahkemesi 26/5/2009 tarihli kararı ile idari işlemin iptaline, tazminat talebinin ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"...Olayda; davacı hakkında, yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile cezalandırılmasına dayanak fiilleri ile ilgili olarak terör örgütünün yöneticisi olmak suçlarından dolayı özel yetkili Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, PKK (KONGRA-GEL) terör örgütünün Sivas İlinde faaliyet gösteren gençlik yapılanması içerisinde hareket eden diğer sanıklar ile birlikte 2005/129 esas sayılı dosya kapsamında dava açıldığı, bu yargılama sonucunda Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/3/2009 tarihli ve E.2005/129, K.2009/113 sayılı kararı ile davacının 5237 sayılı Kanun'un 215. maddesinde sayılan suçu işlediğinin subuta erdiğinden mahkumiyetine karar verildiği, bu madde uyarınca verilen ceza hakkında hükmün açıklanmasının ertelendiği, davacının anılan yargılama kapsamında Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 10/e maddesinde yer alan fiilere ilişkin bir suçtan mahkum olmadığı açıktır.

Yapılan değerlendirmede, davacının yapılan yargılaması neticesinde 5237 sayılı Kanun'un 215. maddesinde öngörülen suçun sabit olduğu, ancak bu davacının sübuta eren eylemininYükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 10/e maddesinde yer alan fiilerden olmaması ve davacının başkaca bir suçtan mahkum edilmemiş olması karşısında, Yönetmelik'in 10. maddesinin (e) bendi hükmü uyarınca davacının yükseköğretim kurumundan çıkarılmasına ilişkin olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlılık bulunmamıştır.

Davacının tazminat istemine yönelik olayın gelişim süreci dikkate alınarak yapılan değerlendirmede, dava konusu tazminat isteminin kaynağını teşkil eden dava konusu işlemin, ilgili mevzuat hükümlerinin yorumundan kaynaklı hatalı takdirin sonucu olduğu, ortada idareye yüklenebilecek bir hizmet kusuru bulunmadığı, idari işlemin tesis edilmesinde ve uygulanmasında hizmet kusuru işlenmiş diyebilmek için saptanan hukuki sakatlığın bir dereceye kadar ağır ve önemli olması gerektiği, her idarenin değerlendirme hatasına dayalı olarak işleyebileceği türden olağan nitelikteki hukuki yanlışlık ve aykırılıkların hizmet kusuruna yol açmayacağı, tazmin istemine dayanak işlemin de bu kapsamda kaldığı sonucuna varıldığından davalı idare yönünden tazmin sorumluluğunun oluşmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır."

20. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 18/9/2012 tarihli kararı ile Mahkemece verilen idari işlemin iptaline ilişkin karar kısmının bozulmasına, tazminat isteminin reddine ilişkin karar kısmının iseonanmasına karar verilmiştir.

21. Karar düzeltme istemi üzerine aynı Dairenin 22/1/2014 tarihli kararıyla kısmen bozma kararı kaldırılarak Mahkeme kararının idari işlemin iptaline ilişkin hüküm fıkrası onanmış; tazminat isteminin reddine ilişkin hüküm fıkrasına yönelik karar düzeltme talebi ise reddedilmiştir.

22. Karar, başvurucuya 8/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu 6/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

24. 5237 sayılı Kanun’un “Suçu ve suçluyu övme” kenar başlıklı 215. maddesi şöyledir:

“İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, (11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanunun 10 uncu maddesiyle değişik, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde) iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

25. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun "Öğrencilerin disiplin işleri" kenar başlıklı 54. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Soruşturma, yetkiler ve cezalar:

a. Yükseköğretim kurumları içinde veya dışında ... anarşik veya ideolojik olaylara katılan veya bu olayları tahrik ve teşvik eden öğrencilere; eylem başka bir suçu oluştursa bile ayrıca ... yükseköğretim kurumundan çıkarma cezaları verilir.

..."

26. Mülga Yönetmelik'in "Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasını gerektiren disiplin suçları" kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...

e) Kanun dışı kuruluşlara üye olmak, bu kuruluşlar adına faaliyet yapmak veya yardımda bulunmak..."

B. Uluslararası Hukuk

27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin ilgili kısmı söyledir:

Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz.

28. Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinde ise hiç kimsenin eğitim hakkından yoksun bırakılamayacağı, bir başka anlatımla herkesin eğitim hakkına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır. Eğitim hakkını düzenleyen bu ek Protokol iki cümleden oluşmaktadır. Bu cümlelerden birincisinde eğitim hakkına ilişkin temel kural, ikincisinde ise tamamlayıcı kural düzenlenmiştir. Birinci cümledeki temel kuralın “eğitim hakkından yoksun bırakılmama” hakkını içerdiği kuşkusuzdur.

29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin eki 1 No.lu Protokol'ün 2. maddesinin ilk cümlesinde öngörüldüğü şekliyle eğitim hakkı, Sözleşmeci devletlerin yargı yetkisi altında bulunan herkese "mevcut belirli eğitim kurumlarına giriş hakkı" tanımaktadır. Mahkemeye göre “hiç kimse...” ifadesi, eğitim hakkının kullanılmasında tüm vatandaşlara eşit muamele edilmesi ilkesini zımnen içermektedir. AİHM; önemine rağmen bu hakkın mutlak olmadığını, doğası gereği devlet tarafından düzenleme yapılmasını gerektirdiğini ve zımnen kabul edilen bazı kısıtlamalara tabi olabileceğini kaydetmiştir. AİHM, eğitim kurumlarını düzenleyen kuralların toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine has özelliklere göre zaman ve mekânda değişiklik gösterebileceğini, dolayısıyla ulusal makamların bu konuda belli bir takdir payından yararlandığını belirtmiştir. Buna karşın getirilen kısıtlamaların söz konusu hakkı -özünü zedeleyecek ve etkinliğinden yoksun bırakacak düzeyde azaltmamasını temin etmek amacıyla- AİHM, bu kısıtlamaların ilgili kişiler açısından öngörülebilir olduğuna ve meşru bir amaç güttüğüne ikna olması gerektiğine işaret etmiştir. AİHM'e göre başvurulan yollar ile güdülen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunduğu takdirde bu türden bir kısıtlama, 1 No.lu Protokol'ün 2. maddesi ile uyumlu olacaktır (Leyla Şahin/Türkiye [BD], B. No: 44774/98, 10/11/2005, §§ 152-156).

30. AİHM, yukarıda zikredilen Leyla Şahin kararında eğitim hakkına ilişkin kısıtlamaların Sözleşme'de ve protokollerde benimsenen diğer haklarla da çatışmaması ve Sözleşme ve protokollerdeki hükümlerin bir bütün olarak düşünülmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Dolayısıyla AİHM'e göre 1 No.lu ek Protokol'ün 2. maddesinin ilk cümlesi, gerektiğinde Sözleşme'nin özellikle 8., 9. ve 10. maddelerinin ışığı altında ele alınmalıdır. Ayrıca AİHM'e göre disiplin cezası uygulaması, öğrencilerin kişiliklerinin ve zihinsel yetilerinin geliştirilip biçimlendirilmesi dâhil olmak üzere bir okulun kuruluşunda var olan hedefe ulaşmaya çalıştığı sürecin ayrılmaz bir parçasını teşkil etmektedir (Özcan Özsoy, §§ 24, 25).

31. AİHM, daha eski kararlarında da eğitim hakkının esas itibarıyla iç kurallara uymak amacıyla bir eğitim kurumundan uzaklaştırma veya çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin tedbirlerine başvurmayı engellemediğine işaret etmiştir (Yanaşık/Türkiye (k.k.), B. No: 14524/89, 6/1/1993; Sulak/Türkiye (k.k.), B. No: 24515/94, 17/1/1996).

32. Ancak AİHM, eğitim hakkına getirilen sınırlamaların “hakkın özüne zarar verecek ve etkililiğini azaltacak” genişlikte olmaması gerektiğini, bunun için de sınırlamaların ilgilileri yönünden “öngörülebilir” olmasının ve “meşru bir amacı” takip etmesinin şart olduğunu vurgulamaktadır. Ancak Mahkemeye göre devlet, Sözleşme’nin 8. ila 11. maddelerinde olduğunun aksine ek 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesi kapsamında bir meşru amaçlar listesi ile bağlı değildir (Catan ve diğerleri/Moldova ve Rusya [BD], B. No: 43370/04, 8252/05, 18454/06, 19/10/2012, § 140). Belirtilen koşullara ek olarak bir sınırlama, ancak kullanılan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir “orantılılık” ilişkisi varsa Protokol ile uyumlu olabilir (Leyla Şahin, § 154).

33. Diğer taraftan eğitim hakkına getirilen sınırlamalar, Sözleşme ve ek protokollerde yer alan haklarla da çatışmamalıdır. Bunun için Sözleşme ve ek protokol hükümlerinin bir bütün hâlinde dikkate alınması ve ek 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesinin özellikle Sözleşme’nin 8., 9. ve 10. maddeleri ışığında yorumlanması gerekir (Leyla Şahin, § 155). Belirtilen çerçevede kalmak kaydıyla taraf devletler sınırlama konusunda belli bir “takdir aralığı”na sahiptir ve bu takdir aralığı genellikle toplum ve ilgili kişiler için -önemine ters orantılı şekilde- eğitimin seviyesine bağlı olarak artmaktadır (Ponomaryovi/Bulgaristan, B. No: 5335/05, 21/6/2011, § 56).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 10/5/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu; nevruz kutlamalarına katılması sebebiyle hakkında açılan soruşturma neticesinde yükseköğretim kurumundan çıkarıldığını, bu nedenle açtığı iptal davasının kabul edildiğini, ancak tazminata hükmedilmemesi nedeniyle uğradığı zararın giderilmediğini, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün kullanılması sonucunda eğitim ve öğrenim hakkının ihlal edildiğini, eğitim hakkının sınırlandırılabileceğini ancak bu sınırlamanın hakkın özüne dokunamayacağını ve demokratik toplum düzenine aykırı olamayacağını belirterek Anayasa'nın 5. ve 13. maddeleri, 14. maddesinin (2) numaralı ve 15. maddesinin (1) numaralı fıkraları ile 34., 38. ve 42. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

36. Anayasa’nın "Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi" kenar başlıklı 42. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.

Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir...

Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz...

37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin eğitim hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (Benzer yöndeki karar için bkz. Selçuk Taşdemir [GK], B. No: 2013/7860, 3/3/2016, § 47).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

39. Anayasa’nın “Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” kenar başlıklı 42. maddesinde kimsenin eğitim ve öğrenim haklarından yoksun bırakılamayacağı, öğretim hakkının kapsamının kanunla tespit edileceği ve düzenleneceği kurala bağlanmıştır.

40. Anayasa’nın 13. maddesinde ise temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasa’nın özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükmüne yer verilmiştir.

41. Anayasa’nın 42. maddesinde “Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.” ifadesi ile yasama organına bir takdir alanı yaratılmıştır. Bu takdir alanı, eğitim kurumlarını düzenleyen kuralların toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine özgü nitelikleri açısından zaman ve mekâna göre değişebilmesinden kaynaklanmaktadır. Yine de takdir alanı içinde yapılacak düzenlemelerdeki kısıtlamaların kabul edilebilir olup olmadığı değerlendirilirken kısıtlamaların kişiler açısından öngörülebilir olup olmadığına, meşru amaç izlenip izlenmediğine ve başvurulan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunup bulunmadığına bakılmalıdır.(Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, B. No: 2013/583, 10/12/2014, § 69).

42. Eğitim hakkı, esas itibarıyla kurallara uyulmasını sağlamak amacıyla bir eğitim kurumundan uzaklaştırma veya çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin tedbirlerine başvurmayı engellemez. Şüphesiz disiplin cezaları, gerek öğrencilerin gelişiminin gerekse de bir okulun amaçlarına ulaşmasını sağlayacak araçların önemli bir parçasıdır (Özcan Özsoy [GK]B. No: 2014/5881, 15/2/2017, § 49). Ancak eğitim hakkının özüne dokunan ve etkinliğini ortadan kaldıran kısıtlamalardan korunmak için bu kısıtlamaların öngörülebilir olması ve meşru amaç çerçevesinde ölçülü olarak yapılması gereklidir (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, § 69). Eğitim hakkının kısıtlanmasına dair meşru amaç ve sınırlama arasındaki dengenin sağlanması, hakkın korunması için elzemdir. Bu dengeyi sağlarken meşru amaç çerçevesinde elde edilmek istenen beklentiler ile hakkın sınırlandırılmasında kullanılan araçlar arasındaki orantılılık değerlendirilmelidir. Anılan orantılılık incelemesinde dikkat edilmesi gereken bir husus da meşru amaç çerçevesindeki beklentilerin makul ve kabul edilebilir olup olmadığıdır (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, § 81). Ayrıca bu tip tedbirler Anayasa'da yer alan diğer haklarla ters düşmemelidir.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

43. Başvurucu, üniversiteye giriş sınavından aldığı sonuca göre tercih ettiği bölümde eğitim görmek için üniversiteye kabul edilmiştir. Başvurucunun yükseköğrenim kurumundan çıkarma disiplin cezası sonucunda yaklaşık yedi yıl boyunca üniversiteye devam edemediği gözetildiğinde eğitim hakkının sınırlandığı açıktır.

44. Yükseköğretim öğrencilerinin disiplin işlemlerine ilişkin soruşturma usulleri, yetkiler ve cezalar 2547 sayılı Kanun'un 54. maddesinde düzenlenmiştir. Başvurucuya verilen yükseköğretim kurumundan çıkarma disiplin cezası da aynı maddede yer almaktadır.Yönetmelik'in 10. maddesi de söz konusu Kanun hükmüne dayanarak çıkarılmıştır. Sınırlamanın kanuni dayanağının erişilebilir olduğu açıktır. Somut olayda başvurucu hakkında tesis edilen yükseköğrenim kurumundan çıkarma disiplin cezasının idare mahkemesi tarafından iptal edildiği gözönünde bulundurulduğunda anılan kuralların yeterince öngörülebilir olup olmadığı ya da meşru amacı konusunda daha ileri bir değerlendirme yapılması gerekli görülmemiştir.

45. Başvuru, özü itibarıyla eğitim hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığı ile ilgilidir. Bir başka deyişle başvurucunun eğitim hakkının sınırlandırılmasında kullanılan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığı incelenmelidir.

46. Bu çerçevede başvurucunun Üniversite yerleşkesi dışında gerçekleştirilen nevruz kutlamasındaki eylemleri nedeniyle tutuklandığı, bu durumun Rektörlüğe bildirilmesi üzerine başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatıldığı gözlemlenmektedir. Başvurucunun Üniversite yerleşkesi dışında gerçekleştirilen nevruz kutlamasında PKK terör örgütü marşını söylediği, yasa dışı sloganlara katıldığı ve daha önce üç kez disiplin cezası aldığı gerekçeleriyle ise yükseköğrenim kurumundan çıkarılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Bireysel başvurudosyası kapsamından başvurucunun Üniversite yerleşkesi içinde şiddet içeren eylemlerde bulunduğu, Üniversitede barışı ve düzeni bozduğu veya buna teşebbüs ettiği yönünde bir bilgiye rastlanmamıştır.

47. Öte yandan başvurucu, disiplin soruşturmasına dakonu olan eylemleri nedeniyle yargılanmış fakat açılan ceza davaları beraat kararıyla ve 25 gün hapis cezasına hükmedilmesiyle sonuçlanmış, verilen hapis cezası hakkında ise hükmün açıklanmasının ertelenmesine karar verilmiştir.

48. Nitekim İdare Mahkemesi de Ağır Ceza Mahkemesinin bu kararı üzerine başvurucuya verilen disiplin cezasını başvurucunun eylemlerinin Yönetmelik'in ilgili maddesinde yer alan kanun dışı kuruluşlara üye olmak, bu kuruluşlar adına faaliyet yapmak veya yardımda bulunmak fiillerinden olmadığı, başvurucunun başka bir suçtan mahkûm edilmediği gerekçeleriyle iptal etmiştir.

49. Söz konusu yaptırım derece mahkemeleri tarafından iptal edilmesine rağmen disiplin cezasının verildiği tarihte Fen Edebiyat Fakültesi dördüncü sınıf öğrencisi olan başvurucu, yaklaşık yedi yıl süresince Üniversite imkânlarından ve eğitiminden mahrum kalmıştır. Başvurucunun tazminat talepleri ise okul yönetimi ve Mahkemelerce, idarenin tazminat sorumluluğuna yol açacak ölçüde önemli bir hukuki yanlışlık ve ağır bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Dolayısıyla başvurucu uzun sayılabilecek bir zaman sonra okuluna dönebilmiş olsa bile maddi ve manevi zararları telafi edilmediğinden başvurucunun mağduriyeti devam etmiş; iç hukuktaki yargılamanın sonucu da bu mağduriyeti telafi edememiştir.

50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim ve öğrenim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

52. Başvurucu 50.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

53. Başvurucunun eğitim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

54. İhlal nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 24.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

55. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206.10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya eğitim hakkının ihlali nedeniyle 24.000 TL tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE ,

D. 206.10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Sivas İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/5/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

SARA AKGÜL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/269)

 

Karar Tarihi: 22/11/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 11/12/2018-30622

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Burhan ÜSTÜN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Recep KAPLAN

Başvurucu

:

Sara AKGÜL

Vekili

:

Av. Fatih CANBAY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başörtüsü yasağından dolayı üniversiteden ilişiği kesilen öğrencinin almış olduğu bursları iade etmek zorunda kalmasının din özgürlüğünü ve eğitim hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/1/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

8. Birinci Bölüm tarafından 31/10/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuru Konusu Olay

10. 1982 doğumlu olan başvurucu 2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi (Üniversite) Fen Bilgisi Öğretmenliği Bölümüne kayıt yaptırmıştır. Başvurucu 2000 ile 2005 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığından (MEB) mecburi hizmet karşılığı burs almıştır. Başvurucu, bu bursla ilgili olarak 1/11/2000 tarihli bir taahhütname imzalamış ve taahhütnamedeki yükümlülüklerini ihlal etmesi hâlinde Bakanlıkça yapılacak bütün masrafları yasal faiziyle birlikte tazmin etmeyi kabul etmiştir.

11. Üniversitenin kayıtlarında başvurucu, 2000-2001 akademik yılında dil hazırlık sınıfı, 2001-2002 akademik yılında 1. sınıf, 2002-2003 akademik yılında 2. sınıf, 2003-2004 akademik yılında 3. sınıf, 2004-2005, 2005-2006 akademik yılları ile 2006-2007 akademik yılının 1. yarıyılında 4. sınıf öğrencisi olarak görünmektedir. Üniversitenin Eğitim Fakültesi Yönetim Kurulunun 11/9/2007 tarihli kararı ile4. sınıf öğrencisi iken kaydını yenilemediği gerekçesiyle başvurucunun Üniversiteden ilişiği kesilmiştir.

12. Başvurucu, 2004 yılından önce okuluna devam ederken herhangi bir sorunla karşılaşmadığı hâlde 2004 yılından sonra Üniversite kapısında -Çevik Kuvvet polisleri ve polis panzerlerinin bulunduğu bir ortamda- kendisinden başını açmasının istendiğini belirtmektedir. Başvurucu bu şartlarda başörtülü olarak derslere ve sınavlara girmesine izin verilmediğinden eğitimine devam edemediğini, devamsızlık sorunu oluştuğunu ve bu sebeple Üniversiteden atıldığını ifade etmektedir.

13. Derece mahkemelerinin kararlarındaki tespitlere göre başvurucu, öğrenimi süresince herhangi bir disiplin cezası almamış ve ilişik kesme işlemine karşı dava açmamıştır.

14. Başvurucu, kamuoyunda Af Kanunu olarak bilinen 22/10/2008 tarihli ve 5806 sayılı Kanun uyarınca Üniversiteye 12/2/2009 yılında tekrar kaydını yaptırarak 2012 yılında Üniversiteden mezun olmuştur.

15. MEB tarafından, başvurucunun aldığı bursla ilgili 1/11/2000 tarihli taahhüdünü Üniversiteden ilişiğinin kesilmesi nedeniyle ihlal ettiğinden bahisle 4.972,50 TL tutarındaki miktarı geri ödemesi gerektiği yönünde 13/11/2012 tarihli işlem tesis edilmiştir. Başvurucunun bu işleme itirazı MEB tarafından 25/12/2012 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, haciz tehdidinden dolayı ödemelere başlamak zorunda kaldığını ifade etmektedir.

16. Başvurucu, bursun geri istenmesi işlemine karşı;

i. Öğrenciliği sorunsuz ve başarılı bir şekilde devam etmekte iken anayasal haklara açıkça aykırı bir şekilde başörtülü olarak derslere ve sınavlara girmesine izin verilmediğinden devamsızlık sorunu oluştuğunu ve bu sebeple okuldan atıldığını,

ii. Başörtüsü yasağının hukuki hiçbir dayanağının bulunmadığını ve bu yasağın kendisine uygulanmasıyla Anayasa tarafından korunan eğitim hakkının elinden alındığını,

iii. Devamsızlığına sebep olan olayların kendi kusur veya ihmalinden kaynaklanmadığını, anayasal özgürlüklerine yönelik hukuka aykırı kısıtlama ortadan kalktığı anda okuluna dönerek 2012 yılında mezun olduğunu, bu nedenle kendi durumunun ilgili Danıştay içtihatları da nazara alınarak mücbir sebep kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini,

iv. 5/6/1989 tarihli ve 3580 sayılı Öğretmen ve Eğitim Uzmanı Yetiştiren Yükseköğretim Kurumlarında Parasız Yatılı veya Burslu Öğrenci Okutma ve Bunlara Yapılacak Sosyal Yardımlara İlişkin Kanun'da ve burs olarak ödenen miktarın geri istenmesi işlemine dayanak olan taahhütnamede bahsi geçen öğretim kurumunu terk etme fiilini asla işlemediğini,

belirterek iptal davası açmıştır.

17. Başvurucunun açtığı davada İstanbul 1. İdare Mahkemesi 27/9/2013 tarihinde aşağıdaki gerekçelerle anılan işlemi iptal etmiştir:

"...Dava dosyasının incelenmesinden, Boğaziçi Üniversitesi Fen Bilgisi Öğretmenliği Bölümünde burslu olarak eğitim gören davacının, başörtülü öğrencilerin derslere alınmaması nedeniyle eğitimine devam edemediği ve bu kapsamda üniversite ile ilişiğinin kesildiği, sonrasında 2012 yılında yürürlüğe giren Af Kanunu uyarınca eğitimine kaldığı yerden devam ederek mezun olduğu, öte yandan, davacının söz konusu burs çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığı'na verdiği taahhütnamede yükümlülüklerini ihlal halinde Bakanlıkça yapılacak bütün masrafları yasal faiziyle birlikte tazmin etmeyi kabul ettiği, ... taahhüdün ihlal edildiğinden bahisle 4.972,50 TL ödenmesi gerektiğine ilişkin işleme karşı davacının yaptığı itirazın ... reddinin ve söz konusu miktarın davacıdan en kısa sürede tahsil edilmesinin ... istenilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, her ne kadar yukarıda metni verilen mevzuat hükümleri uyarınca iki yarıyıldan fazla dönem kaybetmesi halinde öğrencinin burs hakkının sona erdiği, bu doğrultuda davacının bu hükmü ve dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığı'na verdiği taahhütname hükümlerini ihlal ettiği sabit olsa da, davacının inanç özgürlüğü kapsamında taktığı başörtüsü nedeniyle, hukuka ve Anayasaya aykırı olarak eğitiminin Üniversite yönetimince engellendiği, bu nedenle eğitimine devam etmeme sebebinin davacının bir Anayasal hak olan inanç özgürlüğünün engellenmesi olduğu, bu nedenle davacının, eğitimine devam etmemesinin kendi kusurundan kaynaklanmadığı, dolayısıyla eğitimine devam etmediğinden bahisle mevzuat uyarınca doğan parasal sorumluluğun davacıya yükletilmesinde hukuka ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemlerde hukuka uyarlık bulunmamıştır."

18. İdarenin itirazı üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 28/4/2014 tarihinde aşağıdaki gerekçelerle idarenin itirazını yerinde bularak ilk derece mahkemesinin kararını bozmuş ve davayı reddetmiştir:

"...Mahkememizin 18.03.2014 tarihli ara kararıyla, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü'nden davacının, öğrenimine ne zaman başladığını, ne zaman mezun olduğunu ve bu süre zarfında ilişiğinin kesilip kesilmediğini, ilişik kesilmişse bu işleme karşı dava açılıp açılmadığını gösteren bilgi ve belgelerin onaylı örneklerinin (öğrenci belgeleri, fakülte disiplin kurulu kararları, mahkeme kararları vs.) istenilmesine karar verilmiş, Rektörlükçe verilen cevabi yazıda, davacının 2000/2001 akademik yılında üniversiteye kaydını yaptırdığı, 2004/2005, 2005/2006akademik yılları ve 2006/2007 akademik yılı 1. yarıyılında 4. sınıf öğrencisi olduğu, 4. Sınıf öğrencisi iken kayıt yenilenmemesi nedeniyle 11.09.2007 tarihli fakülte yönetim kurulu kararı ile üniversiteden ilişiğinin kesildiği, ancak 2008 yılında çıkarılan 5806 sayılı Kanun uyarıncatekrar kaydını yaptırarak 2012 yılında mezun olduğu, ayrıca öğrenim süresi içinde disiplin cezası almadığı ve üniversiteden ilişiğinin kesilmesine ilişkin işleme karşı dava açıldığı yönünde ellerinde bir belge-bilgi bulunmadığı belirtilmiştir.

Öğrenim süresi içinde herhangi bir disiplin cezası almadığı anlaşılan davacının, 2004-2007 yılları arasındaki dönem kayıplarına ilişkin işlemlere ve/veya üniversiteden ilişiğinin kesilmesine dair işleme karşı dava açma hakkını kullanmadığı, dolayısıyla davacının dönem kaybetmesinin, kendisi dışındaki zorlayıcı sebeplerden kaynaklandığı ve haklılığına dair delil gösteremediği, buna göre, iki yarı yıldan fazla dönem kaybettiği sabit olan davacının, bursluluk halinin sona ermesi nedeniyle hakkında tazminat kovuşturulması yapılmasında hukuka ve mevzuat hükümlerine aykırılık bulunmadığından, okula devam edememesinin davacının kendi kusurundan kaynaklanmadığı kanaatiyle dava konusu işlemleri iptal edenmahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davalı idare itirazının kabulüne, dava konusu işlemin iptali yolundaki İstanbul 1. İdare Mahkemesi Hakimliği'nin ... kararının bozulmasına, davanın reddine, ... karar verildi.

19. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı karar düzeltme başvurusu İstanbul Bölge İdare Mahkemesince 23/10/2014 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 3/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 2/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

21. Başvurucu; 2000 yılında Üniversitenin Eğitim Fakültesi Fen Bilgisi Öğretmenliği Bölümüne 3580 sayılı Kanun kapsamında burslu olarak kayıt yaptırdığını, 2004 yılından itibaren ise başörtülü öğrencilerin derslere alınmaması nedeniyle eğitimine devam edemediğini, 2004-2005, 2005-2006akademik yılları ile 2006-2007 akademik yılının 1. yarıyılında 4. sınıf öğrencisi olarak göründüğünü, başörtülü olarak derslere ve sınavlara girmesine izin verilmediğinden devamsızlık sorunu oluştuğunu ve bu sebeple okuldan atıldığını iddia etmiştir.

22. Bu iddialara karşı Üniversite tarafından verilen 14/6/2018 tarihli cevapta başvurucunun 2004-2007 yılları arasında başörtülü öğrencilerin ders ve sınavlara alınmaması nedeniyle öğrenimine devam edemediğine dair iddiasının geçerli olmadığı, Üniversite yetkili kurulları tarafından bu yönde bir karar alınmadığı gibi fiilî bir uygulamanın da bulunmadığı belirtilmiştir. Üniversite konuya ilişkin bazı bilgi ve belgeler ile Eğitim Fakültesi Dekanlığının açıklamasını yazı ekinde sunmuştur. Yazıda, başvurucunun almış olduğu derslerin hiçbirinde herhangi bir öğrencinin derslere devamının kılık kıyafet nedeniyle engellenmesinin söz konusu olmadığı ve başvurucunun başarısız olduğu derslere ek olarak kendi talebi ile aldığı sağlık ve/veya ekonomik mazeretlerine dayalı izinleri ve kayıt yaptırmamaktan dolayı ilişiğinin kesilmesi gibi nedenlerden dolayı eğitim süresinin uzadığı belirtilmiştir.

23.Başvurucu bu beyanlara ilişkin cevabında; Üniversitenin iddialarının kesinlikle doğru olmadığını ve Üniversitede 2004-2007 yılları arasında -özellikle kendisinin öğrencisi olduğu Eğitim Fakültesi Fen Bilgisi Öğretmenliği Bölümünde- başörtüsü yasağının uygulandığını belirterek öğrenci olduğu 2000'li yılların başında Üniversitede başörtüsü yasağının uygulandığını gösteren gazete nüshalarını delil olarak sunmuş; MEB'in bursun geri istenmesi bağlamında kendisine karşı açmış olduğu bir alacak davasında dinlenen ve kendi lehine olan F.Z.K.B. ve S.Y. isimli tanıkların beyanlarının dikkate alınmasını istemiştir.

24. Başvurucunun sunduğu gazete nüshalarından biri ulusal yayın yapan Millî Gazete'nin 28/9/2002 tarihli nüshasıdır. Anılan nüshada manşetten "Gözünüz Kör mü?" başlığıyla verilen haberde "Boğaziçi Üniversitesi'nde başörtülü öğrenciler okula sokulmayıp eğitim hakları gasbedildi" şeklinde ifadeler yer almıştır. Haberin devamında başörtülü öğrencilere işgalci muamelesi yapılarak ceza verildiğine ilişkin görüş ve eleştirilere yer verilmiştir.

25. Başvurucunun delil olarak eklediği gazete nüshalarından bir diğeri ise ulusal yayın yapan Tercüman gazetesinin 8/12/2004 tarihli nüshasıdır. Anılan nüshanın 15. sayfasında "Başörtüsüne Özgürlük" başlığıyla verilen haberde başvurucunun ve başvurucunun tanık olarak gösterdiği kişilerden S.Y. isimli kişinin de aralarında bulunduğu üniversitelerdeki başörtüsü yasağı dolayısıyla mağdur olmuş on kişinin kurduğu "Başörtüsüne Özgürlük Girişimi"nin kuruluş amacına ve faaliyetlerine değinilmiştir.

26. Başvurucunun dikkate alınmasını talep ettiği deliller arasında MEB'in başvurucuya karşı açtığı alacak davasına bakan İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin E. 2015/115 sayılı dosyasının 14/6/2016 tarihli duruşmasına ait tutanakta, F.Z.K.B. ve S.Y. isimli kişilerin tanık olarak beyanları yer almaktadır. Anılan tutanağa göre her iki tanık da kendilerinin de başvurucuyla birlikte aynı Üniversitede aynı dönemde öğrenci olduklarını, hem başvurucunun hem de kendilerinin başörtüsü yasağından etkilendiklerini, bu yasağın güvenlik görevlileri marifetiyle uygulandığını, Üniversiteye alınmadıklarını ve eğitimlerine ara vermek durumunda kaldıklarını belirtmişlerdir.

B. Türkiye'de Yükseköğretim Öğrencilerine Yönelik Başörtüsü Yasağının Tarihsel Süreci

27. Yükseköğretim öğrencilerine yönelik başörtüsü yasağı, Türkiye'de 1960'lı yıllardan bu yana üzerinde en çok tartışma yaşanan konulardan biri olmuştur. Bu bağlamda yükseköğretimdeki başörtüsü yasağının kronolojisi 1960’lı yıllardan başlatılabilir. Ancak meselenin hukuki düzenlemelere konu olması 1980'li yıllardan sonradır.

28. Yükseköğretim öğrencilerine yönelik başörtüsü yasağını getiren ilk düzenleyici işlemin 7/12/1981 tarihli ve 17537 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Millî Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine İlişkin Yönetmelik olduğu bilinmektedir.

29. Anılan Yönetmeliğin MEB'e bağlı yüksekokullarda eğitim gören kız öğrencilerin uymaları gereken giyim kurallarını düzenleyen hükmüne göre kız öğrencilerin “...baş[ı] açık, saçlar[ı] düzgün taranmış veya toplanmış olur. Kurum içinde baş örtülmez.”

30. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte yükseköğretim öğrencilerinin kılık ve kıyafetlerine ilişkin düzenlemeler Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından yapılmaya başlanmıştır.

31. YÖK'ün 20/12/1982 tarihli Genelgesi'nde "Yabancı uyruklu öğrenciler de dahil olmak üzere, bütün kız ve erkek öğrencilerin, ... başı açık olacak ve kurum içinde baş örtmeyecektir" şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.

32.YÖK'ün 10/5/1984 tarihli Genelgesi'nde "20 Aralık 1982 tarihli genelge ile ilgili olarak yapılan görüşmelerde, yükseköğretim kurumlarında öğrenim gören kız öğrencilerin başlarının açık olması esası yer almış olmasına rağmen, bazı yükseköğretim kurumlarında, sayıları az da olsa bazı kız öğrencilerin müessese içinde başörtüsü kullandıkları konusu üzerinde durarak bu durumun etkin bir surette önlenmesi gerektiği; ancak modern bir şekilde ‘türban’ kullanılabileceği görüşü" benimsenmiştir.

33. 13/3/1985 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nde 8/1/1987 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan değişiklikle yapılan düzenlemede "Yükseköğretim Kurumlarının dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünüm dışındaki bir kıyafet ve görünümde bulunmak" yasaklanmış ve bu yasağa aykırı hareket edenler için kınama disiplin cezası öngörülmüştür.

34. Aynı Yönetmelik'te 4/12/1988 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan değişiklikle kılık kıyafetle ilgili yukarıdaki düzenleme "Yüksek öğretim kurumlarının dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak (Dini inanç nedeniyle boyun ve saçlar, örtü veya türbanla kapatılabilir)” şekline dönüştürülmüştür.

35. 1988 yılında 2547 sayılı Kanun’a bir madde eklenerek “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir.” hükmü getirilmiştir. Bu hüküm Anayasa Mahkemesi tarafından laik bir devlette yasal düzenlemelerin din kurallarına göre yapılamayacağı gerekçesiyle iptal edilmiştir (AYM, E.1989/1, K.1989/12, 7/3/1989).

36. 7/7/1989 tarihinde Danıştay, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin dinî inanç nedeniyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılabilmesine imkân veren hükmünü iptal etmiştir.

37. 28/12/1989 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan değişiklikle Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nde değişiklik yapılarak kılık kıyafet konusunda yukarıda yer verilen düzenlemeler yürürlükten kaldırılmıştır.

38. İptal kararından sonra 1990 yılında 2547 sayılı Kanun’a “Yürürlükteki Kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; Yükseköğretim Kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.” şeklindeki ek 17. madde hükmü eklenmiştir. Düzenlemenin iptal istemi reddedilmiş ancak Anayasa Mahkemesinin karar gerekçesinde, 7/3/1989 tarihli Anayasa Mahkemesi kararına atıfla, “yükseköğretim kurumlarındaki kılık kıyafet serbestisinin”, "dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılması"nı ve" dinsel nitelikli giysileri kapsamadığı” saptanmıştır (AYM, E.1990/36, K.1991/8, 9/4/1991).

39. 1990'lı yılların ortasından itibaren ve özellikle 28/6/1996 tarihinde Necmettin Erbakan'ın başbakanlığında kurulan 54. Hükûmetle birlikte başörtüsü konusu ülke gündeminde tekrar yoğun bir biçimde tartışılmaya başlanmıştır.

40. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü 23/2/1998 tarihinde başörtülü öğrencilerin üniversiteye alınmaması talimatı veren bir Genelge çıkarmıştır. Genelge'de aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir:

 “Anayasa, yasa, yönetmelikler, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ile Üniversite Yönetim Kurulu Kararları doğrultusunda, (yabancı uyruklu öğrenciler dahil) bayan öğrencilerin başları bağlı olarak (başörtülü olarak), ... ders, staj ve uygulamalara alınmamaları gerekmektedir. Bu nedenle öğrencilere ait yoklama listelerine, başları bağlı veya sakallı öğrencilerin numara ve adı yazılmamalı, numaraları ve adları listede olmadığı halde pratik ve dershaneye girip orada bulunmakta ısrar eden öğrenciler uyarılmalı ve dershaneden çıkmıyorsa, isim ve numaraları alınarak, dersin yapılmayacağı kendilerine bildirilmeli ve dershaneden çıkmamakta direniyorlarsa, öğretim üyesi tarafından tutanakla durum saptanarak, dersin engellendiği belirtilmeli ve ders yapılmayarak, durum öğrenciler hakkında cezai işlem yapılmak üzere ilgili Anabilim Dalı, Bölüm ve Dekanlığa / Müdürlüğe ivedi olarak bildirilmelidir. "

41. Anılan Genelge'nin iptal edilmesi için dava açılmış ve nihai olarak İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 19/8/1998 tarihli ret kararıyla Genelge'nin hukuka aykırılığı iddiası reddedilmiştir.

42. YÖK, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin anılan kararını 7/9/1998 tarihli Genelge ile tüm üniversitelere göndermiştir. Genelge'nin ilgili kısmı şöyledir:

 “...kadın öğrencilerin başörtü[l]ü ... olarak ders, staj ve uygulamalara alınmamaları yolunda İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün 23.02.1998 tarihli işleminin ... aleyhine ... açılan davada ... tesis edilen işlemlerin hukuka ve mevzuata uygun olduğuna karar verilmiştir. Söz konusu kararın bir örneği yazımız ekinde gönderilmekte olup, bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.”

43. YÖK'ün bu Genelgesi sonrası İstanbul Üniversitesindeki başörtüsü yasağı kısa bir süre içinde diğer üniversitelerde de uygulanmaya başlanmıştır.

44. Öte yandan üniversitelerdeki başörtüsü yasağı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Leyla Şahin/Türkiye ([BD], B. No: 44774/98, 10/11/2005) kararına da konu olmuştur:

i. Leyla Şahin/Türkiye kararına konu olayda İstanbul Üniversitesinde Tıp Fakültesi öğrencisi olan başvurucu 12/3/1998 tarihinde, başörtüsü kullanması sebebiyle onkoloji yazılı sınavına alınmamıştır. Bu olayı müteakip tarihlerde de başvurucunun çeşitli derslere kaydı yapılmamış ve bazı sınavlara katılmasına izin verilmemiştir. Başvurucu, bu olaylar çerçevesinde ilgili disiplin hükümlerini ihlal ettiği gerekçesiyle uyarma cezasına muhatap olmuş ve bir dönem okuldan uzaklaştırılmıştır. Başvurucunun bu işlemlere karşı açtığı davalar reddedilmiş ve başvurucu, Türkiye'de eğitimini yarıda bırakarak Viyana Üniversitesine kayıt yaptırmıştır (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 14-28).

ii. Başvurucu, başörtülü olarak üniversiteye devam etmesine izin verilmemesinin din özgürlüğü ile eğitim hakkına haksız bir müdahale teşkil ettiği gerekçesiyle AİHM'e başvurmuştur.

iii. AİHM, bu başvuruda din özgürlüğü bağlamında yaptığı değerlendirmede 2547 sayılı Kanun'un ek 17. maddesini yorumlayan Anayasa Mahkemesinin 9/4/1991 tarihli kararını ve Danıştayın başörtüsü yasağı hususundaki yerleşik içtihadını dikkate alarak 2547 sayılı Kanun'un ek 17. maddesinin müdahalenin hukuken öngörülmüş olması koşulunu karşıladığı sonucuna varmıştır. AİHM ayrıca, başvurucunun din özgürlüğüne yönelik müdahalenin başkalarının hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin korunmasına yönelik meşru amaçlar taşıdığını belirtmiştir (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 84-99).

iv. AİHM din özgürlüğü bağlamında müdahalenin demokratik bir toplumda gerekliliği konusunda değerlendirmelerini yaparken Anayasa Mahkemesinin 7/3/1989 tarihli kararında laiklik ilkesinin kişiyi devlet tarafından yapılan keyfî müdahalelere karşı korumaya ve aşırı hareketlerden gelen baskılara karşı korumaya da hizmet ettiği yönündeki yorumunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) temelinde bulunan değerlerle uyum içinde bulunduğunu belirtmiştir. AİHM; bu bağlamda laiklik ilkesine saygılı olmayan bir tutumun, mutlaka kişinin dinini açıklama özgürlüğü kapsamında kaldığının kabul edilmesinin gerekmediği ve Sözleşme'nin 9. maddesinin korumasına sahip olmadığı sonucuna varmıştır. AİHM başörtüsü sorununun değerlendirilmesinde dinsel bir zorunluluk gereği kullanıldığı algısı bulunan ya da böyle olduğu iddia edilen başörtüsü gibi bir simgeyi kullanmanın başörtüsü takmayı tercih etmeyenler üzerindeki etkisinin de hatırda tutulması gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, Türkiye'de kendi dinî sembollerini ve dinî kurallar üzerine inşa edilmiş bir toplum fikrini tüm topluma empoze etmeye çalışan radikal siyasi hareketlerin bulunduğunu da not ettiğini ve taraf devletlerin kendi tarihi tecrübeleri temelinde ve Sözleşme'ye uygun olarak bu tür siyasi hareketlere karşı tutum takınabileceğini belirtmiştir. AİHM, laiklik ilkesinin üniversitelerde dinî semboller kullanma yasağının temelinde yatan en önemli sebep olduğu; çoğulculuk, diğerlerinin haklarına saygı ve bilhassa kadın ve erkeğin hukuk önünde eşitliği değerlerinin öğretildiği ve uygulandığı böyle bir ortamda yetkili otoritelerin kurumun laik yapısını korumayı arzu etmelerinin ve dolayısıyla başörtüsü de dâhil olmak üzere dinî giysilere izin verilmesini söz konusu değerlere aykırı görmelerinin anlaşılabilir bir durum olduğu kanaatine varmıştır (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 113-116).

v. AİHM, ilave olarak müdahalenin orantılılığı noktasında eğitim organizasyonunun kısıtlılıkları çerçevesindeki limitler dâhilinde Türk üniversitelerinde Müslüman öğrencilerin İslam inancının alışılagelmiş ibadet şekilleriyle ibadet ederek dinlerini açığa vurma konusunda serbest oldukları ve İstanbul Üniversitesi tarafından kabul edilen 9/7/1998 tarihli kararda Üniversite yerleşkesinde diğer dinî giysi çeşitlerinin de yasaklanmış olduğu tespitinde bulunmuştur. AİHM, somut olay bağlamında 1994 yılında İstanbul Üniversitesinde öğrenciler için başörtüsü kullanımına izin verilip verilmemesi konusu gündeme geldiğinde tıp dersleri bakımından rektör yardımcısının kıyafet konusundaki kuralların gerekçelerini öğrencilere hatırlattığını ve Üniversitenin her yerinde başörtüsü kullanımına izin verilmesi yönündeki taleplerin yanlış anlaşıldığını belirterek tıp derslerine uygulanabilir olan kamu düzeni sınırlamaları çerçevesinde mevzuata ve yüksek mahkeme içtihatlarına uygun olan kurallara uymalarını istediğini belirtmiştir (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 117-119).

vi. AİHM'e göre Anayasa Mahkemesi ve Danıştay da başörtüsü yasağı konusunda yerleşik bir içtihat oluşturmayı başarmıştır. AİHM; bu konuda karar alma süreçleri boyunca Üniversite yetkililerinin ilgililerle sürekli bir diyalog içinde, başörtüsü kullanan öğrencilerin Üniversiteye erişimlerine mani olmayacak biçimde, aynı zamanda düzenin muhafaza edilmesini garanti altına alacak ve özellikle ilgili dersin doğasının zorunlu kıldığı gerekliliklere uyulacak biçimde, gelişen durumlara adapte olma çabasında olduklarına işaret etmiştir (Leyla Şahin/Türkiye, § 120).

vii. AİHM bu bağlamda başvurucunun kıyafet kurallarına uymama fiilinin hiçbir disiplin yaptırımına tabi tutulmamış olmasının hiçbir kuralın mevcut olmadığı anlamına geldiği yönündeki iddiasını kabul etmemiştir. AİHM; iç kurallara uyumun nasıl sağlanacağı noktasında bir görüş belirtmenin kendi işi olmadığını, eğitim topluluğuyla olan doğrudan ve devamlı ilişkileri bakımından Üniversite yetkililerinin ilke olarak yerel gereksinimleri ve koşulları veya belli bir dersin gerekliliklerini değerlendirmek noktasında kendisine nazaran daha iyi bir konumda olduklarını ifade etmiştir. AİHM, başvuru konusu olaydaki düzenlemelerin meşru bir amaç taşıdığını tespit ettiği bir durumda orantılılık ölçütünü bir kurumun iç kurallar kavramını anlamsız hâle getirecek biçimde uygulayamayacağını belirtmiştir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 9. maddesi, dinî bir inanç tarafından yönlendirilecek şekilde davranma hakkını her zaman garanti etmez ve bu şekilde davrananlara makul şekilde gerekçelendirilmiş olan kurallara riayet etmeme hakkı tanımaz (Leyla Şahin/Türkiye, § 121).

viii. AİHM yukarıdaki gerekçelerle müdahalenin demokratik bir toplumda gerekliliği konusunda Sözleşme'ye taraf olan devletlerin takdir payını gözönüne alıp müdahalenin güdülen amaçla orantılı ve ilke olarak haklı olduğunu tespit etmiş ve hak ihlali olmadığına karar vermiştir (Leyla Şahin/Türkiye, § 122).

ix. AİHM eğitim hakkı kapsamındaki değerlendirmelerinde ise din özgürlüğü bağlamında ulaştığı sonuçları dikkate alarak müdahalenin hukuken öngörülmüş olduğunu, başkalarının hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin korunmasına yönelik meşru amaçlar taşıdığını belirtmiştir. AİHM müdahalenin orantılılığı konusunda müdahalenin öğrencilerin alışılagelmiş ibadet şekilleri çerçevesinde yüklenen görevleri ifa etmelerini aksatmadığını, iç kuralların uygulamasına ilişkin karar verme sürecinin mümkün olduğu ölçüde değerlendirmeye alınan çeşitli menfaatleri dengeleme gereğini yerine getirdiğini ve Üniversite yetkililerinin sağduyulu bir şekilde başörtüsü kullanan öğrencileri geri çevirmekten kaçınma ve aynı zamanda başkalarının haklarını ve eğitim sisteminin menfaatlerini koruma konusundaki sorumluluklarını aynı anda yerine getirebilecekleri bir yol arama çabasında olduklarını tespit etmiştir. AİHM son olarak söz konusu sürece başörtülü öğrencilerin menfaatlerini korumaya elverişli -ilgili düzenlemelerin kanuna uygun olması gerekliliği ve yargısal denetim şeklinde- güvencelerin eşlik ettiğini belirlemiştir. AİHM'e göre ayrıca, tıp öğrencisi olan başvurucunun İstanbul Üniversitesinin dinî kıyafetlerin giyilebileceği alanları sınırlandıran 23/2/1998 tarihli Genelgesinden habersiz olduğunu veya bu sınırlamaların uygulamaya konulma nedenleri hususunda yeterince bilgilendirilmediğini düşünmek gerçekçi değildir. AİHM'e göre başvurucu, bu Genelge tarihinden sonra başörtüsü kullanmayı sürdürdüğü takdirde -daha sonra gerçekleştiği üzere- derslere ve sınavlara alınmama riski bulunduğunu makul bir biçimde öngörebilirdi (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 158-160).

x. AİHM sonuç olarak başvurucuya yönelik müdahalenin eğitim hakkının özünü zedelemediği ve Sözleşme'de güvence altına alınan diğer haklarla da çatışmadığı kanaatine ulaşmış ve hak ihlali olmadığı yönünde karar vermiştir (Leyla Şahin/Türkiye, §§ 161, 162).

45. 1995 yılından başlayarak 2011 yılının sonlarına kadar devam eden süreçte üniversite öğrencilerine yönelik başörtüsü yasağı uygulamasına ilişkin pek çok gelişme yaşanmıştır. Bu gelişmeler ulusal basında da geniş ölçüde yer almıştır. Söz konusu gelişmelerin önemli görülenlerinin bir kısmı şöyledir:

i. Üniversitelerde başörtülü öğrencilerin derslere, sınavlara hatta üniversite yerleşkelerine alınmaması, üniversite yerleşkelerine veya dersliklere girmek isteyen başörtülü öğrencilerin kolluk görevlilerince zaman zaman şiddet kullanılarak engellenmesi

ii. Bir şekilde derslere ya da sınavlara giren başörtülü öğrencilerin numara ve adlarının devam çizelgelerine yazılmaması, bu öğrencilerin dersten atılması, direnen öğrencilere disiplin soruşturması açılarak ceza verilmesi

iii. Üniversitelere kayıt esnasında verilen başörtülü fotoğrafların kabul edilmemesi ve bu nedenle başörtülü öğrencilerin üniversitelere kayıtlarının yapılmaması

iv. Başörtülü öğrencilere öğrenci kimliklerinin verilmemesi

v. Başörtülü öğrencilere başlarını açmaları yönünde telkinlerde bulunmak üzere ''ikna odaları'' kurulması

vi. Başörtülü kız öğrencilerin eylemlerine destek veren diğer öğrencilere de disiplin cezası verilmesi

vii. Okul birincisi olan başörtülü öğrencilere başarı belgesi verilmemesi

viii. Üniversite yönetimlerince öğrencilere başörtüsü kullanmayacaklarına dair taahüttname imzalatılması

ix. Bazı üniversitelerde başörtülü öğrencilerin peruk, şapka, bere, bone vb. takarak üniversiteye devam etmesine izin verilmesi şeklindeki uygulamanın sonraki dönemlerde YÖK Genelgesi ile yasaklanması

x. Üniversitelerin çıkardıkları yönetmelik, genelge vb. idari düzenlemelerde kız öğrenciler için başı açık olma şartının getirilmesi

xi. Açıköğretim sınavlarına başörtülü öğrencilerin alınmaması, sınava bu şekilde giren öğrencilere sıfır puan verilmesi

xii. Diğer fakülteler yanında ilahiyat fakültelerinde de başörtüsü yasağının uygulanması

xiii. Mezun olan başörtülü öğrencilere başı açık fotoğraf vermedikleri için diplomalarının verilmemesi

xiv. Üniversiteye giriş sınavı için başı açık fotoğraf sunma zorunluluğunun olması ve başörtülü öğrencilerin üniversiteye giriş sınavlarına alınmaması

xv. Üniversite yıllığında başörtülü fotoğrafı bulunan öğrencilere soruşturma açılması

xvi. Başörtülü öğrencilerin üniversitelerin yemekhane, kütüphane gibi hizmetlerinden yararlanmasının ve sempozyum, konferans, panel vb. bilimsel etkinliklere katılımlarının engellenmesi

xvii. Başörtülü öğrencilere müsamaha gösteren üniversite yöneticisi ve akademisyenlere yönelik soruşturmalar açılması

46. Üniversiteler yukarıdaki işlemlerine genel olarak Anayasa Mahkemesinin 1989 ve 1991 yıllarında aldığı kararları ve bunlara ilave olarak sonraki dönemlerde AİHM’in Leyla Şahin/Türkiye kararını dayanak almışlardır.

47. Öte yandan üniversitelerdeki başörtüsü yasağını sonlandırmak üzere 9/2/2008 tarihli ve 5735 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile Anayasa'nın 10. maddesinin dördüncü fıkrasına "bütün işlemlerinde" ibaresinden sonra gelmek üzere "ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında" ibaresi; 2. maddesi ile de Anayasa'nın 42. maddesine altıncı fıkradan sonra gelmek üzere "Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir." biçimindeki fıkra eklenmiştir.

48. Anılan Kanun'un genel gerekçesi ile Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerindeki değişiklik gerekçeleri şu şekildedir:

"GENEL GEREKÇE

Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddelerinde yapılması öngörülen değişiklikler, yükseköğretim hizmetlerinden kişilerin kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak, herhangi bir nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasının önündeki engelleri kaldırmayı amaçlamaktadır. Devletin temel amaç ve görevlerinden biri de kişinin temel hak ve hürriyetlerini, hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaktır.

Yükseköğretim kuramlarında kılık ve kıyafetlerinden dolayı bazı öğrencilerin eğitim ve öğrenim hakkının engellenmesi kronik bir sorun haline gelmiştir. Kurucusu ve üyesi bulunduğumuz Avrupa Konseyine üye ülkelerin hiç birinde üniversite düzeyinde böyle bir sorun mevcut bulunmamaktadır. Buna rağmen, ülkemizde uzun bir süredir üniversitelerde bazı kız öğrencilerin başlarını örtmede kullandıkları kıyafetler nedeniyle eğitim ve öğrenim hakkını kullanamadıkları bilinmektedir. Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinde “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerin yetiştirilmesi, kişilerin yükseköğrenim hakkından kanun önünde eşitlik ilkesi gereği hiçbir nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenlerle, Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddesinde işbu değişikliklerin yapılması gereği doğmuştur.

MADDE GEREKÇELERİ

Madde 1- Kanun önünde eşitlik, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden biridir. Bu ilkeyi uygularken Devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri vardır. Devlet organları ve idarî makamlar, hiçbir sebeple bireyler arasında ayrımcılık yapamayacağı gibi, bu yöndeki ayrımcılık girişimlerini de önlemekle yükümlüdürler.

Nitekim, Anayasanın 5 inci maddesine göre “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” Devletin temel amaç ve görevleri arasındadır. Devlet bu temel görevini yerine getirirken, herkesin kamu hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanmasını sağlamaya yönelik her türlü tedbiri almak zorundadır. Tüm idare makamları gibi üniversiteler de yükseköğretim hizmeti sunarlarken dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep, giyim, kuşam ve benzeri sebeplerle bu hizmetten yararlanan kişiler arasında ayrımcılık yapamazlar.

Madde 2- Eğitim ve öğrenim hakkı, kişilerin en temel ve vazgeçilmez haklarından biridir. Bu nedenle bu hakkın sınırlandırılması ancak kanunun açıkça belirttiği istisnai durumlarda söz konusu olabilir. Nitekim Anayasanın 13. maddesinde de temel hak ve hürriyetlerin “özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla” sınırlanabileceği belirtilmektedir. Kanunun açıkça yasaklamadığı bir fiil, tutum veya davranıştan dolayı idare hiç kimseyi eğitim ve öğrenim hakkından mahrum bırakamaz. Buna rağmen ülkemizde bazı kişilerin kanunda açıkça yazılı olmayan sebeplerden dolayı yükseköğrenim hakkından mahrum bırakıldıkları da bir gerçektir. İşte bu nedenle yapılan değişikliğin amacı, münhasıran yükseköğretim hizmetlerinden yararlanan vatandaşlar arasında eşitliği sağlamak ve yükseköğretim kurumlarında öğrenim hakkından mahrum edilen kişilerin bu hak mahrumiyetini ortadan kaldırmaktır."

49. Anayasa Mahkemesi 5/6/2008 tarihli kararıyla (E.2008/16, K.2008/116) aşağıdaki gerekçelere dayanarak söz konusu değişiklikleri iptal etmiştir:

"a) Teklif edilebilirlik yönünden

...

Yürürlükteki Anayasamızın öngördüğü düzen, anayasal normlar bütünü ve bu bütünü somutlaştıran ilk üç maddede ortaya çıkan bir anayasal düzendir. Kurucu iktidarın siyasal düzene ilişkin temel tercihi Anayasa'nın ilk üç maddesinde, bunun somut yansımaları ise diğer maddelerde ortaya çıkmaktadır. 4. madde ise ilk üç maddenin güvencesi olma niteliği itibariyle doğal olarak değiştirilmezlik özelliğine sahiptir. Bu durumda Anayasa'nın 4. maddesi dâhil olmak üzere her bir maddede yapılacak değişikliklerin siyasal düzende değişikliklere ve kurucu iktidarın yarattığı anayasal düzende dönüşümlere yol açması mümkündür. O halde Anayasa'nın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle Anayasa'nın 4. maddesinin yasama organı için çizdiği sınırların aşılma olasılığı göz ardı edilemez.

Dolayısıyla Anayasanın ilk üç maddesinde değişiklik öngören veya Anayasa'nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından, bu doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa'ya uygun olması tasarrufun geçersizliğine engel oluşturmayacaktır.

Açıklanan nedenlerle, Anayasa Mahkemesi'nin, 5735 sayılı Kanun'un 1. ve 2. maddelerinin Anayasa'ya uygunluğunu inceleyebileceğinin ve söz konusu maddelerin Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerini değiştiren hükümlerinin Cumhuriyetin Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen niteliklerine aykırı olup olmadığı, aykırı olduğuna karar vermesi halinde bu hükümleri Anayasa'nın 4. maddesindeki değiştirme yasağına aykırılık nedeniyle iptal edebileceğinin kabulü gerekir.

...

b) İçerik yönünden

...

Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları gözetildiğinde, Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan düzenlemenin, yöntem bakımından dini siyasete alet etmesi, içerik yönünden de başkalarının haklarını ihlale ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine açıkça aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen Cumhuriyetin temel niteliklerini dolaylı bir biçimde değiştiren ve işlevsizleştiren bu düzenleme Anayasa'nın 4. maddesinde ifade edilen değiştirme ve değişiklik teklif etme yasağına aykırı olduğundan, Anayasa'nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen teklif koşulunun yerine getirilmiş olduğu kabul edilemez.

Açıklanan nedenlerle dava konusu Yasa'nın 1. ve 2. maddeleri Anayasa'nın 2., 4. ve 148. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.

..."

50. YÖK’ün İstanbul Üniversitesine gönderdiği Temmuz 2010 tarihli yazıda "Kurallara aykırı davrandığı veya disiplin suçu işlediği düşünülen öğrenciler hakkında öğretim elemanı tarafından yapılacak işlem, durumun bir tutanağa bağlanarak varsa ispata yarar evrakın tutanağa eklenmesi suretiyle disiplin yönünden gerekli işlemi yapmak üzere ilgili dekanlığa/ müdürlüğe iletmekten ibarettir. Bu nedenle derse katılmak isteyen öğrenciyi derse almayarak, dersten çıkararak veya derse girmiş öğrenciyi yok göstererek kanun ve yönetmeliklerde yer almayan bir yaptırım uygulayan öğretim elemanının bu fiilinin disiplin suçu teşkil edeceği açıktır." şeklinde bir değerlendirmeye yer verilerek başörtülü öğrencilerin derslere ve sınavlara girmesinin engellenmemesi istenmiştir. Bu yazıya karşın kimi üniversiteler başörtüsü yasağı konusundaki hukuki durumun belirsizliğini gerekçe göstererek başörtülü öğrencilerin derslere girmesini engellemeye devam etmişlerdir. İlgili dönemdeki YÖK Başkanı anılan yazı dolayısıyla ceza soruşturmasına muhatap olmuştur.

51. Yaşanan süreçte başörtüsü yasağı nedeniyle derslere ve sınavlara giremeyen pek çok öğrencinin devamsızlık gerekçesiyle veya üniversite yerleşkelerine alınmadıklarından kayıtlarını yenileyemedikleri için üniversiteden ilişiği kesilmiştir.

52. Üniversite öğrencilerine yönelik başörtüsü yasağına karşı açılan davaları derece mahkemeleri genel olarak ilgili dönemde yerleşik içtihat hâline gelen gerekçelerle reddetmiştir. Bu gerekçeler Danıştay 8. Dairesinin19/12/2000 tarihli ve E. 1999/2224, K. 2000/8338 sayılı kararında şu şekilde ifade edilmiştir:

"...Uyuşmazlık,kılıkkıyafetkurallarına uymayan davacının derslere ve sınavlara alınmamasına ilişkin davalı idare işleminden doğmuştur.

1982 Anayasasının Başlangıç bölümünde, Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlılık velaiklik ilkeolarakbenimsenmiş; 2. maddesinde de, Türkiye Cumhuriyetinin, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Anayasanın 42. maddesinde, bu ilkelerin eğitim ve öğretimde degeçerli olduğu kurala bağlanmış, eğitim ve öğretim hürriyetinin Anayasaya sadakatborcunuortadankaldırmayacağıifade edilmiştir.

Anayasada yer alan ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin genel nitelikte iradesiniyansıtan bu hükümlere parelel olarak 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 4. maddesinde; yükseköğretimin amacının öğrencileri Atatürk İnkılapları ve İlkeleri doğrultusunda, Atatürk milliyetçiliğine bağlı vatandaşlar olarak yetiştirmek olduğuaçıklanmış,Kanunun 5. maddesinde de öğrencilere bu ilkeler doğrultusunda AtatürkMilliyetçiliğine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması, yükseköğretimin "ana ilkeleri" arasında sayılmıştır.

Diğer taraftan uyuşmazlık konusu somut olay ile ilgili yasal düzenlemelerebakıldığında; 2547 sayılı Yasaya 3670 sayılı Yasa ile eklenen Ek: 17. maddede, yürürlükteki yasalara aykırı olmamak koşuluile Yükseköğretim Kurumlarındakılıkkıyafetserbesttir," kuralı getirilmiştir. Görüldüğü gibi, yasada yer alan "serbest" sözcüğü burada mutlak anlamda bir serbestliği değil,"yürürlükteki yasalaraaykırıolmama"koşuluylabirliktehüküm ifade eden "koşullu serbestliği" içermektedir. Bu şekilde sınırları çizilen kılık-kıyafetserbestliğinin, başta Anayasa olmak üzere diğer yasalardaki yansımalarının hangi çerçeveiçerisinde yer aldığına bakmak gerektiğinden Yükseköğretim Kurumlarında öğrencilerin kılık ve kıyafetininAnayasanın 174. maddesiylegüvencealtına alınandevrimyasalarına, T.C. Anayasanın ilke ve kurallarına, Cumhuriyetin özgün niteliklerine, diğer taraftan yükseköğretimin, 2547 sayılı Yasanın4. maddesiylebelirlenmişolanamaçlarınaaykırıolmaması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.

Bu açıdan 3511 sayılı Yasanın 2. maddesiyle 2547 sayılı Yasaya eklenen Ek 16. maddede yer alan "Yükseköğretim Kurumlarında, dersane laboratuvar,klinik, poliklinik ve koridorlarda çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inançnedeniyleboyunvesaçlarınörtü ve türbanla kapatılması serbesttir" kuralının 2. cümlesinin, Anayasaya aykırılığısavıylaaçılandavada, Anayasa Mahkemesi, dava konusukuralı7.3.1989gün, 1989/12 sayılı kararı ile iptal etmiş ve gerekçesinde de, "çağdaş birgörünümtaşımayanbaşörtüsüveonunla birlikte kullanılan belli biçimdeki giysinin Türk devriminin ilkelerine aykırı olduğu, Anayasanın 174. maddesi kapsamındaki devrim yasalarının amaç, erek ve içeriklerinin öngördüğü nitelikleri gözardı ederek dinsel inanç gereğinedayalı bir düzenleme getiren dava konusu kural Anayasaya aykırıdır." denilmek suretiyle başörtüsüveyatürbanlıolarakyükseköğretimkurumlarında bulunmayı serbest bırakan kuralların Anayasaya aykırı olduğu saptanmış bulunmaktadır.

Yine benzer biçimde, 3670 sayılı Yasanın 12. maddesiylegetirilenyasa kuralınınAnayasaya aykırılığı savı ile açılan davada da; Anayasa Mahkemesi; "Anayasa Mahkemesinin 7.3.1989 günlü 1989/12 sayılı kararına aykırıolmayanve Yükseköğretim Kurumlarında çağdaş kıyafet ve görünüme tersdüşen dinsel nitelikli kılık kıyafetin serbest bırakılmasını öngörmeyen, ancakyürürlükteki yasalaraaykırıolmamak kaydıyla kılık ve kıyafette serbestlik tanıyan ek: 17. maddenin Anayasaya aykırı olmadığı" yolundaki kararı ile de bir önceki kararındaki boyun ve saçların başörtüsü ve türbanla kapatılması durumununkılık kıyafet serbestisidışındatutulmasıgerektiğiyolundakigörüşünütekrar etmiştir.

Öte yandan; 2547 sayılı Yasanın 13. ve 16. maddelerinde Rektör ve Dekanın eğitim, öğretim ve bilimsel araştırma ve yayım faaliyetlerinin düzenli bir şekilde yürütülmesinde ve sonuçlarının alınmasında birinci derecede sorumluluklarının bulunduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla bu yetki ve sorumluluk çerçevesinde idareler,faaliyetalanlarıylailgiliolarakdüzenlemeyapma yetkisine sahipolduklarından, kamu kuruluşlarındansayılan yükseköğretim kurumunundakamu düzeninin korunması, eğitim ve öğretimde güven huzur bozan eylemlerin etkili bir biçimde önlenmesi için, hukuk devleti ve laiklikilkesi ile adalet ve hakkaniyetölçütleri de gözetilmek suretiyledüzenlemede bulunmasını engelleyen bir yasahükmübulunmamaktadır.Buyetkikapsamında, davalıüniversiteninAnayasa'ya,laiklikilkesine ve yükseköğretimin amacına aykırı olan, eğitim ve öğretiminhuzur ve güvenliğini bozan durumların giderilmesiamacıylaöğretimve eğitiminzorunlukoşullarına uygun olarak, yaptığı düzenlemelerle yaptırımlargetirmesi,eğitimkurumunungözetimve denetimiyleilgili vazgeçilmez bir yetki kullanımıdır. Bir dizi önlemler içeren söz konusu genelge, temyize konu mahkeme kararında değinilen disiplin suçlarının önlenmesi, üniversitedeki huzurun sağlanması ve eğitimin aksaksızsürdürülmesi işlevinedesahiptir.Tümbuözellikler,davakonusu genelgenin,eğitim özgürlüğünüsınırlamaolarakdeğerlendirilemeyeceğinde kuşku bulunmadığını gösterdiğigibi; anılan öğrenim özgürlüğünün gerçek anlamıyla ve esenlik içinde uygulanmasına yönelik olduğunda da duraksamaya yer bırakmamaktadır.

Bu açıdan, yükseköğrenim kurumlarının dersliklerinde ve eğitimle ilgili yerlerde dinsel inançları simgeleyen belirtilerden ve yükseköğretimde karışıklık vekarmaşayaratanvehuzurbozandurumlardanuzakkalınması zorunluluğu gözetildiğindenlaikeğitimkuralına ve Yükseköğretim ilke ve amacına, yükseköğrenim düzeninin sağlanmasına aykırılık teşkil eden eylemlerin önlenmesi idarenin görevidir.

Belirtilen bu durumlar karşısında, üniversitelerde aklın ve bilimin öncülük ettiği, tek tür eğitim düzeni içinde duygu ve görüş birliğini sağlamayayönelik,özgürdüşünceli,özgür vicdanlı, ulusal değerlere saygılı, çağdaş görüşlü ve çağdaş görünümlü insan yetiştirme amacınaaykırılıkteşkiletmeyen dava konusu işlemde hukuka ve ilgili mevzuata aykırılık bulunmamaktadır."

53. 2011 yılından sonraki dönemde üniversiteden üniversiteye değişen uygulamalara rastlanılmış olmakla birlikte başörtüsü yasağı üniversite yönetimlerince -üniversite öğrencilerinin kılık kıyafetlerine ilişkin mevzuatta herhangi bir değişiklik olmamasına karşın- zaman içinde tamamen sona erdirilmiştir.

54. Öte yandan Anayasa Mahkemesi avukatlara yönelik başörtüsü yasağının kanuniliği konusunu Tuğba Arslan kararında ([GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, §§ 98-100) değerlendirmiştir. Bu başvuruda, avukat olan ve ilgili mahkemece hakkında başörtülü olarak duruşmada görev yapamayacağı yönünde karar alınan başvurucu, başörtülü şekilde duruşmalara girilmesini engelleyen herhangi bir kuralın bulunmadığını, dolayısıyla Anayasa’nın 24. maddesinde koruma altına alınan din özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi, bu kararında gerek AİHM’in Leyla Şahin kararının ve gerekse de AİHM’in dayandığı Türkiye’de öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin uygulamanın dayanağı hâline gelen Anayasa Mahkemesinin 1989 ve 1991 tarihli kararlarının Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin hükümde yer alan kanunilik şartını taşıyan kurallar olarak kabul edilemeyeceğini tespit etmiş; başvuruda din özgürlüğünün ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir.

55. Anayasa Mahkemesi devlet memurlarına yönelik başörtüsü yasağını değerlendirdiği B.S. kararında ise (B. No: 2015/8491,18/7/2018, §§ 87, 88) dinî inancı gereği başörtüsü kullanması nedeniyle başvurucuya devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmesi şeklindeki başvurucunun dinini açığa vurma hakkına yönelik müdahalenin kanunilik şartını taşıyıp taşımadığı konusunda ciddi tereddütler söz konusu olduğunu tespit etmiştir. Mahkeme bununla birlikte bu başvuru bakımından müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğu konusunda yaptığı değerlendirmeleri nazara alarak müdahalenin kanuniliği konusunda nihai bir sonuca varmayı gerekli görmemiştir. Mahkeme bu başvuruda, başvuruya konu müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı kanaatine ulaşmış ve başvurucunun din özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

56. Hâlihazırda üniversite öğrencilerinin kılık ve kıyafeti konusunda yürürlükte olan tek hukuki düzenleme 2547 sayılı Kanun'un "Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir" hükmünü içeren ek 17. maddesidir.

C. Boğaziçi Üniversitesinde Başörtüsü Yasağına İlişkin Uygulama

57. Boğaziçi Üniversitesince, Üniversite yetkili kurulları tarafından başörtüsü yasağı konusunda bir karar alınmadığı gibi fiilî bir uygulamanın da olmadığı belirtilmiştir (bkz. § 22). Ancak yapılan incelemeler sonucu tespit edilen bazı resmî belgelerde yer alan bilgiler Boğaziçi Üniversitesinde başörtüsü yasağının uygulandığını göstermektedir.

i. İlgili dönemdeki Rektör tarafından imzalanmış olan 13/11/1998 tarihli ve 225 sayılı -derslere başörtüsü ile giren Yabancı Diller Yüksekokulu öğrencisi H.U.nun muhatabı olduğu- yazıda, dinî inanç sebebiyle başın örtülmesinin disiplin suçu oluşturduğu ve H.U.nun başörtüsü takma fiilini tekrarlaması hâlinde ilgili mevzuat çerçevesinde kendisine ceza verileceği bildirilmiştir.

ii. Üniversitenin Hukuk Müşaviri tarafından imzalanan 10/10/2001 tarihli ve 169 sayılı F.Z.K. isimli öğrenciye muhatap yazıda, Üniversitede uygulanan başörtüsü yasağı uygulamasının yargı kararlarına, İstanbul Valiliği ve YÖK Genelgelerine ve Üniversite Yönetim Kurulunun aldığı karara uygun olduğu belirtilmiştir.

iii. Üniversitenin Kayıt İşleri Şube Müdürü tarafından imzalanan 6/5/2002 tarihli ve 585 sayılı yazıda, yukarıda belirtilen H.U. isimli öğrenciye başörtüsü kullanması nedeniyle iki yarıyıl üniversiteden uzaklaştırma cezası verildiği belirtilmiştir.

iv. İlgili dönemdeki Rektör S.T. tarafından imzalanan 15/9/2003 tarihli, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin muhatap olduğu yazıda, başörtülü olarak Üniversiteye ve derslere girilmesine kesinlikle izin verilmeyeceği; başörtülü olarak derslere girilmesi hâlinde ilgili mevzuat çerçevesinde ceza verileceği bildirilmiştir.

58. Bu çerçevede başörtüsü yasağının 2000'li yılların başından itibaren Boğaziçi Üniversitesinde uygulanmaya başlandığı görülmektedir. Anılan yasağın Üniversitede en azından 2009 yılına kadar devam ettiğine ve birçok protesto gösterisine konu olduğuna dair ulusal basında çok sayıda habere rastlamak mümkündür.

59. Bu haberlerden başvuru dosyasında yer alanlardan bir kısmı şu şekildedir: Yeni Şafak gazetesinin 11/10/2001 tarihli nüshasında yer alan "Başörtülüler Giremez" başlıklı haber; Akit gazetesinin 12/10/2001 tarihli nüshasında yer alan "Boğaziçi'nde Rektör Değişti, Yasak Başladı" başlıklı haber; Sabah gazetesinin 10/4/2002 tarihli nüshasında yer alan "Rektörün Türban TEPKİSİ" başlıklı haber; Yeni Şafak gazetesinin 28/9/2002 tarihli nüshasında yer alan "Boğaziçililer de Yasağı Kınadı" başlıklı haber; Yeni Şafak gazetesinin 19/5/2004 tarihli nüshasında yer alan "Başörtüsü Dilekçesine 1 Yıldır Cevap Bekliyorlar" başlıklı haber; Milliyet gazetesinin 15/10/2008 tarihli nüshasında yer alan "Boğaziçi’nde Yine Türban Krizi Çıktı" başlıklı haber.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun

60. 3580 sayılı Kanun’un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı, öğretmenlik mesleğini ve eğitim uzmanlığını cazip hale getirerek eğitimin kalitesini yükseltmek; öğretmen ve eğitim uzmanı yetiştiren yükseköğretim kurumlarına talebi artırmak için Milli Eğitim Bakanlığı adına mecburi hizmet karşılığı parasız yatılı veya burslu öğrenci okutmak ve bunlarla ilgili usul ve esasları düzenlemektir."

61. 3580 sayılı Kanun’un "Sorumluluk" kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:

"Parasız yatılı veya burslu okuma hakkını kaybeden veya öğrenim kurumunu terk edenlere Bakanlıkça yapılmış masraflar, faizi ile birlikte tahsil olunur. Yüklenme senedi hükümleri saklıdır."

2. Yönetmelik

62. 3/1/1990 tarihli ve 20391 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Öğretmen ve Eğitim Uzmanı Yetiştiren Yüksek Öğretim Kurumlarında Parasız Yatılı veya Burslu Öğrenci Okutma ve Bunlara Yapılacak Sosyal Yardımlara İlişkin Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Parasız yatılılık ve bursluluğun sona ermesi" kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Aşağıdaki hallerde parasız yatılı veya burslu okuma hakkı sona erer.

a) Devam ettiği öğretim kurumundan kaydı silinmiş olmak,

.....

h) Öğretim süresince iki yarıyıldan fazla dönem kaybetmek."

63. Yönetmelik'in "Yükümlülük" kenar başlıklı 18. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Sağlık sebebi dışında parasız yatılılık veya bursluluk hakkını kaybedenler ... hakkında tazminat kovuşturması yapılır."

3. Başvurucu Tarafından İmzalanan Taahhütname

64. Başvurucunun almış olduğu bursla ilgili olarak imzaladığı 1/11/2000 tarihli taahhütnamenin ilgili kısmı şöyledir:

"'Milli Eğitim Bakanlığı hesabına Fen Bilgisi Öğretmenliği Hazırlık öğrenimi yapmak üzere girdiğim öğretim kurumu ile ilgili kanuna, tüzük ve yönetmeliklere öğrenim planına göre öğrenim yapacağımı aşağıda yazılı hususlarla birlikte şimdiden kabul ve taahhüt ederim.'

1. Kendi isteğimle öğrenimi bıraktığım,

...

3. Okumakta olduğum okuldan, ... Yönetmelikte kabul edilmeyen sıhhi sebeplerle veya başka sebeplerle ayrıldığım,

4. Kanun, tüzük, yönetmeliklerde ve öğrenim planında yazılı sertifika veya devamsızlığım yahut cezalı bulunmam sebebiyle giremediğim veya girip de başaramadığım ve diplomamı alamadığım,

... takdirde;

'Milli Eğitim Bakanlığının benim için yapmış olduğu bütün masrafların her biri için tediye sarf tarihinden itibaren (yıl sonu hesaplan dikkate alınmak kaydıyla) tahakkuk ettirilecek %50 kanuni faizi vesair ve kanuni ödemelerle birlikte, ilgili kurum veya Hazine emrine hüküm istihsaline hacet kalmaksızın nakden ve defaten tediye edeceğimi şimdiden kabul ve taahhüt ederim.'"

B. Uluslararası Hukuk

1. Din Özgürlüğü

65. Din özgürlüğüne ilişkin uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Tuğba Arslan, §§ 51-94.

66. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komitesi (Komite) yakın tarihli bir kararında Türk üniversitelerindeki başörtüsü yasağı konusunu incelemiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, B. No: 2274/2013, 17/7/2018).

i. Bu karara konu olayda; 1987 doğumlu bir Türk vatandaşı olan başvurucu, 2006 yılında -üniversiteye giriş sınavında uygulanan başörtüsü yasağı nedeniyle- dinî inancı gereği kullandığı başörtüsü üzerine taktığı perukla üniversite giriş sınavına girmiştir. Üniversite giriş sınavına ilişkin kurallar başörtülü olarak sınava girmeye izin vermediğinden başvurucu böyle bir tercihte bulunmuştur. Sınavı kazanan başvurucu 2006 yılında Sütçü İmam Üniversitesine -başörtüsü yasağı nedeniyle- başörtüsü üzerine taktığı perukla kayıt yaptırmaya gitmiş ancak yetkililer Rektörün talimatını gerekçe göstererek başvurucudan peruğu çıkarmasını istemişlerdir. Başvurucunun peruğu çıkarmayı reddetmesi üzerine kaydı yapılmamıştır (Şeyma Türkan/Türkiye, §§ 2.1, 2.2).

ii. Başvurucu kayıt yapılmamasına ilişkin işleme karşı Gaziantep 2. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Bu dava ve davada verilen karara karşı yapılan temyiz başvurusu reddedilmiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, §§ 2.4-2.8.).

iii. Başvurucu, bu karara karşı Komite'ye yaptığı başvuruda BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nin (MSHS) 2. (ayrımcılık yasağı), 3. (cinsiyet eşitliği), 14. (adil yargılanma hakkı), 18. (düşünce, vicdan ve din özgürlüğü), 25. (siyasi haklar) ve 26. (hukuk önünde eşitlik) maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür (Şeyma Türkan/Türkiye, § 3.1).

iv. Başvurucu 18. madde bakımından din özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanun tarafından öngörülmediğini ve başörtüsünü yasaklayan bir hukuksal düzenlemenin bulunmadığını belirtmiştir. Üniversiteye kaydının engellenmesinin 18. madde kapsamında meşru bir amacının da bulunmadığını belirten başvurucu, başörtüsü üzerine peruk takmasının kamu güvenliğine, sağlığına, düzenine veya ahlaka karşı bir tehdit oluşturmadığını ve kendisinin başkalarının haklarını ihlal etmekle de suçlanamayacağını ifade etmiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, § 3.2.).

v. Başvurucu ilave olarak devletin kendisine cinsiyet ve din temelinde ayrımcılık yaptığını ileri sürmüştür. İktidardan ve ordudan etkilenen ve Anayasa Mahkemesi kararlarını dayanak alan yargı makamlarının da kendisini korumakta başarısız olduğunu belirten başvurucu, bu nedenle MSHS'nin 2., 3., 25. ve 26. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, § 3.3.).

vi. Başvurucu, Üniversite tarafından idare mahkemesine sunulan bazı belgelerin duruşma öncesinde kendisine ulaştırılmamış olmasıyla MSHS'nin 14. maddesi bağlamında savunma hakkının ihlal edildiğini, ayrıca MSHS’nin ihlal edildiğine ilişkin iddialarına derece mahkemelerince bir cevap verilmediğini ve yargılamanın makul süreyi aştığını belirtmiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, § 3.4.).

vii. Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına başvurucunun iddialarına karşı bildirilen görüşte, başvurucuya yönelik uygulamanın -başvuru konusu olay dönemindeki- ilgili mevzuata ve bağlayıcı nitelikte olan Anayasa Mahkemesi kararlarına uygun olduğu belirtilmiştir. Anılan görüşte 2011 ve 2012 yıllarında yapılan mevzuat değişiklikleriyle; başvurucununkine benzer sebeplerle eğitimine ara vermek durumunda kalan kimselere eğitimlerine devam etme imkânı sağlandığı ve bu kapsamda başvurucunun da eğitimine devam etme imkânına kavuştuğu ifade edilmiştir. Görüşte bu kapsamda başvurucunun haklarına yönelik bir ihlal olmadığı, bir ihlal olduğu kabul edilse dahi başvurucunun hakkı iade edildiğinden ve başvurucunun iddiaları mevzuattaki değişiklikler nedeniyle temelsiz hâle geldiğinden başvurunun kabul edilemez bulunması gerektiği ileri sürülmüştür (Şeyma Türkan/Türkiye, §§ 4.1., 4.2.).

viii. Komite başvuruyu kısmen kabul edilebilir bulmuş ve din özgürlüğü, hukuk önünde eşitlik ve cinsiyet eşitliği bağlamında esas incelemesi yapmıştır.

ix. Komite din özgürlüğü bağlamında başvurucunun dinî inançları gereği başörtüsü üzerine peruk takması nedeniyle Üniversiteye kaydının yapılmamasının başvurucunun din özgürlüğüne bir müdahale teşkil ettiği sonucuna varmıştır (Şeyma Türkan/Türkiye, § 7.3.).

x. Müdahalenin hukuken öngörülmüş olması koşulu bakımından başvurucunun başörtüsü ya da peruk takmanın mevzuat tarafından yasaklanmadığı yönündeki iddiasını ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin müdahalenin kanuni bir temeli bulunduğu yönündeki iddialarını not ettiğini belirten Komite, müdahalenin meşru bir amaç taşıyıp taşımadığı bakımından yaptığı değerlendirmeyi nazara alarak müdahalenin hukuken öngörülmüş olması koşulu bakımından bir çözüme ulaşmak durumunda olmadığını belirtmiştir (Şeyma Türkan/Türkiye, § 7.5.).

xi. Müdahalenin 18. maddede öngörülen kamu güvenliğini, düzenini, sağlığını veya ahlakı veya başkalarının temel hak ve özgürlüklerini koruma amaçlarını nasıl karşıladığı ile orantılılığı ve gerekliliği konusunda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin herhangi bir açıklamada bulunmadığını belirten Komite, -amacı konusunda anlaşılabilir bir gerekçe bulunmayan- bu şekildeki genel bir kısıtlamanın Üniversiteye kayıt hakkını kaybeden başvurucuyu orantısız bir biçimde etkilediği sonucuna varmıştır. Komite bu nedenle başvuru konusu olayda başvurucunun din özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Şeyma Türkan/Türkiye, § 7.6.).

xii. Kadınların kamusal alanlarda giyimine ilişkin düzenlemelerin MSHS'ce koruma altına alınan ayrımcılık yasağı da dahil olmak üzere pek çok hakkı ihlal edebileceğini hatırlatan ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başvuruya konu müdahalenin -meşru amaçların gerçekleştirilmesi noktasında- hangi makul ve nesnel kriterlere dayandığı konusunda bir açıklamada bulunmadığını değerlendiren Komite bu nedenle MSHS'nin hukuk önünde eşitlik ve din özgürlüğü ile bağlantılı olarak cinsiyet eşitliğiyle ilgili hükümlerinin de ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Şeyma Türkan/Türkiye, § 7.8.).

2. Eğitim Hakkı

67. Eğitim hakkına ilişkin uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Özcan Özsoy, B. No: 2014/5881, 15/2/2017, §§ 22-26.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

68. Mahkemenin 22/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Din Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

69. Başvurucu, başını dinî inancı sebebi ile örttüğünü ifade etmiştir. Başvurucu, Üniversite kapısında Çevik Kuvvet polislerinin ve polis panzerlerinin bulunduğu bir ortamda başının açılmasının istendiğini, bu talebi reddetmesi nedeniyle okula alınmadığını, eğitimine devam edemediğini belirtmiş; bu sebeplerle din özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; ayrıca Bölge İdare Mahkemesinin Türkiye'de başörtüsü yasağı sorunu hiç yaşanmamış gibi bu hususa ilişkin delilleri toplamadan, Boğaziçi Üniversitesinin de aralarında bulunduğu ilgili kurumlara başvuruya konu olayın yaşandığı dönemlerde başörtüsü yasağı olup olmadığını sormadan, öğrencilerin Üniversiteye girişlerinin Çevik Kuvvet ekiplerince engellenip engellenmediğini araştırmadan, eksik inceleme yaparak karar vermesinin adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.

70. Bakanlık görüşünde;

i. Anayasa'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin din özgürlüğüne ilişkin hükümleri ile Anayasa Mahkemesi ve AİHM'in konuyla ilgili içtihadı hatırlatılmıştır.

ii. MSHS'nin din özgürlüğüne ilişkin hükümlerine ve Komitenin bu konudaki genel görüşlerine yer verilmiştir.

iii. Somut başvuruda ilgili uluslararası hukuk metinleri, AİHM kararları, BM insan hakları mekanizmalarının yorumları ve Anayasa Mahkemesinin konuya dair içtihatları çerçevesinde hukukun üstünlüğü ilkesi esas alınarak demokratik toplumun gereklilikleri doğrultusunda hak ve özgürlüklere öncelik verecek şekilde bir karar alınması gerektiği belirtilmiştir.

iv. Ülkemizde üniversite öğrencilerine ve kamu görevlilerine yönelik başörtüsü yasağına son veren hukuki düzenlemeler açıklanmıştır.

v. Başvurucunun okula devam edememesinin, dolayısıyla kayıt yenileyememesinin temelinde yatan esas hususun başvurucunun başörtüsü kullanması olduğu ve bunun neticesi olarak da iki yarıyıldan fazla dönem kaybederek taahhüdünü ihlal ettiği gerekçesiyle hakkında tazminat kovuşturması başlatıldığı konusunda bir ihtilaf bulunmadığı ifade edilmiştir. Bakanlığa göre başvurucunun okula devam edememesi kendisinden değil tamamen dış faktörlerden kaynaklanan sebeplere dayalıdır.

vi. Başvurucunun açtığı davada verilen Bölge İdare Mahkemesi kararının gerekçelerinin başvurucunun din özgürlüğüne yönelik müdahalenin meşru amaç taşıyıp taşımadığı, demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığının tespiti bakımından yapılacak değerlendirmeler açısından ilgili ve yeterli olmadığı belirtilmiştir.

vii. Başörtüsünün kamu düzenini ilgilendiren bir boyutunun olmadığı, toplumsal barış ve düzen açısından bir tehdit olmadığı, dolayısıyla başvurucunun hakkında uygulanan başörtüsü yasağının bir sonucu olarak öğrenimine devam edememesinin ve bunun neticesinde de, kendisine burs olarak verilen paranın geri alınmak istenmesinin onun din özgürlüğünü ihlal ettiği ifade edilmiştir.

2. Değerlendirme

71. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkına dair şikâyetlerinin bir bütün olarak din özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Ayrıca üniversite öğrencilerinin başörtüsü kullanması ile laiklik arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi için mevcut başvuru bakımından yapılacak incelemede Anayasa'nın Başlangıç'ı ile 2., 13., 14., 68., 81., 103., 136. ve 174. maddelerinde yer alan laiklik ilkesinin de dikkate alınması gerekir.

72. Anayasa’nın “Din ve vicdan hürriyeti” kenar başlıklı 24. maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:

 “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.

14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir.

Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.

Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

73. Başvurucu, burs olarak almış olduğu meblağın geri istenmesi işlemine karşı açılan davada başörtülü olarak derslere ve sınavlara katılmasına izin verilmemesinin ve bu sebeplerle Üniversiteden ilişiğinin kesilmesinin din özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğu yönündeki iddialarını dile getirmiştir.

74. Başvuru konusu olayda Üniversitenin 11/9/2007 tarihli kararı ile başvurucunun Üniversiteden ilişiği kesilmiştir. Derece mahkemelerinin kararlarındaki tespitlere göre başvurucu ilişik kesme işlemine karşı dava açmamıştır (bkz. §§ 11, 13). Bu çerçevede başvurucunun ilişiğinin kesilmesine ilişkin süreç Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin dışında kalmaktadır.

75. Ancak başvurucunun almış olduğu bursu geri ödemesinin kendisinden istenmesi Üniversiteden ilişiğinin kesilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Başvurucuya göre ilişik kesme işlemi başörtüsü yasağından kaynaklanmıştır. Derece mahkemeleri de bursun geri verilmesine gerekçe olan öğrenim kurumunu terk etme fiilinin gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin tahkikatlarını yaparken -başvurucunun ilişik kesme işleminin gerekçesi olduğunu ileri sürdüğü- başörtüsü yasağının başvurucuya uygulanıp uygulanmadığına ilişkin değerlendirmelerde bulunmuşlardır.

76. Bu kapsamda başvurucunun bursla ilgili ödemelerin kendisinden geri istenmesine ilişkin işleme karşı açtığı dava, başvurucunun başörtüsü yasağından dolayı Üniversiteye devam edememesi nedeniyle ilişiğinin kesilmesi şeklinde gerçekleştiğini ileri sürdüğü müdahalenin sonuçlarıyla ilgilidir. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi, başvurucunun dinî inancı gereği başörtüsü kullanması nedeniyle Üniversiteden ilişiğinin kesilmesi şeklindeki müdahalenin din özgürlüğünü ihlal ettiğine dair şikâyetinin zaman bakımından yetkisi içinde kaldığı sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesi bu şikâyet kapsamında yapacağı incelemede yalnızca başvurunun somut koşulları çerçevesinde olmak üzere başvurucunun Üniversiteden ilişiğinin kesilmesine ilişkin süreci de gözönünde bulunduracaktır (aynı bağlamdaki değerlendirmeler için bkz. B.S., § 47; başka bir bağlamda benzer değerlendirmeler için bkz. Z. A., B. No: 2013/2928, 18/10/2017, §§50, 72).

77. Bu kapsamda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan din özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Din Özgürlüğünün Demokratik Bir Toplumdaki Önemi

78. Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca din özgürlüğü Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devletin vazgeçilmez unsurlarındandır (Tuğba Arslan, § 51; Esra Nur Özbey, B. No: 2013/7443, 20/5/2015, § 43).

79. Din özgürlüğünün demokratik toplumun temellerinden biri olmasının kökeninde dinin hem ona bağlı olan bireyler tarafından hayatı anlama ve anlamlandırmada başvurdukları temel kaynaklardan biri olması hem de toplumsal yaşamın şekillenmesinde önemli bir işlev görmesi bulunmaktadır. Bu işlev sebebiyle uluslararası düzlemde dinlerin özgürlükler karşısındaki konumlarından bağımsız olarak bireylerin belli ölçüler içinde din özgürlüğüne sahip olduğu kabul edilmiştir. Diğer özgürlükler gibi din özgürlüğü de uzun ve zorlu bir sürecin sonucunda belli yasal ve anayasal güvencelere sahip kılınmıştır. Nitekim din özgürlüğü, evrensel ve bölgesel düzeyde insan haklarına ilişkin uluslararası bildiri ve sözleşmelerin birçoğunda korunan bir haktır (Tuğba Arslan, § 52; Esra Nur Özbey, § 44).

80. Anayasa’nın 24. maddesinin koruduğu hakkın vazgeçilmez olması; din özgürlüğünün hukukun üstünlüğüne dayanan, etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olması nedeniyledir. Öte yandan din özgürlüğü ancak tanıma, çoğulculuk ve tarafsızlık anlayışı ile temellendirilen bir demokraside korunabilir (Tuğba Arslan, § 53; Esra Nur Özbey, § 45).

ii. Din Özgürlüğü Kapsamında Din veya İnancı Açığa Vurma Hakkı

81. Din özgürlüğü bağlamında tanıma devlet birey ilişkilerinde devletin tüm din veya inanç gruplarının varlığını eşit şekilde kabul etmesini gerektirir. Devletin çoğulcu bir tanıma siyaseti, bir yandan devleti toplumda herkese karşı eşit mesafede durmaya zorlarken öte yandan devletin herhangi bir dini ya da ideolojiyi resmen benimsemesine izin vermez. Çoğulculuk ise herkesin kendi kimliğiyle, kendisi olarak toplumsal ve siyasal yaşama katılmasıyla mümkündür. Farklılıkların ve farklı olanların tanınmadığı, tehditler karşısında korunmadığı bir yerde çoğulculuktan bahsedilemez. Çoğulcu toplumda devlet, bireylerin kendi dünya görüşlerinin ve inançlarının gereğine uygun olarak yaşamalarını sağlamakla yükümlüdür. Devlet, toplumda var olan görüşlerden veya yaşam tarzlarından birini yanlış olarak kabul etme yetkisine sahip değildir. Bu bağlamda Anayasa’da yer alan sınırlama sebepleri bulunmadıkça farklılıkların bir arada yaşatılması, çoğunluğun ya da azınlığın hoşuna gitmese de çoğulculuğun bir gereğidir. Din özgürlüğünü koruyan üçüncü anlayış ise bireylerin din ve vicdan özgürlüğünün eşit düzeyde korunmasının teminatı olan laiklikten doğan tarafsızlıktır (Tuğba Arslan, § 54; Esra Nur Özbey, § 46).

82. Anayasa’nın 24. maddesiyle anlam ve kapsamı belirlenen din özgürlüğü herkesin “din veya inancını açığa vurma özgürlüğünü” güvenceye almaktadır (AYM, E.1997/62, K.1998/52, 16/9/1998). Bu bağlamda Anayasa’nın 24. maddesi; kişinin herhangi bir inanca sahip olmasını veya olmamasını, inancını açıklamaya zorlanamamasını, bunlardan dolayı kınanamamasını ve baskı altına alınamamasını güvence altına alarak din özgürlüğünün içsel alanını, aynı şekilde öğretim, uygulama, tek başına veya topluca ibadet ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açığa vurma hakkı ile de din özgürlüğünün dışsal alanını tanıyıp koruma altına almıştır (Tuğba Arslan, §§ 55, 57; Esra Nur Özbey, §§ 47, 48).

83. Anayasa’nın 24. maddesi bir din veya inançtan kaynaklanan veya esinlenen her davranışı korumaz ve kamusal alanda bir inancın gerektirdiği biçimde davranma hakkını her durumda garanti etmez. Bununla birlikte kişinin dinini ve inancını açığa vurma özgürlüğü Anayasa’nın 13. maddesindeki koşullarda sınırlanabilir (Tuğba Arslan, § 59; Esra Nur Özbey, § 51).

iii. Laiklik İlkesi ile Din veya İnancı Açığa Vurma Hakkı Arasındaki İlişki

84. Kişinin dinini seçme hakkı ile din, inanç ve düşüncelerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlanamaması, bunlardan dolayı kınanamaması, baskı altında tutulamaması ile devletin belirli bir dini veya inancı kişilere dayatmamasını ifade eden din özgürlüğünün içsel alanı demokratik, laik bir hukuk devletinde kanun koyucunun her türlü etkisinin dışındadır. Bu durum 24. maddenin gerekçesinde “…dini inanç ve kanaat hürriyeti, niteliği gereği hiçbir sınırlamaya tabi tutulamayacaktır. Bu husus 15. maddede açıkça belirtilmiştir” ifadesi ile açıklanmıştır. Gerçekten de Anayasa’nın 15. maddesinde savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde dahi kimsenin din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı ve bunlardan dolayı suçlanamayacağı açıkça belirtilmiştir (Tuğba Arslan,§ 58; Esra Nur Özbey, § 50).

85. Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 13., 14., 68., 81., 103., 136. ve 174. maddelerinde yer alan laiklik ilkesi ise devletin dinî inançlar karşısındaki konumunu belirleyen siyasal bir ilke olarak düzenlenmiştir. Laiklik, dini sadece bireyin iç dünyasına hapsetmemekte; onu bireysel ve kolektif kimliğin önemli bir unsuru olarak görmekte, toplumsal görünürlüğüne imkân tanımaktadır. Laik bir siyasal sistemde, dinî konulardaki bireysel tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzı devletin müdahalesi dışında, ancak koruması altındadır. Bu anlamda laiklik ilkesi din özgürlüğünün güvencesidir (AYM, E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012; Tuğba Arslan, §§ 133-135; Esra Nur Özbey, § 84).

86. Farklı dinî inançlara sahip olanlar ya da herhangi bir inanca sahip olmayanlar laik devletin koruması altındadır. Nitekim Anayasa’nın 2. maddesinin gerekçesinde yapılan tanıma göre “Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen lâiklik, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dinî inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tâbi kılınmaması anlamına gelir.” Devlet, din özgürlüğünün gerçekleşebileceği ortamı hazırlamak için gerekli önlemleri almak zorundadır (AYM, E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012; Tuğba Arslan, § 137; Esra Nur Özbey, § 85).

87. Bu anlamda laiklik, devlete negatif ve pozitif yükümlülükler yüklemektedir. Negatif yükümlülük, bireylerin din özgürlüğüne zorunlu nedenler olmadıkça müdahale edilmemesini gerektirmektedir. Pozitif yükümlülük ise devletin din özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırması, kişilerin inandıkları gibi yaşayabileceği uygun bir ortamı ve bunun için gerekli imkânları sağlaması ödevini beraberinde getirmektedir. Laikliğin devlete yüklediği pozitif yükümlülüğün kaynağı, Anayasa’nın 5. ve 24. maddeleridir. Anayasa’nın 5. maddesine göre devletin temel amaç ve görevlerinden biri “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” (Tuğba Arslan, § 138; Esra Nur Özbey, § 86).

88. Bu kapsamda çoğulcu laiklik anlayışı, dinin, toplumsal görünürlüğüne imkân tanıyarak ve dini konulardaki bireysel tercihleri devletin müdahalesi dışında, ancak koruması altında tutarak din özgürlüğünün güvencesi hâline gelir. Demokratik ve laik devletin temel amaçlarından biri, toplumsal çeşitliliği koruyarak bireylerin sahip oldukları inançlarıyla barış içinde bir arada yaşayabilecekleri bir ortamı sağlamaktır. Bu bağlamda çoğulculuğu ve toplumsal çeşitliliği, toplumsal birliği tehdit eden bir unsur olarak görmek demokrasi ile bağdaşmayan monolitik bir toplum anlayışını doğurur (Tuğba Arslan, §§ 139, 140).

iv. Laiklik İlkesi Gerekçe Gösterilerek Din Özgürlüğüne Müdahale Edilmesi

89. Diğer yandan laiklik gerekçesinin din özgürlüğüne yönelik müdahale bakımından meşru bir sebep olarak ileri sürülebilmesi için müdahalenin makul bir temelinin bulunması, bu kapsamda müdahaleye maruz kalan kişinin davranış, tutum ya da eylemlerinin laiklik ilkesini ihlal ettiğine dair yeterli kanıt ileri sürülmesi ve laiklik gerekçesinin delillendirilmesi gerekir (Tuğba Arslan, § 141).

90. Bu anlamda laikliğin sınırlama sebebi olduğundan bahsedilebilmesi için dinî bir gereklilik olarak kullanıldığı belirtilen başörtüsünün saldırgan ya da başkalarının inançlarına müdahale eden, baskıcı, tahrik edici, kendi inancını zorla dayatma amacı bulunduğunun veya toplumsal işleyişi tahrip ettiğinin, birtakım karışıklıklara ve düzensizliklere neden olduğunun gösterilebilmesi gerekir (Tuğba Arslan, § 142).

91. Bir dinin herhangi bir dışa vurum davranışının tek anlamının laik devlete dinî bir meydan okuma olduğu şeklindeki yorum ise bu dinin mensuplarının kendi eylemlerini tanımlama kapasitesini yok saymak anlamına gelir. Anayasa’da güvence altına alınan herhangi bir temel hakka yönelik sınırlandırmanın meşru kabul edilebilmesi, kaygılar ve varsayımlarla değil yalnızca tartışılmayacak olan gerçekler ve hukuki olarak şüphe götürmeyecek nedenlerin ortaya konulması ile mümkün olabilir. Bu sebeple doğru yargılama ilkesi gereğince bir din veya inancın dışa vurum davranışının laikliğin çoğulcu anlamına aykırı olduğunu somut delillerle kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya değil bu gerekçeyle sınırlandırma yapan devlete düşer. Hukuk, olanı esas alır; kuşkuya ve gelecekteki olasılıklara göre karar verilemez (Tuğba Arslan, § 143).

92. Son olarak-başvuru konusu olayı ilgilendiren yönüyle-başörtüsünün laiklik karşıtı bir dinî ve siyasî simge olduğu varsayımının ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi, başörtüsü kullananların kullanmayanlar üzerinde yaratabileceği etkilerin değerlendirilmesinde kolaylık sağlar. Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirilmemiş; yalnızca ırkçılık, nefret söylemi, savaş propagandası, şiddete teşvik ve tahrik, ayaklanmaya çağrı veya terör eylemlerini haklı göstermek gibi bu özgürlüklerin sınır bölgeleri olan alanlarda devlet otoritelerinin müdahalelerinde daha geniş bir takdir marjına sahip oldukları kabul edilmiştir (Cemal Halis, B. No: 2014/118, 13/7/2016, § 30). O hâlde başörtüsü kullanarak dinin açıklanmasının yasaklanabilmesi için başkalarının hak ve özgürlüklerden yararlanmalarının engellendiğini gösteren çok önemli gerekçelere dayanılması gerekir (Tuğba Arslan, § 144).

v. Müdahalenin Varlığı

93. Başvurucu, kendisine başörtüsü yasağının uygulandığını iddia etmiş, ilk derece mahkemesi de başvurucuya başörtüsü yasağının uygulandığını kabul etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi ise başvurucunun dönem kaybının başörtüsü yasağından kaynaklandığını ispatlayamadığı yönünde bir kanaate varmıştır. Ancak Bölge İdare Mahkemesi bu kanaate ulaşırken sadece Üniversitenin başvurucunun ilişiğinin kayıt yenilenmemesi nedeniyle kesildiği, öğrenim süresi içinde herhangi bir disiplin cezası almadığı ve ilişiğinin kesilmesine dair işleme karşı dava açma hakkını kullanmadığı yönünde sunduğu bilgilere dayanmıştır.

94. Anayasa Mahkemesi başvurucunun eğitimine devam edemediği dönemde öğrencisi olduğu Üniversitede başörtüsü yasağının uygulanmakta olmasını ve başörtülü öğrencilerin Üniversiteye ve derslere alınmadıklarını (bkz. §§ 24, 57, 59), başvurucunun başvuru konusu olay tarihinde üniversitelerdeki başörtüsü yasağı dolayısıyla mağdur olmuş kişilerin kurduğu "Başörtüsüne Özgürlük Girişimi"nin kurucuları arasında olmasını (bkz. § 25), anılan dönemde ülke genelinde üniversite öğrencilerine yönelik başörtüsü yasağı nedeniyle binlerce öğrencinin üniversitelere, ders ve sınavlara giremediklerini, başvurucunun derece mahkemelerindeki yargılamalar esnasında -istikrarlı bir biçimde- başörtüsü yasağına maruz kaldığını ileri sürmüş olmasını ve ilk derece mahkemesinin başvurucu lehindeki değerlendirmelerini bir bütün olarak ele aldığında başörtüsü yasağının başvurucuya uygulandığı kanaatine ulaşmaktadır. Başvurucunun Üniversiteden ilişiğinin kayıt yenilemediği gerekçesiyle kesilmiş olması bu değerlendirmeler bakımından farklı bir kanaate ulaşmayı gerektirmez. Başörtülü öğrencilerin üniversite kampüslerine dahi alınmadıkları şeklindeki ülke gerçeklerinden (bkz. § 45) hareket edildiğinde başvurucunun kayıt yenilememe nedeninin Üniversite kampüsüne alınmamasından (bu yöndeki Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü talimatı için bkz. § 57) kaynaklanmadığını kabul etmek için çok ciddi gerekçelerin olması gerekir.

95. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi bu aşamadan sonraki değerlendirmelerini başvurucuya başörtüsü yasağının uygulandığı yönündeki kabulü üzerinden yapacaktır.

96. Anayasa Mahkemesi Tuğba Arslan (bkz. §§ 74, 76) ve Esra Nur Özbey (bkz. § 62) kararlarında kadınların İslam dininin bir emri olduğu inancıyla başörtüsü kullanmasının Anayasa’nın 24. maddesi kapsamında değerlendirilebilecek bir konu olduğunu ve dinî inanç gereği başörtüsü kullanma hakkının yeri ve tarzı konusunda sınırlama getiren kamu gücü işlem ve eylemlerinin kişinin dinini açığa vurma hakkına bir müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir.

97. Mevcut başvuruda anılan tespitten ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır. Somut olayda başvurucunun dinî inancı gereği taktığı başörtüsüne sınırlama getiren kamu gücü işlem ve eylemleri başvurucunun dinini açığa vurma hakkına bir müdahale teşkil etmektedir.

vi. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

98. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 24. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

99. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

100. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk kriterlerini sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

101. Temel hak ya da özgürlüklere bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığıdır. Anayasa’nın 24. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin kanunilik şartını sağladığının kabul edilebilmesi için müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (Tuğba Arslan, § 82).

102. Bu kapsamda ilk olarak başvuru konusu müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.

 (1) Genel İlkeler

103. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında kanunilik ölçütü ilk olarak şeklî bir kanunun varlığını gerekli kılar. Bir yasama işlemi olarak kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesinin ürünüdür ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Anayasa’da öngörülen kanun yapma usullerine uyularak yapılan işlemlerdir. Bu anlayış temel hak ve özgürlükler alanında önemli bir güvence oluşturur (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 54).

104. Fakat kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirir ve bu noktada kanunun niteliği önem kazanır. Bu anlamıyla kanunilik ölçütü, sınırlamaya ilişkin kuralın erişilebilirliği ve öngörülebilirliği ile kesinliğini ifade eden belirliliğini garanti altına alır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 55).

105. Belirlilik, bir kuralın keyfîliğe yol açmayacak bir içerikte olmasını ifade eder.Temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin kanuni düzenlemenin içerik, amaç ve kapsam bakımından belirli ve muhataplarının hukuksal durumlarını algılayabilecekleri açıklıkta olması gerekir. Bir kanuni düzenlemede, hangi davranış veya olgulara hangi hukuksal sonuçların bağlanacağı ve bu bağlamda kamusal makamlar için nasıl bir müdahale yetkisinin doğacağı belirli bir kesinlik ölçüsünde ortaya konmalıdır. Bu durumda bireylerin hak ve yükümlülüklerini öngörerek davranışlarını bu doğrultuda tanzim etmeleri mümkün hâle gelebilir. Böylece hukuk güvenliği sağlanarak kamu gücünü kullanan organların keyfî davranışlarının önüne geçilmiş olur (Hayriye Özdemir, B. No: 2013/3434, 25/6/2015, §§ 56, 57).

106. Öte yandan Anayasa’nın 8. maddesi uyarınca kanun ile düzenlenebilecek konularda yasama organının asli kuralları koymakla yetinerek tali ve uygulayıcı kuralları idari düzenleyici işlemlere bırakması mümkündür. Başka bir ifadeyle Anayasa’ya göre mutlaka kanunla düzenlenmesi gerekmeyen bir konu, kanuni dayanağı olmak kaydıyla idarenin düzenleyici işlemlerine de bırakılabilir (Tuğba Arslan, §§ 85-87).

107. Temel hak ve özgürlükler alanında yasama organının keyfîliğe izin vermeyen öngörülebilir düzenlemeler yapma zorunluluğu vardır. İdareye keyfî uygulamalara meydan verebilecek çok geniş bir takdir yetkisi tanınması Anayasa’ya aykırı olabilecektir. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir alanda kanunun emrine dayanılarak yürütme organınca alınacak önlemler objektif nitelik taşımalı ve idareye keyfî uygulamalara sebep olacak geniş takdir yetkisi vermemelidir (AYM, E.1984/14, K.1985/7, 13/6/1985; Tuğba Arslan, § 89).

108. Hukuksal durumların takdirindeki belirsizlik, temel haklar alanında getirilen güvencelerin işlevsiz hâle gelmesine neden olur. Zira ilgili kanuni düzenlemenin hangi davranış veya olgulara hangi hukuksal sonuçların bağlanacağını ve bu bağlamda kamusal makamlar için nasıl bir müdahale yetkisinin doğacağını belirli bir kesinlik ölçüsünde ortaya koymaması durumunda bireylerin hak ve yükümlülüklerini öngörerek davranışlarını bu doğrultuda tanzim etmeleri imkânsız hâle gelebilecektir (Hayriye Özdemir, § 57 ).

109. Bununla birlikte bir kuralın karmaşık olması ya da belirli ölçülerde soyutluk içermesi, bu nedenle hukuki yardım ile tam olarak anlaşılabilir hâle gelmesi veya kullanılan kavramların anlamlarının hukuksal değerlendirme sonucunda ortaya çıkması tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı görülemez. Ayrıca ilgili kanuni düzenleme temel haklara ne oranda müdahale ediyorsa söz konusu düzenlemede aranacak belirlilik oranı da aynı doğrultuda yükselecektir (Hayriye Özdemir, § 58 ).

110. Aksi bir durumda Anayasa’nın 13. maddesinin aradığı anlamda kamu gücünü kullanan organların keyfî davranışlarının önüne geçen ve kişilerin hukuku bilmelerine yardımcı olacak erişilebilir, öngörülebilir ve kesin nitelikte bir kanun hükmünün bulunmadığı sonucuna varılacaktır(Tuğba Arslan, § 91).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

111. Başvuru konusu olayda başvurucunun başörtüsü ile Üniversiteye devam etme talebi, kamu gücünü kullanan makamlar tarafından Anayasa Mahkemesinin 1989 ve 1991 tarihli kararları ile AİHM’in Leyla Şahin/Türkiye kararına ve bu kararlara dayanılarak çıkarılan bazı idari düzenleyici işlemlere istinaden engellenmiştir.

112. Yukarıda zikredilen ilkeler çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde başvurucunun din ve inanç özgürlüğünü sınırlandıran, Anayasa’nın 13. maddesinin aradığı anlamda kamu gücünü kullanan organların keyfî davranışlarının önüne geçen ve kişilerin hukuku bilmelerine yardımcı olacak, erişilebilir, öngörülebilir ve kesin nitelikte bir kanun hükmünün bulunmadığı anlaşılmaktadır.

113. Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hakların sınırlandırılması için mutlaka kanuni dayanağa ihtiyaç vardır. Öğrencilerin üniversite eğitimlerini başları açık olarak sürdürmeleri gerektiğine dair kanuni bir sınırlama bulunmamaktadır. Gerek AİHM’in Leyla Şahin kararı ve gerekse de AİHM’in dayandığı ve Türkiye’de öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin uygulamanın dayanağı hâline gelen Anayasa Mahkemesinin 1989 ve 1991 tarihli kararları, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin hükümde yer alan kanunilik şartını taşıyan kurallar olarak kabul edilemez.

114. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun başörtüsü kullanması nedeniyle Üniversiteye devam etmesini engelleme şeklinde gerçekleşen din özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşılmaktadır.

115. Müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı tespit edildiğinden din özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin varlığı hâlinde bulunması gereken ve Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen (bkz. §§ 77-79), Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen meşru amaçlardan biri kapsamında olma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk gibi kriterlere riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

116. Belirtilen nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 24. maddesinde güvence altına alınan din özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Eğitim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

117. Başvurucu, başörtüsü yasağı nedeniyle Üniversiteye devam edememiş olmasından dolayı almış olduğu bursun geri istenmesinin eğitim hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.

118. Bakanlık görüşünde bu iddiaya ilişkin bir değerlendirmeye yer verilmemiştir.

2. Değerlendirme

119. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın 42. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz."

120. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında eğitim hakkının ilk, orta ve yükseköğrenim seviyelerini kapsadığına (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 28; İhsan Asutay, B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 34), belli bir zamanda mevcut olan eğitim kurumlarına etkili bir biçimde erişimin sağlanmasını güvence altına aldığına (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, B. No: 2013/583, 10/12/2014, § 68) ve kamu otoritelerine bireyin eğitim ve öğrenim almasını engellememe şeklinde bir negatif ödev yüklediğine (Adem Öğüt ve diğerleri, B. No: 2014/20527, 22/11/2017, § 44; Yüksel Baran, B. No: 2012/782, 26/6/2014, § 36) karar vermiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

121. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

122. Demokratik bir toplumda eğitim hakkının vazgeçilmez bir önemi olduğu aşikârdır (bkz. Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, § 66). Taşıdığı öneme karşın eğitim hakkı mutlak ve sınırsız bir hak olmayıp niteliği gereği bazı düzenlemelere tabidir. Şüphesiz eğitim kurumlarını düzenleyen kurallar, toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine has özelliklere göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Ünal Yıldırım, B. No: 2013/6776, 5/11/2014, § 42 ; Savaş Yıldırım, B. No: 2013/6258, 10/6/2015, § 42).

123. Bu kapsamda eğitim hakkı, esas itibarıyla kurallara uyulmasını sağlamak amacıyla bir eğitim kurumundan uzaklaştırma veya çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin tedbirlerine başvurmayı engellemez. Şüphesiz disiplin cezaları, gerek öğrencilerin gelişimini gerekse de bir okulun amaçlarına ulaşmasını sağlayacak araçların önemli bir parçasıdır. Ancak bu tip tedbirlere başvurmanın demokratik toplum düzeninin gereklerinden olduğu açıkça ortaya konulmalı ve uygulama, Anayasa'da yer alan diğer haklarla ters düşmemelidir (Özcan Özsoy, B. No: 2014/5881, 15/2/2017, § 49).

124. Eğitim hakkının belli bir zamanda mevcut olan eğitim kurumlarına erişimin sağlanmasını güvence altına aldığı gözetildiğinde başvurucunun başörtüsü yasağı nedeniyle Üniversiteye devam edememiş olması eğitim hakkına yönelik bir müdahaledir.

125. Eğitim hakkına yönelik müdahale konusunda din özgürlüğü bağlamındaki şikâyetler bakımından müdahalenin kanunilik koşulunun sağlanmaması nedeniyle hak ihlali sonucuna varıldığı (bkz. § 114) dikkate alınarak başvurucunun Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının da ihlal edildiği neticesine ulaşılmıştır.

126. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 24. maddesinde korunan din özgürlüğünü kullanması nedeniyle Üniversiteye devam edememiş olmasının Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının ihlali niteliğinde olduğunun kabul edilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

127. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

128. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir (Detaylı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 57-60).

129. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılamaya hükmedilmesi ve 20.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

130. Anayasa Mahkemesi başvurucuya yönelik başörtüsü yasağı şeklindeki müdahale kanunilik koşulunu sağlamadığından başvurucunun din özgürlüğü ile eğitim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut başvuruda ihlalin başvurucuya yönelik başörtüsü yasağını dikkate almadan verilen mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

131. Bu durumda din özgürlüğünün ve eğitim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Bölge İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

132. Başvurucuya din özgürlüğü ve eğitim hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

133. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Din özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 24. maddesinde güvence altına alınan din özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin din özgürlüğü ile eğitim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Bölge İdare Mahkemesine (E.2014/2936, K.2014/8537) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya din özgürlüğü ile eğitim hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın birer örneğinin Millî Eğitim Bakanlığına, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına ve Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğüne GÖNDERİLMESİNE 22/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BARIŞ YİĞİT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/67924)

 

Karar Tarihi: 7/9/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Fatma Gülbin ÖZCÜRE

Başvurucu

:

Barış YİĞİT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun devamı kararlarının tebliğ edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, mal varlığına el koyma nedeniyle mülkiyet hakkının, konutta yapılan arama işlemleri nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, avukatla belli bir süre görüştürülmeme ve soruşturma dosyasında kısıtlama getirilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, el konulan bilgisayarın imajının kendisine verilmemesi sonrasında bilgisayar içinde yer alan doktora tezini üniversiteye teslim edememe nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/12/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 1981 yılında Ordu'nun Ünye ilçesinde doğmuştur. Başvuruya konu olaylar öncesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktadır.

A. Bireysel Başvurudan Önceki Gelişmeler

10. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

11. 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiş ve OHAL uygulaması 8/7/2018 tarihinde ülke genelinde sona ermiştir. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).

12. Başvurucu, FETÖ/PDY'ye yönelik soruşturmalar kapsamında 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış; 18/7/2016 tarihinde ise tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında yapılan soruşturma kapsamında Bilecik Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/7/2016 ve 19/7/2016 tarihli kararları ile başvurucunun işyerindeki odasında bir kez, konutunda iki kez arama yapılmış; yapılan aramalar kapsamında başvurucunun işyerindeki bilgisayarına soruşturma kapsamında 16/7/2016 tarihinde hâkim kararı ile el konulmuştur.

13. Başvurucu, Bilecik Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktayken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararı ile görevden uzaklaştırılmış ve 24/8/2016 tarihinde meslekten ihraç edilmiştir.

14. Başvurucu, hakkındaki suç soruşturmasını yürüten Cumhuriyet savcılığı makamına hitaben yazmış olduğu bir dilekçeyle, el konulan bilgisayarında doktora tez çalışmasının kayıtlı olduğunu belirtmiş; tezini teslim edebilmesi için el konulan bilgisayarının imajının çıkartılarak tarafına verilmesini talep etmiştir. Başvurucu yazmış olduğu ilgili dilekçeye olumlu yahut olumsuz bir yanıt verilmediğini belirtmektedir.

15. Başvurucu 15/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Bireysel Başvurudan Sonraki Gelişmeler

16. Soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Savcılığının 15/5/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonunda İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 28/11/2017 tarihli karar ile başvurucunun ByLock isimli haberleşme ve iletişim programını farklı tarihlerde ve sistematik olarak kullanmış olduğunu belirterek başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasına hükmetmiştir. Başvurucunun istinaf isteminin reddine karar verilmişse de mahkûmiyet kararı Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 20/5/2019 tarihli kararı ile bozulmuştur.

17. İlk derece mahkemesi tarafından bozmadan sonra yargılamaya devam olunmuş ve bozmadan sonra yapılan ilk celsede -12/9/2019 tarihinde- başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. İnceleme tarihi itibarıyla yargılama ilk derece aşamasındadır.

18. Anayasa Mahkemesi Bölümler Başraportörlüğü tarafından başvurucu hakkındaki yargılamanın devam ettiği Mahkemeye 2/9/2020 tarihinde bir yazı yazılmıştır. Yazıda; başvurucunun ceza soruşturması kapsamında el konulan bilgisayarında doktora tezinin bulunduğu, bila tarihli dilekçeleri ile bu tez çalışmasının veya bilgisayar imajının kendisine teslim edilmesini istediği belirtilerek başvurucunun ilgili dilekçeleri hakkında işlem yapılıp yapılmadığı hususunda bilgi talep edilmiştir.

19. Mahkeme göndermiş olduğu 7/9/2020 tarihli cevap yazısında; 28/11/2017 tarihli kısa kararda başvurucuya ait dijital materyallerin incelemesi bittikten sonra iadesine karar verildiğini, Yargıtayın 20/5/2019 tarihli bozma kararının ardından başvurucuya ait dijital materyallerin teslimine ilişkin olumlu bir karar verilmediğini ve tezinin kendisine teslim edilmediğini belirtmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Kanun

20. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bilgisayarlarda, Bilgisayar Programlarında ve Kütüklerinde Arama, Kopyalama ve Elkoyma" başlıklı 134. maddesi şöyledir:

"(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine (…) karar verilir. (Ek üç cümle: 25/7/2018-7145/16 md.) Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararlar yirmi dört saat içinde hâkim onayına sunulur. Hâkim kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde çıkarılan kopyalar ve çözümü yapılan metinler derhâl imha edilir.

 (2) Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması ya da işlemin uzun sürecek olması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere elkonulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.

 (3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır.

(4) Üçüncü fıkraya göre alınan yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır.

 (5) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının kopyası alınabilir. Kopyası alınan veriler kâğıda yazdırılarak, bu husus tutanağa kaydedilir ve ilgililer tarafından imza altına alınır. "

21. 27/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (668 sayılı KHK) "Soruşturma ve Kovuşturma İşlemleri" başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi şöyledir:

"5271 sayılı Kanunun 134 üncü maddesi uyarınca bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde yapılacak arama, kopyalama ve elkoyma işlemlerine, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı tarafından da karar verilebilir. Bu karar, beş gün içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını elkoymadan itibaren on gün içinde açıklar; aksi halde elkoyma kendiliğinden kalkar. Kopyalama ve yedekleme işleminin uzun sürecek olması halinde bu araç ve gereçlere elkonulabilir. İşlemlerin tamamlanması üzerine elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir."

B. Yönetmelik

22. 1/6/2005 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan Adli Önlem ve Aramaları Yönetmeliği'nin "Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma" kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:

"Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir.

Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması hâlinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere elkonulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması hâlinde, elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.

Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır. Bu işlem, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımları hakkında da uygulanır.

İstemesi hâlinde, bu yedekten elektronik ortamda bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır.

Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının kopyası alınabilir. Kopyası alınan verilerin mahiyeti hakkında tutanak tanzim edilir ve ilgililer tarafından imza altına alınır. Bu tutanağın bir sureti de ilgiliye verilir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 7/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

24. Başvurucu bireysel başvuru harç ve giderlerini ödeyemeyecek durumda olduğunu belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.

25. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Eğitim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

26. Başvurucu; 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesinde doktora öğrencisi olduğunu, eğitiminde tez sunumu aşamasına geldiğini belirtmektedir. Hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 17/7/2016 tarihinde işyerinde yapılan arama sonucunda el konulan bilgisayarında doktora tezinin olduğunu, 2016 yılının Aralık ayında doktora tezini eğitim gördüğü Üniversiteye teslim etmesi gerektiğini belirten başvurucu, bu amaçla soruşturmayı yürüten makamdan 7/11/2016 dilekçe ile el konulan bilgisayarının imajının çıkartılarak kendisine verilmesini talep ettiğini ifade etmektedir. Bilgisayarın imajını alamadığı için 5/12/2016 tarihli dilekçe ile eğitimini dondurma talebinde bulunduğunu beyan eden başvurucu, eğitim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

27. Bakanlık görüşünde, öncelikle başvurucunun şikâyetinin konu bakımından eğitim hakkı kapsamında kalmadığı belirtilmektedir. Esasa ilişkin olarak ise başvurucunun ceza infaz kurumunda bulunduğuna dikkat çeken Bakanlık, Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen sınırlamanın hudutları çizilirken mahpuslar için ceza infaz kurumunda bulunmanın doğal ve kaçınılmaz sonuçlarının dikkate alınması gerektiğini savunmaktadır. Bakanlık gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gerekse Anayasa Mahkemesi kararları ile eğitim hakkının sınırsız bir hak olmadığının, eğitimin derecesi ile eğitim hakkının koruması arasında ters orantı bulunduğunun belirtildiğini ifade etmektedir. Dijital delillerin incelemesinin henüz sona ermediğine işaret eden Bakanlık, başarısız darbe girişiminin ardından binlerce kişi hakkında soruşturma ve kovuşturmanın devam ettiğini vurgulayarak incelemeleri yürüten kurumlarda yaşanan iş yoğunluğunun ve personel sayısındaki azalmanın nazara alınması gerektiğine işaret etmektedir. Söz konusu müdahalenin kamu düzeninin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi meşru amacı ile gerçekleştiğini, başvurucunun eğitimini belirli bir sürede tamamlamak gibi bir zorunluluğunun olduğunu ve el konulan bilgisayarda tez çalışmasının yer aldığına ilişkin ispata yarar herhangi bir veri sunmadığını belirten Bakanlık yine başvurucunun 5/12/2016 tarihinde eğitimine ara vermek için dilekçe verdiğini, söz konusu dilekçe nazara alınarak 2016-2017 eğitim öğretim yılında kaydının dondurulduğunu ancak başvurucunun bu sürenin akabinde mazeret hâlinin devamına ilişkin bir başvuruda bulunmadığı gibi öğrenimine devam etmek için kayıt da yenilemediğini, bu hâliyle kaydının silinmesine kendisinin sebebiyet verdiğini ileri sürmektedir. Tüm bu açıklamalar ışığında başvurucunun eğitim hakkının ihlaline ilişkin şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olması sebebi ile kabul edilemez olduğunu dikkat çeken Bakanlık esas incelemesi yönünden ise eğitim hakkının ihlal edilmediğini savunmaktadır.

2. Değerlendirme

a. Uygulanabilirlik Yönünden

28. Anayasa Mahkemesi, önceki kararlarında eğitim hakkının yüksek öğrenim seviyesini de kapsadığına (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 28; Şehmus Altuğrul, B. No: 2017/38317, 13/1/202, § § 40-42 ), belli bir zamanda mevcut olan eğitim kurumlarına etkili bir biçimde erişimin sağlanmasını güvence altına aldığına (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, B. No: 2013/583, 10/12/2014, § 68) ve kamu otoritelerine bireyin eğitim ve öğrenim almasını engellememe şeklinde bir negatif ödev yüklediğine (Adem Öğüt ve diğerleri, B. No: 2014/20527, 22/11/2017, § 44; Yüksel Baran, B. No: 2012/782, 26/6/2014, § 36) karar vermiştir.

29. Yüksek öğretimde ilerlenebilecek en yüksek seviyeli akademik derece doktoradır. Doktora sonrasında alınan unvanlar kişinin akademik derecesini değil akademik unvanını niteler. Bu bağlamda, başvurucunun mevcut bulunan bir eğitim kurumunda doktora öğrencisi statüsü ile eğitim almakta olduğu anlaşılmakla başvurunun eğitim hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu değerlendirilmektedir.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

31. Koruma tedbirleri; soruşturma ve kovuşturma sürecinde bir temel hakkı hükmün kesinleşmesinden önce kısıtlayan, geçici, gecikemez ve kural olarak hâkim kararını gerektiren tedbirlerdir. Başlıca iki amacı sağlamak üzere koruma tedbirlerine karar verilmektedir. Bu amaçlardan ilki daha sonra tesis edilecek hükmün kâğıt üstünde kalmasına engel olmak yani hükmün infaz edilebilirliğini sağlamak, ikincisi ise maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmektir. Koruma tedbiri kararlarının kişilerin bireysel başvuru kapsamındaki haklarından bir veya daha fazlasının ihlal edilmesi sonucunu doğurması mümkündür (Hülya Kar [GK], B. No: 2015/20360, 7/2/2019, § 17).

32. Başvuruya konu koruma tedbiri el koyma olup başvurucunun doktora tezinin kayıtlı olduğu bilgisayarına hâkim kararı ile el konulmuştur. Dolayısıyla başvuruya konu tedbirin uygulanması sonucunda başvurucunun eğitim hakkına müdahalede bulunulmuştur.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

33. Anayasa'nın 42. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.

Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir."

34. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

35. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 42. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

36. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedene dayanma ve demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir. İlk olarak mevcut müdahalenin kanunilik koşulunu taşıyıp taşımadığı incelenecektir.

 (1) Kanunilik ve Meşru Amaç

37. Söz konusu tedbirin kanuni bir dayanağının olduğu (bkz. §§ 20-22) konusunda bir tereddüt yoktur. Başvurucunun bilgisayarına el konulması başvurucu hakkında yürütülen soruşturma kapsamında tesis edilen işlemlerden olup bu yolla maddi gerçeğin süratle ortaya çıkarılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır.

 (2) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

38. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38; Şehmus Altuğrul, B. No: 2017/38317, 13/1/2021, § 49).

39. Koruma tedbirlerinin uygulanması suretiyle kişilerin anayasal haklarına yapılan müdahaleler nedeniyle meydana gelen zararların ağırlığının tespit edilmesi gerekir. Bunun için koruma tedbiri yoluyla yapılan müdahalelerin sonuçlarına eğilmek gerekir. Anayasa Mahkemesi olayın somut koşullarında koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara yol açıp açmadığını, ağır sonuçlara yol açmış ise böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanıp sağlanmadığını denetleyecektir (Hülya Kar, § 25).

40. Bu bağlamda ilk olarak başvuruya konu el koyma koruma tedbirinde olduğu gibi tüm koruma tedbirlerinin geçici olduğu unutulmamalıdır (benzer yönde bir değerlendirme için Hülya Kar, § 26). Herhangi bir tedbirin ilanihaye veya herhangi bir kriterden bağımsız olarak süreklilik arz eder biçimde uygulanması mümkün değildir. Tedbirin geçici olması, tedbirden beklenen amacın hasıl olmasını müteakip sonlanacağı anlamına gelir (Hülya Kar, § 26).

41. Bununla bağlantılı olarak geçen sürenin uzaması nedeniyle koruma tedbirinin anayasal haklar üzerinde giderek ağırlaşan bir baskıya neden olacağı açıktır. Koruma tedbiri süresinin uzaması oluşan mağduriyeti artırıyor, müdahaleden önceki hâle dönülmesini güçleştiriyor veya imkânsız hâle getiriyorsa koruma tedbiri nedeniyle uğranılan zararın kaçınılmaz olandan ağır olduğu sonucuna varılabilir (Hülya Kar, § 27).

42. Koruma tedbirinin süresi müdahalenin ağırlığının tartılmasında dikkate alınması gereken bir faktördür. Bu sebeple bir koruma tedbirinin anayasal bir hakka anlık olarak mı müdahalede bulunduğu yoksa süregelen bir müdahalenin mi söz konusu olduğu gözönünde bulundurulacaktır. Bilhassa süregelen bir koruma tedbirinin durumun gerektirdiğinden daha uzun sürdüğünün anlaşıldığı durumlarda tedbir nedeniyle müdahale edilen anayasal hakların ihlali söz konusu olabilir (Hülya Kar, § 28).

43. Koruma tedbirleri ile anayasal haklara yapılan müdahalelerin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı güvenceler sağlanmalıdır (Hülya Kar, § 31). Müdahale teşkil eden tedbirlerin özellikle kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının kişilere tanınmış olması gerekir. Söz konusu usul güvencelerinin mevzuatta yer almaması, yer aldığı hâlde uygulanmaması veya etkisizleşmesi koruma tedbirlerinin müdahale ettiği anayasal hakları ihlal eder (Hülya Kar, § 32).

44. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında koruma tedbirlerini inceleme bakımından temel görevi başvurucuya kimi usule ilişkin olmak üzere yukarıda değinilen güvencelerin sağlanıp sağlanmadığını belirlemekten ibarettir. Diğer bir deyişle koruma tedbirlerinin anayasal haklara müdahale ettiği yönündeki şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin denetiminin oldukça sınırlı bir alanda gerçekleşeceğini kabul etmek gerekir (Hülya Kar, § 39).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

45. Somut olayda dijital verilere el koyma şeklindeki koruma tedbiri 16/7/2016 tarihinde hâkim kararı ile verilmiş olup anılan tedbire başvurulmasındaki meşru amacın hakkında FETÖ/PDY üye olma suçundan soruşturma açılmış bulunan başvurucu hakkındaki suçlamalara ilişkin delillerin toplanması yoluyla maddi gerçeğin açığa çıkartılması olduğu açıktır.

46. El koyma tedbiri, kararının uygulandığı tarihte yürürlükte olan ve bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma usulünü düzenleyen 5271 sayılı Kanun'un 134. maddesine göre yapılmıştır. Söz konusu kurala göre el konulan dijital materyalin yedeği çıkartılmalı ve talebi hâlinde elektronik ortamda çıkartılacak bir kopyası şüpheliye verilmelidir.

47. Kural böyle olmakla birlikte 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde OHAL ilan edilmiş ve 15 Temmuz tarihli darbe teşebbüsünün hemen ardından Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından açılan soruşturmalar kapsamında çok sayıda kişi hakkında başta gözaltı, tutuklama, arama ve elkoyma olmak üzere sayısız koruma tedbiri kararı alınmıştır. OHAL döneminde başlatılan soruşturmaların sayısal çokluğu ve niteliksel ağırlığı gözönüne alınarak 668 sayılı KHK çıkartılmıştır. Anılan KHK'nın bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma usulünü düzenleyen 3. maddesinde dijital verilerin kopyalanması ve yedeklenmesi işleminin uzun sürmesi hâlinde doğrudan dijital materyalin depolanmış olduğu alete elkonulabileceği düzenlenmiştir.

48. Önemle belirtmek gerekir ki bireysel başvuruya konu elkoyma kararının uygulandığı tarihte 5271 sayılı Kanun'un 134. maddesinde şüpheliler lehine getirilen güvenceler henüz 668 sayılı OHAL KHK'sı ile kısıtlanmamıştı. Bununla birlikte somut olayda başvurucunun tezinin kayıtlı olduğu bilgisayarına el konulduğu sırada bilgisayarda kayıtlı verilerin imajının çıkartılarak başvurucuya teslim edilmediği anlaşılmaktadır.

49. Anılan koruma tedbirinin icrasının ardından 7/11/2016 tarihinde başvurucu tarafından soruşturma makamından doktora tezinin kayıtlı olduğu hususu açıkça belirtilerek bilgisayarın imajının çıkartılması ve bir kopyasının tarafına verilmesi talep edilmiş ise de başvurucunun bu talebine olumlu yahut olumsuz bir cevap verilmemiştir. Başvurucunun talepte bulunduğu tarih itibarıyla 668 sayılı OHAL KHK'sı yürürlüktedir. Bununla birlikte anılan KHK'da kopyalama ve yedekleme işleminin uzun sürecek olması hâlinde bu araç ve gereçlere el konulabileceği belirtilmekle birlikte işlemlerin tamamlanması üzerine el konulan cihazların gecikme olmaksızın iade edileceği hususu da garanti altına alınmıştır.

50. Dosyada bulunan bilgiler ışığında 5/10/2017 tarihli celsede Mahkeme tarafından kurulan 4 No.lu ara kararda dijital materyal raporuna ilişkin yazılan müzekkere akıbetinin beklenmesinden vazgeçildiği görülmektedir. 28/11/2017 tarihli karar ile dijital materyal incelemesinden vazgeçen Mahkeme dosyadaki mevcut delil durumuna göre başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiş, başvurucuya ait dijital materyallerinin ise inceleme aşaması bittikten sonra teslimine hükmetmiştir.

51. Başvurucu hakkındaki temyiz yargılaması devam ederken 8/7/2018 tarihinde OHAL uygulaması ülke genelinde sona ermiş ve 668 sayılı OHAL KHK'sının uygulaması son bulmuştur. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 20/5/2019 tarihli kararı ile başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı bozulmuştur. Bozmadan sonra yargılamaya devam eden Mahkemeye Anayasa Mahkemesi Başraportörlüğü tarafından 2/9/2020 tarihinde yazı yazılmış, Mahkeme tarafında bireysel başvuru dosyasına gönderilen 7/9/2020 tarihli cevabi yazından (bkz. § 19) bireysel başvuru dosyası inceleme tarihi itibarıyla başvurucunun talebinin hâlen yerine getirilmemiş olduğu anlaşılmıştır.

52. Başvurucuya ait el konulan bilgisayarda kayıtlı verilerin imajının alınarak kendisine teslimi başvurucunun maruz kaldığı koruma tedbirine yönelik usule ilişkin güvencelerdendir. Bununla birlikte başvurucunun maruz kaldığı bir koruma tedbiri sebebi ile usule ilişkin güvencelerden mahrum bırakılması her koşul altında hak ihlali sonucu doğurmayabilir. Gerçekten de 668 sayılı OHAL KHK'sının yürürlükte olduğu OHAL uygulamasının sürdüğü dönemde ülkenin içinde yer aldığı koşullar dikkate alınarak -belirli şartlar altında ve uygun gerekçelerle- temel hak ve özgürlüklere yönelik birtakım kısıtlamalar getirilebileceği kabul edilebilir. Ancak başvurucunun OHAL ilanı öncesinde el konulan bilgisayarında kayıtlı bulunan doktora tezi gerek OHAL öncesi mevcut olan gerekse OHAL ilanı ile getirilen usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmayarak yaklaşık beş yıl boyunca kendisine verilmemiştir.

53. Bu bağlamda başvurucuya ait bir dijital materyal hakkında tatbik edilen elkoyma koruma tedbiri ile başvurucunun eğitim hakkına müdahale edilmiş, başvurucu şikâyetini soruşturma makamlarına taşımış, soruşturma ve yargılama makamları başvurucunun talebi ile ilgili olarak olumlu ya da olumsuz hiçbir değerlendirmede bulunmamıştır. Başvurucu koruma tedbirine ilişkin usule ilişkin güvencelerden beş yıl gibi makul olmayan bir süre ve öngörülemez bir şekilde yararlandırılmamıştır.

54. Yukarıdaki açıklamalar ışığında bireysel başvuru inceleme tarihi itibarıyla başvurucunun isteminin hâlen yerine getirilmemiş olduğu hususu da dikkate alınarak somut olayda Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

C. Başvurucunun Diğer İhlal İddiaları Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları

55. Başvuru; hakkında tatbik edilen tutuklama tedbirinin hukuki olmadığını ve tutukluluğun devamı kararlarının tebliğ edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini, mal varlığına elkoyma şeklinde uygulanan tedbir nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini, konutunda yapılan ikinci arama işlemi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini, tutuklandığı 18/7/2016 tarihini müteakip beş gün boyunca talep etmiş olmasına rağmen avukatı ile görüştürülmemesi ve soruşturma dosyasında kısıtlama getirilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

56. Başvurucu; eğitim hakkının yanı sıra mülkiyet, kişi hürriyeti ve güvenliği, özel hayata saygı ve adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Bununla birlikte başvurucunun eğitim hakkı dışındaki şikâyetlerine benzer nitelikteki çok sayıda şikâyet Anayasa Mahkemesi tarafından müteaddit defa incelenmiştir.

57. Başvurucu, mal varlığına elkoyma şeklinde uygulanan tedbir nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Anayasa Mahkemesi Mehmet Ali Aslan (B. No: 2013/2429, 30/3/2016) kararında 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolunun başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunduğu sonucuna ulaşmıştır. Somut başvuru yönünden anılan kararda ortaya konulan ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durumun olmadığı değerlendirilmiştir.

58. Başvurucu, tutuklandığı 18/7/2016 tarihini müteakip beş gün boyunca avukatı ile görüştürülmemesi ve soruşturma dosyasında kısıtlama getirilmesi sebebi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17). Somut olay kapsamında yargılamanın inceleme tarihi itibarıyla devam ettiği anlaşıldığından başvuru yollarının tüketilmediği sonucuna ulaşılmıştır.

59. Başvuru konusu olayda ileri sürülen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasıyla ilgili olarak daha önce bireysel başvuruda bulunulduğu ve başvurucunun anılan şikâyetiyle ilgili olarak 2018/4017 başvuru numaralı dosya üzerinden İkinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından yapılan inceleme sonunda açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilmezlik kararı verildiği tespit edildiğinden başvurunun bu şikâyet yönünden mükerrer başvuru niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

60. Anayasa Mahkemesi, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ile ilgili olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla tahliyesine karar verilmiş veya hükümlü hâle gelmiş başvurucular yönünden asıl dava sonuçlanmamış da olsa 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendinde öngörülen yolun tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Ali Efendi Peksak (2), B. No: 2017/37727, 12/9/2019, §§ 56-67; Özgür Arıbaş, B. No: 2015/2394, 31/10/2018, §§ 57-60; Mehmet Takımsu, B. No: 2016/63712, 15/11/2018, §§ 65-69; Abdurrahim Özkan, B. No: 2017/25586, 18/4/2018, §§ 80-86). Başvurucu, tutukluluğun devamı kararlarının kendisine tebliğ edilmediğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun bireysel başvuruda bulunduktan sonra 12/9/2019 tarihinde tahliye edilmiş olduğu anlaşılmakla somut olay bazında anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir durumun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

61. Başvurucu, konutunda farklı tarihlerde iki kez arama yapıldığını ve ikinci aramanın keyfî olduğunu ileri sürerek özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir. Anayasa Mahkemesi Hülya Kar kararında, koruma tedbirlerinin maddi hakları ihlal ettiği iddiaları yönünden bireysel başvuruda yapılması gereken denetimin sınırlarını çizmiştir. Anılan kararda ortaya konulan ilkeler referansında başvuru konusu koruma tedbirinin türü, süresi, uygulanma tarzı ve kişinin yaşamı üzerindeki etkileri birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun uğradığı zararın kaçınılmaz olandan ağır olduğu veya koruma tedbirinin keyfî uygulandığı değerlendirilmemiştir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

63. Başvurucu; ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

64. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

65. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

67. Başvurucu hakkında terör örgütü üyeliği suçundan yürütülen soruşturma kapsamında verilen dijital materyallere elkoyma kararı kapsamında başvurucuya talep ettiği dijital materyal imaj örneğinin verilmemesi sebebi ile eğitim hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal edilen eğitim hakkına ilişkin müdahalenin soruşturma aşamasında gerçekleştiği ancak yargılama safahatında da devam ettiği anlaşıldığından ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı sonucuna ulaşılmıştır.

68. Bu kapsamda yapılması gereken iş başvurucunun talebi hakkında Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun bir karar verilmesinden ibarettir. Bu durumda eğitim hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için ihlal kararının bir örneğinin başvurucunun yargılamasının devam ettiği İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

69. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya eğitim hakkının ihlali nedeniyle net 8.100 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE

B. 1. Eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Başvurucunun diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması, başvuru yollarının tüketilmemesi ve mükerrer olması nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin eğitim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2019/382) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya eğitim hakkının ihlali nedeniyle net 8.100 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET BATUR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/20182)

 

Karar Tarihi: 14/9/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 24/11/2021 - 31669

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

Raportörler

:

Mustafa İlhan ÖZTÜRK

 

 

Fatma Gülbin ÖZCÜRE

Başvurucu

:

Ahmet BATUR

Vekili

:

Av. Özge DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucunun kişisel sosyal medya hesabından öğrencisi olduğu üniversite yönetimi hakkında birtakım iddialarda bulunan bir haberi paylaşması nedeniyle başvurucuya bir hafta uzaklaştırma disiplin cezası verilmesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. 1993 doğumlu olan başvurucu, Yıldız Teknik Üniversitesi (Üniversite) Makine Mühendisliği Bölümü öğrencisidir. Başvurucu 10/10/2016 tarihinde şahsi Facebook hesabından Sol Haber Portalı adlı haber sitesinde yayımlanan "Yıldız Teknik Üniversitesi'ni [M.] mi Yönetiyor" başlıklı bir haberi yorumsuz paylaşmıştır.

10. Başvurucunun söz konusu paylaşımı yapmasından üç gün sonra Üniversite yönetimi tarafından hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda Dekanlığın 14/11/2016 tarihli kararı ile yükseköğretim kurumu personelinin kurum içinde ya da dışında şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle 18/8/2012 tarihli ve 28388 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca başvurucuya bir hafta yükseköğretim kurumundan uzaklaştırma disiplin cezası verilmiştir.

11. Başvurucu 12/1/2017 tarihinde söz konusu idari işlemin iptali istemiyle idare mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; eyleminin hâlihazırda erişime açık olan, herhangi bir ceza ya da hukuk davasına konu olmayan bir haberin paylaşılmasından ibaret olduğunu, öğrencisi olduğu üniversite ile ilgili bir haberi yorum yapmadan paylaşması nedeniyle verilen disiplin cezasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir.

12. Davayı inceleyen İstanbul 11. İdare Mahkemesi (Mahkeme) hukuka uyarlık bulunmadığı kanaatiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, başvurucunun başka bir haber sitesinde yer alan bir haberi yorum yapmadan paylaştığı vurgulanmış; eylemin hakaret içermediği, muhatabının şeref ve haysiyetini zedeleyecek mahiyette olmadığı ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı belirtilmiştir.

13. Üniversite Rektörlüğünün istinaf talebi üzerine dava dosyasını inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 7. İdare Dava Dairesi (Daire) 27/4/2018 tarihinde istinaf talebini kabul ederek Mahkemenin kararını kaldırmış ve başvurucunun davasının reddine karar vermiştir. Daire gerekçesinde, başvurucunun iftira unsuru taşıyan karalayıcı bir haberi şahsi sosyal medya hesabından paylaştığı belirtilmiş; söz konusu paylaşımın kişilerin şeref ve haysiyetini zedeleyecek mahiyette olduğu kanaatine ulaşılarak verilen disiplin cezasında hukuka aykırılık görülmediği sonucuna ulaşılmıştır.

14. Nihai karar başvurucuya 28/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

15. Başvurucu 27/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

16. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Öğrencilerin disiplin işleri" kenar başlıklı 54. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Soruşturma, yetkiler ve cezalar:

a. Yükseköğretim kurumları içinde veya dışında yükseköğretim öğrenciliği sıfatına, onur ve şerefine aykırı harekette bulunan, öğrenme ve öğretme hürriyetini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kısıtlayan, kurumların sükün, huzur ve çalışma düzenini bozan, boykot, işgal ve engelleme gibi eylemlere katılan, bunları teşvik ve tahrik eden, yükseköğretim mensuplarının şeref ve haysiyetine veya şahıslarına tecavüz eden veya saygı dışı davranışlarda bulunan ve anarşik veya ideolojik olaylara katılan veya bu olayları tahrik ve teşvik eden öğrencilere; eylem başka bir suçu oluştursa bile ayrıca uyarma, kınama, bir haftadan bir aya kadar veya bir veya iki yarıyıl için kurumdan uzaklaştırma veya yükseköğretim kurumundan çıkarma cezaları verilir.

..."

17. Yönetmelik'in "Dayanak" kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:

"Bu Yönetmelik 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 54 üncü maddesi ile 65 inci maddesinin (a) fıkrasının (9) numaralı bendine dayanılarak hazırlanmıştır."

18. Yönetmelik'in "Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren disiplin suçları" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren eylemler şunlardır;

...

d) Yükseköğretim kurumu personelinin, kurum içinde ya da dışında, şeref ve haysiyetini zedeleyen sözlü veya yazılı eylemlerde bulunmak,

..."

B. Uluslararası Hukuk

19. Eğitim hakkı hususunda ayrıntılı uluslararası hukuk bilgisi için bkz Özcan Özsoy, B. No: 2014/5881, 15/2/2017, §§ 22-28.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 14/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

21. Başvurucu; paylaşılan haberin başvuru tarihinde dahi erişime açık olduğunu, haber içeriğinde hakaret olduğu iddiasıyla haber sahibine ceza ya da hukuk davası açılmadığını, haber içeriği ile ilgili olarak üniversite yönetiminin şikâyetinin bulunmadığını beyan etmiştir. Başvurucu, haberin yorumsuz bir şekilde şahsi sosyal medya hesabından paylaşıldığını vurgulamıştır. Başvurucu, içeriği hakaret oluşturmayan bir paylaşım nedeniyle kendisine disiplin cezası verilerek bir hafta süreyle üniversiteden uzaklaştırılmasının ifade özgürlüğü ile eğitim ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

22. Bakanlık görüşünde; başvurucunun yaptığı paylaşım nedeniyle cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğüne bir müdahale olup olmadığının ve çatışan iki değer arasında (ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkı) adil bir denge kurulup kurulmadığının Anayasa Mahkemesinin mevcut içtihatları dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

B. Değerlendirme

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Öğrencilere tatbik edilen okuldan uzaklaştırma yahut eğitimden çıkarma gibi eğitim kurumundan süreli veya süresiz olarak uzaklaştırma şeklindeki müdahaleler eğitim hakkına müdahale teşkil eder. Bu nedenle başvurucunun iddialarının bir bütün olarak eğitim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

24. Anayasa'nın 42. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.

Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

26. Başvurucu hakkında şahsi sosyal medya hesabından paylaşımda bulunduğu haber nedeniyle yükseköğretim kurumundan bir hafta uzaklaştırma disiplin cezası verilmiştir. Başvurucunun bu süre zarfında kayıtlı olduğu yükseköğretim kurumunda eğitimine devam edemediği gözetildiğinde söz konusu disiplin cezası ile başvurucunun eğitim hakkına yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

27. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

28. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

29. Yükseköğretim öğrencilerinin disiplin işlemlerine ilişkin soruşturma usulleri, yetkiler ve cezalar 2547 sayılı Kanun'un 54. maddesinde düzenlenmiştir. Yönetmelik'in 6. maddesi de söz konusu Kanun hükmüne dayanılarak çıkarılmıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde 2547 sayılı Kanun'un 54. maddesi ile Yönetmelik'in 6. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

30. Taşıdığı öneme karşın eğitim hakkı, niteliği gereği bazı düzenlemelere tabidir. Şüphesiz eğitim kurumlarını düzenleyen kurallar, toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine has özelliklere göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Ünal Yıldırım, B. No: 2013/6776, 5/11/2014, § 42; Savaş Yıldırım, B. No: 2013/6258, 10/6/2015, § 42). Devletin bu takdir alanı eğitim kurumunun seviyesi yükseldikçe artar, buna karşılık eğitimin birey ve toplum bakımından önemine bağlı olarak azalır (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, B. No: 2013/583, 10/12/2014, § 67). Devletin sahip olduğu takdir yetkisi, toplumun ihtiyaçlarını gözeterek var olan eğitim kurumlarını kaldırmayı veya statülerinde değişiklik yapmayı da kapsamaktadır. Şüphesiz devletin belirtilen bu takdir alanı içinde hareket ederken meşru bir amaca dayanan değişiklikler yapması da kendisinden beklenecektir (Melih Sivas, B. No: 2016/15634, 28/6/2018, § 58).

31. Anayasa'nın 42. maddesinde eğitim hakkının sınırlandırılmasına ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Bununla birlikte eğitim hakkının mutlak ve sınırsız bir hak olduğu düşünülemez. Nitekim anılan maddenin ikinci fıkrasında yer verilen "Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir." ifadesi ile devlete bir takdir alanı yaratılmıştır. Eğitim hakkının Anayasa'nın "Sosyal ve Ekonomik Haklar" bölümünde düzenlendiği hususu da gözetildiğinde devlete tanınan bu takdir hakkının özünde bir sınırlama yetkisi de içerdiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Anayasa'da diğer haklardan farklı olarak eğitim hakkının sınırlanması hususunda kanun koyucuyu bağlayan belli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Dolayısıyla kanun koyucunun eğitim hakkının sınırlanması hususundaki takdir aralığının geniş olduğu ifade edilebilir. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (Adem Öğüt ve diğerleri, B. No: 2014/20527, 22/11/2017, § 53).

32. Somut olayda başvurucu, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla yükseköğretim kurumu personelinin şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle yükseköğretim kurumundan bir hafta uzaklaştırma disiplin cezası ile tecziye edilmiştir. Başvurucunun eğitim hakkına yönelik olarak gerçekleştirilen bu müdahalenin eğitim kurumunun disiplin ve düzeninin korunması amacıyla gerçekleştirilmiş olduğu görülmekle müdahalenin meşru bir amacının bulunduğu sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Genel İlkeler

33. Eğitim çok özel bir kamu hizmeti olarak sadece doğrudan faydaları olan bir hizmet değil geniş sosyal fonksiyonları da olan bir hizmettir. Demokratik bir toplumda insan haklarının sağlamlaşması ve devamı için eğitim hakkı vazgeçilmezdir (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, § 66).

34. Taşıdığı öneme karşın eğitim hakkı belirli bir zamanda mevcut bulunan eğitim kurumlarına erişimi koruma altına almaktadır. Bu sebeple bireylere belirli tipte veya seviyede eğitimin kurulmasını yahut desteklenmesini talep etme hakkı bahşetmez. Bununla birlikte mevcut veya hâlihazırda desteklenen eğitim kurumlarına etkili bir şekilde erişimi sağlama eğitim hakkının koruması altındadır.

35. Eğitim kurumunun azami verimlilikle çalışabilmesi için kurumun insicamının bozulmaması veya bozulma tehlikesinin doğmaması elzemdir. Bu amaçla eğitim ve öğretimin sunulduğu kurumlar olan okullarda düzenin sağlanması ve eğitimin en verimli şekilde aktarılması için eğitimin alıcısı durumunda olan öğrencilere yönelik öngörülen disiplin kurallarıyla öğrencilerin eğitim hakkı da dâhil olmak üzere birtakım temel hak ve özgürlüklerine karşı sınırlamalar getirilebilir.

36. Bununla beraber öğrencilerin temel hak ve özgürlüklerine yönelik bu sınırlamaların demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte ve ölçülü olması beklenmektedir. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, toplumsal bir ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez.

37. Eğitim hakkına yönelik olarak getirilecek kısıtlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı noktasında yapılacak değerlendirme açısından nazara alınması gereken bir diğer husus ise eğitim hakkına yönelik getirilen kısıtlamanın bireyin eğitim hakkı ile birlikte ifade özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti, özel hayata saygı hakkı gibi Anayasa ile teminat altına alınan diğer hak ve özgürlüklerine de tesiri olup olmadığıdır. Şüphesiz ki bireyin Anayasa ile teminat altına alınan haklarını ortadan kaldıracak yahut kullanılmasını engelleyecek müdahaleler Anayasa'nın 13. maddesine aykırılık teşkil edecektir.

38. Eğitim hakkına yönelik olarak getirilen sınırlamaların ölçülülüğü yönünden ise dikkate alınması gereken üç kriter bulunmakta olup bu ölçütler elverişlilik, gereklilik ve orantılılıktır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Şehmus Altuğrul, B. No: 2017/38317, 13/1/2021, §§ 50-52).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Somut olayda başvurucunun şahsi sosyal medya hesabından yapmış olduğu paylaşımla yükseköğretim kurumu personelinin şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle hakkında yükseköğretim kurumundan bir hafta uzaklaştırma disiplin cezası tesis edilmiştir. Anayasa Mahkemesi önündeki mesele, başvurucunun eylemi sebebiyle ceza ile tecziye edilmesinin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelip gelmediği ve ölçülü olup olmadığıdır. Bu bağlamda yapılacak inceleme açısından derece mahkemelerinin gerekçesi büyük önem arz etmektedir.

40. Başvurucunun eğitim hakkına yönelik müdahale ifade özgürlüğü ile bağlantılı olarak gerçekleşmiştir. Diğer bir ifade ile başvurucunun eğitim hakkına yönelen müdahaleye başvurucunun paylaştığı ifadeler sebep olmuştur. Başvurucu paylaştığı gazete haberiyle okul disiplin kurallarını bozduğu gerekçesiyle disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. İfade özgürlüğü gibi başka bir hakkın kullanılması ile ilintili olarak eğitim hakkına yönelen müdahalelerde dengelemede nazara alınması gereken değişkenlerden birisi de müdahaleye sebebiyet veren haktır. Diğer hakların kullanılması ile ilintili olarak eğitim hakkına yönelen müdahalelerde müdahaleye konu eylemin eğitim kurumunun düzeni üzerindeki olası yahut mevcut olumsuz etkisinin mutlaka gösterilmesi gerekir. Kuşku yok ki eğitim kurumunun disiplininin sağlanması meşru bir amaç olmakla birlikte söz konusu amacı gerçekleştirmek amacıyla bireyin ifade özgürlüğünü ortadan kaldıracak yahut kullanılmasını aşırı zorlaştıracak müdahaleler kabul edilemez.

41. Bu noktada ilk olarak cezalandırmaya konu eylemin başvurucunun şahsi sosyal medya hesabından bir haberin paylaşılması şeklinde gerçekleştiği dikkate alınmalıdır. Eylem başvurucunun üniversite dışındaki özel alanında gerçekleşmiştir. Şüphesiz ki disiplin kuralları öğrencilerin okul dışındaki ifade ve eylemelerine tesir edecek ölçekte de uygulanabilir. Bununla birlikte öğrencilerin okul dışındaki ifade ve eylemlerine disiplin amacıyla müdahale imkânı oldukça dardır. Öğrencilerin eğitim kurumu dışındaki ifade ve eylemleri sebebi ile eğitim hakkına müdahale teşkil edecek nitelikte yaptırımlara maruz kalmaları ancak kurum dışında gerçekleşen eylemin kurum düzenini ciddi şekilde etkilemesi halinde mümkündür. Bununla birlikte somut olayda Dairenin gerekçesinden başvurucunun cezalandırılmasına konu hareketin Üniversitenin düzenini hangi derecede etkilediğine, ne şekilde bozduğuna veya bozma tehlikesi meydana getirdiğine ilişkin hiçbir değerlendirilmede bulunulmadığı görülmektedir.

42. Diğer bir husus ise şikâyete konu haberin yorumsuz olarak paylaşılmasıdır. Başvurucunun eylemi, kamuoyunca erişilebilir olan ve kendisini doğrudan ilgilendiren bir haber içeriğinin paylaşılmasından ibarettir. Başvurucunun haber içeriğinde yer alan yorum ve iddiaları destekleyip desteklemediği dahi anlaşılamamaktadır. İçeriği doğru ya da yanlış olsun salt bir gazete haberinin sosyal medya hesabı üzerinden paylaşılması otomatik olarak başvurucunun yaptırıma maruz kalması sonucunu doğurmamalıdır. Hukuka aykırı olması nedeniyle haberi yapan kişilerin sorumlulukları yoluna gitmek mümkünken haberin yayımlanmasından sorumlu olmayan kişilerin haberi paylaşmaları nedeniyle sorumlulukları açıklanmadan cezalandırılmaları kamuyu ilgilendiren konularda serbest ve açık tartışmaların önlenmesi sonucunu doğuracaktır (gazetecilerin yaptıkları haberler nedeniyle cezalandırılmaları bağlamında bkz. Güneş Basım Yayım Organizasyon ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2018/24677, 28/1/2021, § 48). Aksinin kabulü bilgi ve haberin paylaşılmasını zorlaştıracak, bir ülkede demokrasinin varlığı konusunda turnusol kâğıdı işlevi gören ifade özgürlüğünün varlığını tartışılır hâle getirecektir (Cem Atmaca, B. No: 2018/6030, 8/9/2021, § 39).

43. Öğrencilerin ifade özgürlüğüne yönelik olarak getirilen düzenlemeler yönünden eğitimin derecesi de büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda disiplinel kısıtlamaya maruz kalan bireyin hangi derecede eğitim aldığı ehemmiyet taşır. Eğitimin derecesi arttıkça öğrencinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler azalmalıdır. Somut olayda başvurucunun yükseköğretim öğrencisi olduğu, bu bağlamda ifade özgürlüğüyle bağlantılı eğitim hakkına yönelik müdahale alanının ilk ve orta öğretim seviyelerine göre daha dar olması gerektiği açıktır. Bu bağlamda özgür düşüncenin ve eleştirel aklın beşiği olarak görülen üniversitelerde farklı düşüncelere sahip üniversite öğrencilerine daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekmektedir. Söz konusu görüş ve fikirler tartışmalı olsa veya rağbet görmese dahi ifade etme özgürlüğünün sıkı korumasından yararlanmalıdır. Daire, bahsi geçen hususlarla ilgili olarak da herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır.

44. İdare ve mahkemelerin üniversite öğrencilerine verilecek disiplin cezalarına ilişkin kararlarında müdahaleye konu eylemin eğitim kurumunun düzeni üzerindeki olası yahut mevcut olumsuz etkisini mutlaka göstermesi gerekir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi Dairenin disiplin cezasının hukuka uygun olduğuna ilişkin gerekçeli kararını incelemiştir. Daire, başvurucunun paylaştığı haberin iftira unsuru taşıyan karalayıcı bir haber olduğunu belirterek paylaşımın kişilerin şeref ve haysiyetini zedeleyecek mahiyette olduğu kanaatine varmıştır. Bununla birlikte kararda yaptırıma konu edilen ifadelerin eğitim kurumunun disiplin ve düzeni üzerindeki mevcut yahut olası etkilerinin tartışılmamış olduğu görülmektedir. Diğer bir ifade ile kararda, verilen disiplin cezasının nasıl bir zorunlu sosyal ihtiyaca karşılık geldiği ortaya konulamamıştır.

45. Sonuç olarak Daire başvuruya konu paylaşımın yapılma nedenini, paylaşımın içeriğini, paylaşılan haberde geçen hangi ifadelerin kurum insicamına ne şekilde tesir ettiğini, başvurucunun almakta olduğu eğitimin seviyesini, paylaşımın yapıldığı mecrayı, paylaşımın mevcut bir haberin yorumsuz olarak iletilmesinden ibaret olduğunu değerlendirmemiştir. Yukarıdaki açıklamalar ışığında başvurucuya verilen disiplin cezasının zorunlu bir ihtiyacı karşıladığı ve amaca ulaşmak bakımından orantılı olduğu ortaya konulamamıştır. Dairenin ileri sürdüğü gerekçeler başvurucunun eğitim hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli olarak kabul edilemez.

46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

48. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama ile 5.000 TL maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

49. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

50. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

51. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

52. Başvurucunun yapmış olduğu paylaşım nedeniyle Daire tarafından disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesine ilişkin kararın gerekçesinin ilgili ve yeterli olmadığı, bu nedenle başvurucunun eğitim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

53. Bu durumda eğitim hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 11. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

54. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eğitim hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin eğitim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 11. İdare Mahkemesine (E.2017/93, K.2017/2077) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İLKNUR UYAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/14617)

 

Karar Tarihi: 14/4/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 5/8/2022-31914

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Ali Erdem ŞAHİN

 

 

Yunus HEPER

Başvurucu

:

İlknur UYAN

Vekili

:

Av. Eren GÖNEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, katıldığı bir basın açıklamasında öğrencisi olduğu üniversitenin rektörünün şeref ve itibarını zedeleyici nitelikte ifadeler kullandığından bahisle bir ay okuldan uzaklaştırma disiplin cezası ile cezalandırılan başvurucunun eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

5. 1997 doğumlu olan başvurucu, Mersin Üniversitesi (Üniversite) Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğrencisidir. Başvurucu, Ankara Garı saldırısını protesto eden öğrenciler hakkında Üniversite yönetimi tarafından açılan soruşturmaya tepki göstermek amacıyla 30/11/2017 tarihinde Mersin Gazeteciler Cemiyeti bürosunda bir grup öğrenci tarafından yapılan basın açıklamasına katılmıştır. Basın açıklamasında şu ifadeler kullanılmıştır:

"Rektörlüğün ve emniyet güçlerinin kaygısının üniversitenin değil biat edilen siyasal iktidarın huzurunun bozulması olduğunu da biliyoruz. Rektörlük seçimlerinde üçüncü olan ve daha sonra cumhurbaşkanı tarafından Mersin Üniversitesi'ne atana kayyum rektör (...) göreve geldiğinden bu yana bilimi, aklı savunan 170 üniversiteliye uzaklaştırma vermiştir. Yine aynı şekilde barış imzacısı olan birçok akademisyenin sözleşmelerini yenilemeyip işsiz bırakmıştır. Bizler (...)' nın ilerici, aydın ve yurtsever akademisyen ve öğrencileri okuldan uzaklaştırma derdini çok iyi biliyoruz. Rektörlüğün derdi, siyasal iktidarın yaratmaya çalıştığı sorgulamayan, toplumun değil sermaye çıkarına bilgi üreten,.., bir gençlik kuşağının kurucu görevini üstlenmektir,..., ne üniversite size biat eder ne de bu memleketin gerçek sahipleri."

6. Bahse konu basın açıklamasında Üniversite Rektörü'ne yönelik şeref ve haysiyeti zedeleyici nitelikte ifadeler kullanıldığından bahisle Üniversite yönetimi tarafından disiplin soruşturması açılmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda Dekanlığın 23/2/2018 tarihli kararı ile Üniversite personelinin kurum içinde ya da dışında şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle 18/8/2012 tarihli ve 28388 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca başvurucuya bir ay yükseköğretim kurumundan uzaklaştırma disiplin cezası verilmiştir. Sunulan belgelerden idarenin daha fazla bir gerekçeye yer verdiği anlaşılamamaktadır.

7. Başvurucu 27/2/2018 tarihinde söz konusu idari işlemin iptali istemiyle idare mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; basın açıklamasının kampüs sınırları dışında yapıldığını, basın açıklamasının hazırlamasında ve okunmasında dahli olmadığını belirterek verilen disiplin cezasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

8. Davayı inceleyen Mersin 2. İdare Mahkemesi (Mahkeme) dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali talebinin reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...söz konusu basın açıklamasında okunan metin içerisinde Mersin Üniversitesi Rektörü'nü hedef alan ve şeref ve haysiyetini zedeleyen ifadelere yer verildiği, her ne kadar söz konusu metin davacı tarafından okunmasa da, basın açıklaması grup adına yapıldığından ve davacının basın açıklaması ve bitimindeki hal ve hareketlerinden basın açıklamasını desteklediği anlaşıldığından, davacının Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 6/d maddesine istinaden 2017-2018 eğitim-öğretim yılı bahar yarıyılında 19 Mart-17 Nisan 2018 tarihleri arasında bir ay uzaklaştırma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır."

9. Başvurucu, anılan karara karşı istinaf isteminde bulunmuştur. Konya Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesi (Daire) tarafından istinaf talebi reddedilmiş ve Mahkemece verilen davanın reddine ilişkin karar kesinleşmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

10. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Öğrencilerin disiplin işleri" kenar başlıklı 54. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Soruşturma, yetkiler ve cezalar:

a. Yükseköğretim kurumları içinde veya dışında yükseköğretim öğrenciliği sıfatına, onur ve şerefine aykırı harekette bulunan, öğrenme ve öğretme hürriyetini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kısıtlayan, kurumların sükün, huzur ve çalışma düzenini bozan, boykot, işgal ve engelleme gibi eylemlere katılan, bunları teşvik ve tahrik eden, yükseköğretim mensuplarının şeref ve haysiyetine veya şahıslarına tecavüz eden veya saygı dışı davranışlarda bulunan ve anarşik veya ideolojik olaylara katılan veya bu olayları tahrik ve teşvik eden öğrencilere; eylem başka bir suçu oluştursa bile ayrıca uyarma, kınama, bir haftadan bir aya kadar veya bir veya iki yarıyıl için kurumdan uzaklaştırma veya yükseköğretim kurumundan çıkarma cezaları verilir.

..."

11. Yönetmelik'in "Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren disiplin suçları" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren eylemler şunlardır;

...

d) Yükseköğretim kurumu personelinin, kurum içinde ya da dışında, şeref ve haysiyetini zedeleyen sözlü veya yazılı eylemlerde bulunmak,

..."

B. Uluslararası Hukuk

12. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Leyla Şahin/Türkiye ([BD], B. No: 44774/98, 10/11/2005, §§ 152-156) kararında eğitim hakkına ilişkin başvurularda izleyeceği ilkeleri ortaya koymuştur. Bahsi geçen kararda AİHM, aynı kararda eğitim hakkının ilkesel olarak eğitim kurumlarının iç düzenlemelerine uyulmasını sağlamak üzere okuldan geçici ya da daimî olarak uzaklaştırma cezası dâhil disiplin önlemlerine başvurulmasını hariç tutmadığını da açıklamıştır. AİHM'e göre disiplin cezası uygulaması, öğrencilerin kişiliklerinin ve zihinsel yetilerinin geliştirilip biçimlendirilmesi dâhil olmak üzere bir okulun kuruluşunda var olan hedefe ulaşmaya çalıştığı sürecin ayrılmaz bir parçasını teşkil etmektedir. AİHM, daha eski kararlarında da eğitim hakkının esas itibarıyla iç kurallara uymak amacıyla bir eğitim kurumundan uzaklaştırma veya çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin tedbirlerine başvurmayı engellemediğine işaret etmiştir (Yanaşık/Türkiye (k.k.), B. No: 14524/89, 6/1/1993; Sulak/Türkiye (k.k.), B. No: 24515/94, 17/1/1996).

13. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesinin kapsamına giren bilgi ve fikirleri şöyle tanımlamıştır:

"İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullarından biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. 10. maddenin 2. paragrafı saklı kalmak üzere, ifade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" ve "fikirler" için değil, fakat ayrıca devlete veya toplumun bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplumdan söz edilemez." (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

14. Anayasa Mahkemesinin 14/4/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

15. Başvurucu bireysel başvuru harç ve giderlerini ödeyemeyecek durumda olduğunu belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Eğitim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

16. Başvurucu; disiplin soruşturmasına konu edilen eylemi gerçekleştirmediğini, alkışlama hareketinin birçok anlama gelebileceğini ancak yazılı veya sözlü eylem niteliğinde olmadığını ve bilgi edinme amacıyla basın açıklamasına katıldığını belirterek hakkında verilen bir ay süreyle üniversiteden uzaklaştırılma cezasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

17. Bakanlık görüşünde; mevcut başvuruda başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediği konusunda Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede, ilgili Anayasa hükümlerinin, Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları ile diğer tespitlerin dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması gerektiği ifade edilmiştir.

2. Değerlendirme

a. Uygulanabilirlik Yönünden

18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).Öğrencilere tatbik edilen okuldan uzaklaştırma yahut eğitimden çıkarma gibi eğitim kurumundan süreli veya süresiz olarak uzaklaştırma şeklindeki müdahaleler eğitim hakkına müdahale teşkil eder. Bu nedenle başvurucunun iddialarının bir bütün olarak ifade özgürlüğü ışığında ve eğitim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (Özcan Özsoy, B. No: 2014/5881, 15/2/2017, § 44).

19. Anayasa'nın 42. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.

Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir."

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

21. Eğitim hakkı belirli bir zamanda mevcut bulunan eğitim kurumlarına erişimi koruma altına almaktadır. Mevcut veya hâlihazırda desteklenen eğitim kurumlarına etkili bir şekilde erişimi sağlama eğitim hakkının koruması altındadır (Ahmet Batur, B. No: 2018/20182, 14/9/2021, § 34). Başvurucunun katıldığı basın açıklamasında kullanılan ifadeler nedeniyle başvurucu hakkında yükseköğretim kurumundan bir ay uzaklaştırma disiplin cezası verilmiştir. Başvurucunun bu süre zarfında kayıtlı olduğu Üniversitede eğitimine devam edemediği gözetildiğinde söz konusu disiplin cezası ile başvurucunun eğitim hakkına yönelik bir müdahale yapılmıştır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

22. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine... aykırı olamaz.”

 (1) Kanunilik

23. Yükseköğretim öğrencilerinin disiplin işlemlerine ilişkin soruşturma usulleri, yetkiler ve cezalar 2547 sayılı Kanun'un 54. maddesinde düzenlenmiştir. Yönetmelik'in 6. maddesi de söz konusu Kanun hükmüne dayanarak çıkarılmıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde 2547 sayılı Kanun'un 54. maddesi ile Yönetmelik'in 6. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

24. Anayasa'nın 42. maddesinde eğitim hakkının sınırlandırılmasına ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Bununla birlikte eğitim hakkının mutlak ve sınırsız bir hak olduğu düşünülemez. Nitekim anılan maddenin ikinci fıkrasında yer verilen "Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir." ifadesi ile devlete bir takdir alanı yaratılmıştır. Eğitim hakkının Anayasa'nın "Sosyal ve Ekonomik Haklar" bölümünde düzenlendiği hususu da gözetildiğinde devlete tanınan bu takdir hakkının özünde bir sınırlama yetkisi de içerdiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Anayasa'da diğer haklardan farklı olarak eğitim hakkının sınırlanması hususunda kanun koyucuyu bağlayan belli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Dolayısıyla kanun koyucunun eğitim hakkının sınırlanması hususundaki takdir aralığının geniş olduğu ifade edilebilir. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (Adem Öğüt ve diğerleri, B. No: 2014/20527, 22/11/2017, § 53).

25. Somut olayda başvurucu, katıldığı basın açıklamasında kullanılan ifadelere destek vererek Üniversite personelinin şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle yükseköğretim kurumundan bir ay uzaklaştırma disiplin cezası ile tecziye edilmiştir. Başvurucunun eğitim hakkına yönelik olarak gerçekleştirilen bu müdahalenin eğitim kurumunun disiplin ve düzeninin korunması amacıyla gerçekleştirilmiş olduğu görülmekle ilgili müdahalenin meşru bir amacının bulunduğu sonucuna varılmıştır.

 (3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

26. Eğitim çok özel bir kamu hizmeti olarak sadece doğrudan faydaları olan değil geniş sosyal fonksiyonları da olan bir hizmettir. Demokratik bir toplumda insan haklarının sağlamlaşması ve devamı için eğitim hakkı vazgeçilmezdir (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, B. No: 2013/583, 10/12/2014, § 66). Taşıdığı öneme karşın eğitim hakkı, niteliği gereği bazı düzenlemelere tabidir. Şüphesiz eğitim kurumlarını düzenleyen kurallar, toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine has özelliklere göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Ünal Yıldırım, B. No: 2013/6776, 5/11/2014, § 42; Savaş Yıldırım, B. No: 2013/6258, 10/6/2015, § 42).

27. Eğitim hakkına müdahaleyi haklı kılan sebeplerden biri de eğitim kurumlarının işleyişinin bozulmasıdır. Eğitim kurumlarının azami verimlilikte çalışabilmesi için kurumun insicamının bozulmaması veya bozulma tehlikesinin doğmaması gerekir. Bu amaçla eğitim ve öğretimin sunulduğu kurumlar olan okullarda düzenin sağlanması ve eğitimin en verimli şekilde aktarılması için eğitimin alıcısı durumunda olan öğrencilere yönelik öngörülen disiplin kurallarıyla öğrencilerin eğitim hakkı da dâhil olmak üzere birtakım temel hak ve özgürlüklerine karşı sınırlamalar getirilebilir (Ahmet Batur, § 35).Şüphesiz disiplin cezaları gerek öğrencilerin gelişiminin gerekse de bir okulun amaçlarına ulaşmasını sağlayacak araçların önemli bir parçasıdır. Ancak bu tip tedbirlere başvurmanın demokratik toplum düzeninin gereklerinden olduğu açıkça ortaya konmalı ve uygulama, Anayasa'da yer alan diğer haklarla ters düşmemelidir (Özcan Özsoy, § 49).

28. Anayasa Mahkemesi "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Somut olayda başvurucu hakkında, katıldığı basın açıklamasında kullanılan ifadelerle Üniversite personelinin şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle yükseköğretim kurumundan bir ay uzaklaştırma disiplin cezası tesis edilmiştir. Anayasa Mahkemesi önündeki mesele, başvurucunun eylemi sebebiyle ilgili ceza ile tecziye edilmesinin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelip gelmediği ve orantılı olup olmadığıdır. Bu bağlamda yapılacak inceleme açısından idarenin ve derece mahkemelerinin gerekçesi büyük önem arz etmektedir.

29. Eğitim hakkına yönelik olarak getirilecek kısıtlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı yönündeki bir değerlendirmede nazara alınması gereken hususlardan biri de eğitim hakkına yönelik getirilen kısıtlamanın bireyin eğitim hakkı ile birlikte ifade özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti, özel hayata saygı hakkı gibi Anayasa ile teminat altına alınan diğer hak ve özgürlüklerine de tesiri olup olmadığıdır (Ahmet Batur, § 37). Somut olayda başvurucunun eğitim hakkına yönelik müdahale ifade özgürlüğü ile bağlantılı olarak gerçekleşmiştir. Diğer bir ifade ile başvurucunun eğitim hakkına yönelen müdahaleye katıldığı basın açıklamasında kullanılan ifadeler sebep olmuştur. Başvurucu, anılan basın açıklamasında Üniversite Rektörü'nün şeref ve haysiyetini zedeleyici nitelikte ifadeler kullanıldığı gerekçesiyle disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. İfade özgürlüğünün kullanılması ile ilintili olarak eğitim hakkına yönelen müdahalelerde müdahaleye konu düşünce açıklamasının eğitim kurumunun düzeni üzerindeki olası yahut mevcut olumsuz etkisinin de mutlaka gösterilmesi gerekir. Kuşku yok ki eğitim kurumunun disiplininin sağlanması meşru bir amaç olmakla birlikte söz konusu amacı gerçekleştirmek için bireyin ifade özgürlüğünü ortadan kaldıracak yahut kullanmasını aşırı zorlaştıracak müdahaleler kabul edilemez (Ahmet Batur, § 40).

30. Öğrencilerin ifade özgürlüğüne yönelik olarak getirilen düzenlemeler yönünden eğitimin derecesi büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda disiplinel kısıtlamaya maruz kalan bireyin hangi derecede eğitim aldığı ehemmiyet taşır. Eğitimin derecesi arttıkça öğrencinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler azalmalıdır. Somut olayda başvurucunun yükseköğretim öğrencisi olduğu, bu bağlamda ifade özgürlüğüyle bağlantılı eğitim hakkına yönelik müdahale alanının ilk ve ortaöğretim seviyelerine göre daha dar olması gerektiği açıktır. Bu bağlamda özgür düşüncenin ve eleştirel aklın beşiği olarak görülen üniversitelerde farklı düşüncelere sahip üniversite öğrencilerine daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekmektedir. Söz konusu görüş ve fikirler tartışmalı olsa veya rağbet görmese dahi ifade etme özgürlüğünün sıkı korumasından yararlanmalıdır (Ahmet Batur, § 43).

31. Eldeki meseleye geri dönülecek olursa başvurucunun da içinde bulunduğu bir grubun huzurunda okunan basın açıklamasında, Mersin Üniversitesi Rektörü'nün göreve geldiği günden itibaren 170 üniversiteliyi okuldan uzaklaştırdığı iddia edilmiştir. Basın açıklamasında rektörlük seçimlerinde üçüncü olan kişinin Cumhurbaşkanı tarafından atandığı ve bu kişinin Hükûmetin emrinde olduğu, nitekim söz konusu disiplin cezalarının da Üniversitede huzurun bozulması nedeniyle değil Hükûmetin politikalarının bir sonucu olarak verildiği, Hükûmetin asıl amacının ise sorgulamayan bir gençlik yaratmak olduğu ileri sürülmüştür. Bundan başka açıklamada barış imzacısı olarak bilinen akademisyenlerin (barış akademisyenleri hakkında tafsilat için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019) sözleşmelerinin yenilenmediği ve işsiz bırakıldıkları "ilerici" akademisyen ve öğrencilerin okuldan uzaklaştırıldığı ifade edilmiştir.

32. Mahkemeler, akademisyen ve öğrenci pek çok kişinin Üniversite ile ilişiğinin kesilmesi gibi oldukça sert tedbirlere başvurduğu iddia edilen Rektörü meşru eleştiri hakkı ile ona hakaret arasındaki sınırın nerede olduğu meselesine -önemine karşın- hiç değinmemiştir. Anayasa Mahkemesi, kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde gözönüne alınması gerekli bazı ilkeler benimsemiştir.

33. İlk olarak sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015§ 69; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 53). Bu bağlamda Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun temel dayanaklarından ve demokratik toplumun gelişiminin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin başlıca şartlarından birini oluşturur.

34. Başvuruya konu basın açıklamasında üniversite politikalarına farklı bir bakış açısı ile yaklaşıldığı ve muhalif bir dil kullanıldığı açıktır. Ancak unutulmamalıdır ki toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Yaman Akdeniz ve diğerleri, B. No: 2014/3986, 2/4/2014, § 25). Başvuruya konu basın açıklamasında dile getirilen düşüncelere müdahale edilmesi, bu tür düşünceleri destekleyenlerin şu veya bu sebeplerle cezalandırılması özgür tartışma ortamında ulaşılmasını ve dolayısıyla çoğulculuğun sağlanmasını imkânsız hâle getirir.

35. İkinci olarak kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK]B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69). Başvurucunun katıldığı basın açıklamasını, kamuoyunun üniversite idaresinin politikalarına karşı denetiminin bir parçası olarak kabul etmemek için hiçbir neden bulunmamaktadır.

36. Üçüncü olarak kamu otoriteleri kendilerine yönelik eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Nitekim Mersin Üniversitesi idaresi bahse konu basın açıklamasında ileri sürülen iddiaları yalanlayabilir, kamuoyunu yanlış olduğunu düşündüğü açıklamalara karşı doğru olarak bilgilendirebilir ve bir kısım isnada delilleri ile karşı çıkabilirdi. Bu imkânlarının varlığı nedeniyle rektör ve üniversite idaresi, haksız olduğunu düşündükleri sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- somut olayda olduğu gibi disiplin soruşturmasına veya ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 107).

37. Dördüncü olarak ise basın açıklamasındaki bazı ifadeler Üniversite yönetimi tarafından sert ve incitici olarak nitelendirilse bile ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir (Emin Aydın (2), B. No: 2013/3178, 25/6/2015, § 35). Anayasa Mahkemesi; birçok kararında, devlet yetkililerini veya toplumun bir bölümünü rahatsız eden düşüncelerin demokratik bir toplum için şart olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereklerinden olduğunu teyit etmiştir (Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 94; Bejdar Ro Amed, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 63; Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 95). Nitekim başvuruya konu basın açıklamasında Rektör'ün Hükûmete biat ettiği, akademisyenlerin çoğunluğunca seçilen değil iktidar tarafından atanan kayyım bir rektör olduğu şeklindeki ifadeler Rektör açısından rahatsız edici ve kışkırtıcı bulunsa bile ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66).

38. Kaldı ki basın açıklaması, esas itibarıyla Rektör'ü keyfî olarak hedef gösteren değil birçok kişiyi yakından ilgilendiren bir konuda toplumsal tartışmaya yönelik ifadeler barındırmaktadır. Anayasa, kamu yararına ilişkin sorunları kapsayan alanlarda ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına çok az yer bırakmaktadır (diğerleri arasından bkz. Ali Kıdık, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 53, 77; Abdullah Öcalan, §§ 99, 108). Somut olayda başvurucunun katıldığı basın açıklamasında bazı akademisyen ve öğrencilerin Üniversiteden ilişiklerinin kesilmesi ve disiplin cezalarıyla cezalandırılmasına ilişkin belirli bir bakış açısından bazı değerlendirmeler yapılmıştır. Söz konusu açıklamanın kamu yararına ilişkin sorunlara dair olduğu konusunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır. O hâlde böyle bir düşünce açıklamasına yapılan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiğinin oldukça titiz değerlendirmelerle gösterilmiş olması gerekirdi.

39. Oysa ilk derece mahkemesi, kullanılan bazı ifadelerin kişilerin şeref ve haysiyetini zedeleyecek mahiyette olduğu kanaatine varmış; buna karşın basın açıklamasında yer alan hangi sözlerin Rektör'ün şeref ve haysiyetini zedeleyecek nitelikte olduğunu ve başvurucunun hangi sebeplerle ifade özgürlüğünün korumasından faydalanamayacağını tartışmamıştır. Anayasa Mahkemesinin kanaatine göre başvuruya konu açıklamada -idare tarafından yanlış olduğu ileri sürülmeyen bazı olgulara dayalı olarak- Rektör'ün icraatları sert biçimde eleştirilmiş ve bu icraatlar Hükûmet politikaları ile ilişkilendirilerek Rektör bağımsız olmamakla suçlanmıştır.

40. Öte yandan idare ve mahkemelerin üniversite öğrencilerine verilecek disiplin cezalarına ilişkin kararlarında müdahaleye konu eylemin eğitim kurumunun düzeni üzerindeki olası yahut mevcut olumsuz etkilerini de mutlaka göstermeleri gerekir. Bu noktada ilk olarak cezalandırmaya konu eylemin Üniversite yerleşkesinin dışındaki Mersin Gazeteciler Cemiyeti binasında gerçekleştiği nazara alınmalıdır. Şüphesiz ki disiplin kuralları öğrencilerin okul dışındaki açıklamaları veya diğer eylemeleri hakkında da uygulanabilir. Bununla birlikte öğrencilerin okul dışındaki eylemleri nedeniyle -eğitim hakkına müdahale oluşturacak şekilde- yaptırımlara maruz kalmaları ancak kurum dışında gerçekleşen eylemin kurum düzenini ciddi şekilde etkilediğinin gösterilmesi hâlinde mümkündür (Ahmet Batur, § 41).

41. Somut olayda ise mahkeme gerekçelerinde başvurucunun cezalandırılmasına konu basın açıklamasının Üniversitenin düzenini hangi derecede etkilediğine, ne şekilde bozduğuna veya bozma tehlikesi meydana getirdiğine ilişkin hiçbir değerlendirilmede bulunulmadığı görülmektedir. Diğer bir ifade ile kararlarda; verilen disiplin cezasının hangi zorunlu sosyal ihtiyaca karşılık geldiği ortaya konulamamıştır. Kamusal makamların şerefi veya saygınlığı gibi sebeplerle öğrencilerin varsayımsal değerlendirmeler üzerinden eğitim kurumunun düzenini bozma disiplin cezası ile cezalandırılması ve bu suretle eğitim haklarının sınırlandırılması anayasal olarak mümkün değildir.

42. Sonuç olarak başvurucu, ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle okuldan uzaklaştırma disiplin cezası ile cezalandırılmış ve eğitim hakkından yararlanamamıştır. Açıktır ki derece mahkemeleri başvuruya konu ifadelerin kullanılma nedenini, içeriğini, hangi ifadelerin kurum düzenine ne şekilde tesir ettiğini, başvurucunun almakta olduğu eğitimin seviyesini ve basın açıklamasının yapıldığı mecrayı değerlendirmemiştir. Davanın koşulları ışığında ve yukarıda belirtilen nedenler birlikte değerlendirildiğinde ifade özgürlüğünü kullanan başvurucuya verilen bir ay okuldan uzaklaştırma disiplin cezasının zorunlu bir ihtiyacı karşılamadığı gibi orantılı olduğu da kabul edilmemiştir. Bu kapsamda mahkemelerin ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun eğitim hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli görülmemiştir.

43. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle Üniversiteden uzaklaştırılmasının Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının ihlali niteliğinde olduğunun kabul edilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

44. Başvurucu; yargılamanın yenilenmesi ile birlikte 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

45. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

46. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya 13.500 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin eğitim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Mersin 2. İdare Mahkemesine (E.2018/193, K.2018/983) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

F. 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/4/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

UMUT DENİZ YORULMAZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/19019)

 

Karar Tarihi: 20/12/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 7/3/2023-32125

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Mustafa İlhan ÖZTÜRK

Başvurucu

:

Umut Deniz YORULMAZ

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, öğrencisi olduğu üniversitenin rektörüne hitaben sarf ettiği sözler ve sergilediği davranışlar nedeniyle başvurucuya bir ay uzaklaştırma disiplin cezası verilmesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

4. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

6. 1998 doğumlu olan başvurucu, Ankara Üniversitesi (Üniversite) Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (Fakülte) Sümeroloji Bölümü öğrencisidir. E.İ. ise olayların yaşandığı tarihte Ankara Üniversitesi rektörüdür.

7. Başvurucu 17/10/2017 tarihinde E.İ.nin Fakülte binasına geldiğini fark etmesi üzerine E.İ.ye yaklaşarak "Yüzlerce akademisyeni ihraç ettiniz utanmıyor musunuz buraya gelmeye, yüzünüz kızarmıyor mu hala, ne yüzle Üniversiteye geliyorsunuz?" şeklinde sözler sarf etmiştir. 18/10/2017 tarihinde ise E.İ.nin fotoğrafının bulunduğu bir karton maketi Fakülte içinde gezdirmiş ve "Gördük ki biz de bir hevesi var okulumuzu gezmek istiyor bu arkadaş, gezemiyor korkudan galiba, dün biz sorduk yüzlerce akademisyen ihraç edildi siz bu okulda nasıl gezebiliyorsunuz dedik cevap veremedi dili tutuldu, biz de onun bu hevesini karşılayabilmek adına maketini yaptık okulda Rektörümüz Sayın [E.İ.yi] gezdireceğiz, öğrenciler çok fazla görmediği için birazcık gezdirelim okulumuzu." şeklinde ifadeler kullanmıştır.

8. Anılan söz ve davranışları nedeniyle Üniversite yönetimi tarafından başvurucu hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda Dekanlığın 22/11/2017 tarihli kararı ile yükseköğretim kurumu personelinin kurum içinde ya da dışında şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle başvurucuya bir ay yükseköğretim kurumundan uzaklaştırma disiplin cezası verilmiştir.

9. Başvurucu 26/12/2017 tarihinde söz konusu idari işlemin iptali istemiyle idare mahkemesinde dava açmıştır. Davayı inceleyen Ankara 14. İdare Mahkemesi (Mahkeme) başvurucunun sarf ettiği sözlerin Üniversite Rektörü'nün şeref ve itibarını zedeleyecek mahiyette olduğu gerekçesiyle davaya konu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiş ve davanın reddine karar vermiştir.

10. Başvurucunun istinaf talebi üzerine dava dosyasını inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi 4. İdare Dava Dairesi (Daire) 27/3/2019 tarihinde Mahkemenin kararının hukuka uygun olduğunu belirterek oyçokluğuyla istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Muhalif görüşte; bir sözün tahkir edici olup olmadığının zamana, yere ve duruma göre değişebileceği vurgulandıktan sonra dava konusu sözlerin onur, şeref ve saygınlığı rencide edici değil rahatsız edici, eleştirel nitelikte olduğu değerlendirmesinde bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

11. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Öğrencilerin disiplin işleri" kenar başlıklı 54. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Soruşturma, yetkiler ve cezalar:

a. Yükseköğretim kurumları içinde veya dışında yükseköğretim öğrenciliği sıfatına, onur ve şerefine aykırı harekette bulunan, öğrenme ve öğretme hürriyetini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kısıtlayan, kurumların sükün, huzur ve çalışma düzenini bozan, boykot, işgal ve engelleme gibi eylemlere katılan, bunları teşvik ve tahrik eden, yükseköğretim mensuplarının şeref ve haysiyetine veya şahıslarına tecavüz eden veya saygı dışı davranışlarda bulunan ve anarşik veya ideolojik olaylara katılan veya bu olayları tahrik ve teşvik eden öğrencilere; eylem başka bir suçu oluştursa bile ayrıca uyarma, kınama, bir haftadan bir aya kadar veya bir veya iki yarıyıl için kurumdan uzaklaştırma veya yükseköğretim kurumundan çıkarma cezaları verilir."

12. 18/8/2012 tarihli Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Dayanak" kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:

"Bu Yönetmelik 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 54 üncü maddesi ile 65 inci maddesinin (a) fıkrasının (9) numaralı bendine dayanılarak hazırlanmıştır."

13. Yönetmelik'in "Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren disiplin suçları" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren eylemler şunlardır;

...

d) Yükseköğretim kurumu personelinin, kurum içinde ya da dışında, şeref ve haysiyetini zedeleyen sözlü veya yazılı eylemlerde bulunmak,

..."

B. Uluslararası Hukuk

14. Eğitim hakkı hususunda ayrıntılı uluslararası hukuk bilgisi için bkz. Özcan Özsoy, B. No: 2014/5881, 15/2/2017, §§ 22-28; İlknur Uyan, B. No: 2019/14617, 14/4/2022, §§ 12, 13.

15. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Eon/Fransa (B. No: 26118/10, 14/3/2013) kararına konu olayda başvurucu, Fransa Cumhurbaşkanı korteji geçmek üzereyken üzerinde “Casse toi pov’con” (Kaybol, seni beş para etmez dingil) yazılı bir pankart sallamıştır. Bu, Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilen ve bolca reklamı yapılan bir ifadeyi ima etmektedir. Daha önce yaygın olarak yorumlanan ve medyada geniş şekilde yer alan, internette de çokça dolaşan ve gösterilerde slogan olarak kullanılan söz konusu ifadeden dolayı başvurucu derhâl durdurulmuş ve kendisine Cumhurbaşkanı’na hakaret etmekten dolayı 30 avro para cezası verilmiş ancak bu ceza ertelenmiştir. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası üzerine AİHM, bir ifadenin özellikle hitap edilen kişinin statüsü, başvuranın konumu, geçmişte kullanılan bir cümlenin tekrarlanma biçimi ve bağlamı dikkate alınarak davanın bütünselliği içinde incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır. AİHM; Cumhurbaşkanı tarafından dillendirilen bu ifadenin tekrar edilmesinin ne Cumhurbaşkanı’nın yaşamını veya onurunu hedef aldığını ne de basit bir biçimde kendisi aleyhinde karşılıksız bir şahsi saldırı anlamına geldiğini belirtmiştir. AİHM'e göre davacı tarafından kullanılan ve medyada geniş şekilde yer alan kaba bir ifadeyi kendi hesabına kullanan başvurucunun eleştirisi de nezaketsiz sayılabilecek bir hiciv olarak kabul edilmelidir. Bu bağlamda AİHM, hicvin gerçekliği abartılı ve bozulmuş bir şekilde sunan sanatsal bir ifade ve sosyal bir yorumlama şekli olduğunu ve doğal olarak tahrik etme ve kışkırtma amacı güttüğünü vurgulamıştır. Sonuç olarak AİHM, toplumsal tartışmaların demokratik toplumlarda çok önemli rol oynadığını vurgulayarak hicvin cezalandırılmasının caydırıcı bir etki doğuracağı gerekçesiyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Anayasa Mahkemesinin 20/12/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

17. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve giderlerini ödeyemeyecek durumda olduğunu belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Eğitim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

18. Başvurucu; Rektör E.İ.nin birçok akademisyenin Üniversite ile ilişiğinin kesilmesinden sorumlu olduğunu belirterek demokratik eleştiri hakkını kullandığını, barışçıl şekilde yaptığı protesto sırasında hakaret içeren herhangi bir sözünün olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, E.İ.nin öğrencilerin Üniversitede vakit geçirdikleri alanlara gitmemesi ve öğrencilerle görüşmemesi nedeniyle arkadaşlarıyla birlikte yaptıkları maketi Fakülte içinde öğrenciler arasında gezdirdiğini, güvenlik görevlilerinin maketi almasıyla protestosuna son verdiğini beyan etmiştir. Başvurucu, E.İ.nin yurt içinde ve yurt dışında çeşitli organizasyonlar sırasında Üniversiteden ilişikleri kesilen akademisyenlerin işten çıkarılmasından sorumlu tutularak protesto edildiğini beyan etmiş; kendisinin de E.İ.nin yönetici olarak akademisyenlere ve öğrencilere karşı tutumunu eleştirdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, içeriği hakaret oluşturmayan sözleri ile barışçıl şekilde yapılmış bir protesto nedeniyle disiplin cezası verilerek bir ay süreyle üniversiteden uzaklaştırılmasının ifade özgürlüğü ile eğitim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

19. Bakanlık görüşünde; mevcut başvuruda başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediği konusunda Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede ilgili Anayasa hükümlerinin, Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarının ve diğer tespitlerin dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında önceki iddialarını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

a. Uygulanabilirlik Yönünden

20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Öğrencilere tatbik edilen okuldan uzaklaştırma yahut eğitimden çıkarma gibi eğitim kurumundan süreli yahut süresiz olarak uzaklaştırma şeklindeki uygulamalar eğitim hakkına müdahale teşkil eder. Bununla birlikte başvurucu, söz konusu cezayı bazı düşünce açıklamalarının Üniversite Rektörü'nü tahkir edici bulunması dolayısıyla almıştır. Bu nedenle başvurucunun iddialarının bir bütün olarak ifade özgürlüğü ışığında ve eğitim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (Özcan Özsoy, § 44).

21. Anayasa'nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şu şekildedir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar..."

22. Anayasa'nın "Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi" kenar başlıklı 42. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.

Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir."

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

24. Eğitim hakkı, belirli bir zamanda mevcut bulunan eğitim kurumlarına erişimi koruma altına almaktadır. Mevcut veya hâlihazırda desteklenen eğitim kurumlarına etkili bir şekilde erişimi sağlama eğitim hakkının koruması altındadır (Ahmet Batur, B. No: 2018/20182, 14/9/2021, § 34). Başvurucuya öğrencisi olduğu Üniversitenin Rektörü'ne sarf ettiği sözler nedeniyle yükseköğretim kurumundan bir ay uzaklaştırma disiplin cezası verilmiştir. Başvurucunun bu süre zarfında kayıtlı olduğu yükseköğretim kurumunda eğitimine devam edemediği gözetildiğinde söz konusu disiplin cezası ile başvurucunun eğitim hakkına bir müdahalede bulunulmuştur (İlknur Uyan, § 21).

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

25. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine... aykırı olamaz."

 (1) Kanunilik

26. Anılan Kanun'un 54. maddesinin (a) bendinde yükseköğretim öğrencileri açısından disiplin suçu teşkil eden eylemleri ve uygulanabilecek disiplin cezaları düzenlenmiş, 65. maddesinin (a) fıkrasının (9) numaralı alt bendi yer alan “…ile öğrencilerin…” ibaresi ile de öğrencilerin disiplin işlemlerine ilişkin hususların Yükseköğretim Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Nitekim bu konudaki Yönetmelik 18/8/2012 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

27. Somut olayda yükseköğretim öğrencisi olan başvurucu eylemleri nedeniyle 2547 sayılı Kanun'un verdiği yetki kapsamında çıkarılan Yönetmelik uyarınca disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. Anayasa Mahkemesi söz konusu Yönetmelik hükümlerinin dayanağı Kanun maddelerinin yukarıda yer verilen kısımlarının Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla iptaline karar verilmesi itirazını incelemiştir.

28. Anayasa Mahkemesi; inceleme neticesinde öncelikle mevcut kuralda -Kanun'un 54. maddesinin (a) bendi- yükseköğretim öğrencileri bakımından disiplin suçu teşkil eden eylemler ile uygulanabilecek disiplin cezaları arasında herhangi bir ilişki kurulmadığını ve bu bağlamda kuralın muhatapları açısından belirlilik ve öngörülebilirliği sağlamadığını belirterek şu hâliyle yeterli bir hukuki güvence oluşturmadığını değerlendirmiştir. Ayrıca belirlilik ve öngörülebilirliğin sağlanamadığı bir alanda idareye öğrencilerin disiplin ile ilgili işlerini yönetmelikle düzenleme yetkisinin verilmesinin -Kanun'un 65. maddesinin ilgili kısmı ile- mümkün olmadığını da vurgulamıştır. Sonuç olarak bahse konu kuralların iptal edilmesine karar vermiştir. Bununla birlikte söz konusu iptal kararının yürürlüğe girmesini Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay süreyle ertelemiştir (AYM, E.2022/54, K.2022/99, 8/9/2022). Anılan karar 20/9/2022 tarihli ve 31959 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmış ancak yürürlüğe girmemiştir.

29. Dolayısıyla bu bağlamda da müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı açıktır. Öte yandan somut olayın koşulları dikkate alındığında müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının belirlenmesine de ihtiyaç olduğu değerlendirilmiştir.

 (2) Meşru Amaç

30. Anayasa'nın 42. maddesinde eğitim hakkının sınırlandırılmasına ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Bununla birlikte eğitim hakkının mutlak ve sınırsız bir hak olduğu düşünülemez. Nitekim anılan maddenin ikinci fıkrasında yer verilen "Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir." ifadesi ile devlete bir takdir alanı yaratılmıştır. Eğitim hakkının Anayasa'nın "Sosyal ve Ekonomik Haklar" bölümünde düzenlendiği hususu da gözetildiğinde devlete tanınan bu takdir hakkı, özünde bir sınırlama yetkisi de içermektedir. Öte yandan Anayasa'da diğer haklardan farklı olarak eğitim hakkının sınırlanması hususunda kanun koyucuyu bağlayan belli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Dolayısıyla kanun koyucunun eğitim hakkının sınırlanması hususundaki takdir aralığının geniş olduğu ifade edilebilir. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (Adem Öğüt ve diğerleri, B. No: 2014/20527, 22/11/2017, § 53; İlknur Uyan, § 24).

31. Somut olayda başvurucu, öğrencisi olduğu Üniversitenin Rektörü'ne sarf ettiği sözler nedeniyle yükseköğretim kurumu personelinin şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle yükseköğretim kurumundan bir ay uzaklaştırma disiplin cezası ile tecziye edilmiştir. Başvurucunun eğitim hakkına yapılan bu müdahalenin eğitim kurumunun disiplin ve düzeninin korunması amacıyla gerçekleştirildiği görülmekle ilgili müdahalenin meşru bir amacının bulunduğu sonucuna varılmıştır.

 (3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

32. Eğitim geniş sosyal fonksiyonları olan bir kamu hizmetidir. Demokratik bir toplumda insan haklarının sağlamlaşması ve devamı için eğitim hakkı vazgeçilmezdir (Mehmet Reşit Arslan ve diğerleri, B. No: 2013/583, 10/12/2014, § 66). Taşıdığı öneme karşın eğitim hakkı, niteliği gereği bazı düzenlemelere tabidir. Şüphesiz eğitim kurumlarını düzenleyen kurallar, toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine has özelliklere göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Ünal Yıldırım, B. No: 2013/6776, 5/11/2014, § 42; Savaş Yıldırım, B. No: 2013/6258, 10/6/2015, § 42).

33. Eğitim hakkına müdahaleyi haklı kılan sebeplerden biri de eğitim kurumlarının işleyişinin bozulmasıdır. Eğitim kurumlarının azami verimlilikte çalışabilmesi için kurumun insicamının bozulmaması veya bozulma tehlikesinin doğmaması gerekir. Bu amaçla eğitim ve öğretimin sunulduğu kurumlar olan okullarda düzenin sağlanması ve eğitimin en verimli şekilde aktarılması için eğitimin alıcısı durumunda olan öğrencilere yönelik öngörülen disiplin kurallarıyla öğrencilerin eğitim hakkı da dâhil olmak üzere birtakım temel hak ve özgürlüklerine karşı sınırlamalar getirilebilir (Ahmet Batur, § 35). Şüphesiz disiplin cezaları gerek öğrencilerin gelişiminin gerekse de bir okulun amaçlarına ulaşmasını sağlayacak araçların önemli bir parçasıdır. Ancak bu tip tedbirlere başvurmanın demokratik toplum düzeninin gereklerinden olduğu açıkça ortaya konmalı ve uygulama, Anayasa'da yer alan diğer haklarla ters düşmemelidir (Özcan Özsoy, § 49).

34. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Somut olayda başvurucunun öğrencisi olduğu Üniversitenin Rektörü'ne sarf ettiği sözlerle ve sergilediği davranışlarla yükseköğretim kurumu personelinin şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle hakkında yükseköğretim kurumundan bir ay uzaklaştırma disiplin cezası tesis edilmiştir. Anayasa Mahkemesi önündeki mesele, başvurucunun söz ve eylemleri sebebiyle ilgili ceza ile tecziye edilmesinin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelip gelmediği ve orantılı olup olmadığıdır. Bu bağlamda yapılacak inceleme açısından idarenin ve derece mahkemelerinin gerekçesi büyük önem arz etmektedir.

35. Eğitim hakkına yönelik olarak getirilecek kısıtlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı yönündeki bir değerlendirmede nazara alınması gereken hususlardan biri de eğitim hakkına yönelik getirilen kısıtlamanın bireyin eğitim hakkı ile birlikte ifade özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti, özel hayata saygı hakkı gibi Anayasa ile teminat altına alınan diğer hak ve özgürlüklerine de tesiri olup olmadığıdır (Ahmet Batur, § 37). Somut olayda başvurucunun eğitim hakkına yönelik müdahale ifade özgürlüğü ile bağlantılı olarak gerçekleşmiştir. Diğer bir deyişle başvurucunun eğitim hakkına yönelik müdahaleye başvurucunun davranışları ve kullandığı ifadeler sebep olmuştur. Başvurucu, öğrencisi olduğu Üniversitenin Rektörü'ne sarf ettiği sözlerle ve sergilediği davranışlarla üniversite rektörünün şeref ve haysiyetini zedelediği gerekçesiyle disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. İfade özgürlüğünün kullanılması ile ilintili olarak eğitim hakkına yönelik müdahalelerde müdahaleye konu düşünce açıklamasının eğitim kurumunun düzeni üzerindeki olası yahut mevcut olumsuz etkisinin de mutlaka gösterilmesi gerekir. Kuşku yok ki eğitim kurumunun disiplininin sağlanması meşru bir amaç olmakla birlikte söz konusu amacı gerçekleştirmek için bireyin ifade özgürlüğünü ortadan kaldıracak yahut kullanılmasını aşırı zorlaştıracak müdahaleler kabul edilemez (Ahmet Batur, § 40).

36. Öğrencilerin ifade özgürlüğüne yönelik olarak getirilen düzenlemeler açısından eğitimin derecesi büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda disipliner kısıtlamaya maruz kalan bireyin hangi derecede eğitim aldığı ehemmiyet taşır. Eğitimin derecesi arttıkça öğrencinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler azalmalıdır. Somut olayda başvurucunun yükseköğretim öğrencisi olduğu, bu bağlamda ifade özgürlüğüyle bağlantılı eğitim hakkına yönelik müdahale alanının ilk ve orta öğretim seviyelerine göre daha dar olması gerektiği açıktır. Bu bağlamda özgür düşüncenin ve eleştirel aklın beşiği olarak görülen üniversitelerde farklı düşüncelere sahip üniversite öğrencilerine daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekmektedir. Söz konusu görüş ve fikirler tartışmalı olsa veya rağbet görmese dahi ifade etme özgürlüğünün sıkı korumasından yararlanmalıdır (Ahmet Batur, § 43).

37. Başvurucu, birçok akademisyenin Üniversite ile ilişiğinin kesilmesinden sorumlu olduğunu belirterek Rektör'e karşı demokratik eleştiri hakkını kullandığını, barışçıl şekilde yaptığı protesto sırasında hakaret içeren herhangi bir sözünün olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, Rektör'ün öğrencilerin Üniversitede vakit geçirdikleri alanlara gitmemesi ve öğrencilerle görüşmemesi nedeniyle arkadaşlarıyla birlikte yaptıkları maketi Fakülte içinde öğrenciler arasında gezdirdiğini, güvenlik görevlilerinin maketi almasıyla protestosuna son verdiğini beyan etmiştir.

38. Mahkemeler, akademisyenlerin üniversite ile ilişiğinin kesilmesi gibi oldukça sert tedbirlere başvurduğu iddia edilen bir rektörle ilgili olarak meşru eleştiri hakkı ile hakaret arasındaki sınırın nerede olduğu meselesine hiç değinmemiştir. Anayasa Mahkemesi, kamu otoritelerine veya kamu politikalarına yönelik eleştirilerde gözönüne alınması gerekli bazı ilkeler benimsemiştir.

39. İlk olarak sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda kurulu düzene, politikalara ve uygulamalara karşı çıkan veya kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren, onları kabul edilemez bulan fikirler serbestçe açıklanmalıdır (Mehmet Ali Aydın, § 69; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 53; İlknur Uyan, § 33). Bu bağlamda Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun temel dayanaklarından ve demokratik toplumun gelişiminin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin başlıca şartlarından birini oluşturur. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Yaman Akdeniz ve diğerleri, B. No: 2014/3986, 2/4/2014, § 25). Başvuruya konu protesto biçimi ile dile getirilen düşüncelere müdahale edilmesi, bu tür düşünceleri destekleyenlerin şu veya bu sebeplerle cezalandırılması özgür tartışma ortamında ulaşılmasını ve dolayısıyla çoğulculuğun sağlanmasını imkânsız hâle getirir.

40. İkinci olarak kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bireylere nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemlerinin ve ihmallerinin yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman gözönünde bulundurulmalıdır (Bekir Coşkun, § 66; Ergün Poyraz (2) [GK]B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 69). Başvurucunun gerçekleştirdiği eylemin kamuoyunun üniversite idaresinin politikalarına karşı denetiminin bir parçası olarak kabul etmemek için hiçbir neden bulunmamaktadır (İlknur Uyan, § 35).

41. Üçüncü olarak kamu otoriteleri kendilerine yönelik eleştirilere farklı araçlarla cevap ve tepki verme imkânına sahiptir. Nitekim üniversite idaresi bahse konu protesto sırasında dile getirilen iddiaları yalanlayabilir, yanlış olduğunu düşündüğü açıklamalara karşı kamuoyunu bilgilendirebilir ve bir kısım isnatlara delilleri ile karşı çıkabilir. Bu imkânlarının varlığı nedeniyle rektörün ve üniversite idaresinin haksız olduğunu düşündükleri sözel saldırılar karşısında -şiddete teşvik içermedikçe- somut olayda olduğu gibi disiplin soruşturmasına veya ceza soruşturma ve kovuşturmasına başvurma hususunda kendilerini sınırlandırmalıdır (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 107; İlknur Uyan, § 36).

42. Dördüncü olarak ise başvurucu tarafından kullanılan ifadeler üniversite yönetimi tarafından sert ve incitici olarak nitelendirilse bile ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir (Emin Aydın (2), B. No: 2013/3178, 25/6/2015, § 35). Anayasa Mahkemesi, birçok kararında devlet yetkililerini veya toplumun bir bölümünü rahatsız eden düşüncelerin demokratik bir toplum için şart olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereklerinden olduğunu teyit etmiştir (Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 94; Bejdar Ro Amed, B. No: 2013/7363, 16/4/2015, § 63; Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 95).

43. Kaldı ki protesto sırasında kullanılan ifadelerin esas itibarıyla Rektör'ü keyfî olarak hedef göstermediği, birçok kişiyi yakından ilgilendiren bir konuda toplumsal bir tartışmaya yönelik olduğu açıktır. Anayasa, kamu yararına ilişkin sorunları kapsayan alanlarda ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına çok az yer bırakmaktadır (diğerleri arasından bkz. Ali Kıdık, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 53, 77; Abdullah Öcalan, §§ 99, 108). Somut olayda başvurucu, bazı akademisyenlerin üniversiteden ilişiklerinin kesilmesine ve disiplin cezalarıyla cezalandırılmasına ilişkin belirli bir bakış açısıyla eleştirilerde bulunmuştur. Söz konusu ifadelerin kamu yararına ilişkin sorunlara dair olduğu konusunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır. O hâlde böyle bir düşünce açıklamasına yapılan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiğinin oldukça titiz değerlendirmelerle gösterilmiş olması gerekir.

44. Başvuruya konu söz ve davranışlarda Rektör'e karşı alaycı bir dil kullanıldığı ve hiciv içeren bir eylemde bulunulduğu açıktır. İlk bakışta başvuru konusu ifadelerin rahatsız edici olduğu iddia edilse bile başkaları için -temelsiz biçimde- yaralayıcı, saldırgan ve yakışıksız olduğu söylenemez. Oysa ilk derece mahkemesi, kullanılan ifadelerin kişilerin şeref ve haysiyetini zedeleyecek mahiyette olduğu kanaatine varmış; buna karşın hangi sözlerin Rektör'ün şeref ve haysiyetini zedeleyecek nitelikte olduğunu ve başvurucunun hangi sebeplerle ifade özgürlüğünün korumasından faydalanamayacağını tartışmamıştır. Anayasa Mahkemesinin kanaatine göre başvuruya konu açıklamada -idare tarafından yanlış olduğu ileri sürülmeyen bazı olgulara dayalı olarak- Rektör'ün icraatları alaycı bir biçimde eleştirilmiştir.

45. Bu bağlamda AİHM de Eon/Fransa kararında, hicvin gerçekliği abartılı ve bozulmuş bir şekilde sunan sanatsal bir ifade ve sosyal bir yorumlama şekli olduğunu, doğal olarak tahrik etme ve kışkırtma amacı güttüğünü vurgulamıştır. Bu bağlamda AİHM, demokratik toplumlarda çok önemli bir rol oynayan toplumsal tartışmalara ilişkin hiciv yoluyla yapılan çıkışlar üzerinde caydırıcı bir etki doğurma ihtimali olduğu gerekçesiyle başvurucunun cezalandırılmasını ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirmiştir (bkz. § 15). AİHM'e göre başvurucunun kullandığı dilin kaba olduğunun değerlendirilebilmesi için dilin sadece ağır, tartışma yaratmaya yönelik veya alaycı olması yeterli değildir; normal, medeni ve meşru eleştiri sınırlarını aşması da gerekir (Di Salvo/İtalya (k.k.), B. No: 16098/05, 11/1/2007; Apinis/Letonya (k.k.), B. No: 46549/06, 20/9/2011).

46. Öte yandan idare ve mahkemelerin üniversite öğrencilerine verilecek disiplin cezalarına ilişkin kararlarında müdahaleye konu eylemin eğitim kurumunun düzeni üzerindeki olası yahut mevcut olumsuz etkilerini de mutlaka göstermeleri gerekir (Ahmet Batur, § 41; İlknur Uyan, § 40). Somut olayda ise mahkeme gerekçelerinde başvurucunun cezalandırılmasına konu söz ve davranışların Üniversitenin düzenini hangi derecede etkilediğine, ne şekilde bozduğuna veya bozma tehlikesi meydana getirdiğine ilişkin hiçbir değerlendirilmede bulunulmadığı görülmüştür. Diğer bir ifade ile kararlarda, verilen disiplin cezasının hangi zorunlu sosyal ihtiyaca karşılık geldiği ortaya konulamamıştır.

47. Sonuç olarak başvurucu, ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle okuldan uzaklaştırma disiplin cezası ile cezalandırılmış ve eğitim hakkından yararlanamamıştır. Açıktır ki derece mahkemeleri başvuruya konu ifadelerin kullanılma nedenini, içeriğini, hangi ifadelerin kurum düzenine ne şekilde tesir ettiğini, başvurucunun almakta olduğu eğitimin seviyesini ve eylemin yapıldığı mecrayı değerlendirmemiştir. Davanın koşulları ışığında ve yukarıda belirtilen nedenler birlikte değerlendirildiğinde ifade özgürlüğünü kullanan başvurucuya verilen bir ay okuldan uzaklaştırma disiplin cezasının zorunlu bir ihtiyacı karşılamadığı gibi orantılı olduğu da kabul edilmemiştir. Bu kapsamda mahkemelerin ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun eğitim hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli görülmemiştir.

48. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle üniversiteden uzaklaştırılmasının Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının ihlali niteliğinde olduğunun kabul edilmesi gerekir.

İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE bu sonuca farklı gerekçeyle katılmıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

49. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi ile birlikte 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

50. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

51. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Eğitim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin eğitim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 14. İdare Mahkemesine (E.2017/3546, K.2018/1883) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/12/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

 

FARKLI GEREKÇE

1. Başvurucu; öğrencisi olduğu üniversitenin rektörüne hitaben sarf ettiği sözler ve sergilediği davranışlar nedeniyle bir ay uzaklaştırma disiplin cezası verilmesinin eğitim hakkını ihlal ettiği ileri sürmüştür.

2. Başvurucu, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Sümeroloji Bölümü öğrencisi olduğu sırada, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Öğrencilerin disiplin işleri" başlıklı 54. maddesine dayalı olarak çıkarılan Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 6/d maddesi uyarınca 26/2/2018 tarihinden itibaren uygulanmak üzere "Yükseköğretim Kurumundan Bir Ay Uzaklaştırma" cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kararın iptali istemiyle dava açmıştır.

3. İptal davasını inceleyen Ankara 14. İdare Mahkemesince;

“Olayda; dava dosyasında mevcut soruşturma raporu ve ekli CD kaydının birlikte değerlendirilmesinden; davacının, 17.10.2017 tarihinde Üniversite Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş'in yanına yaklaşarak "utanmıyor musunuz buraya gelmeye, yüzünüz kızarmıyor mu hala, ne yüzle Üniversiteye geliyorsunuz" ve 18.10.2017 tarihinde Üniversite Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş'in kartondan maketini yapıp Üniversite orta bahçesine gelerek" dün biz sorduk yüzlerce akademisyen ihraç edildi siz bu okulda nasıl gezebiliyorsunuz dedik cevap veremedi dili tutuldu, bizde onun bu hevesini karşılayabilmek adına maketini yaptık okulda Rektörümüz Sayın Erkan İbiş'i gezdireceğiz" şeklinde Üniversite Rektörünün haysiyetine, bu kapsamda saygınlığına ve itibarına yönelik sözler sarfettiği davacının ifadesi ile kamera kayıtlarından anlaşılmaktadır.

Bu durumda; davacıya, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 6/d maddesi uyarınca fiiline uygun olarak yükseköğretim kurumundan "bir ay uzaklaştırma" cezası verilmesine ilişkin davaya konu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” Gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

4. Anayasa'nın 42. maddesinde eğitim hakkının sınırlandırılmasına ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Bununla birlikte eğitim hakkının mutlak ve sınırsız bir hak olduğu düşünülemez. Nitekim anılan maddenin ikinci fıkrasında yer verilen "Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir." ifadesi ile devlete bir takdir alanı yaratılmıştır. Eğitim hakkının Anayasa'nın "Sosyal ve Ekonomik Haklar" bölümünde düzenlendiği hususu da gözetildiğinde devlete tanınan bu takdir hakkının özünde bir sınırlama yetkisi de içerdiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Anayasa'da diğer haklardan farklı olarak eğitim hakkının sınırlanması hususunda kanun koyucuyu bağlayan belli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Dolayısıyla kanun koyucunun eğitim hakkının sınırlanması hususundaki takdir aralığının geniş olduğu ifade edilebilir. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (Adem Öğüt ve diğerleri, B. No: 2014/20527, 22/11/2017, § 53)

5. Başvurucu hakkında öğrencisi olduğu üniversitenin rektörüne karşı sarf ettiği sözler nedeniyle yükseköğretim kurumundan bir ay uzaklaştırma disiplin cezası verilmiştir. Başvurucunun bu süre zarfında kayıtlı olduğu yükseköğretim kurumunda eğitimine devam edemediği gözetildiğinde söz konusu disiplin cezası ile başvurucunun eğitim hakkına yönelik bir müdahale olduğu açıktır.

6. Anayasa’nın 13. maddesine göre bu müdahalenin kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

7. Yükseköğretim öğrencisi olan başvurucu, eylemleri nedeniyle 2547 sayılı Kanun'un verdiği yetki kapsamında çıkarılan Yönetmelik uyarınca disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. Anayasa Mahkemesi söz konusu Yönetmelik hükümlerinin dayanağı Kanun maddelerinin yukarıda yer verilen kısımlarının Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla iptaline karar verilmesi itirazını incelemiştir.

8. Anayasa Mahkemesi; inceleme neticesinde öncelikle mevcut kuralın -Kanun'un 54. maddesinin (a) bendi- yükseköğretim öğrencileri bakımından disiplin suçu teşkil eden eylemler ile uygulanabilecek disiplin cezaları arasında herhangi bir ilişkilendirme kurmadığını ve bu bağlamda muhatapları açısından belirlilik ve öngörülebilirliği sağlamadığını belirterek kuralın şu haliyle yeterli bir hukuki güvence oluşturmadığını değerlendirmiştir. Ayrıca belirlilik ve öngörülebilirliğin sağlanamadığı bir alanda idareye öğrencilerin disiplin ile ilgili işlerini yönetmelikle düzenleme yetkisinin verilmesinin -Kanun'un 65. maddesinin ilgili kısmı ile- mümkün olmadığını da vurgulamıştır. Sonuç olarak bahse konu kuralların iptal edilmesine karar vermiştir. Bununla birlikte söz konusu iptal kararının yürürlüğe girmesini Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay süreyle ertelemiştir (AYM, E. 2022/54, K.2022/99, 8/9/2022). Anılan karar 20/9/2022 tarihli ve 31959 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmış, ancak henüz yürürlüğe girmemiştir.

9. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin Anayasa’nın 13. ve 42. maddelerine açıkça aykırılık teşkil eden tespiti de dikkate alınarak müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı açıktır.

10. Başvurucu hakkında verilen disiplin cezasının kanuni dayanağının Anayasa’nın 13. ve 42. maddesine aykırı olduğunun saptanması nedeniyle bu kanuna dayalı olarak verilen disiplin cezasının da kanuni dayanağının olmadığı bu nedenle müdahalenin “kanunilik” şartını sağlamadığı anlaşıldığından bu yönden ihlal kararı verilmesi gerekir.

11. Müdahalenin “kanunilik” şartı gerçekleşmediği için meşru amaç, demokratik toplumda gereklilik ve ölçülülük ilkeleri yönünden ayrıca değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

12. Açıklanan nedenlerle, çoğunluk tarafından verilen ihlal kararının gerekçesine katılmıyoruz. Başvuru konusu olayda başkaca bir inceleme yapılmaksızın “kanunilik” şartı oluşmadığı için ihlal kararı verilmesi kanaatiyle, farklı gerekçeyle ihlal kararına katılıyoruz.

Üye

İrfan FİDAN

Üye

Muhterem İNCE