I. Genel Olarak Aleniyet İlkesi

Bilindiği üzere aleniyet ilkesinin esasını, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğuna dair Anayasa’nın 9. maddesi oluşturmaktadır. Söz konusu maddeye göre yargı yetkisi “Türk Milleti adına” bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Bu kapsamda egemenliğin gerçek sahibi olan halk, mahkemelerin yargı yetkisini doğru ve usulüne uygun bir şekilde kullanıp kullanmadığını yalnızca aleniyet ilkesi ile denetleme imkanına sahiptir. Bu ilke aynı zamanda halkın yargılamaya katılımını sağlamakta ve yargıya demokratik bir nitelik kazandırmaktadır. Aleniyet ilkesini hukuk sistemlerinde uygulayan bütün ülkelerde bu ilke hukuk devleti olmanın doğal bir sonucu olarak nitelendirilmektedir.

Aleniyet ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda açıkça teminat altına alınmış bir ilke konumundadır. Anayasa’nın 141. maddesinin birinci ve ikinci fıkrası şu şekildedir: “(1) Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir. (2) Küçüklerin yargılanması hakkında kanunla özel hükümler konulur.” Anayasa’da aleniyet ilkesinin hangi yargılama hukuklarında geçerli olacağına dair herhangi bir çerçeve çizilmediği, bu bağlamda bütün yargılama kolları (anayasa yargısı, ceza yargılaması, hukuk yargılaması, idari yargılama) bakımından da uygulama alanı bulabilecek bir ilke olduğu söylenebilir. Bu kapsamda aleniyet ilkesini ihlal eden bütün durumların Anayasa’ya da aykırılık oluşturacağı rahatlıkla ifade edilebilir.

Aleniyet ilkesinin hayata geçirilebilmesi için kural olarak isteyen herkese herhangi bir kısıtlama uygulanmaksızın yargılamanın yapıldığı yere girebilme imkanının sağlanması gerekmektedir. Duruşma salonuna da seyirciler için ayrılmış yer sayısınca kişi alınmalıdır.

Mevzuatımızda açık bir düzenleme bulunmamakla birlikte yargılamaların, mahkemelere tahsis olunan binalarda yapılması gerektiği kabul edilmektedir. Yargılamanın yapılabileceği en ideal yerler de duruşma salonlarıdır. Bu kapsamda duruşma salonlarında yalnızca taraflar için değil aynı zamanda duruşmaları izlemek isteyen izleyiciler ve bazen de basın mensupları için tahsis edilmiş yerler bulunmaktadır.

II. COVID-19 Pandemisi Sürecinde Adliye Binalarına ve Duruşma Salonlarına Girişte Alınabilecek Önlemler

Duruşma seyretmek için adliye binasına gelen kişilerin girişte üstlerinin aranması ve X-Ray cihazından geçirilmeleri, bazı durumlarda kimlik kontrolü yapılması aleniyet ilkesine aykırılık teşkil etmez. Bu kontrol sonrasında güvenlik açısından risk oluşturan kişilerin adliye binasına veya duruşma salonuna alınmaması da normal kabul edilir. Bu kapsamda ülkemizde adliyelere girişte rutin kontrollerden geçen kişilerin duruşma salonunun girişinde ikinci bir kontrole tabi tutulmasına kural olarak gerek bulunmamaktadır. Ancak şüpheli bir durum söz konusu olursa o takdirde duruşma salonu girişinde de ayrı bir güvenlik kontrolü yapılması pekala mümkündür.

Duruşma salonuna girişlerde bazı düzenlemeler yapılması mümkündür. Özellikle izleyici sayısının çok fazla olacağı düşünülen sansasyonel yargılamalarda, duruşma sırasında izdiham yaşanmasını veya karışıklık çıkmasını önlemek amacıyla bu tarz düzenlemelerin yapılması normal karşılanabilir. Böylelikle yargılamanın sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesi de sağlanmış olur. Örneğin, duruşmayı izlemeye gelenlere yer numarası veya giriş kartı verilmesi gibi. Burada dikkat edilmesi gereken husus hiç kimseye herhangi bir ayrıcalık tanınmadan eşit muameleye tabi tutulmasıdır. Duruşma salonuna giriş için gerekli kartların verilmesi konusunda herhangi bir ayrımcılık yapılması halinde aleniyet ilkesi ihlal edilmiş olur. Bunun detaylarına aşağıda tekrar değinilecektir.

III. Adliye Binalarına Girişle İlgili Tasarrufta Bulunma Yetkisi

Adliye binalarına girişle ilgili tasarrufta bulunma yetkisinin kimde veya hangi makamda olduğunun tespiti, aleniyet ilkesiyle olan ilişkisi nedeniyle önem arz etmektedir. Uygulamada bu soruya tereddütsüz bir şekilde ilgili Cumhuriyet başsavcısı/başsavcılığı şeklinde cevap verildiği görülmektedir. Peki hukuksal olarak da bu durum böyle midir?

İlgili Cumhuriyet başsavcısı/başsavcılığı tarafından adliye binalarına giriş için kabul edilen protokoller ile duruşma disiplinine ilişkin düzenlemelerin birbirinden farklı olduğunu söylemeliyiz. Duruşma disiplinine yönelik düzenlemeler temelde mahkemenin yargısal faaliyetinin gereği gibi yerine getirilmesine ilişkin alınan tedbirleri içermekteyken, adliye binasına giriş için getirilen düzenlemeler, adliye binalarının idari işleyişini konu almaktadır. Bu bağlamda, duruşma disiplinine ilişkin olarak alınan kararların yargısal nitelikte; adliye binasına ilişkin olarak alınan kararların ise idari nitelikte olduğu söylenebilir. İdari nitelikteki bu kararların idari yargı davasına konu olması da kanaatimizce pekala mümkündür.

Bu tespitte bulunduktan sonra inceleme konusuyla alakalı cevaplandırılması gereken asıl soru ise adliye binalarına girişte getirilecek kısıtlamalara veya alınacak tedbirlere hukuken kimin karar vereceğidir.

Adliye binalarının Cumhuriyet başsavcıları tarafından yönetildiğini savunanların temel dayanak noktası olarak 5235 sayılı Adli Yargı ve İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 18. maddesi gösterilmektedir. Buna göre adliye binasına ilişkin yapılacak düzenlemeler içerisine duruşma salonları dahil her yer girmektedir. Özellikle adliye binasının girişinde alınan güvenlik önlemleri bu düzenlemeler arasında önemli bir rol oynar. Adliye binasının güvenliğinin sağlanması amacıyla binaya girenlerin üzerlerinin aranması, adliye binasına girişi engeller nitelikte olmadığından aleniyet ilkesi ile çelişmez.

Acaba gerçekten de adliye binalarını yönetme ve denetleme yetkisi hukuken Cumhuriyet başsavcılarına/başsavcılıklarına mı aittir? Yoksa bu yalnızca bir galat-ı meşhur mudur?

5235 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet başsavcılığının görevleri” başlıklı 17. maddesi ile Cumhuriyet başsavcısının görevlerini düzenleyen aynı kanunun 18. maddesi incelendiğinde adliye binalarının yönetiminin Cumhuriyet başsavcıları/başsavcılıkları tarafından gerçekleştirileceğine dair bir hükme yer verilmediği görülmektedir. Her ne kadar söz konusu maddelerde Cumhuriyet başsavcılığının ve Cumhuriyet başsavcısının kanunla verilen diğer görevleri yapacağı belirtilmişse de mevzuatımızda buna dair herhangi bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Cumhuriyet başsavcısının adliye binalarında harcama yetkilisi (ita amiri) olarak kabul edilmesi de kanaatimizce bu gerçeği değiştirmez. Ayrıca Kanunun 18. maddesinde bahsi geçen “…bağlı birimler” ifadesi ile kastedilmek istenenin de adliye binaları olduğu söylenemez. Buradaki “bağlı birimler”den kasıt il Cumhuriyet başsavcılığına bağlı bulunan ilçe Cumhuriyet başsavcılıkları, bağlı ilçe ceza infaz kurumları ve ilgili bürolar ve kalemler gibi idari yapılanma içerisinde yer alan birimlerdir. Bu birimlerin hiyerarşik amiri de Cumhuriyet başsavcısı olduğundan Cumhuriyet başsavcısının kendisine bağlı birimler üzerinde gözetim ve denetim yetkisi olduğu açıktır. Ancak mahkemeler ve duruşma salonları, fiziken adliye binalarının içerisinde bulunmakta ise de Anayasa’nın 138. maddesi dikkate alındığında Cumhuriyet başsavcısının veya başka bir merciin (Cumhuriyet başsavcılığı, Hakimler ve Savcılar Kurulu, Adalet Bakanlığı gibi) buralar üzerinde gözetim ve denetim yetkisinin bulunmadığını düşünmekteyiz.

Bu noktada adliye binalarıyla ilgili tasarruflarda bulunma yetkisi sahibi olabileceği akla gelen adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonlarının da böyle bir yetkisinin bulunmadığını söyleyebiliriz[2]. Zira adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunun kuruluş şekli, görev ve yargılamalarının neler olduğu 5235 sayılı kanunun 23. maddesinin göndermesiyle 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 113 ila 115. maddelerine göre belirlenmektedir. Söz konusu maddelerde de adliye binalarının adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonları tarafından yönetileceğine dair bir açıklamaya yer verilmediği görülmektedir

Yaptığımız bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere adliye binalarının yönetimiyle ilgili olarak Türk Hukukunda normatif bazda önemli bir boşluk olduğu görülmektedir. Bu kapsamda adliye binalarına giriş dahil olmak üzere bütün kararların Cumhuriyet başsavcıları/başsavcılıkları tarafından alınacağına dair kabulün hiçbir hukuki dayanağının olmadığı ve bunun yalnızca galat-ı meşhur olduğunu söyleyebiliriz. Şayet Cumhuriyet başsavcılarına/başsavcılıklarına böyle bir yetki verilmek isteniyorsa bunun idarenin düzenleyici bir işlemiyle (yönetmelik, genelde, yönerge, talimat vs.) değil yalnızca ve yalnızca kanunla yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu konuya aşağıda tekrar değinilecektir.

IV. COVID-19 Pandemisi Döneminde Adliye Binalarına Girişle İlgili Alınan Tedbirlerin Aleniyet İlkesi Karşısındaki Konumu

COVID-19 pandemisi döneminde tüm Dünya’da olduğu gibi[3] ülkemizde de adliye binalarına ve dolayısıyla duruşma salonlarına girmek isteyenlerle ilgili bazı tedbirlere başvurulduğu görülmektedir[4]. Acaba başvurulan bu tedbirler Anayasa’ya ve hukuka uygun mudur?

Bu kapsamda pandemi sürecinde adliye binalarına girişte alınacak ve aleniyet ilkesinin ihlali olarak değerlendirilemeyecek tedbirlere şu örnekleri verebiliriz: Adliye binasına girmek isteyenlerin ateşlerinin ölçülmesi ve örneğin otuz sekiz derecenin üzerinde ateşi olanların adliye binasına alınmamaları; HES kodunun[5] okutulması sonrasında COVID-19 açısından risk taşıyan veya karantinada olması gerektiği anlaşılan kişilerin adliye binasına alınmamaları[6]; metrekare başına düşecek kişi sayısının hesaplanıp buna göre adliye binasına girebilecek maksimum kişi sayısına ulaşılması halinde sonradan gelen kişilerin adliye binasına alınmamaları; maskesi olmayanların adliye binasına alınmamaları gibi. Verilen bu örneklerde alınan tedbirler aleniyet ilkesini ortadan kaldırmaya yönelik olmayıp yalnızca COVID-19 virüsü taşıyıcısı olan veya bundan şüphe edilen, virüs yayma riski bulunanların başka insanlara virüs bulaştırmasını önleme amacı taşıyan idari tedbirlerdir. Başka bir ifadeyle burada kamu sağlığı amacıyla alınan bir tedbir söz konusu olduğundan bunun hukuka aykırılığından bahsedilemez. Burada verilen örneklerin dışında kalan kişilerin yani COVID-19 açısından olumsuz bir durum taşımayanların adliye binalarına girişine izin verilmesi gerekmektedir. Aksine bir uygulama yani risk taşımayan kişilerin keyfi gerekçelerle adliye binalarına alınmamaları bu kişilerin aynı zamanda duruşma salonlarına da girmelerinin engellenmesi sonucunu doğuracağından aleniyet ilkesinin ihlalini sonuçlayacaktır.

İçinde bulunduğumuz süreçte çoğu adliyede mevcut olan ön büroların sayısı artırılmış ve kapsamı genişletilmiştir. Bu ön büroların yaygınlaştırılmasıyla birlikte adliye binasına gelen vatandaşların işlemlerinin tek merkezden yürütülmesi ve fiziki temasın en aza indirilerek pandemi ile mücadelede önemli bir avantaj sağlandığı ifade edilmektedir[7]. Ön büroların duruşmaları izlemek isteyen kişilerle değil adliyedeki diğer işlerini halletmek isteyen kişiler tarafından kullanıldığı dikkate alındığında aleniyet ilkesini ihlal eden bir boyutunun olmadığı söylenebilir.

Pandemi sürecinde gerek Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan kılavuzda gerek bazı başsavcılıklar/başsavcılar tarafından alınan kararlarda adliyelere girişte getirilen sıkı önlemler ve herhangi bir iş veya işlem için geldiğini ispat edemeyenlerin adliye binalarına alınmamasının[8][9] aleniyet ilkesini ihlal edip etmediğini de net bir şekilde ortaya koymak gerekmektedir. Zira yukarıda da ifade olunduğu üzere duruşma salonunda yargılamayı seyretmek isteyen kişilerin ilk başta duruşma salonunun bulunduğu adliye binalarına rahatlıkla girebilmeleri gerekmektedir. Şayet adliye binasına giriş imkanı yoksa aleniyet ilkesinin mutlak bir şekilde uygulandığından bahsetmek de mümkün olmayacaktır.

Adliye binalarıyla ilgili alınan diğer tasarruflar[10] bir yana bırakılacak olursa, adliye binalarına giriş şartlarının/koşullarının/saatlerinin nasıl olacağının o yer Cumhuriyet başsavcısı/başsavcılığı tarafından belirlenmesinin yasal hiçbir dayanağının olmadığı yaptığımız açıklamalardan da anlaşılacağı üzere ortadadır. Bunun temelinde bahse konu yasal boşluğun şu veya bu şekilde doldurulma ihtiyacının yattığını düşünmekteyiz.

Peki adliye binalarına giriş şartlarını/koşullarını/saatlerini belirleme konusunda Cumhuriyet başsavcısı/başsavcılığı yetkili değilse halihazırda kim yetkilidir?

Burada akla doğaldır ki aleniyet ilkesinin ihlalinden kaçınmakla yükümlü bulunan ve ilkenin doğrudan muhatabı konumundaki mahkemeler ve bu bağlamda da mahkeme başkanı ve hakimler gelmektedir. Şayet adliye binasında tek bir mahkeme varsa bu konuda söz sahibinin o mahkemenin başkanı veya hakimi olması gerektiği söylenebilir. Ancak günümüzde böyle bir adliye binası bildiğimiz kadarıyla mevcut olmadığından ve her adliye binasında birden fazla mahkeme olduğu dikkate alındığında hangi mahkeme tarafından bu belirlemenin yapılacağı sorusuyla karşılaşılacaktır. Rasyonel açıdan konuya yaklaşıldığında olması gerekenin, adliye binalarına giriş şartlarının koordineli bir şekilde o adliyedeki mahkeme başkanları ve hakimleri tarafından belirlenmesi olduğu söylenebilir. Özellikle içinde bulunduğumuz pandemi sürecinde adliyeye girişlerde kamu sağlığı gerekçesiyle bazı ek koşullar aranmasının yukarıda belirttiğimiz örneklerde olduğu üzere yerinde olacağı tartışmasızdır. Bu kapsamda alınan önlemler çerçevesinde COVID-19 virüsünün yayılması açısından sakıncalı görülen kişilerin adliye binasına alınmaması ve dolayısıyla da duruşma salonuna girememelerinin aleniyet ilkesini ihlal eden bir boyutunun olmadığını yineleyebiliriz.

Bununla birlikte Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı kılavuzda belirtildiği üzere bazı adliye binalarına girişte avukatlar, hakimler, savcılar ile stajyer avukatlar/hakimler/savcılar haricinde kalan kişilerin adliye binalarına girişleri için adliyede ne işleri olduğunu (davacı, davalı, şüpheli, sanık, mağdur, müşteki, tanık gibi) belgelemelerinin istenmesi kanaatimizce aleniyet ilkesinin ihlali sonucunu doğuracaktır. Zira aleniyet ilkesinin kapsamı dikkate alındığında yargılamayla herhangi bir ilgi ve alakası olmasa dahi isteyen herkesin duruşmaları takip edebilmesinin mümkün olması gerekmektedir. Bunu zorlaştıracak veya imkansız hale getirecek durumların ise aleniyet ilkesini ihlal edeceği ortadadır. Bu kapsamda çalışmada savunulan ve özellikle içinde bulunduğumuz dönemde sağlık koşullarından kaynaklı olarak adliye binalarına girişlere orantılı ve ölçülü şekilde getirilen kısıtlamalar aleniyet ilkesini ihlal etmeyecektir. Ancak adliye binasına yalnızca işi olan ve bunu da kanıtlayabilen kişilerin alınması onun dışındaki kişilerin sağlık açısından herhangi bir risk oluşturmasalar bile alınmamaları, bu kişilerin duruşmaları seyredememeleri ve dolayısıyla da o adliye binasındaki yargılamalar açısından aleniyet ilkesinin ihlal edilmesi sonucunu doğuracaktır.

Son olarak COVID-19 pandemisi önlemleri kapsamında adliye binasına girmeyi başarmış ve sonrasında duruşma salonuna seyirci olarak girmek isteyen kişi sayısında rasyonel bir sınırlamaya gidilmesi ölçülü ve orantılı bir tedbir olarak kabul edilebileceğinden aleniyet ilkesini ihlal etmez. Örneğin, normalde otuz kişilik seyirci kapasitesine sahip bir duruşma salonuna -mahkeme salonunun fiziksel şartlarına uygun olarak- yalnızca beş veya on kişinin alınması, başka hiç kimsenin alınmaması da aleniyet ilkesine uygun bir durum olarak kabul edilebilir. Böyle bir durum aleniyetin ihlali olarak değerlendirilemez. Zira mahkemenin bu önlemi almaktaki amacı duruşmanın aleniliğini ortadan kaldırmak değil kamu sağlığını korumaktır. Ancak COVID-19 pandemisi gerekçe gösterilerek duruşma salonuna hiç kimsenin izleyici olarak alınmaması kanaatimizce hem Anayasa m.141’e hem de kanuna (CMK, HMK, İYUK) aykırı olacağından aleniyet ilkesinin ihlali sonucunu doğuracaktır. Kaldı ki mevzuatımızda kamu sağlığının korunması amacıyla duruşmaların gizli yapılabileceğine dair bir düzenlemeye yer verilmemiş olması da görüşümüzü destekler niteliktedir.

-------------------

[1] Söz konusu çalışmanın temeli, yazarın, Aleniyet İlkesi ve COVID-19 Pandemisinin Aleniyet İlkesine Etkileri -Sorunlar ve Çözüm Önerileri- (Seçkin Yayınevi, Ocak 2021) isimli kitabına dayanmakta olup, daha ayrıntılı bilgi için bu çalışmaya bakılması tavsiye olunur (https://www.seckin.com.tr/kitap/352758181)

[2] Aksi görüşteki Sınar’a göre duruşmalara katılan hakim, savcı, avukat, zabıt katibi ve tarafların, maske ve sosyal mesafe olmak gibi tüm bireysel korunma tedbirlerine hassasiyetle uyması gerekmekte olup bu hususun her adliyede adalet komisyonu başkanlığı tarafından denetlenmesi gerekmektedir. Bk. Sınar, Hasan, https://www.hukukihaber.net/gundem/durusmalar-haftada-iki-gun-degil-her-gun-hatta-cumartesileri-h438389.html Biz bu görüşe katılmamaktayız. Burada bahsedilenler duruşmanın disiplin ve düzeni kapsamında ele alınacak konular olup bu konuda da mahkeme başkanı veya hakimin (CMK m.203) münhasıran yetkili olduğu söylenebilir. Zira ne 5235 sayılı kanunda ne de 2802 sayılı kanunda adalet komisyonlarının bu şekilde bir yetkisi olduğundan bahsedilmektedir. Bu bağlamda kaynağını (somut olayda) kanundan almayan bir yetkinin kullanılabilmesinin de mümkün olmayacağı izahtan varestedir.

[3] Örnek olarak, Almanya’da alınan tedbirler için bk. https://www.lto.de/recht/justiz/j/corona-justiz-gerichte-notbetrieb-zugang-beschraenkungen-termine-verlegen-bundeslaender/; Amerika Birleşik Devletleri’nde alınan tedbirler için bk. https://www.expertinstitute.com/resources/insights/covid-19-court-closures-and-restrictions/

[4] Adalet Bakanlığı tarafından yayımlanan “Adalet Hizmetlerinde Koronavirüs Tedbirleri Kapsamında Yeni Çalışma Esasları Kılavuzu”, Mayıs 2020, https://rayp.adalet.gov.tr/Resimler/1/dosya/brosur.pdf

[5] HES (Hayat Eve Sığar) kodu, kontrollü sosyal hayat kapsamında, ulaşım ya da ziyaret gibi işlemlerde kurumlarla ve kişilerle, kod sahibinin, Covid-19 hastalığı açısından herhangi bir risk taşıyıp taşımadığını güvenli şekilde paylaşmaya yarayan bir koddur. Bu kod bulaş riskini azaltmak amacına hizmet etmektedir. Bk. https://heskod.saglik.gov.tr/hes.html

[6] Söz konusu kodun alınabilmesi için ilgilinin akıllı cep telefonuna sahip olması gerekmektedir. Bu kapsamda akıllı cep telefonu olmayan kişilerin adliye binalarına girmesi de mümkün olmayacaktır. Ancak kanaatimizce bu durum ölçülü bir tedbir olduğundan bunun aleniyet ilkesine aykırı bir yanı bulunmamaktadır. Zira bu tedbirin alınmasındaki amaç aleniyet ilkesinin ihlal edilmesi değil kamu sağlığının korunmasıdır.

[7] Kaynak: https://basin.adalet.gov.tr/on-burolarin-sayilari-yil-sonuna-kadar-155-e-yukselecek

[8] Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan yukarıda bahsedilen kılavuzun 9. sayfasında şu ifadelere yer verildiği görülmektedir: “Adliyelere sadece dosya, evrak sunmak amacıyla gelen iş sahipleri ön bürolara yönlendirilmeli, bu kişilerin adliye içerisine girmelerinin mümkün mertebe önüne geçilmelidir. Ancak duruşmaya katılma, ifade verme, tanıklık yapma, bilirkişilik, icra takibi vb. gibi fiziki olarak adliye içerisinde bulunmayı gerektiren iş ve işlemlerde kişiler adliye içerisine alınmalıdır. Herhangi bir iş veya işlem ile ilgili geldiğini ispat edemeyenler ise adliyelere alınmamalıdır.”

[9] Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan kılavuzdakilere benzer görüş savunan Sınar’a göre her ne kadar yasal olarak duruşmalar halka açık olsa da içinde bulunduğumuz koşullarda taraflar ve tanıklar dışında dava ile doğrudan ilişkisi olmayan seyirci konumundaki kişilerin adliyeye girişinin sınırlandırılmasında yarar bulunmaktadır. Biz yazarın savunduğu bu görüşe katılmamaktayız. Zira yukarıda da ifade olunduğu üzere aleniyet ilkesi, isteyen herkese herhangi bir kısıtlama uygulanmaksızın yargılamanın yapıldığı yere girebilme imkanın tanınmasını gerektirmektedir. Bu kapsamda COVID-19 bakımından herhangi bir risk/olumsuzluk taşımayan kişilerin adliye girişlerinin sınırlandırılması Anayasa’ya ve aleniyet ilkesine açıkça aykırılık oluşturacaktır.

[10] Adliye binalarının içerisinde alınacak bazı kararların ve yapılacak işlerin -örneğin, asansörlerin nerelere yapılacağı, bunların kimler tarafından kullanılabileceği, sarf malzemelerinin alımı, tuvalet, mescit, yemekhane, kütüphane gibi yerlerin neresi olacağı gibi- Cumhuriyet başsavcıları/başsavcılığı tarafından tespit edilmesini kamu hizmetlerinin sürekliliği/kesintisizliği ilkesiyle bir şekilde açıklayabilmenin mümkün olduğunu ancak aleniyet ilkesiyle doğrudan bağlantılı bulunan adliye binalarına girişlerin ve giriş koşullarının mahkemelerden bağımsız olarak başsavcılar/başsavcılıklar tarafından belirlenmesinin doğru olmadığını düşünmekteyiz.