TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

D. U. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/33722)

 

Karar Tarihi: 17/12/2024

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Ömer ÇINAR

 

 

Metin KIRATLI

Raportör

:

Duygu KALUKÇU

Başvurucu

:

Vekili

:

Av. Nergis TETİK GÖKMEN

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, davanın husumet yokluğundan reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Yeraltı nakliyat işçisi olarak çalışmakta iken 3/4/2015 tarihinde iş akdi feshedilen başvurucu, Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TTK) ile Arslanlar Maden İnşaat Turizm Gıda Hazır Yemek Zirai Ürünler Öğrenci Yurtları Ticaret Limited Şirketi (Şirket) aleyhine Zonguldak 2. İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde işçilik alacaklarının tazmini talebiyle dava açmıştır.

3. Başvurucu; dava dilekçesinde TTK'ya ait maden ruhsat sahasında, TTK ile birlikte faaliyet yürüten şirketler nezdinde 28/3/2000-2/3/2004 tarihleri arasında çalıştığını, en son davalı Şirket nezdinde ise 12/3/2004-3/4/2015 tarihleri arasında görev yaptığını, iş akdinin haksız ve ihbar önellerine uyulmaksızın feshedildiğini, TTK ile davalı Şirket arasında imzalanmış olan sözleşmeler ile kurulan ilişkinin rödovans olmayıp asıl işveren-alt işveren ilişkisi olduğunu ve bunun da muvazaalı olduğunu ileri sürmüş; her iki davalının müştereken ve müteselsilen işçilik alacaklarından sorumlu olduğunu iddia etmiştir.

4. Mahkeme 26/12/2018 tarihli kararı ile TTK yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine, Şirket yönünden ise davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir.

5. Başvurucu, istinaf kanun yoluna başvuruda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu'na 10/6/2010 tarihli ve 5995 sayılı Kanun'un 17. maddesi ile eklenen ek 7. maddesi ile rödovans sözleşmelerine ilişkin düzenleme yapıldığını, öncesinde ise bu tip sözleşmeler ile öngörülen tarzda maden işletmeye izin verilmediğini, zira Kanun'un 5. maddesinde madenlerin bölünmezliği ilkesinin düzenlendiğini, dolayısıyla sahaların ancak bir bütün olarak devredilebileceğini, bu tarihten önce ruhsatları bölme yetkisinin bulunmadığını, davalı Şirkete maden işletme hak ve yetkisi veren sözleşmenin de bu düzenlemeden önce imzalandığını, bu kapsamda sözleşmenin usulüne uygun olmadığını, ayrıca Maden Petrol İşleri Genel Müdürülüğünden izin alınması gerektiği hâlde bu iznin de alınmadığını, TTK ile Şirket arasındaki ilişkinin muvazaalı bir alt işveren ilişkisi olduğunu ve talep edilen alacaklardan müştereken sorumlu olduklarını ileri sürmüştür.

6. Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 26/3/2021 tarihli kararı ile temyiz kanun yolu açık olmak üzere istinaf başvurusunun esastan reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun ileri sürdüğü iddialar tek tek incelenmiştir. Buna göre;

i. Rödovans sözleşmelerinin 3213 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasında yer alan maden haklarının bölünmezliği ilkesine aykırı olduğu yönündeki iddiaya yer verilmiş; aynı maddenin ikinci fıkrasında maden ruhsatları ve buluculuk hakkının devredilebileceği hususunun düzenlendiği, rödovans sözleşmelerinin de bu kapsamdamaden ruhsatının devrini değil, bu hakkın bir başkasına belirli bir süreyle kullandırılmasını sağladığı ifade edilmiştir.

ii. 3213 sayılı Kanun'un ek 7. maddesine göre rödovans sözleşmelerinin Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığının (Bakanlık) iznine tabi olduğu, izin alınmaksızın düzenlenen sözleşmelere istinaden yürütülen madencilik faaliyetlerinin durdurulacağı belirtilmiştir. Ruhsat sahibinin 3213 sayılı Kanun'dan doğan sorumlulukları nedeniyle denetim yetkisine ilişkin sözleşmede bir takım hükümlere yer verilmesinin sözleşmenin geçerliliğine zarar vermeyeceği; ayrıca ruhsat sahibinin işletme hakkını devrederken işletmede bulunan araç gereçleri de kullanılması için bırakabileceği ve sadece karşılığında rödovans bedeli aldığı ürünü denetlemek, teslim almak ve üretime yönelik olmayan işçi bulundurmak yetkilerine sahip olduğu ifade edilmiştir.

iii. Rödovans sözleşmesinin, rödovansçının bağımsızlığını ve inisiyatifini tamamen ortadan kaldıracak şekilde düzenlenemeyeceğine dikkat çeken Bölge Adliye Mahkemesi, rödovansçının istediği kadar işçi alıp çıkartabileceğini, kanunlara aykırı olmamak şartıyla üretim sürecini istediği gibi yönetebileceğini, vardiyalar oluşturabileceğini, çalışma şartlarını belirleyebileceğini ifade etmiştir.

7. Bölge Adliye Mahkemesi, başvurucunun 12/2/2004-31/12/2014 tarihleri arasında davalı Şirkette çalıştığını, öncesinde çalıştığı şirketler ile davalı Şirket arasında iş yeri devri yahut organik bağ bulunmadığını, bu sebeple sadece davalı Şirket nezdindeki çalışmaların esas alınacağını belirtmiş; dosyada yer alan 27/12/2004 tarih 25553 yevmiye No.lu rödovans sözleşmesine göre 17 No.lu sahanın işletilme hakkının 10 yıllığına davalı Şirkete bırakıldığını, başvurucunun da davalı Şirket nezdindeki çalışmalarının rödovanslı sahada gerçekleştiğini tespit etmiştir. Başvurucunun muvazaa iddialarına ilişkin olarak Mahkeme, ispat yükünün başvurucuda olduğunu belirterek dosya kapsamında dinlenen başvurucu tanıklarının beyanlarından çalışılan maden ocağında TTK işçilerinin bulunmadığı, sadece Şirket çalışanlarının bulunduğu, kullandıkları araç ve gereçlerin Şirkete ait olduğu, maden ocağının girişinde veya çevresinde TTK'ya ait bina ya da tesis bulunmadığı, TTK'dan denetime gelindiğini belirtmeleri nedenleriyle TTK ile Şirket arasındaki ilişkinin muvazaalı olmadığı sonucuna varmıştır. Nihai olarak Bölge Adliye Mahkemesi, TTK ile Şirket arasındaki ilişkinin en başından bu yana geçerli bir rödovans sözleşmesine dayandığını, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin bulunmadığını, 10/6/2010 tarihi öncesi ve sonrası şeklinde bir ayrım yapılmasının doğru olmadığı değerlendirmesi ile TTK yönünden husumet nedeniyle davanın reddi kararında usul ve kanuna aykırı bir durum bulunmadığını belirtmiştir.

8. Başvurucu Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz talebinde bulunmuşsa de Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 10/6/2021 tarihli kararı ile temyiz konusu miktarın kesinlik sınırı altında kaldığı gerekçesiyle talebi reddedilmiştir.

9. Nihai karar başvurucu vekiline 1/7/2021 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 28/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

10. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

11. Başvuru formu ve eklerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

12. Ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

13. Başvurucu; davanın adil bir şekilde yürütülmediğini, somut olayın ve ilgili hukuk kurallarının hatalı değerlendirildiğini, TTK ile davalı Şirket arasındaki ilişkinin asıl işveren-alt işveren ilişkisi olduğunu ve bu ilişkinin de muvazaalı olduğunu, zira 10/6/2010 tarihinden önce 3213 sayılı Kanun'un rödovans sözleşmeleri ile maden sahası işletmeye izin vermediğini ileri sürmüş; ispata elverişli deliller toplanmaksızın yargılamanın neticelendirildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, ayrıca bu yönde içtihadi anlamda birliğin de sağlanamadığını, iddialarını doğrular nitelikte Yargıtay 21. ve 22. Hukuk dairelerinin emsal kararları olduğu hâlde herhangi bir gerekçeye yer verilmeksizin aksi yönde kararlar verildiğini, bu durumun aynı işyerinde çalışan diğer işçiler yönünden TTK'nın sorumluluğu kabul ediliyorken tarafına yönelik farklı hüküm kurulmasına neden olduğunu iddia etmiş ve adil yargılanma hakkının, gerekçeli karar hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

14. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun şikâyetlerinin özünün TTK yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddinin hukuka aykırı olduğu hususuna ilişkin olduğu değerlendirildiğinden başvuru mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde incelenmiştir.

15. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

16. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

17. Başvurucunun muvazaa iddiasına dayalı olarak TTK ve Şirket'e karşı müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları iddiasıyla açtığı davanın TTK yönünden husumet nedeniyle reddinin mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

18. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte sınırlandırmanın kanuna dayanması, meşru amacının bulunması ve ölçülü olması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).

19. Başvurucunun davasının husumetten reddine dair kararın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Dava şartları" kenar başlıklı 114. maddesi ile "Dava şartlarının incelenmesi" kenar başlıklı 115. maddelerine dayandığı görülmektedir. Buna göre tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları bir dava şartı olarak sayılmış ve dava şartı yokluğu halinde davanın usulden reddine karar verileceği düzenlenmiştir. Bu itibarla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.

20. Davanın husumetten reddine ilişkin kuralın amacı, davanın doğru hasıma açılmasını sağlamak ve bu suretle yargılamanın gereksiz yere sürüncemede kalmasını önlemektir. Davanın husumetten reddine ilişkin bu düzenlemenin yargılamanın makul süre içinde tamamlanmasını temine yönelik bir çare olduğu açıktır. Dolayısıyla somut olaydaki müdahalenin meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır (Halil Güler, B. No: 2015/11002, 3/7/2018, § 37).

21. Mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığı da incelenmelidir. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

22. Dava hakkının bağlandığı usul kurallarına uyulmaması nedeniyle uyuşmazlıkların esası hakkında karar verilmemesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin usul ekonomisi ile iyi adalet yönetimi ilkesinin sağlanarak kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez (Ahmet Erdem, B. No: 2018/34944, 6/10/2021, § 63). Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt ise orantılılıktır. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.

23. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği yargı mercilerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda yargı mercilerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya yargı mercilerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

24. 3213 sayılı Kanun'a 10/6/2010 tarihinde eklenen ek madde 7 ile "Ruhsat sahipleri ile üçüncü kişiler arasında rödovans sözleşmeleri Genel Müdürlüğün iznine tabidir. İzin alınmaksızın yapılan rödovans sözleşmesi ile yürütülen madencilik faaliyetleri durdurulur." hükmü getirilmiştir. 5995 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemenin taslaktaki hâli ise şu şekildedir: "Maden ruhsat sahiplerinin, ruhsat sahalarının bir kısmında veya tamamında üçüncü kişilerle yapmış oldukları rödovans sözleşmelerinde, bu alanlarda yapılacak madencilik faaliyetlerinden doğacak İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili idari, mali ve hukuki sorumluluklar rödovansçıya aittir. Ancak bu durum ruhsat sahibinin Maden Kanunundan doğan sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.”Bu düzenleme daha sonra 4/2/2015 tarihli ve 6592 sayılı Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 22. maddesi ile ek 7. maddenin dördüncü fıkrası olarak 3213 sayılı Kanun'a eklenmiştir.

25. Anılan kanuni düzenlenmenin yorumlanmasına ilişkin başvurucu, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 16/6/2018 tarihli ve E. 2017/14086, K. 2018/15806 sayılı kararı ile 20/12/2018 tarihli E.2017/21666, K.2018/27957 sayılı onama kararlarına işaret etmiştir. Anılan kararlarda Daire, ilk derece mahkemelerinin, 10/6/2010 tarihinde rödovans sözleşmesi ile işletilen madenlere yönelik yeni bir düzenleme getirilmiş ise de işçinin çalışma süresi değişiklik öncesi döneme denk geldiğinde TTK Genel Müdürlüğünün işcilik alacaklarından -rödovans sözleşmesindeki hükümler gereği kontrol yetkisi olduğundan- asıl işveren olarak sorumlu tutulması gerektiği yönündeki değerlendirmelerini isabetli bulmuştur. Öte yandan, Mahkeme ise yine Yargıtay 22. Hukuk Dairesine ait 19/6/2018 tarihli ve E. 2018/6969, K. 2018/15130 sayılı kararını gözeterek davanın TTK yönünden husumet yokluğu nedeniyle reddine karar vermiştir. Anılan kararda Daire; somut olayda imzalanan sözleşmenin hükümlerini incelemiş, bilirkişi incelemesi yaptırmış; bu kapsamda TTK tarafından şirket işçileri üzerinde yönetim hakkının kullanılmadığını, yapılan işte kullanılan araç gereçlerin TTK'ya ait olmadığını, TTK tarafından yapılan denetimlerin sürekli olmadığı gibi yapılan üretime yönelik bir denetim de olmadığını, TTK'ya tanınan yetkilerin denetim ve koordinasyon sınırlarını aşmadığını tespit ederek TTK ile şirket arasındaki sözleşmenin rödovans sözleşmesi olduğunu, dolayısıyla geçerli bir rödovans sözleşmesinin varlığı durumunda 10/6/2010 tarihi öncesi ve sonrası şeklinde bir ayrım yapılmaksızın ruhsat sahibinin, rödovansçı işçilerinin işçilik alacaklarından sorumlu olmadığının kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

26. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2022 yılı Mayıs ayında önüne gelen pek çok uyuşmazlıkta, asıl işveren-alt işveren ilişkisi yönünden 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nda yer alan genel düzenlemelerin yanı sıra bu hükümlere istisna teşkil eder şekilde daha özel bir kanun hükmü bulunduğu takdirde bu ilişkinin koşulları ve kurulmuş sayılıp sayılmayacağı yönünden istisna teşkil eden özel kanun hükmünün uygulama önceliğine sahip olacağını belirtmiş; bu kapsamda 24/6/2010 tarihinde yürürlüğe giren değişiklikle 3213 sayılı Kanun'un ek 7. maddesi ile yürürlüğe giren rödovans sözleşmelerine değinmiştir. Kanunî bir altyapıya kavuşturulmuş ve maden ruhsat sahiplerinin, ruhsat sahalarının bir kısmında veya tamamında üçüncü kişilerle yaptıkları rödovans sözleşmelerinde, bu alanlarda yapılacak madencilik faaliyetlerinden doğacak İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili idari, malî ve hukukî sorumlulukların rödovansçıya ait olduğunu, ancak bu durumun ruhsat sahibinin Maden Kanunu'ndan doğan sorumluluklarını ortadan kaldırmayacağını belirtmiştir (çok sayıda karar arasından bkz. 31/5/2022 tarihli ve E.2022/439, K.2022/781 sayılı karar; 24/5/2022 tarihli ve E.2022/431, 2022/713 sayılı karar; 17/5/2022 tarihli ve E.2022/321, K.2022/650 sayılı kararı).

27. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu içtihadına göre geçerli bir rödovans sözleşmesi mevcut ise artık asıl işveren-alt işveren ilişkisinden bahsedilemeyecektir. Somut olayda da yargılama mercilerince başvurucunun uhdesinde çalıştığı Şirket ile TTK arasındaki ilişkinin rödovans sözleşmesine dayandığı belirtilmiştir. Mahkeme, gelen müzekkere cevaplarını, dinlenen tanık beyanlarını, bilirkişi raporu ve SGK kayıtları ile davalı TTK ile başvurucunun çalışmalarının geçtiği davalı ve dava dışı şirketler ile yapılan rödovans sözleşmelerini ve kapsamı sair taraf delillerini dosyaya getirerek belirtilen kanaate varmıştır. Başvurucunun aksi yönde ileri sürdüğü itirazlar, hem ilk derece mahkemesince hem de Bölge Adliye Mahkemesince ayrı ayrı incelenmiş veher bir iddiaya cevap verilmek suretiyle davanın husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 4-6). Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarının somut olayın ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olduğu, gerekçeli kararlarda ise bariz takdir hatası yahut keyfîlik teşkil eden bir durumun bulunmadığı görülmüştür.

28. Başvurucunun uhdesinde çalıştığı Şirket aleyhine dava açma imkânının olduğu, nitekim bu kapsamda açılan davaların da kabul edildiği, TTK yönünden husumet nedeniyle davanın reddine dair kararın ise katı ve şekilci bir değerlendirmeye dayanmadığı, öngörülebilirlik sınırları içinde olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla husumet yokluğundan davanın reddedilmesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin, elde edilmek istenen kamu yararı amacı ile karşılaştırıldığında başvurucuya orantısız bir külfet yüklemediği, bu itibarla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

29. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,

E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/12/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.