TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞÜKRÜ KOCABAŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/12353)

 

Karar Tarihi: 18/7/2024

R.G. Tarih ve Sayı: 3/12/2024-32741

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Ömer ÇINAR

Raportör

:

Şeyda Nur ÜN

Başvurucu

:

Şükrü KOCABAŞ

Vekili

:

Av. Doğan BEKİROĞLU

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, hazırladığı doktora ödevinde meslek sırlarını ifşa ettiği gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucu 1988 doğumlu olup 2014 yılından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihe kadar H.A.O. San. ve Tic. A.Ş.'nin (İşveren/Şirket) Kocaeli şubesinde belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu ayrıca Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümünde doktora eğitimine devam etmektedir.

3. Başvurucu; Şirkette bakım mühendisi olarak görev yapmakta iken iş sözleşmesi 13/1/2017 tarihinde "özel transportörler isimli doktora dersinin ödevinde meslek sırlarını ortaya attığı" gerekçesiyle ve haklı nedenle feshedilmiştir. Başvurucu "doktora ödevinde herkese açık makineler üzerinde bir çalışma yaptığını, ödevin en geç Haziran 2016 tarihinde teslim edildiğini, bilgisayarının ele geçirilerek bu ödevin elde edildiğini ve kendisine karşı 6-7 ay sonra kullanıldığını, ödevde meslek sırlarını ortaya atacak bir bilgi bulunmadığını" belirterek feshin haksız ve geçersiz olduğu iddiasıyla işe iade talepli tespit davası açmıştır.

4. Davanın görüldüğü Kocaeli 3. İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) 26/7/2018 tarihinde davanın kabulü ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...Davacının 01.12.2014-13.01.2017 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığı, iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından davalı şirketin gizli bilgilerinin tez çalışmasında kullanılması gerekçesiyle feshedildiği anlaşılmıştır.

Bilirkişi raporundaki tespitlerden de anlaşılacağı üzere, davacının dönem ödevinde belirttiği iyileştirme çalışmaları teknolojik kritiklik arz etmeyen, genel geçer uygulamalar olup, akademik literatürde kolaylıkla bulunabilecek bilgi ve uygulamalardır. Davacı tarafça yapılan çalışma tez niteliğinde değil ödev niteliğindedir. Dosyaya sunulan belgelerden, dinlenen tanık anlatımlarından davalı işyerinde bulunan stajyerlerin dahi kendi ödev ve çalışmalarında işyerine ilişkin verileri kullandıkları, benzer bilgilerin daha önce de işyerinde çalışanlarca aynı amaçla kullanıldığı, ancak bu çalışanların işten çıkartılmadığı anlaşılmıştır. Davalı işveren işyerinde eşitlik ilkesine ve feshin son çare olma ilkesine aykırı davranarak davacının iş aktini feshetmiştir. Davalı işveren tarafından yapılan fesih haksız ve geçersiz bulunmuştur. Bu nedenlerle feshin geçersizliğine, davacının işine iadesine karar verilmiş, aşağıdaki şekilde hüküm oluşturulmuştur."

5. İşverenin istinaf talebinde bulunması üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 24. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 30/1/2020 tarihinde İş Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında Bölge Adliye Mahkemesi, başvurucunun imzaladığı 17/6/2016 tarihli Çalışan Bilgi Güvenliği Taahhütnamesine aykırı hareket ettiği, başvurucunun eyleminin haklı neden ağırlığında olmasa da işverenle arasındaki güven ilişkisini zedelediği, bu nedenle feshin geçerli nedene dayandığı kanaatine ulaşmıştır.

6. Başvurucu, nihai kararı 10/3/2020 tarihinde öğrendikten sonra 23/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

7. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

8. Ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

A. İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia

9. Başvurucu; kişisel bilgisayarının ele geçirilerek içinden doktora ödevinin alındığını ve insan kaynakları birimine şikâyet edildiğini belirtmiştir. Doktora ödevinin ilk 10 sayfasında Şirket ile ilgili herhangi bir bilgi olmadığını, 10-17. sayfalar arasında kendisinin yoğun uğraşları sonucu Şirkete kazandırdığı bir kısım işlemin bulunduğunu, 18. sayfada kullandığı resmi internet ortamından aldığını, 21. sayfadaki son resmin ise taşeron firmanın yaptığı bir çalışma olduğunu belirtmiştir. Devamında; ödevde kullandığı bilgilerin bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere meslek sırlarını ortaya atıcı bir bilgi mahiyetinde olmadığını ve herkesin rahatlıkla erişebileceği bilgiler olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesi kararının yalnızca imzalanmış bir taahhütnameye dayandığını ve başkaca hiçbir gerekçe içermediğini ifade etmiştir. Nitekim söz konusu taahhütnamenin ödev tesliminden sonra imzalandığını, akademik takvimden de anlaşılacağı üzere ödevlerin teslimi ve not girişlerine ilişkin son tarihin 14/6/2016 olduğunu ancak taahhütnamenin 17/6/2016 tarihinde imzalandığını ve bu hâliyle mahkeme gerekçesinin fesih için yeterli olmadığını iddia etmiştir.

10. Başvurucunun iddialarının doktora ödevi nedeniyle iş sözleşmesinin feshedilmesine ve açtığı işe iade davasının reddedilmesine ilişkin işlemler bütününe yönelik olduğu görülmüştür. Bu kapsamda iş sözleşmesinin feshinin temeli ifade özgürlüğüne dayanmaktadır. Anayasa Mahkemesi her zaman ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu ifade etmiştir (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36). Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmediği ve siyasi, sanatsal, bilimsel, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına aldığı hâlde (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 37; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 40) ifade özgürlüğünün özel bir türü olan bilim ve sanat özgürlüğü Anayasa'nın 27. maddesinde özel olarak korunmuştur. Eldeki mevcut başvurunun da Anayasa'nın 27. maddesinde koruma altında bulunan bilim özgürlüğünün farklı bir görünümü olan akademik özgürlüklerle yakından ilgisi bulunmaktadır. Nitekim bir doktora öğrencisinin araştırma yapmasının bulgularını, fikir ve görüşlerini ödev biçiminde dahi olsa sunmasının akademik özgürlüğün bir parçası olduğunda kuşku yoktur.

11. Bu kapsamda devletten, ifade özgürlüğünün korunmasına yönelik yükümlülükleri kapsamında ifade özgürlüğünü kullanmak isteyenlerin yalnızca üçüncü kişiler tarafından herhangi bir saldırıya uğrama endişesi taşımadan bu hakkı kullanmalarını temin etmesi değil aynı zamanda iş sözleşmelerinin feshi gibi yapılabilecek her türlü müdahalelere karşı da önlem alması beklenir. Anayasa Mahkemesinin yapması gereken inceleme de devletin ifade özgürlüğüne yönelik söz konusu yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğine yönelik olacaktır. Bu nedenle başvuru ifade özgürlüğü kapsamında incelenmiştir.

12. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

13. Devletin ifade özgürlüğünün korunmasına yönelik yükümlülükleri çerçevesinde, uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin yasal altyapının oluşturulması, uyuşmazlıkların adil yargılama gereklerine uygun ve usul yönünden güvenceleri haiz bir yargılama kapsamında incelenmesi ve bu yargılamalarda temel haklara ilişkin anayasal güvencelerin gözetilip gözetilmediğinin denetlenmesi sorumluluğu vardır. Yine bireylerin temel hak ve özgürlüklerine üçüncü kişilerin müdahalesinin önlenmesi için gerekli önlemlerin alınması ve mahkemelerce korunma sağlanması da söz konusu yükümlülükler kapsamındadır. Kamusal makamlarca gerekli yapısal önlemler alınmış olsa da uyuşmazlık konusu davayı yürüten mahkemelerce verilen kararlarda üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı bireylere korunma imkânı sağlanmadığı durumlarda bu yükümlülükler gereği gibi yerine getirilmemiş olacaktır. Bu, kamusal makam olan mahkemeler aracılığıyla bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasız bırakıldığı anlamına gelecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ömür Kara ve Onursal Özbek, B. No: 2013/4825, 24/3/2016, §§ 47-49; Ayhan Deniz ve diğerleri [GK], B. No: 2019/10975, 14/6/2023, § 36).

14. Bu doğrultuda iş sözleşmesi kapsamında çalışan bireylerin Anayasa ile güvence altına alınan haklarına yönelik işverence gerçekleştirilen müdahale iddiasını içeren uyuşmazlıkların karara bağlandığı davalarda yargılama mercilerince söz konusu güvenceler gözardı edilmemeli, işveren ve çalışanlar arasındaki çatışan çıkarlar adil biçimde dengelenmeli, ulaşılan sonuç hakkında hüküm kurulurken ilgili ve yeterli gerekçeler sunulmalıdır (Ömür Kara ve Onursal Özbek, § 50; Kasım Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2019/33243, 4/7/2022, § 32; Ayhan Deniz ve diğerleri, § 37).

15. Somut olayda başvurucunun iş sözleşmesi "doktora ödevinde meslek sırlarını ortaya attığı" gerekçesiyle ve 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25. maddesinin II-(e) bendine dayanarak haklı nedenle feshedilmiştir. İş Mahkemesi feshin haksız ve geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine karar vermekle birlikte Bölge Adliye Mahkemesi feshin 4857 sayılı Kanun'un 18. maddesi gereğince geçerli olduğu kanaatiyle davanın reddine karar vermiştir. O hâlde neticeten başvurucunun iş sözleşmesi geçerli nedenle fesih kapsamında feshedilmiştir.

16. 4857 sayılı Kanun'un 18. maddesiyle, belirsiz süreli iş sözleşmelerinin işveren tarafından feshinde geçerli bir neden bildirme zorunluluğu getirilmiştir. Söz konusu hükümde geçerli nedenlerin neler olabileceği madde metninde sayılmıştır. İşveren tarafından iş sözleşmesinin feshi için ya işçinin yeterliliği ve davranışlarından kaynaklanan ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir nedenin işveren tarafından gösterilmesi gerekmektedir. Hükmün gerekçesinde de işbu hüküm gereği iş sözleşmesinin feshi için işçinin davranışlarının iş görme borcunu ciddi biçimde olumsuz etkilemesi, iş görme borcunu gerektiği biçimde yerine getirmesine olanak vermemesi, iş ilişkisinin sürdürülmesinin işveren açısından makul ölçülerde beklenememesi gerektiği ifade edilmiştir. Hükme göre bir davranış ancak işyerinde olumsuzluklara yol açması hâlinde geçerli sebep sayılabilir. İşçinin davranışlarının işyerindeki üretim ve iş ilişkisi sürecine olumsuz bir etkisi yoksa bu davranışların iş sözleşmesinin feshinde geçerli bir neden olarak gösterilmesi mümkün değildir (Kasım Çiftçi ve diğerleri, § 35; Ayhan Deniz ve diğerleri, § 42 ).

17. 4857 sayılı Kanun'un 25/II. maddesinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan hâller sıralanmış ve belirtilen durumlar ile benzerlerinin varlığı halinde işverenin haklı fesih imkânının olduğu açıklanmıştır. Yine aynı maddenin II-(e) bendinde, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan işçi davranışlarının da işverene haklı fesih imkânı verdiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda işverenin meslek sırlarını saklama yükümlüğü işverene sadakat yükümlülüğün bir parçası olup meslek sırlarının ortaya atılması da bir fesih sebebidir. İşverene karşı sadakat yükümlülüğü içerisinde bulunan çalışanın dürüstlük ve iyi niyet kurallarına uygun bir şekilde hareket etmesi gerekir. Bulundukları konum itibarıyla kimi zaman işveren tarafından toplumla paylaşılmayan gizli birtakım bilgilere sahip oldukları için çalışanların ifade özgürlüğünü kullanırken ölçülü davranmalarını beklemek doğaldır. Bununla birlikte ölçülü davranma yükümlülüğü çerçevesinde başvurucunun ifade özgürlüğü ile işverene karşı sadakat yükümlülüğü arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğinin her somut olayda ve ikna edici gerekçelerle ortaya konulması gerekir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Volkan Çakır, B. No: 2017/35488, 7/4/2021, § 34).

18. Somut olayda başvurucunun doktora ödevindeki bilgilerin meslek sırrı mahiyetinde olup olmadığına yönelik ilk derece mahkemesince bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve gerek inceleme sonucu oluşturulan rapor gerekse de tanık anlatımları bir bütün hâlinde değerlendirilerek başvurucunun doktora ödevinde yer alan bilgilerin teknolojik kritiklik arz etmediği ve genel geçer bilgiler olduğu tespitiyle feshin geçersiz olduğu belirtilmiştir. İlk derece mahkemesi ayrıca mevcut olayda feshin son çare olması ilkesine de uygun davranılmadığı kanaatine varmıştır. Bölge Adliye Mahkemesi ise yalnızca başvurucunun imzaladığı bir taahhütnameyi gerekçe göstererek feshin geçerli olduğu tespitinde bulunmuştur. Bununla birlikte söz konusu taahhütnamenin ne tür hükümler içerdiği, başvurucunun hazırladığı doktora ödevi ile taahhütnamede yer alan hangi hükme ve ne şekilde aykırı davrandığı ve bu hükümlerin feshi hangi sebeplerle haklı veya geçerli kıldığı yönünde herhangi bir tespit ve değerlendirme yapılmamıştır. Bu kapsamda Bölge Adliye Mahkemesi kararında işçiye somut olarak hangi sözleşme yükümlülüğünün yüklendiği ve işçinin hangi davranışı ile hangi somut sözleşme yükümlülüğünü ihlal ettiği eksiksiz olarak tespit edilmemiş; işverenin zarar gören işletme menfaatlerinin neler olduğu açıklanmamıştır. Bölge Adliye Mahkemesi, soyut ve genel bir gerekçe ile yalnızca başvurucu tarafından taahhütnamenin imzalanmış olmasına dayanmıştır.

19. Kaldı ki başvurucu akademik takvimden de anlaşılacağı üzere ödev tesliminin ve not girişlerinin son gününün 14/6/2016 olduğunu, doktora ödevini hazırladığı dersten bütünlemeye kalmadığını ve ders döneminde geçtiği, hâliyle ödev tesliminin 14/6/2016 tarihinden önce gerçekleştiğini ve bu kapsamda söz konusu ödev ile 17/6/2016 tarihinde imzalanmış bir taahhütnameye aykırı davranmasının mümkün olmadığını belirtmesine karşın Bölge Adliye Mahkemesinin söz konusu hususlara ilişkin de herhangi bir değerlendirme yapmadığı görülmüştür.

20. Diğer yandan başvurucu tez niteliğinde olmayıp herhangi bir şekilde aleniyet kazandığı gösterilemeyen bir doktora ödevinden dolayı oldukça ağır bir sonuçla karşılaşmış ve işini kaybetmiştir. Karşılaşılan ağır sonuç nedeniyle Yargıtayın geliştirdiği ölçütlere göre feshin son çare olması prensibinin bu tür davalarda uygulanmasının temel hak ve özgürlüklerin korunması için hayati önemde olduğu açıktır. Zira son çare olduğu gösterilmeden temel hak ve özgürlüklerini kullanan işçilerin iş sözleşmelerinin feshedilmesi söz konusu işçiler ve diğerleri üzerinde caydırıcı bir etkiye neden olacaktır. O hâlde bir iş sözleşmesinin feshinin temel hak ve özgürlüklerin ihlaline neden olmaması için iş ilişkisinin devam ettirilmesini imkânsız kıldığı değerlendirilen ve doğrudan en ağır yaptırıma bağlanmış olan bu sebepler işverence ve daha sonra denetleme yapan yargılama mercilerince hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya konulmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. Kardelen Yoğungan ve Sonay Tezcan, B. No: 2018/24097, 2/5/2023, § 63; Ayhan Akyüz ve diğerleri, B. No: 2018/6851, 10/5/2023, § 45). Buna karşın başvurucunun iş sözleşmesinin sonlandırılmasında feshin son çare olması prensibinin değerlendirilmediği görülmüştür. Anayasa Mahkemesi daha hafif giderim yolları izlenmeksizin doğrudan iş sözleşmesinin feshedilmesinin kaçınılmaz olduğunun gösterilemediğini değerlendirmiştir (benzer değerlendirmeler için bkz. Ayhan Akyüz ve diğerleri, § 46).

21. Tekrar ifade etmek gerekirse işverenlerin çalıştırdığı işçilerin verimli şekilde iş görmeleri ve önceden saptanmış nesnel kurallara sadakat göstermeleri konusunda beklenti içinde olmalarının haklı bir gerekliliğe dayandığını belirtmek gerekir. Zira işin veriminin düşmesine veya işveren ile olan güven ilişkisinin ciddi şekilde zedelenmesine işçinin yol açtığı durumlarda işverenin menfaatinin etkileneceği açıktır. Dolayısıyla yasal düzenlemelerin ve işverenin belirlediği kurallar çerçevesinde devam eden iş ilişkisinin meşru nedenler ortaya çıktığında bozulması ve sona erdirilmesi olağan bir durumdur (C.A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, § 123).

22. Somut olayda ise ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadan 4857 sayılı Kanun'un 18. maddesinin ifade özgürlüğünün dolaylı olarak sınırlandırılmasına dayanak yapıldığı ve Bölge Adliye Mahkemesince Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ilkelere uygun hareket edilmediği kanaatine varılmıştır.

23. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

24. Başvurucu, söz konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle ayrıca makul sürede yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

25. Anayasa Mahkemesi Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında; ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mevcut başvuruda da söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

26. Açıklanan gerekçeyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

27. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

28. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan, B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3), B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla üzere İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 24. Hukuk Dairesine (E.2018/4145, K.2020/122) iletilmek üzere Kocaeli 3. İş Mahkemesine (E.2017/75, K.2018/522) GÖNDERİLMESİNE,

E. 18.800 TL vekâlet ücretinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/7/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.