TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ARZUM ŞARLAK VE SEVİM TEKBIYIKOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/9097)

 

Karar Tarihi: 13/12/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Osman KODAL

Başvurucular

:

1. Arzum ŞARLAK

 

 

2. Sevim TEKBIYIKOĞLU

Vekili

:

Av. Mehmet Ali ALAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; haksız fiilden kaynaklanan tazminat davasında talebin daha sonra artırılan kısmının zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/3/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucuların murisi 29/3/2003 tarihinde aracını tamir ettirmek için davalıya ait işyerine götürmüş, tamiri esnasında kaldırılan aracın üzerine düşmesi neticesinde muris vefat etmiş, bunun üzerine başvurucular tedbirsiz davranan davalı işyeri sahibinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucular aynı zamanda Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinde 3/11/2003 tarihinde davalılar aleyhine açtıkları davada fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 21.000 TL maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

8. İşyeri sahibi davalı sanık hakkında Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2003/585 sayılı dosyasında açılan ceza davası 4/10/2011 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşme kararı ile sonuçlanmıştır. Başvurucuların Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2003/853 sayılı dosyasında açtıkları tazminat davasında Mahkeme 8/5/2012 tarihine kadar ceza davasının bekletici mesele yapılmasına karar vermiş, 8/5/2012 tarihli duruşmada sanık hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düştüğü, böylece kararın kesinleştiği tespiti yaptıktan sonra maddi tazminatın hesabı yönünden bilirkişi heyetinden rapor alınmasına karar vermiştir.

9. Mahkemeye sunulan 28/3/2013 tarihli bilirkişi raporunda başvurucuların destekten yoksun kalma zararları toplam 111.815,04 TL olarak hesaplanmış, başvurucular 13/5/2013 tarihli ıslah dilekçesi ile destekten yoksun kalma tazminatı taleplerini 111.815,04 TL olarak artırmıştır. Davalı taraf, artırılan maddi tazminat talebi yönünden zamanaşımı defini ileri sürmüştür.

10. Mahkeme 1/10/2013 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucuların ıslahla ilgili taleplerinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında başvurucu Sevim Tekbıyıkoğlu için 500 TL maddi, 6.000 TL manevi tazminatın, başvurucu Arzu Tekbıyıkoğlu için 500 TL maddi, 4.000 TL manevi tazminatın 29/3/2003 olay tarihinden işletilecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile başvuruculara ödenmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine hükmetmiştir.

11. Anılan karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin (Daire) 12/3/2015 tarihli kararıyla mahkeme kararı bozulmuş olup karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...1)Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Davacılar vekili, dava dilekçesinde; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, murisin eşi Sevim Tekbıyıkoğlu için 500,00 TL maddi, kızı Arzum Tekbıyıkoğlu için 500,00 TL maddi tazminat talebinde bulunmuş, 13.05.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat taleplerini davacı Sevim için 97.139,04 TL'ye, davacı Arzum için 14.676,00 TL'ye yükseltmiştir. Davalı vekili, ıslah dilekçesine karşı, ıslah edilen taleplerin zamanaşımına uğradığını belirterek, reddini talep etmiştir. Mahkemece; olayın, 29.03.2003 tarihinde gerçekleştiği, murisin bu tarihte vefat ettiği, zararın da bu tarihte gerçekleştiği, davacıların davasını zararın gerçekleşmesinden ve öğrenmesinden 10 yıl geçtikten sonra ıslah ettiği gerekçesiyle; ıslahla ilgili taleplerinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Bilindiği gibi, 'belirsiz alacak davası' 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda düzenlenmediği halde 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (m.107) ile düzenlenmiş bir dava çeşididir.

Belirsiz alacak davası, hukukî niteliği itibariyle bir eda davasıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için, davacının dava açacağı miktarı ya da değeri, tam ve kesin olarak gerçekten belirleyebilmesinin imkânsız olması ya da bunun kendisinden beklenememesi gerekir. Davacı açılacak davanın miktarını tam ve kesin olarak biliyorsa, yahut bunu bilebilecek durumda ise, belirsiz alacak davası açılamaz.(Prof.Dr. Ejder Yılmaz Bankacılar Dergisi Mart 2012 Sayı 80 sayfa 83 vd)

Öte yandan, usul kurallarının yürürlüğe girdikten sonra halen devam etmekte olan davalara da uygulanması gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, davanın, HMK.nın yürürlük tarihinden önce veya sonra açılmış olmasının bir önemi yoktur.

Belirsiz alacak davasının açılmasının sonuçlarından biri de, zamanaşımının kesilmesidir. (BK m.133/2). Yargıtay'ın bu güne kadar ki uygulamalarına göre zamanaşımı kesilmesi, dava dilekçesinde talep edilen miktarla sınırlıdır ve dava edilmeyen kısım için zamanaşımı kesilmez. Ne var ki, bu kuralı HMK m.107 ile hukukumuza yeni giren belirsiz alacak davası bakımından uygulayabilmek mümkün değildir. Aksinin kabulü, belirsiz alacak davasının kanun koyucu tarafından usul kanununda düzenlenmesine rağmen (daha başlangıçtan) reddi anlamına gelir. Belirsiz alacak davasında, kısmî alacak davasından farklı olarak, dava sırasında belirli hale gelen alacağın davaya sokulmasına izin verdiğinden, geçici talep sonucu ile açılan belirsiz alacak davasında, ileride belirli hale gelecek olan alacağın tamamı için zamanaşımı kesilmesi sonucunu ortaya çıkarır. Asgari miktar belirtilerek açılan belirsiz alacak davasında mahkemece yapılan araştırma esnasında alacağın miktarının veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına (m.141, 319) tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini arttırabilir. Yapılan bu arttırım zamanaşımına tabi değildir.

6100 sayılı HMK ile HUMK'nu yürürlükten kaldırmış, HMK.nın 107.maddesi ile belirsiz alacak davası olarak bir dava çeşidi hukuk hayatımıza girmiştir. Eldeki dava, belirsiz alacak davasıdır. Kısmi dava değildir. Usul hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesi ilkesi sebebi ile, HMK.'nın 107'nci maddesi bu dava bakımından da uygulanır. Davanın taraflarının yada Hakimin davanın başlangıcında gerçek zararı hesap etmesi mümkün değildir. Başka bir anlatımla davadaki alacak likit değildir. Gerçek alacak miktarı bilirkişi raporu ile belirlenmiştir. Bu nedenle, ıslahla arttırılan miktar zamanaşımına tabi değildir.

Davacıların, olay nedeniyle, maddi zararlarının hesap edildiği 28.03.2013 tarihli bilirkişi raporu; davacı vekiline 07.05.2013 tarihli celsede tebliğ edilmiş, davacı vekili tarafından maddi tazminat talepleri 13.05.2013 tarihinde ıslah edilmiştir. Zararın miktarının öğrenilmesinden itibaren davacı tarafça dava ıslah edildiğinden, ıslah talebinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

2)Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesindeki davaya etkisini düzenleyen Borçlar Kanunu’nun 53.maddesi hükmünde, 'Hakim, kusur olup olmadığına, yahut haksız fiilin failinin temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için, ceza hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir.

Bundan başka, ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.' denilmektedir. Aynı düzenleme, yeni Türk Borçlar Kanununun 74. maddesi hükmünde de; 'Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.' şeklinde önceki kanuna paralel şekilde düzenlenmiştir.

Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Öğreti ve uygulamada hukuk hakiminin, maddi olaylara ve özellikle fiilin hukuka aykırılığına ilişkin olarak ceza hakimi tarafından yapılan tespitlerle bağlıdır. Hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararındaki maddi olgularla bağlılığının ölçüsü; beraat kararında suçun sanık tarafından işlenip işlenmediğinin kesin olarak, delilleriyle tespit edilip edilmediğidir. Ceza mahkemesinin, kusurun ve zarar miktarının takdiri hususundaki kararı, yani, fiilin işlendiği sabit olduğu halde, kusurluluğa ya da kusursuzluğa ilişkin saptaması, hukuk hakimini bağlamaz. Hukuk hakimi, ceza mahkemesinin kusura ilişkin değerlendirmesiyle ve buna etkili tespit edilen olgularla bağlı kalmaksızın, taraflarca ileri sürülen delilleri toplayıp, tümünü birlikte değerlendirerek bir sonuca varmalıdır. Başka bir deyişle, maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır. Ancak, bu bağlayıcılık ve kesin delil niteliği ceza davasında yargılanan kişi yönünden söz konusudur. Ceza mahkemesinde sanık olarak yargılanan kişi dışında başkaları hakkında açılan hukuk davasında bu kurallar uygulanamaz.

Somut olaya gelince, Ceza dosyasında iş güvenliği uzmanlarından oluşan bilirkişi kurulundan alınan 30.04.2004 tarihli kusur raporunun hüküm kurmaya yeterli olduğu gerekçesiyle yeniden kusur yönünden bilirkişi incelemesi yaptırılmamış buna istinaden maddi tazminat miktarları belirlenmiş, mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar ve bahsi geçen kanun hükümleri çerçevesinde ceza dosyasında verilen kusur raporu ile bağlı olunmadığı dikkate alınmamıştır.

Aynı zamanda, bilirkişi raporunu hazırlarken, raporun dayanağı olan somut ve özel nedenleri bilimsel verilere uygun olarak göstermek zorundadır. HMK'nın 279.maddesine göre: bilirkişi raporu Yargıtay denetimine de elverişli olacak şekilde bilgi ve belgeye dayanan gerekçe ihtiva etmelidir. Ancak, bu şekilde hazırlanmış raporun denetimi mümkün olup, hüküm kurmaya dayanak yapılabilir. Ceza dosyasında alınan kusur raporu doğrultusunda, maddi tazminat hesabının yapıldığı bilirkişi raporu Yargıtay denetimine elverişli değildir.

Hal böyle olunca, mahkemece; tarafların kusurunun belirlenmesi hususunda, konusunda uzman 3 kişilik bilirkişi kurulundan rapor alınarak bu rapor doğrultusunda Yargıtay ve taraf denetimine elverişli maddi tazminat hesabı konusunda rapor alınıp tüm deliller birlikte değerlendirilmek sureti ile hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile yazılı şekilde hüküm tesisi de doğru görülmemiştir..."

12. Başvurucular ve davalı, karar düzeltme talebinde bulunmuş; Daire 3/5/2016 tarihli kararıyla 12/3/2015 tarihli kararını kaldırılmış ve mahkeme kararı bozulmak suretiyle yeniden karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin sair karar düzeltme istemi yerinde olmadığından REDDİNE,

Davalı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine yeniden yapılan incelemede ise; karar düzeltmeye konu uyuşmazlık, davacının ıslahla artırdığı miktar yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği ve açılan davanın belirsiz alacak davası mı, ya da kısmi dava mı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Davacının aynı hukuki ilişkiden kaynaklanan alacağının ve hakkının tümünü değil, belirli bir kısmını talep ederek, açtığı davaya kısmi dava denir. Bir kimsenin kısmi dava açıp açmadığı ancak dava dilekçesinden, davacının talep sonucundan anlaşılır.

Davacı vekili dava dilekçesinde; fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla maddi ve manevi zararının tazminini istemiştir. Dava dilekçesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde davacı tarafından kısmi dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Kısmi dava açılması halinde davaya konu edilmeyen kısmın ayrı bir dava ile talep edilmesi veya aynı davada ıslah yoluyla dava konusuna dahil edilmesi mümkündür. Bir davanın açılması halinde zamanaşımı kesilir. Ancak, kesilen zamanaşımı kesilme tarihinden başlayarak yeniden başlar. Dava ile kesilmiş zamanaşımı, davanın devamı süresince taraflardan birinin yargılamaya ilişkin her bir işleminden ve hakimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar. Kısmi dava açılması halinde zamanaşımı yalnız alacağın kısmi dava konusu yapılan miktarı için kesilir.

Tüm bu bilgiler ışığında, somut olay irdelendiğinde; davacının 29.03.2003 tarihinde gerçekleşen haksız eylem nedeniyle davalı aleyhinde 03.11.2003 tarihinde fazlaya ilişkin hakkını saklı tutarak maddi ve manevi tazminat davası açtığı, 07.05.2013 tarihli bilirkişi raporunun tebliği üzerine, 13.05.2013 tarihinde davayı kısmen ıslah ettiği ve ıslah talebine karşı da davalı vekili süresinde zamanaşımı definde bulunmuştur. Dava açılmakla, fazlaya ilişkin haklar yönünden zamanaşımı kesilmediğinden, kısmi ıslaha karşı da zamanaşımı definin yerinde olduğu ve fiilin işlendiği tarihten itibaren 6098 sayılı TBK.'nun 72.mad.(eski BK.60/1.mad.) gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinin ıslah dilekçesinin verildiği tarih itibariyle dolduğu ve bu nedenle de, yerel mahkemenin ıslahla ilgili talebinin zamanaşımı nedeni ile reddine ilişkin kararın yerinde olduğu anlaşılmıştır..."

13. Mahkeme, bozma kararına uyarak yeniden bilirkişi raporu almış; bilirkişi kurulu 26/12/2016 tarihli raporunda, işyeri sahibi davalının dava konusu kazanın oluşumunda %70, kazaya sebep olan liftin imalatçısı olan davalı H.A.nın kusursuz, müteveffa H.T.nin %30 oranında kusurlu olduğunu tespit etmiş; tazminat yönünden alınan 22/2/2017 tarihli bilirkişi raporunda ise başvurucu Sevim Tekbıyıkoğlu'nun 200.094,12 TL, başvurucu Arzum Tekbıyıkoğlu'nun 17.126,21 TL destek tazminatı alacağı olduğu bildirilmiştir.

14. Mahkeme 25/4/2017 tarihli kararında davalı H.A. hakkındaki davanın husumetten reddine, başvurucuların ıslahla ilgili taleplerinin zamanaşımı nedeniyle reddine, başvurucu Sevim Tekbıyıkoğlu için 500 TL maddi, 6.000 TL manevi tazminatın, diğer başvurucu Arzum Tekbıyıkoğlu için 500 TL maddi, 4.000 TL manevi tazminatın 29/3/2003 olay tarihinden işletilecek yasal faizi ile davalıdan alınıp davacılara verilmesine, başvurucuların manevi tazminata ilişkin fazlaya ilişkin taleplerinin reddine karar vermiştir.

15. Başvurucular ve davalının temyiz ettiği karar, Dairenin 28/5/2018 tarihli kararı ile vekâlet ücreti yönünden düzeltilerek onanmış; başvurucuların karar düzeltme talebi de Dairenin 19/2/2019 tarihli kararı ile reddedilerek hüküm kesinleşmiştir. Nihai karar, başvuruculara 9/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucular 25/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. Dava tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 83. maddesi şöyledir:

''İki taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir. Aynı davada her taraf ancak bir kere ıslah hakkını kullanabilir.''

18. 1086 sayılı mülga Kanun'un 84. maddesi şöyledir:

''lslah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir.''

19. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir."

20. 6100 sayılı Kanun'un 176. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir."

21. 6100 sayılı Kanun'un 177. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

''Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.''

22. 6100 sayılı Kanun'un 448. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır."

23. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan 60. maddesi şöyledir:

"Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.

Şukadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.

Eğer haksız bir fiil, mutazarrır olan taraf aleyhinde bir alacak tevlit etmiş olursa, mutazarrır kendisinin tazminat talebi müruru zaman ile sakıt olsa bile o alacağı vermekten imtina edebilir."

24. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Zamanaşımı" kenar başlıklı 72. maddesi şöyledir:

"Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.

Haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa zarar gören, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Anayasa Mahkemesinin 13/12/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

26. Başvurucular; haksız fiilin gerçekleşmesinden itibaren hemen dava açtıklarını, zararın davanın açıldığı tarihte belirlenebilir nitelikte olmadığını, Mahkemenin yaklaşık dokuz yıl boyunca ceza davasını bekletici mesele yaptığını, sonra bilirkişi raporu aldığını, raporun olay tarihinden on yıl sonra sunulduğunu, talep miktarlarını artırdıklarını ancak artırılan kısım yönünden davanın zamanaşımı nedeniyle reddedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, ceza davasının bekletilmesinin kendilerinden kaynaklanmadığını, bu yükün kendilerine yükletilmesinin hakkaniyete uygun olmadığını belirtmiştir. Zararı öğrenmelerinin bilirkişi raporu sonucu parasal tutarı öğrenmeleri ile gerçekleştiğini, maddi zararın 28/3/2013 tarihli bilirkişi raporunda tespit edilmesinin ardından süresinde bedel artırım dilekçesi verdiklerini ifade etmişlerdir.

2. Değerlendirme

27. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

28. Başvuru, adil yargılanma hakkı çerçevesinde, mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

30. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

31. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

32. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

33. Başvurucunun açtığı davanın ıslah dilekçesiyle artırılan kısım yönünden zamanaşımı nedeniyle reddedilmesi mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil etmektedir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

34. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

35. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.

 (1) Kanunilik

36. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

37. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

38. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

39. Somut olayda başvurucuların bilirkişi raporunun tebliği sonrası artırdığı kısım zamanaşımı nedeniyle reddedilmiştir. Anılan kararda, artırılan kısma ilişkin alacağın zamanaşımı nedeniyle reddedilmesinin başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahale teşkil ettiği, 818 sayılı mülga Kanun'un 60. ve 6098 sayılı Kanun’un 72. maddelerine göre verilen zamanaşımı kararıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu görülmüştür.

 (2) Meşru Amaç

40. Hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında olması hukuk devletinin unsurları olan hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı ile hukuki güvenlik ve istikrar gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015). Dava açılmasının belli bir süre koşuluna bağlanmasının hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması ile mahkemeye erişim hakkı arasında makul bir denge kurulması amacına yönelik olduğu anlaşılmıştır. Bu sebeple dava hakkının on yıllık süre koşuluyla sınırlandırılmasının meşru bir amaca yönelik olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

41. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca, hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

42. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2013/66, K.2014/19, 29/1/2014; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

43. Mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılması için seçilen aracın öngörülen amaca ulaşılabilmesi bakımından elverişli olması gerekir. Ayrıca seçilen araç bu hakkı en az zedeleyici nitelikte olmalıdır. Bununla birlikte hakkı daha az zedeleyen aracın tercih edilmesi gerektiğinin söylenebilmesi için söz konusu araç aynı amacı gerçekleştirmeye uygun olmalıdır. Daha hafif sınırlama teşkil eden aracın tercih edilmesi hâlinde öngörülen amaç gerçekleşmeyecek ise daha ağır müdahale oluşturan aracın seçimi hususundaki tercih, Anayasa’ya aykırı olmaz. Bunun dışında hangi müdahale aracının tercih edileceği hususunda kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır (Mustafa Berberoğlu, B. No: 2015/3324, 26/2/2020, § 48).

44. Öte yandan mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (Mustafa Berberoğlu, § 49).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

45. Başvurucular 29/3/2003 tarihinde gerçekleşen haksız fiil nedeniyle 3/11/2003 tarihinde fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla toplam 1.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminat talebiyle dava açmıştır. Başvurucuların murisinin vefatıyla neticelenen olayla ilgili olarak davalı işyeri sahibi hakkında açılan ceza davası Mahkemece 8/5/2012 tarihine kadar bekletici mesele yapılmış; en son 8/5/2012 tarihli duruşmada sanık hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düştüğü, böylece kararın kesinleştiği tespiti yapıldıktan sonra maddi tazminatın hesabı yönünden bilirkişi heyetinden rapor alınmasına karar verilmiştir. Bilirkişi raporunda başvurucuların destekten yoksun kalma zararları toplam 111.815,04 TL olarak hesaplanmış, başvurucular 13/5/2013 tarihli ıslah dilekçesi ile destekten yoksun kalma tazminatı taleplerini 111.815,04 TL olarak artırmıştır. Mahkeme ise başvurucuların ıslahla ilgili taleplerinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiş, başvuruculara yalnız toplam 1.000 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar vermiştir.

46. Yargıtay Dairesi ise temyiz incelemesinde davanın niteliğinin belirsiz alacak davası olduğunu, zararın öğrenilmesinden itibaren süresi içinde ıslah yapıldığından ıslah talebinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesinin doğru olmadığını, ayrıca Mahkemenin ceza davasında alınan bilirkişi raporu ile bağlı olmadığını, yeniden bilirkişi raporu alınarak kusur ve tazminat miktarının hesaplanması gerektiğini belirterek kararı bozmuştur. Aynı Daire, tarafların karar düzeltme taleplerini incelemiş; bu kez davanın niteliğinin kısmi dava olduğunu, artırılan kısım yönünden zamanaşımı süresinin dolduğunu, bu nedenle mahkemenin artırılan kısım yönünden davayı reddetmesinin yerinde olduğunu belirterek önceki kararını düzeltmiştir. Mahkeme Yargıtay'ın son karar düzeltme kararına uymak suretiyle bilirkişi heyetinden hem kusur hem de zarar noktasında ayrı ayrı rapor almış ve neticede başvurucuların ıslahla ilgili taleplerinin zamanaşımı nedeniyle reddine, başvuruculara toplam 1.000 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiş, ve bu karar Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.

47. Yukarıda yer verilen tespitler ışığında başvuruya konu olay değerlendirildiğinde müdahalenin elverişliliği ve gerekliliği yönünden bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir. Buna göre müdahalenin yukarıda değinilen amaçları ile kullanılan aracın ve dolayısıyla başvurucuya yüklenen külfetin ağırlığı karşılaştırılarak orantılılık ölçütü yönünden sonuca varılacaktır.

48. Anayasa Mahkemesi somut başvuruya benzer nitelikte iddiaları Çetin Akboğa ([GK], B. No: 2019/430, 23/3/2023) kararında incelemiştir. Anılan karara konu olayda, 5/1/2005 tarihinde gerçekleşen iş kazasından sonra 6/8/2007 tarihinde fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak kaydıyla 2.000 TL maddi tazminat talebiyle dava açılmıştır. Bilirkişi incelemesi sonucu maddi zarar 121.312,31 TL olarak belirlenmiş ve 8/11/2016 tarihli dilekçe ile maddi tazminat talebi bilirkişi raporundaki tutar kadar artırılmıştır. İlk derece mahkemesi de başvurucunun davasını kabul etmiş ise de Bölge Adliye Mahkemesi, iş kazasının meydana geldiği 5/1/2005 tarihinden itibaren başlayan zamanaşımının ıslah dilekçesinin sunulduğu 8/11/2016 tarihinde dolduğu gerekçesiyle bilirkişi raporu doğrultusunda artırılan maddi tazminat kısmı yönünden davayı reddetmiştir.

49. Anılan başvuruda davanın ıslah ile artırılan kısmının reddedilmesini mahkemeye erişim hakkı kapsamında inceleyen Anayasa Mahkemesi, davaya konu zararın tespit edilmesinin belli bir uzmanlık gerektirdiğini, bu nedenle zararın boyutunun belirlenebilmesi için derece mahkemelerince bilirkişi raporu alınmasına karar verildiğine dikkat çekmiş; zararının tamamını yargılamanın başlangıcında bilmesinin başvurucudan beklenemeyeceği, bu sebeple başvurucunun tüm zararı için tazminat talep edemediği kanaatine ulaşmıştır (Çetin Akboğa, § 68).

50. Anayasa Mahkemesi zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden dava açıldığı tarihte başvurucunun zararının miktarını bilebilmesinin mümkün olmadığı hususu dikkate alınmadan karar verilmesinin başvurucunun bilirkişi raporuyla belirlenen tazminat tutarının tamamını talep edebilme imkânını ortadan kaldırdığı kanaatine varmıştır. Sonuç olarak başvurucunun bilirkişi raporundan sonra artırdığı alacak talebinin zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin yorumun başvurucuya şahsi olarak aşırı külfet yüklediği, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfet ile hedeflenen meşru amaç karşılaştırıldığında külfetin orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Çetin Akboğa, §§ 73, 74).

51. Anılan kararda ayrıca Türk hukukunda belirsiz alacak davasına ilişkin düzenlemenin kabulünden önceki döneme ilişkin olarak açılan kısmi davalarda AİHM'in başvurucuların zararın miktarını dava tarihi itibarıyla öğrenebilmelerinin kendilerinden beklenemeyeceğine dair ihlal kararlarına da dikkat çekilmiştir (Çetin Akboğa, § 69).

52. Somut olayda başvurucular davayı kanunda öngörülen süre içinde açmış ve toplamda 1.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Mahkeme yaklaşık dokuz yıl boyunca davalı yönünden açılan ceza davasını bekletici mesele yapmış, bu süre zarfında zararın miktarını tespit etmemiş ancak ceza davası sona erdikten sonra bilirkişi raporu alarak zararın 111.815,04 TL olduğunu belirlemiş, başvurucular bilirkişilerin bu değerlendirmesi ışığında taleplerini artırmak üzere süresi içinde Mahkemeden talepte bulunmuştur. Başvurucuların zararı bilirkişi raporu alınmadan bilebilmeleri ihtimalinin olmadığı ortadadır. Başvurucuların açtığı hukuk davasında uzun süre ceza davasının bekletici mesele yapılmasında ve bu nedenle bilirkişi raporunun geç alınmasında başvuruculara atfedilebilecek bir kusur olmadığı tartışmasızdır. Ancak tüm bu hususlara rağmen Mahkeme, başvurucuların olay tarihinden itibaren başlayan on yıllık yasal süre sınırı içinde ıslah talebinde bulunmadığını belirterek ıslah olarak nitelediği tazminat tutarı yönünden zamanaşımı süresinin geçtiği sonucuna varmıştır.

53. Mevcut davaya özgü koşullar dikkate alındığında zamanaşımı süresinin bu şekilde uygulanması başvurucuların uğradıkları zararın karşılığı olan tazminatın tamamını talep edebilme imkânından mahrum bırakmaktadır.

54. Davaya konu söz konusu zararın tespit edilmesi teknik değerlendirmeler içermekte olup belli bir uzmanlık gerektirmektedir. Mahkeme bu nedenle başvurucuların zararının boyutunun belirlenebilmesi için bilirkişi raporu hazırlanmasına karar vermiştir. Dolayısıyla davanın niteliği gözönüne alındığında bilirkişiler tarafından yapılan değerlendirmeler sonucu ortaya çıkan zararın tamamını yargılamanın başlangıcında bilmesinin başvuruculardan beklenemeyeceği, bu sebeple başvurucuların tüm zararı için tazminat talep edemediği kanaatine ulaşılmıştır.

55. Bu itibarla başvurucuların ıslaha konu dava değerinin artırılan kısmı yönünden davanın zamanaşımından reddedilmesine ilişkin uygulamanın başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucuların katlanmak zorunda kaldığı külfet hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığında külfetin orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

57. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesinden şikâyet etmektedir.

58. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda da anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

59. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. GİDERİM

60. Başvurucular; ihlalin tespiti, yeniden yargılama ve tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

61. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

62. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçları bakımından yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/328, K.2017/153) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.164,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/12/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.