TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
S. B. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/25202) |
|
Karar Tarihi: 11/5/2023 |
R.G. Tarih ve Sayı: 27/9/2023 - 32322 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
M. Emin KUZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
Kenan YAŞAR |
Raportör |
: |
Duygu KALUKÇU |
Başvurucu |
: |
|
Vekili |
: |
Av. Serhat BAYRAKTUTAN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 18/7/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
6. 1972 doğumlu olan başvurucu, 11/10/1996 tarihinden itibaren bir kamu bankasında (kurum) çalışmaya başlamış; en son Doğu Anadolu Bölge İstihbarat Müdürlüğü bünyesinde müdür olarak çalışmakta iken 28/7/2016 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir.
7. İşveren Yönetim Kurulu tarafından 28/7/2016 tarihinde alınan kararda, ülkede yaşanan darbe teşebbüsü sonrasında kurumun halka açık bir banka niteliğinde olması ve bu kapsamda çalışma alanında oluşabilecek zafiyet ile kurumun itibarı da dikkate alınarak 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 17. maddesine istinaden tüm hakları ödenmek suretiyle başvurucunun da aralarında olduğu 63 kişinin iş akdine son verildiği belirtilmiştir.
8. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle işveren aleyhine 31/8/2016 tarihinde dava açmıştır. Erzurum 1. İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, fesih bildiriminde feshin açık ve kesin sebebinin belirtilmediğini, savunmasının dahi alınmadan işine son verildiğini ileri sürmüştür.
9. Mahkeme tarafından işveren kuruma, Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık), Palandöken İlçe Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet), Erzurum Valiliği Olağanüstü Hâl (OHAL) Bürosuna müzekkereler yazılarak başvurucu hakkındaki bilgi ve belgelerin gönderilmesi talep edilmiştir. Bu kapsamda Başsavcılıktan gelen cevabi yazıda başvurucu hakkında yürütülen bir soruşturma olmadığı bildirilmiştir.
10. Mahkeme 9/3/2017 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"Tüm dosya kapsamına göre davalı bankanın kamu bankalarından sayılması,davacının bankada yaptığı işin istihbarat müdürlüğü olmakla müşteri hesaplarına ulaşma araştırma yetkisinin bulunması bu haliyle davacının çalışmaya devam etmesinin kurumun güvenliği için mümkün olmadığı, bankanın değerlendirmeyi usulünce yapıp28.07.2016 tarih 2821,27 nolu yönetim kurulu kararıyla fesih işlemini gerçekleştirmesinin şüphe feshi olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmış, fesih kararı İK'nın 18. Maddesine uygun geçerli bir fesih olduğundan davanın reddine dair aşağıdaki karar verilmiştir."
11. Başvurucu, karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; dava dilekçesi ve aşamalardaki savunmasını tekrar etmek suretiyle hakkında soruşturma yahut kovuşturma bulunmadığını, işveren kurum tarafından somut hiçbir delile dayanılmadığını, iş akdinin usul ve yasaya aykırı bir şekilde, tamamen keyfî olarak sonlandırıldığını ileri sürmüştür.
12. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 24/10/2017 tarihli kararla eksik inceleme gerekçesine dayanarak dosyanın geri çevrilmesine karar vermiş, 9/5/2018 tarihli kararla da istinaf talebinin kabulüne ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... getirtilen kayıtlardan davacı hakkında terör örgütü üyeliği ile ilgili olarak herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmadığı anlaşılmaktadır. Feshin dayanağı olarak gösterilen ve dosyaya gönderilen davalı bankanın yönetim kurulu kararı incelendiğinde, davacının, terör örgütü ile irtibatını ortaya koyan bir kayıt veya belge içermediği gibi söz konusu yönetim kurulu kararında terör örgütü irtibatı dışında performansı yeterli olmayan kişilerin de iş akdinin sona erdirilmesine karar verildiği görülmektedir. Davacının terör örgütü irtibatı yada performans düşüklüğü nedeniyle iş akdinin sona erdirildiği yönünde yönetim kurulu kararında herhangi bir ayrım yapılmamış, performansının düşük olması nedeniyle iş akdinin feshedildiği de iddia ve ispat edilmemiştir. Bu hali ile davacının iş akdinin feshinin şüphe feshi olarak kabul edilip davanın reddine karar verilmesinin hatalıdır. Davacının istinaf talebi yerindedir. Bununla birlikte bu hatanın düzeltilmesi için yeniden yargılama yapılması gerekli olmadığından kararın kaldırılarak davanın kabulüne yönelik aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."
13. İşveren kurumun temyiz talebi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle bozma kararı vermiştir.
14. Dosyanın kendisine geldiği Bölge Adliye Mahkemesi, bozma ilamı doğrultusunda yaptığı inceleme neticesinde başvurucunun kardeşi S.A. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma yürütüldüğü bilgisi edinmiştir. Bu kapsamda Bölge Adliye Mahkemesi 6/3/2019 tarihli kararla davanın reddine hükmetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda yapılan araştırma neticesinde, davacının kardeşi hakkında terör örgütü ile irtibatlı olduğuna ilişkin ceza soruşturması olduğu nazara alındığında; taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği, işverenden, iş akdinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe meydana geldiği(Benzer yönde Dairemizin 2018/856 Esas-2018/1266 Karar sayılı kararını onayan Yargıtay 22.Hukuk Dairesinin 2018/10440 Esas, 2018/18229 Kararsayılı ilamı ) sonucuna varılmıştır. Bu nedenle işe iade davası bakımından geçerli nedenin bulunduğu anlaşılmakla davanın reddi gerekmiştir."
15. Başvurucu, istinaf kararına karşı temyiz talebinde bulunmuş; kardeşi ile ilgili tespitin kendisi hakkında şüphe teşkil edemeyeceğini, bu durumun suç ve cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
16. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 15/5/2019 tarihli kararı ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına hükmetmiştir.
17. Nihai karar 30/6/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 18/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. İlgili Mevzuat
19. İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-25.
B. Yargıtay Kararları
20. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır."
21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:
"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..."
22. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin 4. maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin 7. maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.
Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir."
23. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.
Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Anayasa Mahkemesinin 11/5/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
25. Başvurucu; savunması alınmadan iş akdinin feshedildiğini, derece mahkemelerinin iddia ve itirazlarını incelemediğini, yargılamayı adil şekilde yürütmediğini, hakkında hiçbir bilgi/belge, soruşturma yahut kovuşturma olmadığı hâlde kardeşi hakkındaki soruşturmayı gerekçe göstererek kendisinin terör örgütü ile irtibatlı olabileceğini belirttiğini, kaldı ki bahsi geçen soruşturmanın bile derdest olduğunu ifade ederek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Bakanlık görüş yazısında, taraflar arasındaki iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, geçerli nedenle feshin söz konusu olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi tarafından davanın reddine karar verildiği ve anılan kararın kanun yollarından geçerek kesinleştiği hatırlatılmış; hukuk kurallarını yorumlama yetkisinin derece mahkemelerine ait olduğu, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir durum olmadığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti mahiyetinde kalacağı hususlarında değerlendirmeler içeren Anayasa Mahkemesi kararlarına yer verilerek başvuru incelenirken bu hususların gözönünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir.
27. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, şüphe feshine dayanak olarak kendisi ile ilgili hiçbir tespite yer verilmediğini, hiçbir illegal yapılanmayla bağlantısının olmadığını, kardeşi ile ilgili tespit nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin suç ve cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olduğunu ve özel hayatına ağır bir müdahale teşkil ettiğini, bu kapsamda Anayasa'da güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
28. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun temel iddiası; iş akdinin somut bir gerekçe gösterilmeksizin feshedildiği, derece mahkemelerince de kardeşi ile ilgili yürütülen soruşturmanın feshe gerekçe yapıldığı, iddia ve itirazları karşılanmadan davasının reddine karar verildiği hususuna ilişkindir. Bu kapsamda başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki iddialarının gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
31. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).
32. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü -kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde- diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
33. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varmada kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açık bir keyfîlik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No:2013/1235, 13/6/2013, § 23).
34. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olan bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş, § 24).
35. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hâle getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
36. Somut olayda bir kamu bankasında 1996 yılından itibaren çalışmakta olan başvurucunun iş sözleşmesi, terör örgütü ile irtibatı bulunduğu şüphesiyle feshedilmiştir. Başvurucu, iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek işveren aleyhine işe iade talebiyle dava açmış; hakkında somut ve şüpheye elverişli bir tespit olmadığı hâlde savunması dahi alınmadan iş akdinin feshedildiğini, derece mahkemelerince bu yöndeki iddia ve itirazlarının incelenmediğini ileri sürmüştür.
37. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi 6/3/2019 tarihli gerekçeli kararında, başvurucunun kardeşi S.B. hakkında terör örgütü üyeliği kapsamında yürütülen soruşturma nedeniyle şüphe feshinin unsurlarının oluştuğundan bahisle davanın reddine karar vermiş; bu karar temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir (bkz. §§ 14-16).
38. Şüphe feshinin mahiyeti gereği ispatı beklenemese de Yargıtay içtihadında da belirtildiği üzere şüphenin işçinin kişiliğinde bulunan bir sebebe dayanması, bu sebebin de ciddi, önemli ve somut nitelikte objektif olay ve vakıalar ile desteklenmesi gerekmektedir. Aksi hâlde hukuk devletinin bir gereği olan hukuki güvenlik ilkesine aykırı bir şekilde keyfî uygulamaların gündeme gelmesi söz konusu olabilecektir.
39. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013). Bu noktada gerekçeli karar hakkı, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin tesisinde önemli bir araç konumundadır. Zira kişiler ancak gerekçeli karar vasıtasıyla somut olayın hukuk kuralları karşısında nasıl konumlandırıldığını öğrenebilmekte ve buna karşı etkili bir savunma geliştirme imkânı bulabilmektedir.
40. Derece mahkemelerince gerçekleştirilen araştırma ve incelemeler neticesinde tespit edilen hususların hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerini temin edecek ve keyfî uygulamaların önüne geçecek şekilde somut olayın özelliği dikkate alınarak gerekçeli kararda ortaya konulması gerekmektedir. Bu kapsamda sadece şeklî anlamda bir gerekçenin varlığı yeterli değildir, aynı zamanda gerekçenin makul olması şartı aranmaktadır. Makul gerekçeden anlaşılması gereken, mahkemelerin dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini ortaya koymasıdır (bkz. §§ 30-34).
41. Tüm bu açıklamalar karşısında şüphe feshi gerekçesiyle iş akdinin sonlandırıldığı davalarda, özellikle işvereni fesih sonucuna götüren hususların aydınlatılması önem arz etmektedir. Bu kapsamda derece mahkemelerinden beklenen; öncelikle işveren kurumun niteliği ile sözleşmesi feshedilen işçinin burada hangi pozisyonda çalıştığı, işinin mahiyeti ve öneminin ne olduğu hususlarının belirlenmesidir. Zira şüpheyi doğuran olay yahut durum, farklı pozisyonlarda çalışan kişiler yönünden farklı değerlendirme yapmayı gerektirebilmektedir. Bunun yanı sıra şüphe feshini doğuran durum veya olayın/vakıanın -Yargıtay içtihadında da değinildiği gibi- doğrudan işçinin şahsından kaynaklanması, millî güvenliği tehdit eden yapı veya oluşum ile işçi arasında güncel ve kişisel bir bağlantıyı ortaya koyabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Yine bu noktada derece mahkemelerince söz konusu bağlantının nasıl kurulduğunun detaylı bir şekilde gerekçelendirilmesi keyfîliğin önüne geçilebilmesi adına önem arz etmektedir. Söz konusu kireterlerin -özellikle millî güvenlik ile ilgili hususlarda- esnek değerlendirilebileceği düşünülse dahi bu durumda da makul ve hakkaniyetli bir şekilde mevzunun ele alınması, hem işçi yönünden hem işveren yönünden adil bir denge kurulması icap etmektedir.
42. Somut olayda başvurucu hakkında işvereni şüphe feshine götüren olgu, başvurucunun şahsına ilişkin değil kardeşi S.B. hakkında terör örgütü üyeliği isnadı ile yürütülen soruşturmadır. Hukuk devletinde bir kimsenin başkalarının fiillerinden sorumlu tutulması -kanunda öngörülen- çok istisnai hâller dışında kabul edilemez. Çağdaş hukuk sistemleri bireyin özerkliğini esas alarak ona haklar bahşetmekte ve sorumluluklar yüklemektedir. Bir kimsenin hukuken ve fiilen davranışlarını kontrol etme gücü ve yükümlülüğünü haiz olmadığı başka bir bireyin fiillerden dolayı kamu otoritelerinin yaptırımına maruz kalması bireysel özerklik düşüncesiyle bağdaşmamaktadır (Sebiha Kaya, B. No: 2108/34124, 20/5/2021, § 54).
43. Başvuruya konu yargılamada, başvurucunun işveren kurumda Doğu Anadolu Bölge İstihbarat Müdürlüğü bünyesinde müdür olarak çalıştığı, bu kapsamda kurum tarafından yargılama sürecinde başvurucunun çalıştığı pozisyonun önemine vurgu yapıldığı anlaşılmakla birlikte iş akdi feshedilmeden bir müddet önce başvurucunun merkeze alındığı, ayrıca 1996 yılından bu yana çalıştığı hâlde görevi kötüye kullandığına dair hiçbir şüphenin işveren tarafından ileri sürülmediği, kardeşi ile ilgili yapılan tespitin mesleki anlamda ne gibi bir tehdit oluşturduğu hususlarının ortaya konulamadığı görülmüştür. Başvurucu, hakkında hiçbir idari yahut adli takibatın bulunmadığını belirterek ileri sürülen iddiaları reddetmektedir. Nitekim Mahkeme tarafından yazılan müzekkere cevaplarında da başvurucuya yönelik herhangi bir verinin bulunmadığı bildirilmiştir.
44. Sonuca varmadan önce belirtmek gerekir ki derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması hâlinde mahkeme, bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56). Bu kapsamda başvuruya konu olaya ilişkin yukarıda yapılan tüm incelemeler neticesinde -ilgili mevzuat, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi içtihadı da dikkate alındığında- başvurucunun iddia ve itirazlarının yargılamanın esasına temas eden ve davanın sonucu değiştirebilecek nitelikte olduğunu söylemek mümkündür.
45. Sonuç olarak gerekçeli kararda, işveren yönünden başvurucu ile aralarındaki güven ilişkisinin sarsılmasına neden olan olay ve olgulara dair yeterli açıklamanın yapılmadığı görülmüştür. Diğer bir ifadeyle iş akdinin feshinin geçerli bir sebebe dayanıp dayanmadığı, tarafların iddia ve savunmaları değerlendirilerek gerekçelendirilmemiştir. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
47. Başvurucu ayrıca haksız bir şekilde işten çıkarılması nedeniyle çalışma hakkının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, eşitlik ilkesi ile masumiyet karinesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüşse de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden diğer ihlal iddialarına ilişkin olarak kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına yer olmadığına karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
48. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesine ve tazminata hükmedilmesine karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.
49. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
50. Dosyalardaki belgeden tespit edilen 364,60 TL başvuru harcı ile 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
51. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talepleri kabul edilmemiştir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Diğer ihlal iddialarının İNCELENMESİNE YER OLMADIĞINA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Erzurum 1. İş Mahkemesine (E.2016/703) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 364,60 TL başvuru harcı ile 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/5/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.