TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENELKURUL

 

KARAR

 

BUCA SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA VAKFI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/15717)

 

Karar Tarihi: 31/1/2024

R.G. Tarih ve Sayı: 12/6/2024-32574

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Eren Can BENAKAY

Başvurucu

:

Buca Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı

Vekili

:

Av. Ahmet DOKUCU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; ilave tediye alacağı talebiyle açılan davada içtihada aykırı şekilde aleyhe karar verilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, gerekçeli karar hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 3/4/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

5. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, 29/5/1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun 7. maddesine göre bu Kanun'un amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdi ve ayni yardımda bulunmak üzere İzmir ili Buca ilçesinde kurulan bir vakıftır.

8. 6/3/2006 tarihi ile iş akdinin feshedildiği 4/10/2011 tarihi arasında vakıf müdürü olarak çalışan bir kişi tarafından başvurucu Vakıf aleyhine işçi alacaklarıyla birlikte kamu personeli olduğu iddia edilerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi talebiyle dava açılmıştır.

9. İzmir 11. İş Mahkemesi (Mahkeme) 31/3/2014 tarihinde davayı kısmen kabul etmiş ve başvurucu Vakfın fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti ile bilirkişi incelemesi sonucunda hesaplanan ilave tediye alacağını ödemesine karar vermiştir.

10. Karara karşı başvurucu 3/4/2014 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur.

11. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi (Daire) 7/7/2017 tarihinde mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararında; kanun koyucunun sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına bilinçli olarak kamu tüzel kişiliği vermediğinin, onların Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulmasını, özel hukuk tüzel kişisi olarak özel hukuk hükümlerine göre faaliyet göstermesini istediğinin açık olduğu, bu vakıfların kısmen kamu kaynağı kullanmalarının kamu kurumu olarak nitelendirilmelerine yeterli bir sebep olmadığı belirtilmiştir. Anılan vakıfların mütevelli heyetinin oyçokluğu ile karar alıp uyguladığı, bu heyetin üyelerinin neredeyse yarısının seçilerek gelen sivil üyelerden oluştuğu dikkate alındığında kamu kurumu olarak nitelendirilmelerinin düşünülemeyeceği ifade edilen kararda vakıf çalışanlarının da fon personeli olarak değerlendirilemeyeceği belirtilerek ilave tediye alacağı isteminin reddedilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğu hüküm altına alınmıştır.

12. Anılan bozma kararı üzerine Mahkeme 1/11/2018 tarihinde davayı kısmen kabul etmiş ve başvurucunun fazla süreli çalışma ücreti ile birlikte ilave tediye alacağını ödemesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Tüm dosya kapsamı, Yargıtay bozma ilamı ve 31/07/2018 tarihli bilirkişi raporu birlikte değerlendirildiğinde; her ne kadar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının kamu kurumu olarak değerlendirilemeyeceği ve ilave tediye talep edilemeyeceği gerekçesi ile mahkememiz kararı bozulmuş ise de bozma kararından sonra 25/05/2018 tarihinde yürürlüğe giren 7144 Sayılı Kanunun 7. maddesi ile 3294 Sayılı Kanunun 7. maddesine eklenen fıkra ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının kamu işyeri olduğu yönünde düzenleme yapılması ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/05/2018 tarih 2016/1226-2018/1141 sayılı kararı ile 'yasa maddesinin gerekçesinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları bakımından kanun koyucunun geçmişe yönelik tespitte bulunarak Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının başından itibaren kamu işyeri olduklarına vurgu yapıldığı ve İçtihadı Birleştirme Kararının bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmak istendiği' tespit edilerek kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin düzenlemeler halinde kanunların geriye yürümesinin de söz konusu olabileceğinin ve İçtihadı Birleştirme Kararının etkisinin bulunmayacağının belirtilmesi karşısında davacının ilave tediye alacağına hak kazandığı, davalı tanık beyanları esas alındığında haftanın 5 günü 08.00-17.00 saatleri arasında 1 saat ara dinlenmesinin mahsubu sonucu haftalık 40 saat çalışma yapması nedeni ile fazla süreli ve fazla çalışmasının olmadığı, dini bayram haftaları öncesi 3 cumartesi günü 10.00-15.00 saatleri arasında çalışma yapması nedeni ile 1.071,87 TL net fazla süreli çalışma alacağı olduğu, haftada 5 gün çalışma yapması nedeni ile hafta tatili alacağı olmadığı kanaatine varılmış, mazeretli ve raporlu olunan günler nedeni ile çalışılamayan günlerinde olabileceği dikkate alınarak takdiren %30 oranında indirim yapılmak suretiyle 714,58 TL fazla süreli çalışma alacağı olduğu kabul edilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

13. Başvurucu söz konusu karara karşı 19/11/2018 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, Yargıtayın 9/6/2017 tarihli İçtihadı Birleştirme Kurulu (İBK) kararına aykırı karar verilemeyeceği, bu karara aykırı olarak verilen Hukuk Genel Kurulu (HGK) kararının yok hükmünde olduğu belirtilmiştir. Bozma kararına uyulduğu takdirde uyma kararına aykırı olarak hüküm kurulamayacağına dikkat çekilen dilekçede, bozma kararından sonraki bir tarihte yürürlüğe giren kanunun geriye yürümeyeceği, vakıfların toplu iş sözleşmesi kapsamına girmesinin ilave tediye alacağı ödemesini gerektirmeyeceği, HGK kararındaki değerlendirmenin kanun metni ile çeliştiği hususlarına yer verilmiş ve vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olduğu ifade edilmiştir.

14. Daire 6/2/2019 tarihinde temyiz istemini reddederek Mahkeme kararını onamıştır.

15. Nihai karar başvurucu vekili tarafından 2/4/2019 tarihinde öğrenilmiş olup 3/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Kanun Hükümleri

16. 3294 sayılı Kanun'un;

i. 7. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulur.

Mülkî idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il millî eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe millî eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur. Ayrıca her faaliyet dönemi için, il dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının valinin çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kendi aralarından seçecekleri birer muhtar üye ile ilde kurulan ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri iki temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi; ilçe dahilindeki köy ve mahalle muhtarlarının kaymakamın çağrısı üzerine yapacağı toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile kendi aralarından seçecekleri birer üye ile ilçede kurulu ve bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin kendi aralarından seçecekleri bir temsilci ve hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği iki kişi mütevelli heyetinde görev alırlar. İl veya ilçede bu Kanunda belirtilen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu olmaması halinde, hayırsever vatandaşlar arasından il genel meclisinin seçeceği üçüncü bir kişi daha mütevelli heyetinde görev yapar.

Büyükşehir belediyesi bulunan illerdeki il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarında, ikinci fıkrada hayırsever vatandaşlar arasından seçileceği belirtilen iki üye; il sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları için doğrudan vali tarafından, ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları için ise kaymakamın teklifi üzerine vali tarafından belirlenir. Ayrıca, il veya ilçede bu Kanunda belirlenen amaçlara yönelik faaliyette bulunan sivil toplum kuruluşu bulunmaması hâlinde il sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları için doğrudan vali tarafından, ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları için ise kaymakamın teklifi üzerine vali tarafından üçüncü bir kişi daha belirlenir. İl veya ilçe sınırları içerisinde köy bulunmaması hâlinde, köy muhtarı yerine bir mahalle muhtarı daha mütevelli heyetinde görev yapar. İlde vali, bir vali yardımcısını başkan vekili olarak; büyükşehir belediye başkanı, genel sekreteri veya genel sekreter yardımcısını; il belediye başkanı da bir belediye başkan yardımcısını toplantılarda kendisini temsil etmek üzere görevlendirebilir.

Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir.

Vakıflar, 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyerleridir."

ii. 8. maddesi şöyledir:

"Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının gelirleri;

a) Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan aktarılacak miktardan,

b) (Mülga: 7/12/2004-5272/87 md.)

c) (Mülga: 2/3/2014-6529/16 md.)

d) İşletme ve iştiraklerden elde edilecek gelirlerden,

e) Diğer gelirlerden,

Teşekkül eder."

iii. 9. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunla kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları;

a) Kurumlar Vergisinden, (iktisadi işletmeler hariç),

b) Yapılacak bağış ve yardımlar sebebiyle Veraset ve İntikal Vergisinden,

c) Sahip oldukları taşınır ve taşınmaz mallar ve yapacakları tüm muameleler dolayısıyla her türlü vergi, resim, harç ve fonlardan,

d) Vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğünce vakıflardan tahsil edilen teftiş ve denetleme masraflarına katılma paylarından,

e) Her türlü döner sermaye ücretlerinden,

Muaftır."

iv. Ek 1. maddesi şöyledir:

"4 üncü maddenin (a), (c), (d), (e), (f), (g) bendlerinde sayılan fon gelirleri ile 8 inci maddede yazılı vakıf gelirleri kamu alacağı mahiyetinde olup, bu Kanunda yazılı süre içinde ödenmeyen gerek 4 üncü maddenin (a), (c), (d), (f) ve (g) bendlerindeki fon gelirlerinin, gerekse 8 inci maddenin (b) bendinde yazılı vakıf gelirlerinin tahsili için Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Kurulu Başkanlığınca veya ilgili vakıflarca 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun Hükümlerine göre işlem yapılır. Ayrıca, sorumlular hakkında bu Kanun ve ilgili diğer kanunlar uyarınca takibata geçilir."

B. Yargıtay Kararları

17. Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının hukuki statüsü, başka bir ifadeyle sahip oldukları tüzel kişiliğin kamu tüzel kişiliği mi yoksa özel hukuk tüzel kişiliği niteliğinde mi olduğu hususu Yargıtay kararlarına konu olmuştur. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi istikrarlı olarak, anılan vakıfların özel hukuk tüzel kişisi statüsünde olduğu, dolayısıyla kamu personeli sıfatı bulunmayan çalışanlarının ilave tediyeden yararlanamayacağı görüşünü benimsemiştir.

18. 15/5/2018 tarihli ve 7144 sayılı Kanun'un 7.maddesi ile 3294 sayılı Kanun'un 7. maddesine eklenen fıkrayı değerlendiren Yargıtay HGK'nın 30/5/2018 tarihli kararı sonrasında Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, yürürlüğe giren kanunların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olamamasının hukukun genel ilkelerinden kazanılmış hakların korunması ilkesinin gereği olduğunu belirterek 7144 sayılı Kanun'un 7. maddesinin yürürlük tarihinden önceki döneme ilişkin davalar bakımından sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip, ayrı işyeri niteliğinde ve bağımsız işveren olduğunun belirlendiği ve tarafları bağlayıcı Yargıtay İBK'nın bulunduğu gerekçesiyle ilave tediye istemlerinin reddine karar vermiştir (Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 19/4/2018 tarihli ve E.2018/5389, K.2018/9411 sayılı kararı).

19. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 1/10/2020 tarihi itibarıyla kapatılmış ve görevleri büyük oranda Yargıtay 9. Hukuk Dairesine devredilmiştir. Bu tarihten sonra Yargıtay 9. Hukuk Dairesi verdiği kararlarda, Yargıtayın 9/6/2017 tarihli İBK kararı uyarınca Vakfın özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğunu ve ayrı işyeri olan bağımsız işveren olduklarını belirtmiş; İBK kararlarının bağlayıcı olduğunu ve Vakfın kamu tüzel kişisi olduğuna yönelik kanuni bir düzenleme, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ya da aksi yönde içtihadı birleştirme kararı bulunmadığını ifade etmiştir. Bu kapsamda;

i. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 19/1/2022 tarihli ve E.2022/16, K.2022/583 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının ‘6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması ve 6452 Sayılı Kanunla 6212 Sayılı Kanununun 2 inci Maddesinin Kaldırılması Hakkında Kanun’ çerçevesinde ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmadığı noktasındadır

6772 sayılı Kanun'un 1. maddesinde, ilave tediye alacağı ödemekle yükümlü işverenlerin kimler olduğu açıkça belirlenmiştir. Kanuna göre, devlete ve ona bağlı olmak üzere

1-Genel, Katma ve Özel bütçeli daireler,

2-Sermayesi değişen kurumlar,

3-Sermayesinin yarısından fazlası devlete ait olan şirket ve kurumlar ve bunlara bağlı kuruluşlar,

4-Belediyeler ve belediyelere bağlı kuruluşlar,

5-3460 ve 3659 sayılı kanun kapsamına giren, sermayesinin tamamı devlete ait olan veya bu sermeye ile kurulan iktisadi devlet kuruluşları,

6-Yukarıda belirtilenlerden olmayan diğer kurum, banka ve ortaklıklar bu Kanun kapsamındadır.

Diğer taraftan ‘kamu kurumu’ kavramı genel olarak; genel, katma ve özel bütçeli idareler ile il özel idaresi ve belediyeyi veya bu kurumlarca sermayesinin yarısından fazlası karşılanan kurumlara ait olan ve bir kamu hizmeti sunan kurumları ifade etmektedir.

Davalı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının, 6772 sayılı Kanun kapsamında bir kamu tüzel kişisi olup olmadığını belirleyebilmek için öncelikle, Vakfın tabi olduğu Kanun hükümlerine göre yapısını, kuruluşunu ve işleyişini değerlendirmek gerekmektedir.

29.05.1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun (16/6/1989 tarihli ve 3582 sayılı Kanunun 1 maddesi ile değişik) 1. maddesinde, bu Kanunun amacı ‘fakru zaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlar ile gerektiğinde her ne suretle olursa olsun Türkiye'ye kabul edilmiş veya gelmiş olan kişilere yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmek’ olarak açıklanmıştır.

Kanun'un (5263 sayılı Kanun'un 19. maddesi ile değişik) 7. maddesinin 1. fıkrasında ise, Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulması öngörülmüştür (m.7/1). Aynı maddenin 3 üncü fıkrasında, vakıf senetlerinin mahallin en büyük mülki amiri tarafından Medeni Kanunu hükümlerine göre tescil ettirileceği ifade edilmiştir.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının gelirleri, 'Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan aktarılacak miktardan, işletme ve iştiraklerden elde edilecek gelirlerden ve diğer gelirlerden' oluşur (m. 8).

Vakıfların oluşumuna bakılacak olursa; Kanunun 7. maddesinde; İlçe Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Mütevelli Heyetinde 1 adet belediye başkanı, 1 adet köy muhtarı, 1 adet mahalle muhtarı, 1 adet sivil toplum kuruluşu yöneticisi, 2 adet hayırsever vatandaşın görev alacağı belirtilmektedir.

Anayasanın 123. maddesinin 3. fıkrasında 'Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur' hükmü mevcuttur. Vakıflara ilişkin özel düzenleme niteliğindeki 5737 sayılı Vakıflar Kanununda da vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip oldukları ifade edilmiştir (m. 4). Bu düzenlemeler dikkate alındığında, öncelikle genel kuralın 'vakıfların özel hukuk tüzel kişisi' olarak faaliyet göstermesi olduğu açıktır. Vakıfların, kamu tüzel kişisi olarak kabul edilebilmesi ‘istisnai’ bir hâl olup, bu istisnai durumun genel kuralının aksine, tereddüde yer vermeyecek açıklıkta düzenlenmesi şarttır. Keza, 'kendiliğinden istisna olmaz, istisna konulmalıdır'(K. Gözler, ‘Yorum İlkeleri’, Anayasa Hukukunda Yorum ve Norm Somutlaşması, Tebliğ, 29-30 Eylül 2012, Ankara, Türkiye Barolar Birliği, 43). Bir diğer ifade ile istisnanın ayrıca ve açıkça olduğu ispat edilemediği takdirde ya da istisnanın olup olmadığı tereddütlü ise, istisnanın olmadığı kabul edilmelidir (Gözler, 43).

3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununda ise, bu Kanun gereğince oluşturulan vakıfların 'kamu tüzel kişisi' olduklarına dair açık bir hüküm bulunmamaktadır. Şu halde kanun koyucunun sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına bilinçli olarak 'kamu tüzel kişiliği' vermediği, vakıfların Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulmasını ve yine özel hukuk tüzel kişisi olarak özel hukuk hükümlerine göre faaliyet göstermesini istediği açıktır. Aksi düşünülse dahi, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kısmen kamu kaynağı kullanmaları, kamu kurumu olarak nitelendirilmeleri için yeterli bir sebep değildir. Zira; 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma Dayanışma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun 8. maddesinde; Vakfın gelirlerinin, 'Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan aktarılacak miktardan, işletme ve iştiraklerden elde edilecek gelirlerden ve diğer gelirlerden' oluşacağı hüküm altına alınmıştır. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının gelirlerinin, sadece fondan aktarılan pay olmadığı, vakfın gelirleri arasında halk tarafından yapılan ve iktisadi değeri olan bağışların da bulunduğu görülmektedir. Aynı şekilde, mütevelli heyet tarafından oyçokluğu ile karar alan ve uygulayan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının 12 üyesinden 6'sının seçilerek gelen kişiler olması aksi sonuca varılmasını engelleyen bir diğer sebeptir.

Netice olarak, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları, bir tüzel kişi olmanın ötesinde bir özel hukuk tüzel kişisidir. Anayasa ile vakıflara ilişkin kanun hükümleri karşısında bu sonuca ulaşmak kaçınılmaz olduğu gibi; sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarını düzenleyen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümleri de, özellikle vakfın gelirleri, yapısı, karar alma mekanizması bakımından farklı bir sonuç öngörmemektedir.

Somut olayda, gerek ilk derece mahkemesi gerekse bölge adliye mahkemesince, 3294 sayılı Kanunun amacının getirilmesi noktasında parasal kaynaklarının sağlanması için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının Başkanlığında Başbakanlık Müsteşarı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri, Maliye ve Sağlık Bakanlıklarının Müsteşarları ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürü ve Vakıflar Genel Müdüründen oluşan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun kurulduğu; Fonun 'Fonda toplanan kaynakların, Vakıflar ve Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce yürütülecek sosyal yardım proje ve programları ile yatırım programları çerçevesinde dağıtım önceliklerini belirlemek ve dağıtımına karar vermek, vakıflarda çalıştırılacak personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili belirlenecek kriterleri görüşmek ve karara bağlamak ile Vakıflardan ve diğer kurum ve kuruluşlardan gelen sosyal yardım amaçlı talep ve teklifleri değerlendirmek, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne önerilerde bulunmak olduğu' gibi görevlerinin bulunduğu, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün 3294 sayılı Kanun hükümlerine göre kurulan vakıfların harcamalarını, iş ve işlemlerini araştırıp, inceleme, izleme ve denetleme, görülen aksaklıklarla ilgili gerekli tedbirleri alma, vakıfların çalışma usûl ve esasları ile sosyal yardım programlarının ölçütlerini belirleme işlevini yerine getirdiği, Genel Müdürlük idari yapılanmasındaki Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığının da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün ise Teşkilat ve Görevlerine İlişkin Yönerge çerçevesinde Vakıfların norm kadro usul ve esaslarını belirlemek ve Fon Kurulu’nun onayına sunmak, Fon Kurulu ilke ve kararları doğrultusunda Vakıf personelinin işe giriş ve işten çıkış işlemlerini yürütmek vb gibi işlemleri gerçekleştirdiği, böylece 3294 sayılı Kanun kapsamında yürütülen sosyal yardım hizmetlerinin asıl olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yerine getirildiği, Sosyal Yardımlaşma Vakıfları ayrı tüzel kişiliklere sahip olsalar da Fon ile beraber Bakanlığın bu görevini yerine getirmek amacıyla oluşturulan idari organizasyon içinde yer aldıkları, tüm ülke çapında Bakanlık tarafından yürütülmesi gerekli sosyal yardım kamu hizmetinin, taşrada sosyal yardımlaşma vakıfları aracılığıyla yürütüldüğü, vakıfların finansının Bakanlık tarafından gerçekleştirilip, işe alınacakların nitelikleri, görevleri, işe alma, çıkarma, tayin, ücretin belirlenmesi gibi özlük işleri ile çalışma koşullarının belirlenmesinde Bakanlığın söz sahibi olduğu işveren yetkilerinin Bakanlıkta olduğu, diğer taraftan 25/05/2018 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 7144 sayılı Kanun'un 7. maddesi ile maddenin gerekçesi de dikkate alındığında vakıfların bir kamu işyeri olduğunun açık olduğu ve vakıf işçilerinin ilave tediye hakkı bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde, öncelikle mahkemece sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının temelde 'vakıf' olduklarının gözden kaçırıldığı anlaşılmaktadır. Vakıflar, kural olarak özel hukuk tüzel kişisidir. Bu kuralın istisnası ise, ancak o kuralı koyan makam tarafından konulabilir. Çünkü, istisna, genel kuralın alanını uygulama alanını daraltır. Bu sebeple yargı organının, bir kurala istisna getirmesi mümkün değildir(Gözler, 45). Bir kuralın istisnasının ancak o kuralı koyan makam tarafından oluşturulabilmesinin sonucu ise, yargı organı tarafından varsayımlardan ya da genel kabuller üzerinden istisna oluşturulamamasıdır. Diğer taraftan 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunda 'Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları'(m.7) ile 'Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu' (m.3) ayrı ayrı hükümlerde düzenlenmiş olup, mahkemece bu ikisinin birbiri ile karşılaştırılması yahut birbiri ile aynı kabul edilmesi de yerinde değildir. Şayet kanun koyucu aksini öngörseydi, vakıflar ile Fon’un farklı şekilde düzenlenmesine gerek duyulmazdı. Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise, açık bir kanun hükmü olmaksızın, 'tüm ülke çapında Bakanlık tarafından yürütülmesi gerekli sosyal yardım kamu hizmetinin, taşrada sosyal yardımlaşma vakıfları aracılığıyla yürütüldüğü, vakıfların finansının Bakanlık tarafından gerçekleştirilip, işe alınacakların özlük işleri ile çalışma koşullarının belirlenmesinde Bakanlığın söz sahibi olduğu' varsayımı ile vakıflara kamu tüzel kişiliği verilip verilemeyeceğidir. Zira, Anayasanın 123. maddesi ile Vakıflar Kanununun 4. maddesi son derece açık olup, aslolan bir vakfın kamu tüzel kişi olması değil, özel hukuk tüzel kişisi olmasıdır. Bir kural hangi norm ile konulmuş ise, o kuralın istisnası da ancak o kural ile konulabilir. Yorum yoluyla istisna üretilemez (Gözler, 45, 54). Somut olayda, vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduklarına dair kanun hükmünün aksini öngören bir kanun hükmü bulunmadığı halde, mahkeme tarafından yorum yolu ile 'istisna' oluşturulması hukuka aykırıdır.

Bu noktada, 25/05/2018 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 7144 sayılı Kanun'un 7. maddesi ile 3294 sayılı Kanunun 7. maddesinin son fıkrasına eklenen hükümden de söz etmek gerekmektedir. İlgili hükümde 'Vakıflar, 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34. maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyerleridir.' düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenlemeden de açıkça görüleceği gibi, yapılan değişiklik ile vakıfların kamu tüzel kişisi olduğu değil,‘Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyeri olduğu' esası benimsenmiştir. İlgili maddenin gerekçesinde, 'Madde ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34. maddesinin ikinci fıkrasında bahsi geçen kamu kurum ve kuruluşlarının aynı işkolundaki birden çok işyerlerinde toplu iş sözleşmesinin ancak işletme düzeyinde yapılması gerektiği hükmü uyarınca, Vakıfların, mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce veya yetkili kıldığı işveren sendikasınca imzalanan işletme toplu iş sözleşmesi kapsamındaki kamu işyerleri olduğu düzenlenmiştir.' denilmiş ise de, gerekçede vakıfların genel bir kural olarak kamu tüzel kişisi olduğu değil, 'mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere' kamu işyeri olduğu belirtilmiştir. Kaldı ki, gerekçede geçen bu ifade kanun metnine bilinçli olarak alınmamıştır. Söz konusu düzenlemenin amacı, tüm sosyal ve yardımlaşmayı dayanışma vakıflarına kamu tüzel kişiliği atfetmek değil, Bakanlığın taraf olduğu toplu iş sözleşmelerinin yapılmasını kolaylaştırmaktadır. Zira, mülga 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununun ‘Toplu iş sözleşmesinin kapsamı ve düzeyi’ başlığını taşıyan 3. maddesinde '... Ancak, kamu kurum ve kuruluşlarına ait müessese ve işyerleri ayrı tüzel kişiliğe sahip olsalar dahi, bu kurum ve kuruluşlar için tek bir işletme toplu iş sözleşmesi yapılır.' hükmü bulunmakta iken (m. 3/1-2), 6356 sayılı Sendika ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda bu hükme yer verilmemiş, onun yerine 'Bir gerçek ve tüzel kişiye veya bir kamu kurum ve kuruluşuna ait aynı işkolunda birden çok işyerinin bulunduğu işyerlerinde, toplu iş sözleşmesi ancak işletme düzeyinde yapılabilir.' düzenlemesine yer verilmiştir (6356 sy K. m.34). Toplu iş sözleşmesinin düzeyine ilişkin tarihsel gelişmeler ve kanun değişiklikleri dikkate alındığında, 3294 sayılı Kanuna eklenen hükmün vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olduğu gerçeğini değiştirmediği, yapılan değişikliğin sadece toplu iş sözleşmesinin düzeyi ve bağıtlanması süreci ile ilgili olduğu kabul edilmelidir. Mahkemece, 7144 sayılı Kanun gerekçesine atıf yapılarak vakıfların 'kamu işyeri' olduğunun açıklığa kavuştuğu belirtilmiş ise de, gerekçede açıkça vakıfların 'mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere kamu işyeri' olduğu ifade edilmiştir. Gerekçede çizilen bu sınırlar gözden kaçırılarak, kanunda ‘tüm sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olarak kabul edildiği’ şeklinde, amacı aşan bir yorumla sonuca gidilmesi yerinde değildir. Yukarıda da ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, aslolan vakıfların özel hukuk tüzel kişi olmalarıdır. Aksinin kabulü için, 'sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olduğunu' açıkça düzenleyen bir kanun hükmü olmalıdır. Bu itibarla, 7144 sayılı Kanun ile 3294 sayılı Kanunun 7. maddesinde yapılan değişikliğin sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının hukuki niteliğini değiştiren yeni ve farklı bir düzenleme olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Belirtmek gerekir ki; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 09/06/2017 tarih, 2016/3-2017/4 E. K sayılı kararı ile '3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu, ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları' belirlenmiştir. İçtihadı birleştirme kararları, Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesine göre bağlayıcıdır. Somut olayda, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının 'kamu tüzel kişisi' olduğuna yönelik kanuni bir düzenleme, anayasa mahkemesi iptali kararı yahut aksi yönde içtihadı birleştirme kararı bulunmadığına göre, 09/06/2017 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının halen bağlayıcı olduğu kabul edilmelidir.

..."

ii. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 28/11/2022 tarihli ve E.2022/15611, K.2022/15311 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir (aynı yöndeki kararlar için bkz. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 28/11/2022 tarihli ve E.2022/15612, K.2022/15310 sayılı kararı; Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 28/11/2022 tarihli ve E.2022/15614, K.2022/15319 sayılı kararı):

"Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar ile Dairemizin içtihatları doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı birer özel hukuk tüzel kişisi olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının 6772 sayılı Kanun bakımından kamu tüzel kişisi olarak kabulü mümkün değildir.

Diğer taraftan Mahkemece, Fon Kurulunun 16.02.2012 tarih ve 2012/l sayılı Kararı ile vakıf çalışanlarına 2012 yılından itibaren ilave tediye niteliğinde iki maaş tutarında ikramiye ödenmesine karar verildiği, ikramiyelerin ilave tediye niteliğinde olduğu buna göre personele ayrıca ilave tediye ödemesi yapılmayacağının düzenlendiği gerekçesiyle davacıya ikramiye ödemesi yapılan dönemler dışlanarak hesaplanan ilave tediye alacağı hüküm altına alınmıştır. Fon Kurulunun 2012/1 sayılı Kararı ile Fon Kurulunun 11.12.2014 tarihli ve 2014/7 sayılı kararı ile çıkarılan Esaslar'ın 11 inci maddesi gereğince şartları taşıyan vakıf çalışanlarına ikramiye ödemesi yapılması gerektiği uyuşmazlık konusu değildir. Gerçekten de 633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'ye dayanılarak yürürlüğe konulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Personelinin Norm Kadro Standartları, İş Tanımları, Nitelikleri, Özlük Hakları ve Çalışma Şartlarına İlişkin Esaslar'ın 'İkramiye ödemesi' başlıklı 11 inci maddesinde, personele her yılın Ocak ve Temmuz aylarında birer sözleşme ücreti tutarında ikramiye ödeneceği, ödenen bu ikramiyelerin ilave tediye niteliğinde olduğu ve personele ayrıca ilave tediye ödemesi yapılamayacağı kuralına yer verilmiştir. Somut olayda ise dava dilekçesinde, Fon Kurulu kararında ilave tediye olarak nitelendirilen ikramiye alacağına ilişkin açıkça bir iddia ileri sürülmemiştir. Davacı tarafça Fon Kurulu kararına istinaden herhangi bir iddia ileri sürülmeden ve ikramiye adı altında talepte bulunulmadan Mahkemece resen inceleme yapılması mümkün değildir. Aksine dosya kapsamından davacının açıkça 6772 sayılı Kanun'dan kaynaklanan ilave tediye alacağını talep ettiği anlaşılmakta olup bu hâlde davacı, davalı Vakfın 6772 sayılı Kanun kapsamında olmaması sebebiyle bu Kanun'dan doğan ilave tediye alacağına hak kazanamaz. Bu durumda, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulüne dair hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir."

C. Anayasa Mahkemesi Kararları

20. Anayasa Mahkemesinin (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, [GK], B. No: 2018/10972, 28/7/2022) kararına konu olayda belediyeye ait olan şirketin üzerine kayıtlı taşınmazın valilik tarafından başka bir belediyeye devredilmesi nedeniyle bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu olan şirket gerçek bir kişi tarafından kurulmasına rağmen sonradan büyükşehir belediyesince devralınmış olup şirketin sermayesinin tamamı büyükşehir belediyesine aittir. Anayasa Mahkemesi kamu gücünün kullanımına katılmasa bile bir tüzel kişilik kamu otoritelerine bağımlı olarak faaliyetlerini yürütüyorsa bu takdirde söz konusu tüzel kişiliğin kamuyla bağlantılı olduğu sonucuna ulaşılabilineceğini ifade etmiştir (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, §§ 39,40).

21. Anılan karara konu olayda ihtilaf konusu taşınmazların belediye meclisi tarafından başvurucuya devredildiği ve bir dönem de olsa tapuda başvurucu adına kaydedildiği ancak bu durumun taşınmazın kamu mülkiyeti altında bulunduğu gerçeğini değiştirmediği zira başvurucu şirketin sermayesinin tamamının belediyeye ait olup özel hukuk hükümlerine tabi olmasının bu taşınmazın statüsünü etkilemediği ifade edilmiştir (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 42).

22. Özünde kamuya ait taşınmazların hangi kamu otoritesine bırakılmasının daha uygun olacağı meselesinin tartışılacağı uyuşmazlıktan menfaati etkilenenin büyükşehir belediyesi olduğu ve başvurucunun menfaati ile büyükşehir belediyesinin menfaatinin somut olayda özdeşleştiği gözetildiğinde kamu gücünün bireysel başvuruya taraf olamayacağı ilkesi gereğince başvurucunun bireysel başvuru ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varılan kararda başvuru kişi yönünden yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 44).

23. Anayasa Mahkemesinin (Kemal Kılıç, [GK], B. No: 2019/16400, 28/7/2022) kararına konu olayda ise başvurucu, Mehmetçik Vakfı tarafından bakım yardımının kesilmesinden şikâyet etmiştir. Adı geçen Vakfın statüsünün ve Vakıf ile başvurucu arasındaki ilişkinin niteliğinin başvurunun değerlendirilmesi açısından önemli olması nedeniyle Anayasa Mahkemesi öncelikle bu hususu irdelemiştir (Kemal Kılıç, § 38).

24. Bu kapsamda kararda; Mehmetçik Vakfının özel bir kanunla kurulmuş veya resmî olarak idare teşkilatı içinde tanımlanmış bir tüzel kişilik olmayıp Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetimi altında faaliyet yürüten bir Vakıf olduğu, Vakfın mallarına, alacaklarına ve personeline diğer vakıflardan farklı statü tanınmadığı, mallarına haczedilemezlik ayrıcalığı sağlanmadığı, Vakfın resen icra yetkisi ve işlemlerinin hukuka uygunluk karinesinden yararlanması gibi ayrıcalıklarla donatılmadığı, zorunlu üyelik ve zorunlu aidat sisteminin de bulunmadığı, Vakfın kamu gücü ayrıcalıklarıyla donatılmamış olması karşısında yöneticilerinin kamu görevlisi olmasının Vakfın niteliğini etkileyecek bir ağırlığa ulaşmadığı, Vakfın kararlarının ve bunların icrasının Türk Silahlı Kuvvetlerinin resmî organlarının onayına tabi olmadığı, Vakfın yöneticilerinin üst düzey askerî görevlilerden oluşmasının kanuni bir düzenlemeye değil vakıf senedine dayandığı, Vakfın özel bir kanunla kurulmadığı gibi gördüğü hizmetlerin herhangi bir kanun tarafından ona yüklenmiş görevler mahiyetinde de olmadığı, Vakfın mali kaynaklarının kural olarak bağışlardan, kendi mal ve işletmelerinin gelirlerinden oluştuğu, kamudan kaynak aktarılmasının söz konusu olmadığı tespit ve değerlendirmelerine yer verilmiştir (Kemal Kılıç, §§ 45-50).

25. Söz konusu tespitlerden hareketle kararda, kurucu ve yöneticilerinin üst düzey askerî görevlilerden oluşmasına ve kamu yararı taşıyan faaliyetlerde bulunmasına karşın kamu gücüyle donatılmadığı, faaliyetlerinin kanunla kamu hizmeti olarak tanımlanmadığı, gelir kaynaklarının büyük ölçüde bağışlardan oluştuğu, kamu gelirlerinden doğrudan Vakfa pay aktarılmadığı dikkate alındığında Mehmetçik Vakfının kamu gücünün bir parçası olmadığı sonucuna varılmıştır (Kemal Kılıç, § 51).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Anayasa Mahkemesinin 31/1/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu, Yargıtay tarafından iki yıl önce verilen bozma kararı gözardı edilerek Mahkemenin kararının haksız bir şekilde onandığını, Yargıtayın önceki bozma kararında Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarını özel hukuk tüzel kişisi olarak kabul etmesine karşın son verdiği onama kararında kamu tüzel kişisi olarak kabul ettiğini belirterek hukuki güvenlik ilkesi ile mülkiyet hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

28. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü, 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki haklardan herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır.

29. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabileceği kurala bağlanmış; buna karşılık aynı maddenin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru yapamayacakları belirtilmiştir (Büğdüz Köyü Muhtarlığı, B. No: 2012/22, 25/12/2012, §§ 26-29; Ballıdere Belediye Başkanlığı, B. No: 2012/1327, 12/2/2013, §§ 16-19; Doğubayazıt Ticaret ve Sanayi Odası, B. No: 2012/743, 5/3/2013, §§ 15-17; İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, B. No: 2013/1430, 21/11/2013, §§ 20-28).

30. Somut olayda başvurucu, İzmir ili Buca ilçesi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfıdır. Bu itibarlabireysel başvuru ehliyetinin bulunup bulunmadığının tespiti açısından öncelikle başvurucu Vakfın kamu gücüyle donatılıp donatılmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

31. Bu noktada belirli bir uyuşmazlık alanında uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanmasında öncelikli yetki derece mahkemelerine ait olduğundan Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin yorumunun yerine kendi yorumunu kaim etmesinin söz konusu olamayacağı hatırlanmalıdır. Bununla birlikte bu durum ilk elden derece mahkemelerinin görev alanına giren uyuşmazlık alanlarıyla sınırlı olup dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin salt kendi görev alanına ilişkin bir meseleyi değerlendirirken aynı konuda derece mahkemelerinin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum yapmasına engel teşkil etmez.

32. Bu itibarla başvurucu Vakfın bireysel başvuru ehliyetine sahip olup olmadığının belirlenmesi doğrudan Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruya ilişkin görev alanıyla ilgili bir konu olduğundan bireysel başvuru ehliyeti bağlamında Vakfın kamu gücü ile donatılıp donatılmadığı yönünde yapılan tespit ve değerlendirmeler de bu minvalde ele alınmalıdır.

1. Genel İlkeler

33. Kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru yapmasının yolunun kanunla kapatılmasının temel sebebi bunların kamu gücünün bir parçası olmasıdır. Bireysel başvuruda amaç; kamu gücünün işlem, eylem veya ihmallerine maruz kalan bireylerin veya bireyler tarafından oluşturulmuş tüzel kişilerin haklarının korunmasıdır. Bireysel başvuru kamu kurumlarının kendi aralarındaki ihtilafların çözüm mekanizması değildir. Esasen insan haklarının öznesi bireyler, yükümlüsü ise kural olarak kamu gücünün kullanımına katılan kamu otoriteleridir. Kamu gücünün bir parçası olan tüzel kişiliğin bireye veya bireyler tarafından kurulmuş tüzel kişilere özgü hakların ihlal edildiğini öne sürmesi mümkün değildir (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 32).

34. Anayasa'da veya Anayasa'yla yetkili kılınan organlarca çıkarılan düzenlemelerde (kanun/Cumhurbaşkanlığı kararnamesi) açıkça kamu tüzel kişisi olarak nitelenen kuruluşların kamu gücünün parçası olduğunda tartışma yaşanmamaktadır. Dolayısıyla Anayasa'da, kanunlarda veya Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde ya da 2017 yılındaki Anayasa değişikliğinden önceki dönemde kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan idari düzenlemelerde kamu tüzel kişisi olduğu açıkça belirtilen kuruluşların bireysel başvuruda bulunması mümkün değildir. Bu husus, 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde açıkça ifade edilmiştir (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 33).

35. Bununla birlikte sadece ilgili mevzuatta kamu tüzel kişisi olduğu açıkça belirtilen kuruluşlar değil Anayasa'da ya da Anayasa'yla yetkili kılınan organlarca çıkarılan düzenlemelerde kamu tüzel kişisi olduğu açıkça belirtilmeyen hatta özel hukuk tüzel kişisi olarak tanımlanan ancak kamuyla bağlantılı bulunan tüzel kişiler de kamu gücünün bir parçası olarak kabul edilmektedir (Kemal Kılıç, § 39).

36. Bu itibarla bireysel başvuru ehliyeti kısıtı sadece ilgili mevzuatta kamu tüzel kişisi olduğu açıkça belirtilen kuruluşları kapsamamaktadır. Anayasa'da ya da Anayasa'yla yetkili kılınan organlarca çıkarılan düzenlemelerde kamu tüzel kişisi olduğu açıkça belirtilmeyen hatta özel hukuk tüzel kişisi olarak tanımlanan ancak kamuyla bağlantılı bulunan tüzel kişiler de bireysel başvuru ehliyetini haiz değildir. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde bireysel başvurunun kamu gücüne karşı yapılacağı sarih bir biçimde ifade edilmiştir. Buna göre davacı ve davalı sıfatlarının birleşemeyeceği yolundaki genel ilke uyarınca bireysel başvurunun pasif tarafı olan kamu gücünün herhangi bir başvurunun aktif tarafı yani başvurucusu da olması mümkün değildir. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda başvurucunun karşısında şeklî anlamda bir tarafın bulunmaması da bu durumu değiştirmemektedir. Dolayısıyla bir tüzel kişilik ilgili düzenlemeler çerçevesinde genel olarak özel hukuk hükümlerine tabi bir şirket, vakıf veya dernek olarak kurulmuş olsa dahi gerekli şartların sağlanması hâlinde bu tüzel kişiliğin kamu gücünün bir parçası olduğu ve bireysel başvuru ehliyetine sahip olmadığı sonucuna varılabilir (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 34).

37. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi kapsamında verdiği kararlarında vurguladığı üzere bir tüzel kişiliğin özel hukuk hükümlerine tabi olması tek başına onun kamu gücünün bir parçası, dolayısıyla kamuyla bağlantılı olup olmadığı noktasında belirleyici olmaz (AYM, E.2013/49, K.2013/125, 31/10/2013; E.2014/177, K.2015/49, 11/6/2015; ayrıca bireysel başvuru kapsamında verilen karar için bkz. Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, § 113). Kamu gücüyle donatılan, dolayısıyla kamuyla bağlantılı özel hukuk tüzel kişileri de kamu gücünün bir parçasıdır.

38. Bir tüzel kişiliğin kamuyla bağlantılı olup olmadığı değerlendirilirken sadece ilgili kanundaki tanımlamaya bakılmamalı; (1) yürüttüğü hizmetin niteliği, (2) kamu gücü ayrıcalıklarıyla donatılıp donatılmadığı (kamu gücünün kullanımına katılıp katılmadığı), (3) idari ve fiilî yönden kamu otoritelerinden bağımsızlığının derecesi de gözönünde bulundurulmalıdır (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 36).

39. Tüzel kişiliğin yürüttüğü hizmetin kamusal yönünün bulunup bulunmadığı ve tekel biçiminde, rekabete kapalı olarak icra edilip edilmediği önem taşımaktadır. Ayrıca tüzel kişiliğin kazanç gütme amacını taşıyıp taşımadığı da irdelenecek kriterlerden biridir (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 37).

40. Tüzel kişiliğin kamu gücü ayrıcalıklarıyla donatılıp donatılmadığı belirlenirken ise tek yanlı işlemler yapma yetkisi, resen icra yetkisi, işlemlerinin hukuka uygunluk karinesinden yararlanıp yararlanmadığı, mallarının statüsü ve haczedilebilirliği, alacakları için özel bir statü öngörülüp öngörülmediği, personelinin statüsü, zorunlu üyelik ve zorunlu aidat uygulamasının bulunup bulunmadığı, işlem ve eylemlerinin kamu hukuku kuralları çerçevesinde idari yargı kolunda denetlenip denetlenmediği gibi unsurlar dikkate alınır (Aydın İmar Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 38).

2. İlkelerin Olaya Uygulanması

41. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı 3294 sayılı Kanun'un 7. maddesi uyarınca illerde ve ilçelerde kurulmaktadır. Dolayısıyla Vakfın kuruluşu özel bir kanuna dayanmaktadır.

42. Vakıf, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik fonunun (fon) sağladığı finansman sayesinde görevlerini yerine getirmektedir. Bunun yanı sıra iktisadi işletmeye sahip vakıflar buradan gelen finansmanı da kullanabilmekte, ayrıca yapılan bağış ve yardımlar da gelir kaynağı olabilmektedir. Fonun geliri ise 3294 sayılı Kanun uyarınca Cumhurbaşkanı kararıyla başka fonlardan aktarılan kaynaklar, genel bütçeden aktarılan pay, trafik para cezası hasılatının yarısı, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) reklam gelirlerinin %15’i ile bağış ve yardımlardır. Bu noktada Vakfa kamudan kaynak aktarılmasının söz konusu olduğunun altı özellikle çizilmelidir. Diğer yandan fon gelirleri ile vakıf gelirleri kamu alacağı olarak düzenlenmiş, takip ve tahsili de 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine tabi kılınmıştır.

43. 3294 sayılı Kanun ile Vakfa bazı muafiyetler de tanınmıştır. Buna göre Vakıf, kurumlar vergisinden, yapılan bağış ve yardımlar veraset ve intikal vergisinden, sahip olduğu taşınır ve taşınmaz mallar ve yapacağı tüm muameleler dolayısıyla her türlü vergi, resim, harç ve fonlardan muaftır. Dolayısıyla Vakıf, bu yönüyle de diğer vakıflardan ayrılmaktadır.

44. Vakfın yönetim organı 3294 sayılı Kanun'da tanımlanmıştır. Anılan Kanun'a göre mülki idare amirleri Vakfın başkanıdır. Yönetim organı ise mütevelli heyetidir. Bu heyet, belediye başkanı, millî eğitim müdürü, sağlık müdürü gibi belli kurumların temsilcileri, muhtar, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve vatandaşlardan oluşmaktadır. Burada önemli olan bir diğer nokta yöneticilerinin kimler olduğunun kanunla belirlenmesi hâlinde bu durumun Vakfın niteliğini etkileyecek bir olguya dönüşmesidir. Zira bu hâlde yukarıda sözü edilen görevlilerin Vakfın yöneticisi olmayı reddetme konusunda bir inisiyatifleri bulunmamaktadır. Bu itibarla kanuna dayalı zorunlu yöneticilik uygulamasının bulunduğuna da özellikle işaret etmek gerekir.

45. Dikkate alınması gereken diğer bir unsur da Vakfın faaliyetinin niteliğidir. Vakıf, sosyal güvenceden mahrum olan kişilere yardım edebilmek ve yoksulluğun önüne geçebilmek için faaliyet göstermektedir. 3294 sayılı Kanun ile Vakfa, her türlü acil durum ve afetten zarar görenlere, şehit yakınları ile gazilere yardımda bulunmak gibi çeşitli görevler verilmiştir. Ancak Vakfın yalnızca bu Kanun'dan kaynaklı görevleri bulunmamaktadır. 1/7/1976 tarihli ve 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun uyarınca yaşlı aylığı başvurularının değerlendirilmesi görev ve yetkisi de Vakfa verilmiştir. Öte yandan 24/5/1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu'na göre engelli kişilerin evde bakımına yönelik yerine getirilecek iş ve işlemler Vakfa bırakılmıştır. Bu itibarla Vakfın kamu yararına yönelik bir amacının olduğu açıktır.

46. Bununla birlikte kamu yararı amacı taşıması sosyal bir hizmetin kamu hizmeti olarak nitelendirilmesi için yeterli değildir. Özel kesim tarafından yürütülen faaliyetler de az veya çok toplumun ihtiyaçlarını gidermekte, bu yönüyle kamu yararının gerçekleşmesine hizmet etmektedir. Dolayısıyla kamu yararı bulunması kamu hizmeti sayılma yönünden tek kriter olarak görülemez. Kuşkusuz kanun koyucunun bir hizmeti kamu hizmetine dönüştürdüğünün kabulü için o hizmete özgü olarak çıkarılmış bir kanunun bulunması zorunlu değildir. Ancak yürürlükte bulunan kanunlar bir bütün olarak incelendiğinde kanun koyucunun söz konusu hizmete özel kesim tarafından yürütülen faaliyetlerden farklı bir statü sağladığının anlaşılabilmesi gerekir (Kemal Kılıç, § 49). Vakıf özel bir kanunla kurulduğu gibi gördüğü hizmetler kanunlar tarafından ona yüklenmiş görevler mahiyetindedir. Bu yönüyle Vakfın mali imkânları dar olan kesimlere sosyal dayanışma düşüncesiyle yardım sağlayan diğer vakıflardan bir farkının bulunduğu vurgulanmalıdır.

47. Sonuç olarak Vakfın kanun ile kurulduğu, yönetici ve üyelerinin bir kısmının kamu görevlileri arasından kanunla belirlendiği, kanun ile kendisine verilen görevlerinin ve kamu yararı taşıyan faaliyetlerinin bulunduğu, gelir kaynaklarının büyük ölçüde kamu bütçesinden karşılandığı, kamu gelirlerinden pay aldığı, gelirlerinin kamu alacağı mahiyetinde olduğu, kanunla kendisine tanınan birtakım muafiyet ve ayrıcalıkların bulunduğu hususları birlikte gözetildiğinde Vakfın bireysel başvuru ehliyeti yönünden kamu gücünün bir parçası olduğu değerlendirilmiştir.

48. Bu itibarla kamu gücünün bireysel başvuruya taraf olamayacağı ilkesi gereğince başvurucunun bireysel başvuru ehliyetinin somut olay itibarıyla bulunmadığı değerlendirilmiştir.

49. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 31/1/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.