TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ELİF EYLÜL TUNÇ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/11781)

 

Karar Tarihi: 17/11/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Kemal ÖZEREN

Başvurucular

:

Elif Eylül TUNÇ

 

:

Hümeyra GAYIRAN

 

:

Murat TUNÇ

Vekili

:

Av. Hüseyin ARSLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle açılan tam yargı davasında maddi tazminat talebinin reddedilmesi ve hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

4. Anayasa Mahkemesinin Nevriye Kuruç ([GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022) kararında uzun süren yargılamalar nedeniyle tazminat talep edilebilecek bir mekanizmanın mevcut olmaması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bunun yanında söz konusu kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihe kadar makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı mahiyetteki başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren dört ay süreyle ertelenmesine karar verilmiştir (Nevriye Kuruç, § 114). Bu durumda başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden ayrılmasına karar verilmesi gerekir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

6. İkinci başvurucu hamileliğinin 3. ayında ortaya çıkan şikâyetler nedeniyle Bandırma Kapıdağ Devlet Hastanesinde (Devlet Hastanesi) gerekli kontrolleri yaptırmış, 7. ayında şikâyetlerinin artarak devam etmesi üzerine B. Özel Hastanesine (Özel Hastane) müracaat etmiştir. Burada yapılan ultrason sonucunda bebeğin sırt omurgaya yakın bölgesinde kitle olduğu, bu durumun bebeğin ve kendisinin sağlığı açısından tehlike yarattığı belirtilmiştir. Akabinde 12/9/2010 tarihinde Devlet Hastanesinde doğum gerçekleşmiş ve birinci başvurucu dünyaya gelmiştir. 11/10/2010 tarihinde Bursa Uludağ Üniversitesi Hastanesinde (Üniversite Hastanesi) birinci başvurucunun omuriliğindeki kese alınmış ancak bebeğin ayaklarını hissetmediği, bu nedenle yürüme probleminin olabileceği ve beyninde su toplama olasılığının bulunduğu belirtilmiştir. Sonuç olarak birinci başvurucu %80 oranında engelli kalmıştır.

7. Başvurucular hamilelik sırasındaki belirtilerin ve şikâyetlerin dikkate alınmadığını ve ilgililerin görevlerini layıkıyla yerine getirmeyerek mağduriyete sebep olduklarını belirterek 400.000 TL manevi, birinci başvurucunun ömür boyu meslekte kazanma kaybı yaşayacağını, sürekli bakım ve yardıma ihtiyaç duyacağını, tedavi giderlerinin devam etmekte olduğunu belirterek fazlaya ilişkin kısım saklı kalmak kaydıyla 1.000 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır. Balıkesir İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 12/12/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu (ATK) tarafından düzenlenen 28/12/2011 tarihli bilirkişi raporuna da atıfta bulunularak tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu, doğum sürecinin her aşamasında bilgilendirilmenin yapıldığı, tam ve sağlıklı doğumun meydana gelmemesinde hizmet kusurundan söz edilemeyeceği belirtilmiştir.

8. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay (kapatılan) Onbeşinci Dairesi (Daire) 18/2/2016 tarihinde İdare Mahkemesi kararının maddi tazminat talebinin reddedilmesine ilişkin kısmının onanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; somut olaydaki patolojinin hekimlerin eylemi ile oluşmadığının sabit olduğu, bilirkişi raporunda yer alan üç haftalık tanı gecikmesinin bebeğe ve anneye uygulanacak işlemlerin niteliğinde ve uygulamasında bir fark oluşturmayacağı, meningomyelosel hastalığının gebelik haftasına bağlı olmaksızın tedavisinin mümkün olmadığı tespitine yer verilmiştir. Bu bağlamda anomaliyle gerçekleşen doğum nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın karşılanmasına hukuken olanak bulunmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca Daire, bebekteki rahatsızlığın gebeliğin 28. haftasında tespit edildiğini ve başvurucuların bu konuda bilgilendirildiğini belirterek bu hususta ikinci başvurucu annenin "doktorlar yaptıkları muayenelerde çocuğun hasta olduğunu söyleselerdi, ben yine de çocuğumu doğururdum ancak psikolojimi ona göre hazırlardım" şeklindeki beyanına da vurguda bulunmuş ve birinci başvurucunun meningomyelosel hastası olarak doğumunda idarenin kusurunun bulunmadığı sonucuna varmıştır.

9. Bununla birlikte Daire, İdare Mahkemesi kararının manevi tazminat talebinin reddedilmesine ilişkin kısmının bozulmasına karar vermiştir. Bu hususta Devlet Hastanesinde doğumsal anomalilerin tespitinde kullanılan kan testlerinin yapılmadığı bilindiği hâlde, şikâyetlere yönelik ileri tetkik ve takip için ikinci başvurucunun başka bir merkeze sevk edilmediği, gebelik takibinde yeterli anamnezin alınarak kayıt altına alınmadığı yönündeki tespite yer verilmiştir. Buradan hareketle ikinci başvurucunun ileri tetkik ve takip konusunda yönlendirilmediği, gebelik takibinde gerekli özenin gösterilmediği, bu yönleriyle sağlık hizmetinin sunumunun kusurlu olduğu sonucuna varılarak manevi tazminat talebinin reddi yönünde verilen İdare Mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir.

10. İdare Mahkemesi 16/2/2017 tarihli kararıyla Dairenin bozma kararına uymak suretiyle aynı gerekçeyle manevi tazminat talebini kısmen kabul ederek ikinci başvurucu için 20.000 TL, üçüncü başvurucu için 20.000 TL ve birinci başvurucu için 30.000 TL olmak üzere toplam 70.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

11. Başvurucular hükmedilen manevi tazminatın yetersiz olduğu ve maddi tazminat talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde maddi tazminat talebiyle ilgili olarak başvurucular, birinci başvurucuya konulan tanının gecikmesi nedeniyle rahim tahliyesi imkânının ellerinden alındığını, bu hususta annenin doğumdan bir yıl sonraki beyanına itibar edilemeyeceğini vurgulayarak maddi tazminata hükmedilmemesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmişlerdir. Daire 22/2/2018 tarihli kararıyla temyiz isteminin reddine karar vermiştir. Karar düzeltme talebi ise Dairenin 12/2/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

12. Nihai karar 11/3/2019 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir.

13. Öte yandan başvurucuların ilgili hekimler hakkındaki şikâyeti üzerine Bandırma (kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından görevi kötüye kullanmak suçundan ceza yargılaması yürütülmüştür. Yargılama safahatında ATK tarafından 28/12/2011 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda ikinci başvurucunun gebeliğin 12-13. ve 16-17. haftalarında Devlet Hastanesine müracaat ettiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte gebeliğin 28. haftasında tespit edilen kitlenin 12. haftasında görülmesinin beklenmediği, 16. haftasında ise görülemeyebileceği ayrıca kitlenin tespit edilmesiyle birlikte bilgilendirmenin de yapıldığı vurgulanarak birinci başvurucuda tespit edilen patolojide hekim kusuru olmadığı belirtilmiştir.

14. Mahkeme 30/4/2013 tarihinde ilgili hekimler hakkında beraat kararı vermiştir. Gerekçeli kararda, kitleyi tespit etmiş olan doktor G.K.nın beyanına yer verilmiştir. G.K. kitlenin tespit edilmesiyle birlikte gebeliğin anneye zarar verilmeden sonlandırılabileceği hususunu ikinci ve üçüncü başvurucuya anlattığını ve ikinci başvurucuyu Üniversite Hastanesine sevk ettiğini belirtmiştir. Bununla birlikte söz konusu kitlenin yasal kürtaj süresi olan on haftalık gebelik sürecinde tespitinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Aynı kararda ikinci başvurucunun beyanına da yer verilmiştir. İkinci başvurucu, G.K.nın Üniversite Hastanesine yaptığı sevk sonrasında burada kendilerine ayrıntılı bilgi verilmediğini, sadecenormal doğum yapmasının, birinci başvurucunun sırtında kitle olduğunun ve yaşayacağının söylendiğini beyan etmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

15. İlgili hukuk için bkz. Engin Aslan B. No: 2017/15517, 30/6/2021, §§ 16-22; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30, Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, §§ 19-36.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Anayasa Mahkemesinin 17/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

17. Başvurucular, hükmedilen manevi tazminatın ömür boyu yaşanacak manevi acıyı karşılayacak miktarda olmadığını belirtmiştir. Maddi tazminat talebinin reddedilmesinin gerekçesi olarak ortaya konulan, ikinci başvurucunun anomalinin erken teşhis edilmesinde dahi gebeliği sonlandırmayacağına ilişkin beyanının doğumdan bir yıl sonra gerçekleştiğini ve buna itibar edilemeyeceğini, birinci başvurucunun hâlen devam eden tedavi giderleri olduğunu vurgulayarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

18. Bakanlık görüşünde; Sağlık Bakanlığından temin edilen görüş ve ilgili belgeler sunulmuş, başvurucuların mağdur sıfatının devam edip etmediği ve iddiaların kanun yolu şikâyeti mahiyetinde olup olmadığı hususlarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

19. Başvurucular Bakanlık görüşüne cevap dilekçesinde önceki beyanlarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

20. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

21. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

23. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.

24. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).

25. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

27. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).

28. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma, maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

29. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).

30. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).

31. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

32. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).

33. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

34. Somut olayda başvurucular ilk olarak hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğundan yakınmıştır. Bu bağlamda tazminatın nasıl hesaplanacağı konusu hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin bir mesele olarak derece mahkemelerinin takdirindedir. Bariz takdir hatası veya keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesinin derece mahkemesinin bu takdirine müdahale etmesi mümkün değildir. Somut olayda başvurucular toplam 400.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Derece mahkemesi ise 16/2/2017 tarihli kararıyla birinci başvurucunun meningomyelosel hastası olarak doğumunda idarenin kusurunun bulunmadığını vurgulamış, bununla birlikte ikinci başvurucunun ileri tetkik ve takip konusunda yönlendirilmediği ve gebelik takibinde gerekli özenin gösterilmediğinden bahisle başvurucuların talebini kısmen kabul ederek başvuruculara toplam 70.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Yürütülen yargılamada ortaya konulan gerekçeler değerlendirildiğinde hükmedilen manevi tazminat miktarının yeterli olmadığı iddiası bakımından Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapılmadığı söylenemez. Dolayısıyla manevi tazminat bakımından açık bir ihlal bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

35. Öte yandan başvurucular maddi tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle de kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Tam yargı davası sürecinde başvurucular, birinci başvurucunun ömür boyu meslekte kazanma kaybı yaşayacağını, sürekli bakım ve yardıma ihtiyaç duyacağını, tedavi giderlerinin devam etmekte olduğunu belirtmiş, maddi tazminat taleplerini de bu minvalde gerekçelendirmiştir. Bu bağlamda ikinci başvurucunun anomalinin erken teşhis edilmesinde dahi gebeliği sonlandırmayacağına ilişkin mahkeme kararında yer alan beyanının doğumdan bir yıl sonra, anne çocuk ilişkisinin gelişmiş olduğu dönemde gerçekleştiğini ve bu beyana itibar edilemeyeceğini, cenin henüz tahliye aşamasında iken anne ve baba tarafından yapılabilecek bir değerlendirmenin ellerinden alındığını vurgulamışlardır.

36. Dairenin bozma kararına uyularak derece mahkemesince ortaya konulan, başvuruculara manevi tazminat ödenmesine yönelik gerekçe, şikâyetlerine yönelik ileri tetkik ve takip için ikinci başvurucunun başka bir merkeze sevk edilmemesi, gebelik takibinde yeterli anamnezin alınarak kayıt altına alınmaması bu nedenle gebelik takibinde gerekli özenin gösterilmemesi ve bu yönleriyle sağlık hizmeti sunumunun kusurlu olması hususlarına dayanmaktadır. Bu minvalde sağlık hizmetinin sunumunda tespit edilen kusur, bizatihi başvurucuların anomalinin erken teşhis edilmesinin önemine binaen ortaya koydukları iddiaları da destekler mahiyettedir. Diğer bir ifadeyle birinci başvurucudaki meningomyelosel hastalığının 28. haftadan daha önceki dönemde anlaşılıp anlaşılamayacağı belirli olmamakla birlikte 12. ve 16. haftalarda Devlet Hastanesine yaptığı başvurularda ikinci başvurucunun ileri tetkik ve takip için başka bir merkeze yönlendirilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim bu tür bir yönlendirmenin gerçekleşmiş olması hâlinde anılan hastalığın erken evrede teşhis edilemeyeceği konusunda oluşan tereddütleri giderecek araştırmaların yapılmasının ve bu husustaki belirsizlikleri giderecek nitelikte raporların alınmasının gerekli olduğu açıktır.

37. Bu gerekliliğe rağmen tam yargı davasında somut olayla ilgili yeni bir bilirkişi incelemesine müracaat edilmemiş, bir başka yargılama safahatında hekim kusuru çerçevesinde düzenlenmiş olan ATK raporuyla yetinilmiştir. Bununla birlikte ikinci başvurucu annenin "doktorlar yaptıkları muayenelerde çocuğun hasta olduğunu söyleselerdi, ben yine de çocuğumu doğururdum ancak psikolojimi ona göre hazırlardım" şeklindeki ceza yargılamasındaki beyanının ise doğum gerçekleştikten ve anne çocuk ilişkisi kurulduktan sonra ortaya çıktığı dikkate alındığında bu beyanın maddi tazminat talebinin reddedilmesi için yeterli bir gerekçe olduğu söylenemez.

38. Neticede başvurucuların söz konusu anomalinin erken teşhis edilmemesi nedeniyle rahim tahliyesi imkânının ortadan kaldırıldığına yönelik iddialarının yeterli düzeyde araştırılmaması, bu yönüyle maddi tazminat talebinin reddedilmesi bağlamında derece mahkemelerince ilgili ve yeterli gerekçelerin ortaya konulmaması nedeniyle başvurucuların maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna ulaşılmıştır.

39. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. Giderim Yönünden

40. Başvurucular ihlalin tespitini, yeniden yargılama yapılmasına ve manevi tazminat ödenmesine hükmedilmesini talep etmektedir.

41. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

42. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı yönünden ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

43. Öte yandan yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucuların bu yöndeki tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden yeni bir başvuru numarasına kaydedilmek üzere başvurunun AYRILMASINA,

B. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Balıkesir İdare Mahkemesine (E.2017/372, K.2018/393) GÖNDERİLMESİNE,

E. Tazminat talebinin REDDİNE,

F. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay (kapatılan) Onbeşinci Dairesine (E.2018/3075, K.2019/545) ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.