Avukatlık mesleğinin ortaya çıkışına dair tartışmalar eski Yunan medeniyetine kadar uzanır. Avukatlık mesleğine benzeyen; ancak ücretsiz bir şekilde yapılan bir nevi dilekçe hizmeti mahiyetindeki hukuki yardım bildiğimiz kadarıyla ilk olarak eski Yunan’da karşımıza çıkar. Antik Yunan medeniyetinde ilk izlerine rastladığımız, Roma İmparatorluğu döneminde gelişen ve modern toplum ile tam anlamına kavuşan avukatlık mesleğinin tarihsel serüvenine ve ülkemiz özelinde geçirdiği aşamalara kısaca değindikten sonra bu mesleğin neoliberal çağda almaya başladığı biçim üzerinde duracağız.
1. AVUKATLIK MESLEĞİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
“Avukat” sözcüğü eski Yunanca ’da üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan anlamına gelen “Advo-Catus” sözcüğünden dilimize ve diğer dillere yerleşmiştir. [2]
Avukatlığın meslek olarak şekillenmesinden önce, yine eski Yunan’da özgür ve erkek kişiler arasından seçilen ve daha ziyade hizmet verdikleri kişilerin dost ve akrabaları olan, bu kişilerin mahkeme önündeki açıklamalarını, savunmalarını, iddia ve taleplerini tamamlayan ve Yunanca ‘synagore’ olarak isimlendirilen kişileri avukatlık mesleğinin ilk temsilcileri olarak sayabiliriz. [3]
Avukatlık mesleğinin ilk temsilcilerinin ortaya çıktığı antik yunan toplumlarının siyasal ve sosyal yapısı hakkında fikir yürütürken şu tespit bize doğru bir başlangıç cümlesi verir:
“Bu toplumlardaki siyasi/hukuki varsayımlar uyarınca köle, efendisi tarafından hareket ettirilen, dolayısıyla aklı ya da ruhu efendisine ait olan bir madde, efendisi için yaşayan bir araç ya da Yunanlıların pek sevdikleri tabirle “iki ayaklı bir hayvan” olarak adlandırılır. [4]
Köle emeği üzerinde yükselen bu toplumlarda demokrasi ancak mülkiyet sahibi, yetişkin ve erkek yurttaşların sahip olduğu bir ayrıcalıktı. Tarihsel ve toplumsal bir olgu olan köleliğin analizini bütünsel bir çerçeveye yerleştiren Friedrich Engels şöyle yazar:
Kölelik olmasaydı Yunan devleti, Yunan sanat ve bilimi olmazdı. Kölelik olmasaydı Roma İmparatorluğu olmazdı. Helenizm ve Roma İmparatorluğu temeli olmaksızın da modern Avrupa olmazdı. Bizim bütün ekonomik, kültürel ve entelektüel evrimimizin kölelik aşamasından geçtiğini unutmamalıyız. Bu anlamda pekâlâ şöyle de diyebiliriz; çağdışı kölelik olmasaydı, çağdaş sosyalizm de olmazdı. [5]
Bütün bir üretim ve hizmet döngüsünü, refah ve uygarlığını köle emeğine borçlu olan eski Yunan toplumunda ilk izlerini gördüğümüz ve Roma İmparatorluğu döneminde bazı düzenlemelere tabi tutulan avukatlık kurumu çağdaş anlamına modern toplum ile kavuşacaktır.
“Savunma mesleğinin tarihi genelde eski Yunan’a kadar götürülür. Oysa savunma görevinin ücret karşılığında yapılması Roma İmparatorluğu’nda ortaya çıkmıştır. İmparator Trajan ücretin ancak hükümden sonra alınabileceğini düzenlemiş ve avukatlık ücretinin azami sınırını tespit etmiştir.” [6]
Avukatlık mesleği için modern toplumu beklememiz gerektiğine dair Max Weber, "...avukatların ancak akıllı dava usullerinin uygulanmaya başladığı devirlerde ortaya çıktıklarını... Sadece belli formüller söylemekle görevli 'sözcü' ile tam hukuk tekniği bilgisini davalı ya da davacının savunmasına tahsis eden 'avukat' arasında fark olduğunu..." söylemiştir..." [7]
2. ROMA İMPARATORLUĞU DÖNEMİ
Roma Hukuku Engels’in tanımıyla; Mal (meta) üreten bir toplumun ilk evrensel hukukunu oluşturan ve basit mal sahipleri arasındaki başlıca hukuki ilişkileri (alım-satım, alacak-borç, senet vb..) eşsiz bir açıklıkla düzenlemiş bir disiplindi. Avrupa’nın idari ve hukuksal açıdan temellerinin atıldığı Roma İmparatorluğu döneminde avukatlık mesleği ile ilgili birtakım yasal düzenlemelerin olduğunu görürüz. Sadece özgür erkeklerin yapabildiği avukatlık mesleğinin akla gelen ilk isimleri ise hitabet sanatının ustası Cicero, şair Ovidius ve Roma İmparatoru Jül Sezar’dır.
“Roma’da çıkarılan Cincia Yasası (Avukatlık hizmeti karşılığı ücret alınmasını yasaklayan yasa), Claudius tarafından yapılan düzenlemeler (ücret alma yasağının kaldırılması) ve İmparator Justin tarafından yapılan düzenlemeler (avukatların örgütlenmesi) sayesinde avukatlık, kök salan bir meslek haline gelmiştir.” [8]
“Bu dönemde çıkarılan bir “praetor ferman namesine” göre, yargılamada temsilcisi olmayan tarafa bir temsilci ya da “avukat” sağlanmaktadır. M.S. 5. yüzyılda ise Romalı avukatların beş yıllık bir hukuk okulunu bitirmeleri ve meslek birliklerine üye olmaları zorunlu hale gelmiştir. Ortaçağ boyunca avukatlık mesleği, lonca örgütlenmesi içerisindedir. 13. yüzyıla gelindiğinde, Fransa’da ilk defa avukatlık yemininin ihdas edildiği görülür. Ortaçağ boyunca benzer icra tarzı ile yürüyen avukatlık mesleği, ticaretin gelişmesi ile 18 yy.’da lonca örgütlenmesinden çıktı ve avukatlık mesleği giderek serbest bir niteliğe kavuştu.” [9]
3. FRANSIZ DEVRİMİ VE MODERN TOPLUMUN YARATTIĞI AKTÖR: AVUKAT
“Esasen kapitalizm öncesindeki geleneksel toplumlarda tüm mesleki örgütlenmeler lonca düzeni içinde gerçekleşiyordu. Hiyerarşik bir yapıya sahip olan lonca sistemi, toplumsal örgütlenmenin bir şekli olarak düzenlenmiş bir yapıydı. Cemaat ve erken dönemdeki dinsel kurum örgütlenmelerine benzeyen bu yapı, mesleğe girişten yükselmeye ve meslekten ayrılışa kadar olan her aşamayı en ince ayrıntısına kadar düzenleyen ve kurallara bağlayan bir örgütlenme şekliydi. Son derece disiplinli ve kendi dışına kapalı olan bu yapı içinde haklardan daha çok görevler, yükümlülükler ve sorumluluklar vardı. Lonca içinde çıraklıkla başlayan hiyerarşik süreç, kişiyi başarısına ve yeteneğine bağlı olarak lonca içinde en yüksek statü olan ustalığa kadar taşıyordu. Sistemin kendisi toplumsal bir faaliyet üretmekten daha çok, sisteme dâhil olanları toplum içinde gelir ve meslek sahibi ve buna bağlı olarak ayrıcalıklı yapan bir özellikteydi. Lonca sisteminin bireyi kendi içinde eriterek yok eden hiyerarşik yapısı, her şeyden önce avukatlık mesleğinin bağımsız olması gerektiği fikriyle ve avukatın halkın içinde olması anlayışıyla çatışıyordu. O nedenle, avukatlık mesleği lonca sisteminin hâkim olduğu süreçte çok fazla bir gelişme ve ilerleme olanağı bulamadı.” [10]
Avukatlık mesleğinin lonca tipi örgütlenmeyle bağlarını koparması Fransız İhtilali ile olmuştur. Özgürlük, kardeşlik, eşitlik temelinden yola çıkan Fransız İhtilali tüm geleneksel kurumları dağıttığı gibi lonca kurumunu da yıkmıştı. Çünkü lonca tipi kurumlar ayrıcalıklı üst sınıfların oluşmasına sebep oluyordu. [11]
Fransız İhtilali ile birlikte “Eski Rejim” yıkılırken, o rejime ait tüm kurumlar da tarih sahnesinden bir bir çekildiler. Loncalar 1791’de D’allerde Kanunu ile sona erdirilmiştir. Aynı yıl Le Chapelier Kanunu ile her türlü mesleki eylemler yasaklanmış ancak eyleme dönüşmeme koşuluyla dernek şeklindeki örgütlere pek dokunulmamıştır. Artık tarih sahnesine yeni bir örgütlenme biçimi, devletten bağımsız dernek şeklinde örgütlenme tipleri ortaya çıkmaktadır. Toplum loncalar, ayrıcalıklar yerine “özgür insan” temeline dönüşmektedir.[12]
Böylesi bir olgu, insanlık tarihinde unutulmazdır, çünkü o, insanın doğasında gelişmeye değil öylesi bir elverişliliği, öylesi bir yeteneği ortaya çıkarmıştır ki, hiçbir siyasa, tüm inceliklerine karşın, olayların daha önceki gelişiminden onu çıkaramazdı: Salt, insan ırkında birleşmiş olan doğa ve özgürlük, adaletin içsel ilkelerini izleyerek, bu gelişmeyi ilan edecek durumdaydı, olsa olsa belirsiz bir şekilde ve tali bir olay olarak. Ancak, bu olayın hedefine henüz varılmamış olunsa veya bir halkın Anayasasının devrimi veya reformu sonuçta başarısızlığa uğrasa, ya da hatta, belirli bir zaman sonra, (bugün bazı siyasetçilerin iddia ettiği gibi) her şey eskisine dönse bile, bu felsefi kehanet gücünden hiçbir şey kaybetmeyecektir. Çünkü bu olay, elverişli koşullar kendini gösterdiğinde, halkların hafızasına yeniden sokulmamak ve bu tipteki yeni girişimlerde yeniden hatırlatılmamak için fazlasıyla önemli, insanlığın çıkarlarıyla fazlasıyla iç içe geçmiş ve dünyanın tüm bölgeleri üzerinde etkisi fazlasıyla büyüktür. [13]
Mutlak monarşi ile yönetilen on sekizinci yüzyıl Fransa’sı dâhil olduğu Amerikan Bağımsızlık Savaşı ile içine düştüğü mali bunalıma bir çare bulamamış, köylülerin ayaklanması ile beraber sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik açıdan radikal bir dönüşüm geçirmeye başlamıştı. Eski rejimin üretmeyen, vergi toplama hakkı ile çeşitli imtiyazları bulunan ve toplumun en varlıklı kesimini oluşturan ruhban-soylu ittifakı parçalanmış, aristokratik unvanlar ortadan kalkarken “yurttaşlık” düşüncesi hâkim olmaya başlamıştı. Eski rejimden köklü bir kopuşu ifade eden bu kitlesel başkaldırı ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi Fransız Ulusal Meclisi tarafından kabul edilmiş, “hukuk önünde eşitlik”, “kuvvetler ayrılığı”, “fikir ve ifade özgürlüğü” gibi kavramlar toplumsal ve siyasal yaşamda geçerlilik kazanmaya başlamıştı. 1804 yılında imparatorluk ilan edilmiş olmasına rağmen Fransız Devrimi; yüzyıla yayılan sosyal, sınıfsal ve siyasal mücadeleleri ile cumhuriyetçi siyasal sistemlerin kurulması noktasında artık geriye dönüşün söz konusu olamayacağı bir turnikeyi ifade ediyordu. Çünkü bir önceki paragrafta yer alan açıklamanın yazarı Immanuel Kant’ın ifade ettiği gibi Fransız Devrimi’nin ortaya çıkardığı değerler insanlığın çıkarlarıyla fazlasıyla iç içe geçmişti.
Avukatlık mesleği böyle bir sosyal ve siyasal iklimde ortaya çıktı. Lonca sistemi içerisinde kökleşme olanağı bulamayan ve modern toplumu bekleyen avukatlık kurumu modernleşme sürecine paralel gelişme gösterebilmiştir. Hukuk eğitimine bağlanan zorunluluk, diploma ve baroya kayıt gibi asgari unsurları taşıyan avukatlık mesleği modernleşme sürecini takip etmiş, tanımlanmış, kuralları tarif edilmiş ve bildiğimiz anlamda klasik modeli - serbest ve bağımsız avukatlık - ortaya çıkmıştır.
4. AVUKATLIK KURUMUNUN ÜLKEMİZDEKİ GELİŞİMİ
Ülkemizde batıdan “kurum” ve “düşünce” ithal etme süreci 19. yüzyılda hızlanmaya başladığından modern hukuk kurumları da ancak bu dönemde ortaya çıkabilmiştir. Tabi avukatlık mesleği de.
Osmanlı Devleti ilk serbest ticaret anlaşmasını - Osmanlı’nın iflasına neden olan - 1838 tarihinde İngiltere ile imzaladı. İngiltere’nin yoğun baskısı ile 1839 yılında Tanzimat Fermanı, 1856 yılında Islahat Fermanı ilan edilmiş; 30 Mart 1856 tarihinde imzalanan Paris Anlaşması ile Osmanlı, Avrupa Devletler Sistemine dâhil olmuş ve diğer idari reformlar hukuksal alanda köklü bir dönüşümü de sağlamıştı. Osmanlı devletinde adli, idari ve belediye hizmetlerini yerine getiren kadılık kurumu uzun bir süre boyunca hukuki işlemleri tek başına tesis etmiştir. II. Mahmut ve Tanzimat döneminde yapılan idari ve adli reformlar kadıların önemini azaltmış ve kadıların belediye, idare ve güvenlik ile ilgili görevlerine son verilmiştir.
“Osmanlı Devleti’nde kadı, kaza adı verilen yerleşim yerlerinde, belirli bir süreliğine mülki idare amiri, yerel yönetici ve emniyet müdürlüğü görevlerini yerine getirmek için merkezi yönetim tarafından atanan, şer’i ve idari yargıdan tek başına sorumlu olan bir kamu görevlisidir. Belediye ve mülki görevleri için merkezi yönetimin desteğini alarak halka hizmet götüren kadı, bu hizmetler yerine getirilirken, koordinasyonu sağlayan bir görevli gibi hareket etmiştir.” [14]
“Şer’i mahkemelerden sonra kadılık kurumunun da ortadan kaldırılması çok uzun sürmemiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında kabul edilen 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılması sonucu kadı yetiştirilebilecek bir eğitim kurumu kalmamıştır. Bununla birlikte aynı yıl kabul edilen 469 sayılı Mehakimi Şer’iyenin İlgasına ve Mehakim Teşkilâtına Ait Ahkâmı Muaddil Kanun’la kadılık kurumu, Türk idari ve adli teşkilatından tamamen kaldırılmıştır.” [15]
1875 yılında doğrudan dava vekilliği hakkındaki ilk düzenleme olan, Mehakim-i Nizamiye Dava Vekilleri Hakkında Nizamname kabul edilmiştir. Bu Nizamname ile avukatlık mesleğine kabul, avukatların görev ve sorumlulukları, vekâlet ücreti ve meslek örgütünün kurulması gibi konular düzenlenmektedir. [16]
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonraki avukatlık mesleğine dair ilk kanun 460 sayılı “Muhamât Kanunu” olup, bu Kanun 03.04.1924 tarihinde TBMM tarafından kabul edilmiştir. 06.01.1926 tarihinde de bu kanunda yapılan değişiklikle “mahami” kelimesi kaldırılıp “avukat” kelimesi kullanılmıştır. Böylece ilk defa resmi hukuk literatürüne avukat kelimesi girmiştir. [17]
5. NEOLİBERAL KÜRESELLEŞME ve LİBERAL KARŞI-REFORM
Neoliberal kapitalist toplum tasarımı, kısa bir süre için yaşanan göreceli refaha rağmen, artık daha büyük oranda insanın daha büyük ölçüde yoksullaşması ve yoksunlaşması anlamına gelmektedir. Üstelik bu gerçek, tam da zamanın ruhuna uygun düşecek şekilde ‘küresel’ bir gerçek olarak yaşanmaktadır. Uzak Asya’dan Kuzey Amerika’ya, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar farklı ülke ve toplumlar, 1980’lerle birlikte genişlediğini düşündüğümüz orta sınıfın işçileşme, yoksunlaşma ve yoksullaşma eğilimleri ile bunun doğurduğu çarpıcı sonuçları deneyimlemektedir. [18]
1970’ler ile başlayan ve etkisini ekonomi, siyaset, hukuk gibi birçok alanda gösteren neo-liberal küresel dönüşüm “siyasi iktidarın frenlenmesi ve denetlenmesi” fonksiyonunu üstlenen yargı kurumunu da derinden etkiledi. Bu dönüşümün avukatlık mesleği üzerindeki etkilerine – yazımızın esas değinmek istediği konuya - geçmeden önce küresel ölçekte işleyen bu sürece yakından bakalım:
1980, dünya ve Türkiye emekçileri için 20. yüzyılın en uğursuz dönüm noktalarından biridir. Dünya Sağ’ı ve sermayedarları 1973 bunalımının faturasını emekçilere kesen bir yeni bir sermaye birikim stratejisi benimsediler. Bu stratejinin özü sermaye hareketlerini sınırlayan ve emekçileri bir ölçüde koruyan, var olan bütün iktisadi kuralların kaldırılması, yerine kuralsızlığın geçirilmesiydi. Artık sermayedarlar devlete vergi yerine borç verecek, devlet işletmeleri özelleşecek, işçiler sendikasızlaştırılacak; sermaye, ücretlerin en düşük, faizlerin en yüksek olduğu ülkelere hiçbir kural, engel olmadan girip çıkabilecekti. Sanayinin örgütlenme yapısı da değişti. Üretim süreci parçalanarak, ücretlerin en düşük olduğu değişik ülkelerde taşeron firmalara yaptırılmaya başlandı. Ama asıl kârlı iş borsa spekülasyonu yapmak ve devlet borçlanma tahvillerini almaktı. Böylece yüksek faiz ve borsa spekülasyonu peşinde koşan finans sermayesi, egemen bir iktisadi ve siyasi güç haline gelirken, sanayiye yatırım yapan sermayedarlar da finans alanına girdiler. [19]
Çağdaş bireyin gelişimi için gerekli olan sosyal dayanışma kurumları (çalışma yasası, sosyal güvenlik, emeklilik, ücret statüsü, kamu hizmetleri) dünyayı acımasız bir rekabet cehennemine çevirmek isteyen liberal karşı-reformlar tarafından ortadan kaldırılmak istenmektedir. Bireyi geliştireceğini iddia eden liberalizm aslında her bireyin gelişme koşulunun diğerlerini ezmek ve yok etmekten geçtiği, herkesin herkesle rekabet halinde olması için gereken egoizmin pompalandığı bir sistemdir. Her bireye sunulan yurttaşın özgürlüğü değil, birbirine benzeyen ürünler arasından dilediğini seçme hakkına sahip tüketicilerin özgürlüğüdür. Liberal ideologlar “bireysel değerin önemi ilkesi” riskini ortaya atmaktadırlar. Bu risk ve değer kültürü aslında ücretlerin, çalışma süresinin, (sağlık, yaşlılık, işsizlik karşısında) risklerin bireyselleştirilmesi, kolektif anlaşmaların ve ortak yasanın karşısına sözleşme ilişkilerinin bireyselleştirilmesinin çıkarılması, daha mükemmel bir mesleki kariyer bahanesiyle statülerin ortadan kaldırılmasıyla kimseye fark ettirmeden dayanışma politikalarının yıkımına hizmet etmektedir. [20]
1820 ve 1840’lı yıllar arasında, sadece Almanya’da değil, restorasyon dönemini yaşayan Fransa’da ve 1834 yasasıyla ünlü İngiltere’de de, yoksulların temel ihtiyaçlarını karşılamak için ortak mallardan yararlanmaları gibi olağan haklarına (odun ve tahıl toplama, serbest otlatma) saldıran bir dizi yasal önlem alınmıştır. Burada söz konusu olan köylüler ya da dindar çevreler arasındaki temel dayanışma bağlarını yıkmak ve köylüleri emeklerini doğmakta olan sanayiye satmaları amacıyla kentlere yönlendirmek için geleneksel ortak kaynakları (odun gibi) metaya dönüştürmektir. Bu uygulama, liberal karşı-reformun, günümüzde işçileri giderek kötüleşen ücretleri ve çalışma koşullarını kabul ettirmeye zorlamak amacıyla sosyal güvenlik sistemlerini ve iş hukukunu sistematik olarak dağıtmasına benzemektedir. [21]
1970’ler ile krize giren kapitalist dünya sistemi keynesyen iktisat politikalarının uygulandığı bir dönemin sonuna gelindiğine işaret ediyordu. Neoliberal küresel dönüşümün doğurduğu sonuçlar siyaseti, hukuku, modern devleti ve ekonomiyi radikal bir şekilde dönüştürürken yeni sermaye birikim modeline mali kuralsızlaştırma, esnek emek rejimi, borsa spekülasyonu eşlik etmektedir. Liberal karşı-reform, “piyasaya müdahale eden devlet” anlayışı yerine piyasanın temel belirleyen olduğu, devletin düzenleyici rolünün giderek daraldığı ve salt bir güvenlik aygıtına dönüştüğü bir toplumsal düzeni inşa edebilmiştir. Piyasanın ana aktör haline geldiği bu sürecin öncesinde yaşanan “refah döneminin” ise, siyasal bilimleri profesörü Ellen Meiksins Wood bazı özel tarihsel koşulların ürünü olduğuna dikkat çekmektedir:
Kapitalizmin, demokrasi gibi bir uzlaşma rejimine dönüştüğünü, buna kanıt olarak da Avrupa’da “refah devletlerinin” kurulmuş olduğunu iddia edenlere karşı Ellen Wood, 500 yıllık kapitalizm tarihinde toplumsal uzlaşma gibi görünen, çalışanlar lehine güdülen politikaların belirli tarihi koşullarda, az sayıda ülkede ve çok kısa dönemler için geçerli olduğunu söyler. (1850-1914 İngiltere; 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Almanya; 2. Dünya Savaşı’nda sonra 1950-1975 arasında Batı Avrupa ve İskandinav ülkeleri.) Sermayedarlar ve kapitalist sistemin işleyiş mantığı açısından toplumsal iyileştirmeler ya da sosyal devlet uygulamalarına ancak belirli dönemlerde katlanıldığı ve ilk fırsatta kapitalistlerin kendi özlerine yani azami kâr için her yolun mübah olduğu, insanların büyük bir bölümü için ise baskı ve yoksulluk anlamına gelen, sınır tanımayan sömürü çarklarına geri döndükleri görülüyor. Yani bugün yaşadığımız, kapitalizmin ve emperyalizmin tam da kendisidir. [22]
Türkiye’de ise seksenli yıllar ile ithal ikameci birikim rejimi terk edilmeye başlanmış ve ihracat odaklı ekonomi modeline geçilmiştir:
Bu sermayeye özgürlük ve istikrar paketi ancak 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra tam olarak uygulamaya konabildi. 11 Temmuz 1989’da 32 sayılı kararla maliye bakanlığının hiçbir denetimi olmaksızın her türlü döviz işlemi serbest bırakıldı. Değerli iktisatçı Erdoğan Soral’a göre, eğer böyle bir karar, parasının değeri kararlılık gösteren ve gerçekten parası dış dünyada yabancı paralarla değiştirebilir olan bir ülke için alınsaydı fazla mesele olmayabilirdi, oysa Türkiye için para spekülasyonuna kapıların açılması anlamına gelmiştir. [23]
08.01.2002 tarih ve 4736 sayılı yasa ile idarelerin, sundukları tüm hizmetlerin paralı olması ve indirimli hizmet sunulamaması kuralı getirilmiştir. Tüm kamu hizmetlerinin paralı hâle getirilmesini zorunlu kılan bu yasaya göre, “idarece üretilen mal ve hizmet bedellerinde işletmecilik gereği yapılması gereken ticari indirimler hariç herhangi bir kişi veya kuruma ücretsiz indirimli tarife uygulanmaz”. Sadece toplu taşıma hizmetlerinde “malûl, yaşlı, öğrenci ve basın kimlik kartı sahiplerine” indirim uygulanabilir. Kanuna göre, idare hizmetlerini satmak zorundadır, bu satışta asla sosyal amaçlı indirim yapılamaz, ancak ticari indirim yapılabilir. Ticari indirim denilince akla toptan alımlarda indirim yapılması gelmektedir. Yine bu kanundan çıkan bir sonuç, idarenin mal ve hizmetten yararlananlardan isteyeceği paranın ticari olarak hesaplanmasının zorunlu olmasıdır. Devlet vatandaşla olan ilişkisini, mübadele ilişkilerinin hukukuna, özel hukuka taşımak için özel bir çaba sarf etmektedir. Bununla sermayenin sağlayacağı yarar, kamu hizmetleri alanının kendisi için kârlılık alanına dönüştürülmesidir. Bireylerin siyasal alan dolayımıyla elde edeceği özgürlük, piyasanın sözleşme kurma özgürlüğüne dönüşmektedir. Kamu hizmetleri alanının iktisadi ilişkileri, mübadele kurallarına tabi olduğu, hukuki biçimi özelleştiği oranda haklar mücadelesi bir tüketici hakları mücadelesine, sözleşme özgürlüğü ve sözleşme güvenliği mücadelesine dönüşmektedir.[24]
Eğitim, sağlık, ulaşım alanında verilen kamu hizmetlerinin salt gelir sağlamak amacıyla özelleştirilmesi, sistemli sendikasızlaştırma, toplu iş hukuku araçlarının (grev, toplu pazarlık v.s.) etkisizleştirilmesi, işçi ücretlerinin düşürülmesi, bireysel/özel emeklilik sisteminin hayata geçirilmesi, sosyal güvenlik sisteminde yapılan değişiklikler ile emekli maaş hesabındaki aylık bağlama oranının düşürülmesi, emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi neoliberal iktisat politikaları ile sermayenin kârlılığı önündeki engellerin kaldırılması hedeflenirken; istihdam, gelir dağılımı, sosyal adalet gibi başlıkları uzun süre önce terk eden neoliberal çağın devleti çalışma hayatına; taşeron çalışma, çağrı üzerine çalışma, part-time çalışma gibi güvencesiz istihdam biçimlerini, özel istihdam bürolarını, kiralık işçilik yasası gibi düzenlemeleri dâhil etmiş ve her şeyin şirket gibi yönetildiği bir iş ontolojisini yerleştirmiştir.
Emekçilerin ikinci dünya savaşından sonra canı pahasına elde ettiği ekonomik, sosyal ve siyasal hakların ortadan kaldırılmasına hizmet eden neoliberal iktisat politikaları Sovyet tehdidinin ortadan kalkması ile daha saldırgan bir hal almış, adeta yirminci yüzyılın tüm ekonomik, sosyal, siyasal ve demokratik kazanımları, piyasanın kurtulması gereken yükler olarak tarif edilmiştir.
6. MESLEĞİN KAMUSAL YÖNÜ ve AVUKATIN BAĞIMSIZLIĞI
1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 1. Maddesinde avukatlığın kamu hizmeti ve serbest bir meslek olduğu ve avukatın yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil ettiği düzenlenmiştir. TBB Meslek Kurallarının 2. Maddesi avukatın bağımsızlığını bir yükümlülük olarak düzenlemiştir. Buna göre: “Mesleki çalışmasında avukat, bağımsızlığını korur; bu bağımsızlığı zedeleyecek iş kabulünden kaçınır.”
Avukatın modern toplumdaki pozisyonuna ilişkin yapılmış en meşhur tanımı tekrar edecek olursak:
“Görevimizi yaparken kimseye, ne müvekkile ne hâkime, hele ne de iktidara tabiyiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiçbir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin, en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar tarih boyunca köle kullanmadılar ama hiçbir zaman efendileri de olmadı!”
Avukatlık Kanunu 38. Maddesinde “Kendisine yapılan teklifin yolsuz ve haksız olduğu kanaatine varan avukat teklifi reddetmek zorundadır.” denilerek avukatın kamusal sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Avrupa Baroları ve Hukuk Birlikleri Konseyi’nin 28.10.1988 tarihli Genel Kurulu’nda kabul edilen Avrupa’da Avukatların Tabi Olduğu Meslek Kurallarının madde 2.1.2’deki hükmü, avukatın sırf kendini müvekkiline beğendirmek ve onun çıkarlarına hizmet etmek içi verdiği hizmeti “hiçbir değeri olmayan” bir hizmet olarak ele almıştır. [25]
Amerikalı Avukat Luis Land avukatı şöyle tarif ediyor:
…
Ben Avukatım.
Kaba gücün yerine merhameti, adaleti, hakkaniyeti koydum.
İnsanoğluna diğerlerinin hakkına, mülkiyetine, hürriyetine saygıyı;
Vicdan, ifade ve toplanma özgürlüğünü ben öğrettim.
Haklı davaların sözcüsü;
Yoksulun, mazlumun, dul ve yetimin savunucusuyum.
Çarşıda pazarda onuru sürdürürüm.
…
Modern toplumun ve aydınlanma düşüncesinin yarattığı “özel mülkiyete saygılı” bu modern aktörün; kamusal sorumluluk bilinciyle hareket eden, devletten bağımsızlığını korumaya çalışan, hak ve adaletin savunucusu olarak çağdaş toplumdaki rolünü kavrama açısından yukarıda yer verdiğimiz yasal düzenlemeler, meslek kuralları ve edebi ifadeler avukatlık mesleğinin klasik dönemine uygun düşmektedir. Ancak avukatlık mesleğinin yüzyıllar içerisinde oluşmuş ilkeleri ve belirlenmiş kuralları piyasanın yıkıcı ve dönüştürücü etkisi altında giderek aşınmaktadır. Avukat Hakları Grubu (Ankara) tarafından yapılan anket çalışması işçi avukatların çalışma koşullarına dair çarpıcı bilgiler vermektedir. 2020 yılının Kasım ayında yapılan anket çalışmasının işçi avukatların maruz kaldığı sömürünün sadece küçük bir kısmı olduğu akıldan çıkarılmazsa tablo daha net anlaşılacaktır. Çalışmanın sonuçları özet olarak şu şekildedir:
- 858 kişi tarafından cevaplanan soruya verilen yanıtlara göre her 100 işçi avukattan 7’si kayıt dışı çalıştığını ifade etti. Verilen cevaplara göre, 371 katılımcı 3.000 liranın altında aylık kazanç sağlarken, 128 kişinin ise düzenli bir geliri bulunmuyor.
- Bir diğer soruya katılım sağlayan 762 kişinin yüzde 71’i, aylık ücretinin patron avukat tarafından vaktinde ve bütün olarak verildiğini ifade ederken; yüzde 29’u ise, ücretlerinin vaktinde ve bütün olarak ödenmediğini ifade etti.
- Patron avukat tarafından yatırılan SGK primlerinin gerçek ücret üzerinden mi yoksa asgari ücret üzerinden mi yatırıldığına ilişkin soruları yanıtlayan 678 katılımcının sadece yüzde 36’sı primlerinin gerçek ücret üzerinden yatırıldığını ifade etti.
- Toplam 675 katılımcının verdiği cevaplara göre, işçi avukat tarafından hazırlanan dilekçeye telif ücreti veren patron avukatların oranı sadece yüzde 3.
- Patron avukatın mesleki eğitimlere veya baro kurullarına katılıma izin verip vermediğine ilişkin soru ise başka bir problemi daha ortaya koydu. İlgili soruya toplam 633 kişi cevap verirken, cevaplayanların yüzde 42’si, mesleki eğitim veya baro kurullarına katılmasına patron avukatça izin verilmediğini ifade etti.
- İşçi avukatların şahsî olarak aldığı işlerden elde edilen kazancın kime ait olduğuna ilişkin soruya 697 kişi katılırken, katılımcıların sadece yüzde 33’ü bu gelirlerin kendisine ait olduğunu belirtti. Katılımcıların yüzde 5’i bu gelirin patron avukata, yüzde 40’ı ise kısmen patron avukata ait olduğunu söylerken; katılımcıların yüzde 22’si ise şahsi iş almasının yasak olduğunu belirtti.
Küresel düzeyde işleyen neoliberal dönüşüm ile ilgili Dr. Kasım Akbaş; avukatlık mesleğinin toplumsal bir dönüşüme bağlı olarak sınıfsal bir zemine oturduğunu ve sadece avukatlık mesleğinde değil, tüm meslek gruplarında, özellikle de beyaz yakalı olarak tabir edilen orta sınıflarda, neo-liberalizmin getirdiği bir proleterleşme dalgasının yaşandığını ifade ediyor. Neoliberal küresel dönüşüme eşlik eden esnek emek rejimi serbest avukatlık modelinin üzerinde icra edileceği zemini hızla ortadan kaldırmaktadır.
7. AVUKAT “İŞÇİ” OLUR MU?
İşçileşme birçok açıdan görmezden gelinen hatta yasaklanan bir olgu. Ankara 2 No’lu Barosu sosyal medya hesabından, yeni baroda işçi avukat ile patron avukat söyleminin yasaklanacağını, birlikte çalışılan avukat veya yardımcı avukat söyleminin kullanılacağını, bu konunun mesleki anlamda kırmızı çizgileri olduğunu ifade etti. Bu reddediş kuşkusuz özellikle genç avukatların içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal sorunların nasıl yok sayıldığına dair fikir vermektedir. Bu eğilime yabancı olmamak ile birlikte yasaklama derecesinde gerçeğe bu sırt dönüş mevcut baronun yönetiminin, mesleğe yeni katılan meslektaşlarının içinde bulundukları koşulları ne derece anladıklarını ortaya koymaktadır.
“İşçi avukat” kavramı yerine “bağlı çalışan avukat”, “yardımcı avukat” gibi kavramları kullanan, “işçi avukat” tabirini mesleğe yakıştıramayan eğilim Türkiye Barolar Birliği ve il barolarına egemendir. Ancak aydınlanmanın yarattığı bu modern aktörün entelektüel bir misyonu varsa ve bu misyon; “…tüm dünya yalan karşısında secde ederken bile insanlık vicdanını savunabilen” bir sorumluluğu taşıyorsa; vicdanımız avukatın işçi olabileceğini hatta olduğunu söylüyor. Şimdi yapılması gereken ise bu sorunu sadece vicdan ile değil rasyonel, bilimsel ve radikal bir şekilde kavramaktır. Ancak o vakit; “mesleğin onurunu zedelemeyin”, “sen avukatsın”, “meslektaşlar arasında işçi-işveren ilişkisi olmaz” gibi sorunu kavramaktan aciz, işçileşme gerçeğini kabul etmeyen söylemlerin önüne geçerek, mesleğin icra ediliş biçiminde yaşanan radikal dönüşümü kavrayabiliriz.
“İşçi avukat” tabirindeki ısrar avukatlık mesleğini bütünsel bir analize yerleştirme amacını taşımaktadır. Kullanılan diğer kavramların aksine ‘işçi avukatlık’ kavramı, neo-liberal toplumsal dönüşümden avukatlık mesleğine düşen payı açıklama kapasitesini taşımaktadır. İstanbul Barosu’na kayıtlı olan avukatların yaklaşık yarısı bir avukatın yanında ücret karşılığında ile çalışmaktayken mevzuatımızda yer alan “bağımsızlık”, “kamu görevlisi”, “yargının kurucu unsuru”, “serbest meslek mensubu” gibi kavramlar üzerine düşünülmeyi, tartışılmayı ve tekrar değerlendirilmeyi hak ediyor.
“İşçi avukatlar” tabiriyle karşılamaya çalıştığımız avukatlık pratiğinin ortaya çıkmasındaki en önemli etken, hukuki tekdüzeliğin sağlanabilmiş olmasıdır. Dolayısıyla, işçi avukatlık aslında, hukuk pratiğinin ‘rasyonelleşmesi’ çerçevesinde ele alınarak, avukatlığın kişinin kendi özelliklerine bağlı olmaktan ve yaratıcılık gerektirmekten çıkması şeklinde tespit edilerek, ‘avukatların teknisyenleşmesi’ olarak da ifade edilebilir. Yine de ‘işçileşme’ kavramsal çerçevesi, ‘teknisyenleşme’ kavramsal çerçevesine oranla, daha tercih edilebilir durmaktadır. Zira işçileşme aslında teknisyenleşmeyi de içeren bir süreçtir. Üstelik teknisyenleşme saptaması çalışmayı ancak meslek sosyolojisi içerisinde tutmaya yararken, işçileşme kavramı, avukatları daha bütün bir toplumsal analize yerleştirme ve avukatlık mesleğinin ekonomi-politiğine doğru bir zemin hazırlama işlevini de görebilecektir. Bu hem teknisyenleşmeyi de işçileşme tartışmasının içerisinde ele almayı sağlar, hem de meselenin yalnızca bir ‘nitelik’ kaybı değil, bir ‘vasıf’ kaybı olduğunu ortaya koyar. Bu yaklaşım, soyut ya da ayakları yere basmayan bir ‘nitelik’ ya da ‘statü’ kaybından değil, ‘üretim sürecinin çözümlenmesinden güç kazanan bir vasıfsızlaşmadan söz etmeyi de içerir.” [26]
8. MANASTIRDA ÇİLE SÜRESİ*
Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Staj Yönetmeliği 17. Maddesi “Avukatın Yükümlülüğü” başlıklı bölümünde şu ifadelere yer verilmiştir:
Avukat, stajyerini hukukun üstünlüğü ilkesine, meslek ilke ve kurallarına bağlı, hukuk bilgilerini somut olaylara uygulayabilecek nitelikte, bağımsız ve özgür bir avukat olarak yetiştirmekle yükümlüdür.
Bu yükümlülük kapsamında avukat, stajyeri Avukatlık Kanununun 23 üncü maddesinde belirtilen duruşmalara ve cezaevi görüşmelerine birlikte gitmek, mahkemeler ve idari makamlardaki işleri takip etmek, dava dosyalarını ve yazışmaları düzenlemek imkânını sağlayarak eğitir. Stajyere bu işler dışında bir iş yüklenemez.
Avukat, stajyerin Baro eğitim çalışmalarına katılmasını, devamını ve başarısını denetlemekle yükümlüdür.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları 33. Maddesine göre;
Yanına stajyer almayı kabul eden avukat, stajyerlerin iyi yetişmesi için gerekli dikkati ve ilgiyi gösterir ve olanaklarını hazırlar.
Avukatlık Kanunu 22. Maddesine göre;
Baro başkanının isteği veya ilgililerin başvurması üzerine, baro yönetim kurulu, stajın dilekçede gösterilenden başka bir avukat yanında yapılmasına karar verebilir.
Yukarıda yer verdiğimiz stajyer avukatları ilgilendiren mevzuat hükümleri staj sürecini bir eğitim ve öğrenim dönemi olarak tarif etmiş ve stajyer avukatların mesleğe hazırlanmak üzere yanında staj yaptığı avukatlarca yetiştirilmesinden bahsetmiştir. Ayrıca stajyer avukatın staj yaptığı yerinin değiştirilmesi hususunda baro yönetim kuruluna da yetki vermiştir. Adliyelere, çok fazla sayıda avukatın çalıştığı büyük hukuk bürolarına ve özellikle icra dairelerine dönecek olursak staj dönemi avukatlar için yönetmelikte ve kanunda yazıldığının aksine bir an önce bitirilmesi gereken bir süreç olarak görülür. Daha açık ifade etmek gerekirse staj dönemi; iş tanımının ve kapsamının belirsiz olduğu, adliye stajını imza atmak suretiyle geçirirken adliye personeli tarafından azarlanabileceğiniz, maaş yerine harçlık kabilinde ücretler ile çalışabileceğiniz, sekreter veya icra takip çalışanlarına göre daha ucuz bir maliyet kalemi olarak görüldüğünüz, kendinizi müvekkillere çay-kahve ikram ederken veya büroyu temizlerken bulabileceğiniz bir dönemdir. Örneğin hacze çıktığınızda ve haciz sırası size geldiğinde karanlık çökmeye başlamışsa, o gün sizden yeterince yararlanamayan sinirli patron avukatınız (araç içinde gün boyu oturdunuz sonuçta) “polis çağır kapıyı çilingir ile açtır, yoksa araç ücretini sen ödersin” diye çıkıştığında derin sorgulamalara yol açan bir süreçtir.
Tüm itirazlara rağmen geçtiğimiz haziran ayında Avukatlık Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi yürürlüğe girdi. Teklifin kabul edilen ilk iki maddesi avukatlık stajı ve adli yardım büroları ile ilgiliydi. Buna göre, avukatlık stajına engel olmaması şartıyla herhangi bir işte sigortalı olarak çalışmanın avukatlık stajının yapılmasına engel olmayacağına ilişkin düzenleme yürürlüğe girdi. Ancak Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından 2011/771 E. 2014/126 K. 30.01.2014 tarihinde verilen karar gereğince stajyer avukatların staj dönemlerinin ikinci altı ayında sigortalı bir şekilde çalışarak ücret almalarının avukatlık stajına engel olmadığı tespit edilmişti. Ayrıca Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü, web sitesinde bu konu ile ilgili şu açıklama yer almaktadır: 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 12/c maddesi uyarınca stajyer avukatların, avukat yanındaki staj süresince stajlarını aksatmamak koşuluyla yanında staj yaptıkları avukat tarafından sigorta kayıtlarının yaptırılarak ücret karşılığında çalıştırılmaları mümkün bulunmaktadır. Bir kez daha vurgulamak gerekirse avukatlık kanunu stajyer avukatlara ücret ödenmesini yasaklamamıştır. Avukatlık Staj Yönetmeliği’nde yapılan son değişikliğin, güvencesiz çalışma koşullarına sahip stajyer avukatların hali hazırda yetersiz olan staj sürecini görünüşte bir staj haline getireceği ve avukatlık mesleğinin yapısına aykırılığı gerekçesiyle söz konusu maddelerin iptali için İzmir Barosu tarafından yürütmenin durdurulması talepli idari dava açıldı.
Hâkim ve savcı stajyerlerinin Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanan maaş ve sigorta ödemelerinin avukat stajyerleri için de geçerli olması her ne kadar avukatın bağımsızlığına gölge düşüreceği itirazları ile karşılaşsa da böyle bir düzenlemenin stajyer avukatların gelir güvencesizliği sorununa kalıcı bir çözüm sağlayacağı açıktır. Piyasanın temel belirleyen olduğu günümüzde esnek, düşük ücretli ve güvencesiz bir çalışma rejiminin muhatabı olan stajyer avukatlar için nasıl korunaklı bir çalışma biçimi yaratılacağı sorusunu cevaplamak yerine bağımsızlığın zedeleneceğine yönelik itiraz – yersiz bir itiraz olmamakla birlikte – piyasanın yıkıcı ve dönüştürücü etkisini hesaba katmamaktadır.
Çünkü yukarıda yer verdiğimiz avukatlık staj yönetmeliği, meslek kuralları, avukatlık kanunu, Danıştay kararı ve adalet bakanlığı hukuk işleri genel müdürlüğü görüşü günümüze kadar stajyer avukatların çalışma hayatlarında esaslı bir değişiklik yapmamış, bahsedilen kural ve hükümlere işlerlik kazandırılamadığı için stajyer avukatların ucuz iş gücü olarak görülmesinin önüne geçilememiştir.
Stajyer avukatlar tarafından – gayet normal olarak – geçici ve bir an önce bitirilmesi gereken bir süreç olarak görülen staj dönemi boyunca yaşanılan sorunlar zaman zaman gündeme gelmekle birlikte üzerinde yeterince durulmayan ve tartışmaların alevlenip hızlıca etkisini yitirdiği, sonuca bağlanmadığı bir başka mağduriyetler alanını ifade ediyor. İşçi avukatlık ile tanışmaya başlanan bu süreçte stajyer avukatlar ya çok düşük ücretler almakta ya da bir eğitim ve öğrenim süreci olarak anlaşıldığı (sadece anlaşıldığı için, öyle olduğu için değil) için ücret alınması hiç yakıştırılmamaktadır. Tabi bu olumsuz tablonun içinde staj dönemi boyunca stajyer avukata Türkiye Barolar Birliği tarafından sağlanan staj kredisini es geçmeyelim. Nice stajyer avukat o yatan ilk toplu para ile bir evin bir odasına çıktı, borçlarını ödedi, takım elbise aldı. Staj dönemi boyunca alınan o destek; staj dönemi sona erdikten bir süre sonra stajyer avukatlara “artık avukat oldun” denildiği zamanlarda, sms veya mail yoluyla gelen yapılandırma müjdeleri ile geri ödenmesi gereken bir kredi olduğunu hatırlatır. Lisans eğitiminden kalan KYK borçları misali.
Stajyer avukatların ekonomik ve sosyal sorunları ayrı bir yazının konusu olmakla birlikte staj sözcüğünün etimolojisinden bahsedelim. Zira bu uzun metnin avukatlık stajı ile anlatmak istediğini kelimenin kökeni daha net aktaracaktır: Staj sözcüğü eski Fransızca ’da “durak, etap” anlamlarına gelen estage sözcüğünden, estage sözcüğü ise Latince ’de “durmak” anlamına gelen “stat” sözcüğünden evrilmiştir. Stajın eski Fransızca ‘da bir anlamı daha vardır: “Manastırda çile süresi” [27]
9. İŞÇİLEŞEN AVUKAT ve HUKUK TEKNİSYENLİĞİ
1136 sayılı Avukatlık Kanunu 12/c Maddesi’nde bir avukat yazıhanesinde ücret karşılığı avukatlıktan bahsedilmektedir. İstanbul Barosu’na üye avukatların yaklaşık yarısı bir hukuk bürosunda işçi avukat olarak çalışmaktadır. İşçi avukatların mesleğini serbest olarak icra edebilme, bağımsızlaşabilme çabalarına bizzat patron avukatlar engel olmaktadır. Bir işveren avukatın yanında çalışan işçi avukatların CMK müdafiliği, adli yardım görevlendirmesi gibi gelir getirecek işleri almasına çoğu zaman izin verilmediği gibi, özel vekâlet almaları yasaklanmakta ya da belirli bir yüzdesini paylaşmak zorundadırlar. Avukatın özel vekâlet almasına izin verilen durumlarda ise mesai kavramının belirsizliği işçi avukatın dosya biriktirmesine, müvekkil çevresi oluşturmasına izin vermemektedir. Bürosunu kurup mükellefiyet tesis ettiren avukatların bir süre sonra artan vergi borçları, biriken bağ kur primi, büro kirası ve genç girişimci desteğinin yetersizliği nedeniyle işçi avukatlığa dönmesi sık karşılaşılan bir durumdur.
Bu süreci yani “bağlı çalışmayı” bir üstadın yanında yetişmek, ondan hukukun inceliklerini ve avukatlık sanatını öğrenmek olarak tarif edelim. Bu tarif bütünüyle ortadan kalkmış değilse de anketlere yansıyan ve adliye sohbetlerinde tanık olduğumuz çalışma koşulları mesleğin bu şekilde idealize edilmesine izin vermemektedir.
Örneğin, “Sanayi tipi” büyük hukuk bürolarında çalışan işçi avukatlar sadece bir departmanın işlerini yürütmek ile görevli olurlar. Bu hukuk bürolarında sadece ipotek işlemleri ile ilgilenen, sadece hacze çıkan, sadece bilirkişi raporlarına beyan dilekçesi yazan, sadece icra takipleri hazırlayan veya sadece duruşmalara giren avukatların mesleği icra etme biçimi; mevzuatın yer verdiği serbest avukatlık modeline değil, piyasada esas haline gelmeye başlayan işçi avukatlık modeline uygun düşmektedir.
Bir bütün olarak yürütülmesi gereken avukatlık faaliyeti günümüz çalışma hayatına egemen olan “esnek emek rejimi” nedeniyle parça başı iş yapan, dosyaların belirli bir aşamasına dâhil olup bütünsel bir analizin eksikliğini yaşayan bir avukat profili yaratmıştır: Haciz avukatı, ipotek avukatı, duruşma avukatı vs. Ağır çalışma şartları nedeniyle mesleğin kamusal yönüne dair düşüncesini yitiren, meslek içi eğitim seminerlerine ve baro komisyon faaliyetlerine katılmak için gerekli serbest zamanı yaratamayan işçi avukatlar piyasanın temel belirleyen olduğu bu süreçte; mesleki faaliyetin standartlaşmasının yol açtığı tek düzelik ile mesleki tarzını inşa edemeyen bir hukuk teknisyenine dönüşmektedir. Standartlaşan avukatlık faaliyeti işçileşmeyi kaçınılmaz hale getirmiştir. Avukatlık mesleği yaratıcılık gerektiren bir uğraş olmaktan çıkmaya başlamıştır.
Avukatlık mevzuatı ile mesleğin icra ediliş biçimi arasındaki farklılığı Av. Haluk İnanıcı şöyle aktarıyor:
“Avukatlık kanunlarında “bağımsızlık” tanımı durmakta ancak hayatta başka bir avukatlık tipi; “bağımlı avukat” tipi gelişmektedir: Kendi maddi varlığını geliştirmekte zorlanan yoksul/işçi avukat. Tabi eğer avukatlık faaliyet alanında, adaletin gerçekleşmesi gibi bir toplumsal amaç varsa yoksullaşmanın bu amaç için de büyük tehlike olduğunu görmek için gözlüğe ihtiyaç yoktur.”
10. İŞÇİ AVUKATLAR İLE İLGİLİ MEVZUAT GİRİŞİMLERİ
2006 yılında Türkiye Barolar Birliği tarafından Avukat Asgari Ücret Tarifesinde bir düzenleme yapılmış ve bir avukatın yanında ücret karşılığında çalışan avukatlara asgari aylık 1.000 TL ücret ödenmesi kararlaştırılmıştır.
“Adalet Bakanlığı, Tarife’nin bu hükmünü uygun bulmayarak geri çevirmiş ancak TBB’nin ısrar kararı üzerine tarife yürürlüğe girmiştir. Devamında Danıştay nezdinde ikame edilen iptal davasında Danıştay 8. Dairesi’nin 6.12.2006 Tarih ve 2006/76 E. 2006/4896 K. Sayılı Kararında şu ifadelere yer verilmiştir: “Bir avukat ve yanında çalışan avukat arasında, iş akdinden doğan çalıştıran yanında çalışan ilişkisi, bir başka deyişle istihdam ilişkisi bulunmaktadır. Çalışan ve çalıştıran avukat arasındaki vekâlet, avukatlık asgari ücret tarifesindeki hukuki yardım ve vekâlet sözleşmesi kapsamında bulunmamaktadır.” [28]
Konu ile ilgili ikinci adım, TBB tarafından 2013 yılında “Bir Avukat Yanında, Avukatlık Ortaklığında veya Avukatlık Bürosunda Ücret Karşılığı Birlikte Çalışan Avukatlar Yönergesi” çıkarılarak atılmıştır. Yönergenin 5/a maddesinde, il barolarına asgari ücret belirleme yetkisi verilmiştir. Ancak düzenlemenin yürütmesi aşağıdaki gerekçe ile Danıştay 8. Dairesi’nin 09.07.2014 Tarih, 2013/10851 E. Sayılı Kararı ile durdurulmuştur. Karar özetle şu yöndedir:
“…anılan yönergenin idarenin iç işleyişinden çok avukatların sözleşme ve çalışma koşullarını düzenlemeye çalıştığı, ancak kanunla düzenlenmesi gereken ve kişi hak ve özgürlüklerini ilgilendiren birçok hükme yer verildiği, işveren ve iş gören avukatlara birliğin yönetim kurulu kararıyla kabul edilen bir yönerge ile uyulması zorunlu tutulacak şekilde yükümlülükler getirilemeyeceği, bahsi geçen konuların Avukatlık Kanununun bizzat özünü ilgilendiren konuları içerdiği açık olup, söz konusu hususların ancak usulüne uygun çıkarılacak bir yönetmelik ile düzenlenmesinin hukuka ve usule uygun olacağı tartışmadan uzaktır.” [29]
Bu karar üzerine TBB tarafından 2015 yılında “Bir Avukat Yanında, Avukatlık Ortaklığında veya Avukatlık Bürosunda Ücret Karşılığı Birlikte Çalışan Avukatların Çalışma Esaslarına İlişkin Yönetmelik” çıkartılmıştır. Yönetmeliğin 6. Maddesine göre: “İşveren avukat, iş gören avukata ücretini, tarafların bağlı olduğu baro tarafından, her yıl için belirlenecek asgari ücret tutarının altında olmayacak şekilde, ücreti takip eden ayın ilk iş günü öder.” [30]
Yönetmeliğin yürütmesi Danıştay 8. Dairesi tarafından 22.09.2016 Tarih, 2015/15155 E. Sayılı kararı ile durdurulmuştur. 27.06.201 tarihinde ise Danıştay 8. Dairesi’nin 27.06.2018 Tarihli, 2016/578 E. ve 2018/3664 K. Sayılı Kararı ile Yönetmelik bu defa iptal edilmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:
“…1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 12. Maddesinin c bendinde, …ücret karşılığında avukatlık mesleğini icra edebilecekleri hükmüne yer verilmesi ve 182. Maddesi uyarınca kanunun uygulanabilmesi için …yönetmeliklerin Baro Yönetim Kurulunca çıkarılabileceğinin düzenlenmesine karşın, bu maddelerin işveren ve iş gören avukat arasındaki çalışma usul ve esasları ile şartlarına ilişkin yasal çerçeveyi çizmediği, genel olarak usul ve esasları belirlemediğinden, bu haliyle de söz konusu hususların yönetmelikle düzenlenmesine olanak vermediği açıktır.” [31]
Geçerken belirtelim: Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanan yönetmelik bazı bakımlardan ilk çıkartılan yönergeden ayrılıyordu. Yönetmelik ekinde bulunan tip sözleşmede belirtilen hususlara aykırılık durumlarında baro tarafından işveren avukata re ’sen soruşturma başlatılması işçi avukatların lehine olmakla birlikte aleyhe olan düzenlemeler yönergeyi aratmıştır:
Yönergede bulunan, “İşveren avukat, iş gören avukatın bizzat yürüttüğü davalar, icra takipleri ve proje vb. işler sonucunda elde edilen ve her türlü vergisi ödendikten sonra kalan net ücretin %10 dan az olmayan belli bir yüzdesini prim olarak iş gören avukata ödemekle yükümlüdür. Bu ödeme, işverenin vekâlet ücretini tahsil ettiği ayı takip eden ay ödenecek olan aylık ücrete eklenerek ödenir. Birden çok iş gören avukatın çalıştığı bürolarda prim ödemesi, avukatlar arasında eşit şekilde paylaştırılarak yapılabilir.” düzenlemesi yönetmeliğe alınmamıştır.
Yönergede bulunan, avukatlar arasındaki iş sözleşmesinin deneme süresinin bir ay olabileceği ve bu sürenin uzatılıp kısaltılamayacağı yönündeki düzenleme, yönetmeliğe alınmamıştır.
Yönergede, iş gören kadın avukatın hamilelik nedeniyle istediği takdirde işveren avukat tarafından 30 gün ücretsiz izin vermesi öngörülmüşken, bu düzenleme yönetmeliğe 30 gün esnek çalışma izni olarak geçirilmiştir. Aynı şekilde, eşi doğum yapan erkek iş gören avukatın 20 günlük ücretsiz izni de esnek çalışma iznine dönüştürülmüştür. Esnek çalışma izninin nasıl kullanılacağı ise belirsizdir.” [32]
Yukarıda özetlediğimiz mevzuat oluşturma çabalarına rağmen bugüne kadar işçi avukatların ekonomik ve sosyal haklarını düzenleyen bir yasal düzenleme yapılamadı. Barolar tarafından yayınlanan ücret tarifelerinin tavsiye niteliğinde olması, hali hazırda işçi avukatın ücretini belirleme noktasında patron avukatları zorlayıcı bir düzenlemenin bulunmaması, bu konunun barolar tarafından etkin bir denetiminin yapılmaması nedeniyle işçi avukatların ücret ve özlük hakları sorunu patron avukatların inisiyatifine bırakılmış haldedir.
11. YARGITAY KARARLARI VE “AVUKATLIK İŞ KANUNU” İHTİYACI
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları 14. Maddesine göre; Avukat meslek kuruluşlarınca verilen görevleri, haklı sebepler dışında, kabul etmek zorundadır. CMK müdafiliği, adli yardım görevlendirmesi gibi meslek örgütleri tarafından avukata verilen işleri, avukatlık kanununda yer alan “bağımsızlık” tanımı ve meslek kurallarında yer alan “görevi kabul zorunluluğu” ile birlikte düşündüğümüzde işçi avukat ile işveren avukat arasındaki iş sözleşmesinin yerini alacak bir “avukatlık tip hizmet sözleşmesi” aşağıda yer verdiğimiz istikrarsız yargı kararlarının neden olduğu statü belirsizliğinin giderilmesine yardımcı olacaktır.
Yargıtay işçi avukatın işverenin rızası olmadan kendi adına iş almasını, iş akdindeki bağımlılık unsuruna ve dolayısı ile sadakat borcuna aykırı olduğu gerekçesi ile haklı fesih nedeni saymaktadır. Bu halde işçi avukat sebep olduğu zararı sözleşmeye aykırı eylemi nedeni ile TBK m.437’ye göre tamamen gidermekle yükümlüdür. (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 22.10.2015 tarih, 2015/21176 E. ve 2015/29569 K. sayılı kararı ile aynı dairenin 10.09.2014 tarih, 2012/25865 E. ve 2014/26076 K. sayılı kararı bu yöndedir.)[33]
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi daha önce değindiğimiz gibi avukatı ilgilendiren iş hukuku uyuşmazlıkların meslek hukukunu tanımayarak meseleye salt iş hukuku açısından yaklaşmaktadır. Oysa burada Yargıtay tarafından işçi avukat; kamu hizmeti yapan, vekil olarak TBK’de düzenlenenden daha ağır bir özen yükümlülüğü olan, mesleği özen, doğruluk ve onur içinde yerinde getirmesi gereken bir kişi olarak tanımlanmıştır. Bu kararda iş hukukuna ait bağımlılık unsuru eksenli değil meslek hukuku eksenli hareket edilmiştir.(Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 18.10.2018 tarihli, 2015/34551 E. ve 2018/304 K. sayılı kararı) İşçi avukatın statüsü ile sorumluluklarının, farklı dava türlerine göre farklı yorumlanması, kabul edilemez niteliktedir. Bahsedilen Yargıtay kararında yetki belgesi ile iş gören işçi avukat sorumlulukları bakımından vekil ile eşit tutulmuştur. Ancak işçi avukatın karşı vekâlet ücretine yönelik taleplerini içeren davalar karşısında Yargıtay aynı yönde kararlar vermemekte, işçi avukat ile işveren avukat arasında özel bir sözleşme hükmü olmaması halinde işçi avukatın karşı vekâlet ücretine hak kazanmadığına karar vermektedir.(Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 14.05.2014 Tarih, 2011/54318 E. ve 2014/15365 K. sayılı kararı) Burada aynı statüde olduğu halde haklar karşısında iş hukuku, yükümlülükler karşısında avukatlık hukuku eksenli yargı kararları olduğu göze çarpmaktadır. Bu durum da işçi avukatın statüsünün belirlenmesi ihtiyacına ve ayrı bir avukatlık iş kanunu kapsamında düzenlenmesine yönelik ihtiyaca örnektir. [34]
Avukat Nilgün Şahinkaya İşçi Avukatlık-İş Sözleşmesi İle Çalışan Avukatlar adlı eserinde istikrarsız Yargıtay kararları nedeniyle belirsizliğini koruyan işçi avukatın statüsünün netleştirilmesi amacıyla meslek hukuku ve iş hukukunu birlikte gözeten bir avukatlık iş kanununa olan ihtiyaçtan bahsetmektedir:
“Mevcut Avukatlık Kanunu, serbest avukatlık modelinin esas olduğu dönemi karşılamaya uygun durumdadır. Çalışmamızda buna yönelik ayrı bir “avukatlık iş kanunu” en azından ülkemiz açısından bir öneri olarak ortaya koymak istemekteyiz. İşçi avukatlığı, hakkaniyet ve kamu hizmeti gereklerine göre düzenleyecek temel bir kanun, karşılaştırmalı hukuk başlığı altından da özetle göstermeye çalıştığımız üzere, Kıta Avrupa’sı hukuk sistemi için de öncü bir adım olacaktır.”
12. BİR İLİŞKİ BİÇİMİNİN SONUNA YAKLAŞIRKEN: USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİ
TBB Disiplin Kurulu 11.04.2015 tarih, 2015/51 E. ve 2015/281 K. Sayılı kararında:
“Sigortalı avukat çalıştıran avukatlar çalıştırdığı kişinin de meslek mensubu olduğu, mesleki dayanışma ve karşılıklı saygı ve sevgi kurallarına uygun davranmak, onun emek ve mesaisine saygılı olmak zorunda olduğunu unutmamalıdır.”
TBB Disiplin Kurulu 07.09.2013 tarih, 2013/485 E. ve 2013/665 K. Sayılı kararı:
“Avukatın bir hukuk adamı olarak yanında çalıştırdığı yardımcısı avukata …örnek ve önder olması, kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde sadakatle davranarak mesleğin itibarını sarsacak her türlü davranıştan kaçınması gerekmektedir.”
26 Ocak 1971 tarihli, TBB Bülteni’nde yayımlanan Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları avukatın yükümlülüklerinden bahsetmiştir:
4-Avukat, mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır.
11-Avukat, Türkiye Barolar Birliği’nce kabul olunan mesleki dayanışma ve düzen gereklerine uygun davranmak zorundadır.
Yazının diğer bölümlerinde ve yukarıda yer verdiğimiz karar ve meslek kuralları işçi avukatlar için korunaklı bir yasal çerçeve sağlamaktan oldukça uzak ve yetersizdir. Bu konudaki mevzuat oluşturma çabaları herhangi bir sonuç vermediği gibi barolar tarafından yayınlanan tavsiye niteliğindeki ücret tarifeleri patron avukatlar tarafından dikkate alınmamaktadır. Barolar tarafından bu konuda bir denetim yapılmadığı gibi işçi avukatların gelir güvencesizliği zorlayıcı bir düzenlemeye kavuşmuş değildir. Sayıları özellikle büyük şehirlerde fazla olan işçi avukatların, işçi olmasından kaynaklanan özlük hakları patron avukatlar tarafından ödenmemektedir. Avukatlık Kanunu 37. ve 38. maddelerinde tanımlanan işi reddetme hakkının ise işçi avukatlar nezdinde herhangi bir karşılığı yoktur.
Bugün birçok işçi avukatın sigorta primi, mevzuata aykırı olarak “meslektaşı” tarafından sigortalılığa esas kazançları düşükten gösterilip eksik yatırılmaktadır. Kayıt dışı çalışma ise işçi avukatlar arasında oldukça yaygındır. Sigortasız çalıştırmanın ve eksik prim yatırmanın sosyal güvenlik hukuku anlamında yaptırımı idari para cezasıdır, iş hukuku bakımından ise bu durum işçi açısından ise haklı fesih sebebidir. Peki meslek ilke ve kurallarının asgari hukuk etiği bakımından yaptırımı nedir? Avukat emeğinin bu derece sömürülmesinin önüne nasıl geçilebilir? İlk akla gelen baroların Sosyal Güvenlik Kurumu ile birlikte hareket ederek, hukuka aykırı davranışları tespit edilen patron avukatlara disiplin soruşturması açması ve patron avukatların cezai müeyyide almaları için Sosyal Güvenlik Kurumu ile etkin bir işbirliği yapmasıdır.
Uygulanmayan tip sözleşme, zorlayıcı yasal düzenlemelerin eksikliği, serbest avukatlık modeline uygun düzenlenmiş avukatlık mevzuatı, işçi olarak kabul edilmeme ve bu statüden kaynaklanan hakların işçi avukata verilmemesi; güvencesizlik ve kuralsızlığın egemen olduğu, denetlenemeyen bir çalışma hayatı tesis etmiştir. İşçi olarak kabul edilmediği için fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, sigortalı çalışma, kıdem tazminatı, ihbar önelleri gibi iş ve sosyal güvenlik hukukunun temel güvenceleri işçi avukatların çalıştığı hukuk bürolarının gündemine neredeyse hiç girmemektedir. Piyasanın temel belirleyen olduğu bu süreçte yapılması gereken asgari müdahaleler dahi barolar ve Türkiye Barolar Birliği tarafından yeterince anlaşılamamıştır. Meslek örgütlerinin işçi avukatlığa son vereceğini ummak gibi bir yanılsama içinde olmamakla birlikte, bu kurumların Avukatlık Kanunu’nun m.95/5 teki hükmünü dikkate alarak işçi avukat ile işveren avukat arasındaki ücret ihtilafları için arabuluculuk yapmaları asgari ücret seviyesinde çalışan işçi avukatların ekonomik sorunlarını çözme yönünde atılmış gerçekçi bir adım olabilir.
“Tarihsel süreç genel olarak değerlendirildiğinde, her ne kadar bazı ülkelerde devletin ya da baro gibi bir kurumun müdahalelerinin zaman zaman etkin olduğu görülse de mesleğin gelişiminde belirleyici olan kavramın ‘piyasa’ olduğu açığa çıkmaktadır. Hukuksal alandaki gelişmelerin karlı görülecek bir piyasa oluşturacak nicel birikime ulaştığı kuşkusuzdur. Son yıllara kadar bu meslek alanında, kapitalist üretim biçiminde egemen olmayan bir üretim tarzının “sınıfları” söz konusu iken, gerek kapitalist sermaye birikim rejiminde gerekse emek sürecinde yaşanan değişikler, mesleğin icrasını egemen üretim tarzına uygun hale getirmiştir. Böylece avukatlar, egemen üretim tarzının sınıflarından birine dâhil olmuşlardır.” [35]
Çağdaş ücretli emekçiler sınıfına dâhil olan işçi avukatlar meslek örgütleri tarafından yalnız bırakılmıştır. Usta-çırak ilişkisi geçmişte kalmış; avukatlık mesleğinin eşitler arası bir meslek olduğu, en kıdemsizin en kıdemlisinden hiçbir farkı olmadığı anlayışı kendi maddi varlığını geliştirmekte zorlanan işçi avukat nezdinde kıymetini yitirmiştir.
13. İŞÇİ AVUKATSIN, İŞÇİ AVUKAT KAL; GİY DEDİ CÜBBENİ [36]
TBB Disiplin Kurulu’nun 15.05.2009 Tarih, 2019/105 E. ve 2009/249 K. Sayılı Kararında: “Dosya kapsamından, taraflar arasındaki sorunun kaynağının ücret konusundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Avukat, yanında çalıştırdığı avukata avukatlık onuru ile orantılı bir ücret ödemek zorundadır. Avukatlar, yanlarında çalışan avukatın zor ve muhtaç halde olmasından yararlandığı izlenimini verecek şekilde davranamazlar.” Disiplin Kurulu kararının devamı: “Bilindiği gibi Avukatlık Yasası ve pozitif hukuk mevzuatı bakımından avukatlar arasında unvan ve nitelik farkı bulunmamaktadır. Bir avukatın başka bir avukat yanında sigortalı olarak çalışıyor olması sigortalı çalışan avukatı işçi avukat statüsüne sokmamaktadır.” [37]
Bir istihdam ilişkisini reddeden disiplin kurulu kararı, Ankara 2 No’lu Baronun sosyal medya hesabından yaptığı açıklama ile örtüşmektedir. İşçi avukatlık kavramını kabul etmeyen her iki bakış açısı, aralarındaki tüm kültürel ayrımlara rağmen söz konusu emek rejimi olduğunda aynı sözü söylemektedir. Ancak avukatlık mesleğinin “eşitler arası” bir meslek olmadığını, maddi yaşamın ekonomik ve sosyal sorunlarına ilgisiz olmayan herkes teşhis edecektir. Avukatların eşit olduğunu kabul eden klasik mesleki yaklaşım, piyasa gerçeğini karşılamamaktadır. İşveren avukatın yanında, onun emir ve talimatları doğrultusunda sigortalı (veya kayıt dışı) olarak çalışan, hazırladığı dilekçeler için telif ücreti alamayan, işi reddetme hakkı bulunmayan, güvencesiz koşullarda düşük ücret ile çalışan, sürekli erişilebilir olması istenen, bağımsızlaşma çabaları işveren avukatı tarafından desteklenmeyen, mesleğini bağımsız olarak icra edemeyen ama tüm bunlara rağmen “sakın kendinize işçi avukat demeyin, mesleğin onurunu zedelemeyin” şeklinde uyarılar ile karşılaşan avukatların işçi olarak nitelendirilmesi onur düşkünü bazı meslek büyükleri tarafından hoş karşılanmamaktadır.
Bağlı çalışmanın bir gün sona ereceği, her avukatın kendi bürosunu kurup bağımsız avukatlık yapacağı veya bir şirketin, kamu kurumunun hukuk müşaviri olacağı gibi sınıf atlama hayallerinin yoğun propagandasına maruz kalan; ekonomik ve sosyal gerçeklerden arınmış yüzeysel nutukları sürekli dinleyen işçi avukatların çoğu “meslek ve kariyer miti” nedeniyle kendilerine işçi avukat diyememekte, bu kavramı kullanmaktan kaçınmaktadır. Ancak şeyleri adıyla çağırmanın gerektiğini bilen ve olup biteni yüksek sesle söyleme amacı taşıyan bu yazı, işçi avukatların düşünüş biçimlerinden değil, somut durumun somut tahlilinden hareket etmektedir. İşçileşme olgusunu görmezden gelen ve bu olgunun ifade edilmesini yasaklayan yaklaşım klasik liberal anlayışın dar ufkuna örnek olarak gösterilebilir. Prof. Dr. Münci Kapani’ye ait olan aşağıdaki değerlendirme bu doktrinin somut maddi yaşamı açıklama konusundaki yetersizliğini ortaya koyar:
Bu öğreti, 'insanı içinde yaşadığı toplumdan ve çevreden sıyırarak soyut bir varlık olarak ele almakta ve bu soyut varlığın kişiliğini felsefi bir spekülasyon konusu olarak değerlendirmeye çalışmaktadır. Günlük hayat şartları ile mücadele eden, bu hayat şartlarının karşısına çıkardığı güçlükleri yenmeye, geçimini ve varlığını sağlamaya çabalayan kişi, sosyal varlık olarak 'yaşayan insan' olarak hiç dikkate alınmamıştır… Her şeyden önce kendisine hayat hakkı, yaşama hakkı tanınmıştır fakat en basit sağlık şartlarından yoksundur; hayatını tehdit eden çeşitli hastalıklara karşı çaresizdir. Kendine mesken dokunulmazlığı tanınmıştır ancak başını sokacak meskeni yoktur. Evet, kendisine öğrenme hakkı, fikir hürriyeti tanınmıştır fakat daha küçük yaştan hayatını kazanma derdiyle karşılaştığından ne öğrenmek için okula gidecek zamanı vardır, ne de gerçek bir fikir hürriyetinden faydalanabilmek için gerekli olan fikri gelişmeyi sağlayacak imkâna sahiptir. Bir kez daha vurgulamak gerekirse, büyük usta Zülfü Livaneli’nin Serenad romanında bahsettiği gibi hayat istek ile dönüştürülemez. Çünkü insan istediğini yapamaz, yapabildiğini ister.
14. ANLATILAN SENİN HİKÂYENDİR [38]
Yazı boyunca anlatmak istediğimiz, avukatlık mesleğinin klasik dönemine duyulan bir özlem değildir. Tarihte geriye dönüş söz konusu olmadığına göre amacımız avukatlık mesleğinin nasıl ihya edileceğini anlatmak değil; mesleğin geçirdiği radikal dönüşümü anlamak ve gerçekçi çözümler üretmektir. Baro restoranları, genç avukatların iki sene baro aidatı muafiyeti, genç girişimci paketinin vergi ve sosyal güvenlik prim avantajının beş yıla çıkarılması gibi girişimler, olumlu olmak ile birlikte yeterli değildir. İşçi avukatlara nasıl korunaklı bir çalışma hayatının sağlanacağı meselesinin aidat muafiyetinden ziyade işçi ve işveren avukat arasında yapılacak bir tip sözleşme ile daha gerçekçi bir zeminde tartışılması gerektiği ortadadır. Ancak meslek örgütlerine egemen olan eğilim, neoliberal dönüşümün avukatlar üzerindeki etkilerini hesaplayamadığı gibi genç avukatların baro seçimlerine olan ilgisizliğini de kavrayamamaktadır. Tüm bunlar elbette sadece perspektif yoksunluğu ile açıklanamaz. İşçi avukatlar ile ilgili mevzuat oluşturma çabalarına patron avukatların ve bakanlığın açtıkları iptal davaları ile yaptıkları “katkıları” unutmayalım. Sosyal ve sınıfsal bir içerikten arınmış, patron avukatları “rahatsız” etmeyen çözüm arayışları yüzeysel bir değişimin hedeflendiğini gösterir. Çünkü:
Asıl korkuları, gerçek bir radikal değişimdir. Bir kez daha Robespierre’e başvurmak gerekirse, toplumsal hayatımızın adaletsizliklerini kabul ederler (ve bundan samimiyetle endişe duyarlar) fakat bu adaletsizliklere “devrimsiz devrim” aracılığıyla çare bulmak isterler (tam da günümüz tüketim toplumunun sunduğu kafeinsiz kahve, şekersiz çikolata, alkolsüz bira ve şiddetli çarpışmaların olmadığı çok kültürcülük gibi) gerçek değişim içermeyen bir toplumsal değişim tasavvurudur bu; hiç kimse gerçekten zarar görmez, iyi niyetli liberaller, kuşatılmış güvenli bölgelerinin kozasında kalır. [39]
Çalışma Ekonomisi Doktoru Av. Murat Özveri’nin aşağıda yer verdiğimiz önerisi yapılması gerekene dair samimi bir tartışmayı başlatması açısından oldukça kıymetlidir:
“İşçi avukatların çalışma koşulları ağır, ücretleri düşük, mesleki tatmin düzeyleri sıfıra yakındır. Avukatlık etik kuralları, avukatın bağımsızlığı ücretli avukat pratiğinde sözde kalmaya mahkûm kavramlardır. Meslek örgütü olan barolar, sayıları her gün artan işçi avukatların sorunlarına çözüm üretecek kurumlar değildir. İşçi avukatların meslek sendikaları üzerinden örgütlenip, ücret ve sosyal hakları, çalışma koşulları üzerinden ciddi bir mücadeleye başlamaları hem mesleğin niteliğinin artması, hem hak etmedikleri ağır çalışma koşullarından kurtulmaları için zorunlu hale gelmiştir.”
2020 yılında “çoklu baro” düzenlemesi adı altında cumhuriyet tarihinde görülmemiş uygulama bir kanun teklifi ile tüm itirazlara ve anayasaya aykırılığına rağmen yürürlüğe girdi. Mevcut avukat muhalefeti, avukata ve barosuna yapılan cumhuriyet tarihinin bu en kapsamlı saldırısını engelleyemedi. Teşbihte hata olmaz. Fransız Devrimi ile ortaya çıkan ve insanlığın çıkarlarıyla fazlasıyla iç içe geçmiş değerler burjuvaziye bir süre sonra ağır gelmiş, yük olmaya başlamıştı. Sermaye sınıfının, kitlelerin eylemine ve sokakta yapılan tarihe yönelik düşmanlığının anlaşılması ile beraber yeni bir devrimci sınıfın doğuşu ilan ediliyordu.
Liberal karşı-reform ve mali kuralsızlaştırma neticesinde geleceğin çok daha belirsiz olduğu bir dünyada hem sınıfsal çıkarlarının bilincinde olan hem de avukatlık mesleğine yönelen ve yönelmesi muhtemel tüm saldırılara karşı emeğini, kişiliğini, mesleğini, barosunu, sendikasını, özlük haklarını savunma noktasında mücadelenin ve radikal eleştirel düşüncenin taşıyıcılığını yapacak avukatlar; meslek örgütleri tarafından yalnız bırakılan, ekonomik problemler ve gelecek kaygısı ile boğuşan, belirsizliği ve güvencesizliği iliklerine kadar hisseden, tüm bu kuralsızlığa karşı bir araya gelen, örgütlenen işçi avukatlardır ve “anlatılan onların hikâyesidir.”
İşçi Av. Şafak AKİ
------------
[1] (Leipzig Duruşması, Ernst Peter Fischer, s. 184)
[2] (Genç Hukukçular Hukuk Okumaları Dergisi, s. 487)
[3] (Avukatlık Mesleğinin ve Baroların Tarihsel Gelişimi, Ankara Barosu Dergisi s.245-246)
[4] (Düşmanı Yargılamak, Ozan Değer 2020, s. 38-39)
[5] (Marx/Engels Devlet ve Hukuk Üzerinde, Çağdaş Hukukçular Derneği, s.15)
[6] (Hak Öznesi Olarak Avukat: Klasik Avukatlığın Doğuşu, Av. Haluk İnanıcı)
[7] (F. Erem'den nakleden T.Ergül-Antalya,1995, Avukatlık Mesleği Sempozyumu)
[8] (Avukatlık Mesleğinin Tarihçesine Bir Bakış Av. H. Argun Bozkurt-Ankara Barosu Dergisi 2018/4 s.213-214)
[9] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s,37)
[10] (Avukatlık Mesleğinin ve Baroların Tarihsel Gelişimi, Av. Vedat Ahsen Coşar)
[11] (Avukatlık Mesleğinin Tarihçesi, s.3 Av. Orhan Seyfi Güner)
[12] (Aydınlanmanın “Kamu Sözcüsü”nden Post Modern Dünyanın İnsan Hakları Aktivistine, Av. Haluk İnanıcı)
[13] (Daniel Bensaid, Köstebek ve Lokomotif, s. 55)
[14] (Osmanlı Adli ve İdari Sisteminde Kadılık: Kurumsal Bir Değerlendirme, s. 1)
[15] (Osmanlı Adli ve İdari Sisteminde Kadılık: Kurumsal Bir Değerlendirme, s. 16)
[16] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s.39)
[17] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s.15)
[18] (Kasım Akbaş, Avukatlık Mesleğinin Ekonomi Politiği s.16)
[19] (Sermaye birikirken, Oya Köymen, s.126-127)
[20] (Marx Kullanım Kılavuzu – Daniel Bensaid s.64)
[21] (Marx Kullanım Kılavuzu – Daniel Bensaid s. 42)
[22] (Sermaye birikirken, Oya Köymen s. 61-62)
[23] (Sermaye birikirken, Oya Köymen s. 127)
[24] (Marksizm ve Hukuk – Diyalektik Hukuk Bilimi – Onur Karahanoğulları s.255)
[25] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s. 90)
[26] (Kasım Akbaş, Avukatlık Mesleğinin Ekonomi Politiği s, 20)
[27] (Stj. Av. Hakan Karabulut, 19/09/2018 Politik Akademi)
[28] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s. 90-91)
[29] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s. 90-91)
[30] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s. 91)
[31] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s. 92)
[32] (http://www.avukatlarsendikasi.org/medya/basin-bultenleri/)
[33] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s. 128-129)
[34] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s. 107-108)
[35] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s. 71)
[36] (https://www.evrensel.net/yazi/81857/isci-avukatsin-isci-avukat-kal-giy-dedi-cubbeni)
[37] (İşçi Avukatlık, Av. Nilgün Şahinkaya s. 97)
[38] (Das Kapital, Karl Marx)
[39] (Umutsuz Olma Cesareti, Slavoj Zizek s. 330-331)