Anayasa Mahkemesi’ne her konuda bireysel başvuruda bulunulamaz. Başvuru sınırını; Anayasa m.148/4-5 ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesi belirlediği gibi, AYM ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları da konu bakımından bazı sınırlamalar öngörebilmekte ve böylece, hem iş yoğunluğu önlenmekte ve hem de İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin ve bu Sözleşmeye ek protokollerin güvence altına almadığı hak ve hürriyetler kapsam dışına bırakılmalarının yanında, bir de kapsamda kalan hak ve hürriyetlerin alanları daraltılabilmektedir.
Örneğin İHAS m.6 ile güvene altına alınan dürüst yargılanma hakkının; şikayetçi ve katılanı, kanun yararına bozmayı, henüz tartışmalı olmakla birlikte yargılamanın yenilenmesi sonuçlarını korumadığı ileri sürülerek, bu konularda yapılan başvuruların reddedildiklerini görebilmekteyiz. Bizce, yargılamanın yenilenmesi net bir şekilde dürüst yargılanma hakkının kapsamına girmektedir. Çünkü yargılamanın yenilenmesi sebebini oluşturan AYM ve İHAM kararları dışında, davayı etkileyen sahte veya yeni delil veya bilirkişi raporu veya yargılamaya katılan hakimin suiistimali davanın yeniden görülmesi için sebeplerden sayıldığına göre, bu sebeplerin kabule değer olup olmadığının belirlendiği ilk aşama ile sonrasında başlayacak davanın yeniden görülmesi safahatının tümü ile dürüst yargılanma hakkı kapsamında sayılması gerekir ki, İHAS m.6 yönünden yargılamanın yenilenmesi taleplerinin ve bu yolla yeniden görülen davarın AYM ve İHAM’ın yargı yetkisi kapsamının dışında kaldığını gösteren bir ibareye de yer vermemektedir.
Kanaatimizce, kamu otoritesi karşısında kişi hak ve hürriyetlerini koruyan AYM ve İHAM’ın yetki alanı geniş tutulmalıdır. İş yoğunluğu ve başvuru sayısının çokluğu karşısında ortaya çıkan yetersizlik, uzayan süreçler ve geç gelen adalet sorunlarının varlığından dolayı, gerek İHAM’ın ve gerekse bu Mahkemenin bir anlamda Türk Hukuku’nda karşılığı olan AYM’nin başvuruları azaltmaya çalıştığı ve başka çözüm yollarının bulunmasının gerekli olduğuna dair şikayetlerini ilgili makamlara ilettiği bilinmektedir.
Ancak “hukuk devleti” ilkesinin benimsendiği her yerde, gerek hak arama hürriyeti ve gerekse bireyin hak ve hürriyetlerinin korunması lüzumundan hareketle İHAM ve AYM gibi mahkemelerin önü daha çok açılmalı ve böylelikle birey şikayetlerinin azaltılması ile sebebiyet verdikleri ihlaller nedeniyle ödenecek tazminatlardan ve yapılacak yeniden yargılamalardan dolayı kamu otoritesinin hukuka uygun hareket etme kabiliyetinin artırılması sağlanmalıdır.
Ancak uygulamada, ceza davaları yönünden şikayetçi ve katılanın dürüst yargılanma hakkı kapsamında görülmediği, yine hekim hatalarından kaynaklanan başvurularda tazminat yolunun tüketilmemesinin “iç hukuk yollarının tüketilmemesi” olarak görüldüğü, yine “kanun yararına bozma” adlı olağanüstü kanun yolunun sonrasında yapılan başvuruda, başvurucunun dürüst yargılanma hakkının güvencesinden çıkarıldığı, kanun yararına bozma talebi ile Adalet Bakanlığı’na yapılan başvurunun reddinden itibaren 30 günde AYM’ye yapılan başvurunun, başka hususlar incelenmeksizin “konu bakımından kabul edilemez” sayıldığı görülmektedir. Biz bu düşünceye katılmasak da, uygulama ve içtihat bu yönde gelişmektedir.
Bir başvuru dürüst yargılanma hakkının kapsamına girmese bile, etkili başvuru hakkını veya yaşam hakkını veya kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlali iddiasına konu edilebilmekte ise, AYM dürüst yargılanma hakkı kapsamında görmediği başvuruyu, İHAS’ın güvencesine giren bir başka hak ve hürriyetin ihlali iddiası kapsamında inceleyebilir.
Bu nedenle mevcut durumda yapılması gereken, istinaf ve temyiz kanun yollarına kapalı olan davaların, ilk kesinleştikleri andan, varsa itiraz kanun yolu tüketildiğinden, temyiz kanun yoluna kapalı olan davaların da istinaf kanun yolunun tamamlanmasından itibaren 30 günde, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin güvencesi altında bulunan hak ve hürriyetlerden en az birisinin ihlali iddiası varsa AYM’ye bireysel başvuru yoluyla taşınması gerekir. Aksi halde AYM, ya konu bakımından yetkisizlik nedeniyle veya süre bakımından kabul edilemezlik kararı verecektir. Bu noktada AYM, inceleme sırasında öncelikle başvuru konusu bakımından yetkisini ve sonrasında başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığını inceleyecektir.
Sonuç olarak başvurucu, istinaf veya temyiz kanun yoluna kapalı olan bir davayla ilgili ilk kesinleşme anında başvurusunu yapmalıdır. CMK m.309 uyarınca Adalet Bakanlığı’na yapılan kanun yararına bozma başvurusu, AYM’ye başvuru için tüketilmesi gereken ve sonrasında bireysel başvuruya konu edebilecek bir yol olarak görülmemelidir.
AYM; İHAS m.6’da öngörülen dürüst yargılanma hakkına ilişkin ilke ve esasların, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların ve bir suç isnadının esasının karara bağlanması sırasında geçerli olduğunu ve hakkın kapsamının bu konularla sınırlandırıldığını kabul etmektedir. Başvurucu; suç isnadının esasının çözümlendiği bir aşamada kanun yararına bozma talebine Adalet Bakanlığı’nın reddetmesi ile ilgili olarak şikayetini dile getirdiğinde, CMK m.309 uyarınca Bakanlık tarafından kanun yararına bozma yoluna gidilmediğinde, ihlal iddiasının kişinin suç isnadı altında olduğu bir safhaya bir ilişkin olmadığından, başvurunun dürüst yargılanma hakkı kapsamına girmediği kabul edilmektedir.
Mevcut durumda AYM’nin görüşü budur; kanun yararına bozmanın reddine dair Bakanlık kararına karşı yapılan başvuru, diğer kabul edilebilirlik şartları incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlikle kabul edilemez bulunmaktadır. Başvuru sınırı konusunda AYM ile aynı görüşte olmadığımızı ve İHAS m.6’yı geniş ve birey lehine değerlendirdiğimizi yukarıda kısaca açıkladık.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
Örneğin İHAS m.6 ile güvene altına alınan dürüst yargılanma hakkının; şikayetçi ve katılanı, kanun yararına bozmayı, henüz tartışmalı olmakla birlikte yargılamanın yenilenmesi sonuçlarını korumadığı ileri sürülerek, bu konularda yapılan başvuruların reddedildiklerini görebilmekteyiz. Bizce, yargılamanın yenilenmesi net bir şekilde dürüst yargılanma hakkının kapsamına girmektedir. Çünkü yargılamanın yenilenmesi sebebini oluşturan AYM ve İHAM kararları dışında, davayı etkileyen sahte veya yeni delil veya bilirkişi raporu veya yargılamaya katılan hakimin suiistimali davanın yeniden görülmesi için sebeplerden sayıldığına göre, bu sebeplerin kabule değer olup olmadığının belirlendiği ilk aşama ile sonrasında başlayacak davanın yeniden görülmesi safahatının tümü ile dürüst yargılanma hakkı kapsamında sayılması gerekir ki, İHAS m.6 yönünden yargılamanın yenilenmesi taleplerinin ve bu yolla yeniden görülen davarın AYM ve İHAM’ın yargı yetkisi kapsamının dışında kaldığını gösteren bir ibareye de yer vermemektedir.
Kanaatimizce, kamu otoritesi karşısında kişi hak ve hürriyetlerini koruyan AYM ve İHAM’ın yetki alanı geniş tutulmalıdır. İş yoğunluğu ve başvuru sayısının çokluğu karşısında ortaya çıkan yetersizlik, uzayan süreçler ve geç gelen adalet sorunlarının varlığından dolayı, gerek İHAM’ın ve gerekse bu Mahkemenin bir anlamda Türk Hukuku’nda karşılığı olan AYM’nin başvuruları azaltmaya çalıştığı ve başka çözüm yollarının bulunmasının gerekli olduğuna dair şikayetlerini ilgili makamlara ilettiği bilinmektedir.
Ancak “hukuk devleti” ilkesinin benimsendiği her yerde, gerek hak arama hürriyeti ve gerekse bireyin hak ve hürriyetlerinin korunması lüzumundan hareketle İHAM ve AYM gibi mahkemelerin önü daha çok açılmalı ve böylelikle birey şikayetlerinin azaltılması ile sebebiyet verdikleri ihlaller nedeniyle ödenecek tazminatlardan ve yapılacak yeniden yargılamalardan dolayı kamu otoritesinin hukuka uygun hareket etme kabiliyetinin artırılması sağlanmalıdır.
Ancak uygulamada, ceza davaları yönünden şikayetçi ve katılanın dürüst yargılanma hakkı kapsamında görülmediği, yine hekim hatalarından kaynaklanan başvurularda tazminat yolunun tüketilmemesinin “iç hukuk yollarının tüketilmemesi” olarak görüldüğü, yine “kanun yararına bozma” adlı olağanüstü kanun yolunun sonrasında yapılan başvuruda, başvurucunun dürüst yargılanma hakkının güvencesinden çıkarıldığı, kanun yararına bozma talebi ile Adalet Bakanlığı’na yapılan başvurunun reddinden itibaren 30 günde AYM’ye yapılan başvurunun, başka hususlar incelenmeksizin “konu bakımından kabul edilemez” sayıldığı görülmektedir. Biz bu düşünceye katılmasak da, uygulama ve içtihat bu yönde gelişmektedir.
Bir başvuru dürüst yargılanma hakkının kapsamına girmese bile, etkili başvuru hakkını veya yaşam hakkını veya kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlali iddiasına konu edilebilmekte ise, AYM dürüst yargılanma hakkı kapsamında görmediği başvuruyu, İHAS’ın güvencesine giren bir başka hak ve hürriyetin ihlali iddiası kapsamında inceleyebilir.
Bu nedenle mevcut durumda yapılması gereken, istinaf ve temyiz kanun yollarına kapalı olan davaların, ilk kesinleştikleri andan, varsa itiraz kanun yolu tüketildiğinden, temyiz kanun yoluna kapalı olan davaların da istinaf kanun yolunun tamamlanmasından itibaren 30 günde, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin güvencesi altında bulunan hak ve hürriyetlerden en az birisinin ihlali iddiası varsa AYM’ye bireysel başvuru yoluyla taşınması gerekir. Aksi halde AYM, ya konu bakımından yetkisizlik nedeniyle veya süre bakımından kabul edilemezlik kararı verecektir. Bu noktada AYM, inceleme sırasında öncelikle başvuru konusu bakımından yetkisini ve sonrasında başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığını inceleyecektir.
Sonuç olarak başvurucu, istinaf veya temyiz kanun yoluna kapalı olan bir davayla ilgili ilk kesinleşme anında başvurusunu yapmalıdır. CMK m.309 uyarınca Adalet Bakanlığı’na yapılan kanun yararına bozma başvurusu, AYM’ye başvuru için tüketilmesi gereken ve sonrasında bireysel başvuruya konu edebilecek bir yol olarak görülmemelidir.
AYM; İHAS m.6’da öngörülen dürüst yargılanma hakkına ilişkin ilke ve esasların, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların ve bir suç isnadının esasının karara bağlanması sırasında geçerli olduğunu ve hakkın kapsamının bu konularla sınırlandırıldığını kabul etmektedir. Başvurucu; suç isnadının esasının çözümlendiği bir aşamada kanun yararına bozma talebine Adalet Bakanlığı’nın reddetmesi ile ilgili olarak şikayetini dile getirdiğinde, CMK m.309 uyarınca Bakanlık tarafından kanun yararına bozma yoluna gidilmediğinde, ihlal iddiasının kişinin suç isnadı altında olduğu bir safhaya bir ilişkin olmadığından, başvurunun dürüst yargılanma hakkı kapsamına girmediği kabul edilmektedir.
Mevcut durumda AYM’nin görüşü budur; kanun yararına bozmanın reddine dair Bakanlık kararına karşı yapılan başvuru, diğer kabul edilebilirlik şartları incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlikle kabul edilemez bulunmaktadır. Başvuru sınırı konusunda AYM ile aynı görüşte olmadığımızı ve İHAS m.6’yı geniş ve birey lehine değerlendirdiğimizi yukarıda kısaca açıkladık.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)