Yargılama bütün olarak formal ve enformal etkileşimlerin yer aldığı sosyal bir durumdur. Mahkemelerde neler olduğunu anlamaya da belirgin şekilde ihtiyacımız var. Toplumun yargılamadan yüksek bir beklenti içinde olması karşısında bunun ne derece gerçekleştiği hususu ontolojik bir sorundur. Nicel analizlerin sergilediği üzere, ceza yargılaması diagnostik bir süreç olmak yerine benzeri bir nitelik taşımakta; cezai hükümler büyük oranda soruşturma evresinde kristalize olmakta ve kavuşturma evresi bir ritüel olarak teşhis değerinden çok sembolik bir değer taşımaktadır-usuli bir afyon/ illüzyon(!). Öte yandan yargılama bir grup faaliyeti (hâkim, savcı, avukat, katipler, tanıklar ve infaz personeli) olarak adaleti amaçlamaktadırlar. Sonucu tayinde yargı çalışma grubunun dinamikleri ve bileşenleri arasındaki etkileşim belirleyici olmaktadır.
Ne oranda yargılama yapılmışsa, o oranda hüküm kurulabileceği unutulmamalıdır. Ve bir kuşun uçması için nasıl iki kanadını kullanması gerekirse, hâkimlerin yargıya özlenen dinamizmi verebilmeleri için bilimsellik (normatif düzenlemeler/içtihatlar) yanında (uzlaşma, yargılama süreci, psikolojisi ve cezaya hükmedilmesi gibi konularda) sanatkâr tarafını geliştirmeleri gereklidir. Demokrasi bağlamında hak korunması ve işlevsel etkililik için araştırmaya odaklanılarak, yinelenen şu sorular devamlı olarak gündemde tutulmalıdır: Kurumlar/ tedbirler ne türden bir işlem veya işleve hizmet için vazedilmiştir? Bu işlev (örneğin savcıların filtre işlevi) tatmin edici bir şekilde yerine getirilmekte midir? Bu sorular ile mağdur eksenli “sorunlar” üzerinde de önemle durulmalıdır.
Son zamanlarda özellikle ülkemizde usuli adalet konusu gündeme gelmiş bulunmaktadır. “Kararda sapma” ceza usulünde evrensel bir olgudur.1 Bu olguyu etkileyen faktörler arasında hâkimlerin psikolojisi çok önemli bir öğedir. Gerçek ceza usulünde durumlar, tanıklar ve dinleyicilerin farklı karakterleri ve düşünceleri gibi davanın sosyal yapısı da özneldir. Tümü hâkimlerin psikolojisini tahrik etmekte, psikolojik dengesizlik ve sonuçta hükümde/kararda sapma oluşabilmekte ve ceza adaletinde eşit işlem ilkesi tahrip edilmektedir. Bu sonuç kaçınılmaz görünse de amacımız CAS’ı(Ceza adaleti sistemi) reform ederek aynı türden davaların eşit işleme tabi tutulması ideal amacına olabildiğince yaklaşılabilmesidir.
Yargılama bütün olarak formal ve enformel etkileşimlerin yer aldığı sosyal bir durumdur. Mahkemelerde neler olduğunu anlamaya da belirgin şekilde ihtiyacımız var. Bir yargının nasıl çalıştığını bilinceye kadar adalet ve etkinliğin ne olduğunu bilemeyiz. Yalnızca alt sistemlerden oluşan bir mekanizma olarak yargı sistemi biçimsel bir boşluktan ibarettir. Hâkimler davalara nasıl karar verir veya vermeli yargılama teorileri konusunda farklı iki teori ailesi vardır: Biçimsel ve Gerçekçi teoriler.
Biçimsel teorilere göre (1) hukuk rasyonel olarak belirgin ve hâkimin kararını meşru gösterecek meşru hukuki sebepleri barındırdığı; (2) yargılama süreci öteki tür muhakeme biçimlerinden otonom olarak hâkimin hukuki nitelikte olmayan normatif ahlaki düşüncelere veya siyaset felsefesine başvurmaksızın karar verebilmesidir.
Çoğu Gerçekçilerin geliştirdikleri tasviri yargılama teorisine göre ise (1) temyize giden davalarda özgün bir sonuca giden hukuki bir muhakemenin/gerekçenin belirsizliği; (2) temyiz mahkemesi üyeleri kararlarının özel dairenin içtihatları dışında kurallara ve öğretiye göre tahmin edilemezliği; (3) Yargıtay Ceza/Hukuk Genel Kurularında tahmin edilemezliğin (özellikle Türkiye’de) yoğunlaştığıdır.
Kuşkusuz, yargılama sistemi yalnızca aktörlerin davranışlarıyla içerik ve anlam kazanmaktadır. Bu davranışlardan birincisi, makro/mikro ölçekteki yargı kültürü bağlamında Savcılar/hâkimlerin de facto davranışlarıdır. Sistemi anlama açısından aynı derecede önemli olan, avukatların davranışı açısından sistemin ne fark yarattığıdır.
Usul hukukundaki bir kuralın etkililiği, aktörlerin bu kural nedeniyle ne yaptıkları ile anlaşılabilmektedir. Ekseri hukuk sektörü için önemli olan bir soru da bu sistemden etkilenen halkın edindiği sistem bilgisidir. Sistemin etkililiğinden duyulan memnuniyet derecesi sistemde algılanan adalet ile yakından ilgilidir. Nitekim, vatandaşın etkililik konusunda bilgilerinin, etkililik algılarında önemli bir değişken olacağı önerilmektedir. Bu nedenle, “sistemle onlara neler yapılmak istenmektedir ve gerçekte ne yapılmaktadır?”, “Sistem onların olası davranışını nasıl etkilemektedir?” soruları güncelliğini her zaman korumaktadır. İşte bu sorularla birlikte yargı mekanizmasıyla somutlaşan adaletin vatandaş açısından ne anlam ifade ettiği ve ne derece önleyici bir işleve hizmet ettiğini saptamak açısından oldukça bakir bir hukuki araştırma alanı bulunmaktadır: İşleyen sistemler/mekanizmalar olarak hukuk açısından pratik sonuçlar alınması ve ölçümlemesi gerekli görülmektedir. Uzun vade de hukuk bilimi, sistemde olabildiğince ilgili olguların incelenmesi ve bu olgulardaki etkileşimi belirlemek üzere izlenmesi ve incelemelerin merkezine de sistemdeki aktörlerin davranışı ile halkın davranışı arasındaki temas alan ve alanlarına odaklanması önerilmektedir.2
Hükümle sonuçlanan, “olay yargılaması” (A) ve “hukuki tanı yargılaması” (B) olmak üzere iki evreli bu yargılama sürecinde (A) dan (B)’ye doğru etkileşim olgusuna tanık olunmaktadır. Ortak ilkesi, yargıladığın oranda sonuç çıkarabilirsin (Tantum judicatun, quantum conclusum). İddia ve savunmaya dayalı, kolektif bir kuşkunun sergilendiği ve tarafların etkin biçimde katıldıkları olay yargılamasının temel ilkeleri (açıklık, doğrudanlık, yüzyüzelik, sözlülük) bağlamında hâkimler olay hakkında yargıya varacaklardır (law in action). Sonuçta ortak bir kuşku giderilmektedir. Olayın hukuki adını koymak için tarafların hazır olmasına gerek olmayıp, hâkim olay ve hukuk arasındaki diyalektiği kanunlarla baş başa kalarak kuracaktır.
Hukuk pratiğindeki uygulamalar teorilere dayalı olduğu gibi akıllıca teoriler de uygulamanın anlaşılmasına dayalı olmalıdır. Kimse teorisiz iş göremeyeceği gibi teoriler, iyi veya kötü, çokça uygulamaya kapı açtığı gibi her uygulama da genelde, er geç, açık veya zımni bazı teorilere vücut vermektedir. Pratikte teoriyi küçümser görünen avukatlar da birer teorisyendirler. Yalnız, avukatlarca dile getirilmeyen, bilinç dışı olan bu teorilerin, avukatların bilinçli teorilerinden daha zararlı olabileceği göz ardı edilmemelidir. Teorilerin en önemli olanı ise, teorinin uygulamayla ilişkisi teorisidir.
Amaç/İşlev- Sosyal Yaklaşım
Sosyolojik yaklaşımın gücü, yalnızca bireysel yaşamları değil, toplumu değiştirmekte de yatmaktadır. C.Wright Mills’ın (1916-1962) gördüğü gibi, kişilerin başarısızlıkları değil, toplum, fakirlik ve sosyal sorunların nedeni olarak görülmektedir. Sosyolojik düşün gücünü kullanarak kişisel sorunlar kamusal sorun haline getirilmektedir. İnsanların ihtiyacı olan, dünyada olup bitenler ve kendilerinde olabilenleri görebilmelerine yardımcı olabilen nitelikli akıl, sosyal düşün olarak adlandırılmaktadır.
Bu süreçte kendi yargı/değer sisteminizden çıkıp soruna yaşayanın açısından bakılmaktadır. Mills’in önerisi sorunu bireysellikten çıkarıp, büyük resme bakabilmektir. Yani kişisel sorunları/müşkülatı sosyal soruna ilişkilendirmek söz konusudur. Sosyolojik imgelem (sosyolojik düş gücü), şeyleri sosyal olarak görebilmek ve şeylerin nasıl etkileşimde bulundukları ve yek diğerini etkilediğini görebilme yetisini insana kazandırmakta; alışık olduğumuz şeylerdeki garipliği ve özelde geneli görebilmek; davranışlarımızı daha çaplı sosyal kuvvetlere ilişkilendirmektir. Yapılmayacak olan ise sağ duyuya dayalı kalmaktır. Yinelersek, sosyolojik sorunlar, toplumlar veya toplumun kesimlerinin neden davrandıkları gibi davrandıklarının saptanmasıdır.
İşte sosyolojik akıl/hayal gücü, gerçekliği dönüştüren süreci başlatmaktadır. Bu süreç aşağıdaki evrelerde görüldüğü üzere sosyal bilimcilere ahlaki sorumluluk yüklemektedir.
Kişisel dertlerin birçoğu genel sorunlar üzerinden anlaşılmalıdır.
↓
Ne var ki, sıradan insanlar sorunlarını bir bütün olarak toplumun sorunları ile ilişkilendiremez.
↓
Sosyolojik hayal gücü bu bağı algılayabilir ve sosyal sorunları çözerek bireysel yaşamları dönüştürebilir.
↓
Bireysel bağlantıları nesnel olarak ortaya koymak için bilgilerini kullanmak sosyal bilimcilerin ahlaki görevidir.
Sosyolojik yaklaşımın başlıca yararları, 1) Genelde benimsediğimiz varsayımların hakikat derecesini değerlendirmeye yardımcı olmakta, 2)Yaşamımızı karakterize eden fırsatlar ve sınırları değerlendirmeye yöneltmekte, 3) Topluma aktif olarak katılmamıza güç vermekte ve 4) İnsan çeşitlemesini tanımamıza ve farklı bir dünyada yaşamın sorunlarını göğüslememize yardımcı olmaktadır. Şimdi bu yaklaşımla yargılamaya özgü sosyal şifrelerin tasvir ve analizini irdeleyelim.
Günümüzde yargılamanın uygun yönetimi ile bu süreçte rol alan kişilerin pratiği, bu süreci düzenleyen hukuk kurallarının teknik mükemmelliğinden daha fazla önemlidir. Unutulmamalıdır ki, kişi haklı olduğu davasını kaybedebileceği gibi suçlu kişi de (örneğin davası zamanaşımından düştüğü için) ceza görmeyebilir. Bu bağlamda, yargılama sürecindeki kurum ve araçların adaletin gerçekleşmesine ne derece yardımcı olduğu; mahkeme kararlarının usuldeki rafine kavramlar sonucu daha mı âdil olduğu gibi sorular gündeme gelmektedir. Yargılama süreci, gerçekte akademisyenlerin eserlerinde işlediği mantıksal soyutlamalardan üretilmiş kesin sonuç sağlayıcı bir normlar kümesi değildir. Usul hukukuna özgü soyut irdelemeler ve entelektüel oluşumlar bir yana bırakıldığında, gerçekte bu hukukun, kamu düzenini sağlamak amacıyla yargı gücüne verilmiş işlevsel sosyal araçlar olduğu unutulmamalı;3 etki analizleri kaçınılmaz olmalıdır. Hukukçular ve akademisyenler çabalarını artık adaletin etkin bir şekilde gerçekleşmesi ve adalete susamış insanların /kamu vicdanının (adalet açığı)tatmin edilmesi çarelerine yöneltmeli/sosyoloji ilkelerini uygulamaya yansıtmalıdırlar.
Yargılama sürecinde yer alan aktörler; savcılar/hâkimler, taraflar, avukatlar ile yardımcı personelden oluşmaktadır. Bu kişiler ne soyut yaratıklar ve ne de benzer mekanik kuklalardır. Her biri kendi bireysel ve sosyal dünyasında, duygu, düşünce, ilgi alanları ve alışkanlıkları (bazen de kötü alışkanlıkları) olan kişilerdir. İşte tüm bu kişilerin ilişkileri ile oluşan ve her adliyeye özgü olan "adliye kültürü"/ “kültürsüzlüğü” zaman zaman sorun kaynağı olabilmekte; yargılama sürecini etkileyerek yargılama hızını yükseltebilmekte(!) veya yavaşlatabilmektedir. Adliye kültürü, hâkim, savcı ve avukatın orada yansıdığı, kendini orada tanıdığı; imgesini, yalnızca bu aynada yakalayabildiği bir olgudur. Bu durumda, yargının uygun işleyişinde de facto uygulama kültürü, yasalardan daha önemli olmakta;4 usul hukukunda seçenek ve takdire yer veren fırsatlardan yararlanan aktörler, norm uygulamayı, amaçlananın tam tersi istikamete yöneltebilmekte veya deforme edebilmektedirler. İşte aktörlerce sistemde sergilenen bu durum, mükemmel detay çalışmalarına karşın adalet sarayı mimarı projesindeki, irrasyonel rüzgarların girmesine olanak veren, açık pencerelerdir. İşte bu pencereler nedeniyle Hukuk Usulü (yenisine kadar) 28 kez, Ceza Usulü ise (yeni CMK’ya kadar) 28 kez tadilat görmüştür.
Hâkimlerin geleneksel rolü 2356 yıl önce Aristotle tarafından “hâkimlerin olabildiğince az şeyler hakkında karar vermesine izin verilmelidir” şeklinde dile getirilmiştir.5 Onun takdiri, “yasama organınca onun için tanımlanmamış hususlarla” sınırlandırılmalıdır.6Yalnız bu sınırlandırma kapsamında yer alan faktörlerin değerlendirilmesinde hâkime rehber ölçütlerin/değerlerin olmayışı karşısında takdir hakkı oldukça öznel bir nitelik sergileyecektir. Bu saptamanın en belirgin örneği TCK 61.maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi sürecidir.
Adalet, adaletsizlik hissi yaratacak bir hususu önleyen veya ıslah eden aktif bir süreçtir. Haklı kişinin asosyal/güçlü bir kişice alt edilmesi bozuk bir çeşme veya kirlenmiş bir kaynak gibidir (Solomon). Adaletsizlik verilen kararı acılaştırdığı gibi; yargısal gecikme de kararı ekşitmektedir. Yargılama süreci- ne, demokratik vatandaş perspektifinden egemen olan ilkeler ise, "makul süre" içinde "âdil bir hüküm" tesisidir. Bu bağlamda temel kavram, On İki Levha Kanunları sonuç kısmında belirtildiği üzere halkın refahının en üstün yasa (Solus populi suprema lex) olduğudur.
Makul Hikâye
Hâkim, önüne gelen davada olguların gerçekten gerçekleşip gerçekleşmediğini veya doğru olup olmadığını, elde edilen kanıtlar toplamından oluşan “makul bir hikâyeye” bağlı olarak karara varacaktır. Hikâye yeteri kadar makul ise, gerçek olduğu kabul edilebilir. Doğruluk gerçekten doğmaktadır. Yalnız bu süreçte “olgu kuşkuculuğu” görüşünün açıkça sergilediği üzere, olgular hakkındaki tüm bilgilerimizin yargı sürecinde kategorik ithamlara dayanak olacak nitelikte olmadığı; kendi saiklerini tam olarak anlayamayan insanların başkalarını harekete geçiren duygu ve yoksunlukları nasıl anlayabilecekleri göz ardı edilmemelidir (In dubio pro reo). “Doğruluk o kadar büyük bir şeydir ki, bizi kendisine ulaştıracak olan hiçbir şeyi önemsemezlik etmemeliyiz” (Montaigne:207). Ceza yargısında “kanıt serbestisi” ilkesi ile insanların hakikati bulmaya muktedir olduğu inancı hakim olmakta ise, bu inançla hâkimlerin kanıt (örneğin itiraf veya kimlik) değerlendirmesinde hata edilebileceği de kabul edilmektedir. Kanıt değerlendirilmesi yüksek bir standart sergilediğinde hükmün kabul edilebilirliği de gelişebilecektir. Mahkûmiyet için en ufak bir kuşkunun bulunmaması ve kanıtlara dayalı ispatın inandırıcı ve kuşkuları giderici bir kesinliğe ulaşması gerekmektedir. Kuşkusuz, bu kesinlik % 9,1 olabilir ama % 100’ lük değildir.
Yargılamaya Özgü Temel Sorunlar
Sonuçta tüketici insan, en belirgin sosyal realitedir. O, insana özgü değişim zincirinin en son halkası ve durağıdır (moment of truth). Uğruna her şeyin kullanılmakla kalmayıp tüketildiği bir “son” olduğu kadar her şeyin de ölçüsüdür. Zaman zaman teorik buluşlarla tanık olduğumuz “makul insan”, “müdebbir insan” kavramlarını çözümlediğimizde6 öyle insanların varlığına kuşkuyla bakılacaktır. Nitekim, bir insanın ortalama 2.6 giysisi, 1.2 evliliği ve 2.6 çocuk sahibi olduğunu söylemek ne derece anlamlı olmaktadır. Ortalamalar, ortalama yargılama süresi saptamasında olduğu gibi, konuya çerçeve bir referans sağlamak ve tarihsel boyutta mukayese olanağı sağlamak işlevi görmektedir. Ne var ki, duyarlı bir akıl, ortalamalarla yetinerek özele/somut olaya/bireye ilgisiz kalamaz. Aksi takdirde, roman, hikâye, deneme, dram ve epik okumayan ve fakat “edebiyat” diyerek sızlanan insan durumuna düşer. İşte bu cümleden olarak ortalama yargılama süreleri ile birlikte karara çıkan davaların açıldıkları yıllara göre dağılımı belirlenebildiği gibi; Adalet Bakanlığı adli sicil veri bankasında (ceza fişlerinden) her davanın evreler itibariyle yargılama süresi de saptanabilmektedir. İşte bireysel iş/dava, tüketici perspektifinde (antroposentrik yaklaşımda) önem kazanmaktadır. Bu perspektifte, yürütme ve yargı kalitesi her dava için test edilerek, iyi/yeterli-yetersiz/kötü tespiti yapılabilecektir. Söz konusu iş/dava, ülkedeki tüm insanları, bir grup insanı veya tek bir insanı ilgilendirebilir. Her tür davada, yerine göre yasama, yürütme veya yargı kendisini kanıtlama durumunda kalacaktır. Siyasi ve idari takdire giren işlerde başarısızlıklar, başarılar karşısında göz ardı edilebilirse de adli hata sonucu cezaevine giren kişi için tek bir sonuç vardır: başarısızlık/kalitesizliktir. Bu sonucun demokratik vatandaş olarak bizleri de sorumlu yapacağı unutulmamalıdır. Sonuçta başarısızlığın bedelini ne Ankara’daki siyasetçiler ne de savcılar ve hâkimler değil, adli hataların mağdurları ve halkın hukuk sistemine verilen zararla ödenecektir.
CAS’ta adli hatalı mahkumiyetler kaçınılmaz da değildir. Araba sürmek her geçen gün güvenli olduğu gibi CAS’ta güvenli hale getirilebilir. Bu konuda işin sırrı hataları azaltmak için en etkili olabilecek stratejileri saptamaktır: Örneğin ilk soruşturma evresindeki sorgulayıcıların (veya sürücülerin daha dikkatli vasıta kullanmaları) daha iyi teknikleri kullanmaları öğretilebilir veya (emniyet kemeri, hava yastığı gibi) hata sonuçlarını minimuma indirmek üzere muhakemenin yenilenmesi daha etkinleştirilebilir. Öte yandan, (hız sınırını azaltmak türü) ispat yükü artırabilir veya bazı kanıt türleri, örneğin cezaevinden muhbirliği veya başkaca kanıtla gerçeklik kazanmamış itiraflar illegal yapılabilir. Kuşkusuz, tüm bu tedbir ve tekniklerin de bir bedeli vardır: CAS bütçeye daha fazla külfet getirecek, zararsız sürüş gibi adli hatalar ve kazaları önlemek kadar bazı gerçek suçluların da mahkumiyeti önlenecektir.7 Ne var ki, en iyi strateji de büyük bir olasılıkla bağlamıyla değişiklik sergileyecektir.
İşte, sorun, biz hukukçular için “nasıl bir yargı olmalıdır” sorusuna odaklanmaktadır.8 Bu sorunun yanıtı genel hatlarıyla, yeterli belleği, devamlı ve eşit ölçüde dikkati ve sabrı olan hâkimler; savunmayı adaletin önemli bir parametresi gördüğü için fazlaca konuşmayan; dinleyerek gerçeği zamanlıca yakala- yan hâkimler; ölçüyü yakalamış hâkimler, her türlü skandal, şaibe, yolsuzluk ve kirlenmeden uzak, elektronik mekanları barındıran adliyeler; ve bu yerlerin halk katında mukaddesliği bilincinin yaygınlaştığı adliyeler şeklinde olacaktır.
Yargılamada gereksiz gecikmelerin giderilerek makul süre içinde sonuca varılması ülkede adalete güven duygusunun9 yerleşmesi açısından gereklidir. Tüketicileri açısından belli ölçüde sabır/direnç gösterme olgusu olan yargılama zamanında gerçekleştirilmediğinde, adaletsizlik olabileceği gibi aceleye getirilmesi de adaletsizlik olarak algılanabilir. Süreç uzaması yoksul tüketicileri hak aramaktan çekinmeye; potansiyel hak ihlalcilerini de cesaretlendirmeye itecektir. Bu durumda yargılama sisteminin yoksul yerine varsıla hizmet eder bir kurum haline dönüşme riski oluşacak; toplumsal dayanışma duygusu zedelenecek, sonuçta sistem sorgulanır hale gelecektir.
Yargısal icraatın ölçümünde sayısal değerler kullanılmakta ise de sonuçta ölçümün kendisi kadar adli ajanların karşılaştıkları şu sorular da ön plana çıkmaktadır:
- Yargı veya adalet sistemi ne derece iyidir?
- Yargının bugünkü durumu nedir?
- Zaman süreci içinde yargının durumundaki gelişme nedir? Daha iyi, daha kötü veya aynı seviyede midir? Değişiklik var ise derecesi (gelişim analizi ve değerlendirilmesi) nedir?
- Yargıda saptanan böyle bir performansın nedenleri (analiz ve sorun teşhisi) nelerdir? Performansın düşmesi, gelişmesi veya aynı seviye kalmasında neler etkili olmuştur? Bu sonucun güvenilir türden bir açıklaması var mıdır?
- Yargı, performansı geliştirmek veya korumak için (gelecekteki çıktıları planlamak adına) ne yapmaktadır?
- Gelecekteki performans (amaçları) için hangi performans hedefleri ve amaçları öngörülmektedir?
Makul sürenin vaz geçilmez bileşeni olarak, yargılama sürecine egemen olan ve gerçeği yakalamada etkili olan “adil yargılanma hakkı” da (“due process of law”) önemli bir standarttır. Bu hak nihai bir iksir olarak belirmekte; bu iksir bozulduğunda ise her şey bozulmaktadır. Ne var ki, hiçbir adli sistem adil yargılamanın kabul edilen nitelikleri için tekel olma iddiasında bulunamaz. Ceza adaleti sürecinde, sanıklara isnat edilen suçun bildirilmesi, dinlenmesi, avukat yardımı ve var olan kuralların uygulanması yalnızca demokrasilere özgü olmayıp, kast devletleri ile despotik imparatorluklar10 için de geçerli bir olgudur. Hukukun etkinliği isteniyorsa, “adil yargılanma hakkı” vazgeçilemeyecek bir ön koşuldur. Yargılama usulünün adillik derecesi de tarafların usullerin elverdiği sonuç üzerine dolaylı etkisine dayalıdır. Bu nedenle, tarafların söz sahibi olması ve etkisi olan usuller, ötekilerden daha adil görülmektedir. Bu nedenle, adli süreçlerde adilliğin en temel niteliği dinlenme hakkıdır (droit d’être entendu, rechtliches Gehör). Bu hak, tamamen ve koşulsuz olarak birey lehine olmadıkça hiçbir kararın ilgilinin konuya ilişkin ifadesi önceden alınmaksızın verilemeyeceği merkezindedir. Bu hak, kuşkusuz, savunmanın dinlenmesini içermektedir. Bu hak mutlak bir güvence olarak sınıflandırılmaktadır. Bu tutum, felsefi açıdan değerlendirildiğinde, bireyin ceza adaleti sisteminin nesnesi olmaktan çok öznesi olduğu fikrini geliştirmektedir. Ampirik kanıtların belgelediği üzere, adillik, mahkûmiyet/ceza hükmü- nün kabullenmesi için majör bir değişkendir. Adil yargılanma bağlamında bireysel nitelikte hatalar ayrı ayrı işlendiğinde bir önyargı belirtisi olmasa da bu hataların kümülatif etkisi göz önüne alındığında adil yargılamanın yoksunluğu söz konusu olabilir-kümülatif hata teorisi.
Öte yandan adli süreç anlayışımız bir perde ile ayrılmış iki bölümden oluşmakta; bizler perdenin önündekileri görürken, arkasında bir şeyler olduğunu biliyorsak da çok azını bilmekteyiz. Adli karar alımında egemen olan model akli seçim teorisi ürünü olarak; hâkim, mantıki olarak gerçekler, içtihatlar, yasalar ve Anayasa’dan mantıksal çıkarımlarla karara varan rasyonel bir aktör görünümü vermekte ise de gerçekler öyle mi söylemektedir? Karar alımında bazı hâkimler bir faktörü önemli görürken, diğer hâkimler o faktörü göz ardı ederek, ötekine odaklanmaktadırlar. Kuşkusuz, gerçeğin kalitesi, her zaman bir olayı aydınlatma amacına hizmet eden yargılamanın kalitesine bağlı olacaktır. Ceza yargılaması “gerçeği garanti etme yeterliliği” ve bunu sağlayan hukuka uygun hüküm vaat eder.
“Kim olduğumuzu sürekli yaptığımız şeyler belirler.
Kalite bir eylem değil, bir alışkanlıktır.”
Aristo
Yargılama sürecinde, Rosenthal ve Cordell (1985:82) tarafgir olan bir hâkimin yargılama sonucunu etkileyebileceğini vurguladılar. Bu etki normalde doğrudan fark edilemezse ise de kendisini daha az belirgin yollardan (örneğin duruşmada sanığa karşı olan tutumu, ifadelerin tutanaklara geçirilişi, dava yönetimi v.s.) sergileyebilir. Duruşma öncesi dosya içeriğine bakan hâkimde oluşan önyargı bazen sonucu etkileyebilen bir faktördür.11
Bu bağlamda normatif olarak, “gecikme” karşısında “hızlı” sorusu akla gelmekte ise de gerçekçi soru yalnızca ‘Zaman’dır. Kuşkusuz, pratikte makul süre aşımlarına tanık olunduğunda zaman sorun olmaktadır. Yargılama süresi adalet adına önem kazandığından yargılama süresini dava türlerine göre etkileyen değişkenlerin ne olduğu(derecesiyle) araştırılmalı; örneğin çok sanıklı girift ceza davalarında yargılama süresi, beş sanıklı bir davanın bir sanıklı davaya göre uzunluğu; özel olarak tutulan avukatla takip edilen bir davanın, adli yardım kapsamında sağlanan avukatla takip edilen davaya göre süresi gibi konular araştırma konusu edilmelidir. Kuşkusuz, önemli olan her mahkemeye özgü standart zamanlama süresinden fazla zaman alan davalara özgü değişkenleri saptamak olmalıdır. AİHM’ince oluşan içtihatlar bağlamında yargılama süresinde ne kadar süre aşımı olduğunda “makul süre” ihlali olduğuna ilişkin aşağıdaki tabloya yer verilmiştir.
Yargılama süresi, farklı aktörler (hâkimler, yardımcı personel, avukat, bilirkişi savcılar, kolluk v.s) arasındaki ilişkiler sonucu belirdiğinden, zamanlamalar bunların tümü tarafından paylaşılan ve takip edilen hedefler olmalıdır.
Genelde yargılama süresini etkileyen değişkenler arz ve talep arasındaki etkileşim sonucu belirmektedir:
- Arz tarafı: Yargıya ayrılan mali ve insan kaynaklarının miktar ve niteliği ile bilişim teknolojisi ve yapay zekaya olan yatırımlar;
- Adli hizmetlere olan talep: Takipsizlik, ön ödeme uzlaşma gibi yargıya seçenekler.
AİHS 6. maddenin ihlalini önlemek amacıyla, her ülke yargılama süresinin, adli sürecin kalitesinin ve savunma haklarının elverdiği ölçüde kısa tutulmasını sağlayacak tedbirleri almalıdır.12 Kuşkusuz, genel amaç, dava işlem sürecinde kalitenin sağlanmasıdır.
Ceza davalarındaki süreç zamanlamasının ulusal standartları karşılamakta olup olmadığı; yargı sisteminde saptanan zamandan daha uzun süren davaların (case backlog) oranı; büyük oranda sapma gösteren mahkemelerde bunun nelerden kaynaklandığı araştırma konusu yapılmalıdır. Bu konuda özellikle duruşma öncesi tutuklukta geçen ortalama süre ile bu süreden sapmalar da önem kazanmaktadır.
Hukuk davaları (örneğin gayrimenkulün aynına ilişkin davalar ile tedbir kararları, makul sürede bitirilemeyen, psiko-sosyal gerilimi fazla olan davaların) ceza adaleti için yeni işler yarattığı gibi ceza davalarının da (örneğin adam öldürme/yaralama) hukuk davaları doğurduğuna tanık olunmaktadır. Özetle, hukuk ve ceza davaları karşılıklı etkileşim içindedirler.13
Güven Duygusu
Davalarda yargılama süresinin uzunluğu ve bazı davaların zaman aşımından düşmesi adalete güveni zedeleyici bir niteliğe büründürmüştür.14 Bu durumu gidermek üzere; dava yönetimi bağlamında mahkemeye gelen işlerin kamu güvenliği ve korunması açısından önem derecesine göre sınıflandırıla- rak, önem derecesi yüksek olanlara öncelik verilmesi yöntemine işlerlik kazandırılması rasyonel bir çözüm olacaktır. (CMUK.206,2- Devlet ve Hükümet nüfuzunu kıran ve adabı umumiye aleyhinde olan suçlar ile yağma ve yol kesmek ve adam kaldırmak ve öldürmek cürümleri diğerlerinden önce görülür.” (Differentiated Case Management). Bu fıkraya yeni CMK. 175. maddesinde yer verilmemiş ve ceza usulü yönetimsel açıdan önemli bir ölçütten yoksun bırakılmıştır.
CMK’nın “Madde Gerekçeleri” bölümünde Amaç, davanın bir duruşmada sonuçlanmasını sağlayacak alt yapıyı oluşturmaktır” (Hükümet Tasarısı 178. madde gerekçesi).15
Hukuk güvenliği ilkesi, temel haklarda korunan ortak bir değerdir. Hukuk güvenliği düşüncesi, devletin kendisinin de yasalara bağlılığını gerektirir. Hukuk devleti ve legalite ilkesi yanında hukuk güvenliği (predictability), hukuk önünde eşitlik ve hukuki koruma kavramlarının tümü hukuk kültürümüz için önemlidir. Hukuk güvenliği açısından, a) Hukuki sorunlara açık ve müphem olmayan kurallarla yanıtlar sağlanması, b) Bu yanıtların herkesçe ulaşılabilir olması ve c) Tasarruflarına ilişkin olarak bu yanıtlara dayanabilmesi ne derece fazla olursa toplum da o derece hukuk güvenliğine sahip olabilecektir.
“Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Hukuk Devletinin unsurları doktrinde de belirlenmiş olup, bunlardan konuyla ilgili iki tanesi ‘Hukuki Güvenlik’ ve ‘Belirlilik’ ilkeleridir. Bireyin devlete güven duyması, ancak hukuki güvenliğin sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde mümkün olabilecektir. Anayasada öngörülen temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ve insan haklarının insan hayatına egemen kılması için Devlet, bireylerin hukuka olan inançlarını ve güvenlerini korumakla yükümlüdür.” (AYM 7.4.2016 tarihli, Esas No:2015/94, Karar No:2016/27).
Medya
Yargılamayı da içermek üzere gizli olan her şey yozlaşır; tartışma ve aleniyet içermeyen hiçbir şey emin ve güvenli değildir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Ceza Sürecine İlişkin Medya Yoluyla Bilgi Tedarikine ilişkin Rec (2003)13 sayılı tavsiye kararını kabul etmiştir. Bu karar, medyanın, halkın bilgi alma hakkı bakımından halkı bilgilendirme hakkı bulunduğuna işaret etmekte ve ceza yargılamaları hakkında halkı bilgilendirmeye yönelik ve halkın ceza adaleti sistemini irdelemesini sağlayan medya haberlerinin önemini vurgulamaktadır. Medya mensuplarının iyi niyetle hareket etmek, sağlam maddi temellerde ve gazetecilik etiğine uygun olarak doğru ve kesin bilgi vermek kaydıyla kamunun menfaatine olan bilgileri açığa çıkarma hakkını korumaktadır.
Buna göre, medya özgürlüğüne yönelik iktidarın müdahalesine ilişkin çoğu örnekte, AİHM’si, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinin ihlalini tespit etmiştir. Özetle, çoğulcu bir toplumda, gazeteciler devam eden soruşturmalar/ kovuşturmalarla ilgili eleştiri yazıları nedeniyle kovuşturmaya ve mahkumiyete maruz kalmamalıdır. Ayrıca, üst düzey yetkililer medyayı, demokrasiye özgü vazgeçilmez “gözcülük” görevi nedeniyle kamuoyu önünde eleştirmemelidir.
Silahların Eşitliği
AİHS 6. maddesinde, silahların eşitliği ve çekişmeli/ çelişmeli yargılama ilkelerine yer verilmiştir. Bu ilke adil yargılanma hakkının önemli bileşenidir. Herkesin davasının adil bir şekilde dinlenme hakkı vardır” (Toute personene a droit a ce que sa cause soit entendue equitablement).
Savcılar özellikle-kanunda aksi öngörülmediği sürece- ellerinde bulunan yargılamanın akışını etkileyecek nitelikteki delilleri diğer taraflara göstererek silahların eşitliği ilkesini güvence altına almaya çalışmalıdırlar. Silahların eşitliği: Mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından davanın tarafları arasında tam bir eşitliğin gözetilmesi ve bu eşitliğin yargılama süreci boyunca gözetilmesi ve korunmasıdır. Adli yardım isteminin reddi bu kavrama ters düşmektedir.16
Özetle, ceza adaleti mekanizmasında yargılama, önemli bir evre oluşturmakta; “gerçeği garanti etme yeterliliği” vaat etmekte ve bunu sağlayan hukuka uygun hüküm verilmesi gerekmektedir. Önemli olan yöntemin güvenilir ve adil olduğunun (veya kullanılan diğer yöntemlerden daha kötü olmadığını) yeterince gösteren bilginin kamuoyunda yer etmesidir. Bu süreçte, insan onurunun korunması merkezi bir konumdadır. Ayni derecede önemli olan ceza adaleti sistemine ait her özel niteliğin şu iki yönlü soru ile irdelenmesidir: Hangi işleve hizmet için var olduğudur? Ve bu işlev yeterince yerine getiriliyor mu? Kanıta dayalı yaklaşım!
Anayasa tarafından güvence altına alınmış pek çok hak ve özgürlüğün korunması da ceza yargılama sistemi içinde olduğundan “ceza yargılaması Anayasa’nın sismografı” görevini ifa etmekte; suçsuz sanıkların mahkumiyetini önlemekte, CAS’taki aktörlerin davranışlarını biçimlendirmektedir. Hukuka aykırı itiraf ve onun tüm meyveleri dışlanmaktadır (Anayasa md. 38/6, CMK md. 148). Hâkim, önüne gelen davada olguların gerçekten gerçekleşip gerçekleşmediğini veya doğru olup olmadığını, elde edilen kanıtlar toplamından oluşan “makul bir hikâyeye” bağlı olarak karara varacaktır. Hikâye yeteri kadar makul ise, gerçek olduğu kabul edilebilir. Doğruluk gerçekten doğmaktadır. Süreçte her sanığın derdini anlatabilmesi, ne istediğini söyleyebilmesi suretiyle yargılamanın gidişine etki edebilme fırsatı sağlanmalıdır. Araştırmaların belgelediği, kişiler süreçte onurlu ve saygınlık içinde işlem gördükleri, sesini duyurabildikleri, kendi hikayelerini söyleyebildikleri ve söylediklerinin hâkimce ciddiye alındığı hissettiklerinde, sonuç aleyhlerine olsa bile daha fazla memnuniyet hissedecekler ve sonucu saygı ile karşılayacaklardır. Süreçte her sanığın derdini anlatabilmesi, ne istediğini söyleyebilmesi suretiyle yargılamanın gidişine etki edebilme fırsatı sağlanmalıdır. Araştırmaların belgelediği, kişiler süreçte onurlu ve saygınlık içinde işlem gördükleri, sesini duyurabildikleri, kendi hikayelerini söyleyebildik- leri ve söylediklerinin hâkimce ciddiye alındığı hissettiklerinde, sonuç aleyhlerine olsa bile daha fazla memnuniyet hissedecekler ve sonucu saygı ile karşılayacaklardır-onurlu tretman.
Objektiflik/Tarafsızlık
En yalın haliyle tarafsızlık, şu sorular etrafında şekillenmektedir: Hâkimler kendilerini iktidarın mı, yoksa hukukun mu sadık birer hizmetkarı olarak görmektedirler? İktidara itaat eden bürokratlar olarak mı, yoksa eleştirel bir zihin ile adalet aktörleri olarak mı düşünüp görevlerini yerine getirmektedirler? Duyguların hukuku ve yargıyı etkilemesi göz önüne alınarak çeşitli medya öğeleriyle beslenen kamuoyunun yargıyı baskılaması eğilimi ne ölçüdedir? Genelde hukukun özelde yargı mekanizmasının bunları sınırlama kapasitesi var mıdır? Hiç kuşkusuz, hâkimler önyargısız ve objektif olabilme koşullarına sahip olabilmelidirler. Bu bağlamda sistemin dinamikleri olarak “erişebilirlilik”, “bağımsızlık”, “hesap verilebilirlik/saydamlık” ve “etkililik” önemli odaklar/ölçütler olmaktadır.
“Hâkim, hukuk esasları ve vicdanı yerine idare adamlarının veya
davada ilgisi olanlardan birisinin etkisi altında kalarak karar
verirse, verdiği karar, özünde adaletle ilgisi bulunmayan bir
belge, daha açıkçası bir zulüm belgesinden ibaret kalır. Bu durum
haksızlığa uğrayanın olduğu kadar bütün toplumun gönül
rahatlığını bozar. Zira yurttaş haklı olarak aynı felaketin bir gün
kendi başına da geleceğini düşünür.”
(Recai Seçkin, 1960 Adli yıl açış konuşması).
Tarafgirlik, öte yandan, insanların mevcut inançlarını kanıtlayıcı bilgi arayışı, yorumlaması ve yaratılması eğilimine de işaret etmektedir. İnsanlar kendi “teorilerini” desteklemek istediklerinden, inançlarını kanıtlamaya fazlaca istekli görünürken, onları çürütebilecek olanlara karşı az isteklidirler. Gerçekte, insanlar inançlarını, çürütülmesine karşın onları korumak eğilimindedirler. Oluşan ilk izlenimlerle, sonradan çıkan kanıtlara karşın doğruyu yakalamak zor olabilmektedir. Diğer bir anlatımla, bir hâkimin kendi tarafsızlığını değerlendirmesi zor olabilir. Bu konuda yer alan ilginç bir sorun, insanın kendi yanlılıklarını saptamaya özgü sınırlamalarıdır. Psikologlar, kişilerin nesnellik illüzyonu yaşadıklarını belirttiler: İnsanlar objektif olduklarına inanırlar; kendilerini diğerlerinden daha ahlaki ve adil olduklarını görürler ve tarafgirliğe karşı kör nokta edinerek kendileri yerine başkalarını tarafgirlik içinde görme eğilimdedirler.
Özetle, tarafsızlık hâkimler için içsel bir erdemdir ve önüne gelen kişi ya da konular hakkında karar verirken sergilediği davranışa dayanmaktadır. Bu nedenle, taraflılığın üstesinden gelmek için hâkimlerin olumsuz içgüdülerinden kurtulmaları gerekmektedir. Yalnız bağımsızlığın eksikliği veya yokluğu hâkimlerin tarafsızlığını da zedelemektedir.
Yargılama sürecinde, Rosenthal ve Cordell (1985, s.82) tarafgir olan bir hâkimin yargılama sonucunu etkileyebileceğini vurguladılar. Bu etki normalde doğrudan fark edilemezse ise de kendisini daha az belirgin yollardan (örneğin duruşmada sanığa karşı olan tutumu, ifadelerin tutanaklara geçirilişi, dava yönetimi v.s.) sergileyebilir. Duruşma öncesi dosya içeriğine bakan hâkimde oluşan önyargı bazen sonucu etkileyebilen bir faktördür.
Yargıdaki iş yükü ve temposu da objektiflik/tarafsızlığı etkileyebilmektedir.17 Yinelersek, fiziki güç gibi aklı güç de tükenmektedir. Arkası arkasına rasyonel karar vermek durumunda kalan hâkimlerde “aklı enerji” eksikliği bir yan etki olarak belirebilmektedir. İnsanlara özgü olan bu olgu sosyal psikolog Roy F. Baumeister’in “ego tükenişi” (ego depletion) olgusundan- öncesi Freud hipotezi olarak bilinen bir çıkarımdır. Teori, ben veya ego enerjisi transferini içeren akli faaliyetlere dayalıdır. Baumeister’in yaptığı bir seri testlerin verdiği en iyi bir örnek sabun gibi irade gücünün tükenebileceğidir. Ellerinizi defalarca yıkadığınızda sabun tükenir. Fiziki yorgunluk sonucu olarak beyin çaktırmadan ve farkına varmaksızın kısa devreler yapmaya ve bilişsel düşünmeye az yer verme eğilimindedir.
Alışveriş merkezlerinde yapılan bir deneyimde, bazı kişilerle yapılan mülakat sonrası kendilerine yanıtlayabilecekleri kadar matematik problemlerini tamamlamaları istendiğinde ortaya çıkan sonuç, “tükeninceye kadar alışveriş yapanların iradi güçlerinde düşüş olduğudur”: Gün içinde alışveriş sırasında çoğu kararları dükkanlarda verenler bu sınava çok az dayanabilmiştir.
Sonuç
Başarılı hukuk uygulamasının en temel koşulu olan nitelikli hâkim, olmazsa olmaz bir gereksinmedir. Bu bağlamda, hâkimler aydın birer kişi olmanın dürüstlüğü içinde ihtiraslarına karşı uyanık olmalıdır. Tarafsızlığın bir hayal, dürüstlüğün ise bir görev olduğu bilinmelidir. Bu doğrultuda, tüm ilgililerin dava öncesi önyargılı olduğu düşüncesinden hareket eden hâkimin tarafsızlık konusunda bilinçli çaba gösterme olasılığı, bir diğerinin kürsünün kendisini şaşmaz bir mantıki hakikat organı yapması inancından fazla olacaktır. Bu doğrultuda, kendilerini devletin değil, hukukun ve adaletin sadık ajanları olarak gören hâkim ve savcılar, bağımsızlık ve tarafsızlık standartlarını daha yukarı çekebilirler.18 Hiç kuşkusuz, bu kavramlar konusundaki bilinçlenmenin temelleri hukuk fakültelerinde atılmalı; Adalet Akademisindeki hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimlerinde, hukuku cesaretle ve hatta hükümete karşı birebir uygulayan özgür bağımsız kafalı hukukçular olduğu açıkça dile getirilmelidir.
“Dünyanın en zor işlerinden biri
bir işin nasıl yapılabileceğini bilip nasıl
yapılamadığına tanık olmaktır."
Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel
>> "Ceza Adaletinde Adli Hata Bilinci" sunumu için TIKLAYINIZ
--------------------
1 “Yıllardır derste anlattığım konuların pratikte nasıl işlediğini yaşayarak görmüş oldum. Türkiye açısından bu işlerin öyle kitaplarda yazıldığı gibi işlemediğini biliyordum. Ama bu kadarını beklemiyordum.” CAS deneyimini yaşayan Ali Berk-Ceza Hukuku öğretim görevlisi.
2 Bkz. M. T. Yücel. “Türk Yargı Sistemi: Yapısal Analiz ve Sorunlar” HFSA 25, 2012, ss.211-224. Yargı sektöründe bilimsel ölçütleri karşılayabilecek türde araştırmalar olmadığı gibi, nedenleri konusunda bir saptama yapılmamıştır. Kuşkusuz, her şeyden önce araştırma bilincinin oluşması ve araştırma için salt hâkim sınıfından olmanın yeterli olamayacağının bilinmesi gerekmektedir. Bu açık karşısında “Bir hukuk öğrencisinin duruşma izlenimleri”, Hukuki Haber (2/12/2022) kayda değer görülmüştür.
3 Ayrıca bkz. F.H.Gaul. “Yargılamanın Amacı- Güncelliğini Koruyan Konu” (Çev. F. H. Gaul. İlkeler Işığı Altında Medeni Yargılama Hukuku (Der. M. K. Yıldırım) 5.Bası, İst., 2006, ss.72-103.
4 “Seni mahkemede sürüm sürüm sürdürürüm” tehdidi ile “mahkeme duvarı gibi surat” ifadesi kültürümüze özgü saptamalardır. Ayrıca bkz. M. Özekes’in konuşması. TBB. Yargı Reformu-Sempozyum, Ank., 2008, s.249. Avrupa Konseyi ve Türkiye Cumhuriyeti Yargıtay Başkanlığı. Yüksek Performanslı Mahkeme Çerçevesi, 2021: Demokratik bir toplumda kamu kurumları ancak ve ancak kurum dışındaki bireylerin beklentilerini karşılamaları durumunda varlıklarını ve faaliyetlerini sürdürebilirler.
5 Aristotele. Retorik (Yapı Kredi Yayını) İst., 1995, s.34.
6 Aristotele. a.g.e.,s.34.
7 Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünde adlı hatalı mahkumiyetlere özgü bir veri tabanı oluşturulmalıdır. Ayrıca bkz. M.T.Yücel. “Ceza Adaletinde Adli Hata Bilinci” Ceza Adaletine Özgün Sorunlar, ss.261-265, Adalet, 2023.
8 Yeni yargılama yaklaşımları (terapötik/sorun çözümleyici mahkemeler) için bkz. http:// www. therapeuticjurisprudence.org http:// www.courtinnovation.org/
9 Adalete güvenin önemi için bkz. Housh, M ve Sato,M(eds) Trust in Justice: why it is important for criminal policy and how it can be measured-final report of the Euro-Justis project, Institute for Criminal Policy Research, Birkbek, University of London, 2011. ESS Topline Results Series “1: Trust in Justice: Topline Results from Round 5 of the European Social Survey,December 2011. AİHS’nin 6§ 1. maddesine göre, “Herkes,...cezai alanda kendisine yönetilen suçlamalar konusunda karar verecek olan,…bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde,…görülmesini istemek hakkına sahiptir.” CMK Madde 190 – (1) Duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir.
10 Tacıtus’un tanıklığına göre, Tiberius’un hükümranlığında bile Roma adaletini, adillik ve onur (integrity) nitelendirmekteydi. Dejenerasyon görüldüğünde ise klasik lafzı hukuk egemen olmuştur. Nitekim, Sejanus’un düşüşünde, kendisinin masum olan kızının idam edilmesi arzu edildiğinde, virjin birisinin idam edilmesi örneği olmadığından, infaz görevlisi idam öncesi kızı iğfal etti. Ayrıca Bkz. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu md. 74, 90-91,95 ve 108.
11 Minnesoto Judicial Training “Judicial Landmines” 20 Common mistakes every judge should avoid (Nov.26, 2013) (Erişim. 10/10/2017). Blanck, PD (1987): Adli Kara Mayınları, temyize yol açma ihtimalinin yüksek olduğu yaygın adli hatalar veya gözetimlerdir. Bu adli gözetimler her yeni nesil hâkimde tekrarlanma eğilimindedir. Bu hataların çoğu adli ihmal veya düzgün bir kayıt yapılmaması sonucu meydana gelmektedir. En sık tekrarlanan 20 Adli Kara Mayınının özet listesi için bkz. Minnesota Judicial Training Update, November 26, 2013.
Mahkeme salonunda saha araştırması "süreci": Betimleyici bir analiz. Hukuk ve İnsan Davranışı, 11 (4), 337–358. https://doi.org/10.1007/BF01044745.- 34 ceza davasına ait veriler, alan notları, mahkeme salonundaki anketler ve görüşmeler, gözlem ve videoya kaydetme tekniklerini içeriyordu.
12 Soruşturma, Kovuşturma veya Yargılama Hedef Sürelerinin Belirlenmesi ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik Resmî Gazete, 23/06/2017, Sayı: 30105
13 M.T.Yücel. “Adli Yargıda Makul Süre Felsefesi ve Matematiği” TBBD 2014.
14 Londra’daki Market Place Sulh Mahkemesinde görülen bir teşhir davası bir celsede ve 10 dakikada bitti. Şöyle ki,
Hâkim: Sir, bu sizin ikinci gelişiniz. Kafanızda bir şeyler var. Bir psikiyatr görmeniz lazım. 25 £ ceza. Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki davalara özgü süreç adaleti için bkz. S.Bedford. The Faces of Justice-A Traveller’s Report, Simon and Schuster, New York, 1961. M.T.Yücel. Türkiye’de Yargının Etkinliği, TBB, Ank., 2008.
15 M.T. Yücel. “Ceza Yargılaması Gerçeği: Psiko-Sosyo-Juridik Açıdan Yargılamanın Paradoksal Özelliği, Makul Süre ve Segmentli duruşma” HFSA 3, 2005, ss.198-217; M.T. Yücel. “Yargılama” Hukuk Felsefesi, &. Bası, 2024.
16 Silahların eşitliğine ilişkin örnek kararlar için bkz. Çatal- Türkiye davası, N° 26808/08, 17 Nisan 2012. Ayrıca bkz. Altınok- Türkiye davası, N° 31610/08, 29 Kasım 2011; Bulut-Avusturya davası N° 17358/90. Bkz. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Savcılığın Ceza Adalet Sistemi İçindeki Rolüne Dair (2000) 19 sayılı Tavsiye Kararı; “20. Savcılar mahkemedeki yargılama sırasında objektif ve adil olmalıdırlar. Savcılar, özellikle, yargılamanın adil bir şekilde yürütülmesi için gerekli her türlü ilgili vakıa ve hukuki argümanın mahkemeye sunulmasını sağlamalıdırlar.” Bkz. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Savcılığın Ceza Adalet Sistemindeki Rolüne dair (2000) 19 Sayılı Tavsiye Kararı.
17 E.Allan Lind ve Tom R. Tryler. The Social Pschology of Procedural Justice Plenum, New York, 1988; A. Lıenhard- D. Kettiger. Mahkemelerin Dava Yükü Yönetimi Üzerine Araştırma: Yöntemsel Sorular (Çev. İ. Aksel) Küresel Bakış, Yıl:1, Cilt:1, Sayı:1, Nisan 2011.
18 A. Ulusoy. “Kaç tip yargıç var?” T 24 (24/01/2024). S.Kalem ve G.Jahic. Yargı Sistemi Üzerine Bir İnceleme, Bilgi Üniversitesi, 2010. Ayrıca bkz. G.H. Jenkins. Between Fact and Fantasy; Turkey’s Ergenokon Investigation, Silk Road Paper, August 2009; M.Z. Özkartal. “Bu raporu Türk bir gazeteci yazsaydı hapse girerdi” Pazar Milliyet, (13/09/2009), s.6.