MAKALE

TÜRKİYE’DE CEZASIZLIK ALGISI VE 10. YARGI PAKETİ

Av. Özgür Turan ÖZTÜRK yazdı;

Abone Ol

Türk hukuk sisteminde son yıllarda en yoğun tartışılan meselelerden biri, “cezasızlık algısı”dır. Kamu vicdanında, özellikle şiddet, mala zarar verme ve tehdit gibi suçların yaptırımsız kaldığı düşüncesi giderek kökleşmektedir. Bu algı, yalnızca bireylerin adalet duygusunu zedelemekle kalmamakta, aynı zamanda hukuk düzeninin meşruiyetini de sorgulatmaktadır.

Yargı reform paketleri, teorik olarak bu algıyı kırmaya ve adaletin işleyişini hızlandırmaya dönük adımlar gibi sunulmaktadır. Ancak uygulamada görülen odur ki, yapılan düzenlemeler daha çok hakim ve savcıların iş yükünü azaltmaya odaklanmaktadır. Arabuluculuk, uzlaştırmacılık ve benzeri kurumlar, mahkemelerin dosya sayısını azaltma işlevi görse de, gerçek mağdur açısından adalete erişimi çoğu zaman zorlaştırmaktadır.

Reformların Önceliği: Dosya Sayısı mı, Adalet mi?

Bugün çıkarılan her bir reform paketi, teoride “yargı hizmetlerinin etkinleştirilmesi” amacıyla hazırlanırken, pratikte istatistiksel rahatlamaya hizmet etmektedir. Özellikle ceza yargılamasında, soruşturmaların süratle sonuçlandırılması adına “kovuşturmaya yer olmadığı” kararlarının olağan hale gelmesi, toplumda cezasızlık algısını derinleştirmektedir.

Şahsi bir deneyimim bu sorunu somutlaştırmaktadır:

Trafikte yol kesme, tehdit ve mala zarar verme fiillerine bizzat muhatap oldum. Kamera kaydı alınamaması gibi teknik bir eksiklik nedeniyle, tanık beyanına rağmen savcılık dosyayı yalnızca iş yükü gerekçesiyle “kovuşturmaya yer olmadığına” dair kararla kapattı. Oysa Cumhuriyet savcısının “önemsiz suç–önemli suç” ayrımı yapma yetkisi yoktur. Türk Ceza Kanunu, her suç için açıkça yaptırım öngörmekte; cezanın uygulanıp uygulanmayacağına dair takdir yetkisini, kovuşturma aşamasında değil, mahkeme hükmünde aramaktadır.

Bu tür kararlar, yalnızca bireysel mağduru değil, toplumun tamamını ilgilendirmektedir. Çünkü “küçük” gibi görülen eylemler, aslında huzur ve kamu düzenini zedeleyen davranışlardır. Bu noktada ceza adaleti sisteminin asli işlevi olan toplumsal barışı sağlama misyonu sekteye uğramaktadır.

10. Yargı Paketi Bağlamında Cezasızlık Algısı

10. Yargı Paketi ile öngörülen düzenlemeler arasında infaz sistemine yönelik değişiklikler, mağdur haklarının güçlendirilmesi ve bazı yargılama kurumlarının yeniden yapılandırılması bulunmaktadır. Ancak bu düzenlemelerin cezasızlık algısını ne ölçüde gidereceği tartışmalıdır.

Olumlu yön: Mağdur odaklı yaklaşımın kanunda daha görünür hale gelmesi, toplumsal beklentiyi karşılamaya yönelik bir adımdır.

Olumsuz yön: Düzenlemelerin çoğu yine dosya sayısını azaltmaya ve yargının iş yükünü hafifletmeye dönük tasarlanmıştır. Bu bakımdan, algıyı güçlendiren temel neden olan “soruşturmanın erken kapatılması” pratiğine doğrudan bir çözüm sunmamaktadır.

Algı ve Gerçek Arasındaki Fark

Türkiye’de mahkûmiyet oranlarının yüksekliği, cezanın kâğıt üzerinde uygulandığını göstermektedir. Ancak kamuoyunun gözünde, medyatik davalarda verilen kararlar veya soruşturma aşamasında erken kapatılan dosyalar üzerinden şekillenen algı, “suç işleyen yanına kâr kalıyor” düşüncesini beslemektedir. Çok fazla medyanın eline düşmüş bir davada gerekli ve yeterli sebepler yokken tutukluluk tedbir kararı uygulanması bunu en bilinen örneğidir.

Bu nedenle, hukuk devleti açısından asıl sorun yalnızca cezanın varlığı değil, cezanın etkin ve görünür biçimde infaz edilmesidir.

Toparlayacak olursak;

Cezasızlık algısı, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda toplumsal bir sorundur. Yargı paketleri, yalnızca iş yükünü hafifletme işlevi gördüğü sürece, bu algıyı gidermek yerine pekiştirme riski taşır.

Cumhuriyet savcıları, suçları “önemsiz” veya “önemli” şeklinde ayırmaksızın, her fiili soruşturmakla yükümlüdür. Hukuk devletinin gereği budur. Adaletin yalnızca gerçekleşmesi değil, toplum nezdinde görünür biçimde gerçekleşmesi de şarttır. Aksi halde vatandaşın adalet arayışı yıpranır ve hukuk düzenine duyulan güven zedelenir.

Bu noktada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus ise, yargının iş yükü hafifletilirken ceza infaz kurumlarının yükünün hafifletilmesi hedefidir. Cezaevlerinin kapasitesinin sınırlı olması gerekçesiyle cezaların infazından vazgeçilmesi veya suçluların toplum içerisine erken dönülmesi, toplum vicdanında derin bir hayal kırıklığı yaratmaktadır.

Ancak bu sorunu yalnızca hukukun çözmesi de beklenmemelidir. Zira bu mesele, esasen ciddi bir sosyal dejenerasyonun ve toplumsal çürümenin yansımasıdır. Bu problem, salt ceza hukuku veya infaz hukuku teknikleriyle çözülebilecek bir mesele olmaktan çok, toplum mühendisliği kapsamında ele alınması gereken, çok yönlü bir sosyal problemdir. Burada esas görev; yalnızca Adalet Bakanlığı’nın değil, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, Millî Eğitim Bakanlığı’nın, akademik çevrelerin hatta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ortaklaşa yürütmesi gereken bir toplumsal politika meselesidir.

Devletin şu sorulara cevap araması gerekir: “Bu insanlar neden suç işliyor? Neden cezaevleri sürekli doluyor? Hangi sosyal, ekonomik ve kültürel eksiklikler bireyleri suç işlemeye itiyor?” Bu sorulara samimi cevaplar verilmedikçe, yalnızca cezaevlerinin kapasitesini artırmak ya da cezaları hafifletmek, sorunun köküne inmek yerine yüzeyde dolaşmak olacaktır.

Av. Özgür Turan ÖZTÜRK