İstanbul Çağlayan Adliyesi önünde yapılan ortak basın açıklamasına TBB Başkanı Av. Erinç Sağkan’ın yanı sıra; İstanbul Barosu Başkanı Av. Filiz Saraç, Adana Barosu Başkanı Av. Semih Gökayaz, Adıyaman Barosu Başkanı Av. Bilal Doğan, Ankara Barosu Başkanı Av. Mustafa Köroğlu, Batman Barosu Başkanı Av. Erkan Şenses, Bursa Barosu Başkanı Av. Metin Öztosun, Çanakkale Barosu Başkanı Av. Hande Keskin, Diyarbakır Barosu Başkanı Av. Nahit Eren, Hatay Barosu Başkanı Av. Erhan Nizamoğlu, Isparta Barosu Başkanı Av. Ünsal Çankaya, İzmir Barosu Başkanı Av. Sefa Yılmaz, Kayseri Barosu Başkanı Av. Ali Köse, Kocaeli Barosu Başkanı Av. Mehmet Gül, Muğla Barosu Başkanı Av. Levent Akgün, Ordu Barosu Başkanı Av. Sibel Torun ve Tekirdağ Barosu Başkanı Av. Egemen Gürcün de katıldı.
Sağkan burada TBB adına yaptığı açıklamada, anayasal düzene meydan okumayı marifet sanan bir yaklaşımla karşı karşıya olunduğunu söyleyerek şöyle konuştu:
“Bundan tam iki ay önce Türkiye Barolar Birliği, Barolarımız ve Türkiye’nin dört bir yanından gelen meslektaşlarımız, hep birlikte, Ankara’da Yargıtay binası önündeydik. Adil yargılanma hakkının teminatı olan bağımsız ve tarafsız yargının içinde bulunduğu durumdan rahatsız olduğumuzu; yargının bağımsızlığını, yurttaşlarımızın adil yargılanma hakkını, kuvvetler ayrılığını ve hukukun üstünlüğünü savunmak üzere toplandığımızı ancak Anayasa’nın temel kavramlarını savunmak üzere bir yüksek yargı makamı önünde bir araya gelmek zorunda kalmanın üzüntüsünü ve kaygısını içimizde en derin şekilde hissettiğimizi ifade etmiştik. Adalet, çözemeyeceği düğümü atmaz; adalet mülkün temelidir sözü yalnızca mahkeme salonunun dekorunun bir parçası olamaz demiştik.
Bu süreçte yargının kurucu unsurlarından savunmayı temsil eden Türkiye Barolar Birliği ve Barolar olarak hukuk devletini, hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığının önemini savunduk.
Bizler, yalnızca Yargıtay önünde Anayasa'dan kaynaklanan demokratik haklarımızı kullanarak değil, aynı zamanda hukuka uygun, rasyonel çözüm önerilerimizle yapılan, yargının bu süreçten çıkarak itibarını nasıl koruyabileceğini de ortaya koyduk. Konunun bütün muhataplarıyla ayrı ayrı görüşmeler gerçekleştirdik. Hem HSK hem de Yargıtay nezdinde disiplinel süreçlerin işlemesi için resmî başvurular yaptık, sürecin hukuki yorum farklılığı gibi değerlendirmelerle basite indirgenecek bir durum olmadığını, Anayasa'nın yok sayılmasının bu topraklarda yaşayan istisnasız tüm yurttaşlarımızın hukuki güvenliği kalmadığı anlamını taşıdığını açıklamalarla kamuoyuyla paylaştık. Maalesef kaygılarımızdaki haklılığımız bir kez daha ortaya çıktı.
Hukukun üstünlüğünü hayata geçirmeyi değil Anayasal düzene meydan okumayı marifet sanan bir yaklaşımla karşı karşıya olduğumuz bugün bir kez daha görülmektedir.
Jüristokrasi, demokratik meşruiyet taşımayan, yargıçların siyasal kararlar verdiği ve hakimiyeti ellerinde tuttukları yargı kararlarına dayanan antidemokratik bir rejimi ifade eder. Yargıtay ilgili ceza dairesi Anayasa'nın açık hükmüne rağmen Anayasa'yı yok sayıyor. Daha açık söylemek gerekirse 5 kişilik bir ceza dairesi olarak Anayasa yapıcıdan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden, hükümetten ve Anayasa'nın bir toplum sözleşmesi olduğu göz önüne alındığında toplumun her bir ferdinden daha güçlü olduğunu söylüyor. Devam ediyor, yasama organına da hesap sorarcasına bir hüküm kuruyor. Yasama organının bir üyesini, milletin iradesini cezaevinde alıkoyuyor. Şimdi sormak gerekiyor: Hangi yüksek yargı organının kararı jüristokrasiyi andırmaktadır?
Şunu artık net olarak ifade etmeliyiz: Mesele yalnızca Hatay Milletvekili seçilen Avukat Can Atalay'ın bireysel başvurusu olmaktan çıkmıştır.
Karşı karşıya olduğumuz durum, şu veya bu mahkemeler arasındaki bir yorum farklılığı meselesi de değildir. Bugün söz konusu olan Yargıtay 3. Ceza Dairesinin yetkisi olmadığı halde bir Anayasa Mahkemesi kararı için hukuki değer ve geçerlilik izafi edilemeyeceği şeklinde gerekçe kurabilmesidir.
Bugün söz konusu olan, Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararında Anayasa Mahkemesini “terör örgütlerinin söylemleri ile uyum” göstermekle itham etmesidir.
Bugün söz konusu olan Anayasa'nın ihlal edilerek Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamak şeklinde karar verilmesi suretiyle Atalay'ın kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, seçilme hürriyetinin ve onu seçen halkın seçme hürriyetinin gasp edilmesidir. Bugün söz konusu olan Yargıtay Ceza Dairesinin Anayasa'ya, hukuka aykırı bir karar vermesi değil, Anayasa'nın yok sayılabileceğini, Anayasa'nın istenildiğinde askıya alınabileceğini; bu güce sahip olunduğunun gösterilmesi suretiyle Anayasal düzene meydan okunmasıdır.
Geldiğimiz aşama itibariyle, haklarında suç duyurusunda bulunduğumuz İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay 3. Ceza Dairesinden talep edilebilecek hukuki bir mesele kalmamıştır. Bugün buradan, diğer Anayasal organlara, kurumlara ve kişilere; Anayasal düzene karşı açıkça suç işleyen heyet üyeleri hakkında gereğinin yapılması görevini hatırlatmak istiyoruz. Anayasal düzeni tanımayan hâkim ve savcılar için disiplin ve ceza soruşturmaları derhal yürütülmelidir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi kararının gereği yerine getirilmeli, Hatay Milletvekili seçilen Şerafettin Can Atalay’ın tahliyesi ve milletvekilliği görevinin gereklerini yerine getirmesi sağlanmalıdır. Can Atalay’ın tutuklu geçirdiği her an, hukuksuzluk daha da büyümektedir.
Bilinmelidir ki, savunma mesleğinin temsilcileri olarak bizler için bu mesele, tarafların kimler olduğuna bakılmaksızın; hukukun üstünlüğünü, hukuk devletini Anayasal düzeni müdafaa meselesidir.
Bugün buradan bir kez daha ilân ediyoruz; İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay 3. Ceza Dairesinin yeni kararlarıyla perçinlenen ve anayasal düzene meydan okuyan bu başkaldırıya geçit vermeyeceğiz. Siyasi hesaplarla alınan kararların yargı sistemimizi ve ülkemizin geleceğini esir almasına asla ama asla izin vermeyeceğiz.”
İstanbul Barosu Başkanı Av. Filiz Saraç da konuşmasında yargı bağımsızlığının önemine vurgu yaparak şunları söyledi:
“Bu karar; kişi hak ve hürriyetlerine telafisi mümkün olmayacak zararlar verdiği gibi; Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı yoksa; Anayasa’nın da kanunların da demokrasinin de bir anlam ifade etmeyeceğini bir kez daha göstermiştir.
Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması ile konu bireysel bir hak ihlali olmaktan çıkmış, bütün yurttaşlarımız açısından da ‘hukuk güvenliği’ sorununa dönüşmüştür.
Anayasa’da yer alan ‘hukuk devleti’ ilkesi hepimizin güvencesidir.
Avukatlar olarak şunu çok iyi biliyoruz ki bir ülkede “hukuk güvenliği” ortadan kalktığında, yurttaşların tüm temel hakları tehlikededir. Dolayısıyla Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin bu kararı yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini hiçe sayan bir karardır.
Toplumlarda hukuksuzlukları yapanlar kadar hukuksuzluklara alışmış kişiler de başka insan hakları ihlallerine ortam oluştururlar. Yaptığımız suç duyuruları, basın açıklamaları, eylemler hukuksuzluğa alışmayacağımızın ve hukuk devletine sonuna kadar sahip çıkacağımızın ilanıdır” dedi.
Hatay Barosu Başkanı Av. Erhan Nizamoğlu da yaptığı konuşmada, kararın Anayasa'ya, hukuka ve demokrasiye olduğunu kaydederek, Hatay halkının iradesiyle seçilen Atalay'ın yerinin TBMM olduğunu söyledi.