Haciz veya iflâs riskinin baş göstermesi üzerine borçlular zaman zaman alacaklılardan mal kaçırma yoluna tevessül etmektedir. Bu durumu öngören kanun koyucu borçluların bu amaçla yaptıkları tasarruflar nedeniyle alacaklıların zarar görmesini engellemek üzere tasarrufun iptali davasını/kurumunu ihdas etmiştir. Bu dava sayesinde borçlu tarafından yapılan ve esasen hukuken geçerli olan bir takım tasarrufların alacaklı (davacı) açısından geçersiz sayılması mümkün hâle gelme ve davacı cebri icra yolu ile alacağını elde etme imkânına kavuşmaktadır.
Tasarrufun iptali davasının dinlenmesi için aciz belgesinin varlığı ittifakla kabul edilen bir dava şartıdır. Bununla birlikte, Yargıtay bugüne kadar vermiş olduğu kararlarla tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için başka bir takım koşulların daha gerçekleşmesini aramıştır. Bunlardan biri alacaklının borçluya karşı başlatmış olduğu takibin kesinleşmiş olması, diğeri davacının/alacaklının dayandığı alacağın iptali istenen tasarruftan önce doğmuş olması, üçüncüsü ise alacaklının alacağının gerçek olmasıdır.
Bu yazıda üzerinde durmak istediğimiz husus alacağın gerçek olup olmadığının davaya bakan mahkemece re’sen mi yoksa taraflardan birinin bu iddia etmesi üzerine mi inceleneceğidir. Yargıtay’ın her iki yönde de kararları vardır. Gerçekten de bazı kararlarında tasarrufun iptali davası açan davacının/alacaklının alacağının gerçek olup olmadığının davaya bakan mahkeme tarafından re’sen araştırması gerektiğini içtihat etmiştir. Örnekler:
“… Borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, her zaman takip konusu alacağın gerçek bir alacak, yani davacının gerçekten alacaklı, borçlunun da gerçekten borçlu olduğunu göstermez. Borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olmasına rağmen davacının gerçekten alacaklı olup olmadığının mahkemece re’sen değerlendirilmesi gereklidir. Yapılacak iş, borçlu şirket ile davacı alacaklı arasındaki takip konusu çek düzenlenmesini gerektirecek bir alacak borç ilişkisinin bulunup bulunmadığını, gerekirse tacir olan borçlunun ticari defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak…”.[1]
“… Davacı alacaklı vekili, borçlu davalı… hakkında takip başlatıldığını, borçlunun alacağı karşılayacak mal varlığı bulunmadığı ve hakkındaki takipleri sonuçsuz bırakmak için dava konusu taşınmazın ½ hissesini 09.01.2009 tarihinde borçlu şirketin en büyük hissedarı… ‘in bacanağı davalı …’a, onun da diğer davalı … devrettiğinden bu devirlere ilişkin tasarrufun iptaline karar verilmesini istemiştir… Borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olmasına rağmen davacının gerçekten alacaklı olup olmadığının mahkemece re’sen değerlendirilmesi gerekir… Yapılacak iş, borçlu şirket ile davacı alacaklı arasındaki takip konusu çek düzenlenmesini gerektirecek bir alacak ilişkisinin bulunup bulunmadığı, gerekirse tacir olan borçlunun ticari defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak…” .[2]
Yargıtay başka bir takım kararlarında ise (çok açık olmamakla birlikte) davacının/alacaklının gerçek bir alacağa sahip olup olmadığının davalılarca ileri sürülmesi gerektiğini belirtmiştir:
“Davacının özelliği gereği dinlenebilmesi için öncelikle davacının gerçek bir alacağının bulunması, tasarrufta bulunan kişinin gerçekten borçlu olması gerekir. Bu nedenle iptal davasında davalı 3. kişi aciz belgesine bağlanan alacağın gerçekte olmadığını borçlu ile alacaklı arasında muvazaa bulunduğunu savunabilir ve ispatlayabilir… Davalı 3. kişi davacının borçludan alacaklı olmadığını savunursa mahkemece bu savunmanın araştırılması gerekir…”.[3]
“… (B)u tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, dava ön koşuludur. Eğer davalı 3. kişi, borçlunun alacaklıya gerçek bir borcu olmadığını iddia ediyorsa bu durumda öncelikle tasarrufta bulunanın borçlu sıfatı çözümlenmelidir… Somut olayda, davalı 3. kişi vekili, takip konusu alacağın gerçek bir alacak olmadığını, takip konusu alacağa ilişkin temel ilişkinin davacı tarafından açıklanması ve ispatlanması gerektiğini, borçlu ile aralarındaki davalar ve takipler sonrası eldeki davanın açıldığını belirterek bu yöndeki delillerin toplanması gerektiğini savunmuştur. Mahkemece davalı 3. kişi vekilinin bu yöndeki savunması üzerinde durularak davacı vekilinden bu yöndeki açıklamaları ve delillerinin sorulması…”. [4]
“… Somut olayda, davalı… kişi … vekili, diğer savunmaları yanında takip konusu alacağın gerçek bir alacak olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece davalının bu yöndeki savunması üzerinde durularak takip konusu alacağın gerçek bir alacak olup olmadığı belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmemiştir. O halde davalının bu yöndeki savunması doğrultusunda davacı ve davalı delillerinin toplanması…”.[5]
Yukarıda yer verilen örneklerde de görüldüğü üzere Yargıtay bazı kararlarında davacının/alacaklının gerçek bir alacağının bulunup bulunmadığının mahkeme tarafından re’sen araştırılması gerektiğini vurgulamış, buna karşılık, başka bazı kararlarında ise bunun için davalı tarafın bunu iddia etmesini aramıştır. Medeni muhakeme hukukunda esas olan mahkemelerin pasifliğidir. Dava malzemesini, yani iddiayı/savunmayı ve delilleri taraflar ileri sürer; öyle ki, mahkeme bunları hatırlatacak hallerde dahi bulunamaz (HMK m.25). Doktrinde egemen olan ve bizim de katıldığımız görüşe göre tasarrufun iptali davası mahkemeden istenen hukuki korumaya göre eda davasıdır. Kanun’da mahkemenin bu davada incelemesini re’sen yapacağına ilişkin bir hükme de yer verilmiş değildir. Bu nedenle tasarrufun iptali davalarında tarafların iddia yahut savunmalarının davayı gören mahkeme tarafından re’sen araştırılması söz konusu değildir. Davacının gerçek bir alacağının bulunmadığını davalılardan biri, yani borçlu veya üçüncü kişi ileri sürmelidir. Gerçekten de davacı, davalı konumundaki borçludan gerçekten alacaklı olmayabileceği gibi davalı borçlu ile anlaşmak suretiyle diğer davalı üçüncü kişiyi de zarara uğratabilir. Davalıların böyle bir iddiası var ise bunu ileri sürmüş olmaları gerekir. Meğerki ortada dosya kapsamından anlaşılabilen bir itiraz sebebi olsun. Yapılan yargılama neticesinde davacının/alacaklının gerçekten de alacağının olmadığı saptanırsa davacı sıfatının bulunmadığı gerekçesiyle dava esastan reddedilecektir.[6]
Özetle, kanaatimizce, Yargıtay’ın davacının/alacaklının gerçekten alacağının olup olmadığının tasarrufun iptali davasını gören mahkeme tarafından re’sen araştırılması gerektiğine yönelik kararları hatalıdır.
Av. Dr. Cenk AKİL
---------------
[1] Yarg. 17. HD, 24.05.2016, E. 2016/11364, K. 2016/6282.
[2] Yarg. 17. HD, 12.04.2016, E. 2016/14267, K. 2016/4635. Benzer şekilde: Yarg. 17. HD, 07.06.2016, E. 2014/20994, K. 2016/6940.
[3] Yarg. 17. HD, 25.10.2016, E. 2014/18010, K. 2016/9337
[4] Yarg. 17. HD, 14.02.2017, E. 2014/23545, K. 2017/1450.
[5] Yarg. 17. HD, 07.03.2017, E. 2015/10146, K. 2017/2457.
[6] Hakan Albayrak, “Tasarrufun iptali davalarında Yargıtay tarafından kabul edilen özel dava şartları”, AÜHFD, Yıl: 2015, C. 64, S. 4, s. 931 vd. Karş. Taner Emre Yardımcı, Tasarrufun İptali Davası, Ankara 2024, s. 129-133.