Kamuoyunda infial uyandıran birçok olayda failin daha önce işlediği suç sayılarına ilişkin bilgiler yazılmakta ve bunlar sosyal medyada hızla yayılmaktadır.

Olayın infial uyandırıcılığının yanına, failin daha önce işlediği iddia edilen suç sayısının yüksekliği eklendiğinde, toplumsal hınç da artmaktadır. Öyle ki, bu hınç ve sosyal medya tepkisi bazı olaylarda maddi hakikatin ve ceza adaletinin önüne geçebilmektedir.

Bu nedenle kamuoyuna mal olmuş olaylarda; faillerle ilgili verilen suç kaydı istatistiğinin ne olduğu ve bu sayıların yargılamanın hangi aşamalarını veya sonuçlarını içerdiğinin netleştirilmesi önem taşımaktadır. Bu belirsizliğin giderilmediği her durum, çok sayıda suç işleyen ve buna ilişkin “suç kaydı” bulunan bir kişinin nasıl olup da dışarıda özgürce dolaşabildiği sorusunu ve adalet sisteminin tümüne ilişkin şüpheleri gündeme getirmektedir.

Suç kaydı ile kastedilen, kişi hakkında açılan sayısı mıdır? Henüz kesinleşmemiş mahkumiyet kararı mıdır veya kesinleşmiş, ancak infaz düzenlemeleri nedeniyle cezaevinde infaz edilememiş mahkumiyet kararları mıdır?

Suç Kaydı Nedir?

Öncelikle suç kaydı ile akla, adli sicil kaydı (sabıka kaydı) ve arşiv kaydı gibi kavramlar gelse de “suç kaydı” bu kavramlardan farklıdır. Sabıka kaydı ile suç kaydı veya Polis ve Jandarma Teşkilatlarının bilgi notlarında yer alan suç kayıtlarını birbirinden ayrı değerlendirmek gerekir. Sabıka kaydı bir suçun işlendiğinin kesinleştiğini gösterirken, suç kaydı için aynı tespit yapılamaz.

“Sabıka kaydı”; 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu gereğince, kesinleşmiş ceza ve güvenlik tedbirlerine mahkumiyete ilişkin otomatik işleme tabi tutan bir yöntem kullanılarak toplanmasını, sınıflandırılmasını, değerlendirilmesini, muhafazasını, gerektiğinde ilgililere bildirilmesini ve süresi dolduğunda silinmesini mümkün kılan sisteme denir. “Sabıka kaydı” olarak da bilinen “adli sicil kayıtları/bilgileri”; mahallinde bilgisayar ortamına aktarılarak, Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nde tutulur.

Suç kaydı denildiğinde ise; toplumda, Genel Bilgi Toplama (GBT) kaydı olarak bilinen kayıtlar anlaşılmaktadır. GBT kayıtlarının mevzuattaki tam adı ise Kaçakçılık İstihbarat, Harekat ve Bilgi Toplama (KİHBİ) Şahıs Programıdır. Bu Program, İçişleri Bakanlığı Kaçakçılık İstihbarat, Harekat ve Bilgi Toplama Dairesi Başkanlığı tarafından tutulur. Sabıka kaydı kesinleşmiş mahkeme kararlarının tutulduğu Adalet Bakanlığı’na ait bir sistem iken, KİHBİ önleyici/idari kolluk olarak İçişleri Bakanlığı tarafından tutulan bir sistemdir. Her sabıka kaydı KİHBİ’de yer alır, fakat KİHBİ’de yer alan her bilgi sabıka kaydında yer almaz.

KİHBİ Şahıs Programı şu şekilde tanımlanmıştır: “(…) Anayasa düzenine ve genel güvenliğe dair önleyici ve koruyucu tedbirleri almak üzere; suç işlemesi sebebiyle aranmasına karar verilen, kaybolan, yakalansalar dahi bazı suçları işlemiş olan, kamu haklarından yararlanmaları konusunda sınırlama getirilen kişiler ile çalınan, kaybolan, gasp edilen veya bir olaya karışmaktan dolayı aranan ve müsaderesine karar verilip de ele geçirilemeyen motorlu taşıtların, ateşli silahların ve kimliği ispata yarayan her türlü belgelerin, güvenlik kuvvetleri ile görevli kuruluşlar arasında koordinasyon sağlamak suretiyle kayıtlarının tutulması ve bu kuruluşlar arasında iletişimin sağlanması amacıyla oluşturulmuş bir programdır[1].

Bu şekilde tanımlanan KİHBİ kayıtlarının dayanağı ise KİHBİ Bilgi Toplama Yönergesidir[2]. Bu Yönergenin “hizmete özel” olması sebebiyle kamuya açık olmadığı belirtilmiştir[3].

KİHBİ Bilgi Toplama sistemine ilişkin ilk etapta yapılabilecek bazı tespitler şu şekildedir:

1- Kişisel veri olduğunda kuşku bulunmayan bu kayıtların tutulma, saklanma ve silinme koşullarının Yönerge ile düzenlenmesi yerine, Kanunla düzenlenmesi gerekmektedir. Nitekim Kamu Denetçiliği Kurumu’nun da kararları bu yöndedir[4].

2- Bu sistemde tutulan kayıtların, doğrudan kişi hakkında kesinleşmiş veya kesinleşmemiş bir mahkumiyet kararı verilmesi şeklinde anlaşılması mümkün değildir. Çünkü sistemde kaydı tutulan kişiler “suç işlemesi sebebiyle aranmasına karar verilen, kaybolan, yakalansalar dahi bazı suçları işlemiş olan, kamu haklarından yararlanmaları konusunda sınırlama getirilen kişiler ile çalınan, kaybolan, gasp edilen veya bir olaya karışmaktan dolayı aranan” olarak tanımlanmıştır. Bu durumda; KİHBİ sisteminde bulunan kayıtların kişi hakkında verilen mahkumiyet kararlarından daha geniş olduğu, bir suça karışma iddiasının veya arama kaydının bulunmasının yeterli olduğu anlaşılmaktadır.

3- KİHBİ kayıtlarının silinmesi, yapılan yargılamanın sonuçlarına göre değişmektedir: Yönergenin 16. maddesinin b fıkrası; Yönergenin 9/b maddesinin bentlerinde yazılı suç sayılan fiilleri işleyenler hakkında adli makamlarca, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın düşmesi veya dava zaman aşımı nedeniyle davanın ortadan kaldırılmasına karar verilmiş ve kararın kesinleşmiş olması halinde kaydın iptal edileceğini, Yönergenin 9/b maddesinde yazılı suçlardan, hüküm giymiş olanların ölümleri veya mahkemelerce gaiplik kararı verilmesi halinde açılmış olan bilgi formlarının iptal edileceğini ve 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenen suçlar nedeniyle haklarında, 4616 sayılı Kanun gereği kamu davasının ertelenmesi kararı verilenlerin, ertelenmiş kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmesi halinde tutulmakta olan kayıtları iptal edileceğini, suç kaydı silindikten sonra Yönergenin 9/b maddesindeki suçlardan birini işlediği tespit edilenlerin, işlemiş olduğu silinen suç kaydının tekrar programa girileceğini hüküm altına almıştır[5]”.

Belirtmeliyiz ki; kayıtların silinmesi için kesinleşen beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın düşmesi veya dava zamanaşımı nedeniyle davanın ortadan kaldırılmasına dair kararın, kararı veren adli merciden alınması ve bu karar ile birlikte İçişleri Bakanlığı Genel Bilgi Toplama Daire Başkanlığı’na başvuruda bulunulması gerekmektedir.

4- KİHBİ sisteminde bulunan kayıtlar önleyici/idari kolluk nezdinde tutulmakta olup, Adli Kolluk Teşkilatı bulunmadığından, soruşturma sonrasında başlayan kovuşturma aşaması ile ilgili kopukluklar, bilgi eksiklikleri, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı kayıtlarının birbirini tutmaması gündeme gelebilmektedir:

Bir şahıs hakkında soruşturma sürecinin başlamasından, yargılamanın yapılması ve bir mahkumiyet kararı verilmesi halinde bunun infazına kadar geçen süreç bütüncül şekilde takip edilmemektedir. Adli Kolluk Teşkilatı olmadığı için, soruşturmadan sonra başlayan kovuşturma kısmının kolluk birimleri (polis, jandarma, gümrük muhafaza, orman muhafaza veya sahil güvenlik görevlileri) tarafından takip edilmediği, uygulamada çoğunlukla adli kolluk süreci başladığında kolluğun amiri olarak soruşturmayı yürüten ve iddianameyi yazan Cumhuriyet savcısı ile kovuşturma aşamasında duruşmaya ve celselere katılan Cumhuriyet savcısının farklı olduğu, dolayısıyla soruşturma aşamasında bulunan kolluk görevlileri ile Cumhuriyet savcısı arasında bağın koptuğu görülmektedir. Bu durum, aslında bir bütün olan yargılama safahatının aşamalarda bölünmesine ve takibin zorlaşmasına yol açmaktadır.

Bir şahsın şüpheli olarak yakalanması kolluk güçleri tarafından, soruşturma süreci bir Cumhuriyet savcısı tarafından, kovuşturma süreci ise farklı bir Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülmekte, yargılama sürecinin uzamasıyla birlikte, suç şüphesi ile yakalanan kişinin akıbetini takip etmek güçleşmektedir.

Yargılama safahatındaki bu kopukluk, KİHBİ kayıtlarındaki dağınıklığa sebep olmaktadır. Esasen bugüne kadar gündeme gelen, ama sürekli üstü kapatılan sorun; kolluk birimlerinin “bakın bu kadar suç kaydı var, elini kolunu sallaya sallaya dışarıda dolaşıyor, biz ne yapalım, adliye bırakıyor” demesinden kaynaklı sebeple, idari kolluk ile adli makamlar arasında yaşanan bu sorun yaşanan son olaylarla gün yüzüne çıkmıştır. Kolluk her işlem yaptığının tutuklanmasını, cezalandırılmasını ve hapse atılmasını isterken, soruşturma ve kovuşturma makamlarında bulunan Cumhuriyet savcıları ve hakimler için bunun mümkün olmayacağı, iddianın somut delillerle ispatlanması gerektiği, şüphelinin ve sanığın haklarının olduğu tartışmasızdır. Adli makamlar da, sürekli olarak kolluğun “biz yakalıyoruz, Cumhuriyet savcısı ve hakim bırakıyor” demesinden rahatsızlık duymaktadır. Çünkü yargı bir sonuçtur ve önemli olan suçların önlenmesidir, önlenemeyen suçlar bakımından da gerekli tüm delillerin toplanması suretiyle dosyaların adli makamlara usule uygun şekilde intikal ettirilmesidir. Hukuk devletinde otomatik olarak, polisin ve jandarmanın önüne getirdiği her olaydan dolayı tutuklama ve mahkumiyet kararları verilebilmesi mümkün değildir. Hukuk düzeninin korunmasında, suçların önlenmesinde, suç işleyenlerin cezalandırılmasında ve uslandırılmasında; yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirini tamamlayan kusurları vardır. Bu kusur, ne sadece adli teşkilatın ve ne de sadece polisin veya jandarmanın üzerine yıkılabilir. Çıkarılan kanundan tutun da, suçun işlenmesinin önlenmesi konusunda alınması gereken önlemlere, bireyleri suça iten meselelerin çözümüne, kırık pencere/cam metodu olarak bilinen suça karşı sıfır tolerans politikasının uygulanmamasına kadar, asayişin sağlanması hususunda sorunlarla karşı karşıya kalınabilmektedir.

5- Bu sistemde tutulan kayıtların ve suç kaydı kavramının mahkumiyetle özdeşleştirilmemesi gerektiğinin tespiti şu açılardan önemlidir:

“Suç kaydı” sayısı ile kişi hakkında yapılan yargılama ve verilen mahkumiyet kararları anlaşıldığında; bütünüyle adalet sisteminin çarpık işlediği, suç işleyen kişilerin hiçbir kurala ve denetime tabi olmaksızın topluma karıştığı algısı oluşmaktadır.

Elbette infaz düzenlemeleri ile toplumda cezasızlık algısı oluştuğu, yeniden suç işleme potansiyeli olan kişilerin ıslah olmadan topluma karıştığı gerçeği bu tespitten ayrı tutulmalıdır.

Cezasızlık algısının kişileri suç işleme konusunda daha rahat kıldığı açıktır. Ancak sistemde var olan sorunlar ile KİHBİ veya suç kayıtlarının adalet sistemi üzerinde oluşturduğu haksız intibalar da ayrıştırılmalıdır.

Suçun önlenmesi ve suçlu ile mücadele bakımından yegane yetkili idare Adalet Bakanlığı olmadığı gibi, yargı erkini temsil eden Cumhuriyet savcılarını ve mahkemeleri, asayişi korumakla yükümlü tutmak mümkün değildir. Burada; suçu etkileyen iç ve dış faktörler ile suçu işlemeyi kolaylaştıran unsurların önüne geçmekle yükümlü olan İçişleri Bakanlığı, gençlerin eğitiminden öğreniminden sorumlu olan Milli Eğitim Bakanlığı, sosyal politikaları düzenleyip takip eden Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın da görev, sorumluluk ve yetkileri hatırda tutulmalıdır.

Cezanın son çare ve aşama olması gerektiği, esas olanın suçun işlenmesinin önlenmesi olduğu, bu nedenle en hafif suça bile müdahale edilerek daha ağır suçların işlenmesinin önüne geçilmesini, delillerin hızlı bir şekilde ortaya koyularak failin cezalandırılmasını ve topluma da suçun cezasız kalmadığının gösterilmesini öngören kırık pencere metodunun benimsenmesi gerektiği unutulmamalıdır.

SONUÇ

Suç kaydı ile KİHBİ sisteminde yer alan kayıtlar kastedilmektedir. Bu kayıtların tutulması, saklanması ve silinmesi bir Yönerge ile düzenlenmiştir. Bu konunun bir Yönerge ile düzenlenmesi, Anayasa m.20/3’ün güvencesi altında bulunan kişisel verilerin korunması hakkı bakımından sorunludur.

Suç kaydı ile mahkumiyet hükmünden daha geniş bir kavram kastedildiği için, salt bu kayıt sayısının fazla olmasından hareketle mahkemelerin ve adalet sisteminin suçlarla mücadele etmediği, keyfi şekilde suçluları topluma serbest bıraktığı gibi bir algının oluşması doğru olmayacaktır.

Belirtmeliyiz ki; soruşturma ile kovuşturma aşamalarının birbirinden kopuk yürütülmesi ve soruşturma tamamlandıktan sonra dosyanın akıbetinin takip edilmemesi, kolluk yönünden “biz yakalıyoruz, adliye veya cezaevi bırakıyor” görüşünü ortaya çıkarmaktadır. Uygulamadaki bu kopukluk; kırık pencere metodunun etkin şekilde işletilememesine ve uslandırma, caydırma ve ödetmenin gerçekleşmemesine yol açmaktadır. Bu sorunun giderilmesi için tek bir bakanlığı yükümlü tutarak sonuç sorumluluğuna gitmek, suçu önlemek ve kırık pencere metodunu uygulamak için tüm bakanlıkların birlikte çalışması gerektiğini gözardı etmek anlamına gelecektir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Arş. Gör. Kasım Ocak

Av. Doğa Ceylan

(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

--------------

[1] Kamu Denetçiliği Kurumu Kararı, B. No: 2019/4234, T. 23.08.2019, para. 13.

[2] Sözkonusu Yönerge’ye işbu yazının yazıldığı 24.09.2024 tarihinde Kaçakçılık İstihbarat, Harekat ve Bilgi Toplama Dairesi Başkanlığı’nın internet sitesinde yer alan şu linkten ulaşılamamıştır: https://www.icisleri.gov.tr/ortak_icerik_eski/kihbi/Y%C3%96NERGE%20VE%20BENZER%C4%B0.docx

[3] AYM, Bülent Kaya Başvurusu, B. No: 2013/2941, T. 11.05.2016, para. 19.

[4] Kamu Denetçiliği Kurumu Kararı, B. No: 2017/9518, T. 29.11.2018, para. 27; Kamu Denetçiliği Kurumu Kararı, B. No: 2019/4234, T. 23/08/2019, para. 15.4.

[5] Kamu Denetçiliği Kurumu Kararı, B. No: 2019/4234, T. 23/08/2019, para. 17.1.