Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda hükmettiği tazminat tutarları ile karşılaştırıldığında derece mahkemelerince hükmolunan tazminat tutarının önemli ölçüde az olduğu, buna göre başvurucunun manevi zararları yönünden yeterli bir giderimin sağlanmadığı sonucuna ulaşıldığı takdirde bu türde şikâyetlerin ihlal kararı ile sonuçlanması mümkündür.
İlgili Karar:
♦ (Kemalettin Rıdvan Yalın, B. No: 2014/6220, 18/7/2019)
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
KEMALETTİN RIDVAN YALIN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/6220) |
|
Karar Tarihi: 18/7/2019 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
Raportörler |
: |
Melek KARALİ SAUNDERS |
|
|
Sinan ARMAĞAN |
Başvurucu |
: |
Kemalettin Rıdvan YALIN |
Vekili |
: |
Av. Cem GÖK |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; gösteri yürüyüşü yapan gruba müdahale eden polis memurunun açtığı ateş sonucu meydana gelen yaralanma neticesinde ortaya çıkan maddi ve manevi zararın giderilmesi talep edilen tam yargı davasında yeterli bir tazminata hükmedilmemesi nedeniyle eziyet yasağının, gözaltı süresinin aşılması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Agos gazetesi yazarı Hrant Dink'in ölümünün birinci yıl dönümü nedeniyle çalıştığı gazetede 19/1/2008 tarihinde bir toplantı düzenlenmiştir.
10. Sayısının 3.000-3.500 olduğu tahmin edilen göstericiler, toplantıdan sonra sloganlar eşliğinde Taksim Meydanı'na doğru yürüyüşe geçmiştir.
11. Kolluk görevlileri tarafından tutulan tutanağa göre yürüyüşün bir aşamasında göstericilerden bazıları taş, şişe gibi maddelerle polislere, etraftaki dükkânlara ve mutat seferini yapan tramvaya saldırmıştır.
12. Meydana gelen taşkınlığın önlenmesi amacıyla olay yerine gelen polis ekibinde yer alan bir görevlinin silahıyla ateş açması sonucunda başvurucu, sağ diz kapağının altından yaralanmış; bacağında tibia kırığı meydana gelmiştir.
13. Yaralanmasının ardından başvurucu, yakında bulunan bir mağazaya sığınmış; çağrılan acil servis ekibi tarafından Taksim İlk Yardım Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülmüştür.
14. Bu arada başvurucu ile birlikte olaylara aktif şekilde katıldığı düşünülen toplam 15 kişi, saat 19.30 itibarıyla kolluk tarafından gözaltına alınmıştır.
A. Başvurucu ile İlgili Olarak Yapılan İşlemler
1. Tedavi süreci
15. Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen 29/1/2008 tarihli sağlık kurulu raporunda; başvurucunun 19/1/2008 tarihinde ateşli silah yaralanmasına bağlı sağ tibia kırığı nedeniyle Hastanelerinin Acil Servisine getirildiği, kendisine uzun bacak alçı uygulandığı ve 25/1/2008 tarihinde taburcu edildiği belirtilerek iki ay süreyle istirahatinin uygun olduğu değerlendirmesine yer verilmiştir.
16. Aynı Hastane tarafından düzenlenen 1/4/2008 tarihli sağlık kurulu raporunda; 28/3/2008 tarihinde yapılan kontrolde bacaktaki kaynamanın yetersiz olduğunun saptandığı, bu nedenle tekrar kontrol edilmek üzere istirahatinin 28/4/2008 tarihine kadar uzatılmasının uygun görüldüğü hususlarına yer verilmiştir.
17. Bu tarihten sonra muhtelif sağlık kuruluşlarına yaptığı başvurular üzerine düzenlenen sekiz ayrı raporla başvurucunun istirahat süresi 26/11/2008 tarihine kadar uzatılmıştır.
18. Başvurucunun 26/11/2008 tarihinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Beyoğlu Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından yapılan muayenesi üzerine düzenlenen raporda;
i. Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 29/1/2008 tarihli raporunda, ateşli silah yaralanması ile gelen başvurucuda sağ tibia kırığının saptandığı,
ii. Bu durumun başvurucunun hayatını tehlikeye sokmadığı,
iii. Yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilecek ölçüde hafif olmadığı,
iv. Kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisinin ağır (5) derecede olduğu yönünde görüş bildirilmiştir.
2. Ceza Yargılaması Süreci
19. Kendisiyle birlikte gözaltına alınan diğer 14 kişinin 20/1/2008 tarihinde serbest bırakılmasına rağmen başvurucunun tedavi altında olması nedeniyle bu tarihte Cumhuriyet Başsavcılığına getirilemediğinin, gözaltı süresinin sona ermesine rağmen serbest bırakılmadığının anlaşılması üzerine Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı, Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne yazdığı 24/1/2008 tarihli müzekkereyle başvurucunun derhâl serbest bırakılması talimatını vermiştir. Talimat uyarınca başvurucu aynı gün serbest kalmıştır.
20. Başvurucu ve onunla birlikte gözaltına alınan kişiler hakkında kamu malına zarar verme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etme isnadıyla İstanbul 22. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.
21. Yapılan yargılama sonunda 5/12/2011 tarihinde başvurucunun -atılı suçları işlediği subuta ermediğinden-beraatine karar verilmiştir.
22. Karar, başvurucu yönünden temyiz edilmediğinden 13/12/2011 tarihinde kesinleşmiştir.
B. Başvurucuyu Yaralayan Kolluk Görevlisi Hakkında Yürütülen Ceza Kovuşturması
23. Başvurucunun yaralanmasına yol açan kolluk görevlisi hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçu nedeniyle kamu davası açılmıştır.
24. İstanbul 18. Asliye Ceza Mahkemesinde yürütülen yargılama sonucunda, ölüm olayının yıl dönümünde toplanan grubun Beyoğlu İstiklal Caddesi'ne doğru yürüyüşe geçtiği, burada tedbir alan polis memurlarının kalabalığı uyarmasına rağmen yürüyüşe devam etmesi ve polis memurlarına direnmesi üzerine sanık polis memurunun silahı ile göstericileri engellemek için hedef gözetmeksizin ateş ettiği ve bunun sonucunda başvurucunun sağlık raporunda belirtildiği şekilde yaralandığı, olayda silah kullanmaya ilişkin şartların oluşmadığının ve zor kullanma yetkisinin aşıldığının anlaşılması karşısında atılı suçun işlendiğinin sabit olduğu gerekçesiyle sanığın 1 yıl 5 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş ve hükmün açıklanması geri bırakılmıştır.
25. Başvurucu vekilleri tarafından karara karşı İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yapılan itiraz 2/8/2012 tarihinde reddolunmuş ve karar kesinleşmiştir.
C. Başvurucunun Yaralanması Sonucunda Uğradığını İddia Ettiği Zararların Tazminine Yönelik İdari Dava Süreci
26. Başvurucu; olayların yaşandığı sırada Taksim'de tesadüfen bulunduğunu, kolluk görevlileri tarafından sebepsiz bir şekilde ve doğrudan üzerine ateş edilmesi sonucunda yaralandığını, acil servise getirildiğinde polis memurları tarafından sorgulandığını ve hastanede kaldığı beş gün boyunca fiilen gözaltında olduğunu iddia ederek bu eylemler sonucunda maruz kaldığı maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemiyle 27/5/2008 tarihinde İçişleri Bakanlığına başvurmuştur. Başvurunun reddi üzerine aynı istemle İstanbul 6. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açarak 10.000 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.
27. İstanbul 6. İdare Mahkemesi Hâkimliği 31/12/2012 tarihli kararıyla, başvurucunun yaralanması nedeniyle idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla dava açılmışsa da başvurucunun toplantıya katıldığı, başvurucu alanda gösterici grupla birlikte bulunmasının tamamen tesadüf olduğunu ileri sürmüşse de uzun bir süre göstericilerle aynı yönde yürüdüğü anlaşılan başvurucunun gösterilere katılan ve polise saldıran grubun içinde yer aldığı sonucuna varıldığı, yaşanan olay nedeniyle "Cumhuriyet Savcısının emri ile gözaltında tutulduğu", polisin olayla ilgili olarak başvurucunun ifadesine başvurmasının görevi olduğu, bunun dışında kolluk tarafından başvurucuya hakaret edildiği yönünde herhangi bir tanığın ya da ifadenin bulunmadığı, hastanede bulunduğu süre boyunca kapısında kolluk bulunmasının başvurucunun güvenliğinin sağlanmasına yönelik olduğu, buna göre zararla idarenin eylemi arasında nedensellik bağı bulunmadığından kusurlu veya kusursuz sorumluluk ilkelerine dayanılarak idarenin sorumluluğuna hükmedilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
28. Karara karşı yapılan itirazı inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 10/7/2013 tarihli kararıyla, başvurucunun yaralanmasına sebep olan polis memuru hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama isnadıyla açılan ceza davasında Mahkemenin fiili sabit gördüğü ve sanığın cezalandırılmasına, ayrıca iyi hâli dolayısıyla hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdiği, öte yandan başvurucu hakkında kamu malına zarar verme isnadıyla açılan davada sanıkların müsnet suçu işlediklerinin sübuta ermediği gerekçesiyle ayrı ayrı beraatlerine karar verildiğini dikkate alarak olayda hizmeti yürüten kamu görevlisinin görev kusuru nedeniyle davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varıldığından oluşan zarardan davalı idarenin sorumlu olduğu, maddi zarar iddialarına ilişkin herhangi bir belgenin dava dosyasına sunulmadığı, manevi zararlar yönünden ise olayın oluşuna göre başvurucunun da katkısı dikkate alınarak takdiren 2.500 TL manevi tazminat ödenmesinin hakkaniyete uygun olduğu gerekçesiyle kararın maddi tazminat talebinin reddine ilişkin kısmın belirtilen gerekçeyle onanmasına, manevi talep isteminin kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme, başvurucunun haksız olarak gözaltında tutulmasından kaynaklanan tazminat talebi hakkında herhangi bir değerlendirme yapmamış; hükmolunan manevi tazminat tutarı için 15/7/2008 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesini öngörmüştür. Davalı idare tarafından başvurucu aleyhine hükmedilen vekâlet ücretinin tahsili amacıyla icra takibi yapılmış ve başvurucudan 890 TL tahsil edilmiştir.
29. Başvurucunun kararın reddine ilişkin kısmına karşı kararın düzeltilmesi kanun yoluna yaptığı başvuru 26/2/2014 tarihinde reddolunmuş ve karar kesinleşmiştir.
30. Nihai karar 1/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 30/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
31. 2911 sayılı Kanun’un “Toplantı veya gösteri yürüyüşünün dağıtılması” kenar başlıklı 24. maddesi olay tarihinde yürürlükte olan şekliyle şöyledir:
"Kanuna uygun olarak başlayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra 23 üncü maddede belirtilen kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması sebebiyle, Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü haline dönüşürse:
a) Hükümet komiseri toplantı veya gösteri yürüyüşünün sona erdiğini bizzat veya düzenleme kurulu aracılığı ile topluluğa ilan eder ve durumu en seri vasıta ile mahallin en büyük mülki amirine bildirir.
b) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya acele hallerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir.
Bu amir, topluluğa Kanuna uyularak dağılmalarını, dağılmazlarsa zor kullanılacağını ihtar eder. Topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır. Bu gelişmeler hükümet komiserince tutanaklarla tespit edilerek en kısa zamanda mahallin en büyük mülki amirine tevdi edilir.
(a) ve (b) bentlerindeki durumlarda güvenlik kuvvetlerine karşı fiili saldırı veya mukavemet veya korudukları yerlere ve kişilere karşı fiili saldırı hali mevcutsa, ihtara gerek olmaksızın zor kullanılır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşüne 23 üncü madde (b) bendinde yazılı silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların bulunması halinde bunlar güvenlik kuvvetlerince uzaklaştırılarak toplantı ve gösteri yürüyüşüne devam edilir. Ancak, bunların sayıları ve davranışları toplantı veya gösteri yürüyüşünü Kanuna aykırı addedilerek dağıtılmasını gerektirecek derecede ise yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşüne silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların tanınması ve uzaklaştırılmasında düzenleme kurulu güvenlik kuvvetlerine yardım etmekle yükümlüdür.
Toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik kuvvetleri mensupları, olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine haber vermekle beraber, mevcut imkanlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya müdahale eden güvenlik kuvvetleri amiri, topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılıcakları ihtarında bulunur ve topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır."
32. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Gözaltı" kenar başlıklı 91. maddesinin (1), (3) ve (5)numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.
...
(3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.
...
(5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir."
B. Uluslararası Hukuk
1. Sözleşme Hükümleri
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:
“Madde 3 - İşkence yasağı
Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”
34. Sözleşme'nin 5. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
...
c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;
...
5. Bu madde hükümlerine aykırı bir yakalama veya tutma işleminin mağduru olan herkes tazminat hakkına sahiptir."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı
35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).
36. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).
37. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007,§ 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
38. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90-91).
39. Öte yandan Sözleşme'ye taraf devletlerin 3. madde kapsamındaki usule ilişkin yükümlülüklerinin ikinci boyutu, hakkın ihlalinin gerçekleştiğinin tespit edildiği noktada mağduruna ulusal düzeyde yeterli bir giderim sağlanmasını gerektirmektedir. AİHM, ihlal iddiaları hakkında yapılacak soruşturmanın etkili ve kapsamlı olmasının yanı sıra gerekli olduğunda devletin kötü muamele mağdurlarına yeterli tazminat sağlama veya en azından maruz kaldığı kötü muamelenin yol açtığı zararın giderimi için yeterli olanaklar sunmak zorunda olduğuna dikkat çekmektedir (Gäfgen/Almanya, §§ 116-118).
40. AİHM'e göre Sözleşme'nin 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasında öngörülen tazminat hakkı, ulusal bir makam veya Sözleşme kurumları tarafından bu maddenin diğer fıkralarından birinin ihlal edildiğinin sabit bulunduğu varsayımına dayanır (N.C./İtalya [BD], B. No: 24952/94, 18/12/2002, § 49). Sözleşme'nin 5.maddesinin (1), (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları kapsamında bir özgürlükten yoksun bırakılma için tazminat almak üzere başvuru imkânının bulunması hâlinde anılan maddenin (5) numaralı fıkrasına uygunluk sağlanmış olacaktır (Wassink / Hollanda, B. No: 12535/86, 27/9/1990, § 38).
41. AİHM'e göre bir müdahalenin telafi edilmesine yönelik hukuk yollarının başarısızlığı mahkemenin sonradan zaman bakımından yargı yetkisine dâhil edilemez (Blečić/Hırvatistan, B. No: 59532/00, 8/3/2006, §§ 77-79). AİHM, Korizno/Litvanya (B. No: 68163/01, 28/9/2006) kararında zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önce başvurucunun gözaltına alınmasının sona erdiğini belirterek Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği şikâyetinin yanı sıra (5) numaralı fıkrasının ihlal edildiği iddiasını da incelememiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
42. Mahkemenin 18/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
43. Başvurucu;
i. Gazeteci Hrant Dink'in ölüm yıl dönümü dolayısıyla 19/1/2008 tarihinde yapılan yürüyüş sırasında yaşanan olaylar sırasında tesadüfen olay mahallinin yakınında bulunduğunu,
ii. Haksız ve kanuna aykırı olarak yakalanmasının ardından kaldırıldığı hastanenin odasında Cumhuriyet savcısının talimatıyla gözaltına alındığını,
iii. 20/1/2008 tarihi saat 19.25 itibarıyla yirmi dört saatlik gözaltı süresi dolmasına rağmen ek gözaltı kararı verilmeden beş gün süreyle gözaltında hukuka aykırı bir biçimde tutulduğunu ve 24/1/2008 günü saat 16.30'da serbest bırakıldığını,
iv. Bu süre zarfında kolluğun kapısında nöbet tutuğunu, yakınları ve avukatıyla görüşmelerine engel çıkardığını,
v. Haksız tutulma nedeniyle uğradığı zararların giderimi talebini de içeren davada İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin ilk derece mahkemesinin istemin reddine ilişkin kararının maddi tazminata ilişkin kısmını gerekçesini değiştirerek onadığını, manevi tazminat istemini ise kısmen kabul ettiğini,
vi. Usulüne uygun olarak alınmış bir gözaltı kararı olmaksızın beş gün süreyle gözaltında tutulmuş olması hususundaki talep ve iddialarıyla ilgili olarak menfi veya müspet bir değerlendirme yapmaksızın bu hükmün kurulduğunu belirterek Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
44. Bakanlık, gözaltında tutma nedeniyle ileri sürülen iddiaların Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği kapsamında incelenmesi gerektiği fakat mevcut başvuruda 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında tazminat davası açılmadığından başvuru yollarının tüketilmediği yönünde görüş bildirmiştir.
2. Değerlendirme
45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yasal süre dolmasına rağmen beş gün süreyle haksız biçimde gözaltına tutulmasından kaynaklanan iddia ve taleplerinin idare mahkemelerinin kararlarında karşılanmadığını ileri sürmek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkıyla ilişkili olduğu görüldüğünden adil yargılanma hakkı yönünden ayrıca inceleme yapılmasının gerekli olmadığı değerlendirilmiştir.
46. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi ile dokuzuncu fıkrası şöyledir:
"...Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.
...
Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir."
47. Başvurucunun bu bölümdeki şikâyetlerinin Anayasa'nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını düzenleyen 19. maddesi kapsamında incelenmesi gerekir.
48. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
49. Anılan hüküm gereğince Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
50. Somut olayda başvurucu 19/1/2008 tarihinde tedavisinin yapıldığı hastanedeki odada kolluk görevlilerinin sürekli denetimine tabi tutulmak suretiyle gözaltına alınmıştır. Başvuru dosyasında yer alan Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne yazdığı 24/1/2008 tarihli talimat yazısında; başvurucu ile birlikte gözaltına alınan diğer kişilerin 20/1/2008 günü Cumhuriyet Başsavcılığına getirilerek ifadelerinin alınmalarının ardından serbest kaldıkları ancak başvurucunun Taksim İlk Yardım Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi altında olması nedeniyle Başsavcılıklarına getirilemediği, aynı gün gözaltı süresi dolmasına rağmen serbest bırakılamadığının anlaşıldığı belirtilerek derhâl serbest bırakılması hususları kayıtlıdır. Bu itibarla gözaltına alma ve kanuni süreyi aşacak şekilde gözaltında tutma nedeniyle başvurucunun hürriyetinden yoksun bırakılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında hukuki olmadığına ilişkin iddiası, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında değildir.
51. Başvurucu ayrıca gözaltı işlemleri nedeniyle açtığı tazminat davasında iddialarıyla ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
52. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunan kişilere tanınan güvencelere ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.
53. Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan "bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişiler" ifadesi ile maddenin diğer tüm fıkralarında belirtilen kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı doğurduğu belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında belirtilen durumlara aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması ya da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilen kimsenin maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki güvencelerden yararlandırılmaması hâlinde uğranılan zararlar devlet tarafından ödenecektir.
54. Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edilip edilmediğini Anayasa Mahkemesinin belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığını incelemesi gerekmektedir. Yapılacak bu inceleme sonucunda başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği tespit edilirse Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olabilecektir (AİHM'in yaklaşımı için bkz. § 40).
55. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun hürriyetinden yoksun bırakılmasının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında hukuka uygun olup olmadığını inceleyememektedir. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin dışında olması nedeniyle hukukiliğini inceleyemediği bir hürriyetten yoksun bırakılma hâlini, dolayısıyla başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edildiği iddiasını incelemesi de mümkün değildir. Anılan şikâyet bakımından da zaman bakımından yetkisizlik söz konusudur (Aziz Yıldırım (4), B. No: 2014/4476, 16/4/2015, § 34).
56. Zira bireysel başvuruya konu müdahaleyi telafi etmeyi amaçlayan hukuk yollarının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra olumsuz biçimde sonuçlanması, müdahaleyi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi içine her zaman sokmaz (Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498, 5/4/2017, § 47). Bu bağlamda 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurularda zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra tüketilmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır (AİHM'in yaklaşımı için bkz. § 41). Bununla birlikte belirtilmelidir ki başvurucu, kararın düzeltilmesi amacıyla yazmış olduğu talep dilekçesinde gözaltına alınması ve gözaltında hukuka aykırı şekilde tutulması nedeniyle herhangi bir şikâyette bulunmamış; iddialarını haksız şekilde yaralanması temelinde dile getirmiştir.
57. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Eziyet Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
58. Başvurucu;
i. Gazeteci Hrant Dink'in ölüm yıl dönümü olan 19/1/2008 tarihinde dolaşmak amacıyla Beyoğlu-İstiklal Caddesi'nde bulunduğunu,
ii. Burada çıkan olaylar sonucunda kolluk görevlisi tarafından silahla ayağından vurularak yaralandığını,
iii. Polise karşı mukavemet eden grupla kendisinin herhangi bir bağlantısının bulunmadığını,
iv. Nitekim hakkında kamu malına zarar verme ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçlarından açılan davada her iki isnat yönünden beraatine karar verildiğini,
v. Ambulansla yakındaki bir hastanenin acil servisine kaldırıldığında polislerin kötü muamelesine maruz kaldığını,
vi. Kendisini yaralayan kolluk görevlisi hakkında açılan davada suçun sabit görülerek sanık hakkında öngörülen 1 yıl 5 ay 15 gün hapis cezası hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini,
vii. Yaralanması sonucunda 29/1/2008 tarihinden 26/11/2008 tarihine kadar çalışmadığını, yaralanmanın derecesinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmadığını,
viii. Yaralanması nedeniyle uğradığı zararlarının giderimi için açtığı davada maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulüne karar verildiğini,
ix. İhlalin ağırlığı dikkate alındığında hükmolunan tazminatın ölçülü ve hakkaniyete uygun olmadığını belirterek kötü muamele yasağının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
59. Bakanlık görüşünde; gösteri sırasında bir polis memurunun silahını ateşlemesiyle başvurucunun bacağından yaralandığı olay sebebiyle başvurucu lehine 2.500 TL manevi tazminat verildiği ve ateş eden polis memuru hakkında açılan kamu davasında 1 yıl 5 ay 15 gün hapis cezasına hükmedildiği ve hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı, söz konusu davalar nedeniyle başvurucunun mağduriyetinin giderilip giderilmediği yönünde değerlendirme yapılması gerektiği bildirilmiştir.
2. Değerlendirme
60. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun etkili başvuru hakkının ihlal iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
61. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir. "
62. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinde bireysel başvurunun ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabileceği öngörülmüştür.
63. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları ile 5. maddesi şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
…
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.
…"
64. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
65. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası, mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerektiğini vurgular. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya, haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 104).
66. Kötü muamele yasağı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu çerçevede bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında devlet, sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve faillerin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu olanaklı olmazsa kötü muamele yasağı sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve kötü muamele faillerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 110, 111).
67. Yürütülecek ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma, cezalandırma hakkı veya tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).Ancak usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 105).
68. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup icra edilen bir soruşturmadaki delilleri değerlendirmek kural olarak yargı mercilerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan yargı mercilerinin bulguların Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).
69. Somut olayda, gösteri yürüyüşüne kolluğun yaptığı müdahale sırasında kolluk görevlisi tarafından başvurucunun ateşli silahla bacağından yaralandığı ve yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu yaralanma dolayısıyla 29/1/2008 ile 26/11/2008 tarihleri arasında çalışamamıştır.
70. Öte yandan olayla ilgili yürütülen soruşturma sonucunda başvurucuyu yaralayan kolluk görevlisi tespit edilmiş ve zor kullanma yetkisinin sınırının aşılması suretiyle 5237 sayılı Kanun'un86. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kasten yaralama suçunu işlediği isnadıyla hakkında kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda 31/5/2012 tarihinde İstanbul 18. Asliye Ceza Mahkemesi, sanığın atılı suçu işlediği kanaatiyle 1 yıl5 ay15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, sabıkasız oluşu ve bir daha suçu işlemeyeceği yönünde edinilen kanaate dayanarak 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesi uyarınca ilgili hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.
71. Buna göre olayda kuvvet kullanımında sınırın aşılması suretiyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı hususunun derece mahkemelerince geçerli bir şekilde tespit edildiği değerlendirilmektedir. Öte yandan başvurucunun maruz kaldığı eylemin amacı, etkisi ve sonuçları bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin eziyet olarak nitelendirilebileceği sonucuna varılmaktadır.
72. Anılan karar, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih olan 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiştir. Bunun yanı sıra başvurucunun eziyet yasağının ihlal edildiği iddialarını yalnızca idare mahkemesinde açılan tam yargı davasında hükmolunan tazminatın yetersizliğine dayandırdığı, dolayısıyla eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiği iddiasını ileri sürdüğü ancak kendisini yaralayan kolluk görevlisi hakkında yürütülen ceza yargılamasında ulaşılan sonuç yönünden bir şikâyette bulunmadığı görülmektedir.
73. Diğer taraftan başvurucunun yaralanması nedeniyle uğradığını iddia ettiği zararların giderimi için açtığı davada Mahkemenin 25/4/2008 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte 2.500 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda eylemle ilgili olarak failin tespit edilerek hakkında ceza soruşturmasının yapıldığı hususu da gözönünde bulundurularak başvurucuya manevi zararları için ödenmesine karar verilen tazminatın yeterli ve etkili bir giderim imkânı sunup sunmadığının, buna göre başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının incelenmesi gerekmektedir.
74. Bireysel başvuru yoluyla hak ihlali iddialarının incelenmesinde idare ve derece mahkemeleri tarafından başvurucu lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edildiği, verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderildiğinin anlaşıldığı durumlarda ilgilinin mağdur sıfatının ortadan kalktığı Anayasa Mahkemesince kabul edilmektedir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmamaktadır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından gerektiğinde yürütülecek kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecek etkili bir başvuru yoludur (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013 §§ 61, 74; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 83; İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 46).
75. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğranıldığı ileri sürülen zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlıdır. Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği gözönünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 84; İlker Başer ve diğerleri, § 47 ).
76. Ceza yargılamasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki sınırı dışında kaldığı, başvurucu tarafından bu yargılamaya ilişkin bir şikâyet dile getirilmediği sadece verilen tazminatın yetersizliğinin şikâyet konusu edildiği başvuruda, eziyet yasağının ihlal edildiği iddiaları hakkında ceza yargılamasının ulaştığı sonuçlar dikkate alınmakla birlikte ceza yargılamasını yürüten derece mahkemelerinin saptadığı negatif yükümlülüğe aykırılığın sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yönelik yeterli giderimin sağlanıp sağlanmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması olanaklı değildir. Bu sonuç ışığında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı eylem nedeniyle başvurucu üzerindeki etkisi yönünden eziyet olarak değerlendirilebilecek eylemden ötürü başvurucu lehine cüzi bir manevi tazminata hükmedilmesiyle başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkmadığı değerlendirilmiştir.
77. Bu nedenle açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
78. Somut olaydaki gibi eziyet yasağına aykırılık oluşturan eylemin tespit edildiği ve başvurucunun ihlal iddialarının lehe ödenen tazminat tutarının yetersizliğine dayandırıldığı olaylarda ihlalin var olup olmadığının tespiti için daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmiş benzer durumlar için öngörülen tazminat tutarları ile somut olayda öngörülen tazminat tutarının karşılaştırılması gereklidir.
79. Bu açıdan değerlendirildiğinde kolluk görevlileri tarafından toplumsal olaylara müdahale edilmesi sırasında atılan gaz fişeğinin yüzüne isabet etmesi sonucunda yaralanan bir kişi tarafından yapılan bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesi, başvurucunun insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye maruz kaldığını, olayda kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutuyla ihlal edildiğini tespit ederek başvurucuya 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir (Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2017).
80. Öte yandan Anayasa Mahkemesi ceza infaz kurumundaki kötü muamele nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasını incelediği diğer bir başvuruda, başvurucunun müşahede odasında yaklaşık altı saat ayaklarından ve elleri arkasından kelepçeli olarak tutulmasını eziyet olarak nitelendirerek Anayasa’nın 17. maddesinin maddi ve usul boyutuyla ihlal edildiğini tespit etmiş; manevi zararlarının giderimi için başvurucuya 10.000 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir (Cihan Koçak, B. No: 2014/12302, 21/9/2017).
81. Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda hükmettiği tazminat tutarları ile karşılaştırıldığında somut olayda hükmolunan tazminat tutarının önemli ölçüde az olduğu, buna göre başvurucunun manevi zararları yönünden yeterli bir giderimin sağlanmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Buna göre eziyet yasağının usul yönünden ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
82. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
83. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
84. Başvurucu, maddi zararları için aleyhine hükmolunan ve davalı idarenin icra takibi konusu yaparak tahsil ettiği 900 TL vekâlet ücreti ile birlikte 5.900 TL ve manevi zararları için 10.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.
85. Başvuruda, eziyet yasağının usul bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
86. Başvurucu manevi zararlarının karşılanması için ilk derece mahkemesinden 5.000 TL tazminat talep etmiş olup yargılama sonucunda 2.500 TL ödenmesine hükmedilmiştir. Bu durumda yargılamanın yenilenmesine karar verilerek dosyanın mahkemeye gönderilmesi hâlinde yargılama konusu yapılacak miktar reddolunan 2.500 TL ile sınırlı olacaktır. Anayasa Mahkemesince de tazminata hükmedilebileceği dikkate alındığında elde edilebilecek tazminat miktarının büyüklüğüne göre yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesinde hukuki yarar bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurucunun maruz kaldığı manevi zarar ve uğradığı hak ihlali nedeniyle -taleple bağlı kalınarak- yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL ödenmesine karar verilmesi gerekir.
87. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu, davalı idare lehine hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle maddi zarara uğradığını ileri sürmüş ise de maddi tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle herhangi bir ihlal sonucuna ulaşılmadığı, dolayısıyla maddi tazminat talebinin reddedilmesi sebebiyle aleyhine vekâlet ücreti hükmedilmesinin başvurucu açısından maddi bir zarar doğurmayacağı, bu iddiası haricinde de maddi zararı oluştuğu konusunda somut bir belge sunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddedilmesi gerekir.
88. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi amacıyla İstanbul Bölge İdare Mahkemesi (E.2013/10719, K.2013/10745) ile İstanbul 6. İdare Mahkemesine (E.2008/1171, K.2012/2752) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.