Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu (İİK)’nun 72. maddesinde düzenlenmiş olup Yargıtay kararlarında sıkça tanımlandığı üzere; gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit davası olarak adlandırılmaktadır. Menfi tespit davası, borçlunun borçlu olmadığını kanıtlamak için –icra takibinden önce veya sonra- açtığı bir davadır. (Uyar, 2015: 4) Her davada olduğu gibi menfi tespit davasının ikame edilmesinde borçlunun hukuki yararının bulunması bir dava şartıdır ve yargılamanın her aşamasında dikkate alınacaktır. Borçlu, belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi iptal edilir ve borcu ödemekten kurtulacaktır. Menfi tespit davası borç ödenmeden önce açılabilecek bir dava olup borç ödendiği takdirde borçlunun açacağı dava menfi tespit davası değil, istirdat davası olmalıdır. Zira bu halde borçlunun borçlu olmadığının tespitini talep etmesinde hukuki yararı olmayacak, ödediği borcun iadesi için dava açmasında hukuki yararı bulunacaktır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 18.01.2012 tarihli ve 2011/622 E., 2012/9 K. sayılı kararında,
- İcra takibi taraflar arasındaki maddi ilişkiyi tespit edecek nitelikte olmadığından, alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesinin mümkün olduğu,
- Borçlu maddi hukuk bakımından ödemekle yükümlü olmadığı bir alacak talebiyle karşılaşmışsa menfi tespit davası açmakta hukuki yararının bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği,
- Menfi tespit davasının normal bir hukuk davası gibi açıldığı,
- Borçlunun itirazın kaldırılması sırasında tetkik merciinde (m. 68-68a) ileri sürüp ispat edemediği itiraz ve def’ilerini, menfi tespit davasında yeniden ileri sürebileceği, çünkü itirazın kaldırılması kararı, menfi tespit davasında kesin hüküm teşkil etmeyeceği,
- Borçlunun, hakkında henüz icra takibi başlamadan önce de yapılabilecek olası bir takibi düşünerek, kendisini bir borçla tehdit eden kimseye karşı “böyle bir borcu bulunmadığının saptanması” için dahi menfi tespit davası açabileceği,
- Alacaklının alacağını isteme ve dava açma tehdidi altında bulunması nedeniyle de davacının menfi tespit davasını açmakta hukuki yararı bulunacağı şeklinde menfi tespit davalarının niteliğini açıklayıcı hususlarına yer verilmiştir.
Yazımız bakımından belirtmek istediğimiz kısım ise uyuşmazlığın kira hukukundan kaynaklanması halinde görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğudur. Kira sözleşmesi Türk Borçlar Kanunumuzun 299. maddesinde düzenlenmiş olup madde gereğince kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşme, kira sözleşmesi olarak tanımlanmaktadır. TBK madde 340 ile bağlantılı sözleşme kavramı da hukukumuza girmiş olup konut ve çatılı işyeri kiralarında sözleşmenin kurulması ya da sürdürülmesi, kiracının yararı olmaksızın, kiralananın kullanımıyla doğrudan ilişkisi olmayan bir borç altına girmesine bağlanmışsa, kirayla bağlantılı sözleşme geçersiz sayılacaktır. Uygulamada, konut ve çatılı işyeri kira sözleşmesi ile bağlantılı sözleşme, aynı sözleşme metninde kiralananın doğrudan kullanımı ile ilgisi olmayan hükümler veya ayrı sözleşme şeklinde karşımıza çıkabilir (Özdoğan ve Oymak, 2013: 517).
Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzun 4. maddesine göre; “Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın; a) Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları, b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davaları, c) Taşınır ve taşınmaz mallarda, sadece zilyetliğin korunmasına yönelik olan davaları, ç) Bu Kanun ile diğer kanunların, sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hâkimini görevlendirdiği davaları” görmekle görevli mahkemedir.
Yetkili mahkeme ise yine HMK ilgili maddelerine göre belirlenebilecek olup burada genel yetki kuralı ile sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda yetkili mahkeme yahut kira borcu alacaklıya götürülerek ödenmesi gerekli bir borç olduğundan kira borcunun tahsili istendiği takdirde TBK m. 89 uyarınca davacının yerleşim yeri mahkemesi yetkili olabilecektir.
Göreve ilişkin olarak yer vermek istediğimiz Yargıtay 3. HD. 19.06.2019 tarihli 2017/9762 E., 2019/5552 K. sayılı ilamında; davacı, aile hekimi olarak çalıştığı döneme ilişkin İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğünün kendisinden kira bedeli adı altında kamu zararı olarak 6.170,00TL talep ettiğini, kendisinin bu bedeli ihtirazi kayıt ile ödediğini, ancak 15/06/2011-28/02/2013 tarihleri arasında kira bedeli ve faiz istenmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek, bu dönem için ödemiş olduğu bedelin davalıdan yasal faizi ile tahsiline, kira borcu vs. nedenle kamu zararına ilişkin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiş olup asliye hukuk mahkemesi sıfatı ile yapılan yargılama neticesinde davanın reddine karar verilmiş ve dosya Yargıtay’ın önüne gelmiştir. Yargıtay, somut uyuşmazlığın kira ilişkisinden kaynaklandığını ve görevli mahkemenin Sulh Hukuk Mahkemesi olduğuna işaret ederek öncelikle görev kamu düzeninden olduğu için görevsizlik kararı verilerek dosyanın usulden reddedilmesi gerektiği hususunda dosya hakkında temyiz talebini incelemiştir.
Av. Ayşe ACAR UMUT & Av. Ünal Can ACAR
Kaynakça
Kararlara lexpera.com.tr adresinden erişim sağlanmıştır.
Talih Uyar, Alper Uyar, Cüneyt Uyar (2015). “Olumsuz (Menfi) Tespit ve Geri Alma (İstirdat) Davaları”, Dördüncü Baskı, Bilge Yayınevi.
Mustafa Özdoğan, Tuba Oymak (2013). “6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununda Kira, Genel Hükümler, Konut ve Çatılı İşyeri Kirası, Tahliye”, Bilge Yayınevi.