Olaylar  

Başvurucu; başvuruya konu olay tarihinden önce terör örgütüne üye olma suçundan hapis cezasına mahkûm edilmiş, 25/6/2009 tarihinde ceza infaz kurumuna girmiş ve 26/2/2014 tarihinde şartlı tahliye edilmiştir.

Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun terör örgütü üyelerinin ölüm yıl dönümlerinde anılması amacıyla ve terör örgütünün çağrısı üzerine düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşüne katıldığını ve üzerinde terör örgütü elebaşının resminin yer aldığı flamalardan bir kısmını toplantıya katılanlara dağıttığını tespit etmiş; söz konusu davranışlarının terör örgütüne üye olmamakla birlikte terör örgütü adına suç işleme suçunu oluşturduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Başvurucu aynı suçtan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiş ancak sulh ceza hâkimliği tutuklama talebini reddederek başvurucu hakkında adli kontrol tedbirine hükmetmiştir. Cumhuriyet savcısının bu karara itirazı üzerine aynı sulh ceza hâkimliği 23/1/2015 tarihinde önceki kararının kaldırılmasına ve başvurucunun tutuklanması amacıyla yakalama emri çıkarılmasına karar vermiş, bunun üzerine başvurucu 24/1/2015 tarihinde yakalanmış ve tutuklanmıştır.

Açılan kamu davasında ağır ceza mahkemesi başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 1 yıl 8 ay, terör örgütüne üye olmamakla birlikte terör örgütü adına suç işleme suçundan ise 5 yıl hapis cezasıyla mahkûmiyetine hükmetmiştir. Başvurucunun bu kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay, başvurucunun savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle mahkûmiyet hükümlerini bozmuştur.

Bozma sonrası yapılan yargılamada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin hükümle birlikte devamına hükmedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay başvurucu hakkındaki ceza miktarını 5 yıl olarak düzelterek ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır. Yargıtay, başvurucu hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçundan zamanaşımı süresi içinde hüküm kurulabilmesinin mümkün olduğunu belirtmiş ancak başvurucu, terör örgütünün propagandasını yapma suçu yönünden -bu aşamadan sonrasına ilişkin olarak- Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi veya belge sunmamıştır.

İddialar

Başvurucu, önceki tarihte işlenen ve hükmü infaz edilen bir suçun daha sonra işlenen bir başka suça ilişkin mahkûmiyet hükmünde değerlendirmeye esas alınması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. 

Mahkemenin Değerlendirmesi 

Somut olayda ilk derece mahkemesi, Yargıtay bozma ilamı öncesinde başvurucunun katıldığı toplantıdaki eylemlerinin terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçunu oluşturduğunu değerlendirmiş ve daha önceki tarihteki mahkûmiyetine kararında değinmemiştir. Buna karşın gerek Yargıtayın bozma ilamında gerekse bozma ilamı sonrası ilk derece mahkemesi kararında, başvurucunun başvuruya konu eylemi daha önce terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle hükümlü bulunduğu ceza infaz kurumundan şartlı tahliye edildikten sonra işlediği gerekçesine dayandığı görülmüştür.

Nitekim Yargıtayın başvurucunun şartlı tahliye edilmesinden sonra silahlı terör örgütü ile yeniden irtibata geçtiğine vurgu yaptığı bozma ilamı üzerine ilk derece mahkemesi Yargıtay bozma ilamındaki gerekçelerle bu kez başvurucunun terör örgütü üyesi olduğuna kanaat getirmiştir. Böylelikle ilk derece mahkemesi mahkûmiyet hükmünde yalnızca başvurucunun yasa dışı hâle dönüştüğü kabul edilen bir toplantıya katılmasını değil aynı zamanda başvurucunun daha önce terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm edilmiş olmasını da delil olarak değerlendirmiştir. Kısacası derece mahkemeleri başvurucunun terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması için gerekli unsurların oluştuğu kanaatine önceki mahkûmiyet kararına da dayanmak suretiyle ulaşmıştır.

İlk derece mahkemesinin söz konusu uygulamasıyla ispat yükü, iddia makamında kalmamış; başvurucuya devredilmiştir. Mahkemenin yaklaşımı, daha önce hakkında terör örgütü üyesi olma suçundan kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunan kişilerin daha sonra suç oluşturup oluşturmadığına bakılmaksızın herhangi bir yeni eyleminin önceki eylemleri ile birlikte değerlendirilerek yeniden ve otomatik olarak terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılmaları sonucunu doğuracaktır.

Derece mahkemelerince başvuruya konu eylemin başvurucu tarafından daha önce terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle hükümlü bulunduğu ceza infaz kurumundan şartlı tahliye edildikten sonra işlenmesi dolayısıyla başvurucunun terör örgütüyle yeniden irtibat kurduğunun kabul edilmesi ve bu nedenle terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması masumiyet karinesi ile bağdaşmaz.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

GENEL KURUL

KARAR

U. Ç. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/36905)

Karar Tarihi: 21/10/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 16/12/2021-31691

GENEL KURUL

KARAR

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

Celal Mümtaz AKINCI

Muammer TOPAL

M. Emin KUZ

Rıdvan GÜLEÇ

Recai AKYEL

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Yıldız SEFERİNOĞLU

Selahaddin MENTEŞ

Basri BAĞCI

İrfan FİDAN

Raportör

:

Denizhan HOROZGİL

Başvurucu

:

U. Ç.

Vekili

:

Av. Suna BİLGİN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; önceki tarihte işlenen ve hükmü infaz edilen bir suçun daha sonra işlenen bir başka suça ilişkin mahkûmiyet hükmünde değerlendirmeye esas alınması nedeniyle masumiyet karinesinin, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/10/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

8. İkinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucu 1987 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte öğrencidir ve Tunceli'de ikamet etmektedir.

11. Başvurucu, başvuruya konu olay tarihinden önce terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, bu suç nedeniyle 25/6/2009 tarihinde ceza infaz kurumuna girmiş; 26/2/2014 tarihinde şartlı tahliye edilmiştir.

12. 8/1/2015 tarihinde Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) adına dağıtılan bildirilerde, iki yıl önce -9/1/2013 tarihinde- Fransa'nın başkenti Paris'te öldürülen bazı PKK silahlı terör örgütü üyelerini ölüm yıl dönümlerinde anmak için 9/1/2015 tarihinde Tunceli'de bir yürüyüş yapılacağı belirtilmiş; bundan başka PKK/KCK lehine yayın yapan bazı internet sitelerinde de sözü edilen terör örgütü mensuplarını anma amacıyla toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleneceği ifade edilmiştir.

13. Nitekim 9/1/2015 tarihinde Tunceli Sanat Sokak'ta bahse konu anma toplantısı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmiş, başvurucu da söz konusu etkinlikte yer almıştır. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun üzerinde Abdullah Öcalan'ın resmi bulunan flamalar ile toplantıya katıldığını ve elindeki flamalardan bir kısmını da toplantıya katılanlara dağıttığını tespit etmiş; söz konusu davranışlarının terör örgütüne üye olmamakla birlikte terör örgütü adına suç işleme suçunu oluşturduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Başvurucu aynı suçtan 22/1/2015 tarihinde tutuklanması istemiyle Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiş ancak Sulh Ceza Hâkimliği tutuklama talebini reddederek başvurucu hakkında adli kontrol tedbirine hükmetmiştir. Cumhuriyet savcısının bu karara itirazı üzerine aynı Sulh Ceza Hâkimliği 23/1/2015 tarihinde önceki kararının kaldırılmasına ve başvurucunun tutuklanması amacıyla yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucu 24/1/2015 tarihinde yakalanmış ve tutuklanmıştır.

14. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığının 26/1/2015 tarihli iddianamesiyle toplantı ve gösteri yürüyüşlerine silah veya 23. maddede (6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu) belirtilen aletlerle katılma ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarından başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır.

15. Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 27/2/2015 tarihinde başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 1 yıl 8 ay, terör örgütüne üye olmamakla birlikte terör örgütü adına suç işleme suçundan ise 5 yıl hapis cezasıyla mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçundan ise karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Mahkemenin terör örgütüne üye olmamakla birlikte terör örgütü adına suç işleme suçuyla ilgili hükmünün ilgili kısmı şöyledir:

"Sanığın katıldığı ve kamu davasına konu olan toplantı/gösteri, başından itibaren kanuna aykırı olarak düzenlemiş olup, kanuna uygun şekilde düzenlendiği kabul edilse dahi, daha sonra, kanuna aykırı hale gelmiş/getirilmiştir. Toplantı/gösteri sırasında; Anayasamızın sağladığı temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanması suretiyle Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan yasadışı PKK terör örgütü ve sözde lideri Abdullah Öcalan'ı övücü sloganlar atılmış ve pankartlar taşınmış. Sanığın da, üzerinde teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın resminin bulunduğu anlaşılan flamalar ile toplantının yapıldığı mahalle geldiği, elinde bulunan flamalardan bir kısmını toplantıya iştirak eden kişilere dağıttığı, kendisinin de toplantı ve gösteri yürüyüşüne bizzat üzerinde terörist başı Abdullah Öcalan'ın resminin bulunduğu flamayı taşıyarak katıldığı, anlaşılmıştır.

Böylece; 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçlarını işleyen sanığın, bu suçları, PKK terör örgütü adına işlediği sabit olmuştur.

...

Sanık Umut Çongar'ın bir eylemle, hem 3713 sayılı yasanın 7/2 maddesinde belirtilen silahlı terör örgütü PKK'nın propagandasını yapma suçunu işlediği, hem de 2911 sayılı kanunun 33. maddesinde belirtilen suçu işlediğinin sabit olduğu, 3713 sayılı Kanunun 7/2. Maddesinde belirtilen silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçu, aynı yasanın 7/4-a bendinde sayılan suçlardansa da, 2911 sayılı Kanunun 33. maddesinde belirtilen suçun örgüt adına suç işleme suçundan ceza verilemeyecek suçların belirtildiği, 3713 sayılı kanunun 7/4 maddesi kapsamında yer almadığı, her ne kadar fikri içtima hükümlerinin düzenlendiği TCK'nun 44. maddesi kapsamında ağır olan silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçundan dolayı sanığın cezalandırılması cihetine gidilmişse de; 2911 sayılı Kanuna aykırılık suçunun da sübuta erdiği ve bağımsız olarak mevcudiyetini koruduğu, nitekim bu hususa ilişkin yakın zamanda verilmiş Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 15/01/2015 tarih ve 2013/16585 esas, 2015/188 karar sayılı ilamının, 'Sanığın işlediği bir fiil ile 2911 sayılı Kanunun 33/1. maddesine aykırılık ve silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçlarını işlediği kabul edilip, TCK'nın 44. maddesi uyarınca daha ağır cezayı gerektiren silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasına karar verildiği olayda, 2911 sayılı Kanuna aykırılık suçunun da sübuta erdiği ve bağımsız olarak mevcudiyetini koruduğu nazara alınıp bu suçun hükümden sonra yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunun 8. maddesi ile 3713 sayılı Kanunun 7. maddesine eklenen 4. fıkra kapsamında sayılan suçlardan olmadığı' şeklinde olduğu kanaatine varılmış ve sanığın TCK'nun 314/3, 220/6 delaletiyle 314/2 maddesi gereğince, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan cezalandırılması cihetine gidilmiş, sanık müdafiilerinin aksi yöndeki savunmaları yerinde görülmemiştir."

16. Başvurucu, ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. Yargıtay 16. Ceza Dairesi 9/9/2015 tarihli kararıyla, başvurucunun savunma hakkının kısıtlandığı gerekçesiyle mahkûmiyet hükümlerini bozmuştur. Ayrıca söz konusu kararında Yargıtay, Mahkeme kabulüne göre başvurucunun eylemlerinin terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçunu değil terör örgütüne üye olma suçunu oluşturacağını belirtmiştir. Buna ilişkin Yargıtay ilamının ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Silahlı terör örgütü üyeliğinden ceza alan ve şartla tahliye edilmesinden sonra silahlı terör örgütü ile yeniden irtibata geçerek suç tarihinde düzenlenen yasadışı toplantıya katıldığı, toplantı öncesinde yanında getirdiği ve üzerinde terör örgütü liderinin resmi bulunan bayrakları dağıttığı, toplantı sırasında terör örgütünü simgeleyen bayrağı taşıyan şahsın kimliğini gizlemek ve yakalanmamak için üzerinden çıkardığı montu alarak toplantı alanından ayrılan ve aynı montu toplantının devamında kendi giydiği anlaşılan sanığın, eyleminin TCK'nın 314/2. maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütüne üye olmak suçunu oluşturacağı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi kanuna aykırı..."

17. İlk derece mahkemesince bozma sonrası yapılan yargılamada Yargıtayın bozma ilamına uyulmasına karar verilmiş, 22/1/2016 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin hükümle birlikte devamına hükmedilmiştir. Başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan ise herhangi bir hüküm kurulmamıştır.

18. Mahkeme, terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyete ilişkin gerekçeli kararına iddianameyi özetleyerek başlamış; daha sonra PKK/KCK terör örgütünün yapısını ve işleyişini kısaca açıklamıştır. Mahkemenin gerekçeli kararında, başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmüyle ilgili olarak yapılan değerlendirme şu şekildedir:

"Mahkememiz dosyası mahkememizce usul ve yasaya uygun görülen Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 09/09/2015 tarih 2015/4733 esas ve 2015/2397 karar sayılı ilamı dikkate alınarak ve yukarıdaki saptamalar da gözetilerek bir bütün halinde değerlendirildiğinde; aşamalardaki kısmen kaçamaklı ve cezadan kurtulmaya yönelik görülen sanık savunma ve beyanları, dosya kapsamında bulunan görüntü ve inceleme tespit tutanakları, görüntü inceleme ve tespit tutanaklarını teyit eder nitelikteki görüntü kayıtları ve tüm dosya kapsamına göre, 08/01/2015 tarihinde Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) adına dağıtılan bildirilerde 09/01/2012 tarihinde Fransa'nın başkenti Paris'te öldürülen silahlı terör örgütü PKK üyeleri [S.C.] (Sara K), [L.Ş.] (Rohani K) ve [F.D.nin] (Rojbin K) ölüm yıldönümlerini anma adı altında 09/01/2015 tarihinde Tunceli ili Seyit Rıza parkında yürüyüş yapılacağı hususuna yer verildiği, yine dosya kapsamında bulunan ve yukarıda belirtilen internet tespit kayıtlarının içeriklerine göre de silahlı terör örgütü PKK/KCK'ya müzahir yayın yapan internet sitelerinden yukarıda belirtilen terör örgütü mensuplarını anma amacıyla toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleneceğinin belirtildiği, yasadışı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılıma yönelik örgütsel çağrının yapıldığı, bu doğrultuda suç tarihi olan 09/01/2015 tarihinde sözü edilen silahlı terör örgütü mensuplarının ölüm yıldönümlerini anma bahanesi ile düzenlenen organizasyon kapsamında Tunceli il merkezindeki Sanat sokakta saat 12:00 sıralarında yaklaşık 60-70 kişilik grubun toplandığı, grup içerisinde bulunan şahısların ellerinde dosya kapsamında bulunan görüntü kayıtları ve bununla uyumlu görüntü inceleme ve tespit tutanağı içeriklerine göre PKK/KCK silahlı terör örgütünün sözde bayrakları, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın resminin olduğu bayrak şeklindeki flamaların bulunduğu, örgütsel çağrı üzerine toplanan grup içerisindeki şahısların Fransa'nın başkenti Paris'te bulunan Kürt Enformasyon Bürosunda 09/01/2013 tarihinde öldürülen PKK/KCK terör örgütünün kurucu üyelerinden [S.C.] , [L.Ş.] ve [F.D.] isimli örgüt mensuplarının üzerinde silüet resimlerinin bulunduğu pankartı açtıkları, sonrasında topluluğun 12:25 sıralarında yürüyüşe geçerek Okullar Caddesi, Cumhuriyet Caddesi ve Behice Boran Caddesini müteakiben il merkezindeki Kışla meydanına geldikleri ve buradaki topluluğa katıldığı, yürüyüş sırasında PKK/KCK silahlı terör örgütünün sözde bayrakları ile üzerinde terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın resimlerinin bulunduğu flamaların taşındığı, yürüyüşe katılan bir kısım şahsın tanınmamak için yüzlerini gizledikleri, toplantı ve gösteri yürüyüşünde silahlı terör örgütü PKK/KCK'nın yoğun bir şekilde propagandasının yapılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasaya aykırı hale geldiği, bu şekilde hareket eden grubun Kışla Meydanındaki topluluk ile birleşmesini müteakip saat 13:00 sıralarında yapılan basın açıklamasından sonra grubun bir kısmının dağıldığı, yaklaşık 100-120kişilik grubun ise araç ile Sütlüce yol ayrımının üst kısmında bulunan Belediye Asri Mezarlığına gidip terör örgütü mensubu [S.C.nin] mezarını ziyaret ettiği, daha sonra bu grubun da 15:30 sıralarında dağıldığı anlaşılmıştır. Bu şekilde gerçekleşen yasadışı toplantı ve gösteri yürüyüşünün gerçekleştiği aşamada dosya kapsamında bulunan aleni faaliyetlerin tespitine yönelik görüntü inceleme ve tespit tutanakları ile bu tutanak içerikleriyle uyumlu olan ve olayın cereyan tarzını gösteren görüntü kayıtlarından da anlaşılacağı üzere sanık Umut Çongar'ın üzerinde PKK/KCK silahlı terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın resminin bulunduğu ve toplantı öncesinde yanında getirdiği flamaları toplantı alanındaki kişilere dağıttığı, sonrasında yürüyüş esnasında alandakilerin açıkça görebileceği şekilde söz konusu flamalardan birini açık ve içeriği anlaşılabilecek şekilde taşıdığı, ayrıca toplantı sırasında silahlı terör örgütü PKK/KCK'yı simgeleyen bayrağı taşıyan şahsın kimliğini gizlemek ve yakalanmamasını sağlamak amaçlı üzerinden çıkardığı montu alarak toplantı alanından ayrıldığı ve aynı montu toplantının devamında kendi üzerine giydiği kanaatine ulaşılmıştır. Diğer yandan dosya kapsamında bulunan sanığın sabıkasına esas Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/116 esas ve 2010/130 karar sayılı ilamından da anlaşılacağı üzere suç tarihi öncesinde sanık Umut Çongar'ın PKK/KCK silahlı terör örgütü üyeliği suçu nedeniyle neticeten 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, silahlı terör örgütü üyeliği suçu nedeniyle verilen iş bu mahkumiyet hükmünün Yargıtay temyiz incelemesi sonucunda 07/12/2011 tarihinde kesinleştiği, dosya kapsamına alınan ve sanık hakkında düzenlenen müddetname içeriğine göre 25/06/2009 tarihinde PKK/KCK silahlı terör örgütü üyesi olmak suçu nedeni ile cezaevine girdiği, 26/02/2014 tarihinde ise koşullu salıverildiği anlaşılan sanığın sonrasında iş bu mahkememiz dava dosyasına esas 09/01/2015 tarihli yasa dışı toplantı ve gösteri yürüyüşünde toplantı öncesinde yanında getirdiği ve üzerinde silahlı terör örgütü PKK/KCK liderinin resmi bulunan bayrakları dağıttığı, aynı içerikteki bayrağı gösteri yürüyüşü esnasında içeriği çevredeki kişiler tarafından görülebilecek şekilde ve açık vaziyette iken taşıdığı, silahlı terör örgütün simgeleyen bayrağı taşıyan şahsın kimliğini gizlemek ve yakalanmamasını sağlamak için şahsın üzerinden çıkardığı montu alarak toplantı alanından ayrıldığı ve toplantının devamında kendi üzerine giydiği, yasadışı toplantı ve gösteri yürüyüşünün yukarıda saptanan şekildeki cereyan tarzı ve sanığın mahkememizce sabit görülen eylemlerinin mahiyeti de gözetildiğinde sanığın mahkememizce sabit görülen eylemlerinden kaynaklı olacak şekilde kamu düzeni bakımından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıktığı, böylelikle ve tüm dosya kapsamına göre sanığın mahkememizce sabit görülen eylemlerinin Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin 09/09/2015 tarih, 2015/4733 esas ve 2015/2397 karar sayılı mahkememizce usul ve yasaya uygun görülen ilamında da açıkça belirtildiği üzere silahlı terör örgütü üyeliği suçunu oluşturduğu, bu itibarla... sanığın tüm dosya kapsamına göre sübut bulan silahlı terör örgütü üyeliği suçu nedeniyle tecziyesine karar verilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır."

19. İlk derece mahkemesi kararının başvurucu tarafından yeniden temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 16. Ceza Dairesi 17/5/2017 tarihli kararıyla, kazanılmış hak kuralı gereğince başvurucu hakkındaki ceza miktarını 5 yıl olarak düzeltmek suretiyle ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır. Yargıtay, başvurucu hakkında terör örgütünün propagandasını yapma suçundan ise zamanaşımı süresi içinde hüküm kurulabilmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir. Ancak terör örgütünün propagandasını yapma suçu yönünden bu aşamadan sonrasına ilişkin olarak başvurucu tarafından Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi veya belge sunulmamıştır.

20. Başvurucu, Yargıtay ilamından 25/10/2017 tarihinde yapılan tebligatla haberdar olduğunu belirtmiştir.

21. Başvurucu 27/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat

22. Terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili ulusal hukuk normları için bkz. Metin Birdal [GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-33.

2. Yargıtay İçtihadı

23. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/11/2020 tarihli ve E.2019/9.MD-463, K.2020/482 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Doktrinde kabul edilen ortak görüş ve Yargıtay kararlarında istikrar kazanan uygulama, örgüt üyeliği suçunun mütemadi suçlardan olduğu yönündedir. Bu nedenle, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan bir örgüte katılma hâlinde suç, örgütün hiyerarşik yapısına bağlılık devam ettiği sürece işlenmeye devam edilmektedir. Dolayısıyla örgütün hiyerarşik yapısına bağlılığın sona erdiği anda temadi bitmektedir (İzzet Özgenç, Suç Örgütleri, 10. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara – 2017, s. 25.). Bu bağlamda örgüte üye olma fiili, örgütün hiyerarşik bünyesine dâhil olmakla birlikte tamamlanmakta ise de suç sona ermemekte ve fail, örgüt üyesi olarak kaldığı sürece suç da devam etmektedir (Fatih Yurtlu, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu [TCK m. 220], Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara – 2013, s. 99; Erkan Sarıtaş, s. 480.)."

24. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 25/6/2020 tarihli ve E.2020/1585, K.2020/3095 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Öğretide ekseriyetle kabul gören ve Dairemizce de benimsenen yerleşik yargısal kararlara göre, örgütü yönetmek ya da örgüte üye olmak suçları mütemadi (kesintisiz) suçlardandır. Yani fiilin icrası süreklilik arz eder. Bu suçlarda örgüt hiyerarşisine dahil olup faaliyetlere başlanmakla suç tamamlanmıştır. Ancak fiilin icrası devam ettiği müddetçe fiilin ifade ettiği haksızlık da süreceğinden suç işlenmeye devam edecektir. Failin kendi isteğiyle ya da irade dışı olarak örgütten ayrılması halinde suç bitmiş olacaktır. Mütemadi suçların tamamlanmasıyla bitmesi aynı anlamı taşımamaktadır.

...

Örgüt üyeliği temadi eden suçlardan olması nedeniyle hukuki ve fiili kesintiyle sona erecektir. Kesinti tarihi suç tarihidir. Örgütü yönetmek veya üye olmak suçlarında suç tarihinden önceki fiiller dava konusu edilip kesin hükümle sonuçlandığı takdirde, aynı fiilden mükerrer yargılama olmaz ilkesi doğrultusunda tekrar soruşturma ve kovuşturma yapılamayacaktır."

25. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 4/10/2019 tarihli ve E.2019/8001, K.2019/5936 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Mütemadi suç niteliğindeki örgüt üyeliği suçunun fiili ve hukuki kesinti tarihine kadar sona ermemesi nedeniyle yakalanma-iddianame tarihine kadar gerçekleştirilen faaliyetlerin hukuken tek bir fiil olarak kabul edilmesinde zaruret bulunmasına ve kesinleşmiş beraat kararı ile sonuçlanan davanın dayanağını oluşturan Sivas Cumhuriyet Başsavcılığının 25.01.2017 tarihli iddianamesinin kapsadığı dönem içinde kalan örgütsel faaliyetlerin/fiilin 'Ne bis in idem' kuralı gereğince yeniden yargılanmasına yasal imkan bulunmamasına nazaran hukuki dayanaktan yoksun talebin reddine karar verilmiştir."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirtir. AİHM'e göre masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir usul güvencesi olmasına rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve etkili şekilde sağlanabilmesi için beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması devam etmeyen kişilere kamu görevlileri veya otoritelerince suçlu muamelesinde bulunulmasını önlemelidir (Allen/Birleşik Krallık [BD], B. No: 25424/09, 12/7/2013, §§ 92-105, 120-126).

28. AİHM, suçluluk karinelerine ve ispat yüküne ilişkin olarak ilkeler belirlemiştir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında korunan masumiyet karinesi; mahkemelerin kişinin suç işlediği varsayımından başlamamalarını, ispat yükünün iddia makamına ait olmasını ve her türlü şüpheden sanığın yararlandırılmasını gerektirmektedir. Bu kapsamda ispat yükümlülüğünün iddia makamından savunmaya devredilmesi kural olarak masumiyet karinesini ihlal edecektir (Telfner/Avusturya, B. No: 33501/96, 20/3/2001, § 15).

29. AİHM; Salabiaku/Fransa (B. No: 10519/83, 7/10/1988) başvurusunda, fiilî veya hukuki karinelerin her hukuk sisteminde bulunabileceğini, Sözleşme'nin kural olarak bu karineleri yasaklamadığını ifade etmiştir. Ancak AİHM, taraf devletlerin ceza kanunlarıyla ilgili olarak bu meselede belli sınırlar içinde kalması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM'e göre 6. maddenin (2) numaralı fıkrası, sadece mahkemeler tarafından usul kurallarının uygulanması sırasında saygı göstermekten ibaret bir güvence içermemektedir. Dahası 6. maddenin (2) numaralı fıkrasında geçen "hukuka uygun olarak" ibaresi iç hukuka referansla yorumlanamaz. Bu şekildeki bir yorum, yasama organının mahkemelerin doğal değerlendirme yetkisini kaldırma ve masumiyet karinesini özünden yoksun bırakma hususunda serbest olması sonucunu doğuracaktır. Böylesi bir durumun adil yargılanma hakkını ve özellikle masum sayılma hakkını koruma altına almak suretiyle hukuk devletinin temel bir ilkesini güvenceye bağlayan 6. maddenin amaç ve hedefleriyle uzlaştırılması mümkün değildir. Bu nedenle 6. maddenin (2) numaralı fıkrası, ceza kanunlarında düzenlenen hukuki ve fiilî karinelere de kayıtsız değildir. Söz konusu fıkra, devletlerin bu karineleri ihtilaf konusu meselenin önemini dikkate alan ve savunma tarafının haklarını gözeten makul çerçevelerle sınırlamasını gerektirir (Salabiaku/Fransa, § 28).

30. AİHM, Sözleşmeci devletlerin ceza kanunlarına karine dercederken davanın konusunun önemi ile savunma tarafının hakları arasında adil bir denge kurma yükümlülüğü altında bulunduklarını ifade etmektedir. Diğer bir ifadeyle AİHM'e göre başvurulan araç ile ulaşılmak istenen meşru amaç arasında makul bir orantının var olması gerekir (Janosevic/İsveç, B. No: 34619/97, 23/7/2002, § 101).

31. AİHM, Pham Hoang/Fransa (B. No: 13191/87, 25/9/1992) başvurusunda varsayıma dayalı olarak mahkûmiyet kararı verilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğine ilişkin şikâyeti değerlendirmiştir. Olayda yasa dışı yollardan uyuşturucu madde ithal etme ve gümrük kaçakçılığı yapma suçlarından verilen mahkûmiyet kararının ilgili gümrük mevzuatında öngörülen kaçak malları mülkiyetinde bulunduran kişinin gümrük kaçakçılığı suçundan sorumlu tutulacağı yönündeki karineye dayandırıldığı ileri sürülerek masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddia edilmiştir. AİHM yaptığı değerlendirmede, başvurucunun savunma araçlarından tamamıyla mahrum bırakılmadığının ve aleyhine yüklenen karinenin aksi ispat edilemez türden olmadığının altını çizmiştir (Pham Hoang/Fransa, § 34). AİHM Fransız derece mahkemelerinin karar verirken maddi olayı dikkatli bir şekilde değerlendirdiklerini, dava dosyasında bulunan delilleri temel alarak mahkûmiyet kararı verdiklerini, ilgili mevzuatta yer alan karinelere otomatik bir şekilde dayanmaktan kaçındıklarını belirtmiş ve bu nedenle şikâyet konusu olayda masumiyet karinesinin ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Pham Hoang/Fransa, § 36).

32. Terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili uluslararası hukuk normları için bkz. Metin Birdal (aynı kararda bkz. §§ 34-39) başvurusu hakkında verilen karar.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Anayasa Mahkemesinin 21/10/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

1. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

34. Başvurucu; kovuşturma makamlarının ön yargı ile hareket ettiklerini ve Mahkemece hakkında daha önce verilen mahkûmiyet hükmüne dayanılarak terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırıldığını, bu nedenle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

35. Bakanlık görüşünde; delilleri değerlendiren ilk derece mahkemesinin, başvurucunun PKK terör örgütüne üye olduğunu gösterir şekilde çeşitlilik gösteren eylemlerinin bulunduğu yönünde bir kanaate vardığı ve çatışan menfaatler arasında adil denge kurduğu ifade edilmiştir. Bakanlık ayrıca başvurucunun terör örgütü üyeliğiyle cezalandırılmasının sebebinin çeşitli şekillerde terör örgütünün emir ve talimatları doğrultusunda hareket eder davranışlarda bulunması olduğunu belirtmiştir.

b. Değerlendirme

36. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak maddesi ile Anayasa'da yer alan özel güvence hükmü şu şekildedir:

i. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

ii. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.”

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

38. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmıştır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).

39. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, § 33).

40. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır: Güvencenin ilk boyutu kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39). Güvencenin ikinci boyutu ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girmekte ve daha sonraki yargılamalarda kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini verecek işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirmektedir (ayrıntılı açıklamalar için bkz. Galip Şahin, § 40; Mustafa Akın, B. No: 2013/2696, 9/9/2015, § 38; K.Ş., B. No: 2016/3267, 28/1/2020, §§ 28, 29).

41. Masumiyet karinesinin birinci boyutunun sağladığı güvencelerinden biri de hukuki veya fiilî karinelerden yararlanılarak ispat yükü ters çevrilmek suretiyle kişilerin otomatik olarak suçlu sayılmalarının önlenmesidir. Başvuru konusu olayda terör örgütüne üye olmamakla birlikte terör örgütü adına suç işleme suçundan hakkında ceza davası açılan başvurucu, yargılama sonucunda terör örgütü üyeliği suçundan mahkûm edilmiştir. Başvurucu, terör örgütü üyeliği suçundan kurulan bu hükmün, hakkında daha önce verilen mahkûmiyet hükmüne dayandırıldığını iddia etmektedir. Sözü edilen durumun -herhangi bir ihlale yol açıp açmadığı hususu aşağıda değerlendirilecek olmakla birlikte- başvurucunun iddialarının ceza gerektiren bir suçla itham edildiği sürece ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla masumiyet karinesinin birinci boyutunun somut olayda uygulanabilir olduğu kanaatine varılmıştır.

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

(1) Genel İlkeler

43. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti asıl olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).

44. Masumiyet karinesi kapsamında yer alan ve iddia edenin iddiasını ispatla yükümlü olması kuralı, Anayasa’nın 38. maddesinin gerekçesinde de açıkça ifade edilmiştir. Bununla birlikte genel anlamda suçun kanıtlanması yükümlülüğü iddia edende kaldığı sürece savunmasını oluşturmak için ispat yükünü sanığa devreden kurallar ile hukuki veya fiilî varsayımların olduğu durumlarda ispat yükünün yer değiştirmesi masumiyet karinesine aykırılık taşımaz (AYM, E.2013/38, K.2014/58, 27/3/2014). Ancak suç isnadını içeren karinenin aksinin başvurucu tarafından yargılama sırasında ispat edilebilmesinin mümkün olması, hâkimin de bu yönde ileri sürülen iddiaları inceleyip kararını buna göre verebilmesi, bir başka ifadeyle karinelerin kişiyi otomatik olarak suçlu hâline getirmemesi gerekir. Karineler, masumiyet karinesini ihlal eder boyuta ulaşmamalı ve suç isnadı altındaki kişi savunma imkânlarından yararlandırılmalıdır (Adem Hüseyinoğlu, § 36).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

45. Somut olayda ilk derece mahkemesi, başvurucunun terör örgütü üyelerinin ölüm yıl dönümlerinde anılması amacıyla ve terör örgütünün çağrısı üzerine düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşüne katıldığını belirtmiştir. Mahkeme söz konusu toplantıda başvurucunun, üzerinde terör örgütü liderinin resmi bulunan bayrakları yanında getirdiğini, dağıttığını ve taşıdığını, toplantı sırasında terör örgütünü simgeleyen bayrağı taşıyan bir şahsın kimliğini gizlemek ve yakalanmamak için üzerinden çıkardığı montu alarak toplantı alanından ayrıldığını, aynı montu toplantının devamında kendisinin giydiğini kabul etmiştir.

46. Terör örgütü üyeliği suçu mütemadi suçlardan olup suç, örgütün hiyerarşik yapısına bağlılık devam ettiği sürece işlenmeye devam etmekte; bu bağın hukuki veya fiilî nedenlerle kesintiye uğradığı anda ise temadi sona ermektedir (bkz. §§ 23-25). Bu çerçevede somut olayda failin koşullu salıverildiği ilk terör örgütüne üye olma eylemi nedeniyle yakalanmış, hakkında iddianame düzenlenmiş hatta mahkûmiyet hükmü verilmiş olması nedenleriyle ilk suçun fiilî ve hukuki kesintiye uğradığında ve temadinin kesildiğinde şüphe yoktur. Bu nedenle derece mahkemelerince failin sonraki yeni eylemlerinin ve delillerin önceki eylemleri katılmaksızın örgüt üyeliği suçunu oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir (bkz. § 25).

47. Somut olayda ise ilk derece mahkemesi, Yargıtay bozma ilamı öncesinde başvurucunun katıldığı toplantıdaki eylemlerinin terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçunu oluşturduğunu değerlendirmiş ve daha önceki tarihteki mahkûmiyetine kararında değinmemiştir (bkz. § 15). Buna karşın gerek Yargıtayın bozma ilamında gerekse bozma ilamı sonrası ilk derece mahkemesi kararında, başvuruya konu eylemi başvurucunun daha önce terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle hükümlü bulunduğu ceza infaz kurumundan şartlı tahliye edildikten sonra işlediği gerekçesine dayanıldığı görülmektedir (bkz. §§ 16-18). Nitekim Yargıtayın başvurucunun şartla tahliye edilmesinden sonra silahlı terör örgütü ile yeniden irtibata geçtiğine vurgu yapan bozma ilamı üzerine ilk derece mahkemesi Yargıtay bozma ilamındaki gerekçelerle bu kez başvurucunun terör örgütü üyesi olduğuna kanaat getirmiştir.

48. Böylelikle ilk derece mahkemesi mahkûmiyet hükmünde yalnızca başvurucunun yasa dışı hâle dönüştüğü kabul edilen bir toplantıya katılmasını değil aynı zamanda başvurucunun daha önce terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm edilmiş olmasını da delil olarak değerlendirmiştir. Başka bir deyişle derece mahkemeleri başvurucunun terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması için gerekli unsurların oluştuğu kanaatine önceki mahkûmiyet kararına da dayanmak suretiyle ulaşmıştır.

49. İlk derece mahkemesinin söz konusu uygulamasıyla ispat yükü iddia makamında kalmamış; başvurucuya devredilmiş görünmektedir. Zira daha önce terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm olan başvurucunun daha sonraki bir tarihte terör örgütünün propagandasına dönüşen bir gösteriye katılmış olması nedeniyle yeniden terör örgütüne üye olma suçunu işlediği biçimindeki kabule göre PKK terör örgütünün çağrısı üzerine toplantıya katıldığı iddia edilen başvurucu, terör örgütüyle yeniden irtibat kurmadığını ispat etmek zorundadır. Mahkemenin bu yaklaşımı, daha önce hakkında terör örgütü üyesi olma suçundan kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunan kişilerin herhangi bir yeni eyleminin önceki eylemleri ile birlikte değerlendirilip yeniden ve otomatik olarak terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılmaları sonucunu doğuracaktır.

50. Yukarıda belirtilen gerekçelerle derece mahkemelerince başvuruya konu eylemin başvurucu tarafından daha önce terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle hükümlü bulunduğu ceza infaz kurumundan şartlı tahliye edildikten sonra işlenmesi dolayısıyla başvurucunun terör örgütüyle yeniden irtibat kurduğunun kabul edilmesinin ve bu nedenle terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasının masumiyet karinesi ile bağdaştığı söylenemez.

51. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL, Rıdvan GÜLEÇ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamışlardır.

2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiası

52. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

53. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

54. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34). Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (B.E., § 29).

55. Somut olayda Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla elde edilen bilgi ve belgelere göre başvurucu hakkındaki soruşturmanın 21/1/2015 tarihinde başladığı ve yargılama sürecinin 17/5/2017 tarihinde Yargıtay tarafından verilen onama kararı ile sonlandığı anlaşılmıştır.

56. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde davanın iki dereceli bir yargılama sisteminde toplam 2 yıl 3 ay 26 gün sürdüğü, yargılama sürecinin bütünü dikkate alındığında başvurucunun haklarını ihlal edecek bir gecikme olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

57. Açıklanan gereklerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

58. Başvurucu; tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olduğunu, yargılama süresince tutuklu olduğunu ve mahkemece hakkında adli kontrol tedbirine başvurulmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

59. Bakanlık görüşünde; başvurucunun kanuna aykırı şekilde tutuklandığı iddiasıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesi kapsamında herhangi bir dava açmadığı, ayrıca tutuklamaya dair verilen kararlara ilişkin gerekçeler kapsamında başvurucunun tutukluluğunun keyfî olduğunun savunulamayacağı belirtilmiştir.

2. Değerlendirme

60. Bir suç isnadına bağlı olarak tutuklulukla ilgili şikâyetleri içeren bireysel başvurunun hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararı sonrasında yapılması hâlinde tutukluluğun devamı kararına itiraz edilmemiş ise kararın verildiğinin öğrenildiği tarihten itibaren, itiraz edilmiş ise itiraz merciince verilen kararın öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir (Fırat İşgören, B. No: 2014/6425, 17/11/2016, § 34).

61. Somut olayda başvurucu, ilk derece mahkemesince 22/1/2016 tarihindeki hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına itiraz ettiğine yönelik bir bilgi ve/veya belge sunmamıştır. Bu nedenlerle başvurunun ilk derece mahkemesinin nihai kararının başvurucu ve müdafiine tefhim edildiği 22/1/2016 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Buna göre somut olayda 27/10/2017 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.

62. Açıklanan gerekçelerle kararın öğrenilmesinden itibaren otuz gün içinde yapılmayan bireysel başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Diğer İhlal İddiaları

63. Başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verildiğinden toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine dair diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

64. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Başvurucu; ihlal tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.

66. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

67. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

68. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

69. İncelenen başvuruda terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü neticesinde başvurucunun masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

70. Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Tunceli 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

71. Bu ihlal kararı başvurucu hakkında beraat veya mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılmamalıdır. İlk derece mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararında ortaya konulan kriterler ve gösterilen yöntemle (bkz. §§ 37-50) yeniden yargılama yaparak yargılamanın sonucuna göre başvurucu hakkında yeni bir karar vermelidir.

72. Başvuruda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu ve bunun yeterli bir giderim olduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

3. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA, Muammer TOPAL, Rıdvan GÜLEÇ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Basri BAĞCI ve İrfan FİDAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Tunceli 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2015/244, K.2016/10 sayılı karar) GÖNDERİLMESİNE,

D. 257,50 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/10/2021 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY

Anayasa’nın masumiyet karinesini düzenleyen 38. maddesinin 4. fıkrasında “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” denmek suretiyle karinenin özü itibariyle bir kişinin suçlu kabul edilip edilmeme konusuyla alakalı bir husus olduğu vurgusu yapılmıştır.

İncelemeye konu yapılan dosyamızdaki sorun bir suçun sübut bulmasından ziyade suçun nitelendirilmesi ile alakalıdır.

İlk derece mahkemesinin kararını inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesi eylemin nitelendirmesinde hata görmek suretiyle eylemin “Terör örgütüne üye olmamakla birlikte terör örgütü adına suç işlemek” şeklinde yapılan suç nitelendirmesinin “Terör örgütü üyeliği” şeklinde olması gerektiğini belirtmiştir.

16. Ceza Dairesi bu değerlendirmeyi yaparken eylemin gerçekleştirilmesine ilişkin hususların yanı sıra ilgilinin daha önce örgüt üyeliğinden almış olduğu mahkumiyeti de dikkate almıştır.

İlk derece mahkemesi ile temyiz makamı arasında ortaya çıkan görüş ayrılığı suçun sübutu noktasında olmayıp suçun vasıflandırılmasına ilişkindir. Önceki mahkumiyet esasen hiç gerçekleşmemiş dahi olsa hem derece mahkemesi hem de Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne göre yargılama konusu eylemin tek başına suç oluşturduğunda bir duraksama bulunmamaktadır.

Dolayısıyla önceki mahkumiyetin incelemeye konu olayımızda ifa ettiği fonksiyon, suçun oluşmasına hayatiyet veren bir unsur olmak değil suçun nitelendirilmesinde kullanılan bir unsur olmaktan öteye geçmemektedir.

Öte yandan somut olaya bakıldığında, Yargıtay ilgili Dairesinin ulaştığı sonucun bariz bir takdir hatası veya keyfilik olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.

Zira suça vücut veren eylem, başvurucu hakkında daha önceden verilmiş olan terör örgütü üyeliği suçuna ilişkin infaz henüz hak ederek tahliye aşamasına gelmeden ve şartla tahliye dönemi içerisinde bulunduğu zaman diliminde, terör örgütünün de çağrısına uyarak gerçekleşen kanun dışı bir gösteriye katılmak şeklinde meydana gelmiştir.

Başvurucu bu gösteride pasif bir süje olarak bulunmamış, örgüt liderinin resimlerinin bulunduğu flamaları toplantı alanına getirmiş ve katılanlara dağıtmıştır. Gösteri süresince örgüt liderinin resminin bulunduğu flamayı taşımıştır. Dahası terör örgütünü simgeleyen sözde bayrağı taşıyan kişinin kimliğinin teşhis edilmesini engellemek amacıyla ona ait montu alan dışına çıkartıp daha sonra kendisi giymiştir.

Tüm bu faaliyetin örgüt üyeliğinin delili olup olmayacağına dair tartışma, konunun uzmanı olan ve değerlendirme noktasında Anayasa Mahkemesi’ne nazaran daha avantajlı durumda bulunan adli yargı mercilerinin görev sahası içinde kalmaktadır.

Yargıtay ilgili dairesi konuyu değerlendirirken kişinin geçmişini de dikkate almıştır. Ceza yargılamasında kişinin geçmişinin dikkate alınmasını engelleyen bir hüküm bulunmamaktadır. TCK.nun 62. maddesinde yer alan takdiri indirim uygulanmasında olduğu gibi kişinin geçmişi özellikle dikkate alınabilmektedir. Bu yönüyle de konu ceza yargılamasının hudutları içerisinde cereyan etmiştir.

Kişinin önceki ceza yargılamasının mahkumiyet yerine beraatla sonuçlanmış olması durumu söz konusu olsa ve buna rağmen hakkında dava açılmış olması sonraki yargılamada bir sübut unsuru olarak kullanılmış olsa idi konu masumiyet karinesinin ikinci yönü itibariyle değerlendirmeye mevzu edilebilirdi.

Konunun diğer bir boyutu da, ceza yargılamasına konu edilen suçun temadi eden bir suç özelliğini taşımasıdır. İlgili hakkında tanzim edilen iddianamenin kabul edilmesi ile temadi hukuki kesintiye uğramıştır. Bu suçun özelliği gereği fiili kesintinin gerçekleşip gerçekleşmediği noktası hem iddia hem de savunma makamları tarafından varlığı veya yokluğu ispatı mümkün bir husustur.

Bu manada suçluluğun kanıtlanması noktasında, geçmiş mahkumiyet kararından kaynaklanan ve hükümleri daima başvurucunun aleyhine tecelli eden mutlak bir karineden söz etmek mümkün değildir.

Dahası geçmiş mahkumiyetin değerlendirmede dikkate alınması ispat yükünün sanık üzerinde bırakılması gibi bir duruma da yol açmamaktadır. Zira ortada sanık tarafından gerçekleştirilen ve aleyhe sübut bulan kanunsuz bir gösteri yürüyüşüne aktif olarak iştirak gibi bir durum söz konusudur. Bu eylemin gerçekleşmediğini başvurucu her türlü delile dayanarak ispat imkanına sahiptir. Bu eylem sübut bulmamış olsaydı örgüt üyeliğinden söz edilmeyecekti.

Tüm bu değerlendirmeler çerçevesinde adil yargılanma hakkı kapsamında masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.

Başkanvekili

Kadir ÖZKAYA

Üye

Muammer TOPAL

Üye

Rıdvan GÜLEÇ

Üye

Yıldız SEFERİNOĞLU

Üye

Basri BAĞCI

Üye

İrfan FİDAN