1. Bir hatanın oluşması fazlasının da oluşacağının kanıtıdır.

2. Kuşkusuz, insanlarca  yönetilen adalet sisteminin onlardan daha mükemmel olamayacağı unutulmamalıdır.

Sorgulamanın amacının tam olarak ne olduğu kesin olarak belirlenmelidir; amaç, sorgulamayı yapan memurların gözünde suçlu olduğu varsayılan bir kişinin itiraf etmesini sağlamak değil, incelenmekte olan konu hakkında gerçekleri öğrenmek için doğru ve güvenilir bilgilere ulaşmak olmalıdır. Bu bağlamda, olgunun saptanması, ceza davalarının karara bağlanmasında merkezi bir öneme sahiptir. Hâkimlerin temel işi, gerçekler hakkındaki belirsizliği hükmün kesinliğine dönüştürmektir. Hukukla ilgili sorular ortaya çıksa da, baskın olan konu genellikle ne olduğu ve bunu kimin yaptığıdır. Bu, özellikle olayların makul seyrinin olasılığına ilişkin olarak kanıtların değerlendirilmesi anlamına gelmektedir. Bir karara varmak için tüm delil parçaları birleştirilerek, toplam delil yükünün   'makul şüphenin ötesi'  ölçütü karşılayıp karşılamadığı sonucuna varmak gerekir. Tüm kanıtlar aynı yönü gösterdiğinde, karara kolayca varılırken,  kanıtlar zayıf ve/veya çelişkili olduğunda ise kararlar zor alınmaktadır. Bu durum bizleri karar sürecinin psiko-sosyal dinamiklerine götürmektedir.

İnsanlar her zaman -aslında, muhtemelen sık sık olmasa da- nesnel ve akılcı yaratıklar olduklarını düşünmekten hoşlanırlar. Olumlu özsaygıyı sürdürmek için, insanlar (farkında olmadan) kendi imajlarıyla çelişen aşağılayıcı veya rahatsız edici bilgileri dikkate almazlar. Bireyler, bilişsel uyumsuzluktan kaçınmanın veya azaltmanın bir yolu olarak motive edilmiş akıl yürütme ile meşgul olurlar, insanların çelişkili bilgilerle karşılaştıklarında, özellikle rahatlıkları, mutlulukları ve zihinsel sağlıklarıyla doğrudan ilgili konularda yaşadıkları zihinsel rahatsızlık karşısında bir çelişkiyi yeniden incelemek yerine onu reddetmek çok daha kolaydır. İşte muhakeme sürecinde bazı fikirler üstünlük kazanırken/galebe çalarken, ötekilerin kaybı/gözden düşmesi; bazı fikirlere saldırmak veya savunmak yaklaşımı, eldeki bilginin nasıl yorumlandığını göstermektedir. Yargılarımız, bilinç altından, kuvvetlice hangi tarafın kazanmasını istiyorsak o doğrultuda olacaktır. Tuttuğunuz takıma göre faul’u öyle değerlendirmekteyiz. Bu, bizlerin sağlığımız, ilişkilerimiz, nasıl oy verdiğimiz, neyin adil veya etik olduğunu hakkında nasıl düşündüğümüzü de şekillendirmektedir. Nitekim idam cezası konusunda kamuoyuna yansıyan son tartışmalar bunun en somut örneğini oluşturmaktadır. Eksik bir bilgi, sahte bir belge, yalancı bir tanık, dar görüşlü bir bilirkişi, bir masumun mahkumiyetine neden olabilmektedir.

Hukukun kusur bulmaya odaklandığı hatırlanmalıdır. Bu nedenle, yargılama kusur bulma felsefesidir. Her şey, parmağın bir insana yöneltilmesindedir. Yalnız,  hiç kimsenin kusuru olmadığı olgular da ekseriya yaşamda meydana gelebilmektedir. Bu çerçevede, hukuka göre yargılamayı yürütmek için oluşturulan mahkemeler, hukuksuzluğun ya da adli hatanın da ajanları olmaktadır.1 “Bireyleri cezalandıran tüm sistemlerde masum bir insanın cezalandırılması riski de bulunmaktadır ve böyle bir sistem büyük sayıda insanı kapsadığından bu durumun gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Adli hata, olgusal bağlamda suçsuz olan bir insanın mahkumiyeti ile suçsuzluğu belirmemesine karşın olgusal suçluluğu hakkında makul kuşku duyulan mahkumiyetleri veya beratları kapsamaktadır.2 Sistem ne olursa olsun hatalar  olacaktır.  

Adli hata konusunda önemli görülen başlıklar ise şunlardır:

- Medya ve özellikle sosyal medya yargılamasının mahkeme salonunu etkilemesi,

- Soruşturmalarda hatalar/yanlışlıklar- Soruşturma başarısızlığı ve gerçek suçlunun serbest kalması,

- Hatalı mahkumiyet/yargısal yanlışlıklar- Kanıtın kusurlu/yanlış doğası ve çetin davaların niteliği (kanıt yokluğu, kaynak yetersizliği veya mağdur ve tanıkların işbirliği yapmaması),

- Mahkumiyet/beraatta şans dozu, ve

- Adli hataları gidermek üzere “masumiyet projesi” geliştirilmesi.

Özetle, adli hata, suçlu kişinin beraatı ile masum insanın mahkumiyetini kapsamaktadır. Somut bir kanıt olmamasına karşın birincisi, ikincisinden daha yaygın olabilir. Hiç kuşkusuz, “haksız itham da haksız hüküm” kadar sakıncalıdır. Beraat kararına karşın sanık kişiye vurulan itham damgası kolaylıkla silinmemekte; genelde halk, özelde tanıdıkları/komşuları ithamı hatırlayarak; kişinin suçluluğundan kuşku duyabilmektedirler. Asıl önemli olanı da beraat eden kişinin yargılama süreci boyunca maruz kaldığı psikolojik travmadır. İşte bu bağlamda kişilerin damgalanmamak/ lekelenmemek hakkı olduğu göz ardı edilmektedir.

Kollukta Sorgulama Süreci

Polis benimle konuşmak istiyor. Ne yapmalıyım? Hâkim Jackson’ın görüşü şöyledir: “Rafine bir avukat, zanlıya hiçbir durumda, kesin olmayan terimlerle polise hiç bir beyanda bulunmamasını söyleyecektir.” (Bkz. Watts vs. Indiana, 338 US 49,59 (1949).3  Süreçte şu kurallar egemen olmalıdır:

1) Polise hiçbir şekilde yardımcı olunmayacağı bilinmelidir:

- Konuşarak tutuklanmaktan kurtulamazsın.

- Duruşmada sana yardımcı olacak hiçbir bilgiyi onlara veremezsin.

- Kolluğa söyleyeceğin her şey Savcı tarafından yalnızca senin aleyhine kullanılacaktır.

2) Müvekkilin suçlu -ve hatta masum ise- karşılığında hiçbir menfaati olmamak üzere suçunu itiraf edebileceğine göre aceleye ne gerek var ki!

Kuşkusuz, masum insanlar da itiraf etmektedir. Nitekim, ABD’de masumiyeti DNA testi ile kanıtlanan kişilerden %25’inden fazlasında masum insanlar kendilerini suçlayıcı ifadeler veya itiraflarda bulundular.

3) Müvekkiliniz masum olması durumunda suçu ret etmesi gerekirken, çoğu gerçeği konuşmasına karşın konuşmasını öyle sürdürür ki, bazı ufak yalanlar ve hatalarla kendisini hapse götürebilir.

4) Müvekkiliniz masum ve hakikati söylemesine karşın kolluğa her zaman kendisine karşı kullanılabilecek bir ifade de bulunma riski taşımaktadır. Şöyle ki, “Adam öldürme suçu ile itham edilen Ahmet’in ifadesi: “Ne hakkında konuştuğunuzu anlamıyorum. Kimseyi öldürmedim ve kimin yaptığını da bilmiyorum. Olay yerinin yakınında bile değildim. Benim silahım yok ve hiçbir zamanda olmadı. Silah kullanmasını da bilmiyorum. Yalnız şunu söyleyebilirim ki, O şahsı hiç sevmemiştim. Yalnız kimin öldürdüğünü bilmiyorum.”

5) Müvekkiliniz masum ve yalnızca hakikati söylemesine, polise her zaman kendisine karşı kullanılabilecek bir ifade de bulunmamasına ve tüm sorgulamanın videoya alınmasına karşın zanlının ifadesindeki hatalı veya güvenilmez türdeki anlatımlarda kişiyi suçlayıcı yanlar bulunabilir.

Adli Tıp Uzmanları

DNA analizlerindeki gerçeklik payı da sorgulanmalıdır. DNA için milyarda bir eşleşme, bir eşleşme değildir. Bir milyarda bir, istatistiksel değerlendirmedir.  Faillerin aile üyeleri veya iki erkek veya kız kardeş olduğunu düşünün. Hepimiz diğer aile üyelerinden miras aldığımız genleri, kan havuzunu ve DNA havuzunu biliyoruz.

Adli tıp açısından saptanan “sanık karşısında bilim” in varlığı ise, kanıtın yanlış yorumlanması riski göz ardı edilmemelidir. Nitekim, FBI’in 268 saç kılı üzerinde yaptığı tespitlerin 257’sinda (%96’si) teknolojinin adli kanıtı yanlış yorumladığı ortaya çıktı. Burada sorulacak önemli soru, kanıtın nasıl ve ne zaman elde edilmiş olduğudur.  Kuşkusuz, adli tıpta bir sorun olduğu ve bunu da teknolojinin çözemeyeceği gerçeğidir.  Adli bir kanıtın taksiye bindiğinizde, bir elbiseyi denediğinizde size bulaşmış olabileceğini asla göz ardı edilmemelidir. 

Öte yandan, kanıtı inceleyen uzmanın yargısı öznel olduğunda yargı objektif/bilimsel olmamaktadır. Uzmandaki önyargı-eldeki bilimsel veriyi öyle yorumlayarak beklentilerle veya önceki teorilerle uyumlu olması eğilimindedir. Bu yaklaşım

- Analizci uzmanın özel bir sonuç bulmak üzere motive edilmesinde, ve

- Değerlendirilen veriler muğlak veya farklı yoruma tabi olmasında,  oldukça etkili olmaktadır.

Yargılama Süreci

Hâkimlerin verdiği her karar  doğru değildir. Nitekim, son on yıl içinde  temyiz edilen ceza hüküm- lerinde bozma  ortalaması  % 29’dır. Kararlardaki yanılgı payı Yargıtay için de geçerlidir. Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen onama kararlarındaki  son  on yıllık ortalama % 19’u bulmuştur.

Hukukun kusur bulmaya odaklandığı hatırlanmalıdır. Bu nedenle, yargılama kusur bulma felsefesidir. Her şey, parmağın bir insana yöneltilmesindedir. Yalnız,  hiç kimsenin kusuru olmadığı olgular da ekseriya yaşamda meydana gelmektedir. Bu çerçevede, hukuka göre yargılamayı yürütmek için oluşturulan mahkemeler hukuksuzluğun ya da adli hatanın da ajanları olmaktadır. Teorik olarak, yargılama kurumu itham edilen sanıklar için hakikati saptamak üzere tasarlanmış ise de, usul/kanıt kurallarının çoğu masum sanıkları adli hataya karşı korumak üzere düzenlenmişlerdir. Ne var ki, masum sanıkları adli hataya karşı korumak üzere tasarlanmış bu kurallar  istenilmeyen ve fakat kaçınılmaz olan (suçlu olan çoğu kişinin de hak ettiği cezayı almaması gibi) sonuçlara gebe bırakmaktadır. Sonuçta adli hata içeren beraat sorunu ile yüz yüze gelinmekte; ve topluma dönen bu suçlular masum kişileri mağdurlaştırma riski yaratmaktadırlar. Öte yandan, “Bireyleri cezalandıran tüm sistemlerde masum bir insanın cezalandırılması riski de bulunmaktadır ve böyle bir sistem büyük sayıda insanı kapsadığından bu durumun gerçekleşmesi kaçınılmaz olmaktadır” (R. Nozick). Bu nedenle bilinçli ya da bilinçsiz “şamar oğlanı”(scapegoat) felsefesi yargılamaya egemen olmakta; bu durum bazen bir şamar oğlanı bulunmasını gerektirmektedir.

 

Suçlu veya hukuku ihlal edici olarak hüküm altına alınanların çoğu ise, hukuk felsefesinin bir kişiyi suçlamak ihtiyacına uyarlı hiç bir şeyi de gerçekte yapmamış olabilirler. Yinelersek, adli hata, olgusal bağlamda suçsuz olan bir insanın mahkumiyeti(false imprisonment) ile suçsuzluğu belirmemesine karşın olgusal suçluluğu hakkında makul kuşku duyulan mahkumiyetleri veya beraatleri kapsamaktadır.

Yargıda ideal hata oranı sıfır ise de, gerçeği yansıtmayan kanıtlara dayalı adli hatalara tanık olunmaktadır. Bu adli hatalar (miscarriages of justice) veya suçlunun hak ettiği cezadan az veya fazla cezaya mahkumiyeti kitle psikolojisi üzerinde tahripkar etkiler yaratmaktadır.4 Bu nedenle,  ceza adaleti sistem performansının “yıllık mahkumiyet oranı” ile değil ve fakat “adli hata sayısı” ile ölçülmesi yerinde bir yaklaşım olabilir. Adli hatalar genelde soruşturma evresinde savcılık performansıyla yakından ilişkili bulunmaktadır.  Temel sorun, CMK 160/(2) maddesi uyarınca, Cumhuriyet savcısı “şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür” normunun hukuk eğitiminde ve uygulamada ne derece ciddiye alındığı; ceza adaleti sisteminin (CAS) “hakikate mi yoksa mahkumiyete mi odaklandığıdır? Amaç değer hakikat ise,  odaklanmanın ne derece olduğu, kuşkusuz, önemli olmaktadır.

İşte kamu vicdanını rahatsız eden adli hata olgularının yoğunlaşması halk katında kamu düzenine uyumda isteksizlik yaratmakta; kitleyi, protesto eylemlerine itmekte; sonuçta kamu düzeni ve sosyal uyum bozulmaktadır.5  Yalnız, protestoların, demokrasilerin en belirgin sorumluluk sergileme yöntemi ve kanıtı olduğu bilinmelidir. Toplumda suçların önlemesi ve mağdurların tazmini, kolluk gücü ve yargı erki gerektirmekte ise de, protesto yalnızca duyarlığı az veya çok, makul ve iyi niyetli demokratik bir kitle öngörmektedir. 

Yargılama sürecinde makul kuşku ötesi standardı hâkime şu mesajı vermektedir: “Dava hakkında mükemmel olmayan bilgiye karşın karar vermeniz gereğini biliyoruz. Hukuk düzeni kararınızı kabul ve infaz edecektir. Yalnız bu kararın toplumda bıraktığını izlenime önem veriniz. Karar vermekten kaçınmayın. Yalnız bir sav hakkında ciddi kuşkularınız var ise, davanın esası hakkında karar vermeye kendinizi zorlamayın. 

Ceza yargılamasında kanıtlarla, suç işlenmesi anında neler olduğu yeniden oluşturulmaya çalışılmakta; ve bu süreçte fiziki kanıtlarla (örneğin parmak izi, tekerlek izi, dış izi ve DNA) suçun görgü tanıkları(ve mağdurlar) önemli parametreler olmaktadır. Ne var ki, fiziki kanıtlardaki bozulma ötesinde görgü tanıklarının bellekleri de bazı nedenlerle kirlenebilmekte/ bozulmakta, iyi niyetli olmalarına karşın ‘yalan tanıklık’ ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç sanıklar ve toplum açısından çok önemli olmaktadır. Özellikle, görgü tanıklarındaki hatalar öteki tüm faktörlerden daha fazla masun sanıkların (DNA ile ayıklanmayanların) mahkumiyetlerini açıklamaktadır. Görgü tanıklarından kaynaklı adli hataları önlemek üzere İngiltere’de Turnbull kuralı içtihat edilmiştir. Bu kural hâkim tarafından jüriye yapılan şu ihtarı içermektedir: Görgüye dayalı tanıklık güvenilir olmadığından özenle irdelenmelidir (Bkz. http://www.eps.gov.uk/legal to k/Identification of suspects/).

Adli hatalara özgü temel faktörün soruşturma evresinde  savcıların tünel vizyon virusünden enfekte olmalarıdır. Tünel vizyon, soruşturmaya tek yanlı olarak oldukça dar açıdan odaklanma veya edinilen malumatın makul olmayan bir nitelikte biçimlendiren savcılık teorisi olarak tanımlanabilir. Düşünsel seçicilikte, kişi lehte olan kanıta odaklanırken, aleyhteki kanıtı göz ardı etmektedir. Bu süreçte, soruşturmada daha basit olanlar lehindeki  seçenek açıklamalar yeğlenmektedir.

Tünel vizyonu sinsi bir şekilde CAS’taki herkesi etkileyebilir. Bu vizyon sistemdeki bir ajanın bir kişi veya olaya odaklanmasına neden olduğunda öteki kişi/ler veya olay/lar onun düşüncesinde yer etmez. Sonuçta tünel vizyon soruşturma evresinde öteki zanlıların göz ardı edilmesini sonuçlandırabilir.  Aynı paralelde, öteki şüphelilere yönelik olaylar da ajanın düşüncesinde yerini bulmayabilir.  Ceza adaleti sisteminde aktörlerin bilinçli bir çabayla dosyaya bakması, kanıtları analiz etmesi, “ben neyi göz ardı ediyorum” sorusunu sorması tünel vizyonla baş etmenin ilk adımı olacaktır.  Bu virüsten kurtulmanın tek çaresi hâkim ve savcıların hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimlerinde programın bir bileşeni olarak tünel vizyonun belirlenmesi ve bundan kaçınılması gereği üzerinde durulmasıdır.  Bu bağlamda tünel vizyona katkısı olan ve böylece C. Savcısının olması gerekli rolünü (objektifliğini) etkileyen özel faktörler ise şunlardır:

- Kolluk ve/ya mağdurlarla yakından özdeşleşme,

- Medyanın ve/ya özel menfaat gruplarının baskısı, ve

- Öteki yaklaşımlar/kanıtlardan kendisini soyutlamasıdır.

Hukuk eğitimi, hâkimleri insani hatalardan alıkoyamamaktadır. Onlar da, normal insanlar gibi algısal önyargılara/tünel vizyona gebedirler. Davaların azlığı/ karar için ayrılan zamanın yeterli olması bu türden hataları giderebilecek türden olmakla beraber, herkes, kolluk görevlileri, Savcılar ve hâkimler tünel vizyonu ve psikolojisi konusunda eğitilmelidirler.

Objektif usul adaleti, kuşkusuz, adaletin normatif standartlarına uyum sağlamak üzere açıkça kabul edilemez bazı önyargıları azaltarak kararların kendilerini ve karar verme sürecini daha adil yapmak üzere  usulün kapasitesine ilişkindir. Son zamanlarda ülkemizde özellikle usul adaleti konusu gündeme gelmiş bulunmaktadır. Bu konuda yapılan yüzlerce çalışmada, kişilerin mahkemelerde adil bir şekilde yargılanıp yargılanmadıkları algıları bazen davanın sonucundan daha önemli görülmüştür. Gerçek şudur ki, hâkimler usul hukuku yayınlarında tartışılanlardan farklı ölçütler kullanmaktadırlar.

Yıllar itibariyle Yargıtay ceza dairelerindeki bozma oranları seyri, anlam bakımından düşündürücüdür. Olay değişmediği halde iki ayrı görüş belirebilmektedir. Bunlardan biri kesinlikle yanlış olacağına göre, üzerinde uyuşulmayan ve bozulan her kararda adli yanılgı olasılığı artmış ve nicelik olarak  yanılgı sayısı çoğalmış olacaktır.6

Yıl    Bozma

1986    33.0

1990    29.8

1995    27.8

2000    25.1

2008    60,0

2009    58,3

2010    52,4

2019    26,5

2020    29,8

                                                                          

Adli hatalarda yer alan faktörler, “soruşturma yanlışlıkları” ile “yargısal yanlışlıklar” yanında her ikisi arasındaki etkileşim de belirleyici olabilmektedir.7 İsabetsiz açılan her kamu davası adli hataya neden olmasa da, usuli güvencelerden yoksun bir sanığın adli hata mağduru olması olasılığı yadsınamaz.  Bu konuda araştırmalar sonucu saptanan belli başlı faktörler ise şöyle sıralanmaktadır:

- Görgü tanıklarının yanlış teşhisi,8

- Kolluk soruşturmasında yapılan yanlışlar/hatalar,

- Savcılıkça yapılan yanlışlar/hatalar,

- Güvenirlikten yoksun bilimsel hatalar; ve bu hataların bilim insanlarının yeteneksizliğinden veya gerçekten hata olarak belirmesi;

- Adli tıpça yapılan hatalar,

- Sahte itiraflar,

- Kasıtlı olarak kanıt yaratılması,

- İlgili kanıtın savunmadan saklanması,

- Savunma avukatının yetersizliği,

- Sabıkalı kişilerce sunulan uydurma veya güvenilmez kanıtlar, ve

- Yetersizce adli yardımdır.9

Adli hata psikopatolojisinde izlenebilir bilinçaltı faktörleri de genelde iki yol takip etmektedir:

1. Eylemin (maddi anlamda) masum bir kişiye isnat edilmesini sağlamak; ve

2. Gerçek suçlunun bulunmasını önlemektir.

Bu doğrultuda, kanıtlar bakımından görünürdeki suçlu kişiye yönelik ağırlıklı ipuçları büyüteç altına tutulmakta veya eylemin gerçek failine karşı olan mevcut ipuçları da görmezlikten gelinmektedir. İşte bu yola karşı bilinçaltı, gerçek suçluya ilişkin savunma  baskısının çalışması sırasında destek görmektedir. Böyle vakalardaki hatalı kararların büyük bir kesimi ise, bu iki bilinçdışı eğilimin birleşimi nedeniyle olmakta; ancak bunların rasyonel gerekçeler ve güçlü kanıtlar zinciri ile desteklendiği görülmektedir.

Hatalı mahkumiyetler şimdilik yeterli kamusal bilinçten yoksun olarak, halen toplumsal radar kapsamı dışında seyretmektedir.10 Bu tür hataları azaltmanın tek yolu önleyici yasal düzenlemeler olmayıp, adli yönergeler, etik kurallar ve eğitim olabilir. Ceza adaleti reformuna bel bağlandığında, bunun uzun soluklu bir proje olacağı da unutulmamalıdır. Sonuçta başarısızlığın bedelini, ne Ankara’daki siyasetçiler, ne de savcılar ve hâkimler değil, adli hataların mağdurları ve halkın hukuk sistemine güvensizliği ile ortaya çıkan zararla ödenecektir.

İşte olası adli hataları en aza indirgemek amacıyla geliştirilecek projede yer alacak beş değişken aşağıda sergilenmiştir. 

Entegre Ceza Adaleti Modeli

Yukardaki modelde ilişkili beş alan olası adli hataları sergilemektedir. Merkezde yer alan “siyaset alanı” öteki alanlarla çevrelenmiştir. Psikoloji ve bilim alanlarına ayrıca yer verilerek tüm adalet sisteminin algısal ve öteki önyargılardan haberdar olmasına işaret edilmektedir. Her iki alan da kanıta dayalı delil saptama arayışında referans olmaktadır. Adli hataların önlenmesi açısından bilimsel bulgular, adli hatalara özgü hataların başında gelen görgü tanığı8 ifadelerinden daha fazla önemsenmelidir.  Bu modelin altında yatan teori, adli hatalı mahkumiyet nedenlerinden her biri keşfedilip giderildiğinde hatalı mahkumiyet sorunu kalmayacaktır. Her alan kendi içinde dava sonuçlarına etkili olan kurumlar, işlevler, personel, düzenleyici kavramlar, ideolojiler ve idealleri barındırmaktadır. Yargı personeli  her alanın ideallerini(adalet, kamu güvenliği, insani anlayış ve hakikati) benimseyerek soruşturma, itham ve yargılama süreçlerinde doğruluğu sağlama arayışına odaklanmalıdır. Kuşkusuz, bu model soruna siyaset penceresinden bakış sağlayabilecektir.

Bu doğrultuda, davranış gelişimi ve akli süreçleri konu alan psikoloji olabildiğince (nesnel ve gözlenebilir) ampirik kanıt arayışında yargılama gerçeği ile örtüşmekte ise de, önemli olan bu örtüşmenin sanal olmaktan çıkartılıp, gerçeklik testine tabi tutulması ve yargı kararlarının ne derece güvenilir olduğunun ortaya konulmasıdır. Nitekim, A.B.D.’de Dna uygulaması ile yüksek oranda  sanığın beraat etmesi adli hata konusundaki riskin en  belirgin kanıtını oluşturmuş; tecrübi psikoloji bulguları ceza adaleti sisteminin ciddi hatalara oldukça yatkın olduğunu kanıtlamıştır. Adli psikoloji/psikiyatrinin varlık ve etkinliğinin, adil yargılanma hakkı gereği olduğu bilinmelidir. Hukuk eğitimi artık hukukta  psikolojinin fazlaca ağırlıklı olduğu fakülteler olmalıdır. Bu doğrultuda, hukuk uygulamasında insan doğasını anlama girişim ve eğitimi, hiç işlenmemiş  adli akıl cevherini gün ışığına çıkaracak;  psikolog/ psikiyatrlar, gerçekten, mahkemeler için klinik hizmet vermeye hazır olduklarında, mahkemeler de  hizmeti almaya hazır olacak; ve bu suretle  adalet ve psikoloji arasındaki Çin Setti yıkılacaktır. Bu bağlamda “çapraz sorgulamanın yargılamanın dinamosu olduğu” unutulmamalıdır.

Adli hataların oluşmasında adli yardım hizmeti sunan avukatların ne derece ehil olduğu da tartışma konusu edilmiştir. Nitekim, Yeni Zelanda’da adli yardım hizmetleri akredite avukatlar tarafından süreli olarak yürütülmektedir. Süre bitiminde akredite standartlarını karşılamayan avukat listeden çıkarılmaktadır.

Adli hatalar yapısal kaza modeli benzeri olmakta ise de, endüstri ve tıptaki gibi adli sistemlerdeki kazaları oldukları zaman saptamak kolay değildir. Önemli olan hakikat arayışına odaklanmış bir sistemde devamlı kalite geliştirme kültürüne odaklanılmasıdır.

Yukarıda değindiğimiz aksiyomu yinelersek adil yargılanma hakkının adli hatalara (pardonlara)  neden olmayacak bir nitelikte tezahür etmesi gerekmektedir: Tercih edilen bir değer olarak, Blackstone oranı (1825) olarak adlandırılan, “bir masum insanın hüküm giymesi yerine on suçlu insanın salıverilmesi” şeklindeki orana da bakılmalıdır. Bu oran, katı bir matematik formül oluşturmak yerine, en azından anayasa öğretisinde yer alan bir değer tercihi olarak karşımıza çıkmaktadır. Masum bir kişinin yanlışlıkla mahkumiyeti suçlu bir kişiyi mahkum etmek başarısızlığından daha büyük oranda anayasal bir yanlışlıktır. Yanlış mahkumiyetlere  devletçe doğrudan sebebiyet verildiği için ceza adaleti kurumları ve hukukun üstünlüğüne olan saygı ve inancı zedeleyen bir adaletsizlik oluşmaktadır. Bu adaletsizlikler eklenen yanlışlıklarla daha bir katmerleşmektedir: Masum bir kişi suçlu bulunduğundan gerçek suçlunun toplumu mağdurlaştırma riski devam etmektedir. Öte yandan, hatalı beraatler de hatalı mahkumiyetler kadar zarar vermektedir. Bir ırza geçme suçlusunun özgür kalması sonucu mağdurun kendini ev hapsine mahkum etmesini ve travmasını hayal etmek bile istemiyorum. Özetlersek, bu konuda sosyo-juridik saptamalarımız şöyledir:

- Yanlış mahkumiyetler, yeterli kamusal bilinçten yoksun olarak, halen toplumsal radar kapsamı dışında seyretmektedir.

- Önleyici yasal düzenlemeler bu tür hataları azaltmanın tek yolu olmayıp, adli yönergeler ve etik kurallar da etkili olabilir.

- Ceza adaleti reformuna bel bağlandığında bunun uzun soluklu bir proje olduğu ile

- Bu konuya özgü baskı grupları ile STK’ların  rol ve işlevinin önemli olduğu unutulmamalıdır.

Pardon filmi11 dışında adli hata konusu toplum katında bir sorun olarak varlık gösterememiş ve bu konuda istatistik verilerin tutulmadığı saptanmıştır. Ne var  ki, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine bakıldığında ülkemizin adli hataya en açık ülkelerden biri olduğu görülür. Öte yandan, vicdani kanı yargısı, duruşmadaki izlenimlere göre değil, tutanaklara göre oluşturulmakta; olayın fotoğrafını çekebilmek için yapılan duruşma ise,  tutanak fetişizmine kilitlenmektedir. 

1980’li yılların sonlarına doğru başlayan DNA analizi adli hataların giderilmesi açısından önemli bir enstrüman olmuştur. 2011 yılına kadar ABD’de 231 hükümlü uzun süren hapisten sonra DNA testi ile aklanmıştır. Ne var ki, tüm ceza davalarının % 5-10’u DNA testine tabi tutulacak biyolojik kanıt içerdiğinden, DNA testi  her zaman sorun çözücü olmamaktadır. Suçların geri kalan % 90-95’inde DNA testi bir seçenek olmadığından  ceza adaleti sistemi, bilimsel sağlık veya uygun şekilde icra edilen adli disiplinlerden (bilimsel standartlardan) yoksun diğer kanıt türlerine dayanmaktadır.12 

İtiraf

Arkadaşını öldürüp kız kardeşiyle evlendi, 10 yıl sonra itiraf etti: “Arkadaşım rüyamda ‘Hem beni öldürdün hem de kardeşimle evlendin. Bu reva mı?’ diyordu, dayanamadım.” (Haber Türk, 28/01/2016, s.18). Freud dedi ki, bakın, ortada konuşmadan çok daha fazlası var. “Hiçbir ölümlü sır saklayamaz. Dudakları sessizse, parmak uçları ile gevezelik eder.” Hepimiz ne kadar güçlü olursak olalım bunu yapıyoruz.

İtiraf olgusunda, bunun sahte olup olmadığı üzerinde özenle durulmalıdır. Suçluluk duygusu, endişe veya mazoşizmin doğurduğu gerçek olmayan itiraflar, itirafçının sorumluluk gerektiren diğer işlerinin bilinç dışı itirafı açısından kendisine bir rahatlama olanağı sağlamaktadır. Çoğu kültürlerde ceza  suçluluk duygusunu azaltmaktadır.  ABD’nin Vermont kentinde meşhur Borne davasında iki kardeş  eniştelerini nasıl öldürüp cesedini yok ettiklerini en ince ayrıntısına kadar itiraf ettiler.  Ne var ki, yıllar sonra “corpus delecti” cinayet mahalline geri dönmüştü.  Kardeşlerin suçluluk duygusu bir gölde boğulmakta olan babalarını kurtaramayışının psikolojik suçluluğu, başkaca bir suçun itirafı ile ikame edilmişti. Psikiyatrist T. Reik, gerçek olmayan itirafta bulunma dürtüsünü, zanlının kaybolan aşk objesini yeniden kazanma girişimi olarak yorumlamıştı. Bu aşk için bir bilinç dışı wooing (kur yapma/kabullenme) ve birinin hak ettiği cezayı bildirerek topluma yeniden girme isteğini simgelemek olarak düşünüldü.

Analitik olarak, sahte itirafların altında yatan başlıca nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

- Çocuklarca yapılan itiraflar ekseriya güvenilmez türdendir; çocuklar rahatlıkla yönlendirilebilir ve içinde bulundukları durumun bilincine her zaman sahip değildirler. Öte yandan, çocuklar ve yetişkinler kollukta itiraf ettiklerinde ekseriya eve döneceklerini düşünürler.

- Aklı başında olanlar, uzun süren sorgulamada tükenmişlik veya itiraf sonrası salıverilebileceği ve sonra suçsuz olduklarını kanıtlayabileceklerine inanırlar.

- Yaş, akli kapasite veya itirafçının durumuna bakılmaksızın, sorgulama sürecinde bir anda itirafta bulunanlara, suçsuz olduğuna dair söyleve devamdan daha yararlı olacağı düşüncesi egemen olmaktadır.

- Bazı şüphelilere, itiraf etse de, etmese de, mahkum olacağının, yalnız itiraf ettiklerinde daha hafif bir ceza alacaklarının söylenmesidir.

Bunların dışındaki sahte itiraflara bakıldığında hemen hemen tümü şunu söylemektedir: “Tek istediğim eve gitmekti.”

Sahte itiraf yalnızca CAS’a özgü bir olgu olmayıp, yaşamın her alanında tanık olunmaktadır. CAS’a özgü olanı da DNA testi ile ortaya çıkmış gözükse de, yeni bir olgu değildir. Her zaman var olan ve olacak bir nesnedir. Şimdi temel soru masum insan nasıl oluyor da işlemediği bir suçu üstlenmektedir? Masum insanlar sorgulama atmosferi ve stresi altında nasıl olsa ben bu suçu işlemediğim diyerek itirafa yönelmektedirler. Öte yandan, sorgulama sırasında zanlıya ait saç telinde DNA’sının bulunduğu; maktulün ölmeden önce zanlının ismini verdiği şeklindeki tazyiklerle vuku bulmakta; itiraf sonrası hatalar zinciri oluşmaktadır. Sorgulama süreci sanki itiraf sağlamak için tasarlanmış gibi olmaktadır. Yinelersek, ülkede sahte itirafın ne derece yaygın olduğu(epidemiolojisi) konusunda bir fikrimiz olmadığı gibi kamu oyuna mal edilmiş bir sorun da değildir.  Çözüm-sahte itiraflara dayalı mahkumiyetlerin azaltılması için soruşturma sürecinde zorunlu video-teyp uygulaması getirilmelidir. Japon CAS’ında tüm kamu davalarının % 89’u itirafa dayalı bulunmaktadır(!).

Sahte itirafların çoğu suçlu olmayan ve “şüphe” altında bulunmayan kişilerce yapılmaktadır. Bunların tümü psikiyatri açısından  anormal ve bazıları da  belirgin derecede saykotiktirler.  Çoğu yetersiz, ürkek, içine kapanık olan bu kişiler  için fantezi dünyası  doyum sağlar olmuştur. Bu kişilerin dipte yatan, kendilerince bilinmeyen, tümden baskılanmış güçlü derecede saldırganlık  dürtüleri vardır. Toplumda vahşet türü bir suç rapor edildiğinde, bu kişiler aynı anti-sosyal dürtülere sahip olarak kendilerini hemen faille özdeşleştirmektedirler. Histerik dissociative olabilecek derecede nevrotik olanlar da  sahte itirafta bulunmaktadırlar. Bu bağlamda normallik  evresinde itirafın geri alınması ve anormallik evresinde ise  itirafın yenilenmesi oldukça  kafaları karıştırmaktadır. Öte yandan, nam yapma uğruna   anormalliği az  olan ve fakat dengesiz teşhircilerin zaman zaman sahte itirafta bulundukları görülmektedir.13

Yalancı Tanıklık

Bir suça tanık olan kişinin  olayı hatırlamasını etkileyen bir çok öğe vardır. Görme koşulları, sağlanan ayrıntı miktarı ile doğruluk derecesini etkilemektedir.  Örneğin, tanık ile suçlu arasındaki uzaklık daha büyük olduğunda, tanığın suçluyu tasvir ve ayrıntıya girmesinde eksiklik olması yanında suçluyu bir grup fotoğraf arasından tanınması olasılığı da az olacaktır.  Aynı şekilde suçluyu görmesi/izlemesi konusundaki zaman miktarı da doğruluk derecesini etkileyecektir.   Tanığın yaşı da tanıklığın sıhhat ve miktarını belirlemede önemli bir faktör olmaktadır. Küçük çocuklar tarafından verilen ifade miktarı oldukça az olabilecek ise de, bu miktar yaşla artmakta ve çocuklara özgürce hatırlama fırsatı verildiğinde ifadelerin sıhhat derecesi yüksek derecede  olacaktır. Yalnız çocuklara yönlendirici sorular sorulduğun da veya yanlış bilgi ile donatıldıklarında ifadeleri doğru olmayabilecektir.

Algılarımız seçici; belleğimiz ise daha    seçicidir. Bir grup bilgilere yönelip diğerlerine sırt çevirebil- mektedir. Belleğin işlevi bir video bant kaydı gibi olmayıp, bir muhabirin "not defteri"dir. Görgü tanığından, olayı hatırlamağa çalışması ve aklına gelenleri bir bir söylemesi istenilmelidir.

Bellek, bilgiyi alma, saklama ve daha sonra geri çağırma yeteneğidir. Psikolojide bellek üç aşamaya ayrılır: Kodlama, depolama ve geri çağırma. Sürecin herhangi bir evresinde sorunlar ortaya çıkabilir. En baştaki de unutmaktır. Unutmak, yaşamın bir parçasıdır. Öte yandan, bellek her yeniden söylemede etkilenmekte ve bizler ender olarak nötr bir biçimde hikayeyi nakletmekteyiz. Hikayelerimizi dinleyi- cilere göre biçimlendirmekte; bizim tarafgirliğimiz/ önyargımız belleğin oluşumunu- ve hatta üçüncü kişilerin yanlış bilgi telkini olmaksızın-çarpıtmaktadır.  Ceza adaleti sisteminin  tanığın belleğine yardımcı olmalarına karşın bu belleklerin doğruluğu yeterince sağlanamamaktadır. Yalnız,  Savcıların öteki tanıkların ifadesini sergileyerek tanığın belleğini tazelemek girişimi çok hatalı bir yaklaşımdır.  Bunların tartışılacağı mekan  duruşma salonudur.

Görgü tanığı suçluyu teşhis konusunda adli hatalara neden olmaktadır. Bunun nedenleri şunlardır:

1. Yabancı kişilerin yüzleri hakkında insanların belleğinin iyi olmadığı;

2. Bazı nedenlerle kişiler bir şahsın yüzü hakkında belleği olmasa dahi onu işaretlediği; ve

3. Tanıkların güvenirliğinin biçimlendirilebileceği.

Adli hatalar belirli ölçüde yalancı tanıklık(yanlış veya yalan beyan) sonucu belirmekte (CMK 311-b); yargılama hukukunda yargılamanın yenilenmesine  açıkça yer verilmek suretiyle adaletin de “hata” edebileceği kabul edilmektedir.  Bu bağlamda,

- Tanıkların yanlış ifade vermesine sebebiyet veren nedir?

- Kolluk, savcılık ve hâkim tanığa neden inandılar?

- Hatalar saptanabilir miydi?

- En önemlisi gelecekte bu türden adli hataların oluşmasını önlemek için genel olarak neler yapılabilir? 

- Soruşturma ve kovuşturma/yargılama evrelerindeki hatalar nelerdir?

- Çetin davalar-kanıt eksikliği, kaynak eksikliği, mağdur ve tanıkların işbirliğine yanaşmaması-çözümü imkansız yapmıyor mu (?!)

- Tanık geçmişteki olaylar hakkında tanıklık yaparak, anlatımının doğruluk derecesi yalnızca onun başlangıç algılaması değil, belleğe nasıl kayıt edildiği, depolandığı ve geri çağrıldığına dayalı bulunmaktadır. Uzun bir zaman bilgilerin saklanmasının video-teyp ve filme alınması gibi olduğuna inanıldı. Bilim, insan belleği konusundaki bu şekilde ki görüşün esaslı şekilde kusurlu olduğunu göstermiştir.

Araştırmalar, çocukların bellekleri etkilenmediği (bir şey yapılmadığında veya belli yanıtları için baskılanmadığında) okul  öncesi çok küçük çocukların bile önceki deneyimleri üzerine yüksek derecede sıhhatli tanıklık yapabileceğini sergilemektedir. Yalnız  bu sonucu sağlamak bakımından, soruşturmanın tarafsız kişilerce yapılması, açık uçlu sorular sorulması, telkin edici tekrarların yer aldığı bir mülakat olmayışı, çocuğun yanlış bilgi vermesi için bir saiki olmayışı gereklidir. Bu koşullar bağlamında okul öncesi çocukların da doğruyu söyledikleri görülmektedir. Çocuk tanıklarla ilgili en büyük endişe, onların olası telkin edilebilirliğidir. Tekrarlanan veya yanıltıcı soruların bir sonucu olarak, bir tanığın hafızası bozulabilir. Tekrarlanan, müstehcen sorgulamaya maruz kalan bir kişinin gerçekte gerçek- leşmemiş olayların “anılarını” geliştirmesi mümkündür.

Ceza davalarında hâkimin görevi her şeyden önce gerçeklerle ilgili belirsizliği kararın kesinliğine dönüştürmektir. Kapsamlı bir literatür, insanların olasılıkla uğraşırken rasyonellikten saptığını göstermektedir. Bu durum hâkimler için de söz konusudur.  Bu bağlamda söz konusu olan adli hata oranın ne derece olduğudur. Hâkimler gerçekten tarafsız kararlar alıyor mu? Çok çeşitli deneysel ve alan araştırmaları, birçok hukuk dışı faktörün yargı kararlarını etkilediğini ortaya koymaktadır.

İşte hukukun özenle takip edilmesi ve yargılama sürecinin adil ve uygun yürütülmesine karşın yanlış bir sonuç çıkabilmektedir. Masum bir kişi hüküm giyebileceği gibi suçlu bir kişi de serbest kalabilmektedir. Kanunlar hata olasılığını azaltabilirse de, hatayı ortadan kaldırmağa muktedir değildirler. Kuşkusuz, Cumhuriyet Savcılarınca açılan kamu davalarındaki itham yüzdesinin küçümsenmeyecek oranda olması (itham yüzdesi 2019 yılı verilerine göre  Başsavcılıklarda TCK uyarınca %33,8; özel kanunlar uyarınca %51,5) ile ceza mahkemelerindeki mahkeme türü itibariyle beraat yüzdelerinin yüksek bulunmasında (2019 yılı verilerine göre, Ağır Ceza'da % 28,5;Asliye Ceza'da %25,1 ve Çocuk Ceza'da % 31,2) yalancı tanıklığın payı küçümsenmeyecek ölçüdedir. Nitekim, Ankara Ağır Ceza Mahkemelerinde beraatle sonuçlanan 130 dosya üzerinde yapılan incelemede kanıt türü olarak tanık beyanlarının % 22.9 olması ve beraata dayanak olan kanıtlardan % 88.3'ünün de hazırlık evresinde bilinmesi tezimizi pekiştirmek- tedir. Adli hata sonradan anlaşıldığında muhakemenin yenilenmesi yöntemine başvurulmaktadır. Bu başvurunun kabulü, yeniden bir muhakeme yapılmasını haklı gösterecek önemde hata yapılması hallerine özgü olmaktadır (Yargılamanın yenilenmesi/Pourvoi en révision/revisions-Gesuch: CMK md. 311, 314).

Almanya'da11 1951-1964 yıllarını kapsayan devreye ait bir incelemede beraat eden sanıklara ait bir kaç davayı da içeren bini aşkın adli hata ile muhakemenin yenilenmesi ve karar düzeltilmesi saptanmıştır. 1993-1996 yıllarına ait veri dağılım tablosuna aşağıda yer verilmiştir:                       

Landesgericht (Ağır Ceza/Asliye) -Amsgericht(Sulh Ceza)

Hükümlü Aleyhine/Lehine       Hükümlü Aleyhine/Lehine

1993    18/125                366/805

1994    29/152                384/947

1995     31/14                  428/1522

1996     29/168              663/1842

 

Başka bir çalışma kapsamında Almanya'da 1990-2016 yılları arasında haksız yere hapsedilen kişilere ait mevcut tüm vakalar toplanıp incelenmiş ve bir sistemin performansının yıllık mahkûmiyet sayısıyla değil, adli hata sayısıyla ölçülmesi gerektiği belirtilmiştir. (Bkz.Leuschner, Fredericke ve Rettenberger, Martin. Miscarriages of justice in Germany, Mayıs 2023, ss.37-52).  

Bu türden veriler Türkiye için UYAP bağlamında kolaylıkla saptanabilir. Kuşkusuz, kabul gören her yenilenme davası adli hata sayısının azaltılması için nelerin yapılması gerektiğini gündeme getirecektir. 

Adli Hata Olgusu

Adli hata bir olgudur. Yargılama sistemleri de jure bu olgunun üstesinden gelme yollarına yer vermiş olmasına karşın de facto yetersizlikler nedeniyle adli hatalar kaçınılmaz olmaktadır. Akıl ve empati bileşimi olarak görülen adaletsizlik duygusunun tahrik edilmemesi için olanca çaba gösterilmelidir. Bu ikili demokratik toplumun korunmasında siyasal işlevin ötesinde Durkheim'ca ifade edilen sosyal dayanışmayı perçinleyen bir görev de üstlenmektedirler. Bunlar, zaman, mekan, kültür, hukuk ve ahlaki geleneği bir tarafa iterek, sözde hâkimler ile linçe kadar giden yığın adaletinin algılanması ölçüsünde, Sokrat örneğindeki yargılama biçimi ve mahkumiyetinde olduğu gibi, insanlardaki adaletsizlik duygusunu harekete geçirirler.14 Bu bağlamda Dreyfus,  Sacco ve Vanzetti ile Betrand Russell davaları da skandal oluşturur nitelikteki adaletin inkârı olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Hukuk eğitimi hâkimleri insani hatalardan alıkoyamamaktadır. Yinelersek, onlar da, normal insanlar gibi algısal önyargılara gebedir. Davaların azlığı/karar için ayrılan  zamanın yeterli olması bu türden hataları giderebilecek türdendir.

Ceza yargılamasında ispatın makul kuşku ötesinde (MKÖ) gerçekleşmesi standardı sistemimize egemen bir paradigmadır. Belki de, önemli olanın  ceza yargılamasında dengeyi sağlamak üzere, ne çok suçsuz insanı mahkum edecek ve ne de çok suçlu insanı beraat ettirecek bir noktanın belirlenmesini sağlayıcı standarttır. Bu standardın işlevi adli hataya ilişkin en iyi tahminlerimizin bedellerini gözlerimiz önüne getirebilmek olmalıdır. Genel olarak, bir sanığın gerçekten suçlu olup olmadığına karar vereceksek daima belirsizlik ortamında bulunuyoruz demektir. J.Kaplan, vereceğimiz kararı “karar teorisi” normlarına uygun olarak aldığımızda daha sağlıklı sonuçlar elde edeceğimizi ortaya koydu.   Eğer biz hâkimin yerinde olsaydık, vereceğimiz hükmü “gerçekte neyin olduğunu” anlamaya yönelik bir düşünce sonucunda verecektik. Ama bu işlem bu kadar da basit değildir. Doğru bir karar sürecine giremezsek, hatalı mahkumiyet ya da hatalı beraat durumları ile çokça karşılaşabiliriz. O halde olası hataları minimize etmeye çalışmalıyız. Bunu yaparken de bazı tür yanlışları hiç yapmamak ve bazı tür hatalara da diğerlerinden daha fazla dikkat etmek zorunda kalırız.  Bu konuda önleyici bir tedbir olarak “en iyi uygulamalar” arasında en önemlisi olarak kabul gören yaklaşım, tüm sorgulamaların dijital ortamda kayıt altına alınmasıdır. Ne var ki, ceza adalet sistemi, uzman bilirkişilerin güvenilmez biçimdeki kanıtlara, bilimsel olarak çürütülen görgü tanıklarının ifadeleri ve olay mahalli kanıtlarına dayalı teorilere dayandığı sürece adli hatalar devam edecektir. DNA kanıtı da kısmi veya karışık örnekler ve masumane transfer durumları (örneğin karşılaşan iki insanın tokalaşması) nedeniyle çürütülebilmektedir.

Kaplan’ın rasyonel ispat standardı (İS) formülü şudur:15

İS= 1/ [ 1+(HBB /HMB)]

(HBB):Hatalı beraatın bedeli

(HMB):Hatalı mahkumiyet bedeli

MKÖ standardının yüksekliği nedeniyle toplumsal bedel tartışması gündeme gelmiş ise de, R. Dworkin, HMB’de ahlaki zararın çok yüksek olduğunu belirterek, bu yasal hakkın vazgeçilemez bir ahlaki hak olduğunu vurgulamaktadır.

Özet bir çıkarımla, ceza/infaz hukuku ile usulündeki normatif değişimin de facto gerçekleşmesinin kültürel bir benimseme süreci ve süresi olduğu algılanmalı ve bu hususta genelde organizasyon kültüründe değişimin gerekli olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bu kapsamda soruşturma ve kovuşturma evrelerine özgü yanlışlıklardan kaçınılmalıdır. Kuşkusuz, her sistemde, yukarda belirtilen faktörler nedeniyle, adli hataların olması kaçınılmazdır. Bu durum bizlerin bilgi ve kararlarının tanım gereği hatalarla malul olduğu fikrini yansıtmaktadır. Bu her hukuk sistemi için sağlıklı bir varsayımdır. Önemli olan yerinde ve zamanında yapılan araştırmalarla adli hataların saptanmasıdır. Elde edilen bulguların halkın adalete güveninde bir kriz yaratacağı endişesi yerine ceza adaleti sisteminde köklü değişimler için bir fırsat olacağı fikri benimsenmelidir. Sonuç olarak, yinelersek, hukuk eğitimi hâkimleri insani hatalardan alıkoyamamaktadır. Onlar da, normal insanlar gibi algısal önyargılara gebedir. 

Son olarak iki konuya daha değinmekte yarar vardır. Birincisi, kamu görevlilerinin, kumpas davalarında görüldüğü üzere, kanıt saklayarak, yalan beyanda bulunarak ve kanıt üreterek mahkumiyetlere sebep olması sonucu fazlaca sorumluluk ile cezalandırılmasına gereksinme olduğu; ikincisi de, sistemde hatalar, yanlışlar oluştuğunda suçlamak yerine herkesin sorumluluğu kabullenmeyi öğrenmesi; sonucun sistemdeki bir hata sonucu olduğuna veya temel bir kavramın başlangıçta iyice bellenip bellenmemesine bakılmaksızın öğrenilecek şeyler olduğunun bilinmesidir.16 

Çıkarım olarak, adli hatalar, hukuki güvenceler ile  ilgili gerçeklerin saptanmasında yer alan kolluk ve tüm tarafları çevreleyen hukuk kültürüyle yakından irtibatlıdır. Özgün kültürün yerleşmesi için ceza adaleti sisteminde yer alan aktörler  soruşturmanın her evresinde hata risklerini algıya fazlaca açık olmalı ve bu risklere karşı stratejiler geliştirmelidirler. Bu bağlamda tünel vizyona riski her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Bu virüsten kurtulmanın tek çaresi hâkim ve savcıların hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimlerinde programın bir bileşeni olarak tünel vizyonun belirlenmesi ve bundan kaçınılması gereği “eleştirel düşünce” üzerinde durulmasıdır.

Binlerce değilse de yüzlerce haksız mahkumiyetin keşfi son yirmi yıl ceza adalet sistemi tarafından bir felaketin göstergesi olarak görülmelidir. Her hafta masum insanlar işlemedikleri suçlar için iki, beş veya yedi yıl yattıktan sonra cezaevinden çıkıyor; bu durumu havacılık alanında, sağa sola düşen uçaklarla eş değer düşünebilir misiniz? Restoran işinde iş yapmamasına karşın yeni şubeler açan bir şirketin hemen çökeceği ve büyük mali kayıplarla ve sonunda iflas edeceği ön görülemez mi?. Özel sektörde bu tür kayıplara uzun süre tolere edilebilir mi(!?). Hata etmek insani bir olgu olarak öteki alan ve sistemlerdeki hataların azaltılmasına yönelik kalite kontrol sistemleri, CAS’taki  adilliği ve doğruluğu geliştirmek konusunda nasıl yardımcı olabilir? Örneğin hukuktaki adli hataların benzerleri mal-praktis olarak tıp alanında görüldüğünden tıp ve hukuk arasında benzerliklere bakıldığında, her ikisinde de kişiler, üzerlerinde yetkili olan bir kişinin egemenliği altına girmektedirler. Bu benzerlik nedeniyle adli hatalar konusunda tıbbi hataları azaltmak girişimden (kontrol listeleri kullanımından) yararlanabilir. Nitekim, hava yollarında kullanılan kontrol listeleri ve öteki yönetim vasıtalarının, tıpta hata oranını azaltmak konusunda oldukça etkili olması, hukukta da neden  kullanılmasın sorusunu davet etmektedir. Savcılık evresinde örneğin, atılacak uygun adımlar için (ameliyatlar veya hava yollarındaki benzer şekilde) bir kontrol listesinin düzenlenmesi, hangi adımda en yüksek başarısızlık olduğunu analiz ve saptamaya elverecektir.  CAS’taki adli hatalar ile uçak kazaları arasında da benzerlikler vardır. Her iki hata türü de, çaplı ve girift olan sistemde istenilmeyen ve ekseriya öngörülmeyen birbirine bağlı alt sistemler arasındaki etkileşimlere işaret edebilir.  1997-2007 yıllarındaki ölümcül uçak kazalarının % 65 azaltılması konusunda “işbirliği” oldukça başarılı olmuştur. Bu bağlamda önemli olan CAS’ta yer alan tüm aktörlerin sistemi geliştirmek konusunda arzulu olmasıdır. Kuşkusuz, bir sistemi geliştirmeye başlamanın yolu da islah girişimlerine direnç gösteren uzun soluklu bir sorun/sorunlara odaklanmak olmalıdır. Sorunun uzun süredir devam etmesi halinde ise, bunun sistemdeki kişilerden ziyade sisteme özgü özürler ve süreçlerden kaynaklandığı belirtilebilir. CAS’ın hiç bir bileşeni ayrık olarak işlev görmemektedir.    Önemli olan hatalardan ders çıkartılarak bir güvenlik kültürünün CAS’ta yerleşme- si; CAS’ta gelişme sağlamak için bilimsel yaklaşımın da suçlama ve kuraldan sapanları cezalandırmanın ötesinde olduğu bilinmelidir. New York’taki Hudson nehrine acil iniş yapan kaptan pilot, “Havacılıkta bildiğimiz her şeyi, kitaptaki her kuralı, sahip olduğumuz her usulü, birileri bir yerlerde öldüğü için biliyoruz” dedi. İşte hatalardan ders çıkarma şeklindeki kara kutu düşüncesi (black box thinking) CAS’taki adli hatalar için de geçerlidir. Bu doğrultuda öteki alanlarda örgütsel yönetim veya davranış psikolojisi ve sosyolojisinde uzmanlardan kalite gelişimi ile sistem ve güvenlik gelişimi alanlarında da eğitilmiş kişilerden yararlanarak bilgilerini CAS’a nasıl aktarabilecekleri üzerine odaklanmaları sağlanmalıdır.

CAS’ta adli hatalı mahkumiyetler kaçınılmaz da değildir. Araba sürmek her geçen gün güvenli olduğu gibi CAS’ta güvenli hale getirilebilir. Bu konuda işin sırrı hataları azaltmak için en etkili olabilecek stratejileri saptamaktır: Örneğin ilk soruşturma evresindeki sorgulayıcıların(veya sürücülerin daha dikkatli vasıta kullanmaları) daha iyi teknikleri kullanmaları öğretilebilir; veya (emniyet kemeri, hava yastığı gibi) hata sonuçlarını minimuma indirmek üzere muhakemenin yenilenmesi daha etkinleştiri- lebilir. Öte yandan, (hız sınırını azaltmak türü) ispat yükü artırabilir veya bazı kanıt türleri, örneğin cezaevinden muhbirliği veya başkaca kanıtla gerçeklik kazanmamış itiraflar illegal yapılabilir. Kuşkusuz, tüm bu tedbir ve tekniklerin de bir bedeli  vardır: CAS bütçeye daha fazla külfet getirecek, zararsız sürüş gibi adli hatalar ve kazaları önlemek kadar bazı gerçek suçluların da mahkumiyeti önlenecektir. Ne var ki, en iyi strateji de büyük bir olasılıkla bağlamıyla değişiklik sergileyecektir.17

Hâkimlerin bizzat kendilerinin CAS’taki adaletsizlikten ne zaman sorumlu oldukları sorusu da gündeme gelmektedir.   Adli tıp (parmak izi, saç analizi, dış izleri, yangın ve diğerlerinde) analizlerinin bilimsel çevrelerde ciddi olarak irdelendiği günümüzde hâkimlerin bu türden kanıtları eleştirel bir analize tabi tutulmaksızın kabullenmeleri adli hatalara neden olabilir. Bu nedenle, adli tıp konusunda sözü edilen testlerin  çokça  yapılması ve test sonuçlarına eleştirel bir gözle bakılması gereği belirmektedir.

Çoğu avukatlar bilimsel bilgiye çok az sahip olduğundan  hâkimlerin kendisini eğitmesi ve bilimin kuşkulu olduğunu düşündüklerinde bazı sorgulamalar yapmaları kaçınılmaz olmaktadır. Hâkimler cahil kalmaya karar verdiklerinde ise adaletsizliğe katkıda bulunmuyorlar mı sorusu haklı olarak gündeme gelmektedir. Hâkimler bilinçli olarak bu yönelimde değilseler de, sonuç olumsuz olabilmektedir. Hâkim kanıtları irdelerken nesnel bir bakış açısı sağlayabilmelidir. Ne var ki, CAS’ta süregelen iş yükü buna olanak vermemektedir.  Onlara egemen olan düşünceler arasında birincisi  derdest dosyanın bir an önce karara bağlanmasıdır. İkincisi, çoğu hâkimler benzer çok davaya baktıklarından bir sonraki dava daha önce baktığı 75 davanın  benzeri gözüktüğünden eldeki davanın farklı olabileceğini düşünmeye pek yatkın olmadıkları; derdest davadaki sanık/sanıkların öteki davalardaki sanıklar kadar suçlu olmadıklarını görememeleridir.  Üçüncü bir faktör de, meslekte savcılık geçmişi olan hâkimlere özgü olmakta; savcılığı terk sonrası bilimsel gelişmeleri takip etmediklerinde  yanılgı içinde kamu davasını benimseme söz konusu olabilmektedir.  

Özetle, bir ceza adalet sisteminin temel işlevinin genelde topluma ve özelde zanlı/sanık/hükümlülere ceza usulünde yer alan de-jure ilkelere sadık kalınacağı sinyalini vermesidir. Böyle bir algının tüketicilerde yer etmesi sisteme özgü tretman/tasarruflar/kararların kısa ve uzun devrede kabullenilmesi;  olumlu bir algı ve geri besinin toplumda dile getirilmesi gerekmektedir.                                             

Sonuç

Çıkarım olarak, hatalı mahkumiyetlere ilişkin tarihi bir belge olmadığı gibi CAS sistemi aktörlerinde duyarlı bir yaklaşıma da tanık olunamadı. Pardon filmi dışında kamu oyunda somut bir imaj da yer etmedi. Kuşkusuz adli hatalı mahkumiyetlerden öğrenilecek çok şey var. Sistemdeki bir aktörün hatası sonuçta sistemin başarısızlığı  olarak gözükmektedir. Kuşkusuz, bu türden sosyal nitelikte bilimsel saptamalar yapıldığında öğrenilecek çok şeyler olduğu görülecektir. Sonuçta, sistemdeki aktörlerin mütevazi olmaları ve daha öğrenecek çok şeyleri olduğu bilincine varmaları gereklidir.

Ne var ki, adil yargılamanın en ciddi uygulaması dahi doğru bir hükmü garanti edemeyecektir. Bu gerçeği kabullenmeliyiz. Hatalar/adli hatalar kaçınılmaz ise de, ortaya çıkan adaletsizlikleri/ ızdırapları minimize etmek ve sınırlandırmak için gerekli tedbirlerin alındığının sergilenmesi gereklidir. Şöyle ki, süreçte sorgulama, kuşkuları giderme ve adil yargılama gereği taramalar, araştırmalar ve çapraz sorgulamalarla sürece dürüstlük ve saygının egemen olduğu sergilenmelidir. Başka alanlarla olduğu gibi siyasette de, mevsimler, tohum ve toprak elvermedikçe hiçbir ürün elde edilemez. Bakım ve yetenekle elde edilecek ürün verimi artırılabilirse de,  incir ağacı çölde kök salamaz. Bu bağlamda  adil yargılanma hakkı kutup  yıldızı gibidir. Bu doğrultuda adli hata-karar kayıtlarından çıkarılan başlıca dersler ise şunlardır:

Birinci ders: Tamamen masum insanları korkunç suçlardan mahkum ediyoruz.

İkinci ders: CAS hakikati bulma sistemi olmayıp, adil yargılama sistemidir.

Üçüncü ders: Çoğu hatalar müşterek ve kurumlaşmış uygulamalar sonucudur.

Dördüncü ders: Adli hatalı mahkumiyetler herkese dokunur.

Beşinci ders: CAS’in değiştirilmesi mümkündür.

Altıncı ders: Bir şeyden etkilendiğinizde, eyleme geçiniz.

Kuşkusuz, duruşma tutanakları, bir mahkumiyetin güvenli mi, adil mi olduğunu anlamak için temel bir araçtır. Ceza adaleti sistemimize tarihsel perspektifte bakıldığında hatalardan ders alınmama ötesinde bir bakıma veri yoksunluğu nedeniyle onların saklandığı dile getirilebilir. Kuşkusuz, şeffaflık eksikliği, adaletteki mayınların patlamasını engellemekte ve daha etkili bir ceza adaleti sistemine doğru ilerlemeyi engellemektedir. CAS’ta, yalnızca iki örnek vermek gerekirse, görgü tanıklarının yanlış tanımlama riskini azaltmayı ve güvenilmez cezaevi muhbirlerinin ifadesinin kullanımını sınırlamayı ve adli tıp kurumunu bağımsızlaştırmayı amaçlayan reformlar göz ardı edilmektedir.  Aslında, ceza adalet sistemimiz sürekli düşen bir uçak gibidir, ancak kimse neyin yanlış gittiğini ve nedenini belirlemek için kara kutuyu açmaya yönelmemektedir. Diğer bir anlatımla, gerçekler değişirse, fikirlerin de değişebileceği yargısına karşılık gerçekleri saptamak konusunda ne yargıda ve ne de akademik dünyada henüz bir bilinç oluşmamıştır.

Özetle, ön yargı veya sapma nedeniyle adli hataların neden olduğu toplumsal zarar göz önüne alındığında, hükümlü, güvenliği konusunda şüphe uyandıran yeni kanıtlar ortaya çıkarsa/ortaya çıktığında veya yargılamanın sonucunu (potansiyel olarak) etkileyen ciddi prosedür başarısızlıkları olduğunda mahkumiyetlerine itiraz edebilmelidir.  Duruşma salonları artık rasyonel müzakerenin daha belirgin şekilde bir yer aldığı mekanlar olmalıdır.  Bu, belirsizlikle doğru bir şekilde başa çıkmak için yeterli olmasa da, önemli bir adım olacaktır.

İdeal koşullar altında da CAS’ta hatalar olacaktır. CAS insanlar tarafından işletilen bir sistemdir ve bu nedenle önyargılara (bilinçli ve bilinçsiz) ve insan hatasına açıktır. CAS’taki hataları düzeltmek üzere insani ön yargılar ele alınmalı; yalnız, fazlaca olan bu yargıların elimine edilmesi gerçekçi bir yaklaşım olmadığından bizlerin ancak onların etkilerini minimize edebileceğimiz unutulmamalıdır.18 Bu bağlamda davayı “kazanmak” savcının birinci önceliği olmak yerine adil kararların verilmesini sağlamak üzere mümkün olan her şeyin yapılması öncelikli olmalıdır.

“Kuşku hoş bir durum değil ise de, kesinlik absürttür.”

Voltaire

-           

Kanunlar yanılma olasılığını azaltabilirse de,

yanılmayı ortadan kaldırmağa muktedir

değildirler.

Mustafa T. Yücel

-------------

1 J. Frank, hâkimlerin kişiliğine odaklanarak; hâkimlerin kendi önyargılarının, antipatilerinin ve benzerlerinin kesinlikle farkına varabilmeleri için "mevcut en iyi psikoloji yöntemlerinde" eğitilmesi gerektiğini savundu ... Bkz. J. Frank. Law and the Modern Mind, 1949. 

2 Ceza Muhakemesi Hukuku kitapları kavram dizininde “adli hata”ya yer verilmediğine tanık oldum!

3 Ayrıca bkz. J. Duane. You Have the Right to Remain Innocent, 2016: Yalnızca "Bir suçla itham ediliyorsanız polisle konuşmayın" veya "Sorgu ortamında polisle konuşmayın" değil, “asla polislerle konuşmayın”. Bunun dışında, Duane, üç  kelimeyi dile getirmeniz gerektiğini söylüyor: "Bir avukat istiyorum."  Y. S. Coşkun.   “Ceza  Muhakemesinde Susma Hakkı ve Bağlantılı Haklar”   TBB Dergisi 2021 (157) ss.209-253: Anayasa md.38/5, AİHS md.6, CMK md.147: Latince ifade edilen susma hakkı:“nemo tenetur se ipsum prodere (accusare)” Zanlılara kollukça “yönlendirici” sorular yerine “anlattırıcı” sorular sorulması gerekmektedir.

4 2007-2012 yılları arasında CMK 141-144.maddeleri kapsamında(haksız arama, haksız yakalama ve haksız tutuklama..) nedeniyle açılan dava sayı 9.219;  davalardan 4.375’inde tazminat ödendiği ve toplam miktarın 45.141.135.- TL olduğu belirlenmiştir. Bkz. “Haksız tutuklamanın maliyeti 45 milyon” Milliyet (2204/2012) s.24. 5 bin yıl önce yazılan Hamurabi Kanunu’nun 5. Maddesi içeriğini hatırlatalım: “Bir hâkim, bir davaya bakıp karara varırsa hükmünü yazılı olarak sunar. Daha sonra verdiği kararda bir hata ortaya çıkarsa ve bu kendi hatasından kaynaklanırsa o zaman davada onun tarafından kararlaş- tırılan para cezasının on iki katını öder ve halka ilan edilerek hâkimlik makamından el çektirilir ve bir daha asla hâkimlik icra etmek için oraya oturamaz.”(Hamurabi’nin hükümdarlığı sırasında ‘M.Ö. 1792-11750’ gelişen kanunlar).

5 Türkiye, oluşan adli hataları saptamak üzere “masumiyet projeleri”, “gözden geçirme komisyonu” gibi kurumları geliştirmek ihtiyacındadır. Ancak bu kurumların varlığı ile hukuk kültüründe bir değişime tanık olunabilecektir: Oyunun sonu “hakikate erişme” olan  bir yargılama kültürünün yaratılmasında yarar vardır.

6 S.Selçuk,  Özlenen Hukuk/Yaşanan Hukuk, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.131.  Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni H.Dink hakkında “Türklüğü aşağılamak”la açılan davanın itiraz üzerine Ceza Genel Kurul’da görüşülmesinde  18 oyla ret edilmişti. Bu doğrultuda oy kullanan üyelerden bazıları “keşke o dosyayı daha iyi inceleseydik” diyorlar. Bkz. “Agos, Dink Kararını verenlerle konuştu” Hürriyet (15/12/2012), s.26.

7 Kolluk kanıt üretmek  veya yok etmek, tanıkları etkilemek, itiraf sağlamak, ve mahkum edilmesi gerektiği inancı ile bazı zanlılara karşı soruşturmayı yönlendirmek üzere  özgün bir fırsata sahip bulunmaktadır. Bir ceza davasının tüm evrelerinde belirgin adaletsizlere göz yuman adalet için bkz. H.Şeker. “İnsan Trajedisine Kulak Tıkayan Pratik Sisyphus’le Özdeşleşen Çağcıl Adalet” Güncel Hukuk, Mayıs 2014/5-125, ss.44-47.

8 ABD’de görgü tanığının hatalı ifadesi, adli hataların üçte birinden fazlasında bir faktör olarak belirdi.  Bkz. R.B. Hanliberg. “Expert Testimony on Eyewitness Indentification: A New Pair of Glasses for the Jury”,  32 Am.Crim.L.Rev, 1013, 1995, ss. 1018-22.

9 Bkz.AİHMK İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu v. Turkiye, 19986/06. Adli yardım konulu tavsiye kararları için bkz. Resolution (76) 6 on legal aid in civil, commercial and administrative matters; Resolution (78) 8 on legal aid and advice; Recommendation No. R (93) 1 on effective access to the law and justice for the poor, and Recommendation Rec (2005) 12 containing an application form for legal aid abroad for use under the European Agreement on the transmission of applications for legal aid (CETS No. 092) and its additional protocol.

10 Hatalı mahkumiyetleri önlemek üzere ceza adaleti sistemi masum sanıkları nasıl belirleyebilir sorusu için bkz. Jon B. Gould, Julia Carrano, Richard Leo, Joseph Young. Predicting Erroneous Convictions: A Social Science Approach to Miscarriages of Justice. Document No.: 241389,  February 2013; B.E.Turvey ve C.M.Cooley. Miscarriages of Justice-Actual Innocence, Forensic Evidence and the Law, Elsevier, 2014; M.Naughton. Rehtinking Miscarriages of Justice-Beyond the tip of the Iceberg, Palgrave, 2007.

Hâkimler iki tür hata yapabilmektedir:

1.        Masum bir sanığın mahkum olması, kuşkusuz, ilgili kişiye karşı ciddi bir adaletsizlik olduğu gibi toplum gerçek suçlunun  yeniden suç işlemesi riski altındadır.

2.        Bir sanığın beraat etmesi de mağdurlara veya yaşayan yakınlarına karşı adaletsizlik olduğu gibi toplum yine gerçek suçlunun yeniden suç işlemesi riski altındadır (Yazarın notudur).

11 Pardon Hasan bey hayatınızı kaydırdık.  Dört yıl suçsuz yere yattı. Bir gözünü, annesini, babasını ve dayısını kaybetti. Eşi kızıp tüm malvarlığını satmıştı. Hikâyesini Sinan Çetin 'Pardon' adıyla filme çekti.

12 Hâkimlerin, savunma avukatları gibi psikoloji, adli tıp ve ilgili öteki disiplinlerdeki gelişmeler bilgisinden yoksun oldukları görülmekte ve sonuçta kolluk, savcılık, görgü tanıkları veya savunma avukatlarınca önceden yapılan hataların  kovuşturma evresinde giderilmesi olasılığı azalmaktadır. Genelde hatalı mahkumiyetlere bakıldığında,  çoğu bir den fazla ve bazen de dört veya beş hatalı işlemi içermektedir: Örneğin yalancı tanıklık ve kanıt ender olarak hatalı bir mahkumiyet nedeni olabilmektedir. Geniş bağlamda temel adli hata nedeni soruşturma savcısının  ekseriya tanığın ifadesi hakkındaki ciddi kuşkularını kıdemli  savcı veya savunma avukatı ile paylaşmaması ve savunma avukatının tanığın ifadesini soruşturacak zaman ve gerekli enerjiden yoksun olmasıdır. Yalancı tanıklık böylece hatalı mahkumiyet resminin yalnızca bir kısmını oluşturmaktadır. Ne var ki, soruşturma evresinde yapılan hatalar, oldukça zayıf adli tıp bulguları veya nitelikli hazırlık ve  eğitimden yoksun savunma avukatlığı sonucu yoğunlaşmaktadır.  Bu bağlamda kolluk görevlileri ve özellikle savcıların “şeytanın avukatlığı”na (seçenek hipotezleri irdelemeye) ihtiyacı olduğu göz ardı edilmemelidir-Tünel vizyon riski.

13 Bkz. A.Demirdağ. “Suçsuzken Suçlu Olmak: Ceza Adaletinde Sahte İtiraf Olgusu Üzerine …” Nesne Psikoloji Dergisi, C.5, S.11, 2017, ss.488-527. Fred E. Inbau ve diğerleri. Reid Tekniğinin Temelleri: Kriminal Sorgulama ve İtiraflar, 2. Baskı,(İngilizce) 2004; James L. Trainum. How the Police Generate False Confessions, 2016.

14 Linç kültürünün hortlaması için bkz. N.Doğru. “Ankara’da yine linç!” Sözcü (12/05/ 2019) s.3. Şiddeti körükleyen en önemli faktör de cezasızlık kültürünün yaygınlığıdır. Şiddet, hiç kuşkusuz, toplumu parçalamakta, bütünleştireceğine dağıtmaktadır (yazarın notudur). Ayrıca bkz. M.T. Yücel. Hukuk Felsefesi, 6. Bası, 2023.

15  J. Kaplan. ‘Decision theory and the fact finding process’ (1968) 20, Stanford Law Review 1065–1092.

16 Yargı sistemi işleyişindeki ciddi bir hata örneği için bkz. “3 Asliye Hukuk Reddetmiş, 4. Mahkeme DNA’syla Kurtuldu” Hürriyet (16/03/2018) s.8: Cinsel istismardan 12 yıl 6 ay hapis cezası  kesinleşen  M.B, DNA testi için  ölen bebeğin mezarının açılması isteminde bulundu. Bu istem üç mahkemece reddedilirken(!), dördüncü mahkemece kabul edilmesi üzerine cesetten alınan DNA örneği ile  M.B., 40 aydır hükümlü bulunduğu cezaevinden tahliye edildi. Son derece önemli olmasına rağmen, adli hata sonucu hüküm giymiş kişilerin bakış açısından çok az şey yazılmıştır.

17Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi  (CMK. Madde 311) ile sanık veya hükümlünün aleyhine yargılamanın yenilenmesi  (CMK. Madde 314) konularında Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünde   bir veri tabanı oluşturulmalıdır. Ayrıca bkz. Güçlü Akyürek. Yargılamanın Yenilenmesi, Seçkin, 3. Baskı, Haziran 2018.

18 Almanya ve Birleşik Krallık'taki Kovuşturmanın Karşılaştırmalı Analizi: Gerçeği Aramak mı, Yoksa Mahkûmiyet Almak mı? (Yanlış Mahkumiyetten: Adaletin Düşürülmesine İlişkin Uluslararası Perspektifler, ss. 213-247, 2008, C. Ronald Huff ve Martin Killias, eds. NCJ-225376):  Eleştirel değerlendirme ve araştırmalar nedeniyle, İngiltere ve Galler'de adaletin hatalı olması riskleri konusunda kamuoyunun farkındalığı yüksekken, Alman sistemi kendi bütünlüğüne fazlasıyla güveniyor gibi görünüyor. Alman ceza adaleti sistemi, tüm kıtasal veya medeni hukuk sistemlerinin soruşturmacı geleneğine dayanmaktadır. Bu, çekişmeli ilkelerle karakterize edilen Anglo-Sakson ortak hukuk ülkelerindeki usule  aykırıdır. Savcılığın işlevi, soruşturmalar üzerindeki etkisi ve duruşma öncesi ve yargılama süreçlerindeki rolü iki sistem arasında önemli ölçüde farklılık göstermektedir. Bu bölümde adli hataların bazen savcılık performansıyla yakından bağlantılı olduğu tartışılmaktadır. Almanya ve Birleşik Krallık'ta savcıların ilk soruşturmalardan duruşma işlemlerine kadar ilgili rollerindeki farklılıklar, "soruşturmacı" ve "çelişkili" adalet sistemlerinin örnekleri olarak tasvir ediliyor. Her iki sistemin de adaletsizlik yaratma konusundaki zayıf yönleri tartışılıyor. Ayrıca bkz. S. Poyser, A. Nurse, ve R. Milne. Mıscarriages of Justice: Causes, Consequences and Remedies, Publisher: Bristol, UK; Chicago, IL: Policy Press, 2018: Adli hatalar tüm hukuk sistemlerinin kalıcı bir özelliği olmuştur ve soruşturma evresiyle ayrılmaz biçimde bağlantılıdır. Kaç kişinin veya masum bireylerin ne sıklıkta haksız yere mahkum edildiğini bilemeyiz(s.127).  İkincil mağduriyet, adli hataların aile üyelerine ve daha geniş anlamda topluma verdiği zarar nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Hatalı mahkûmiyet kararları vuku bulmaya; temyiz ve tazminat mekanizmalarının etkinliği konusunda endişeler de devam edecektir. Kuşkusuz, kolluk, hem doğrudan hem de dolaylı olarak adaletteki başarısızlıkların merkezinde yer almaktadır. Bir şüphelinin soruşturmacı olarak polisle ilk karşılaşmasından, soruşturma sırasında ortaya çıkan delillerin ifşa edilmesine ve delillerin duruşmada sunulmasına kadar, soruşturma sürecinden kaynaklanan kolluk ve kovuşturma uygulamaları, adli hatalara neden olacak veya meydana gelmesini önleyecek bir kapsam sunmaktadır(ss.133-134).