T.C.

Yargıtay

Ceza Genel Kurulu

2017/238 E., 2018/408 K.

"İçtihat Metni"

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 145-155

Nitelikli kasten öldürme suçundan sanık ...'ın beraatine ilişkin Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 11.09.2002 tarihli ve 331-312 sayılı hükmün, katılanlar vekili ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 22.10.2003 tarih ve 658-2475 sayı ile;

"Olayda kullanılan ve olay yerinde bulunan tabancanın eve girip maktulü öldüren ve terörist olduğu ileri sürülen meçhul kişilere ait olduğunun savunulduğu gibi maktule ait olup evde bulundurulan tabanca olabileceğinin de ileri sürülmesi ve bu ihtimalin de mevcut olması karşısında;

a- Suçta kullanılan tabanca, balistik incelemeye tabi tutularak daha önce vuku bulan terör ve sair eylemlerde kullanılmış silah olup olmadığı tespit edildikten,

b- Tabancanın muhtelif aksamında ve şarjöründe teşhise elverişli parmak izi bulunup bulunmadığının tespiti, bulunduğu takdirde emniyette hıfzedilen başka suçlara ve şahıslara ait parmak izleri ve sanığın parmak izlerinin ve ayrıca maktulün daha önce çalıştığı kurumda iş sebebiyle veya başka sebeplerle alınmış parmak izi mevcutsa, bununla mukayeselerinin yaptırılmasından sonra, tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi suretiyle sanığın hukuki durumunun tayini gerekirken, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyan Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesince 28.09.2005 tarih ve 533-184 sayı ile; 765 sayılı TCK'nın 449, 36 ve 40. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, müsadereye ve mahsuba karar verilmiş, resen temyize tabi bu hükmün de sanık müdafisi ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 07.02.2007 tarih ve 3419-241 sayı ile;

"...Oluşa, dosya içeriğindeki delillere, sanık, tanıklar ve müdahillerin anlatımlarına göre, maktulün görevdeki disiplinsizliği nedeniyle işinden çıkarıldığı, herhangi bir işte çalışmadığı, sık sık alkol aldığı ve bu sebeplerle eşi sanık ile sürekli tartıştığı, aralarında geçimsizlik bulunduğu, olay gecesi de alkol alan maktul ile sanık eşinin aynı sebeplerle tartıştıkları, maktulün sanığa küfrettiği, birbirlerine yastık fırlatarak kavga ettikleri anlaşılmakla, sanığın maktulden kaynaklanan ve olay gününe kadar devam eden haksız hareketlerinin tesirinde kaldığı ve bu durumun sanık lehine tahrik hükümlerinin uygulanmasını zorunlu kıldığının kabulü gerektiğinin gözetilmemesi," isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiş,

Daire Başkanı C. Erdoğan ve Daire Üyesi Ş. İste; "Her ne kadar sanık ...'ın resmi eşi maktul .....'ı öldürmek suçundan kamu davası açılmış ise de, gerek sanık ...'un hazırlık ve yargılama aşamalarındaki birbirleri ile örtüşen kendi içinde tutarlı savunmaları, gerekse aynı lojmanda oturan ve olayın hemen akabinde sanık tarafından bilgilendirilen ve kendilerinden yardım talep edilen tanıklar apartman üst kat komşuları .... ile ....'nın yeknesaklık arz eden oluşa uygun düşen anlatımları, tanıklar....,...., ...., ....,....,....., ....'ün aşama beyanları yanında sanığın el svaplarında atış artığının bulunmadığına dair maddi bulgular, bilirkişi raporu ve dosya içeriğindeki deliller birlikte değerlendirildiğinde görgü tanığı bulunmayan olayda sanığın savunmalarının aksi kanıtlanamamıştır.
Şu hâle göre; görgü tanığı bulunmayan ve tam bir kanıya varılmayan kuşkulu hâllerde, kuşkunun sanık lehine yorumlanması gerektiği kuralı uyarınca da aksi kanıtlanamayan savunmaya itibar edilmesi gerekmektedir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle sayın çoğunluğun yoruma dayalı ve şüpheden sanık yararlanır ilkesini gözardı ederek, sanığın beraat yerine eşini öldürmekten hükümlendirilmesi gerektiği yönündeki görüşünü paylaşmıyoruz" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

Bozmaya uyan Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesince 25.03.2011 tarih ve 97-160 sayı ile; 765 sayılı TCK'nın 449/1, 51/2, 59, 31, 33, 36 ve 40. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, kamu hizmetlerinden yasaklanmasına, yasal kısıtlılık altında bulundurulmasına, müsadereye ve mahsuba hükmedilmiş, bu hükmün de sanık müdafileri ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 02.07.2012 tarih ve 3030-5389 sayı ile;

"Maktulün sanığa yönelik haksız fiil oluşturan ve tahrike esas alınan söz ve davranışlarının neler olduğu denetime imkân verecek şekilde açıklanıp karar yerinde tartışılmadan 'sanığın suçu maktulden kaynaklanan ağır haksız tahrik altında işlediği' şeklindeki soyut gerekçeyle hüküm kurulması suretiyle CMK'nın 230. maddesine aykırı davranılması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyan Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesince 28.09.2012 tarih ve 286-345 sayı ile sanığın önceki hükümdeki gibi mahkûmiyetine karar verilmiş, bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 03.03.2014 tarih ve 4906-1220 sayı ile;

"Gerekçeli kararın Anayasa'nın 141 ve 5271 sayılı CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde belirtilen nitelikleri taşıması, gerekçede iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlerin açıkça gösterilmesi, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi, hangi gerekçeyle hangi delillere üstünlük tanındığının hükmün gerekçesine yansıtılması ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiilleri ve bunun nitelendirilmesinin yapılması gerektiği gözetilmeksizin, haksız tahrik dışında, sanığın eyleminin sübutu ve nitelendirilmesine ilişkin yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden bozma öncesi verilen 25.03.2011 tarihli kararın gerekçesine atıf yapılarak 'Mahkememizce 25.03.2011 tarih, 2007/97 Esas sayılı kararda ... sanığın suçu işlediği sabit kabul edilerek mahkûmiyetine karar verilmiş, sübuta ilişkin mahkememizin kabulü Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanlığının yukarıda belirtilen 02.07.2012 tarihli ilamı ile onandığından sübut konusu yeniden değerlendirilmemiştir' şeklindeki gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesi ise 09.05.2014 tarih ve 145-155 sayı ile bozma kararına direnmiştir.

Direnme kararına konu bu hükmün de sanık müdafileri ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22.06.2015 tarihli ve 239873 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 604-696 sayı ile; 6763 sayılı Kanun'un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 06.03.2017 tarih ve 187-658 sayı ile; direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanık ... hakkında 6136 sayılı Kanun’a aykırılık suçundan açılan kamu davasının gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme, sanık hakkında nitelikli kasten öldürme suçundan kurulan mahkûmiyet hükmüyle sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Yerel Mahkeme hükmünün Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yasal ve yeterli gerekçe içerip içermediğinin belirlenmesine ilişkindir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması" başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası; "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır" şeklinde düzenlenmiştir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Kararların gerekçeli olması" başlıklı 34. maddesinin birinci fıkrasında; "Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230. madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir",

"Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar" başlıklı 230. maddesinde de;

"(1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:

a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.

b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.

c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.

d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.

(2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.

(3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223. maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.

(4) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlerin dışında başka bir karar veya hükmün verilmesi hâlinde bunun nedenleri gerekçede gösterilir",

"Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar" başlıklı 232. maddesinde ise;

"(1) Hükmün başına, 'Türk Milleti adına' verildiği yazılır.

(2) Hükmün başında;

a) Hükmü veren mahkemenin adı,

b) Hükmü veren mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının ve zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, vekilinin, kanunî temsilcisinin ve müdafiin adı ve soyadı ile sanığın açık kimliği,

c) Beraat kararı dışında, suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,

d) Sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile halen tutuklu olup olmadığı,

Yazılır.

(3) Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.

(4) Karar ve hükümler bunlara katılan hâkimler tarafından imzalanır.

(5) Hâkimlerden biri hükmü imza edemeyecek hâle gelirse, bunun nedeni mahkeme başkanı veya hükümde bulunan hâkimlerin en kıdemlisi tarafından hükmün altına yazılır.

(6) Hüküm fıkrasında, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.

(7) Hükümlerin nüshaları ve özetleri mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır ve mühürlenir",
Hükümlerine yer verilmiştir.

Buna göre, Anayasa'nın 141 ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının karşı oy da dâhil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunlu olup, hüküm; başlık, sorun, gerekçe ve sonuç (hüküm) bölümlerinden oluşmalıdır. “Başlık” bölümünde; hükmü veren mahkemenin adı, mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının, zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, varsa vekilinin ve kanuni temsilcisinin adı ve soyadı, sanığın açık kimliği ile varsa müdafisinin adı ve soyadı, beraat kararı dışında suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile hâlen tutuklu olup olmadığı belirtilmeli, "sorun" bölümünde; iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler ortaya konulmalı, "gerekçe" kısmında; mevcut deliller tartışılıp değerlendirildikten sonra, hükme esas alınan ve reddedilen deliller belirlenmeli, delillerle sonuç arasındaki bağ üzerinde durularak, niçin bu sonuca ulaşıldığı anlatılmak suretiyle hukuki nitelendirmeye yer verilmeli ve sonuç bölümünde açıklanan uygulamaların dayanaklarına değinilmeli, "sonuç (hüküm)" kısmında ise; CMK’nın 230 ve 232. maddeleri uyarınca aynı Kanun'un 223. maddesine göre verilen kararın ne olduğu, TCK’nın 61. ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre uygulanan kanun maddeleri ve hükmolunan ceza miktarı, yine aynı Kanun'un 53. ve devamı maddelerine göre, mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbiri, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin taleplerin kabul veya reddine ait dayanaklar, kanun yollarına başvurma ve tazminat talep etme imkânının bulunup bulunmadığı, kanun yoluna başvurma mümkün ise kanun yolunun ne olduğu, şekli, süresi ve mercisi tereddüde yer vermeyecek biçimde açıkça gösterilmelidir.

Öte yandan, Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş uygulamalarına göre, bir karar bozulmakla tamamen ortadan kalkacağından, bozma sonrası yerel mahkeme tarafından CMK’nın 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca yeniden usulüne uygun olarak hüküm kurulması, bunun yanında direnmeye ilişkin gerekçenin de gösterilmesi gerekmektedir.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi açısından mahkeme kararlarının "gerekçe" bölümü üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir.

5271 sayılı CMK'nın 230. maddesi uyarınca, hükmün gerekçe bölümünde, suç oluşturduğu kabul edilen fiilin gösterilmesi, nitelendirilmesi ve sonuç (hüküm) bölümünde yer alan uygulamaların dayanaklarının gösterilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya muhtevasına uygun açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçe bölümünde hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da, geçerli, yeterli ve kanuni olması gerekmektedir. Kanuni, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime imkân sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır.

Ayrıca, hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi, 5271 sayılı CMK'nın 289/1-9 ve 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308/7. maddeleri uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden birini oluşturacaktır.

Diğer taraftan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin, tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM; mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 6. maddesinin ihlali olarak nitelendirmektedir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85).

AİHM ayrıca, derece mahkemelerinin, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50; Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68). Bu bağlamda, temel hak ve özgürlüklerin ihlâli sonucunu doğuracak derecede ve keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün (tanık beyanı, bilirkişi raporu veya uzman mütalaası) kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi olduğunu vurgulamaktadır (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28; S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44).

Bunun yanı sıra AİHM; derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunun, açık ya da zımni anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararında yer almasına önem vermektedir (Boldea/Romanya, B. No: 19997/02, 15/2/2007, § 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994, § 27). Zira mahkemelerin, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan “kararlarını hukuken geçerli hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama” yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir (Hadjianastassiou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33).

Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli olmaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).

Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).

Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).

Nitekim Anayasa Mahkemesinin 25.05.2017 tarihli ve 11798 sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde,

Sanığın kasten öldürme suçundan mahkûmiyetine ilişkin hükümde; yerel mahkemece iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlerin gösterilmeyerek CMK’nın 230. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine,

Delillerin değerlendirilmesi bölümünde; “yerel mahkemece daha önce verilmiş olan Yargıtay bozma ilamlarında sanığın suçu işlediğine dair değerlendirme yapılması, söz konusu bozma ilamlarına uyulmuş olması ve son kez bozulan kararda da açıkça sanığın suçu işlediğine ilişkin hususlara yer verildiği” şeklindeki gerekçeyle, Özel Dairece bozulmakla tamamen ortadan kalkan ve infaz yeteneğini yitiren önceki hükümlere atıf yapılmakla yetinildiği, kararda katılan ve tanık beyanları ile sanık savunmasına yer verilmeden ve hangi anlatımın ne gerekçeyle diğerine üstün tutulduğu açıklanmadan delillerin tartışılıp değerlendirilmemesi suretiyle CMK’nın 230. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine,

Ulaşılan kanaat ile sanığın suç oluşturduğu kabul edilen fiilinin gerekçeli kararda belirtilmeyerek aynı fıkranın (c) bendine,
Muhalefet edildiğinin anlaşılması karşısında; direnme kararına konu hükmün, Anayasa'nın 141 ve 5271 sayılı CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermediği kabul edilmelidir.

Bu itibarla, yerel mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, usul ve kanuna uygun şekilde direnme gerekçesi gösterilmemesi, yine Anayasa'nın 141 ve 5271 sayılı CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermemesi isabetsizliklerinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 09.05.2014 tarihli ve 145-155 sayılı direnme kararına konu hükmünün, usul ve kanuna uygun şekilde direnme gerekçesi gösterilmemesi, yine Anayasa'nın 141 ve 5271 sayılı CMK'nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermemesi, isabetsizliklerinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 09.10.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.