KARARLAR

Benzer Nitelikteki Davalarda Hukuki Belirsizliğe Yol Açacak Biçimde Farklı Karar Verilmesi

Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur.

Abone Ol

Ancak, uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkartır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca, böyle bir algının toplumda yerleşmesi halinde, bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir.

Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir.

Uygulamadaki yeknesaklığı sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır.

Özellikle aynı somut olay ve hukuksal durumdaki farklı kişilerce açılan davalarda birbiriyle çelişen sonuçlara ulaşılması hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşebilir. Yargı mercilerinin anılan ilkelerin bir sonucu olarak kamuoyu nezdinde yargıya olan güveni muhafaza etme bakımından kararlarında belli bir istikrar sağlaması beklenir. Bu itibarla içtihat değişikliği tek başına adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmaz ise de bu değişiklik ile benimsenen yeni yaklaşımın benzer uyuşmazlıklarda tutarlı olarak uygulanması gereklidir.

İlgili Kararlar:

♦ (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015)
♦ (Ahmet Gül ve diğerleri, B. No: 2014/1182, 22/9/2016)
♦ (Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018) 
♦ (Aşır Tunç, B. No: 2015/17453, 22/1/2019)
♦ (Hasan Köle ve İsmail Kara, B. No: 2016/8958, 26/9/2019)
♦ (Tijen Mert, B. No: 2018/4928, 29/9/2020)
♦ (Deniz Aydoğan ve diğerleri, B. No: 2019/2551, 19/11/2020)
♦ (Mevlüt Tuncer Akca, B. No: 2017/4904, 10/3/2021)
♦ (Ahmet Taban ve diğerleri [GK], B. No: 2018/22125, 29/9/2022) 

♦ (İbrahim Yıldırım, B. No: 2019/10802, 7/12/2022) 
♦ (Serpil Bodur, B. No: 2019/10793, 19/1/2023) 

---

---

---

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TİJEN MERT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/4928)

 

Karar Tarihi: 29/9/2020

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Eren Can BENAKAY

Başvurucu

:

Tijen MERT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/2/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Erzin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmıştır.

9. Başvurucu, kamu personeli olduğunu ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine dava açmıştır.

10. Erzin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, iş mahkemesi sıfatıyla yapmış olduğu yargılama sonunda 3/10/2017 tarihli kararla başvurucunun davasının reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararda; davacının davalı Vakfa bağlı olarak 1/9/1992 ile 2/3/2015 tarihleri arasında çalıştığı, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin emsal kararına göre Vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığı belirtilmiştir.

11. Başvurucu istinaf yoluna başvurmuştur. Adana Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) 7. Hukuk Dairesi 28/12/2017 tarihli kararıyla başvurucunun istinaf talebini kesin olarak reddederek mahkeme kararını onamıştır.

12. Nihai karar başvurucuya 10/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

13. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14-32.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

14. Mahkemenin 29/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

15. Başvurucu, Vakfın kamu kurumu olmasına rağmen yeterli araştırma yapılmaksızın haksız ve hukuka aykırı olarak davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve zorla çalıştırma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

B. Değerlendirme

16. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özünün adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkına ilişkin olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

17. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

18. Başvuru konusu ile ilgili ilkeler daha önce Yasemin Bodur (aynı kararda bkz. §§ 35-45) kararında ortaya konulmuştur. Anılan kararda Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevinin hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmek olduğu belirtilmiştir. Bu noktada derece mahkemelerinin hukuk kurallarını yorumlamasından kaynaklanan içtihat farkının süregelen bir hâl aldığı durumlarda uygulamadaki tutarsızlıkları ortadan kaldıracak nitelikteki tedbirlerin önemine işaret edilmiştir. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği devletin aynı yargı koluna dâhil mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlü olduğu ifade edilmiştir.

19. Aynı kararda Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ve sonradan bu görev verilen (kapatılan) Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin Vakıf çalışanlarının kamu işçisi olduğuna ve şartları uygunsa idare tarafından ödenmesine karar verilen ilave tediye alacağından yararlanacaklarına dair kararlar verdiği belirtilmiştir. Buna karşılık olarak Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin anılan vakıfların özel hukuk tüzel kişisi statüsüne sahip olduğunu ve dolayısıyla kamu personeli sıfatı bulunmayan çalışanlarının ilave tediyeden yararlanmayacağını istikrarlı olarak hüküm altına aldığı ifade edilmiştir. Yargıtay daireleri arasındaki derin ve süregelen içtihat farkının faaliyete giren istinaf mahkemesi niteliğindeki BAM daireleri arasında da sürdürüldüğü saptanmıştır (Yasemin Bodur, §§ 48, 50).

20. Anılan kararda sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı çalışanlarının ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmayacağı hususunda süregelen içtihat farklılığının derinleşmiş ve sürekli bir nitelik kazanmış olduğu, bu durumun davaların somut özelliğinden kaynaklanmadığı, bu durumun ortadan kaldırılmasını sağlayacak içtihadı birleştirme kararı gibi elverişli bir mekanizma işletilmemesi nedenleriyle varılan sonucun başvurucu için öngörülemez olduğu ve yargılamanın hakkaniyetini zedelediği sonucuna ulaşılmıştır (Yasemin Bodur, § 52).

21. Somut başvurunun da aynı hususa ilişkin olması ve Yasemin Bodur kararından ayrılmayı gerektiren bir durumun bulunmaması nedeniyle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

22. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

23. Başvurucu, ihlalin tespiti ile ilave tediye alacağının ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun manevi tazminat talebi yoktur.

24. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

25. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

26. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).

27. Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Somut olaylarda ihlalin aynı hukuki nedene dayalı olarak benzer konumdaki kişiler tarafından açılan davalarda aradan geçen uzun zamana rağmen Yargıtay daireleri arasındaki görüş farkının ortadan kaldırılıp uygulama birliğinin sağlanmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle ihlal, başvurucunun aynı anda iki farklı yorumu yürürlükte bulunan ve bu nedenle belirlilik kriterini taşımayan bir hukuk kuralına tabi tutulmasından kaynaklanmaktadır.

28. Anayasa Mahkemesince yapılan ihlal tespitinin derece mahkemesi kararının sonucuna yönelik olmadığının ve derece mahkemesince varılan sonuçtan bağımsız olduğunun altı çizilmelidir. Hâl böyle olunca ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Aksi durum yani ihlalin giderim şekli olarak yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesi, bu yorumlardan birine üstünlük tanınarak taraflardan biri lehine tercihte bulunulması anlamına gelebilecektir. Bu da var olan ihlali gidermeyeceği gibi derece mahkemesinde görülen uyuşmazlığın diğer tarafı aleyhine yeni ihlallerin doğmasına yol açabilecektir. Dolayısıyla somut olayda, yargılamanın yenilenmesi ihlalin sonuçlarını ortadan kaldıracak nitelikte bir yol olarak kabul edilemeyeceğinden, başvurucunun manevi tazminat talep etmediği de dikkate alınarak yalnızca ihlalin tespitine karar verilmesi gerekir.

29. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvuruya konu olayda böyle bir illiyet bağı bulunmadığından ilave tediye alacağının ödenmesine yönelik talebin reddine karar verilmesi gerekir.

30. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç tutarından oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucunun ilave tediye alacağının ödenmesine ilişkin talebinin REDDİNE,

D. 294,70 TL harç tutarından oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Erzin 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/47) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DENİZ AYDOĞAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/2551)

 

Karar Tarihi: 19/11/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Eren Can BENAKAY

Başvurucular

:

Ekli tablonun (C) sütunu

Başvurucular Vekili

:

Ekli tablonun (F) sütunu

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından dolayı reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/2551 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular farklı şehirlerde yer alan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarında (vakıflar) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır.

10. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla vakıflar aleyhine ayrı ayrı dava açmışlardır.

11. Ekli tablonun (D) sütununda belirtilen mahkemeler davaları reddetmiştir. Kararlarda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (Yargıtay İBK) 9/6/2017 tarihli kararı ile Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin (Daire) emsal kararlarına göre vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığı belirtilmiştir. Bu sebeple vakıfların 6772 sayılı Kanun kapsamında olmadığı değerlendirmesinde bulunularak davacıların ilave tediye alacağına hak kazanamayacağı sonucuna varılmıştır. Davacıların istinaf talepleri ilgili Bölge Adliye Mahkemelerince reddedilmiştir. Temyiz yolu açık olarak verilen kararlara karşı yapılan temyiz talepleri ise Daire tarafından reddedilmiştir.

12. Nihai kararların başvuruculara tebliğ edilmesi üzerine başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

13. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14-32.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

14. Mahkemenin 19/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

15. Başvurucular çalıştıkları vakfın kamu kurumu olması nedeniyle ilave tediye alacağına hak kazanacaklarını ifade etmişlerdir. Açmış oldukları davalarla benzer nitelikteki davaların Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ile farklı illerde bulunan bölge adliye mahkemelerince kabul edilmesine rağmen kendi davalarının Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin kararları emsal gösterilerek reddedildiğinden yakınmıştır. Başvurucular içtihat farkı nedeniyle yargıya olan güvenlerinin zedelendiğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

16. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların farklı kararlar verilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının özünün adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkına ilişkin olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

17. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

18. Başvuru konusu ile ilgili ilkeler daha önce Yasemin Bodur (aynı kararda bkz. §§ 35-45) kararında ortaya konulmuştur. Anılan kararda Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevinin hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmek olduğu belirtilmiştir. Bu noktada derece mahkemelerinin hukuk kurallarını yorumlamasından kaynaklanan içtihat farkının süregelen bir hâl aldığı durumlarda uygulamadaki tutarsızlıkları ortadan kaldıracak nitelikteki tedbirlerin önemine işaret edilmiştir. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği devletin aynı yargı koluna dâhil mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlü olduğu ifade edilmiştir.

19. Aynı kararda Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin ve sonradan bu görev verilen (kapatılan) Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin anılan vakıf çalışanlarının kamu işçisi olduğuna ve şartları uygunsa ilave tediye alacağından yararlanacaklarına dair kararlar verdiği belirtilmiştir. Buna karşılık olarak Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin anılan vakıfların özel hukuk tüzel kişisi statüsüne sahip olduğunu ve dolayısıyla kamu personeli sıfatı bulunmayan çalışanlarının ilave tediyeden yararlanmayacağını istikrarlı olarak hüküm altına aldığı ifade edilmiştir. Yargıtay daireleri arasındaki derin ve süregelen içtihat farkının faaliyete giren istinaf mahkemesi niteliğindeki bölge adliye mahkemesi daireleri arasında da sürdürüldüğü saptanmıştır (Yasemin Bodur, §§ 48, 50).

20. Anılan kararda sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı çalışanlarının ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmayacağı hususunda süregelen içtihat farklılığının derinleşmiş ve sürekli bir nitelik kazanmış olduğu, bu durumun davaların somut özelliğinden kaynaklanmadığı ve bunun ortadan kaldırılmasını sağlayacak içtihadı birleştirme kararı gibi elverişli bir mekanizma işletilmemesi nedenleriyle varılan sonucun başvurucu için öngörülemez olduğu, yargılamanın hakkaniyetini zedelediği sonucuna ulaşılmıştır (Yasemin Bodur, § 52).

21. Diğer taraftan başvurucunun hizmet akdi ile çalıştığı vakfın niteliğini de ele alan Yargıtay İBK'ya rağmen Yargıtay daireleri, söz konusu kararın vakıfların niteliğini belirlemekle birlikte çalışanların statüsüne ilişkin bir tespit içermediği görüşünden hareketle önceki görüşleri doğrultusunda kararlar vermeye devam etmiştir (Yasemin Bodur. §§ 20, 23).

22. Somut başvuruların da aynı hususa ilişkin olması ve Yasemin Bodur kararından ayrılmayı gerektiren bir durumun bulunmaması nedeniyle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

23. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

24. Başvurucular tümü ihlalin tespitine karar verilmesini istemiştir. Bununla birlikte başvurucuların bir kısmı yalnızca maddi tazminat ödenmesini isterken bir kısmı yalnızca manevi, bir kısmı ise hem maddi hem de manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.

25. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

26. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

27. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).

28. Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Somut olaylarda ihlalin aynı hukuki nedene dayalı olarak benzer konumdaki kişiler tarafından açılan davalarda aradan geçen uzun zamana rağmen Yargıtay daireleri arasındaki görüş farkının ortadan kaldırılıp uygulama birliğinin sağlanmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle ihlal, başvurucuların aynı anda iki farklı yorumu yürürlükte bulunan ve bu nedenle belirlilik kriterini taşımayan bir hukuk kuralına tabi tutulmasından kaynaklanmaktadır.

29. Anayasa Mahkemesince yapılan ihlal tespitinin derece mahkemesi kararının sonucuna yönelik olmadığının ve derece mahkemesince varılan sonuçtan bağımsız olduğunun altı çizilmelidir. Hâl böyle olunca ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Aksi durum yani ihlalin giderim şekli olarak yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesi, bu yorumlardan birine üstünlük tanınarak taraflardan bir lehine tercihte bulunulması anlamına gelebilecektir. Bu da var olan ihlali gidermeyeceği gibi derece mahkemesinde görülen uyuşmazlığın diğer tarafı aleyhine yeni ihlallerin doğmasına yol açabilecektir. Dolayısıyla somut olayda, yargılamanın yenilenmesi ihlalin sonuçlarını ortadan kaldıracak nitelikte bir yol olarak kabul edilemeyeceğinden manevi tazminat talebi bulunan başvurucular lehine uygun bir tazminata hükmedilmesi yeterli bir giderim sağlayacaktır. Manevi tazminat talebinde bulunmayan başvurucu yönünden ise yalnızca ihlalin tespitine karar verilmesi gerekir.

30. Bu itibarla adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında manevi tazminat talebinde bulunan her bir başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminatın ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

31. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvuruya konu olayda böyle bir illiyet bağı bulunmadığından maddi tazminata yönelik talebin reddine karar verilmesi gerekir.

32. Dosyadaki belgelerden tespit edilen ekli tablonun (E) sütununda belirtilen harç tutarlarının başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir. Ekli tablonun (F) sütununda belirtilen Avukat İlker Birlik tarafından temsil edilen başvuruculara 3.000 TL vekâlet ücretinin müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir. Ekli tablonun (F) sütununda belirtilen diğer avukatlar tarafından temsil edilen başvuruculara 3.000 TL vekâlet ücretinin ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Manevi tazminat talebinde bulunan başvuruculara ekli tablonun (G) sütununda belirtilen 10.000 TL manevi tazminatın ayrı ayrı ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. Dosyadaki belgelerden tespit edilen ekli tablonun (E) sütununda belirtilen harç tutarlarının başvuruculara AYRI AYRI, ekli tablonun (F) sütununda belirtilen Avukat İlker Birlik tarafından temsil edilen başvuruculara 3.000 TL vekâlet ücretinin MÜŞTEREKEN, ekli tablonun (F) sütununda belirtilen diğer avukatlar tarafından temsil edilen başvuruculara 3.000 TL vekâlet ücretinin AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için ekli tablonun (D) sütununda belirtilen mahkemelere GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEVLÜT TUNCER AKCA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/4904)

 

Karar Tarihi: 10/3/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Mevlüt Tuncer AKCA

Vekili

:

Av. Bülent AYGÖREN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, aynı maddi olguya dayalı açılan başka davada verilen karar ile çelişir biçimde karar verilerek bu çerçevede davanın sonucunu etkileyecek nitelikteki iddiaların yargılamada karşılanmaması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/1/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, B. CS. bilgisayar yazılım ve donanım çözüm Ltd. Şti.nde (işveren) mühendis olarak 26/5/2005 tarihinde belirli süreli iş sözleşmesine istinaden çalışmaya başlamıştır. İş sözleşmesinin süresi 24 ay olarak öngörülmüştür. Sözleşmeye göre başvurucunun iş sözleşmesini kötü niyetli olarak süresinden önce feshetmesi hâlinde cezai şarta bağlı ödeme yapması gerekmektedir.

9. Başvurucu; personel giriş kartları iptal edilerek işyerine girişinin engellendiğini, bu durumun düzeltilmesini, aksi hâlde iş akdinin işveren tarafından feshedilmiş sayılacağını 14/2/2007 tarihinde noter aracılığıyla gönderdiği ihtarname ile ihtar etmiştir.

A. Başvurucunun Taraf Olduğu Yargılama Süreci

10. İşveren tarafından başvurucu ve başvurucu ile aynı durumda olan N.A. ve M.M.G. isimli kişiler aleyhine Ankara 6. ve 7. İş Mahkemelerinde alacak davaları açılmıştır. İşveren dava dilekçelerinde, aynı maddi vakayı yineleyerek davalıların mühendis olarak çalıştıkları işyerinde bilgisayar yazılım ve donanım alanında güvenlikli çözümler üretildiğini, dava dışı A. isimli şirket ile çeşitli yazılım ürünleri geliştirilmesi amacıyla sözleşme imzalandığını belirtmiştir. Ayrıca davalıların iş sözleşmesi sona ermeden kötü niyetli olarak iş akdini feshettiklerini, bu nedenle sözleşme kapsamında cezai şarta bağlı ödeme yükümlülüklerinin doğduğunu, ayrıca avans ödemesinden dolayı davalıların zimmetlerinde kalan meblağları ödemeleri gerektiğini iddia etmiştir.

11. Başvurucu ve aynı durumda olan diğer çalışanlar da personel giriş kartlarının ellerinden alınarak işyerine alınmadıklarını, iş sözleşmelerinin işverence haksız feshedildiğini ileri sürerek Ankara 2., 7. ve 16. İş Mahkemelerinde kıdem, ihbar tazminatları ileücret alacaklarının tahsili içinayrı ayrı alacak davası açmıştır.

12. Davalar Ankara 6. İş Mahkemesinin (Mahkeme) E.2007/358 sayılı dosyasında birleştirilmiştir.

13. Mahkeme 23/12/2010 tarihli kararında davanın hukuki niteliğini tespit ederken her üç çalışanla ilgili maddi vakanın aynı olduğunu belirlemiş ve bu kapsamda yaptığı değerlendirme sonucunda başvurucu ve diğer çalışanların işyerine alınmadıklarına dair iddialarını ispat edemediklerini ve iş akitlerini haksız olarak feshettiklerini belirterek işverenin cezai şarta bağlı alacak talebinin kısmen kabulüne, başvurucu ve diğer çalışanlar N.A. ile M.M.G.nin ödenmeyen ücret alacağı dışındaki tüm taleplerinin reddine karar vermiştir.

14. Temyiz incelemesinde Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 30/5/2013 tarihli kararı ile dava ve karşı davaların birlikte görülmesinde hukuki yarar bulunmadığı, davaların tefrik edilerek hukuki durumun ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur.

15. Başvurucu yönünden dosya tefrik edilerek yeniden yapılan yargılamada Mahkeme 15/5/2014 tarihli kararında bozma öncesi kararındaki gerekçeyi yineleyerek işverenin cezai şarta bağlı alacak talebinin kabulüne, başvurucunun ödenmeyen ücret alacağı dışındaki tüm taleplerinin reddine karar vermiştir.

16. Başvurucu 2/10/2014 tarihli temyiz dilekçesinde; iş akdinin işverenin iş akdini haksız feshettiğini, bu durumun bilirkişi raporu ile de doğrulandığını, Mahkemenin iş akdinin kendisi tarafından feshedildiğine ilişkin değerlendirmesinin hatalı olduğunu belirterek mahkeme kararının bozulmasını talep etmiştir. Ayrıca başvurucu; temyiz incelemesi yapan Yargıtay 22. Hukuk Dairesine sunduğu 24/6/2015 tarihli ek temyiz dilekçesinde, tefrik edilen diğer dosyada da Mahkemenin aynı kararı verdiğini, Yargıtay 9. Hukuk Dairesince süreye bağlı cezai şartın geçersiz olduğu ve işverenin iş akdini feshinin haksız olduğu belirtilmek suretiyle kıdem ve ihbar tazminatının reddi kararı ile cezai şartın kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğunu ifade ederek Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin esaslı bozma yaptığına ilişkin kararının dikkate alınmasını talep etmiştir.

17. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 11/4/2016 tarihli kararı ile onanmıştır.

18. Nihai karar başvurucu vekiline 30/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu19/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Başvuru Konusu Dava ile Benzer Diğer Davaların Süreci

20. Başvurucu ile aynı durumda olan M.M.G. ve N.A. davası yönünden Mahkeme 15/5/2014 tarihli kararlarında başvuru konusu davada verilen karar gerekçesini tekrarlayarak hüküm kurmuştur.

21. N.A. yönünden temyiz incelemesi yapan Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 11/4/2016 tarihli kararında hükmü onamıştır.

22. M.M.G. yönünden ise temyiz incelemesi yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 10/3/2015 tarihli kararında; devamsızlık tutanakları, geçici giriş kartlarının teslim alındığına ilişkin tutanaklar ve hizmet döküm cetvelinde yer alan kayıtlar incelendiğinde iş akdinin işveren tarafından haksız feshedildiğini belirterek kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin kabulü gerektiğini ifade etmiştir. Daire ayrıca hizmet akdinin belirsiz süreli olduğunu, süreye bağlı cezai şartın geçersiz olacağını, işverenin haksız feshi bulunduğundan cezai şartın kabulünün hatalı olduğunu ve hükmedilen miktarların net ya da bürüt olduğunun belirtilmemesinin de infazda tereddüde yol açacağını ifade ederek hükmü bozmuştur.

23. Mahkeme bozmaya uyarak 15/6/2016 tarihli kararı ile işverenin cezai şarta bağlı alacak talebinin reddine, M.M.G.nin işçilik alacağı talebinin kısmen kabulüne karar vermiştir.

24. Temyiz üzerine hüküm Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 9/2/2017 tarihli ilamı ile onanmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

25. 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı mülga İş Kanunu'nun yürürlükte olan 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Kanuna tabi işçilerin hizmet akitlerinin:

1. İşveren tarafından bu Kanunun 17 nci maddesinin II numaralı bendinde gösterilen sebepler dışında,

2. İşçi tarafından bu Kanunun 16 ncı maddesi uyarınca,

3. Muvazzaf askerlik hizmeti dolayısıyle,

4. Bağlı bulundukları kanunla kurulu kurum veya sandıklardan yaşlılık, emeklilik veya malullük aylığı yahut toptan ödeme almak amacıyla;

5. 506 Sayılı Kanunun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı Kanunun Geçici 81 inci maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları Nedeniyle, Feshedilmesi veya kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi veya işçinin ölümü sebebiyle son bulması hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet aktinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır.

..."

26. 1475 sayılı mülga Kanun'un 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Süresi belirli olsun veya olmasın, sürekli hizmet akitlerinde işçi, aşağıda yazılı hallerde, dilerse akti sürenin bitiminden önce veya bildirimin önelini beklemeksizin feshedebilir.

...

II- Ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:

....

d) İşveren tarafından işçinin ücreti kanun hükümleri veya iş sözleşmesi şartları gereğince hasep edilmez veya ödenmezse,

e) Ücretin parça başına veya iş tutarı üzerinden ödenmesi kararlaştırılıp da işveren tarafından işçiye, yapabileceği sayı ve tutardan az iş verildiği hallerde, aradaki ücret farkı zaman esasına göre ödenerek işçinin eksik aldığı ücret karşılanmazsa, yahut iş şartları esaslı bir tarzda değişir, başkalaşır veya uygulanmazsa; (sözleşmelere bu fıkradaki haller hakkında başka türlü kayıt konmamak şartı ile)

..."

27. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 120. maddesi şöyledir:

"25.8.1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesi hariç diğer maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır."

28. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 158. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Akdin icra edilmemesi veya natamam olarak icrası halinde tediye edilmek üzere cezai şart kabul edilmiş ise, hilafına mukavele olmadıkça, alacaklı ancak ya akdin icrasını veya cezanın tediyesini isteyebilir."

29. 818 sayılı mülga Kanun'un 161. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Akitler, cezanın miktarını tayinde serbesttirler.

...

(3) Hakim, fahiş gördüğü cezaları tenkis ile mükelleftir."

30. 1/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 179. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir.''

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatı ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/İngiltere, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B.V.v/Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33).

33. AİHM; Sözleşme'nin 6. maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin AİHM'de olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihlal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de AİHM'de olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak gözönünde bulundurulacak, bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66).

34. AİHM'e göre tarafların ileri sürdükleri delillerin kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte mahkemelerin kararlarında yeterli bir gerekçe göstermeleri gerekir (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 01/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, § 85).

35. Yargılama sırasında sunulan bir kısım delilin mahkemece dikkate alınmaması şikâyeti ile ilgili olarak AİHM; mahkemenin başvurucunun bu yöndeki talebini gerekçesiz reddettiğini, kararda gerekçe olmamasının karara karşı etkili bir şekilde itiraz etme fırsatını da ortadan kaldırdığını belirterek başvuruda Sözleşme'nin 6. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Suominen/Finlandiya, § 38).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Mahkemenin 10/3/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu, uzun süren yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

38. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

39. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

40. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, § 26) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.

41. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

42. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

44. Başvurucu; aynı işyerinde çalışan diğer iki arkadaşı ile aynı zamanda açtıkları davalarda ve kendileri aleyhine işverence açılan birleşen davalarda Mahkemece verilen aynı karar ile ilgili olarak Yargıtay 22. ve 9. Hukuk Dairelerinin farklı uygulama yapmak suretiyle aynı maddi olaya ilişkin farklı karar vermesinin eşitlik ilkesini zedelediğini, hukuk devletinin temel ilkelerinden birinin hukuk güvenliği ilkesi olduğunu belirterek Anayasa'nın 36. maddesindeki ilke ve haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

45. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

46. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun dile getirdiği iddiaları, aynı maddi vakadan kaynaklanan davalarda farklı kararlar verilmesi ile ilgili olarak esaslı nitelikteki bir itirazın yargılama sırasında cevaplandırılmamasına ilişkin olduğundan başvurunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

48. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına "ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesine göre "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı metne dahil" edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine "herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu" ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 54).

49. Adil yargılanma hakkı uyuşmazlıkların çözümlenmesinde hukuk devleti ilkesinin gözetilmesini gerektirmektedir. Anayasa'nın 2. maddesinde Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, Anayasa'nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir (Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, § 44).

50. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2014/183, K.2015/122, 30/12/2015, § 5). Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013; AYM, E.2010/80, K.2011/178, 29/12/2011).

51. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

52. Uygulamadaki yeknesaklığı sağlamaları beklenen Yüksek Mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 53).

53. Özellikle aynı somut olay ve hukuksal durumdaki farklı kişilerce açılan davalarda birbiriyle çelişen sonuçlara ulaşılması hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşebilir. Yargı mercilerinin anılan ilkelerin bir sonucu olarak kamuoyu nezdinde yargıya olan güveni muhafaza etme bakımından kararlarında belli bir istikrar sağlaması beklenir (Hakan Altıncan, § 48).

54. Uyuşmazlığın çözümünde etkili olan maddi vakıaların değerlendirilmesi, yorumlanması ve nitelendirilmesi derece mahkemelerinin takdirindedir. Maddi vakıalar, uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarından farklı olarak sadece somut bir olayı ilgilendirdiğinden ancak somut olayın koşulları çerçevesinde yorumlanabilir ve anlamlandırılabilir. Somut olayın tek bir uyuşmazlığa konu edildiği durumlarda maddi vakıalara ilişkin olarak mahkemeler arasında görüş ayrılığı oluşması mümkün değildir. Buna mukabil aynı olay çerçevesinde birden fazla uyuşmazlığın birden fazla mahkemede görüldüğü hâllerde farklı mahkemelerin aynı olay kapsamındaki bir maddi vakıayı farklı değerlendirmesi ve yorumlaması mümkündür. Maddi vakıanın farklı yorumlanmasına bağlı olarak aynı olaya ilişkin uyuşmazlıklarda farklı sonuçlara ulaşılması ve birbiriyle çelişen kararlar verilmesi olasıdır. Bu durumda da aynı maddi vakıanın farklı değerlendirilmesine bağlı olarak adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi söz konusu olabilir (Özlem Terzioğlu, B. No: 2014/19341, 21/11/2017, § 45).

55. Mahkemelerin maddi olgularla ilgili değerlendirme ve nitelemeleri ile mutlak bir şekilde bağlı olmaları söz konusu olmayıp bunları değiştirmeleri de mümkündür. Ancak maddi olgularla ilgili değerlendirmelerin aynı olay kapsamındaki diğer uyuşmazlıklar yönünden kuvvetli delil teşkil edebileceği gözetildiğinde mahkemelerin daha önce ulaştıklarından farklı bir sonuca ulaşmaları durumunda bunun gerekçesini ikna edici bir şekilde ortaya koymaları beklenir (Özlem Terzioğlu, § 46).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

56. Somut başvurunun konusu, aynı işyerinde benzer koşullarda çalışan işçiler tarafından açılan davaların bir kısmında yargı mercilerinin farklı bir yaklaşımı benimsemesi ve buna ilişkin iddia ve itirazların yargılamada dikkate alınmaması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıdır.

57. Somut olayda başvurucu ile aynı işyerinde çalışan ve aynı durumda olan M.M.G. tarafından açılan davada temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin değerlendirmesinin tamamen aksi yönde bir kanaatle işverenin feshinin haksız olduğunu ve çalışan davacının işçilik alacağı davasının kabul edilmesi, işverenin cezai şarta bağlı alacağının reddedilmesi gerektiğini belirterek kararı bozduğu ve neticede M.M.G.nin davasının farklı sonuçlandığı anlaşılmıştır.

58. Anayasa Mahkemesinin somut davadaki kanıtları değerlendirme ve hukuk kurallarını yorumlama gibi bir görevi yoktur. Ancak mahkemelerin yargılama sırasında taraflarca ileri sürülen argümanların gerçekliğinin tespitine yönelik gerekli ve etkili incelemeleri yapması, elde edilen deliller çerçevesinde ilgili ve yeterli bir gerekçeyle değerlendirme yaparak ulaştığı sonucun makul ve öngörülebilir sınırlar içinde olması adil yargılanma hakkının bir gereğidir.

59. Ancak aynı maddi vakadan kaynaklanan ve farklı mahkemelerce görülen davalarda birbirinin aksi yönünde kararlar verilmesinin engellenmesi için yargısal sistem içinde çeşitli mekanizmaların geliştirilmesi, mahkemelerin de yargısal süreçte bu yönde dile getirilen itirazları dikkate alarak kararlarında neden farklı sonuca ulaştıkları ile ilgili ayrıntılı ve ikna edici değerlendirme yapmaları gerektiği açıktır. Aksi takdirde birbirine tamamen zıt olarak verilen kararlar hukuki belirsizlik oluşturabileceği gibi bireyler nezdinde yargısal sisteme olan güveni sarsabilecektir.

60. Başvurucunun başvuru konusu davanın yargılaması sırasında Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin söz konusu esasa ilişkin bozma kararını Yargıtay 22. Hukuk Dairesine sunarak itirazlarını dile getirdiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda ileri sürülen itirazın davanın sonucunu etkileyecek nitelikte ve Yargıtay 22. Hukuk Dairesince dikkate alınarak değerlendirilmesi gereken bir itiraz olduğu açıktır.

61. Başvurucunun kendisi ile aynı durumda olan ve aynı işyerinde çalışan işçinin açtığı davada aynı maddi vakaya ilişkin tamamen aksi yönde değerlendirmede bulunan Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin bozma kararı çerçevesinde dile getirdiği itirazı ile ilgili olarak Yargıtay 22. Hukuk Dairesi kararında herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Dolayısıyla davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olan söz konusu itirazlara karşı hangi şekilde sonuca ulaşıldığının başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek düzeyde ilgili, makul ve yeterli bir gerekçe ile açıklanmadığı anlaşılmıştır.Bu sebeple hukuk sisteminde farklı kararlar verilmesi sonucunu doğuran somut davadaki uygulama nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği sonucuna varılmıştır.

62. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

64. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve tazminat talebinde bulunmuştur.

65. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

66. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

67. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

68. İncelenen başvuruda hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Yargıtay kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

69. Bu durumda hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Yargıtay ilgili Dairesine gönderilmesi için Ankara 6. İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

70. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A.1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla ilgili Yargıtay Dairesine gönderilmek üzere Ankara 6. İş Mahkemesine (E.2014/334, K.2014/479) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/3/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

AHMET TABAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/22125)

 

Karar Tarihi: 29/9/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 1/12/2022 - 32030

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucular

:

1. Ahmet TABAN

 

 

2. Cevahir DURAN

 

 

3. Fatma DEMİRKAN

 

 

4. Hüseyin TABAN

 

 

5. Mustafa TABAN

 

 

6. Nuriye ACIL

 

 

7. Rukiye BOZASLAN

 

 

8. Veli TABAN

Başvurucular Vekili

:

Av. İsmail DEMİRDÜZEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, uzun zaman önce idare tarafından verilen tarımsal amaçlı hak sahipliği kararının iptal edilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/7/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

7. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

9. Başvurucuların murisine 16/7/1994 tarihli başvurusu üzerine göçebe ailelerden olması nedeniyle Hatay Valiliği Mahallî İskân Komisyonunca (Komisyon) 30/5/1995 tarihinde tarımsal olarak iskân edilmek amacıyla hak sahipliği verilmiştir.

10. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanlığınca yapılan inceleme sonucunda düzenlenen 19/10/2010 tarihli raporda, başvurucuların murisinin 1/9/1980 tarihinden itibaren başlayan sosyal güvenlik kaydının bulunduğu, bu nedenle hukuki durumunun 14/6/1934 tarihli ve 2510 sayılı mülga İskân Kanunu'nda yer alan göçebe tanımına uymadığı tespit edilmiştir. Akabinde başvurucuların murisinin tarımsal amaçlı iskân için öngörülen koşulları taşımadığı gerekçesiyle 31/1/2012 tarihinde, hakkındaki hak sahipliği kararı iptal edilmiştir.

B. Başvuru Konusu İptal Davası Süreci

11. Başvurucular 3/5/2016 tarihinde işlemin iptali talebiyle Hatay İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemece 3/5/2017 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir.

12. Kararın gerekçesinde;

i. Başvurucuların murisinin hak sahibi olarak belirlendiği tarihte yürürlükte olan kanun ve yönetmelikte göçebe grubuna mensup olanlardan kimlerin hak sahibi olabileceği yönünde açık bir düzenleme bulunmadığı, işlemlerin genelgeye göre tesis edildiği açıklanmıştır.

ii. Başvurucuların murisinin hak sahibi olarak belirlenmesinde idarenin mevzuatın uygulanmasında açık hataya düştüğü söylenemeyeceği gibi başvurucuların murisinin ibraz ettiği belgelerin sahte olduğuna ya da hak sahipliği kararının alınmasında hilesi bulunduğuna yönelik herhangi bir tespit de yapılmadığı ifade edilmiştir.

iii. Öte yandan 2510 sayılı mülga Kanun döneminde hak sahibi olanların hak sahipliklerinin herhangi bir koşul aranmadan devam edeceği vurgulanmıştır.

iv. Netice itibarıyla başvurucuların murisinin hak sahibi yapılmasına ilişkin Komisyon kararının aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra geri alınmasının idari istikrar ve idareye güven ilkelerine aykırı olduğu belirtilmiştir.

13. Davalı idare, istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf talebini inceleyen Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) davalı idarenin istinaf talebini kabul etmiş ve 28/2/2018 tarihinde istinaf talebine konu kararı kaldırarak kesin olarak davanın reddine karar vermiştir.

14. Kararın gerekçesinde;

i. Konuyla ilgili düzenlemeler belirtildikten sonra yerleşik duruma geçerek herhangi bir işle uğraşanların göçebe olarak değerlendirilemeyecekleri ve üretici vasfını kazanmaları nedeniyle hak sahibi olarak kabul edilemeyecekleri açıklanmıştır.

ii. Başvurucuların murisinin göçebe statüsündeki hak sahipliğinin idari istikrar ve idareye güven ilkeleri uyarınca korunabilmesinin bu hakkın ancak mevzuata uygun olarak elde edilmesi hâlinde mümkün olacağı ifade edilmiştir.

iii. Başvurucuların murisinin hak sahipliği kararı ve başvuru tarihinden önce Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) kaydının bulunduğu, dolayısıyla yerleşik hayata geçtiği ve göçebe vasfını yitirdiği, bu nedenle hak sahipliğinin mevzuata uygun olarak elde edilmediği belirtilmiştir.

15. Başvurucular 26/6/2018 tarihinde temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz talebini inceleyen Bölge İdare Mahkemesi, 10/7/2018 tarihinde istinaf kararının kesin olduğunu belirterek temyiz isteminin incelenmeksizin reddine karar vermiştir.

16. Başvurucular 20/7/2018 tarihinde temyiz isteminin incelenmeksizin reddine ilişkin karara karşı temyiz talebinde bulunmuştur. Bölge İdare Mahkemesince başvurucuların posta ücretini yatırmadığı tespit edilmiş ve bu eksikliğin tamamlanması için başvuruculara 20/9/2018 tarihli müzekkere yazılmıştır. Eksikliği tamamlama yazısı 26/9/2018 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmesine rağmen başvurucular eksik kalan posta ücretini tamamlamamıştır. Bunun üzerine Bölge İdare Mahkemesi 9/11/2018 tarihinde posta ücreti eksikliğinin giderilmediği gerekçesiyle temyiz isteminde bulunulmamış sayılmasına karar vermiştir.

17. Bölge İdare Mahkemesinin istinaf incelemesine ilişkin kesin nitelikteki 28/2/2018 tarihli kararı başvurucular vekiline 12/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucular vekili 10/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

C. Tapu İptali ve Tescili Davası Süreci

19. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından başvurucular aleyhine 15/1/2015 tarihinde Reyhanlı Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescili davasında, Komisyon kararı ile başvuru konusu hak sahipliği kararının iptal edilmesi nedeniyle başvuru konusu Reyhanlı ilçesi Amikovası köyü 210 parsel sayılı taşınmazın başvurucular adına tesciline ilişkin işlemin hukuki dayanağın ortadan kalktığı belirtilerek söz konusu taşınmazın Maliye Hazinesi adına tescili talep edilmiştir.

20. Reyhanlı Asliye Hukuk Mahkemesince 3/12/2015 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, ilgili Komisyonun benzer kararlarına karşı idari yargıda iptal davaları açıldığı ve Danıştayın bu davalara ilişkin bozma kararlarının olduğu açıklanmıştır. Esasen bu hak sahipliğini kazanmaya yönelik olarak kimlerin hangi şartlar altında göçebe sayılacağına dair açık, net ve kesin bir düzenlemeye yer verilmediğinden sigorta kaydının olmasının hak sahipliğini engelleyeceği kabulünün idarenin işlemlerinin güvenilirliğini, somut, belirli, genel ve kamu düzenini sağlayıcı istikrar ilkeleriyle uyuşmadığı ifade edilmiştir.

21. Davacı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 1. Hukuk Dairesince 20/6/2019 tarihinde hükmün onanmasına karar verilmiştir. Davacı idarenin karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 13/9/2021 tarihinde reddedilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat

22. Olay tarihinde yürürlükte olan 2510 sayılı mülga Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

"Muhacir ve mültecilerle göçebelerin ve gezginci çingenelerin yurt içinde yerleştirilmeleri; Türk kültürüne bağlılık ve nüfus oturuş ve yayılışının düzeltilmesi amaciyle Bakanlar Kurulunca yapılacak programa uygun olarak İçişleri ve Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlıklarınca tertiplenir."

23. 2510 sayılı mülga Kanun'un 17. maddesi şöyledir:

"İskan bir aileye, nüfus ve ihtiyacına göre oturacak ev veya ev yeri, sanatkarlara ve tüccarlara ayrıca geçim getirecek dükkan veya mağaza yahut bu gibi yapı veya yeri ve mütedavil sermaye; çiftçilere de ayrıca kafi toprakla çift hayvanı, alat ve edevatı, tohumluk, ahır ve samanlık veya yeri vermekle yapılır.

...

 (Ek fıkra: 18/6/1947-5098/5 md.) İskan edilecek her aileye nüfuslarına göre dağıtılacak çeşitli toprak miktarı ve dağıtış şekli Sağlık ve Sosyal Yardım ve Tarım Bakanlıklarınca hazırlanıp Bakanlar Kurulu tarafından tasdik edilecek bir cetvelle tesbit olunur."

24. 2510 sayılı mülga Kanun'un 30. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Hükümetçe iskan edilenlere borçlu veya borçsuz olarak iskan yoluyla verilen gayrimenkuller on yıl süre ile hiç bir suretle satılamaz, bağışlanamaz, terhin edilemez, haciz olunamaz. Tapularına o yolda kayıt düşürülür."

25. 2510 sayılı mülga Kanun'un 49. maddesi şöyledir:

"Bu kanunun icra sureti tüzük ve yönetmelikler ile tayin olunur. Hükümetçe iskan edilenlerle bütün muhacir ve mültecilerin bu kanundaki muafiyetlerden istifade etmek üzere ne yolda hareket edecekleri bu tüzükte gösterilir."

26. 2510 sayılı mülga Kanun'un uygulanmasını göstermek amacıyla çıkarılan ve 9/11/1989 tarihli ve 20337 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan İskân Kanunu Uygulama ve Özel İskan Fonu Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 18. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"....

İskânını talep eden, ilânın bitiminden en geç 30 (Göçebelerde 180) gün içinde ikametgah ilmühaberi, meşruhatlı nüfus kayıt örneği, (Göçebelerde göçebe belgesi, konaklama belgesi, meşruhatlı nüfus kayıt örneği) ile birlikte bağlı olduğu Kaymakamlık veya Valiliğe dilekçe ile müracaat etmek mecburiyetindedir.

Süresi içinde müracaat etmeyenler, haksahipliğine esas bilgi ve belgeleri vermeyenler veya müracaat süresi içinde iskân isteyip sonradan vazgeçenler iskân haklarını kaybetmiş sayılırlar. Haksahiplik listesi ilân edilmeden önce belgelendirilmiş (hastalık, askerlik, tutukluluk ve benzeri) mecburi haller saklı tutulur.

..."

27. Yönetmelik'in "İskân Edilenlerin Hayat Seviyesinin Tespiti" başlıklı 19. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Tarımda iskân edilenlerden ilk mahsulü almış olanlar, bir sanat ve meslek sahibi olanlardan, sanat ve mesleklerini icra etmeye başlayanlar, resmî ve özel kuruluşlarda çalışanlardan, ilk aylık veya ücretlerini alanlar üretici hale gelmiş sayılırlar."

28. Mevzuat programları ve internet sitelerinde bulunmayıp Çevre ve Şehircilik Bakanlığından müzekkere ile talep edilen Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Arazi ve İskân Dairesi Başkanlığı tarafından yürürlüğe konulan 13/4/1990 tarihli ve 1990/23 sayılı Genelge'nin (Genelge) "Göçebenin Tanımı" başlıklı (B) Bölümü'nün 1. maddesinin (a) bendi şöyledir:

"Yerleşik tarımsal faaliyetler dışında kalmış, sabit ve daimi bir konuta bağlı olmadan geçimlerini göçer hayvancılıkla sağlayan, tabiat ve iklim şartlarına göre Yurt içinde yaylak ve kışlaklar arasında göçen, bu hayat tarzını kadimden beri sürdüren ve hayvancılık faaliyetlerini bir grup halinde yürüten insanlardır."

29. Genelge'nin "Haksahiplilik Kriterleri" başlıklı (B) Bölümü'nün 2. maddesinin (f) bendi şöyledir:

"Yurt dışında ve Yurt içinde çalışan kadrolu ve mevsimlik işçiler, Devlet Memurları, Bağ-Kur'a kayıtlı olanlar, tüm emekliler, herhangi bir sosyal kurum veya Devletten herne ad altında olursa olsun aylık alanlar, esnaf, sanatkâr ve tüccar ile yerleşik duruma geçip herhangi bir işle uğraşanlar göçebelik hüviyetlerini kaybettiklerinden haksahibi sayılmazlar

 (c), (d), (f) bendlerindeki hususlar ilgili kuruluşlardan alınacak yazılarla tevsik edilecektir."

30. Genelge'nin "İskan İsteyen Her Aile İçin Tanzim Edilecek Dosyada Bulundurulacak Belgeler" başlıklı (B) Bölümü'nün 3. maddesinin (i) bendi şöyledir:

"Bu genelgenin B-2 maddesinin (c), (d) ve (f) bendlerindeki hususlar hakkında ilgili kuruluşlardan alınan yazı ve belge"

31. 17/8/2002 tarihli ve 24849 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan İskân Kanunu Uygulama Yönetmeliği'nin (Uygulama Yönetmeliği) geçici 1. maddesi şöyledir:

"01/01/2002 tarihine kadar yapılan sözleşme ve diğer işlemler 09/11/1989 tarihli 20337 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İskan Kanunu Uygulama ve Özel İskan Fonu Yönetmeliği hükümlerine göre sonuçlandırılır ve tasfiye edilir."

32. 12/7/2013 tarihli ve 6495 sayılı Kanun ile 19/9/2006 tarihli ve 5543 sayılı İskân Kanunu'na eklenen geçici 7. maddenin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder."

2. Danıştay İçtihadı

33. Danıştay Sekizinci Dairesinin (Daire) 28/5/2019 tarihli ve E.2015/11791, K.2019/5170 sayılı kararı şöyledir:

"Dava, davacının mülga 2510 Sayılı İskan Kanunu uyarınca, göçebe ailelerinin tarımsal amaçlı iskanı kapsamında hak sahibi yapılmasına yönelik kararın geri alınmasına ilişkin 03.07.2014 tarih ve 081 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince; yasaya aykırı ve hatalı işlemlerin her zaman değil makul bir sürede geri alınabileceği; yokluk, açık hata ve bu işlemlerden yararlananın hilesinin söz konusu olması halinde ise idarenin işlemini her zaman geri alabileceği belirtilerek, davacının hak sahibi sayılması için gereken koşulları sağlamadığı halde üzerinde kayıtlı taşınmazları beyannamede bildirmeyerek idareyi bu yönde işlem yapmak için yanılttığı, bu nedenle hak sahipliğinin iptal edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hukuka aykırı olarak tesis edilen idari işlemlerden dolayı ilgili yararına hak veya korunması gereken yerleşmiş bir durum veya hukuki statü doğmuş ise, bu işlemin ancak yokluk ve mutlak butlan halleri ile malül olması, kişinin gerçek dışı beyan veya hilesinin ya da idarenin mevzuatta açıkça öngörülen hükmün uygulanmasında hataya düşmesi sonucunda tesis edildiğinin anlaşılması hallerinde, idare tarafından herhangi bir süre şartına bağlı olmaksızın geriye doğru yürür şekilde her zaman geri alınabileceği, aksi durumda hak doğuran idari işlemlerin ancak iptal davası süresi içerisinde geri alınabileceği; bu sürenin geçmiş olması halinde ise, idareye güven ve idari istikrar prensipleri gereğince bu tür idari işlemlerin yapay bir kesinlik kazanacağı doktrin ve içtihatlarda kabul edilmektedir.

Olayda, göçebe ailelerin tarımsal iskanı kapsamında, mülga 2510 sayılı İskan Kanunu ve 09.11.1989 tarih ve 20337 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan İskan Kanunu Uygulama ve Özel İskan Fonu Yönetmeliği'ne göre hak sahibi yapılarak topraklandırılan davacının, aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra hak sahibi yapılmasına ilişkin kararın dava konusu Mahalli İskan Komisyonu kararı ile geri alındığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için; davacının mülga 2510 sayılı İskan Kanunu uyarınca hak sahibi olarak belirlenmesine ilişkin Mahalli İskan Komisyonu kararının alınması sürecinde, ilgilinin gerçek dışı beyanı, hilesi ya da idarenin mevzuatın uygulanması konusunda açık bir hatası bulunup bulunmadığının ortaya konulması gerekmektedir.

Mülga 2510 sayılı İskan Kanununun 1. maddesinde; muhacir ve mültecilerle, göçebelerin ve gezginci çingenelerin yurt içinde yerleştirilmeleri; Türk kültürüne bağlılık ve nüfus oturuş ve yayılışının düzeltilmesi amacıyla Bakanlar Kurulunca yapılacak programa uygun olarak İçişleri ve Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlıklarınca tertipleneceği; 16. maddesinde, kimlerin kimlerle birlikte iskan edileceği ve 49. maddesinde de, kanunun icra suretinin tüzük ve yönetmelikle tayin olunacağı, hükümlerine yer verilmiştir.

Kanunun uygulanmasını göstermek amacıyla çıkarılan ve 09.11.1989 tarih ve 20337 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan İskan Kanunu Uygulama ve Özel İskan Fonu Yönetmeliği'nin 18. maddesinde, göçebelerin iskanına yönelik olarak, 2510 sayılı İskan Kanununun ek ve değişiklikleri ile özel kanunlar veya diğer ilgili mevzuata göre iskana hak kazananların tarımda veya şehirde iskan edilebileceği, iskanın şekil ve şartlarını belirten, detaylı iskan ilanı yapılacağı, iskan ilanının ilgili müdürlükçe, göçebe grubunu temsile yetkili kişi veya kişilere yazılı olarak bildirileceği ve 30 gün süre ile görülebilir yerlerde asılı kalacağı, ilanın asılı kalması ve indirilmesinin, göçebe grubunun temsilcileri ile ilgili müdürlükten görevli personelle birlikte düzenlenen tutanakla belgelendirileceği ve iskanını talep edenlerin, ilanın bitiminden en geç 180 gün içinde göçebe belgesi, konaklama belgesi ve meşruhatlı nüfus kayıt örneği ile birlikte bağlı olduğu Kaymakamlık veya Valiliğe dilekçe ile müracaat etmeleri gerektiği, süresi içinde müracaat etmeyenler, hak sahipliğine esas bilgi ve belgeleri vermeyenler veya müracaat süresi içinde iskan isteyip sonradan vazgeçenlerin iskan haklarını kaybetmiş sayılacağı, düzenlemesine yer verilmiştir.

Davacının hak sahibi olarak belirlendiği tarihte yürürlükte olan mülga 2510 sayılı İskan Kanunu'nda ve 1989 tarihli İskan Kanunu Uygulama ve Özel İskan Fonu Yönetmeliği'nde göçebe tanımına yer verilmediği gibi, kanunun uygulamasında kimlerin göçebe olarak kabul edilip iskana tabi tutulacağına ilişkin açıklayıcı bir düzenlemeye de yer verilmemiştir.

Uygulamada hak sahipliği ile ilgili karşılaşılan sorunların, 17.08.2002 tarih ve 24849 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan İskan Kanunu Uygulama Yönetmeliği'nin yürürlüğe girmesine kadar mülga 2510 sayılı Kanunun 49. maddesinde ifade edilen, kanunun uygulamasının tüzük ve yönetmelik ile tayin olunacağı yönündeki açık hükmüne aykırı olarak Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Arazi ve İskan Dairesi Başkanlığı tarafından yürürlüğe konulan 13.04.1990 tarih ve 1990/23 sayılı Genelge ile çözümlenmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır.

Her ne kadar 17.08.2002 tarih ve 24849 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan İskan Kanunu Uygulama Yönetmeliğinin yürürlük başlıklı 28. maddesinde, yönetmeliğin 01.01.2002 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiş ise de; Yönetmeliğin Geçici 1. maddesinde, bu tarihe kadar yapılan sözleşme ve diğer işlemlerin 09.11.1989 tarih ve 20337 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan İskan Kanunu Uygulama ve Özel İskan Fonu Yönetmeliği hükümlerine göre sonuçlandırılacağı ve tasfiye edileceği belirtildiğinden, idare tarafından Yönetmeliğin yayımı tarihinden önce yapılan hak sahipliği başvurularının önceki mevzuata göre sonuçlandırıldığı görülmektedir.

 Bu haliyle, davacının hak sahibi olarak belirlendiği tarihte yürürlükte olan yasa ve yönetmelikte göçebe grubuna mensup olanlardan kimlerin hak sahibi olabileceği yönünde açık bir düzenleme yer almadığı ve bu hususta yaşanan sorunların çözümlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan Genelgeye göre işlemlerin tesis edildiği açık olup, birlikte iskan edilen göçebe grubuna mensup olduğu hususunda ihtilaf bulunmayan davacıların, hak sahibi olarak belirlenmesinde idarenin, mevzuatın uygulanmasında açık hataya düştüğü söylenemeyeceği gibi, Yönetmelikte öngörülen belgeleri idareden temin etmek suretiyle hak sahipliği başvurusunda bulunanların, müracaat tarihindeki hukuki ve fiili duruma göre; başvuru sırasında ibraz ettiği göçebe belgesi ve konaklama belgesi gibi belgelerin sahte olduğuna ya da hak sahipliği kararının alınmasında ilgililerin hilesi bulunduğuna yönelik herhangi bir tespit de yapılmadığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6495 sayılı Kanun ile 5543 sayılı İskan Kanununa eklenen Geçici 7. maddenin üçüncü fıkrasında; 'Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder.' hükmüne yer verilmek suretiyle, yürürlükten kalkan 2510 sayılı Kanun döneminde hak sahibi olanların hak sahipliklerinin herhangi bir koşul aranmadan devam edeceği vurgulanmıştır.

Bu durumda, davalı idare tarafından hak sahibi kabul edilerek topraklandırılan davacının, hak sahibi yapılması yönünde alınan Mahalli İskan Komisyonu kararının aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra geri alınmasına ilişkin işlemin idari istikrar ve idareye güven ilkelerine aykırı olduğu ve bu nedenle davanın reddine dair kararda hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır... "

34. Dairenin 9/4/2019 tarihli ve E.2014/2041, K.2019/2873 sayılı kararı şöyledir:

"Dava Devlet eliyle Diyarbakır İli'nde iskan edilmek üzere 25.06.1998 tarihli 67 sayılı Mahalli İskan Komisyonu kararıyla hak sahibi olarak belirlenen davacının, yeniden yapılan inceleme sonucu Mahalli İskan Komisyonu'nun 06.02.2013 tarihli 2013/97 sayılı işlemi ile hak sahipliğinin iptaline ilişkin işlemin iptal edilmesi istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince davacının tarımsal olarak iskan edilmek üzere hak sahipliğine karar verildiği 25/06/1998 tarihinde yürürlükte bulunan İskân Kanunu Uygulama ve Özel İskân Fonu Yönetmeliğinde hak sahibi olabilmek için esnaflık yapmaması gibi bir şartın yer almadığı, söz konusu şartın 17/08/2002 günlü, 24849 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan İskan Kanunu Uygulama Yönetmeliği ile getirildiği, yürürlükteki 02/12/2007 günlü, 26718 sayılı İskân Kanunu Uygulama Yönetmeliğinde ise, 09/11/1989 tarih ve 20337 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan İskân Kanunu Uygulama ve Özel İskân Fonu Yönetmeliğine göre yapılan işlemlerin, bu Yönetmeliğin 5543 sayılı Kanuna aykırı olmayan hükümlerine göre sonuçlandırılacağının belirtildiği, anılan Yönetmelik hükmünün yollamada bulunduğu 5543 sayılı Kanunun Geçici 2. maddesindeki esaslarda, daha önce esnaflık yapmamış olmanın gerektiği yönünde bir düzenlemeye yer verilmemiş olması karşısında, davacının hak sahipliği için söz konusu şartın aranamayacağı sonucuna varılarak, Kosan Göçebe Grubu ailelerinden olup, Devlet eliyle Diyarbakır İli'nde iskan edilmek üzere hak sahibi olarak belirlenen davacının, 25/06/1998 tarihinden önce esnaf olarak çalıştığından bahisle söz konusu hak sahipliğinin iptal edilmesine ilişkin davalı idare işlemlerinde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.

...

Dosyanın incelenmesinden, Kosan Göçebe Grubu ailelerine mensup olan davacının, Diyarbakır Mahalli İskan Komisyonu'nun 25.06.1998 tarih ve 67 sayılı kararıyla, Diyarbakır İli'nde Devlet eliyle tarımsal olarak iskan edilmek üzere hak sahipliğine karar verildiği, daha sonra yapılan araştırmalar neticesindedavacının anılan tarihten önce esnaf olarak çalıştığının tespit edildiğinden bahisle hak sahipliğinin 06.02.2013 tarih ve 2013/97 sayılı Diyarbakır Mahalli İskan Komisyonu kararıyla iptal edildiği, ardından söz konusu komisyon kararının Diyarbakır Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü'nün 18.02.2013 günlü, 151/2624 sayılı işlemiyle davacıya bildirilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

...

Bu haliyle, davacının hak sahibi olarak belirlendiği tarihte yürürlükte olan yasa ve yönetmelikte göçebe grubuna mensup olanlardan kimlerin hak sahibi olabileceği yönünde açık bir düzenleme yer almadığı ve bu hususta yaşanan sorunların çözümlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan Genelgeye göre işlemlerin tesis edildiği açık olup, birlikte iskan edilen göçebe grubuna mensup olduğu hususunda ihtilaf bulunmayan davacının, hak sahibi olarak belirlenmesinde idarenin, mevzuatın uygulanmasında açık hataya düştüğü söylenemeyeceği gibi, yönetmelikte öngörülen belgeleri idareden temin etmek suretiyle hak sahipliği başvurusunda bulunanların, başvuru sırasında ibraz ettiği göçebe belgesi ve konaklama belgesi gibi belgelerin sahte olduğuna ya da hak sahipliği kararının alınmasında ilgililerin hilesi bulunduğuna yönelik herhangi bir tespit de yapılmadığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6495 sayılı Kanun ile 5543 sayılı İskan Kanunu'na eklenen Geçici 7. maddesinin üçüncü fıkrasında; 'Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder.' hükmüne yer verilmek suretiyle, yürürlükten kalkan 2510 sayılı Kanun döneminde hak sahibi olanların hak sahipliklerinin herhangi bir koşul aranmadan devam edeceği vurgulanmıştır.

Bu durumda, davalı idare tarafından hak sahibi kabul edilerek iskan edilen davacının, hak sahibi yapılması yönünde alınan Mahalli İskan Komisyonu kararının aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra geri alınmasına ilişkin işlemin idari istikrar ve idareye güven ilkelerine aykırı olduğu ve bu nedenle davanın reddine dair kararda hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin reddiyle Diyarbakır 3. İdare Mahkemesince verilen ve hüküm fıkrası itibariyle hukuka uygun bulunan kararın yukarıda belirtilen ek gerekçeyle onanmasına [karar verilmiştir]..."

35. Dairenin 6/11/2014 tarihli ve E.2014/1707, K.2014/8264 sayılı kararı şöyledir:

"Dava, davacının mülga 2510 sayılı İskan Kanunu uyarınca, göçebe ailelerinin tarımsal amaçlı iskanı kapsamında hak sahibi yapılmasına yönelik 29.07.1992 tarih ve 72 No'lu Komisyon Kararının geri alınmasına ilişkin 05.12.2012 tarih ve 2012/703 sayılı Mahalli İskan Komisyonu Kararının iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince, idare tarafından hukuka aykırı olarak tesis edilen işlemlerin her zaman geri alınabileceği belirtilerek, davacıların hak sahibi yapılarak iskan edilmesine yönelik işlemin, 2510 sayılı Yasanın amacına ve göçebe ailelerin iskanına ilişkin kurallar getiren ve düzenleyici işlem niteliğinde bulunan Genelgeye aykırı olduğu ve hak sahipliği kararının idarece iptal edilerek geri alınmasına dair dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

...

Bu haliyle, davacının hak sahibi olarak belirlendiği tarihte yürürlükte olan yasa ve yönetmelikte göçebe grubuna mensup olanlardan kimlerin hak sahibi olabileceği yönünde açık bir düzenleme yer almadığı ve bu hususta yaşanan sorunların çözümlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan Genelgeye göre işlemlerin tesis edildiği açık olup, birlikte iskan edilen göçebe grubuna mensup olduğu hususunda ihtilaf bulunmayan davacıların, hak sahibi olarak belirlenmesinde idarenin, mevzuatın uygulanmasında açık hataya düştüğü söylenemeyeceği gibi, yönetmelikte öngörülen belgeleri idareden temin etmek suretiyle hak sahipliği başvurusunda bulunanların, başvuru sırasında ibraz ettiği göçebe belgesi ve konaklama belgesi gibi belgelerin sahte olduğuna ya da hak sahipliği kararının alınmasında ilgililerin hilesi bulunduğuna yönelik herhangi bir tespit de yapılmadığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6495 sayılı Kanun ile 5543 sayılı İskan Kanununa eklenen Geçici 7. maddenin üçüncü fıkrasında; 'Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder.' hükmüne yer verilmek suretiyle, yürürlükten kalkan 2510 sayılı Kanun döneminde hak sahibi olanların hak sahipliklerinin herhangi bir koşul aranmadan devam edeceği vurgulanmıştır.

Bu durumda, davalı idare tarafından hak sahibi kabul edilerek topraklandırılan davacının, hak sahibi yapılması yönünde alınan Mahalli İskan Komisyonu kararının aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra geri alınmasına ilişkin işlemin idari istikrar ve idareye güven ilkelerine aykırı olduğu ve bu nedenle davanın reddine dair kararda hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle; Hatay İdare Mahkemesi'nin temyize konu kararının bozulmasına... [karar verilmiştir.]"

36. Dairenin 13/11/2013 tarihli ve E.2013/5447, K.2013/7892 sayılı kararı şöyledir:

"Dava, davacının mülga 2510 sayılı İskan Kanunu uyarınca, göçebe ailelerinin tarımsal amaçlı iskanı kapsamında hak sahibi yapılmasına yönelik 07.10.1992 tarihli Mahalli İskan Komisyonu kararının geri alınmasına ilişkin 20.11.2012 tarihli işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince, idare tarafından hukuka aykırı olarak tesis edilen işlemlerin her zaman geri alınabileceği belirtilerek, davacının hak sahibi yapılarak iskan edilmesine yönelik işlemin, 2510 sayılı Yasanın amacına ve göçebe ailelerin iskanına ilişkin kurallar getiren ve düzenleyici işlem niteliğinde bulunan Genelgeye aykırı olduğu ve hak sahipliği kararının idarece iptal edilerek geri alınmasına dair dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

...

Bu haliyle, davacının hak sahibi olarak belirlendiği tarihte yürürlükte olan yasa ve yönetmelikte göçebe grubuna mensup olanlardan kimlerin hak sahibi olabileceği yönünde açık bir düzenleme yer almadığı ve bu hususta yaşanan sorunların çözümlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan Genelgeye göre işlemlerin tesis edildiği açık olup, birlikte iskan edilen göçebe grubuna mensup olduğu hususunda ihtilaf bulunmayan davacının, hak sahibi olarak belirlenmesinde idarenin, mevzuatın uygulanmasında açık hataya düştüğü söylenemeyeceği gibi, yönetmelikte öngörülen belgeleri idareden temin etmek suretiyle hak sahipliği başvurusunda bulunanların, başvuru sırasında ibraz ettiği göçebe belgesi ve konaklama belgesi gibi belgelerin sahte olduğuna ya da hak sahipliği kararının alınmasında ilgililerin hilesi bulunduğuna yönelik herhangi bir tespit de yapılmadığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6495 sayılı Kanun ile 5543 sayılı İskan Kanununa eklenen Geçici 7. maddenin üçüncü fıkrasında; 'Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder.' hükmüne yer verilmek suretiyle, yürürlükten kalkan 2510 sayılı Kanun döneminde hak sahibi olanların hak sahipliklerinin herhangi bir koşul aranmadan devam edeceği vurgulanmıştır.

Bu durumda, davalı idare tarafından hak sahibi kabul edilerek topraklandırılan davacının, hak sahibi yapılması yönünde alınan Mahalli İskan Komisyonu kararının aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra geri alınmasına ilişkin işlemin idari istikrar ve idareye güven ilkelerine aykırı olduğu ve bu nedenle davanın reddine dair kararda hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle; Hatay İdare Mahkemesi'nin temyize konu kararının bozulmasına [karar verilmiştir.]"

3. Yargıtay İçtihadı

37. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 18/3/2021 tarihli ve E.2020/2059, K.2021/1571 sayılı kararı şöyledir:

"Davacı, mülga 2510 sayılı İskan Kanunu kapsamında göçebe hayatı yaşadıkları iddiası ile aile temsilcisi olarak başvuran davalı [İ.Y.] ve ailesinin, Mahalli İskan Komisyonu’nun 22.12.1992 tarih ve bila no’lu kararı ile tarımsal iskan hak sahipliğini elde etmesi nedeniyle dava konusu 2549 parsel sayılı taşınmazın davalılar adına tescil edildiğini, ne var ki aile temsilcisi [İ.Y.]’ın ebeveyinleri ile birlikte iskan edildiği halde yeniden hak sahibi yapıldığının tespit edilmesi nedeni ile Mahalli İskan Komisyonu’nun 05.12.2012 tarih ve 2012/727 no’lu kararı ile hak sahipliğinin iptal edildiğini, davalıların bu karara karşı Hatay İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasının reddedilerek kesinleştiği, bu şekilde davalılar adına olan kaydın temelsiz kaldığını ileri sürerek, dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tescilini istemiştir.

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

Davanın kabulüne ilişkin karar Dairece; 'her ne kadar idare mahkemesinde açılan iptal davasının reddine karar verilmiş ise de, 12/7/2013 tarihinde kabul edilen 6495 sayılı kanun ile 5543 sayılı İskan Kanunu’na eklenen Geçici 7/3.maddesinde yer alan 'Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder.' düzenlemesi dikkate alındığında davalıların hak sahipliklerinin kayıtsız şartsız devam edeceği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği' gerekçesi ile bozulmuş, mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmiştir. Davacının yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün onanmasına, [karar verilmiştir.]"

38. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 21/1/2021 tarihli ve E.2019/102, K.2021/335 sayılı kararı şöyledir:

"Davacı Hazine, dava konusu 19 parsel sayılı taşınmazdaki 6 nolu bağımsız bölümün 2510 sayılı Kanun uyarınca davalı adına tahsisen tescil edildiğini, ancak davalının yasanın aradığı koşulları taşımadığının anlaşıldığını ileri sürerek tapu iptali-tescil isteğinde bulunmuştur.

Davalı, tahsisen tescil işleminin dayanağı olan hak sahipliği belgesinin halen geçerliliğini sürdürdüğünü belirtip davanın reddini savunmuştur.

Davalının hak sahipliğinin iptal edilmesine ilişkin İskan Komisyon Kararının İdare Mahkemesince iptaline karar verildiği, tescilin dayanağının halen ayakta olduğu gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak verilen yerel mahkeme kararına karşı Hazine tarafından yapılan istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesince yerinde görülerek, hak sahipliği belgesinin iptaline ilişkin komisyon kararının Bölge İdare Mahkemesi 2. Dava Dairesinin kararı ile hukuken geçerliliğini koruduğunun saptandığı gerekçesiyle yerel mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6495 Sayılı Kanun ile 5543 sayılı İskan Kanunu′na eklenen geçici 7/3. fıkrasında 'Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder' hükmüne yer verilmek suretiyle yürürlükten kalkan 2510 sayılı Kanun döneminde hak sahibi olanların hak sahipliklerinin herhangi bir koşul aranmadan devam edeceği vurgulanmıştır.

Somut olayda da, davalının hak sahipliğinin mülga 2510 sayılı İskan Kanunu′ndan kaynaklandığı tartışmasızdır.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile kabul edilmesi isabetsizdir."

39. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 12/6/2019 tarihli ve E.2016/10359, K.2019/3752 sayılı kararı şöyledir:

"Davacı, göçebe hayatı yaşayan davalılara 5543 sayılı yasa uyarınca Mahalli İskan Komisyonunun 30.05.1995 tarih ve 74 nolu kararına istinaden, 145 parsel sayılı taşınmazın temlik edildiğini, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı müfettişlerince davalıların hak sahipliğine müracaat tarihinden ve hak sahipliği kararı alınmadan önce sigorta kaydının bulunduğu, bu nedenle göçebelik durumu olmadığından yerleşik hayata geçiş amacı taşıyan iskandan faydalanmaması ve hak sahipliklerinin iptal edilmesi gerektiği hususunun tespit edilmesi üzerine, Mahalli İskan Komisyonunun 31.01.2012 tarih ve 2012/34 nolu kararı ile davalıların hak sahipliğinin iptal edildiğini davalıların bu karara karşı Hatay İdare Mahkemesinde açtıkları davanın redle sonuçlandığını ileri sürerek dava konusu 145 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar, 2510 sayılı yasanın 7/3 hükmü gereğince hak sahipliklerinin kayıtsız şartsız devam edeceğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, göçebelik hususuna ilişkin tarafların hak sahipliği yapıldığı dönemde hangi şartların kabul edildiğinin açık ve kesin bir düzenlemeyle belirlenmediği, dolayısıyla da sigorta kaydının olmasının hak sahipliğini engelleyeceğinin, idarenin işlemlerinin güvenilirliği, somut, belirli, genel ve kamu düzenini sağlayıcı istikrar ilkeleriyle iç içe olduğu göz önüne alındığında kabul edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

...

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6495 sayılı kanun ile 5543 sayılı İskan kanununa eklenen Geçici 7. maddenin 3. fıkrasında 'Mülga 2510 sayılı Kanunu göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder' hükmü uyarınca, davanın reddine ilişkin verilen karar bu gerekçe ile ve sonucu itibariyle doğru olduğuna göre; davacının yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına, [karar verilmiştir.]"

40. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 28/11/2018 tarihli ve E.2016/1627, K.2018/14985 sayılı kararı şöyledir:

"Davacı, davalıların 5543 sayılı İskan Kanunu kapsamında göçebe hayatı yaşadıklarını ileri sürerek iskana başvurduklarını, Mahalli İskan Komisyonunun 30/06/1998 tarih ve 120 nolu kararına istinaden, 498 parsel sayılı taşınmazın davalılara temlik edildiğini, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı müfettişlerince başvuru sahibi olan aile reisinin göçebe olmadığı, ayrıca hak sahipliğine müracaat tarihinden ve hak sahipliği kararı alınmadan önce sigorta kaydının bulunduğu, bu nedenle göçebelik durumu olmadığından yerleşik hayata geçiş amacı taşıyan iskandan faydalanmaması ve hak sahipliklerinin iptal edilmesi gerektiği hususunun tespit edilmesi üzerine, Mahalli İskan Komisyonunun 14/12/2011 tarih ve 2011/123 nolu kararı ile davalıların hak sahipliğinin iptal edilmesine karar verildiğini, davalıların bu karara karşı Hatay İdare Mahkemesine başvurduğunu, davanın reddine karar verildiğini ileri sürerek dava konusu 498 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı [A.G.], 5543 sayılı Kanun’a getirilen 7. madde ile 2510 sayılı yasa döneminde kazanılan hak sahipliklerinin korunacağının hüküm altına alındığını, kendisi tarafından İdare Mahkemesinde açılan davanın reddine ilişkin olarak verilen kararın hatalı olduğunu, ancak söz konusu karar ile ilgili, eşine yapılan tebligatın kendisinin şehir dışında olduğu bir döneme denk gelmesi nedeni ile temyiz edilemeden kesinleştiğini, sehven kesinleşen bu karara dayanarak tapunun iptalinin istenemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davalıların adına dava konusu taşınmazın Mahalli İskan Komisyonu kararıyla tahsisinden sonra, tahsis şartlarını yerine getirmedikleri belirlenerek, yine Mahalli İskan Komisyonu kararıyla tahsisin iptal edildiği, davalıların Hatay İdare Mahkemesine itiraz ettikleri, fakat davanın reddine karar verildiği, dolayısıyla iptal kararına dair idari işlemin halen geçerliliğini koruduğundan davalılar adına olan kaydın dayanaksız hale geleceği ve yolsuz tescil durumuna düşeceği gerekçeleri ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, 30.06.1998 tarih ve 120 nolu Mahalli İskan Komisyonu Kararı ile davalı [A.G.]’ın 2510 sayılı İskan Kanunu ve uygulanmasına dair Yönetmelik ve Genelgeler çerçevesinde tarımsal iskan edilmek üzere hak sahibi sayılmasına karar verildiği, alınan karar gereğince dava konusu 498 parsel sayılı taşınmazın davalılar adına tescil edildiği, 14.12.2011 tarih ve 123 nolu Mahalli İskan Komisyonu Kararı ile ise, [A.G.] ve diğer aile bireylerinin başvuru veya hak sahipliği karar tarihinden önce, kendisi veya eşi ebeveynleriyle birlikte Devlet eliyle yerleştirilip topraklandırıldığının tespit edildiği gerekçesi ile hak sahipliğinin ve daha önce alınan 30.06.1998 tarih ve 120 nolu Komisyon Kararı’nın iptaline karar verildiği, söz konusu iptal kararına karşı [A.G.] tarafından Hatay İdare Mahkemesinde açılan davada yapılan yargılama neticesinde, davanın reddine karar verildiği, söz konusu kararın temyiz edilmeden 09.04.2013 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, 5543 sayılı İskan Kanunu’nun Geçici 7/3.maddesinde, 'Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder.' düzenlemesi yer almaktadır.

Hal böyle olunca, her ne kadar idare mahkemesinde açılan iptal davasının reddine karar verilmiş ise de, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6945 sayılı ile Kanun 5543 sayılı İskan Kanunu’na eklenen Geçici 7/3.maddesinde yer alan düzenleme dikkate alındığında davalıların hak sahipliklerinin kayıtsız şartsız devam edeceği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Davalıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince bozulmasına, [karar verilmiştir.]"

B. Uluslararası Hukuk

41. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 24-32.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

42. Anayasa Mahkemesinin 29/9/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

43. Başvurucular, Komisyonun 1995 yılında verdiği hak sahipliğinin murislerinin SSK kaydının olması nedeniyle 2012 yılında iptal edilmesinin Danıştayın istikrar kazanmış idari istikrar ve idareye güven ilkelerine ilişkin içtihadına aykırı olduğu gerekçesiyle açtıkları iptal davasının Bölge İdare Mahkemesince reddedilmesinin hukuka uygun olmadığını belirtmiştir.

44. Başvuruculara göre anılan iptal işlemi Danıştay içtihadında ortaya konulduğu üzere ancak yokluk ve mutlak butlan hâlleri ile kişinin malul olması, gerçek dışı beyan veya hilesinin bulunması ya da idarenin mevzuatta açıkça öngörülen hükmün uygulanmasında hataya düşmesi sonucunda tesis edildiğinin anlaşılması durumunda geri alınabilecektir. Buna karşın başvurucular Komisyon kararının alınması sürecinde murislerinin gerçek dışı beyanı, hilesi ya da idarenin mevzuatın uygulanması konusunda açık bir hatası olduğunun Bölge İdare Mahkemesince ortaya konulmadığını ifade etmiştir.

45. Buna göre başvurucular, hak sahipliğinin belirlendiği tarihte yürürlükte olan kanun ve yönetmelikte göçebe grubuna mensup olanlardan kimlerin hak sahibi olabileceği yönünde açık bir düzenlemeye yer verilmediğini, 2510 sayılı mülga Kanun'da bu Kanun'un uygulanmasının tüzük ve yönetmelikle tayin olacağı belirtilmesine rağmen bu hususta yaşanan sorunların çözümlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan Genelge'ye göre işlemlerin tesis edilmesinin kanunilik ilkesi açısından sorunlu olduğunu vurgulamıştır.

46. Başvurucular ayrıca kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği şartlarının da oluştuğunu, Bölge İdare Mahkemesinin eksik inceleme ve araştırmayla karar verdiğini açıklamıştır. Sonuç olarak adil yargılanma hakkı ile yaşam hakkı, yerleşme hürriyeti ve kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

47. Bakanlık görüşünde; hak sahipliği verilmesi işleminin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan mevzuata göre başvuranların göçebe olması, yerleşik hayata geçmemiş olması, dolayısıyla da herhangi bir SSK kaydının bulunmaması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre başvuru konusu olayda SSK kaydının bulunmaması koşulunu taşımadığı tespit edilen başvurucuların anılan mevzuat uyarınca meşru bir beklentiye sahip olduğunu gösterir kanun hükmü, yerleşik yargısal içtihat veya idari uygulama ortaya koyamadıkları ifade edilmiştir.

48. Başvurucular, Bakanlık görüşüne cevaben öncelikle başvuru konusu şikâyetlerinin mülkiyet hakkı ile ilgili olmadığını vurgulamıştır. Öte yandan Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin emsal içtihatları doğrultusunda karar verilmesi gerekirken emsal içtihatların aksine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

49. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

''Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

50. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özünün adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkına ilişkin olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

51. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

52. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

53. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

54. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai durumlarda, aslında yargılamanın sonucuna dair olan bu hususun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 83).

55. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

56. Mahkemelerin münferit bazı olaylarda farklı kararlar vermesi kuralın öngörülebilir olma niteliğini yitirdiğinin söylenebilmesi için yeterli olmayıp içtihat farklılığının derinleşmiş ve müzmin hâle gelmiş olması gerekir. Ayrıca spesifik bazı olaylarda verilmiş farklı kararların bulunduğundan hareketle içtihat farklılığının derinleştiği ve süregelen bir boyut kazandığı da kabul edilemez. Anayasa Mahkemesinin bir konuyla ilgili olarak verilmiş tüm mahkeme kararlarını yeknesak hâle getirme gibi bir işlevi bulunmadığı gibi mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılıkları giderme ödevi de mevcut değildir (Selahattin Bayri, B. No: 2018/32374, 15/9/2021, § 42).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

57. Somut olayda başvurucuların murisi 16/7/1994 tarihinde Komisyona başvurarak hak sahipliği talebinde bulunmuştur. Komisyon 30/5/1995 tarihli kararıyla tarımsal olarak iskân edilmek amacıyla başvurucuların murisine hak sahipliği vermiştir. 31/1/2012 tarihinde ise başvurucuların murisinin 1/9/1980 tarihinden itibaren sosyal güvenlik kaydının bulunduğu gerekçesiyle hak sahipliği iptal edilmiştir (bkz. §§ 9,10).

58. Başvurucuların anılan işlemin iptali talebiyle açtıkları dava, Mahkemece kabul edilmiştir. Davalı idarenin istinaf talebini inceleyen Bölge İdare Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların murisinin başvuru ve hak sahipliği karar tarihinden önce 1/9/1980'den beri SSK kaydının bulunduğu, dolayısıyla yerleşik hayata geçtiği ve göçebe vasfını yitirdiği, bu nedenlerle hak sahipliğinin mevzuata uygun olarak elde edilmediği belirtilmiştir (bkz. §§ 11-14).

59. Başvuruya konu olayda, hak sahipliği kararı idarenin tasarrufu ve gözetimi altında verilmiştir. Bu noktada idarenin hak sahipliği başvurularının yasal düzenlemelerde belirtilen şartlara uygun yapılmasını sağlama görevinin olduğunu vurgulamak gerekir. Ayrıca idarenin hak sahipliği başvurusu sürecinde idareye verilmesi gerekli bilgi ve belgelerin neler olduğu konusunda ilgilileri bilgilendirmek ve başvuruların bu şartlara uygun yapılıp yapılmadığını denetlemek görevinin olduğu da belirtilmelidir.

60. Diğer bir deyişle idare daha başlangıçta başvuru şartlarını ve dayanaklarını sarih olarak ortaya koymalı, başvurucular da hukuka uygun başvuru şartlarını yerine getirmelidir. Bu doğrultuda belirtmek gerekir ki iskân edilebilme bakımından ilk şart başvurucuların göçebe olmasıdır. Ancak başvuru tarihinde yürürlükte olan 2510 sayılı mülga Kanun'da göçebe tanımına yer verilmediği gibi bu Kanun'un uygulanmasının tüzük ve yönetmelikle tayin olacağının belirtilmesi nedeniyle bu amaçla çıkarılan 9/11/1989 tarihli Yönetmelik'te de göçebe tanımına yer verilmemiştir (benzer yöndeki değerlendirmeyi içeren Danıştay içtihadı için bkz. §§ 33-36).

61. Öte yandan başvuru şartlarının ve istenecek bilgi ve belgelerin neler olduğu Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Arazi ve İskân Dairesi Başkanlığı tarafından yürürlüğe konulan 13/4/1990 tarihli ve 1990/23 sayılı Genelge'de belirtilmiştir. Bu Genelge'nin ise yayımlanmamış olduğundan ulaşılabilir nitelikte olmadığı görülmüştür.

62. Mevcut başvuruya konu olayda 16/7/1994 tarihinde Komisyona yapılan başvuru yaklaşık on ay sonra 30/5/1995 tarihinde karara bağlanmıştır. İdarenin bu on aylık süre içinde denetim görevini yerine getirmesi için yeterli zamanının olduğuna dikkat çekmek gerekir. Buna karşın idare bu denetim görevini başvuruyu kabul ederken yapmamış, yaklaşık on yedi yıl sonra yaptığı denetim sonucunda 31/1/2012 tarihinde hak sahipliğinin iptaline karar vermiştir.

63. İdari işlemin hangi şartlarda geri alınabileceğine dair Danıştay içtihadının yerleşik ve istikrarlı nitelikte olduğu anlaşılmıştır. Bu çerçevede Danıştayın tarımsal hak sahipliği belgesinin iptali durumunda uyuşmazlığın nasıl çözümleneceğine dair benzer başvurularla ilgili içtihadının da süreklilik kazandığı görülmüştür. Danıştay içtihadında, hukuka aykırı olarak tesis edilen idari işlemlerden dolayı ilgili yararına hak veya korunması gereken yerleşik bir durum veya hukuki statü doğmuş ise bu işlemin ancak yokluk ve mutlak butlan hâlleri ile malul olması durumunda her zaman geri alınabileceği belirtilmiştir. Buna göre kişinin gerçek dışı beyan veya hilesinin ya da idarenin mevzuatta açıkça öngörülen hükmün uygulanmasında hataya düşmesi sonucunda tesis edildiğinin anlaşılması hâllerinde idare tarafından herhangi bir süre şartına bağlı olmaksızın geriye doğru yürür şekilde idari işlem iptal edilebilir. Bununla birlikte aksi durumda hak doğuran idari işlemlerin ancak iptal davası süresi içinde geri alınabileceği, bu sürenin geçmesi hâlinde ise idareye güven ve idari istikrar prensipleri gereğince bu tür idari işlemlerin yapay bir kesinlik kazanacağı kabul edilmiştir. Bu bağlamda idare tarafından hak sahibi kabul edilerek topraklandırılanların hak sahibi yapılması yönünde alınan Komisyon kararının aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra geri alınmasına ilişkin işlemlerin idari istikrar ve idareye güven ilkelerine aykırı olduğu belirtilmiştir (bkz. §§ 33-36).

64. Somut olayda ise idarece aradan yaklaşık on yedi yıl geçtikten sonra idari işlem iptal edilmesine rağmen Bölge İdare Mahkemesince idari işlemin geri alınma şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin yerleşik Danıştay içtihadında belirtilen ilkeler çerçevesinde tartışılmadığı görülmektedir.

65. Bunun yanında kanun koyucunun benzer ihtilafların ortaya çıkmasını önleme amacıyla yaptığı düzenlemeye de işaret etmek gerekir. Nitekim 12/7/2013 tarihinde 5543 sayılı Kanun'a eklenen geçici 7. maddenin üçüncü fıkrasında 2510 sayılı mülga Kanun'a göre hak sahibi olanların hak sahipliklerinin herhangi bir şart aranmaksızın devam edeceği düzenlenmiştir. Aynı konuyla ilgili olarak açılan tapu iptali ve tescili davalarına ilişkin adli davalarda ise Yargıtay, hak sahipliği belgesinin iptali neticesinde tapuya yapılan tescilin doğrudan yolsuz tescil durumuna gelmeyeceğini değerlendirerek hak sahipleri aleyhine açılan tapu iptali ve tescili davalarının reddine karar verilmesi gerektiğini açıklamıştır (bkz. §§ 37-40).

66. Sonuç olarak Bölge İdare Mahkemesince başvuruya konu olaya benzer davalarda verilen, Danıştayın istikrar kazanmış yerleşik içtihadının aksine karar verilmesine rağmen bu ilkelerden ayrılmayı gerektirir haklı nedenlerin olayın koşullarında ilgili ve yeterli gerekçeyle açıklanmaması yargılamayı hakkaniyetli olmaktan çıkarmıştır.

67. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

68. Başvurucular, hak sahipliği belgesinin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

69. Başvurucuların adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varıldığından mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelenmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

70. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesi ile tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

71. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

72. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ayrıca incelenmesine YER OLMADIĞINA,

D. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesine (E.2017/10619, K.2018/551) iletilmek üzere Hatay İdare Mahkemesine (E.2016/752, K.2017/1114) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

F. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin bilgi için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/9/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İBRAHİM YILDIRIM BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/10802)

 

Karar Tarihi: 7/12/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 7/3/2023-32125

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

İbrahim YILDIRIM

Vekili

:

Av. Necla Tuğba TUĞRUL

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; işçilik alacağı nedeniyle açılan davaların aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargısal sürecin uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

A. Başvurucunun Açtığı Dava ve Bireysel Başvuruya Konu Dava Süreci

2. Başvurucu 28/6/2011 ile 15/2/2014 tarihleri arasında iki dönem hâlinde, A Dijital Elektrik Telekomünikasyon Uydu Sistemleri İnşaat Dekor Sanayi Ticaret Limitet Şirketinde (A Dijital Şti.) aşçı olarak çalışmıştır.

3. Başvurucu iş akdinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek işçilik alacaklarının (kıdem ve ihbar tazminatları, ücret, fazla mesai ücreti, genel tatil ücreti, izin ücreti, asgari geçim indirimi alacağı) tahsiline karar verilmesi istemiyle 26/2/2014 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; davalı olarak A Dijital Şti. yanında Krea İçerik Hiz. ve Prod. A.Ş. (Krea A.Ş./Digiturk) isimli şirketi de göstermiştir. Dilekçesinde başvurucu; Krea A.Ş.nin emir ve talimatları doğrultusunda diğer davalı A Dijital Şti.ne ait işyerinde çalıştığını, A Dijital Şti.nin Krea A.Ş.nin alt firması olduğunu ileri sürmüştür.

4. Davayı inceleyen İstanbul Anadolu 10. İş Mahkemesi (Mahkeme) 19/1/2016 tarihli kararıyla Krea A.Ş. yönünden davanın husumet nedeniyle reddine, A Dijital Şti.yönünden ise kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir.

5. Mahkemenin karar gerekçesinde; davalı şirketler arasında yetkili satıcılık ve yetkili teknik servis hizmetleri sözleşmesi bulunduğunu, davalı A Dijital Şti.nin bu sözleşmeler kapsamında diğer davalı Krea A.Ş.nin ürünlerinin satışı, kurulumunun yapılması ve teknik servis hizmetlerinin verilmesi işlerini yaptığı ifade edilmiştir. Davalı A Dijital Şti.nin faaliyetlerini kendi bağımsız organizasyonu ile gerçekleştirdiği, başvurucunun da bu organizasyon içinde A Dijital Şti.ne ait işyerinde çalıştığı vurgulanmıştır. Ayrıca asıl işveren-alt işverenlik ilişkisinin en önemli unsuru olan asıl işverene ait işyerinde çalışma olgusunun gerçekleşmediği, davalı Krea A.Ş. ile A Dijital Şti. arasında asıl işveren-alt işverenlik ilişkisi bulunmadığı belirtilerek başvurucunun Krea A.Ş.ye karşı açtığı dava husumet yokluğu nedeniyle reddedilmiş, diğer davalıya karşı açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

6. Başvurucu; temyiz dilekçesinde, Krea A.Ş. yönünden açılan davanın husumet yönünden reddedilmesinin hatalı olduğunu, davalı iki şirket arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğunu, nitekim aynı işyerinde çalışan beş işçinin İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesinin E.2014/135, E.2014/136, E.2014/137, E.2014/138, E.2014/139 sayılı dosyalarında açtığı davalarda, davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu yönünde kararlar verildiğini, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 24/2/2015 tarihli ve E.2015/911, K.2015/8003 sayılı kararıyla söz konusu hükümleri onadığını belirtmiştir. Bu yönüyle davalı Krea A.Ş. hakkında verilen husumetten ret kararının bozulmasını talep etmiştir.

7. Tarafların temyiz başvurusunu inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 12/2/2019 tarihli kararıyla mahkeme hükmünün usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek hükmü onamıştır.

8. Başvurucu, nihai hükmü 6/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 29/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

9. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

10. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

B. Başvuru Formunda Belirtilen ve Somut Dava ile Benzer Nitelikte Olduğu İleri Sürülen Davaların Süreçleri

1. Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisi Bulunduğunun Kabul Edildiği Kararlar

11. Başvurucu ile aynı işverene bağlı olarak çalışan beş işçi benzer iddialarla İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesinin E.2014/135, E.2014/136, E.2014/137,E.2014/138 ve E.2014/139 sayılı dosyalarında dava açmıştır. İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesi davaları kısmen kabul etmiştir. Karar gerekçelerinde; A Dijital Şti.nin diğer davalı Krea A.Ş.nin satış ve kurulum işlerini üstlendiği, davacıların da Krea A.Ş.nin bayisi olan diğer davalıya ait işyerinde çalıştığı, davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu, davacıların işçilik alacaklarından her iki davalının da müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları belirtilmiştir.

12. İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesinin E.2014/135 sayılı dosyası Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 24/2/2015 tarihli kararıyla onanmıştır.

13. Diğer dava dosyaları Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 24/2/2015 tarihli kararı ile fazla çalışma ve yıllık ücretli izin alacakları yönünden bozulmuştur. İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesinin E.2015/212,E.2015/213, E.2.2015/214 veE.2015/215 sayılı dosyalarında bozmaya uyularak yapılan yargılamalarda davaların kabulüne karar verilmiş ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 19/9/2016 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır.

14. İstanbul Anadolu 2. İş Mahkemesinin E.2016/441 ve E.2016/481 sayılı dava dosyasında ise davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu ve her iki davalının da davacıların işçilik alacaklarından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu sonucuna ulaşılmıştır. E.2016/441 sayılı dosyada verilen karara karşı yapılan istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 24. Hukuk Dairesinin 15/9/2021 tarihli kararıyla kısmen kabul edilerek alacaklar yönünden yeniden hüküm kurulmuştur. İstanbul Anadolu 2. İş Mahkemesinin E.2016/481 sayılı dava dosyasında da davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu tespit edilmiş ve karara karşı yapılan istinaf talebi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 31. Hukuk Dairesinin 17/2/2021 tarihli kararıyla kısmen kabul edilerek alacaklar yönünden yeniden hüküm kurulmuştur.

2. Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisinin Bulunmadığının Kabul Edildiği Kararlar

15. Başvurucuyla aynı işverene bağlı olarak başka işçiler tarafından da işçilik alacakları için dava açılmıştır. İstanbul Anadolu 26. İş Mahkemesinin E.2015/252 sayılı dosyasında davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu ve her iki davalının da davacıların işçilik alacaklarından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu belirtilmiştir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 26/3/2019 tarihli kararıyla davalı A Dijital Şti.nin sözleşmeler kapsamında diğer davalı Krea A.Ş.nin ürünlerinin satış ve kurulumunun yapılması ile teknik servis hizmetlerinin verilmesi işlerini yaptığı vurgulanmıştır. Davalı A Dijital Şti.nin faaliyetlerini kendi bağımsız organizasyonu ile gerçekleştirdiği, davacının da bu organizasyon içinde A Dijital Şti.ne ait işyerinde çalıştığı, bu nedenle asıl işveren-alt işveren ilişkisinin en önemli unsuru olan asıl işverene ait işyerinde çalışma olgusunun gerçekleşmediği Krea A.Ş. yönünden açılan davanın husumetten reddi gerektiği belirtilmiştir. Yeniden yapılan yargılamada Krea A.Ş. yönünden açılan davanın husumetten reddine karar verilmiş, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 18/2/2020 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır.

16. İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesinin E.2014/223 sayılı dosyasında açılan işçilik alacağı davası kabul edilmiş, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 26/3/2019 tarihli kararı ile Krea A.Ş. yönünden husumet yokluğundan açılan davanın reddi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, Mahkeme bozmaya uyarak bu davalı yönünden davayı husumetten reddetmiş, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 4/2/2020 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır.

II. DEĞERLENDİRME

A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

17. Başvurucu; aynı işyerinde çalışan diğer işçiler ile aynı zamanda açtıkları davalarda Mahkemece verilen aynı kararla ilgili olarak Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin farklı uygulama yapmak suretiyle aynı maddi olaya dair gerekçesiz olarak farklı karar vermesinin eşitlik ilkesini zedelediğini, hukuk devletinin temel ilkelerinden birinin hukuk güvenliği ilkesi olduğunu belirterek Anayasa'nın 36. maddesindeki ilke ve haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

18. Başvurucunun dile getirdiği iddiaları, aynı maddi vakadan kaynaklanan davalarda farklı kararlar verilmesi ile ilgili olarak esaslı nitelikteki bir itirazın yargılama sırasında cevaplandırılmamasına ilişkin olduğundan başvurunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

20. Anayasa Mahkemesi farklı tarihlerde verdiği kararlarda aynı maddi vakıadan kaynaklanan davalarda farklı kararlar verilmesini hakkaniyete uygun yargılama hakkı kapsamında incelemiştir. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararlarına göre mahkemelerce uyuşmazlığın çözümünde etkili olan maddi vakıaların değerlendirilmesi, yorumlanması ve nitelendirilmesi derece mahkemelerinin takdirindedir. Maddi vakıalar, uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarından farklı olarak sadece somut bir olayı ilgilendirdiğinden ancak somut olayın koşulları çerçevesinde yorumlanabilir ve anlamlandırılabilir. Somut olayın tek bir uyuşmazlığa konu edildiği durumlarda maddi vakıalara ilişkin olarak mahkemeler arasında görüş ayrılığı oluşması mümkün değildir. Buna mukabil aynı olay çerçevesinde birden fazla uyuşmazlığın birden fazla mahkemede görüldüğü hâllerde farklı mahkemelerin aynı olay kapsamındaki bir maddi vakıayı farklı değerlendirmesi ve yorumlaması mümkündür. Maddi vakıanın farklı yorumlanmasına bağlı olarak aynı olaya ilişkin uyuşmazlıklarda farklı sonuçlara ulaşılması ve birbiriyle çelişen kararlar verilmesi olasıdır. Bu durumda da aynı maddi vakıanın farklı değerlendirilmesine bağlı olarak adil yargılanma hakkının ihlal edileceği kabul edilmiştir (Özlem Terzioğlu, B. No: 2014/19341, 21/11/2017, §§ 45, 46; Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81,Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 53; Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, §§ 44-48).

21. Nitekim Anayasa Mahkemesinin Selahattin Bayri (B. No: 2018/32374, 15/9/2021) kararında; mahkemelerin münferit bazı olaylarda farklı kararlar vermesinin kuralın öngörülebilir olma niteliğini etkilemeyeceğini, öngörülebilirlik sorununun ortaya çıkabilmesi için belirli bir konudaki içtihat farklılığının derinleşmiş ve müzmin hâle gelmiş olmasının gerekeceği, spesifik bazı olaylarda verilen farklı kararların söz konusu sonucu doğurmayacağı, Anayasa Mahkemesinin bir konuyla ilgili olarak verilmiş tüm mahkeme kararlarını yeknesak hâle getirme gibi bir işlevinin bulunmadığı, ayrıca mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılıkları giderme ödevinin de söz konusu olmadığı belirtilmiştir. (Selahattin Bayri, § 42).

22. Bu ilkeler ışığında somut başvuruda başvurucunun şikâyeti, aynı işyerinde benzer koşullarda çalışan işçiler tarafından açılan davaların bir kısmında yargı merciinin farklı bir yaklaşımı benimsemesi, buna ilişkin iddia ve itirazların yargılamada dikkate alınmaması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

23. Somut olayda, başvurucu ile aynı işyerinde çalışan ve aynı durumda olan işçiler tarafından açılan bazı davalarda da temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi- davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu değerlendirmesinin tamamen aksi yönünde bir kanaatle- davalı A Dijital Şti.nin sözleşmeler kapsamında diğer davalı Krea A.Ş.nin ürünlerinin satışı, kurulumunun yapılması ve teknik servis hizmetlerinin verilmesi işlerini yaptığını belirterek davalı A Dijital Şti.nin faaliyetlerini kendi bağımsız organizasyonu ile gerçekleştirdiği, başvurucunun da bu organizasyon içinde A Dijital Şti.ne ait işyerinde çalıştığı, bu nedenle asıl işveren-alt işveren ilişkisinin en önemli unsuru olan asıl işverene ait işyerinde çalışma olgusunun gerçekleşmediği gerekçesiyle Krea A.Ş. yönünden açılan davanın husumetten reddine ilişkin mahkeme kararını onamış ve neticede başvurucunun davasının farklı sonuçlandığı anlaşılmıştır.

24. Anayasa Mahkemesinin kural olarak somut davadaki kanıtları değerlendirme ve hukuk kurallarını yorumlama gibi bir görevi yoktur. Ancak mahkemelerin yargılama sırasında taraflarca ileri sürülen argümanların gerçekliğinin tespitine yönelik gerekli ve etkili incelemeleri yapması, elde edilen deliller çerçevesinde ilgili ve yeterli bir gerekçeyle değerlendirme yaparak sonuca ulaşması adil yargılanma hakkının bir gereğidir.

25. Aynı maddi vakıadan kaynaklanan ve farklı mahkemelerce görülen davalarda birbirinin aksi yönünde kararlar verilmesinin engellenmesi için yargısal sistem içinde çeşitli mekanizmaların geliştirilmesi, mahkemelerin de yargısal süreçte bu yönde dile getirilen itirazları dikkate alarak kararlarında neden farklı sonuca ulaştıklarıyla ilgili ayrıntılı ve ikna edici değerlendirme yapmaları gerektiği açıktır. Aksi takdirde birbirine tamamen zıt olarak verilen kararlar hukuki belirsizlik oluşturabileceği gibi bireyler nezdinde yargısal sisteme olan güveni sarsabilecektir.

26. Başvurucunun başvuru konusu davanın yargılaması sırasında Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin söz konusu esasa ilişkin kararlarını Yargıtay 9. Hukuk Dairesine sunarak itirazlarını dile getirdiği anlaşılmıştır. Bu kapsamda ileri sürülen itirazın davanın sonucunu etkileyecek nitelikte olduğu ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesince dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği açıktır.

27. Başvurucunun kendisi ile aynı durumda olan ve aynı işyerinde çalışan işçilerin açtığı davalarda aynı maddi vakaya ilişkin olarak tamamen aksi yönde değerlendirmede bulunan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, başvurucunun itirazı ile ilgili olarak kararında herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Dolayısıyla davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olan söz konusu itirazlara karşı hangi şekilde sonuca ulaşıldığının başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek düzeyde ilgili, makul ve yeterli bir gerekçe ile açıklanmadığı anlaşılmıştır. Bu sebeple hukuk sisteminde farklı kararlar verilmesi sonucunu doğuran somut davadaki uygulama nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği kanaatine varılmıştır.

28. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

29. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Güher Ergun ve diğerleri (B. No: 2012/13, 2/7/2013) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede yargılama süresinin makul olmadığı gerekçesiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Somut başvuruda da yargılamanın 4 yıl 11 ay 26 gün sürdüğü anlaşıldığından anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

30. Başvurucu; ihlalin tespiti, 100.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

31. Başvuruda tespit edilen hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği mahkemece yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

32. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

33. Makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 23.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir. Başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmayıp başvurucu da yeterli bilgi ve belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla İstanbul Anadolu 10. İş Mahkemesine (E.2014/130, K.2016/134) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 23.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Yargıtay 9. Hukuk Dairesine ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/12/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SERPİL BODUR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/10793)

 

Karar Tarihi: 19/1/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 7/3/2023-32125

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Serpil BODUR

Vekili

:

Av. Necla Tuğba TUĞRUL

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; işçilik alacağı nedeniyle açılan davaların aynı maddi olaya dayanılmak suretiyle açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargısal sürecin uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

A. Başvurucunun Açtığı Dava ve Bireysel Başvuruya Konu Dava Süreci

2. Başvurucu 2/3/2007 ile 23/7/2008 ve 29/6/2009 ile 15/2/2014 tarihleri arasında iki dönem hâlinde A Dijital Elektrik Telekomünikasyon Uydu Sistemleri İnşaat Dekor Sanayi Ticaret Limitet Şirketinde (A Dijital Şti.) aşçı olarak çalışmıştır.

3. Başvurucu, iş akdinin haksız feshedildiğini ileri sürerek işçilik alacaklarının (kıdem ve ihbar tazminatları, ücret, fazla mesai ücreti, genel tatil ücreti, izin ücreti, asgari geçim indirimi alacağı) tahsiline karar verilmesi istemiyle 26/2/2014 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, davalı olarak A Dijital Şti. yanında Krea İçerik Hiz. ve Prod. A.Ş.yi (Krea A.Ş.) de göstermiştir. Dilekçesinde başvurucu; Krea A.Ş.nin emir ve talimatları doğrultusunda diğer davalı A Dijital A.Ş.ye ait işyerinde çalıştığını, A Dijital Şti.nin Krea A.Ş.nin alt firması olduğunu ileri sürmüştür.

4. Davayı inceleyen İstanbul Anadolu 10. İş Mahkemesi (Mahkeme) 19/1/2016 tarihli kararıyla Krea A.Ş. yönünden davanın husumet nedeniyle reddine; A Dijital Şti. yönünden ise kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir.

5. Karar gerekçesinde; davalı şirketler arasında yetkili satıcılık ve yetkili teknik servis hizmetleri sözleşmesi bulunduğu, davalı A Dijital Şti.nin bu sözleşmeler kapsamında diğer davalı Krea A.Ş.nin ürünlerinin satışı, kurulumunun yapılması ve teknik servis hizmetlerinin verilmesi işlerini yaptığı ifade edilmiştir. Kararda; davalı A Dijital A.Ş.nin faaliyetlerini kendi bağımsız organizasyonu ile gerçekleştirdiği, başvurucunun da bu organizasyon içinde A Dijital Şti.ne ait işyerinde çalıştığı vurgulanmıştır. Ayrıca asıl-alt işverenlik ilişkisinin en önemli unsuru olan asıl işverene ait işyerinde çalışma olgusunun gerçekleşmediği, davalı Krea A.Ş. ile A Dijital Şti. arasında asıl-alt işverenlik ilişkisi bulunmadığı ifade edilmiştir.

6. Temyiz dilekçesinde başvurucu; Krea A.Ş. yönünden açtığı davanın husumet yönünden reddedilmesinin hatalı olduğunu, davalı iki şirket arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğunu, nitekim aynı işyerinde çalışan beş işçinin açtığı İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesinin E.2014/135, E.2014/136, E.2014/137, E.2014/138 ve E.2014/139 sayılı dosyalarda davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu yönünde kararlar verdiğini, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 24/2/2015 tarihli ve E.2015/911, K.2015/8003 sayılı kararıyla söz konusu hükümleri onadığını belirtmiştir. Bu yönüyle davalı Krea A.Ş. hakkında verilen husumetten ret kararının bozulmasını talep etmiştir.

7. Tarafların temyiz başvurusunu inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 12/2/2019 tarihli kararıyla mahkeme hükmünün usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek hükmü onamıştır.

8. Başvurucu, nihai hükmü 6/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 29/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

9. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

10. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

B. Başvuru Formunda Belirtilen ve Somut Dava ile Benzer Nitelikte Olduğu İleri Sürülen Davalarla İlgili Süreç

1. Alt İşveren/Asıl İşveren İlişkisinin Bulunduğunun Kabul Edildiği Kararlar

11. Başvurucu ile aynı işverene bağlı olarak çalışan beş işçi, benzer iddialarla İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesinin E.2014/135, E.2014/136, E.2014/137, E.2014/138 ve E.2014/139 sayılı dosyalarında dava açmıştır. İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesi davaları kısmen kabul etmiştir. Karar gerekçelerinde, A Dijital Şti.nin diğer davalı Krea A.Ş.nin satış ve kurulum işlerini üstlendiği, davacıların Krea A.Ş.nin bayisi olan diğer davalıya ait işyerinde çalıştığı, davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu, her iki davalının da davacıların işçilik alacaklarından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu belirtilmiştir.

12. İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesinin E.2014/135 sayılı dosyası Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 24/2/2015 tarihli kararıyla onanmıştır.

13. Diğer dava dosyalarında verilen hükümler Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 24/2/2015 tarihli kararı ile fazla çalışma ve yıllık ücretli izin alacakları yönünden bozulmuştur. İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesinin E.2015/212, E.2015/213, E.2015/214 ve E.2015/215 sayılı dosyalarında bozmaya uyularak yapılan yargılamalarda davaların kabulüne karar verilmiş; Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 19/9/2016 tarihli kararıyla hükümler onanmıştır.

14. İstanbul Anadolu 2. İş Mahkemesinin E.2016/441 ve E.2016/481 sayılı dava dosyasında ise davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu, her iki davalının da davacıların işçilik alacaklarından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu sonucuna ulaşılmıştır. E.2016/441 sayılı dosyada verilen karar İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 24. Hukuk Dairesinin 15/9/2021 tarihli kararıyla istinaf talebi kısmen kabul edilerek alacaklar yönünden yeniden hüküm kurulmuştur. İstanbul Anadolu 2. İş Mahkemesinin E.2016/481 sayılı dava dosyasında da davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu tespit edilmiş ve karar İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 31. Hukuk Dairesinin 17/2/2021 tarihli kararıyla istinaf talebi kısmen kabul edilerek alacaklar yönünden yeniden hüküm kurulmuştur.

2. Alt İşveren/Asıl İşveren İlişkisinin Bulunmadığının Kabul Edildiği Kararlar

15. Başvurucularla aynı işverene bağlı olarak başka işçiler tarafından da işçilik alacakları için dava açılmıştır. İstanbul Anadolu 26. İş Mahkemesinin E.2015/252 sayılı dosyasında davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğu, her iki davalının da davacıların işçilik alacaklarından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu belirtilmiştir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 26/3/2019 tarihli kararıyla davalı A Dijital Şti.nin sözleşmeler kapsamında diğer davalı Krea A.Ş.nin ürünlerinin satışı ve kurulumunun yapılması ile teknik servis hizmetlerinin verilmesi işlerini yaptığı vurgulanmıştır. Davalı A Dijital Şti.nin faaliyetlerini kendi bağımsız organizasyonu ile gerçekleştirdiği, davacının da bu organizasyon içinde A Dijital Şti.ne ait işyerinde çalıştığı, bu nedenle asıl-alt işverenlik ilişkisinin en önemli unsuru olan asıl işverene ait işyerinde çalışma olgusunun gerçekleşmediği, Krea A.Ş. yönünden açılan davanın husumetten reddi gerektiği belirtilmiştir. Yeniden yapılan yargılamada Krea A.Ş. yönünden açılan davanın husumetten reddine karar verilmiş, bu karar Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 18/2/2020 tarihli kararıyla onanmıştır.

16. İstanbul Anadolu 9. İş Mahkemesinin E.2014/223 sayılı dosyasında açılan işçilik alacağı yönünden dava kabul edilmiş, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 26/3/2019 tarihli kararı ile Krea A.Ş. yönünden açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekçesiyle bozulmuş, Mahkemece bozmaya uyularak bu davalı yönünden dava husumetten reddedilmiş, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 4/2/2020 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır.

II. DEĞERLENDİRME

A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

17. Başvurucu; aynı işyerinde çalışan diğer işçilerle aynı zamanda açtıkları davalarda Mahkemece verilen aynı kararla ilgili olarak Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin farklı uygulama yapmak suretiyle aynı maddi olaya dair gerekçesiz olarak farklı karar vermesinin eşitlik ilkesini zedelediğini, hukuk devletinin temel ilkelerinden birinin hukuk güvenliği ilkesi olduğunu belirterek Anayasa'nın 36. maddesindeki ilke ve haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

1. Genel İlkeler

18. Başvurucunun dile getirdiği iddiaları aynı maddi vakadan kaynaklanan davalarda farklı kararlar verilmesiyle ilgili olarak esaslı nitelikteki bir itirazın yargılama sırasında cevaplandırılmamasına ilişkin olduğundan başvurunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

20. Anayasa Mahkemesi farklı tarihlerde verdiği kararlarda aynı maddi vakıadan kaynaklanan davalarda farklı kararlar verilmesini hakkaniyete uygun yargılama hakkı kapsamında incelemiştir. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararlarına göre mahkemelerce uyuşmazlığın çözümünde etkili olan maddi vakıaların değerlendirilmesi, yorumlanması ve nitelendirilmesi derece mahkemelerinin takdirindedir. Maddi vakıalar, uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarından farklı olarak sadece somut bir olayı ilgilendirdiğinden ancak somut olayın koşulları çerçevesinde yorumlanabilir ve anlamlandırılabilir. Somut olayın tek bir uyuşmazlığa konu edildiği durumlarda maddi vakıalara ilişkin olarak mahkemeler arasında görüş ayrılığı oluşması mümkün değildir. Buna mukabil aynı olay çerçevesinde birden fazla uyuşmazlığın farklı mahkemelerde davaya konu edildiği hâllerde mahkemelerin olay kapsamındaki bir sorunu farklı değerlendirmesi ve yorumlaması mümkündür. Maddi vakıanın farklı yorumlanmasına bağlı olarak söz konusu davalarda farklı sonuçlara ulaşılması ve birbiriyle çelişen kararlar verilmesi mümkün olabilir. Bu durumda da aynı maddi vakıanın farklı değerlendirilmesine bağlı olarak adil yargılanma hakkının ihlal edileceği kabul edilmiştir (Özlem Terzioğlu, B. No: 2014/19341, 21/11/2017, §§ 45, 46; Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81; Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 53; Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, § 44).

21. Öte yandan mahkemelerin münferit bazı olaylarda farklı kararlar vermesi kuralın öngörülebilir olma niteliğini yitirdiğinin söylenebilmesi için yeterli olmayıp içtihat farklılığının derinleşmiş ve müzmin hâle gelmiş olması gerekir. Ayrıca spesifik bazı olaylarda verilmiş farklı kararların bulunduğundan hareketle içtihat farklılığının derinleştiği ve süregelen bir boyut kazandığı da kabul edilemez. Anayasa Mahkemesinin bir konuyla ilgili olarak verilmiş tüm mahkeme kararlarını yeknesak hâle getirme gibi bir işlevi bulunmadığı gibi mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılıkları giderme ödevi de mevcut değildir (Selahattin Bayri, B. No: 2018/32374, 15/9/2021, § 42).

22. İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında yetki ve görev bakımından farklı durumda bulunan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması doğaldır. Diğer bir deyişle değişik yargı kademelerinde görev alan hâkimlerin tamamının ilk defa uygulanan bir kuralı aynı şekilde yorumlaması mümkün olmayabilir. Ancak böylesi bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır (İslam Şahin, B. No: 2014/7280, 21/1/2016, § 54; Uğur Çelik, B. No: 2015/20244, 15/6/2016, § 53). Yüksek mahkemelerin fonksiyonlarından biri de yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamanı gerektirdiği açıktır (Türkan Bal, § 56).

23. Yukarıda genel ilkelerin bahsedildiği karara göre Anayasa Mahkemesi Türkan Bal, Özlem Terzioğlu, Hakan Altıncan başvurularında yargı mercilerinin aynı nitelikteki uyuşmazlıklarda farklı sonuçlara ulaşması ve söz konusu kanaatlere ulaşırken kararlarda kabul edilebilir gerekçeleri sunmamasını adil yargılanma hakkı yönünden ihlal nedeni olarak değerlendirmiş, buna karşın İslam Şahin, Uğur Çelik ve Selahattin Bayri başvurularında konuyu içtihat farklılığı hukuki öngörülebilirlik ve belirlilik perspektifinde ele alarak münferit bazı olaylarda mahkemelerin farklı kararlar vermesinin adil yargılanma hakkı yönünden sorun teşkil etmeyeceği sonucuna ulaşmıştır.

2. İlkelerin Olaya Uygulanması

24. Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde başvurucunun temel şikâyeti, aynı işyerinde benzer koşullarda çalışan işçiler tarafından açılan davaların bir kısmında yargı merciinin farklı bir yaklaşımı benimsemesi ve buna ilişkin iddia ve itirazların yargılamada dikkate alınmaması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

25. Somut olayda başvurucu ile aynı işyerinde çalışan ve aynı durumda olan işçiler tarafından açılan davalarda temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi olduğu değerlendirmesinin tamamen aksi yönünde bir kanaatle davalı A Dijital Şti.nin sözleşmeler kapsamında diğer davalı Krea A.Ş.nin ürünlerinin satışı, kurulumunun yapılması ve teknik servis hizmetlerinin verilmesi işlerini yaptığını belirterek davalı A Dijital Şti.nin faaliyetlerini kendi bağımsız organizasyonu ile gerçekleştirdiği, başvurucunun da bu organizasyon içinde A Dijital Şti.ne ait işyerinde çalıştığı, bu nedenle asıl-alt işverenlik ilişkisinin en önemli unsuru olan asıl işverene ait işyerinde çalışma olgusunun gerçekleşmediği Krea A.Ş. yönünden açılan davanın husumetten reddi gerektiğini ifade ederek kararı bozmuş; neticede başvurucunun davasının farklı sonuçlandığı anlaşılmıştır.

26. Anayasa Mahkemesinin kural olarak somut davadaki kanıtları değerlendirme ve hukuk kurallarını yorumlama gibi bir görevi yoktur. Ancak mahkemelerin yargılama sırasında taraflarca ileri sürülen argümanların gerçekliğinin tespitine yönelik gerekli ve etkili incelemeleri yapması, elde edilen deliller çerçevesinde ilgili ve yeterli bir gerekçeyle değerlendirme yaparak ulaştığı sonucun makul ve öngörülebilir sınırlar içinde olması adil yargılanma hakkının bir gereğidir.

27. Ancak aynı maddi vakadan kaynaklanan ve farklı mahkemelerce görülen davalarda birbirinin aksi yönünde kararlar verilmesinin engellenmesi için yargısal sistem içinde çeşitli mekanizmaların geliştirilmesi, mahkemelerin de yargısal süreçte bu yönde dile getirilen itirazları dikkate alarak kararlarında neden farklı sonuca ulaştıkları ile ilgili ayrıntılı ve ikna edici değerlendirme yapmaları gerektiği açıktır. Aksi takdirde birbirine tamamen zıt olarak verilen kararlar hukuki belirsizlik oluşturabileceği gibi bireyler nezdinde yargısal sisteme olan güveni sarsabilecektir.

28. Başvurucunun başvuru konusu davanın yargılaması sırasında Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin söz konusu esasa ilişkin kararlarını anılan Daireye sunarak itirazlarını dile getirdiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda ileri sürülen itirazın davanın sonucunu etkileyecek nitelikte ve Yargıtay Dairesince dikkate alınarak değerlendirilmesi gereken bir itiraz olduğu açıktır.

29. Başvurucunun kendisi ile aynı durumda olan ve aynı işyerinde çalışan işçinin açtığı davada aynı maddi vakaya dair tamamen aksi yönde değerlendirmede bulunan Yargıtaykararı çerçevesinde dile getirdiği itirazı ile ilgili olarak Yargıtay 9. Hukuk Dairesi kararında herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Dolayısıyla davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olan söz konusu itirazlara karşı hangi şekilde sonuca ulaşıldığının başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek düzeyde ilgili, makul ve yeterli bir gerekçe ile açıklanmadığı anlaşılmıştır. Bu sebeple hukuk sisteminde farklı kararlar verilmesi sonucunu doğuran somut davadaki uygulama nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği sonucuna varılmıştır.

30. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

31. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Güher Ergun ve diğerleri (B. No: 2012/13, 2/7/2013) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede yargılama süresinin makul olmadığı gerekçesiyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda da yargılamanın 4 yıl 11 ay 26 gün sürdüğü anlaşıldığından anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu doğrultuda başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

32. Başvurucu; ihlalin tespiti, 100.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

33. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği mahkemece yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

34. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

35. Makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 31.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla İstanbul Anadolu 10. İş Mahkemesine (E.2014/129, K.2016/43) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 31.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/1/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.