Kamu otoritelerinin barışçıl bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün katılımcılarına Kabahatler Kanunu uyarınca verecekleri idari para cezalarının toplanma hakkına yönelik dolaylı bir müdahale oluşturma riski bulunmaktadır. Barışçıl bir toplantının doğası gereği trafiği aksatması veya kamu düzenini belirli oranda bozmasının katlanılması gerektiği yönündeki yargı kararlarından kaçınmak isteyen idari kamu otoriteleri, katılımcılara yönelik idari para cezaları uygulayabilmektedir. Anayasa Mahkemesi, verilen idari para cezasının dayanağı olan kabahatin düzenlendiği kanundaki unsurlarının somut olayda bulunup bulunmadığının kamu otoritesi tarafından gerekçelendirerek ortaya konulmasını beklemektedir. Örneğin emre aykırı davranış kabahatinin uygulanabilmesi için kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunmasını sağlamak amacının somut olayda bulunup bulunmadığının ortaya konulması gerekmektedir. Aksi takdirde hafif nitelikte olan bir idari para cezasının haklarını kullanan kişilerde caydırıcı etki doğurması mümkündür.
İlgili Kararlar:
♦ (Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018)
♦ (Umut Şimşek ve diğerleri, B. No: 2015/14310, 12/6/2018)
♦ (Dursun Soydan ve diğerleri, B. No: 2015/2948, 14/11/2018)
♦ (Mustafa Demiraydin, B. No: 2015/1051, 21/3/2019)
♦ (İhsan Uğraş, B. No: 2015/5365, 3/4/2019)
♦ (Zeynep Gülşah Aksoy, B. No: 2016/50678, 28/5/2019)
♦ (Erdal Karadaş, B. No: 2017/22700, 28/5/2019)
♦ (Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4/7/2019)
♦ (Burcu Bardakcı ve Erdem Yinanç, B. No: 2016/13475, 11/9/2019)
♦ (Belkis Yurtsever ve Yılmaz Yıldız, B. No: 2016/10400, 25/9/2019)
♦ (Hayriye Özde Çelikbilek, B. No: 2016/13542, 24/10/2019)
♦ (Hüseyin Karabulut ve diğerleri, B. No: 2017/24457, 17/6/2020)
♦ (Abdulcelil Demir ve diğerleri, B. No: 2017/27572, 18/6/2020)
♦ (Özkan Karataş ve diğerleri, B. No: 2017/31774, 14/10/2020)
♦ (Sadık Türk ve Mehmet Şerif Özdemir, B. No: 2018/21459, 28/12/2021)
♦ (Adnan Vural ve diğerleri [GK], B. No: 2017/36237, 10/3/2022)
♦ (Onur Erden, B. No: 2019/5403, 31/3/2022)
♦ (Akın Fener ve diğerleri, B. No: 2017/22695, 14/4/2022)
♦ (Ramazan Sümer, B. No: 2018/15924, 11/5/2022)
♦ (Filiz Kerestecioğlu Demir (2), B. No: 2019/36319, 5/10/2022)
♦ (Veli Saçılık (2), B. No: 2018/24614, 18/10/2022)
♦ (İlknur Özcan, B. No: 2019/7314, 16/11/2022)
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
RIZA GÖKÇEN ERUS VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/17391) |
|
Karar Tarihi: 19/4/2018 |
R.G. Tarih ve Sayı: 24/5/2018-30430 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör |
: |
Yücel ARSLAN |
Başvurucular |
: |
1. Rıza Gökçen ERUS |
|
|
2. Erhan YILDIZ |
Vekilleri |
: |
Av. Pınar Çelik ARPACI |
|
: |
3. Aslıhan ULUDOĞAN |
|
|
4. Sultan ŞAHBAZ |
Vekilleri |
: |
Av. Aykut Tayyar ALTINOK |
|
: |
5. Barış GENÇYILMAZ |
Vekili |
: |
Av. Heval Yıldız KARASU |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma nedeniyle araç ve tramvay yolunun trafiğe kapatılması ve emre aykırı davranılması gerekçeleriyle idari para cezası ile cezalandırılmanın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular (B. No: 2014/17391, 2014/17725, 2014/18585, 2014/19843 ve 2014/19884) sırasıyla 6/11/2014, 13/11/2014, 25/11/2014, 19/12/2014, 19/12/2014 tarihlerinde yapılmıştır. 2014/17391 ve 2014/19884 numaralı başvurular için sırasıyla 16/12/2014 ve 26/1/2015 tarihlerinde ve başvuru süresi dolduktan sonra ek dilekçeler sunulmuştur.
3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2014/17391, 2014/17725, 2014/18585, 2014/19843 ve 2014/19884 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2014/17391 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve incelemenin 2014/17391 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
8. Bakanlık tarafından görüş sunulan dosyalardaki başvurucular Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
A. Başvuruya Konu Olaydan Önceki Gelişmeler
10. Eskişehir Valiliği 27/4/2005 tarihinde, gösteri yürüyüşü ve basın açıklaması yapılamayacak yerlere ilişkin bir karar almıştır. Bu yerler tramvay güzergâhı, tramvay yolunun geçtiği caddeler, bu caddelerdeki binaların önleri, bu caddelere açılan ara sokaklar, şehir içi ulaşımın sağlanmasında kullanılan ana caddeler, mabetler, kamu hizmeti görülen binalar, tesisler ve bunların eklentileri ile şehirler arası kara yolları olarak belirlenmiştir. Söz konusu karar6/5/2005 tarihli yerel gazetelerde ilan edilmiştir.
11. Anılan kararda, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Başkanlığının (Belediye)29/3/2005 tarihli talebine de yer verilmiştir. Belediye yazısında; İki Eylül Caddesi ve Çarşı bölgesinde sivil toplum kuruluşlarınca zaman zaman yürüyüşlerin düzenlendiği, özellikle toplanma alanı olarak seçilen Taşbaşı İş Merkezinin arka tarafından başlayıp İki Eylül Caddesi boyunca devam eden yürüyüşlerin 24/12/2004 tarihinde faaliyetine başlayan tramvay seferlerini olumsuz yönde etkilediği belirtilmiştir. Belediye, sinyalizasyon sistemi ile tramvay seferleri ve duraklarda bekleme süresinin dakik olarak ayarlandığını, tramvay yolu üzerinde yapılan yürüyüşlerin tramvay seferlerinin aksamasına ve şehirdeki sinyalizasyon sisteminin etkilenmesi ile trafik karmaşasına sebebiyet verdiğini ifade etmiş; bu tür faaliyetlerin tramvay güzergâhı dışındaki alanlarda yapılması ve güzergâhların oluşturulması sırasında kendilerinin haberdar edilmesini talep etmiştir.
B. Başvuruya Konu Olaylar
12. Başvuruculardan 1945 doğumlu Rıza Gökçen Erus emekli; 1989 doğumlu Erhan Yıldız, 1992 doğumlu Aslıhan Uludoğan, 1993 doğumlu Sultan Şahbaz ve 1992 doğumlu Barış Gençyılmaz ise üniversite öğrencisidir.
13. Başvurucular 6/5/2014 tarihinde, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesinin yıl dönümünde Eskişehir'de düzenlenen anma toplantısına ve protesto gösterisine katılmışlardır. Başvurucuların söz konusu toplantıya ve gösteri yürüyüşüne katıldıkları kamera görüntülerine dayanılarak hazırlanan 12/5/2014 ve 13/5/2014 tarihli görüntü izleme ve tespit tutanakları ile tespit edilmiştir.
14. Gösteri yürüyüşü, yaklaşık 450 kişinin katılımıyla Üniversite Caddesi üzerinde bulunan bir alışveriş merkezi önünden başlamış; Üniversite Caddesi, İsmet İnönü 1 (Doktorlar) Caddesi, Göksu Kavşağı, Şair Fuzuli Caddesi üzerinden devam etmiş ve gösteri yürüyüşü sırasında Üniversite Caddesi tek yönlü ve İsmet İnönü 1 (Doktorlar) Caddesi, Göksu Kavşağı, Şair Fuzuli Caddesi tamamen olmak üzere yirmi dakika boyunca araç ve tramvay trafiğine kapanmıştır.
15. Yürüyüşten önce ve yürüyüş sırasında kolluk görevlileri tarafından bir barikat ya da kişilerin ve araçların geçmesini engelleyen bir güvenlik şeridi noktası oluşturulmamıştır. Söz konusu gösteri yürüyüşüne katılanlar hakkında ise herhangi bir adli işlem yapılmamıştır. Toplantı ve gösterinin yapılacağına ilişkin olarak idareye önceden bildirim yapıldığına dair bir bilgi de bulunmamaktadır.
16. Başvuruculardan Rıza Gökçen Erus, Sultan Şahbaz ve Aslıhan Uludoğan'a katılmış oldukları gösteri yürüyüşü sırasında yolu trafiğe kapattıkları gerekçesiyle ayrı ayrı 356 TL tutarında trafik idari para cezası verilmiştir. Başvuruculardan Erhan Yıldız ve Barış Gençyılmaz hakkında ise tramvay yolunu kapatarak Valilikçe yasaklanmış yerde yürüyüş ve basın açıklaması yapma eyleminden dolayı emre aykırı davranış nedeniyle ayrı ayrı 189 TL idari para cezası uygulanmıştır. İdari para cezalarına ilişkin tutanaklarda; kabahatin işlendiği yer olarak Üniversite Caddesi (Sultan Şahbaz ve Aslıhan Uludoğan)/Silönü Sokağı (Rıza Gökçen Erus)/İsmet İnönü 1 Caddesi (Erhan Yıldız ve Barış Gençyılmaz) ve kabahatlerin işlendiği tarih 6/5/2014, saat ise 18.38-18.58 olarak gösterilmiştir.
17. Başvurucular, idari para cezalarına itiraz etmişlerdir. İtirazları inceleyen Eskişehir 1. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik), değişik tarihlerde ve aynı gerekçe ile itirazları kesin olarak reddetmiştir.
18. Hâkimlik ret kararlarında; başvurucuların da aralarında bulunduğu yaklaşık 450 göstericinin Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını anmak amacıyla İsmet İnönü Caddesi'ni, Göksu Kavşağı'nı ve Şair Fuzuli Caddesi'ni kapattığının, aralarında ambulansın da bulunduğu araçların ilerleyemediğinin ve geri döndüğünün video kayıtlarından anlaşıldığı belirtilmiştir.
19. Hâkimlik, öncelikle demokratik bir eylem olan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin önceden izin alınmaksızın yapılabileceğini çatışan hakların denkleştirilmesinin adalet kuralı gereği olduğunu ifade etmiştir. Hâkimlik; yaklaşık otuz yıl önce gerçekleşen üzücü bir olayı kapalı salonlarda veya trafiğin olmadığı, toplanmanın geneli rahatsız etmeyeceği, normal yaşamı önemli ölçüde aksatmayacağı meydanlarda anmak yerine yol kapatmak suretiyle yürüyüş yaparak anmanın makul ve haklı görülmediğini belirtmiş; yol kapatmak suretiyle eylem yapılmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu, aksinin kabulü hâlinde her üzücü olayı anmak amacıyla yapılacak gösteri ve yürüyüşlerden dolayı trafikte ilerleme ve seyretme imkânı bulunamayacağını ifade etmiştir.
20. Aynı Hâkimlik 23/9/2014 tarihlikararında; daha sonraki tarihlerde, aynı olaya ve başvuruculara ilişkin verdiği ret kararlarının aksine başvuru konusu aynı gösteri yürüyüşüne katılan ve eldeki dosyanın başvurucuları Erhan Yıldız ve Barış Gençyılmaz ile hukuki durumu aynı olan A.T. hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca verilen idari para cezasını kaldırmıştır. Söz konusu kararda Hâkimlik; anılan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının çoğulculuğu ve farklı düşünceleri teminat altına aldığını, kısa bir süreliğine yolun kapatılmış olmasının ve hemen yakın yerdeki alternatif yolların oluşunun da dikkate alındığında başkalarının hak ve özgürlüklerini sınırlandıracak derecede bir yol kapatmadan bahsedilemeyeceğini belirtmiştir. Hâkimlik ayrıca Valilik kararında neredeyse tüm cadde ve alanların yasak kapsamına alındığını, dolayısıyla sesini barışçıl şekilde duyurmak isteyenlere herhangi bir yer ve alan bırakılmamasının hakkın özüne dokunduğunu belirtmiştir.
21. Ret kararlarının tebliği sonrasında başvurucular, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
22. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir..."
23. 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 14. maddesi şöyledir:
"Karayolu yapısı ve trafik işaretleri ile ilgili olarak;
a) Karayolu yapısı üzerine, trafiği güçleştirecek, tehlikeye sokacak veya engel yaratacak, trafik işaretlerinin görülmelerini engelleyecek veya güçleştirecek şekilde bir şey koymak, atmak, dökmek, bırakmak ve benzeri hareketlerde bulunmak,
b) Karayolu yapısını, trafik işaretlerini ve karayoluna ait diğer yapı ve güvenlik tesislerini, üzerlerine yazı yazarak, çizerek veya başka şekillerde bozmak, yerlerini değiştirmek veya ortadan kaldırmak, Yasaktır.
Meydana gelen tehlike ve engeller, ilgili kuruluşlar ve zabıtaca ortadan kaldırılır, bozukluk ve eksiklikler yolun yapım ve bakımından sorumlu kuruluşca derhal giderilir, zarar karşılıkları ve masrafları sorumlulara ödetilir.
(Değişik fıkra: 21/05/1997 - 4262/4 md.) Bu madde hükmüne uymayanlara ... para cezası verilir."
B. Uluslararası Hukuk
24. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin genel ilkeler bakımından uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 115-124) ve Bölüm tarafından verilen Osman Erbil (B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 45-53) kararları.
25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Barraco/Fransa (B. No: 31684/05, 5/3/2009) kararına konu olayda sendika üyesi ve kamyon şoförü olan başvurucu, sendikanın aldığı salyangoz eylemi kararı çerçevesinde on altı sürücü ile birlikte sabah saat 06.00'dan itibaren A46 otoyolu üzerinde kortej hâlinde saatte 10 km hızla giderek trafiği yavaşlatmıştır. Bir müddet göstericilere eşlik ve eskortluk eden polis, başvurucunun da aralarında bulunduğu üç sürücünün arabalarını tamamen durdurmaları ve geçişi bloke etmeleri üzerine onları trafiği engellemek suçundan yakalamış; saat 11.10'da bu kişilerin eylemine son vermiştir. Açılan davada başvurucu suçlu bulunmuş, 3 ay hapis ile 1.500 avro para cezasına çarptırılmış ve hakkındaki hapis cezası ertelenmiştir. AİHM; başvurucuya yapılan müdahalenin kamusal düzenin bozulmasının engellenmesi, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması bakımından meşru amaç güttüğünü tespit ettikten sonra kamuya açık bir yerde düzenlenen her gösterinin rahatsızlık doğurabileceğini ancak barışçıl bir gösteri söz konusu olduğunda yetkililerin bu durum karşısında hoşgörü göstermesi gerektiğini belirtmiştir. Bununla birlikte AİHM, otoyol trafiğinin bloke edilmesinin her gösterinin yol açabileceği rahatsızlığın ötesine geçtiğini belirterek başvurucunun yargılanmasını ve belirtilen cezaya çarptırılmasını gösteri yürüyüşü yapma hakkı ile kamu düzeninin korunması arasındaki dengenin sağlanması açısından orantılı bularak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 11. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir.
26. AİHM'in Budaházy/Macaristan (B. No: 41479/10, 15/12/2015) kararında da 2002 yılı yasama seçimlerine ilişkin oy pusulalarının yeniden sayım olasılığı bulunduğu gerekçesiyle imhasının engellenmesi için düzenlenen protestoda, şehir merkezinde bulunan bir köprünün altı şeridi de köprü üzerine kapıları kilitli altı araç park edilerek kapatılmıştır. Ambulanslar dışında hiçbir aracın bu barikattan geçişine izin verilmemiştir. Saat 08.20'de başlayan eylem 11.00'de polisin arabaları çekmesi ile son bulmuş ve 12.00'de trafik normale dönmüştür. Başvurucu, park kurallarının ihlali nedeniyle 5.000 Macaristan forinti para cezasına çarptırılmıştır. Ayrıca başvurucu hakkında kamu işlerinin aksaması suçundan ceza soruşturması yapılmış ve soruşturma sonucunda başvurucunun otuz gün kamu hizmeti yapmasına hükmedilmiştir. AİHM, başvurucunun köprüyü bloke etmesinin barışçıl toplantının neden olduğu karışıklığın üzerinde bir karışıklık yarattığı gerekçesine dayanan yerel mahkemenin değerlendirmesinden ayrılmayı gerektiren bir husus görmemiştir. Kişinin gösteri yapma biçiminde ortaya koyduğu siyasi içerikli görüşünü açıklama niyeti ile bunu yaparken gösterdiği davranışları karşılaştıran AİHM, kişinin davranışının orantısız olduğunu ve sürücüler açısından belirgin bir rahatsızlık yarattığını tespit etmiştir. Son olarak AİHM, başvurucunun davranışının yerel mahkemeler tarafından ceza kanununun ihlali olarak kabul edilmesinin Sözleşme'nin 11. maddesi bağlamında haksız bir müdahale teşkil etmediği sonucuna ulaşırken başvurucunun gösteriye katılma ya da gösteri düzenleme nedeniyle değil trafiği engellediği gerekçesiyle suçlu bulunduğuna dikkat çekerek Sözleşme'nin 11. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir.
27. Kudrevičius ve diğerleri/Litvanya ([BD], B. No: 37553/05, 15/10/2015) kararında, 16/5/2003 tarihinde hükûmetin tarım politikalarını protesto etmek amacıyla Ziraat Odası tarafından üç büyük otobanın yakınındaki üç farklı yerde gösteri yapılmasına karar verilerek belediyeden gerekli izinler alınmıştır. 19/5/2003 tarihinde gösteriler başlamış, 21/5/2003 tarihinde öğle saatlerinde üç otoban da göstericiler tarafından bloke edilmiştir. Blokaj, otobanlardan birinde 22/5/2003 tarihinde saat 16.00'da; diğer ikisinde ise 23/5/2003 tarihinde öğle vakti sona ermiştir. Litvanya Hükûmeti otobanların bloke edileceğine ilişkin önceden bir bildirim bulunmadığını, göstericilerin neden olduğu blokajın gümrük kapılarından Polonya'ya geçişleri engellediğini, ağır yük taşıtlarının ve araçların kuyruklar oluşturduğunu belirtmiştir. Yerel mahkemece başvuruculardan bir kısmı "ayaklanma organize etme", bir kısmı da "ayaklanma sırasında kamu düzenini ciddi derecede bozma" suçlarından 60 gün hapis cezasına mahkûm edilmiş ve bu ceza bir yıl süreyle ertelenmiştir. AİHM; başvurucuların davranışlarının ayaklanma şeklinde değerlendirilerek cezalandırılmalarında Litvanya makamlarınca "kamu düzeninin korunması" ve "başkalarının haklarının korunması" ile "toplanma özgürlüklerinin gereklilikleri" arasında adil bir denge kurulduğunu, bu kararın olay ve olguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine dayandığını belirterek gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğuna, dolayısıyla Sözleşme'nin 11. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir.
28. AİHM; Yılmaz Yıldız ve diğerleri/Türkiye (B. No: 4524/06, 14/10/2014, §§ 43, 47, 48) kararında, yetkililer tarafından yasaklanan bir alanda gösteri yapmak için toplanmış olmalarına rağmen başvurucuların niyetlerinin kamu menfaatini ilgilendiren konular yani Sosyal Sigortalar Kurumu hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devredilmesi üzerine tartışmaya katılma olduğunu belirtmiştir. Katılımcıların barışçıl bir gösteri yaptıklarını, hastanelerin girişlerinde herhangi bir rahatsızlığa sebep olmadıklarını, ayrıca hastaların hastanelere girmelerine imkân verdiklerini gözlemlediğini ifade etmiştir. Ayrıca gösteri yapan kişilerin gerek kamu düzenine yönelik bir tehlike arz ettiklerini gerekse şiddet içeren eylemlere kalkıştıklarını gösteren bir delil olmadığını vurgulamıştır. AİHM, başvurucuların ilgili makamlar tarafından verilen emirlere uymamalarından suçlu bulunmalarının doğru olduğunu ancak yerel mahkeme kararlarının gerekçe kısmında, söz konusu mahkemelerin müdahalenin orantılılığı ve başvuranların toplantı özgürlüğü nedeniyle sahip oldukları hakların dengelenmesi hususları üzerinde durduklarının tespit edilmediğini kaydetmiştir. Dolayısıyla AİHM, yerel mahkemeler tarafından belirtilen gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadığını ve izlenen meşru amaçlarla orantılı olmadığını belirtmiştir. Bu belirtilenler ışığında AİHM, Sözleşme’nin 11. maddesinin (2) numaralı paragrafı kapsamında başvurucuların yalnızca barışçıl bir gösteriye katılmaları nedeniyle yargılanmalarının ve sonunda kendilerine idari para cezaları verilmesinin kamu düzenini sürdürme amacıyla orantılı ve gerekli olmadığını belirtmiştir.
29. AİHM; Akarsubaşı/Türkiye (B. No: 70396/11, 21/7/2015, §§ 44-46) kararında, yalnızca basın açıklamasının okunması gereken bir gösteriye katıldığı gerekçesiyle başvurucuya para cezası verilmesinin bir sendikaya üye olan herkesi cezalandırılma korkusuyla Sözleşme’nin 11. maddesi ile güvence altına alınan gösteri yapma hakkını kullanmaktan caydırabilecek nitelikte olması sebebiyle yetkililer tarafından gösterilen orantısız bir tepki olduğunu belirleyerek 5326 sayılı Kanun’un 32. maddesinin imkân verdiği müdahalenin Sözleşme’nin 11. maddesi anlamında “demokratik bir toplumda gerekli” olarak görülemeyeceği sonucuna varmıştır. AİHM, bir yandan kamu düzeninin korunmasını gerektiren genel menfaat ile diğer yandan başvurucunun gösteri yapma özgürlüğü arasında adil bir dengenin kurulmadığını tespit etmiş ve başvuranın para cezasına mahkûm edilmesinin makul olarak “zorlayıcı bir sosyal gereksinim”e karşılık geldiği şeklinde bir değerlendirme yapılamayacağını belirtmiştir.
30. AİHM; Öğrü ve diğerleri/Türkiye (B. No: 60087/10, 12461/11 ve 48219/11, 19/12/2017) kararında, başvurucular 2000 yılındaki ceza infaz kurumu operasyonlarını protesto etmek, TEKEL işçilerini desteklemek, Dünya Kadınlar Günü'nü kutlamak, Kızıldere olaylarının yıl dönümünü anmak ve üniversite harçları ile üniversiteye giriş sınavını protesto etmek gibi vesilelerle birden çok gösteri yürüyüşüne katılmışlardır. Kararda, bu gösterilerin bazılarında trafik akışının da bloke edildiği belirtilmiştir. Karardaki bilgiler çerçevesinde trafiğin bloke edildiğinin de belirtildiği gösteri yürüyüşlerinin sürelerinin 30 dk., 45 dk., 1 saat 15 dk. ve 1 saat 30 dk. olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kararda, toplam sürenin içinde sadece trafiğin bloke edildiği zaman dilimi belirtilmemiştir. Katıldıkları protesto yürüyüşleri sırasında valilik kararına uymadıkları gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine göre başvuruculara 143 TL tutarında idari para cezaları verilmiştir. AİHM, ifade özgürlüğüyle ilgili bir kararına atıf yaparak hâkimler tarafından hakka müdahalenin orantılılığı değerlendirilirken usule ilişkin güvenceler ile yeterli bir yargısal incelemenin sağlanması gerektiğini belirtmiş ve aynı gerekçenin Sözleşme'nin 11. maddesi için de geçerli olduğunu ifade etmiş; yine para cezasının çok yüksek olmamakla birlikte -başvuruculardan birinin ekonomik durumu ile birden çok ceza kesilmiş olmasını dikkate alarak- başvurucuların ekonomik durumlarını önemli ölçüde etkileyeceğini ve -başvurucular insan hakları aktivisti olduklarından- idari para cezasının haklarını kullanmaları üzerinde ciddi etki doğurabileceğini belirtmiştir. AİHM; somut olayda yerel mahkemelerin incelemelerinin kapsamının çok sınırlı olduğunu, sadece polis tarafından düzenlenen olay yeri tutanaklarına atıf yaparak başvurucuların pankart taşıdıklarını, slogan attıklarını ve trafiğin akışını kısmen ya da tamamen engellediklerini belirttiklerini ancak çatışan haklar arasında bir dengeleme yapmaya çalışmadıklarını, gösterilerin barışçıl niteliğini ve gerçekleştiği şartları dikkate almadıklarını belirterek Sözleşme'nin 11. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 19/4/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
32. Başvurucular, katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında araç ve tramvay yolunu trafiğe kapattıkları ve emre aykırı davrandıkları gerekçesiyle haklarında verilen idari para cezaları nedeniyle ifade özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuruculardan bir kısmı; katıldıkları toplantı sırasında hiçbir kolluk görevlisi görmediklerini, yolu trafiğe kapattıklarına dair kendilerine hiçbir uyarı yapılmadığını, ceza tutanağı ekinde fotoğraf vb. kabahati gösteren herhangi bir delil olmadığını belirtmiştir.
33. Başvuruculara göre ortada idari para cezasına konu edilebilecek herhangi bir maddi eylem ve kusurlu bir davranış bulunmadığı hâlde bu cezanın verilmesi Anayasa ile tanınan hakların baskı altına alınmaya çalışılmasının bir sonucudur. Başvurucular; yine aynı şehirde, aynı olayda veya benzer olaylarda idari para cezalarının aynı mahkemece iptal edildiğine dair kararlar bulunmasına rağmen kendileri hakkındaki cezaların iptal edilmemesi nedeniyle adalet ve eşitlik duygularının zedelendiğini, hukuk devleti ilkesininihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
34. Bakanlık görüşünde, AİHM içtihatlarına yer verilerek başvuru konusuna benzer olaylarda toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edilmediğine karar verildiği belirtilmiş ve somut başvuruda toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Ayrıca somut olayda yapılacak orantılılık ilkesinin değerlendirilmesinde gösterinin hafta içi bir gün ve trafiğin yoğun olduğu bir saatte yapıldığı, eylem sırasında ana caddenin trafiğe kapatılmış olması ile ambulans geçişine engel olunması ve bunun yirmi dakika sürmesi, kamu düzeninin ve başkalarının haklarının korunması için önceden bir bildirim yapıldığına dair dosyada herhangi bir verinin bulunmaması ve verilen cezanın cüzi bir miktar olması hususlarının gözönünde tutulması gerektiği belirtilmiştir.
35. Başvurucular; Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, söz konusu toplantı ve gösteri yürüyüşünden kolluk görevlilerinin haberdar olduğunu, buna rağmen hiçbir önlem almadıklarının çekilen fotoğraflardan ve ilk derece mahkemesi kararından anlaşıldığını, kolluğun trafik güvenliği ile ilgili herhangi bir bildirim ya da uyarı yapmadığını belirtmişlerdir.
36. Başvurucular; Bakanlık görüşünde belirtilen AİHM kararlarının somut olayda emsal teşkil edemeyeceğini zira söz konusu kararlarda gösterilerin üç saat, beş saat ve iki gün sürdüğünü oysa somut olayda yirmi dakika sürdüğünü belirtmişlerdir. Ayrıca başvurucular; emekli ve öğrenci olduklarını, 2014 yılı asgari ücretinin 846 TL olduğu dikkate alındığında verilen cezanın orantılı olmadığını ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetlerinin özünün toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasına ilişkin olması nedeniyle iddiaların bir bütün olarak Anayasa'nın 34. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
38. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
40. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde "sınırlayıcı" etkisi bulunmaktadır (Osman Erbil, § 53; sendika hakkıyla ilgili bir karar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 48). Bu sebeple başvurucuların katıldığı gösteri yürüyüşüne kolluk kuvvetleri herhangi bir müdahalede bulunmamış olsa bile daha sonra başvurucuların idari para cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
41. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
42. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
43. 2918 sayılı Kanun'un 14. maddesi ile 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin “kanunla sınırlama” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69).
ii. Meşru Amaç
44. Başvurucuların idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kararların "kamu düzeninin korunması" ile "başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması"na yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumun Düzeninin Gerekleri
45. Anayasa Mahkemesi "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır (Dilan Ögüz Canan, B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 32; sendika hakkı bağlamındaki kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bir karar için bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70; ifade özgürlüğü bağlamındaki kararlar için bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Derece mahkemelerinin böyle bir ihtiyacın bulunup bulunmadığını değerlendirmede belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir (Dilan Ögüz Canan, § 32).
(b) Barışçıl Toplanma Hakkı
46. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin "silahsız ve saldırısız", başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır. Dolayısıyla kendine özgü özerk işlevine ve uygulama alanına rağmen -ifade özgürlüğünde olduğu gibi- siyasi ve kamu yararını ilgilendiren meseleler söz konusu olduğunda toplantı hakkına yapılan müdahaleler daha dar yorumlanmalıdır (Dilan Ögüz Canan, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, § 45).
47. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplanma özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilmesi imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplanma hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Bunun dışında toplantının veya gösteri yürüyüşünün hangi amaçla yapıldığının bir önemi yoktur (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 67, 68).
(c) İfade Özgürlüğü
48. Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel dayanaklarından ve demokratik toplumun gelişiminin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin başlıca şartlarından birini oluşturduğunu her zaman vurgulamıştır. Toplumsal çoğulculuğa ancak her türlü fikrin serbestçe ifade edilebildiği özgür bir tartışma ortamında ulaşılabilir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; internet ortamında ifade özgürlüğünün önemine ilişkin bir karar için bkz. Yaman Akdeniz ve diğerleri, B. No: 2014/3986, 2/4/2014, §§ 25, 26; sanatsal ifade özgürlüğünün önemine ilişkin bir karar için bkz. Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, §§ 66, 104; bir siyasetçinin basın açıklamasında ileri sürdüğü düşüncelere ilişkin bir karar için bkz. Mehmet Ali Aydın, [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 74, 84).
49. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72;Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 66).
(ç) Bildirim Yapılması
50. Ülkemizde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesine ilişkin olarak 2911 sayılı Kanun’un 10. maddesinde bildirim usulü kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, toplanma hakkının bildirim usulüne bağlanabileceğine daha önce karar vermiştir. Söz konusu bildirimin amacı toplantı, yürüyüş veya diğer gösterilerin düzgün bir şekilde yapılmasını güvence altına almak için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkânı sağlamak olduğu sürece bildirim şartı getirilmesi genel olarak hakkın özüne dokunmaz. Bildirim usulünün uygulanmasının amacı, toplanma hakkının etkin kullanılmasına imkân sağlamaktır. (Dilan Ögüz Canan, § 39; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 122; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81; Osman Erbil, § 52). Derhâl tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlarda, barışçıl nitelikte toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılması hâlinde sadece bildirim yükümlülüğüne uyulmamış olması nedeniyle toplantının dağıtılması barışçıl toplantı hakkına ölçüsüz bir sınırlama olarak kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 121, 122; katılımcılar açısından derhâl tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlara ilişkin olarak ayrıca bkz. Osman Erbil, §§ 65, 67)
51. Kanunlarda öngörülen usullere tam olarak uyulmamış olması tek başına toplantı veya gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve olumsuz tepkilere yol açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplanma hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Dilan Ögüz Canan, § 41; Ali Rıza Özer ve diğerleri,§ 119; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 69). Bu çerçevede günlük hayatın akışında gösterinin yol açacağı belli bir düzeye kadar olan rahatsızlık idarece makul kabul edilerek buna hoşgörü gösterilmelidir. Bu rahatsızlık düzeyini aşan ve kamu düzeninin ciddi derecede bozulmasına yol açan durumların ise somut olaylarda ilgili ve yeterli gerekçe ile ortaya konulması gerekir.
(d) Ölçülülük
52. Öte yandan temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın -demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte olmakla birlikte- temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının da incelenmesi gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; sendika hakkı bağlamında bir karar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, §§ 53-55; ifade özgürlüğü bağlamında ölçülülük ilkesine ilişkin açıklamalar için ayrıca bkz. Kamuran Reşit Bekir [GK], B. No: 2013/3614, 8/4/2015, § 63; Bekir Coşkun §§ 53, 54; Tansel Çölaşan, §§ 54, 55;Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72). Bu sebeple Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığına bakılması gerekir.
(e) Tedbirler ve Cezalar
53. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilirler. Alınan bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de cezalar verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81;toplanma hakkına kamu düzeninin bozulması nedeniyle yapılan bir müdahalenin demokratik toplumda gerekli olduğuna karar verildiği bir başvuru için bkz. Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 76-86).
54. Bununla birlikte alınan tedbirlerin veya öngörülen cezaların barışçıl toplantı hakkına dolaylı olarak usulsüz sınırlamalara dönüşmesine müsaade edilemez. Güvence altına alınan toplanma hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 42; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 76). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 38; Osman Erbil, § 54).
(f) Caydırıcı Etki
55. Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan ve bir gösteride, yasaklanmamış davranışlarda bulunan kişilerin toplantı hakkı -herhangi bir kınanabilir olaya karışmadıkları sürece- en hafif kabul edilecek disiplin cezasının dahi uygulanmamasını gerektirir (Osman Erbil, § 51). Zira bu tip soruşturmalar veya cezalandırmalar caydırıcı etki doğurabilir (Osman Erbil, § 71). Gösteri öncesi yapılan müdahaleler -gösteriye katılmak isteyenlerin seyahatine engel olunması (Ali Rıza Özer ve diğerleri,§ 152)- veya gösteri sonrası yapılan müdahaleler -barışçıl gösteriye katılanlar hakkında idari para cezaları verilmesi- ileride kişilerin haklarını kullanmalarında caydırıcı etkiye neden olabilir.
56. Bu nedenlerle keyfî uygulamalardan ve usulsüz sınırlandırmalardan kaçınılması için barışçıl bir toplantıya tedbir almak veya alınan tedbirlere aykırı davrananlara ceza vermek suretiyle yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olduğunun makul gerekçelere dayanılarak gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 83). Bu çerçevede başvuruculara toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanırken araç ve tramvay yolunun kapanması veya idare tarafından yasaklanan yerlerde gösteri yürüyüşü düzenlenmesi nedeniyle idari para cezası niteliğinde idari yaptırım kararı verilmesi de gösteri sonrası uygulanan bir sınırlama türüdür. Dolayısıyla bu sınırlamanın demokratik toplumda gerekliliği ve ölçülülüğü derece mahkemelerince değerlendirilirken çatışan haklar arasında dengeleme yapılması ve somut olayın özelliklerine göre kamu düzeninin ya da başkalarının haklarının korunmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasına üstün tutulmasının gerekçelerinin ilgili ve yeterli surette ortaya konulması gerekmektedir.
(g) Ödev ve Sorumluluklar
57. Anayasa'nın 12. maddesinin "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." Biçimindeki ikinci fıkrası kişilerin temel hak ve hürriyetleri kullanırlarken sahip oldukları ödev ve sorumluluklara gönderme yapmaktadır. Anayasa'nın 12. maddesi, hak ve özgürlükler ile ödev ve sorumluluklar arasında içsel olarak var olan bağlantıyı vurgulamaktadır. Ödev ve sorumluluklar, somut başvurudaki gibi ödev ve sorumluluğunu yerine getirmediği iddia edilen kimselerin bir temel hak veya özgürlüğünün kısıtlanmasına ilişkin şikâyetlerinde özellikle önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi, kendisine yapılan şikâyetlerin çözümlenmesi sırasında bireylerin sahip oldukları ödev ve sorumlulukları gözönünde bulundurur. Bireylerin hak ve özgürlüklerinden tümüyle yararlanmalarının sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmaları ile bağlantılı olduğunun kabul edilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 43).
58. Bundan sonra Anayasa Mahkemesinin yapması gereken; başvuruya konu müdahaleye olayın bütünlüğü içinde bakmak, keyfî uygulamalardan ve usulsüz sınırlandırmalardan kaçınılması için barışçıl bir toplantıya katılanlara ceza vermek suretiyle yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olduğunun makul gerekçelere dayanılarak gösterilip gösterilmediğini ve müdahalenin “ölçülü” olup olmadığını belirlemektir.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
(a) Emre Aykırılık Nedeniyle Uygulanan İdari Para Cezaları Yönünden (Başvurucular Erhan Yıldız ve Barış Gençyılmaz)
59. Somut olayda Eskişehir Valiliği, idari kararla belirlediği ve ilan ettiği yerlerde gösteri yürüyüşü ve basın açıklaması yapılmasını yasaklamıştır. Valilik emrinde belirtilen toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılamayacak yerler şehirdeki tramvay hizmetlerinin ve trafik akışının aksamaması amacıyla belirlenmiştir. Şehrin genel trafik akışı ve tramvay gibi toplu taşıma hizmetlerinin diğer kurumların talepleri ve ihtiyaçları da dikkate alınarak Valilikçe düzenlenmesinin devletin takdir alanında yer aldığı konusunda kuşku bulunmamaktadır.
60. Öte yandan şehrin ana caddelerinde ve tramvay güzergâhında toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmasının her somut olayda yürüyüşe katılanların sayısı ve somut olayın özelliklerine göre araç ve tramvay trafik akışını belli bir düzeyde aksatabileceği eylemin ve bu hakkın kullanımının doğal sonucu olarak kabul edilmelidir. Bu sebeple mevcut başvurudaki gibi bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün doğal sonucu olarak belli bir düzeyi aşan aksamaları önlemek için yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda toplumsal bir ihtiyacı karşıladığı orandagerekli olabileceğini kabul etmek gerekir.
61. Bununla birlikte 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinde yer alan "emre itaatsizlik" kabahati için öngörülen idari yaptırımın barışçıl gösterilere dolaylı müdahale edilmesinde kullanılma riski bulunduğu kabul edilmelidir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 87).
62. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca yetkili merciler tarafından verilen emrin amacı kamu güvenliğinin, kamu düzeninin veya genel sağlığın korunması olmalıdır. Emre aykırı davranışın cezalandırılabilmesi için kanunda öngörülen kabahatin uygulanma koşullarının somut olayda bulunup bulunmadığı ve kabahatin unsurlarının neler olması gerektiği meselesi Anayasa Mahkemesinin ilgi alanının dışındadır. Buna karşılık yetkili mercinin verdiği emre aykırı davranışın cezalandırılması anayasal bir hakka müdahale oluşturursa bu müdahale, Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında kalmaktadır (Dilan Ögüz Canan, § 47).
63. Barışçıl bir toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında bir kimse sırf emre aykırı davrandığından bahisle cezalandırılmış, Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere bir müdahalede bulunulduğunu kabul etmiş ise bundan sonra Anayasa Mahkemesinin denetleyeceği ilk husus emre aykırılık ya da söz konusu eylem nedeniyle kamu düzeninin bozulup bozulmadığı, bozulma tehlikesinin bulunup bulunmadığı ya da böyle bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığı olacaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 88).
64. Anayasa Mahkemesi, usulüne uygun olarak verilmiş bir emre aykırı davranışın varlığını tek başına temel hak ve özgürlüklere müdahale için yeterli kabul etmemektedir.Temel hakka müdahaleyi haklı kılacak ve emrin amacı olan kamu güvenliğinin, kamu düzeninin bozulduğunun veya bozulma tehlikesinin bulunduğunun da yetkili mercilerin kararlarında gösterilmesi gerekmektedir.
65. Somut olayda polis tutanaklarında, başvuruculara verilen idari para cezalarının gerekçesi olarak başvurucuların tramvay yolu üzerinde yürüyüş yapmak suretiyle tramvayyolunu kapatmaları nedeniyle emre aykırı davrandıkları belirtilmiştir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü devam ederken kolluk güçleri veya idare tarafından bir müdahale yapılması gereği duyulmamıştır. Başvurucular hakkındaki idari para cezaları gösteri yürüyüşünden sonra kolluk güçleri tarafından düzenlenmiştir.
66. Başvurucuların itirazını reddeden Hâkimliğin gerekçesi incelendiğinde çatışan haklar arasında bir denge kurulmaya çalışıldığı görülmektedir (bkz. §§ 18, 19). Bununla birlikte tramvay yolunun kısa bir süre kapatılması suretiyle emre aykırı davranışın kamu düzenini ne şekilde bozduğu ve başkalarının haklarını ne ölçüde etkilediği, ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konamamıştır. Bir başka deyişle kamu düzenini katlanılmaz ölçüde zora sokan, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasının ötesine geçen sonuçların doğduğu ispatlanmamıştır.
67. Zaten Hâkimlik aynı olaya ilişkin emre aykırılık fiilini incelediği diğer bir kararında -aynı olaya ilişkin olarak kısa bir süreliğine yolun kapatılmış olması ve hemen yakın yerdeki alternatif yolların olması da dikkate alındığında- başkalarının hak ve özgürlüklerini sınırlandıracak derecede bir yol kapatmadan bahsedilemeyeceğini belirterek cezalandırmanın demokratik toplumda gerekli olmadığını kabul etmiştir (bkz. § 20).
68. Sonuç olarak mevcut başvurularda, derece mahkemesi tarafından Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile başvurucuların aynı madde kapsamındaki hakları arasında adil bir denge sağlanamamıştır.
69. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
(b) Trafik İdari Para Cezaları Yönünden (Başvurucular Rıza Gökçen Erus, Aslıhan Uludoğan ve Sultan Şahbaz)
70. Somut olayda başvuruculara verilen trafik idari para cezalarının gerekçesi polis tutanaklarında, araç yolunu kapatmak ve trafiği tehlikeye düşürmek olarak belirtilmiştir. Başvurucular hakkında düzenlenen görüntü izleme ve tespit tutanağında, başvurucuların yirmi dakika boyunca cadde ve sokakları araç trafiğine kapattıkları ve bu nedenle tepe lambaları yanan görevli ambulansın ve diğer araçların yönlerini değiştirdiği belirtilmiştir.
71. Trafik idari para cezası yönünden de kamu düzeninin ve başkalarının haklarının korunmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına üstün tutulmasının gerekip gerekmediği incelenmelidir.
72. 2918 sayılı Kanun'un 14. maddesince uygulanan yaptırımın amacıkara yollarının fiziki yapısının ve trafik işaretlerinin korunması, bu suretle kara yollarında genel trafiğin sağlıklı şekilde işlemesidir. Bu Kanun hükmünün de -5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinde olduğu gibi- barışçıl gösterilere dolaylı müdahale olarak kullanılma riski bulunduğu hatırda tutulmalıdır.
73. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanan kişilerin bu hakkın kullanımı sırasında diğer hukuk normlarını ihlal etmeleri durumunda somut olayın özellikleri dikkate alınmalıdır. Trafik akışını kısa süreli durdurmak ya da aksatmak veya trafiği tehlikeye düşürmek gibi fiiller toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasının belli bir düzeye kadar doğal sonucu olabilir. Bu fiillerin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasının gerektirdiği düzeyi aştığı ve bunun başkalarının haklarına etkisi ile kamu düzeni açısından olumsuz sonuçları, kamu gücünü kullanan yetkili mercilerin kararlarında (örneğin ceza tutanağını düzenleyen polis raporlarında veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde)irdelenmelidir. Bu hususların aynı zamanda yeterli bir yargısal denetimden geçmiş olması gereklidir (bkz. § 30). Dolayısıyla idarece ayrıca yaptırım uygulanan fiillerin neden temel hak kapsamından ayrılarak ayrı bir yaptırıma tabi tutulduğunun ikna edici ve yeterli surette ortaya konulmadığı hâllerde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlali söz konusu olacaktır.
74. Göstericilerin cadde ve sokaklarda yürüyüşlerini gerçekleştirirken ne ölçüde trafiği aksattıklarının, kamu düzeninin bozulmasına yol açtıklarının, yürüyüşün doğası gereği kaçınılmaz kabul edilenlerden başka sonuçların ortaya çıkıp çıkmadığının ve hoşgörü gösterilmesini gerektiren kabul edilebilir sınırı aşıp aşmadıklarının tespiti için idarenin tutanakları ile derece mahkemesinin kararlarının birlikte değerlendirilmesi gerekir.
75. Somut olayda, Hâkimlik kararlarının dayandığı polis tutanaklarına bakıldığında başvurucuların da içinde bulunduğu grubun yirmi dakika süreyle yolu kapatmasından dolayı ambulansın ve diğer araçların yolunu değiştirdiklerinin, bazı araçların ters yöne girdiklerinin belirtildiği görülmektedir.
76. Hâkimlik kararlarında da 450 kişilik grubun yolu kapattığı, içinde ambulansın da olduğu araçların ilerleyemediği ve geri döndüğü belirtilmiştir. Ancak kararlarda, başvurucuların eylemi nedeniyle trafiğin akışındaki aksamanın süresinin yirmi dakika gibi kısa bir süre olduğu dikkate alınmamıştır. Yine araçların ilerlemesi için alternatif yolların mevcudiyetine ilişkin bir değerlendirme yapılmamıştır. Aynı Hâkimliğin aynı olaya ilişkin kararında, mevcut başvurulardakinin aksine kısa bir süreliğine yolun kapatılmış olması ve hemen yakın yerdeki alternatif yolların oluşu hususları ise çatışan hakların dengelenmesinde dikkate alınmıştır (bkz. § 20).
77. Hâkimlik, bu kısa süre içinde kamu düzeni ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması çerçevesinde katlanılması zor veya imkânsız bir zarar ya da zarar tehlikesi ile karşılaşıldığına ilişkin herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır.
78. Buna ek olarak verilen idari para cezalarının başvurucuların statüleri ve gelirleri dikkate alınarak göstericiler açısından caydırıcı sonuç doğurup doğurmayacağı hususlarının tespiti yönünde herhangi bir değerlendirme de yapılmamıştır. Yine derece mahkemesi özellikle gösterinin barışçıl niteliğini, çatışan haklar arasında kurmaya çalıştığı dengeleme sırasında gözönüne almamıştır.
79. Sonuç olarak mevcut başvurularda, derece mahkemesi tarafından Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile başvurucuların aynı maddede düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakları arasında adil bir denge sağlanamadığı anlaşılmaktadır.
80. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
81. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
82. Başvurucular ilk başvurularında tazminat talebinde bulunmamıştır. Rıza Gökçen Erus ve Erhan Yıldız'ın manevi tazminat talepleri ise başvuru süresi dolduktan sonra yapılmıştır. Bu nedenle tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
83. Başvuruda, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
84. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Eskişehir 1. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 412,20 TL harç ve1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.392,20 TL yargılama giderinin başvuruculardan Rıza Gökçen Erus ve Erhan Yıldız'a müştereken ödenmesine;412,20 TL harç ve1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.392,20 TL yargılama giderinin başvuruculardan Aslıhan Uludoğan ve Sultan Şahbaz'a müştereken ödenmesine; 206,10 harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin Barış Gençyılmaz'a ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvuruların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Eskişehir 1. Sulh Ceza Hâkimliğine (Dosya Numaraları: 2014/199 Değişik İş sayılı, 2014/279 Değişik İş sayılı, 2014/307 Değişik İş sayılı, 2014/180 Değişik İş sayılı, 2014/212 Değişik İş sayılı) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvuruculardan Rıza Gökçen Erus ve Erhan Yıldız'ın tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 412,20 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.392,20 TL yargılama giderinin başvuruculardan Rıza Gökçen Erus ve Erhan Yıldız'a MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE;412,20 TL harç ve1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.392,20 TL yargılama giderinin başvuruculardan Aslıhan Uludoğan ve Sultan Şahbaz'a MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE; 206,10 harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin Barış Gençyılmaz'a ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/4/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
UMUT ŞİMŞEK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/14310) |
|
Karar Tarihi: 12/6/2018 |
R.G. Tarih ve Sayı: 20/7/2018-30484 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Osman Alifeyyaz PAKSÜT |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Yücel ARSLAN |
Başvurucular |
: |
1. Umut ŞİMŞEK |
|
|
2. Necdet Taylan ŞAHİN |
|
|
3. Kemal Kaan SIKIK |
Vekili |
: |
Av. Esem YEĞİT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmadan dolayı gözaltına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılama sonunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular sırasıyla 7/8/2015, 19/8/2015 ve 20/8/2015 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruculardan Necdet Taylan Şahin'in adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. 2015/14911, 2015/14969 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/14310 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve incelemenin 2015/14310 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
7. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, 2015/14969 numaralı bireysel başvuruya ilişkin görüşünü bildirmiştir.
9. Başvurucu Kemal Kaan Sıkık, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
11. Olay tarihinde lise 2. sınıf öğrencisi olan başvurucular 1997 doğumlu olup Adana'da ikamet etmektedir.
12. 13/12/2014 tarihinde saat 12.00'de, Başbakan'ın Adana'ya gelişi nedeniyle Hükûmet politikalarını protesto etmek amacıyla basın açıklaması ve yürüyüş düzenleneceği bilgisi üzerine emniyet birimleri saat 11.00'de İnönü Parkı'nda göreve başlamışlardır.
13. Başvurucular basın açıklaması ve protesto gösterisi yapılacağını sosyal medyadan öğrenmişler ve İnönü Parkı'na gelmişlerdir.
14. Anılan parkta basın açıklaması ve protesto eylemi yapmak için toplanan yaklaşık yirmi kişilik grup, elindeki megafonla grubu organize eden ve slogan attıran T.A.nın megafonla "Şimdi basın açıklaması yapmak amacıyla yürüyoruz" şeklindeki anonsu üzerine İnönü Caddesi'ne doğru yürüyüşe geçmiştir. Başvuru dosyası içinde toplantı ve gösteri yapılacağına dair idareye önceden bildirim yapıldığına ilişkin herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
15. Polis fezlekesine göre, Güvenlik Şube Müdürlüğünde görevli emniyet amiri ses yükselten araçtan gruba şu şekilde ihtarda bulunmuştur:
"Arkadaşlar bir saniye, basın açıklaması yapan arkadaşlar, park içerisinde basın açıklaması yapabilirsiniz, çevik müdahale et, polise mukavemette bulunamazsınız, yapmış olduğunuz eylem 2911 sayılı Kanun'a aykırıdır, lütfen dağılın, dağılmadığınız takdirde kamu malına zarar verme, polise mukavemet olaylarından yasal işlem yapılacaktır. Lütfen dağılın, lütfen dağılın."
16. Kolluk kuvvetleri; dağılmaları yönünde yapılan bu uyarıdan hemen sonra, dağılmayan gruba müdahale etmiştir. Müdahale sırasında göstericiler slogan atarak ellerindeki flama ve döviz sopaları ile polise vurmaya çalışmış ve bir polis memurunu basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralamışlardır. Kolluk kuvvetlerinin müdahalesi sonucu göstericiler küçük gruplara ayrılmış, birbirlerinin koluna girerek gerek kendilerinin gerekse diğer göstericilerin gözaltına alınmalarını engel olmak istemişlerdir.
17. Başvurucular aynı gün saat 12.30'da gözaltına alınmış ve yaklaşık dokuz saat sonra serbest bırakılmıştır. Başvurucular hakkında kamu görevlilerine görevinden dolayı alenen hakaret, görevi yaptırmamak için direnme, 6/10/1983 tarihli ve2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme ve kanuna aykırı gösteriye silah ile katılma suçlarından iddianame düzenlenmiştir.
18. Aynı olay nedeniyle haklarında yukarıda belirtilen suçlardan dava açılan diğer dokuz kişinin yargılaması Adana 23. Asliye Ceza Mahkemesinde (Asliye Ceza Mahkemesi) yürütülmüştür. Sanıklardan üçü hakkında toplantı ve gösteri yürüyüşüne 2911 sayılı Kanun uyarınca yasak olan sopa ile katılmaktan beşer ay hapis cezasına hükmedilmiş ve bunlardan ikisi hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Sanıklar diğer suçlardan ise beraat etmişlerdir. Asliye Ceza Mahkemesi, söz konusu dokuz sanık hakkında kanunsuz toplantıya katılma ve ihtara rağmen dağılmama suçuna ilişkin verdiği beraat kararının gerekçesinde, kolluk tarafından çekilen kamera görüntülerinde sanıkların ellerindeki döviz ve pankartlarla yürüyüşe geçtiklerini, buna karşılık kolluk kuvvetlerinin henüz usulüne uygun dağılın ihtarı yapmadan ve Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına göre barışçıl bir gösteriye bir miktar tolerans göstermeden hemen ve doğrudan müdahale ettiklerini tespit etmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi; grubun yürüyüşe geçmeden hemen sonra emniyet amirinin ses yükselten araçtan gruba yönelik dağılın ihtarı ile kolluk kuvvetlerine müdahale talimatının eş zamanlı yapıldığını ve ihtardan sonra makul bir süre beklenmediğini belirtmiştir.
19. Başvurucuların (suça sürüklenen çocuklar) yaş küçüklüğü nedeniyle haklarındaki ceza davası ise Adana 4. Çocuk Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür.
20. Mahkeme; başvurucular hakkında tutanak tanıkları tarafından başvurucuların bire bir yapılan gözlem ve takip sonucu yakalanmadıkları, dolayısıyla hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarını işledikleri yönünde mahkûmiyetlerine yetecek kesin ve inandırıcı deliller bulunmadığını belirtmiştir. Bu nedenleyasa dışı gösteriye silahtan sayılan sopa ile katılma, görevi yaptırmamak için direnme ve kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçlarından haklarında beraat kararı vermiştir.
21. Mahkeme, başvurucuların içinde bulundukları grup ile birlikte halkın yoğun olarak bulunduğu İnönü Parkı'nda yasa dışı gösteriye katıldıkları ve ihtara rağmen dağılmadıkları gerekçesiyle ise 2911 sayılı Kanun'un 32. maddesinin birinci fıkrası uyarınca ayrı ayrı 3 ay 10 gün hapis cezasına hükmetmiş ve HAGB kararı ile üç yıl süreyle denetime tabi tutulmalarına karar vermiştir.
22. Mahkeme karar gerekçesinde; başvurucuların haklarında ceza davası açılan diğer dokuz kişi ile birlikte "Gericiliğin ve savaşın mimarı Davutoğlu kentimizden defol, Halkevleri, Öğrenci kollektifleri" şeklinde pankart açarak kanuna aykırı toplantı gerçekleştirdiklerini belirtmiştir. Başvurucuların da aralarında olduğu bu kişilerin "Kadın katliamını ve savaşı durduracağız, Halkevci kadınlar, gerici kuşatmayı dağıtacağız, Halkevci kadınlar, Osmanlıca da olsa, Türkçe de olsa isyan her dilde aynıdır, Halkevleri " şeklinde dövizler açtıkları, "tek yol sokak, tek yol devrim-katil işid, işbirlikçi AKP, AKP defol, bu sokaklar bizim, AKP'den hesabı kadınlar soracak, katil Başbakan istemiyoruz." şeklinde slogan attıklarını tespit etmiştir.
23. Mahkeme; başvurucuların kanuna aykırı şekilde yürüyüş yapmak istediklerini, bu durum üzerine güvenlik görevlileri tarafından ses yükselten araç ile dağılmaları ve yürüyüşe izin verilmeyeceği yönünde uyarı yapıldığını belirtmiştir. Kararda Mahkeme, Çevik Kuvvet görevlilerinin kanuna aykırı yürüyüş yapmak isteyen başvurucuların da içinde olduğu grubun önüne geçerek yürüyüşe engel olmak istediklerini, uyarı üzerine grubun ellerinde bulunan flama ve dövizlerin tahta sopaları ile güvenlik kuvvetlerine "Katil köpekler, katiller, kiralık köpekler" şeklinde bağırarak "Katil defol bu sokaklar bizim" şeklinde slogan attıklarını ve emniyet görevlisi olan müşteki T.Ü.yü, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek şekilde yaraladıklarını tespit etmiştir. Mahkeme, dinlenen müştekiler ve tutanak tanıklarının başvurucuların bizzat kendilerine yönelik vurarak, çekiştirerek, iterek direndikleri veya hakaret ettikleri yönünde somut görgüye dayalı bilgilerinin olmadığını belirtmiştir.
24. Başvurucular 6/7/2015 tarihinde HAGB kararlarına itiraz etmiştir. İtirazları inceleyen Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi 14/7/2015 tarihinde başvurucuların itirazlarını reddetmiştir.
25. Ret kararı başvuruculara 21/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
26. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat
27. 2911 sayılı Kanun’un 32. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur”
2. Yargıtay Kararları
28. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin bazı kararlarının ilgili kısımlarışöyledir:
a. "Oluş ve tüm dosya içeriğinden, "YÖK Yasa Tasarısını ve Kamu Reformu Yasa Tasarısını protesto etmek ve sırf demokratik tepki ortaya koymak için basın açıklaması yapmak üzere Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsünde toplanan yaklaşık 100 kişilik grubun, ellerinde suç oluşturmayan bazı pankartlar taşıyarak marşlar ve sloganlar eşliğinde kaldırım üzerinden Kolej kavşağına kadar yürüdüğü, kavşakta ellerindeki pankart ve flamaları açıp Kızılay istikametine yürüyüşe geçtikleri sırada güvenlik güçlerinin grubu barikat içine alıp dağılmaları yönünde ihtarda bulunmasına rağmen makul süre tanıyıp dağılmalarına fırsat vermeden grubu gözaltına almaya başladığı anlaşılmakla; sanığa yüklenen 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun 32. maddesinde tanımlanan suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı ve beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı biçimde mahkumiyet hükmü kurulması (9/2/2010, E. 2007/9352, K. 2010/1550)"
b. "Kanuna aykırı olarak başlayıp gerçekleşen yasadışı toplantı ve gösteri yürüyüşünde, 2911 Sayılı Yasanın 32. maddesi uyarınca topluluğa dağılmalarına ilişkin usulünce ihtar yapılmadığının ve zorla dağıtılmadıklarının anlaşılması ve sanığın anılan Yasanın 28. maddesinde tanımlanan düzenleyici ve yönetici durumunda da bulunmaması karşısında, eyleminde sözü edilen Yasaya aykırılık suçlarının oluşmadığı gözetilmeden beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi (11/12/2006, E. 2006/2403, K. 2006/9088)"
B. Uluslararası Hukuk
29. İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 20, 21; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30;Ömer Faruk Akyüz, B. No:2015/9247, 4/4/2018, §§ 28-37 kararlarına bakılabilir.
30. AİHM, mevcut başvuruya benzer Oya Ataman/Türkiye (B. No: 74552/01, 5/12/2006) kararında bir gösterinin sadece mevzuata uygun olmamasının barışçıl şekilde toplanma özgürlüğünün kullanılmasına müdahale edilmesini haklı kılmayacağına karar vermiştir. Oya Ataman/Türkiye kararına konu olayda İnsan Hakları Derneği üyesi bir avukat olan başvurucunun da içinde bulunduğu kırk elli kişilik bir grubun İstanbul Sultanahmet Parkı'nda F tipi ceza infaz kurumlarını protesto eden basın açıklaması ve devamında yarım saat süren gösteri yürüyüşüne, kanuna aykırı gösteri yapıldığı ve kamu düzeninin bozulduğu gerekçesiyle polis müdahale etmiştir. AİHM, müdahaleyi orantısız bularak 11. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. Söz konusu grubun trafikte karışıklık yaratması dışında kamu düzeni için tehlike oluşturduğunu gösteren bir delil bulunmadığını ve yetkililerin düzenlenen gösteriye son vermekte gösterdikleri sabırsızlığa anlam veremediğini belirten AİHM'e göre "Göstericilerin şiddet içeren faaliyetlerde bulunmadığı hallerde, Sözleşmenin 11. maddesi tarafindan güvence altına alınan özgürlüğün içeriğinin boşalmaması için, kamu makamlarının barışçıl toplanmalara belirli bir hoşgörüyle yaklaşmaları büyük önem taşımaktadır." (Oya Ataman/Türkiye,§ 42).
31. Ayrıca derhâl tepki gösterilmesi gereken kimi durumlarda kanunlarda öngörülen bildirim sürelerine uymak her zaman mümkün olmayabilmektedir. Hemen gerçekleştirilmediği takdirde güncelliğini yitirecek bu tür acele toplantılara ilişkin bir kararında (Bukta ve diğerleri/Macaristan, B. No: 25691/04, 17/7/2007) AİHM, bu konuyu incelemiştir. Bir oteldeki resepsiyona katılacağı bildirilen başbakanı protesto etmek için barışçıl biçimde toplanan ancak yasal zorunluluk olan üç gün öncesinden bildirme koşuluna uymadıkları gerekçesiyle toplantıları dağıtılan başvurucuların toplantı özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla yaptıkları başvuruyu inceleyen AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 11. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM'e göre "Politik bir olaya gösteri şeklinde derhal tepki verilmesinin haklı görülebileceği özel koşullarda, barışçıl toplanmaya katılanların yasadışı hareketleri olmadığı halde sadece ön bildirim yapılmamış olması nedeniyle toplantıyı yasaklamak, barışçıl toplanma hakkına orantısız bir kısıtlama oluşturur." (Bukta ve diğerleri/Macaristan, § 36).
32. AİHM, HAGB kararı verilse bile üç yıl boyunca başvurucuların aynı türde başka suçları işlemekten kaçınacakları ve denetime tabi tutulacaklarını dikkate almaktadır. Bu nedenle AİHM; muğlak olan bu tedbirin uzunca bir süre başvurucuları ceza hükümlerinin uygulanması tehdidi altında bulunduracağını, gösteri yapma özgürlüklerinin kullanılmasında bu hükümlerin etkilerine doğrudan maruz kalmak zorunda olduklarının kabulü gerektiğini, en azından anayasal hakların kullanımı üzerindeki otosansür etkinin hiçbir şekilde varsayımsal olmadığını ve bu hükmün başvurucuların eylemleri üzerinde caydırıcı bir tedbir olarak süreceğini belirtmiştir (Mesut Yıldız ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8157/10, 18/7/2017, § 37).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 12/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
34. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucu Kemal Kaan Sıkık'ın açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Gözaltına Almanın Hukuka Aykırı Olduğuna İlişkin İddia
35. Başvurucular, dokuz saat boyunca keyfî olarak gözaltında tutulmalarının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
36. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).
37. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincillik niteliği ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
38. Somut olayda dokuz saat gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılan başvurucular tarafından ileri sürülen yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki olmadığına ilişkin iddialarla ilgili olarak anılan kararlarda varılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
40. Başvurucular, Başbakan'ın gelişini protesto etmek amacıyla basın açıklaması yapılacağını sosyal medyadan duyduklarını ifade etmişlerdir. Basın açıklaması için İnönü Parkı'na geldiklerini, basın açıklaması yapılmadan polislerin kendilerine baskı uyguladığını, herhangi bir uyarı duymadıklarını ve yaka paça gözaltına alındıklarını iddia etmişlerdir.
41. Başvurucular; toplantının yasa dışı olduğuna dair megafonla uyarı yapıldığı hususunda somut delil bulunmadığını, Mahkemenin toplantının barışçıl niteliğini dikkate almadığını ve eylem nedeniyle toplumsal hayatın etkilenip etkilenmediğini değerlendirmediğini belirtmiş; aynı olaya ilişkin diğer sanıkların yargılandığı davada kolluk kuvvetlerinin barışçıl bir gösteriye gerekli toleransı göstermediği ve dağılma uyarısından sonra makul bir süre beklenmediği gerekçesiyle aynı suçtan beraat kararı verdiğini ifade etmişlerdir. Barışçıl bir toplantıya katılmalarından dolayı kendilerine ceza verilmesinin- hükmün açıklanması geri bırakılmış olsa bile- cezalandırılma riskinin devam etmesi nedeniyle ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
42. Bakanlık görüşünde; AİHM'in Rai ve Evans/İngiltere (B. No: 26258/07 26255/07, 17/11/2009) kabul edilemezlik kararına atıfta bulunularak müdahalenin orantılı olduğuna karar verildiği belirtilmiştir. Söz konusu kararda 2005 tarihli Ciddi Örgütlü Suçlar ve Polis Kanunu'na göre hassas güvenlik bölgesi olarak belirlenen alanda izin almaksızın gösteri düzenleyen birinci başvurucunun 350 sterlin (GBP) para cezası ve masraf olarak 150 GBP ödemesine, aynı gösteriye katılan ikinci başvurucunun 12 ay boyunca izinsiz gösteriye katılmaması hâlinde para cezası ödememesi şeklinde şartlı cezaya ve masraf olarak 100 GBP ödemesine hükmedilmiş; AİHM, cezaları olayın kendi şartları içinde orantılı bularak kabul edilemezlik kararı vermiştir.
43. Bakanlık görüşünde, somut olaydaki gibi şiddet olaylarının yaşandığı ve barışçıl toplanma özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyecek davranışların varlığı hâlinde yapılan müdahalenin gerekli olup olmadığının değerlendirilmesinin gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık tarafından, grubun Adana'nın en işlek yerlerinden olan olay yerinde çift taraflı trafiği engelleyecek şekilde gösteri gerçekleştirmesinin kamu düzenini tehlikeye sokacağı değerlendirilmiştir. Yine söz konusu görüşte; HAGB kararı verilmesi nedeniyle cezanın hemen infaz edilmeyeceği, yeni bir suç işlenmediğinde cezanın düşeceği ve HAGB kararının adli sicil kayıtlarına işlenmeyeceğinin de yapılacak orantılılık değerlendirmesinde dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
44. Başvurucu Kemal Kaan Sıkık, karşı beyanında bireysel başvuru dilekçesindeki görüşlerini tekrar etmiştir.
2. Değerlendirme
45. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
47. Başvurucular gösteri sırasında gözaltına alınmışlar, daha sonra açılan kamu davası sonucunda başvurucuların 3 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve anılan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucular üç yıl denetimli serbestlik tedbiri altına alınmıştır. Söz konusu kararların tümünün başvurucuların toplanma hakkına müdahale oluşturduğu sonucuna varılmıştır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
48. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
49. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
50. 2911 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
(2) Meşru Amaç
51. HAGB kararı verilerek başvurucuların denetimli serbestlik altına alınmalarına ilişkin kararın Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(a) Genel İlkeler
(i) Demokratik Toplumun Düzeninin Gerekleri
52. Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kez demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır (Dilan Ögüz Canan, § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70; ifade özgürlüğü bağlamında bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Derece mahkemelerinin böyle bir ihtiyacın bulunup bulunmadığını değerlendirmede belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir (Dilan Ögüz Canan, § 32).
(ii) Ölçülülük
53. Öte yandan temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın temel haklara en az müdahaleye olanak veren orantılı bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının da incelenmesi gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, §§ 53-55; ifade özgürlüğü bağlamında ölçülülük ilkesine ilişkin açıklamalar için ayrıca bkz. Kamuran Reşit Bekir [GK], B. No: 2013/3614, 8/4/2015, § 63; Bekir Coşkun §§ 53, 54; Tansel Çölaşan, §§ 54, 55;Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72). Bu sebeple Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile toplantı hakkı arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığına bakılması gerekir.
(iii) Barışçıl Toplanma Hakkı
54. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak; çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır. Dolayısıyla kendine özgü özerk işlevine ve uygulama alanına rağmen -ifade özgürlüğünde olduğu gibi- siyasi ve kamu yararını ilgilendiren meseleler söz konusu olduğunda toplantı hakkına yapılan müdahaleler daha dar yorumlanmalıdır (Dilan Ögüz Canan, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Ömer Faruk Akyüz, § 53; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, § 45).
55. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır.(Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Ömer Faruk Akyüz, § 54; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).
(iv) Bildirim Yapılması ve Sınırlamanın Niteliği
56. Anayasa Mahkemesi, toplantı hakkının bildirim usulüne bağlanabileceğine daha önce karar vermiştir. Bununla birlikte derhâl tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlarda ve barışçıl nitelikte toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılması hâlinde sadece bildirim yükümlülüğüne uyulmamış olması nedeniyle toplantının dağıtılması barışçıl toplantı hakkına ölçüsüz bir sınırlama olarak kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 121, 122; katılımcılar açısından derhâl tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlara ilişkin olarak ayrıca bkz. Osman Erbil, §§ 65, 67).
57. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir.Alınan bu tedbirlere aykırı, barışçıl olmayan toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de cezalar verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Ömer Faruk Akyüz, § 58; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81; toplantı hakkına kamu düzeninin bozulması nedeniyle yapılan bir müdahalenin demokratik toplumda gerekli olduğuna karar verildiği bir başvuru için bkz. Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 76-86) ).
58. Kanunlarda öngörülen usullere tam olarak uyulmamış olması tek başına toplantı veya yürüyüşünün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz. Aynı şekilde halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belirli derecede bir karışıklığa sebep olabileceği ve olumsuz tepkilere yol açabileceği gözönünde bulundurulmalıdır. Bu durumların varlığı toplanma hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Dilan Ögüz Canan, § 41; Ali Rıza Özer ve diğerleri,§ 119; Ömer Faruk Akyüz, § 57; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 69).
(v) Caydırıcı Etki
59. Bundan başka alınan tedbirlerin veya öngörülen cezaların barışçıl toplantı hakkına dolaylı olarak usulsüz sınırlamalara dönüşmesine müsaade edilemez. Toplanma hakkını kullanırken kamu güçlerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 42; Ömer Faruk Akyüz, § 60; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 76). Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan ve bir gösteride yasaklanmamış katkılarda bulunan kişilerin toplantı hakkı, herhangi bir kınanabilir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek disiplin cezasının dahi uygulanmamasını temin eder (Osman Erbil, § 51). Zira bu tip soruşturmalar veya cezalandırmalar caydırıcı etki doğurabilir (Osman Erbil, § 71).
60. Bu nedenlerle keyfî uygulamalardan ve usulsüz sınırlandırmalardan kaçınılması için derece mahkemelerince barışçıl bir toplantıya, tedbir almak veya alınan tedbirlere aykırı davrananlara ceza vermek suretiyle yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olduğunun ilgili ve yeterli gerekçe ile ortaya konulması, kamu düzeni ve başkalarının haklarının korunması ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılması arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Dilan Ögüz Canan, § 53; Ömer Faruk Akyüz, § 61; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve Diğerleri, § 83).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
61. Anayasa Mahkemesi önündeki mesele, Başbakan'ın illerine gelişini protesto etmek için gösteriye katılan başvurucuların gözaltına alınmaları ve haklarında üç yıl denetimli serbestlik tedbiri uygulanması suretiyle yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olup olmadığının belirlenmesidir.
62. Başvurucular hakkında açılan davanın dayanağı olan 2911 sayılı Kanun'un 32. maddesinin barışçıl gösterilere dolaylı müdahale edilmesinde kullanılma riski bulunduğunu kabul etmek gerekir (Benzer bir değerlendirme için bkz. Dilan Ögüz Canan, § 46). Anılan kural ile Kanun'da, öngörülen usullere aykırı biçimde düzenlenen toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılan ve ihtara rağmen dağılmayanlara ceza verilmesi öngörülmüştür. 2911 sayılı Kanun'un "Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri" kenar başlıklı 23. maddesinde uzun bir liste hâlinde toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin hangi hâllerde kanuna aykırı olacağı sayılmıştır. Somut olayda diğer üç göstericinin anılan Kanun'un 23. maddesinin (b) beninde sayılan ve yasak olan sopalar ile gösteriye katılmaları, önceden usulüne uygun bildirim yapılmaması ve ihtara rağmen yürüyüşe devam edilmesi nedenleriyle toplantı ve gösteri yürüyüşü Kanun'a aykırı hâle dönüşmüştür.
63. Bir suça ilişkin kanun maddesinin uygulanma koşullarının somut olayda bulunup bulunmadığı ve suçun unsurlarının neler olması gerektiği meselesi Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Buna karşın mevcut başvuruya benzer şekilde bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılanların cezalandırılması ya da ceza tehdidine maruz bırakılması gibi verilen bir ceza hükmünün anayasal bir hakka müdahale oluşturduğu durumlarda vaki müdahale, Anayasa Mahkemesinin ilgi alanındadır (Dilan Ögüz Canan, § 47; Ömer Faruk Akyüz, § 64).
64. Bir kimse sırf bir toplantı ve gösteriye katılması ve ihtara rağmen dağılmaması nedeniyle cezalandırılmış, Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere bir müdahalede bulunulduğunu kabul etmiş ise Anayasa Mahkemesinin bundan sonra denetleyeceği ilk husus yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşü nedeniyle kamu düzeninin bozulup bozulmadığı, bozulma tehlikesinin ortaya çıkıp çıkmadığı ya da kamu makamlarının bu yöndeki değerlendirmelerinin gerçeklik değeri taşıyıp taşımadığı olacaktır (Dilan Ögüz Canan, § 48; Ömer Faruk Akyüz, § 65; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 88).
65. Öncelikle Anayasa Mahkemesinin yalnızca usulüne uygun olarak düzenlenmemiş olan bir toplantının veya gösteri yürüyüşünün varlığını temel hak ve özgürlüklere müdahale için yeterli kabul etmediği hatırlanmalıdır. Bazı özel nedenlerle bir toplantı veya gösteriye yapılacak müdahalelerin kamu düzeninin sağlanması için gerekli olduğunun ve cezaların kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle verildiğinin yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).
66. Somut olayda, basın açıklaması ve protesto gösteri yapılacağı yönünde öndeceden idareye bildirim yapıldığına dair bir bilgi mevcut değildir. Bununla birlikte Başbakanın protesto gösterisinin yapıldığı 13/12/2014 tarihinde Adana'ya geleceğini öğrenen göstericiler yönünden derhâl tepki verilmesi gerekli olan hâllerin mevcut olduğu kabul edilmelidir (bkz. §§ 13, 14). Bu nedenle sadece bildirim yapılmamış olması somut olayda toplantıya müdahale edilmesi için yeterli kabul edilemez.
67. Mahkemenin başvurucuların cezalandırılmasına esas aldığı 2911 sayılı Kanun'un 32. maddesinin birinci fıkrasına göre, gösteri yapan başvurucuların toplantının kanuna aykırı olmasına ve ihtara rağmen dağılmamış olmaları gerekmektedir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahalenin gerekli olduğu durumlarda göstericilere ihtarda bulunulması zorunludur. Yine toplantıya müdahale etmeden önce yapılması gereken bu ihtarın uygun vasıtalarla -örneğin megafonla- yapılması ve ihtardan sonra makul bir süre verilmesi gerekir (bkz. § 28). Somut olayda ise göstericilere yapılan ihtar ile eş zamanlı olarak müdahale emri verildiği görülmektedir. Bu nedenle somut olayda usulüne uygun bir ihtardan bahsedilemez.
68. Göstericilerin şiddet eylemlerine karışmadıkları durumlarda kamu makamları toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına belirli bir ölçüye kadar müsamaha göstermelidir. Barışçıl bir gösterinin veya basın açıklamasının ilke olarak cezai yaptırım tehdidine maruz bırakılmaması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 55; Ömer Faruk Akyüz, § 70). İdarenin kanuna aykırı olduğunu tespit etmesi veya katılanlarından bazılarının barışçıl olmayan davranışlar göstermesi bir toplantının barışçıl niteliğini kaybettirmez. Dolayısıyla bazı bireylerin şiddet içeren davranışlar göstermesi, söz konusu şiddet eylemleri toplantıya katılanların veya diğer bireylerin güvenliğini tehlikeye sokmadıkça ve barışçıl özelliğini ortadan kaldıracak derecede toplantının bütününe sirayet etmedikçe toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılanların cezalandırılması şeklindeki bir müdahaleyi tek başına haklı kılmaz.
69. Somut olayda ilk derece mahkemesi kararında ve polis tutanaklarında toplantı ve gösteri yürüyüşünün barışçıl olup olmadığı, eylem nedeniyle toplumsal hayatın etkilenip etkilenmediği, kamu düzenin bozulup bozulmadığı hususları değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla ilk derece mahkemesi tarafından verilen ceza hükmü ve HAGB kararının gerekçesinin müdahale için ilgili ve yeterli olduğu söylenemez.
70. Öte yandan HAGB kararı verilmesi nedeniyle başvurucular üç yıl denetim altına alınmıştır. Barışçıl bir gösteri nedeniyle cezai yaptırım tehdidi altında bulunma sonucunu doğuran söz konusu kararın kural olarak meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile barışçıl toplanma hakkı arasındaki dengeyi sağladığı söylenemez. Başvurucuların başka bir suç işleyip mahkum olmaları durumunda HAGB kararlarının kaldırılması ve ceza alma ihtimalleri bulunmaktadır. Dolayısıyla başvurucular katıldıkları bir barışçıl gösteri nedeniyle üç yıl boyunca bir ceza tehdidine maruz kalacak ve bundan sonra herhangi bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılıp katılmama yönünde HAGB kararının caydırıcı bir etkisi olacaktır.
71. Sonuç olarak mevcut başvuruda, HAGB kararı verilerek başvurucuların üç yıl denetimli serbestlik altına alınmasının Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kamu düzeni meşru amacının sağlanması için gerekli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
72. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
73. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
74. Başvurucuların her biri 20.000 TL maddi ve 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
75. Başvuruda, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
76. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 4. Çocuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
77. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmesi nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
78. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradığını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucu Umut Şimşek'e ödenmesine, 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucu Kemal Kaan Sıkık'ın adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Gözaltına almanın hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 4. Çocuk Mahkemesine (E.2015/117, K.2015/367) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvuruculara ayrı ayrı net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
F. 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucu Umut Şimşek'e ÖDENMESİNE; 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
DURSUN SOYDAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/2948) |
|
Karar Tarihi: 14/11/2018 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serruh KALELİ |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
Raportör |
: |
Yücel ARSLAN |
Başvurucular |
: |
1. Dursun SOYDAN |
|
|
2. Ayhan ERKAL |
|
|
3. Nidal ÇAY |
|
|
4. Hasan KAPLAN |
|
|
5. Abdilkadir ERTEKİN |
|
|
6. Servet Üstün AKBABA |
|
|
7. Mithat KAYNAK |
|
|
8. Gürbüz ŞAHİN |
|
|
9. Özgür TIRAŞ |
|
|
10. Yusuf MENGİLLİ |
|
|
11. Zeki AYDOĞAN |
Vekilleri |
: |
Av. Bedia BORAN BULUT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olan yerde yapılan basın açıklamasından dolayı idari para cezası kesilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 18/2/2015 ile 30/3/2015 tarihleri arasında yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/4625, 2015/4627, 2015/4951, 2015/4953, 2015/4954, 2015/4955, 2015/4956, 2015/4999, 2015/5601 ve 2015/5694 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2015/2948 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucular öğretmen olup Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM-SEN/Sendika) üyesidir. Başvurucu Ayhan Erkal EĞİTİM-SEN Hatay Şubesi Başkanı, başvurucular Dursun Soydan ve Yusuf Mengilli ise Hatay Şubesi Yönetim Kurulu üyesidir.
A. Başvuruya Konu Olaydan Önceki Durum
11. Hatay Valiliği tarafından 28/06/2013 tarihli ve 3037 sayılı karar ile trafiğe kapalı alanlardan olan Hürriyet Caddesi, Ulus (Künefeciler) Meydanı, [M] Kafe, Ulucami önüne kadar olan alanda basın açıklaması yapılması yasaklanmıştır.
12. Hatay İl Emniyet Müdürlüğünün (Emniyet Müdürlüğü) başvurucuların idari yaptırım kararlarına itirazları nedeniyle yargılamayı yapan Hatay 1. Sulh Ceza Mahkemesine (Mahkeme) gönderdiği 12/1/2015 tarihli yazıda yukarıda belirtilen alanlarda yapılan etkinliklerin başka alanlara kaydırılması için Valilik makamına vatandaşlar tarafından dilekçe verildiği ve Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) başvurular yapıldığı belirtilmiştir. Bu taleplerde söz konusu basın açıklamaları ve diğer etkinliklerden dolayı provokasyon olması durumunda elim olayların meydana gelebilme ihtimalinin bulunduğu, işyerlerinin maddi kayıplarının olduğu, eğitim öğretim amaçlı faaliyet gösteren özel dershanelerdeki öğrencilerin eğitimlerinin olumsuz yönde etkilendiğinin belirtildiği ifade edilmiştir. Aynı yazıda söz konusu taleplerde, cami ve kiliselere ibadet amacıyla gelen vatandaşların ibadetlerini sağlıklı ortamda yerine getiremedikleri ve Hatay'a gelen turistlerin oluşan gerginlikten dolayı olumsuz etkilendiklerine de yer verildiği belirtilmiştir.
13. Emniyet Müdürlüğü, yapılan müracaatlar üzerine konuya çözüm bulmak amacıyla sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, semavi dinlerin temsilcileri, cadde esnafı ile kamu kurum ve kuruluşlarının yetkililerinin katılımıyla toplantılar yapıldığını belirtmiştir. Toplantıya katılanların büyük çoğunluğu belirtilen alanların trafiğe kapalı alan olması nedeniyle kültür ve sanat faaliyetlerinin icra edildiği alanlar olarak değerlendirilmesini istediklerini ifade etmiştir.
14. Valilik kararında da belirtilen gerekçeler yer almıştır. Verilen karar belediye hoparlörlerinden günde üç kere anons edilmek suretiyle ilan edilmiştir. İlan metninde yasaklanan güzergâh üzerinde 3 adet ibadethane, 10 adet özel eğitim kurumu ve 114 işyeri bulunduğu belirtilmiş ve bu işyerlerinde 1.100 kişinin çalıştığı, özellikle hafta sonları 30.000 vatandaşın bu güzergâhı kullandığı ifade edilmiştir. Ayrıca Valilik kararı tüm yerel radyolar, TV'ler, gazeteler ile odalar, dernekler, sendikalar, siyasi partiler ve vakıflara ayrı ayrı tebliğ edilmiştir. Söz konusu karar EĞİTİM-SEN'e 2/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Valilik kararı EĞİTİM-SEN'in açtığı dava üzerine Hatay İdare Mahkemesi tarafından 19/3/2014 tarihinde iptal edilmiştir. Hatay İdare Mahkemesinin bu kararı idare tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Danıştay 10. Dairesi yürütmenin durdurulmasına karar vermiş ve nihayetinde kararı bozmuştur. Bu nedenle Valilikçe alınan karar başvuru konusu olay tarihinde yürürlüktedir.
B. Başvuruya Konu Olaya İlişkin Bilgiler
16. Sendikanın aldığı karar doğrultusunda 7/10/2014 tarihinde saat 14.00 sıralarında başvurucuların da aralarında bulunduğu yaklaşık 200 kişiden oluşan bir grup, Suriye'nin Ayn El Arap (Kobani) şehrinde yaşanan çatışmaları protesto etmek amacıyla Hürriyet Caddesi üzerinde pankart ve dövizler açarak ve sloganlar atarak [M] Kafe önüne yürümüştür.
17. Anılan tarihte saat 14.00 sıralarında söz konusu alanlarda eylem yapılacağı bilgisi üzerine emniyet birimleri de gerekli tedbirleri almıştır. Saat 14.05'te emniyet görevlileri, grup içindeki B.K., T.O. ve M.C. ile müzakere etmiş ve eylem yapılan alanların basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olduğunu belirterek grubun eyleme devam etmemesi yönünde ikazda bulunmuştur. Grup uyarıyı dikkate almamış ve [M] Kafe önüne kadar yürüyüşe devam etmiştir.
18.Emniyet görevlileri, grubu saat 14.30-14.34 arasında basın açıklaması yapılmak istenen yerin Valilik kararı ile bu tür açıklamaya yasaklandığı ve basın açıklaması yapılmasına müsade edilmeyeceği yönünde ses yükseltici cihazlarla da uyarmıştır. Birkaç kez yapılan uyarıya rağmen grup, uyarıları dikkate almamıştır. Grup saat 14.28'de [M] Kafe önünde basın açıklaması yaptıktan sonra oturma eylemi düzenlemiştir. Söz konusu grup, oturma eylemini saat 14.45'te sonlandırmış ve dağılmıştır.
19. Grup içinde yer alan ve aralarında başvurucuların da bulunduğu 31 kişinin her birine 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunduklarından bahisle 189 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucular idari para cezalarına itiraz etmişlerdir.
20. İtirazı inceleyen Hatay 1. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) değişik tarihlerde itirazları kesin olarak reddetmiştir.
21. Hâkimlik kararlarında; Anayasa'ya göre herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama veya yayma hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Kararda; millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması gibi Anayasa'da belirtilen amaçlarla bu hürriyetlerin kullanılmasının sınırlanabileceğinin belirtildiği ifade edilmiştir.
22. Hâkimlik; Valiliğin sınırlama ve yasaklama kararının yürürlükte olduğunu, Valiliğin yasaklama kararına aykırı davranışı hukukun himaye etmeyeceğini belirtmiştir. Hâkimlik 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinde yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye idari para cezası verileceğinin hükme bağlandığını belirterek itirazların yerinde görülmediğine karar vermiştir.
23. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
24.Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30).
25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mevcut başvuruya benzer başvurulardan olan Akarsubaşı/Türkiye (B. No: 70396/11, 25/7/2015) başvurusunu 23/5/2015 tarihinde karara bağlamıştır. Devlet memuru ve KESK üyesi olan başvurucu, Adana Adliyesi önünde EĞİTİM-SEN tarafından düzenlenen gösteriye katılmıştır. Burada bir basın açıklaması okunmuş ve göstericiler söz konusu basın açıklaması çerçevesinde kendi kurumlarında kreş yapılmasını talep etmişlerdir. Başvurucu hakkında, daha önce basın açıklaması yapılamayacak yerlere ilişkin olarak verilmiş Valilik kararını ihlal edecek şekilde Adliye Sarayının giriş merdivenleri önünde yapılan bu basın açıklamasına katıldığı gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun’un 32. maddesine dayanılarak 143 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucunun itirazları mahkemece reddedilmiştir.
26. AİHM; devletlerin yalnızca barışçıl toplantı hakkını korumakla değil aynı zamanda bu hakka yasaya aykırı nitelikte dolaylı sınırlamalar getirmekten kaçınmakla da yükümlü olduklarını hatırlatmıştır. AİHM, basın açıklamasının barışçıl özelliğine vurgu yapmış ve kamu makamlarının barışçıl biçimde yapılan bir gösteriye karşılık vermeleri gerektiğinde başvurucunun barışçıl şekilde gösteri yapma hakkı ile yerel makamların kamu düzenini koruma hakkı arasındaki dengeyi sağlamakla yükümlü olduğunu belirtmiştir.
27. AİHM, ilk derece mahkemesinin söz konusu dengelemeyi yapmadığı gibi gösterinin amacını ve barışçıl niteliğini de değerlendirmediğine dikkat çekmiştir.AİHM'e göre başvurucuya yalnızca basın açıklamasının okunması gereken bir gösteriye katıldığı gerekçesiyle para cezası verilmesi, bir sendikaya üye olan herkesi cezalandırılma korkusuyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 11. maddesi ile güvence altına alınan toplantı ve gösteri yapma hakkını kullanmaktan caydırabilecek niteliktedir. AİHM, 5326 sayılı Kanun’un 32. maddesinin imkân verdiği müdahalenin zorlayıcı bir sosyal gereksinime karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli gerekçe ile gösterilemediği ve Sözleşme’nin 11. maddesi anlamında demokratik bir toplumda gerekli olarak görülemeyeceği sonucuna varmıştır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 14/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
29. Başvurucular, basın açıklamasına katılmaları nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular yapılan sendikal toplantılar ve basın açıklamalarının -ceza hukuku anlamında suç olmadığı için- idarece 5326 sayılı Kanun kapsamında değerlendirildiğini ve bu nedenle Sendika üyesi olan katılımcılara keyfî cezalar verildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular, verilen bu cezaların öngörülemez nitelikte olduğunu ve verilen cezanın bu tür etkinlikler yapılmasını caydırmaya yönelik baskı aracına dönüştüğünü iddia etmişlerdir.
30. Başvuruculara göre EĞİTİM-SEN'in yasal birçok eylem ve etkinliğine adli ve idari soruşturmalar açılmakta, bu soruşturmalar sonucu verilen idari cezalar iptal edilmekte, kovuşturmaların tamamı beraatle sonuçlanmakta, idari makamlar bu nedenlerle 5326 sayılı Kanun'a göre idari para cezası vererek Sendika üyelerini tek tek cezalandırmaktadır. Başvurucular; itiraz üzerine verilen mahkeme kararları da kesin olduğu için bu konuda temyiz incelemesi yapılamadığını, bu durumun mahkemelerin farklı kararlar vermesine ve keyfîliğe yol açtığını belirtmiş; bu nedenlere dayanarak adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
31. Başvurucular ayrıca, Sendika üyelik aidatının yıllık 135 TL olduğu dikkate alındığında verilen idari para cezasının caydırıcı nitelikte olduğunu iddia etmişlerdir. Yine EĞİTİM-SEN'in muhalif kimliğinden dolayı bu tür uygulamaların muhatabı olduğunu belirterek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
32. Bakanlık görüşünde; EĞİTİM-SEN tarafından Valilik kararına karşı açılan iptal davasında Hatay İdare Mahkemesinin işlemin iptaline ilişkin verdiği kararın Danıştay tarafından bozulduğu, İdare Mahkemesince bozmaya uyma kararı verildiği ve EĞİTİM-SEN tarafından temyiz edilen bu kararın temyiz incelemesinin görüşün verildiği tarihte derdest olduğu belirtilmiştir.
33. Bakanlık; somut olayda barışçıl toplanma özgürlüğüne yapıldığı iddia edilen müdahalede ulusal güvenliğin veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi ve üçüncü kişilerin haklarının korunması gibi meşru amaçlar güdüldüğünü Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunmuştur.
34. Bakanlık, üçüncü kişilerin haklarının ihlali veya kamu güvenliğinin sağlanması hakkında somut olaylar değerlendirildiğinde devletin karşıt görüşlü bir grubun aynı yerde toplanma bildiriminde bulunmuş olması nedenine dayalı olarak toplantıyı engelleyebileceği gibi talep edilen toplantı yerinde daha önce düzenlenmiş toplantılarda ciddi kargaşaya sebep olunmuş olması veya talep edilen yerin coğrafi olarak karşıt grupları tahrik edebilecek nitelikte bir yer olması gibi nedenlerle de toplantı/gösteri düzenlenmesini önceden izin alınmasına, iznin bazı koşullara tabi tutulmasına veya toplantının tamamen yasaklanmasına karar verebileceğini ifade etmiştir.
35. Bakanlık bildirimsiz/izinsiz gösteri yapılması neticesinde uygulanan idari para cezasının yapılan gösteri ve toplantının konusu, nedeni, amacı veya vermek istediği mesaj ile hiçbir bağlantısı bulunmadığının değerlendirildiğini belirterek söz konusu idari para cezasının başvurucuların barışçıl toplanma özgürlüğüne halel getirecek nitelikte olmadığını ifade etmiştir. Bununla birlikte başvurucuların kamu otoritesinin hiçbir şekilde barışçıl toplanmalarına izin vermediği yönünde bir iddiayı öne sürmediklerini, yaptırımın idari nitelikte olduğunu, para cezasının başvurucuların adli sicil kaydına da işlenmediğini belirtmiştir. Bakanlık, cezanın cüzi bir miktar olması nedeniyle başvurucuların mali durumları üzerinde aşırı bir yük oluşturmadığına ve başvurucuların başvuru dilekçelerinde idari para cezası nedeniyle ne gibi bir zarara uğradıkları konusunda somut olgular ileri sürmediklerine işaret etmiş; başvurucuların Sulh Ceza Hakimliğine yaptıkları itirazda da önemli bir zarara uğradıkları yönünde bir itirazda bulunmadıklarını, başvuruculara verilen idari para cezalarının söz konusu basın bildirisinde kullanılan ifadeler veya bir sendikanın çağrısı nedeniyle değil Valiliğin emrine aykırı olması nedeniyle verildiğini belirtilerek tüm bu hususların yapılacak değerlendirmede gözetilmesi gerektiği şeklinde görüş bildirmiştir.
B. Değerlendirme
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru, Sendikanın kollektif eylemler nedeniyle üyelerinin mesleki çıkarlarını koruma özgürlüğü ile doğrudan ilişkili değildir (Sendika hakkının kapsamı için bkz. Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 30-32; aynı yönde değerlendirmeler için bkz. Gülfidan Yıldırım, B. No: 2014/12290, 19/7/2017, § 22). Bu nedenle başvurucuların şikâyetinin toplantı ve gösteri düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir
37. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
39. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 53; sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasıve diğerleri, § 48). Bu sebeple başvurucuların katıldığı gösteri yürüyüşüne kolluk kuvvetleri herhangi bir müdahalede bulunmamış olsa bile daha sonra idari para cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
40. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
41. Bu sebeple müdahalenin, Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
42. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69).
ii. Meşru Amaç
43. Başvurucuların idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
44. Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kez demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini açıklamıştır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı; çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, § 45).
45. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimi olup, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52). Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).
(b)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
46. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72; AYM, E.2018/69, K.2018/47, 3/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, § 18). Toplantı hakkı üzerindeki sınırlamanın kamu düzeninin korunması gibi demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir(Bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan, § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70; ifade özgürlüğü bağlamında bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
47. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlemek yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir. Meşru amaçların bir olayda varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Dilan Ögüz Canan, § 33; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74; Adalet Mehtap Buluryer, § 71).
48. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Kamu gücünü kullanan organların toplantılara ve gösteri yürüyüşlerine müdahale ederken toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan daha ağır basan, korunması gereken bir menfaatin ve kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (Bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan Ögüz Canan, §§ 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74; ifade özgürlüğü bağlamında Bekir Coşkun, §§ 44, 47; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50).
(c) Barışçıl Toplanma Hakkı
49. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54).
(d) Sınırlamanın Niteliği
50. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilirler. Alınan bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de cezalar verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81; toplantı hakkına kamu düzeninin bozulması nedeniyle yapılan bir müdahalenin demokratik toplumda gerekli olduğuna karar verildiği bir başvuru için bkz. Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 76-86).
51. Bununla birlikte alınan tedbirlerin veya öngörülen cezaların barışçıl toplantı hakkına dolaylı olarak usulsüz sınırlamalara dönüşmesine müsaade edilemez. Güvence altına alınan toplanma hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 42; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 76).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
52. Somut olayda Hatay Valiliği bazı alanlarda basın açıklaması yapılmasını yasaklamıştır (bkz. § 11). Söz konusu kararın kamu düzeninin ve başkalarının haklarının korunması amacıyla alındığı görülmektedir.
53. Devletin eğitim-öğretim hizmetlerini, ibadet eden kişilerin taleplerini ve şehrin turistik niteliklerini dikkate alarak yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir.
54. Eğitim ve öğretimin yapıldığı özel dershanelerin yoğun olarak bulunduğu alanlarda eğitim- öğretim amacı dışında toplantı ve gösteri yapılması da eğitim hizmetlerinin ideal şekilde yürütülmesini olumsuz etkileyebilir. Yine turistlerin yoğun olarak bulunduğu alanlarda yapılacak toplantı ve gösterilerin turistleri rahatsız edebileceği gibi ibadethanelerin bulunduğu alanlarda yapılacak toplantı ve gösterilerin de ibadetini yerine getiren vatandaşları olumsuz etkilemesi mümkün olabilir. Bu sebeple mevcut başvuruya konu olan benzer bir toplantıya müdahalenin toplumsal bir ihtiyacı karşıladığı oranda demokratik bir toplumda gerekli olabileceğini kabul etmek gerekir.
55. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi daha önce 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinde yer alan "emre itaatsizlik" kabahatinin barışçıl gösterilere dolaylı müdahale edilmesinde kullanılma riski bulunduğuna işaret etmiştir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 87). Dolayısıyla eldeki başvuruda Anayasa Mahkemesi yapacağı değerlendirmeler de bu hususu dikkatli bir şekilde gözetecektir.
56. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca yetkili merciler tarafından verilen emrin amacı kamu güvenliğinin, kamu düzeninin veya genel sağlığın korunması olmalıdır. Emre aykırı davranışın cezalandırılabilmesi için kanunda öngörülen kabahatin uygulanma koşullarının somut olayda bulunup bulunmadığı ve kabahatin unsurlarının neler olması gerektiği meselesi Anayasa Mahkemesinin ilgi alanının dışındadır. Buna karşılık yetkili mercinin verdiği emir ya da bu emre aykırı davranışın cezalandırılması anayasal bir hakka müdahale oluşturursa bu müdahale, Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında olacaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 87).
57. Bir kimse sırf emre aykırı davranmış olması nedeniyle cezalandırılmış ve Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere bir müdahalede bulunulduğunu kabul etmiş ise Anayasa Mahkemesinin bundan sonra denetleyeceği ilk husus emre aykırılık nedeniyle kamu düzeninin bozulup bozulmadığı, bozulma tehlikesinin bulunup bulunmadığı ya da böyle bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığı olacaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 88) .
58. Anayasa Mahkemesi usulüne uygun olarak verilmiş bir emre aykırı davranışın varlığını tek başına temel hak ve özgürlüklere müdahale için yeterli kabul edemez. Temel hakka müdahaleyi haklı kılacak olan ve emrin amacı olan kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın bozulduğunun veya bozulma tehlikesinin bulunduğunun da kamu gücünü kullanan yetkili mercilerin kararlarında (örneğin ceza tutanağını düzenleyen polis raporlarında veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, §§ 51, 53).
59. Yine mevcut başvurularda olduğu gibi göstericilerin şiddet eylemlerine karışmadıkları veya toplantı nedeniyle bir zarar tehlikesinin doğduğunun gösterilemediği durumlarda kamu makamlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına belirli bir ölçüye kadar müsamaha göstermesi gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Barışçıl bir gösteri veya basın açıklaması nedeniyle -somut olayda olduğu gibi- ilke olarak cezai bir yaptırım da uygulanmaması gerekir.
60. Kamu düzeninin bozulduğunun veya bozulma tehlikesinin ortaya çıktığının ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterilemediği, temel haklara müdahalenin gerçekleştiği her kamu gücü eylem ve işlemi temel hak ve özgürlükleri ihlal edebilir. Somut olayda idarece provokasyon ihtimali, işyerlerinin maddi kayıplarının olabileceği, eğitim-öğretim faaliyeti yürüten özel dershanelerdeki öğrencilerin eğitimlerinin olumsuz yönde etkileneceği, ibadet amacıyla gelen vatandaşların ibadetlerinin sağlıklı ortamda yerine getiremeyeceği ve turistlerin olumsuz şekilde etkilenecekleri gerekçesiyle belli bölgelerin basın açıklaması yapılmayacak alan olarak belirlenmesinin ortaya çıkabilecek bazı zararları önlemek amacına yönelik olduğu açıktır.
61. Bununla birlikte, Valilik kararında belirtilen kamu düzeninin bozulabileceğine ilişkin unsurların somut olayda ortaya çıkıp çıkmadığı veya bu yöndeki tehlikenin varlığının inceleme konusu olayda ne şekilde ortaya çıktığına ilişkin olarak polis tutanaklarında ve Hâkimlik kararlarında herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle idare ve derece mahkemeleri; Valilik kararının gerekçesinde ifade edildiği şekilde başvurucuların yaptıkları basın açıklamasının eğitimi aksattığını, turistleri tedirgin ettiğini, kamu düzenini bozduğunu veya bozma tehlikesi ortaya çıkardığını somut olayla bağlantılı olarak ortaya koyamamışlardır. Bundan başka basın açıklamasına kolluk güçleri veya idare tarafından bir müdahalede bulunulmadığının da altı çizilmelidir.
62.Mevcut başvuruda Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile başvurucuların aynı madde kapsamındaki hakları arasında adil bir denge sağlanamamıştır. Sonuç olarak başvuruculara verilen idari para cezalarının zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulduğu söylenemez.
63. Anayasa'nın 34. maddesi barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan kişilere kınanabilir bir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezanın dahi uygulanmamasını temin eder. Zira barışçıl gösteriye katılanlar hakkında gösteri sonrasında idari para cezaları verilmesi gibi yaptırımlar kişilerin haklarını kullanmalarında caydırıcı etkiye neden olabilir(Rıza Gökçen Erus, § 55).Somut olayda başvurucuların sendika üyesi oldukları nazara alındığında uygulanan para cezalarının başvurucuların benzer toplantı veya gösterilere katılmalarında caydırıcı etki doğurabileceği kabul edilmelidir.
64. Dolayısıyla idari para cezası verilmesi nedeniyle başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemeyeceği kanaatine ulaşılmıştır.
65. Buna göre Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
66. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
67. Başvurucular, maddi tazminat olarak para cezasının iadesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
68. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
69. Başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Hatay 2. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
70. Yeniden yargılama yapılmasına hükmedildiğinden ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 2.495,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.475,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNAOYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Hatay 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş 2014/1111, 2014/1113, 2014/1114, 2014/1189, 2014/1195, 2014/1196, 2014/1198, 2014/1200, 2014/1201, 2014/1230, 2014/1413)GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların diğer taleplerinin REDDİNE,
E. 2.495,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.475,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/11/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Başvuru, basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olan yerde yapılan basın açıklamasından dolayı idari para cezası uygulanması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Mahkememiz çoğunluğunca, başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak değerlendirilemeyeceği kanaatine ulaşılarak, Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Aşağıda açıklanan nedenlerle tarafımızca karara iştirak edilememiştir.
Vatandaşlar tarafından Başbakanlık İletişim Merkezi’ne (BİMER) ve Hatay Valiliğine dilekçe ile müracaat edilerek bazı ekonomik ve sosyal nedenlerle araç trafiğine kapalı durumda olan Hatay ili Antakya Merkez Hürriyet Caddesinin belli bir bölümünde eskiden beri yapılagelmekte olan bazı etkinliklerin başka alanlara kaydırılması talep edilmiştir. Valiliğe yapılan başvuruda basın açıklamaları ve diğer toplumsal etkinliklerden dolayı zaman zaman provokasyonların görüldüğü, şiddet olayları meydana geldiği ve böyle olunca da işyerlerinde maddi kayıplar yaşandığı ifade edilmiştir. Başvuruda ayrıca bu bölgede eğitim gören öğrencilerin eğitimlerinin olumsuz yönde etkilendiği, yine turistik niteliği bulunan bu bölgede mevcut olan cami ve kiliseye ibadet amacıyla gelen vatandaşların ibadetlerini sağlıklı ortamda yerine getiremedikleri ve gelen turistlerin oluşan gerginlikten dolayı olumsuz etkilendikleri ifade edilmiştir.
Valilik, sivil toplum kuruluşlarının ve semavi dinlerin temsilcileri, cadde esnafı ile kamu kurum ve kuruluşlarının yetkililerinin katılımıyla bir dizi toplantı yapmıştır. Anayasa Mahkemesine sunulan belgelerden, toplantıya katılanların büyük çoğunluğunun, belirtilen alanların -trafiğe kapalı alan olması nedeniyle- kültür ve sanat faaliyetlerinin icra edildiği alanlar olarak değerlendirilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır.
Yapılan toplantıların ardından, Hatay Valiliğinin 28.06.2013 tarih ve 3037 sayılı kararı ile talepte belirtilen gerekçelerle anılan bölgede basın açıklaması yapılması yasaklanmıştır. Alınan karar, belediye hoparlörlerinden günde üç defa anons edilmek suretiyle ilan edilmiştir. İlan metninde yasaklanan güzergâh üzerinde 3 adet ibadethane, 10 adet özel eğitim kurumu ve 114 işyeri bulunduğu belirtilmiş ve bu işyerlerinde 1.100 kişinin çalıştığı, özellikle hafta sonları 30.000 vatandaşın bu güzergâhı kullandığı ifade edilmiştir. Ayrıca Valilik kararı tüm yerel radyolar, TV'ler, gazeteler ile odalar, dernekler, sendikalar, siyasi partiler ve vakıflara ayrı ayrı tebliğ edilmiştir. EĞİTİM-SEN'e de 2.7.2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
EĞİTİM-SEN tarafından anılan kararın iptali istemiyle dava açılmıştır. Söz konusu davada, Hatay İdare Mahkemesince kararın iptaline karar verilmiş ise de, temyiz incelemesi esnasında Danıştay 10. Dairesi tarafından Mahkeme kararının önce yürütülmesinin durdurulmasına ve nihayetinde bozulmasına karar verilmiştir. Dolayısıyla Valilikçe alınan karar başvuru konusu olayın yaşandığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunmaktadır.
Mevcut başvuruda başvurucuların öğretmen oldukları ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM-SEN) üyesi oldukları hatırda tutulmalıdır. Bundan başka başvurucu Ayhan Erkal EĞİTİM-SEN’in Hatay Şube Başkanı, başvurucular Dursun Soydan ve Yusuf Mengilli ise Hatay Şube Yönetim Kurulu üyesidirler. Dolayısıyla başvurucuların valiliğin kararından ve sonraki yargısal süreçlerden haberdar olmadıkları da söylenemeyecektir.
Devletler, barışçıl toplanma hakkını sadece korumakla değil, aynı zamanda bu hakkın kullanılmasına makul olmayan dolaylı kısıtlamalar getirmekten kaçınmakla da yükümlüdürler. Bununla birlikte, asayişin sağlanması veya korunması için, yani bir anlamda hem gösteriye katılan ve hem de gösteri ile ilgi ve bağlantısı olmayan kişilerin güvenliğini de sağlamak ve kamu düzenini korumak için toplantı düzenlemeyi bildirim yahut yer sınırlaması gibi şekil şartlarına bağlayabilirler.
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinde; il sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanmasının ve önleyici kolluk yetkisinin valinin ödev ve görevlerinden olduğu belirtilmiştir. Söz konusu kurala göre valilik, bahsi geçen görevlerini yapabilmek için gereken karar ve tedbirleri alacak; bu hususta alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymayanlar hakkında ise 66. madde hükmü uygulanacaktır. 5442 sayılı Kanun’un 66. maddesinde, il genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenlerin veya riayet etmeyenlerin, mahalli mülki amir tarafından Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi hükmü uyarınca cezalandırılacakları ifade edilmiştir. Aynı hükümde, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi halinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananların, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacakları kurala bağlanmıştır.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Emre aykırı davranış" kenar başlıklı 32. maddesinde de; yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye idari para cezası verileceği ve bu cezaya emri veren makam tarafından karar verileceği hükmü yer almaktadır.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 1. maddesinde, bu Kanunda yer alan düzenlemelerin toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla getirildiği ifade edilmiş ve 2. maddesinde "kabahat" kavramı, kanunun, karşılığında yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık olarak tanımlanmıştır. Bilindiği üzere kabahatler hukuku kurallarıyla devlet, toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla, bireylere, yapma veya yapmama şeklindeki davranış yükümlülüklerini tek yanlı olarak dikte etmekte ve bunların ihlal edilmesi halinde yaptırım uygulanacağını söylemektedir. Kabahatler hukukunda bir davranışın yaptırıma bağlanmasının nedeni, söz konusu davranışın bir normu ihlal etmiş olmasıdır.
Bu bağlamda, sonucuna bağlı olmaksızın, salt bir normun ihlal edilmiş olmasının yaptırıma bağlanmasının nedeni normun ihlal edilmesiyle ortaya çıkma olasılığı bulunan ve toplum düzenini bozabilecek veya tehdit edebilecek nitelikteki fiillerin meydana gelmesinin önlenmesidir.
Dolayısıyla bir kısım eylem veya eylemsizlik hallerinin kabahat olarak nitelendirilmesi ve yaptırıma bağlanmasının sebebi yalnızca toplum düzeninin bozulmuş olması değildir. Kimi durumlarda bir eylem veya eylemsizlik, kamu düzeninin bozulma ihtimalini (tehlikesini) önlemek amacıyla kabahat olarak düzenlenebilmektedir. Buradaki kamusal yarar, söz konusu tehlikenin ortaya çıkması ihtimalinin önlenmesidir.
Somut başvuruya konu olayda sendikalara yönelik bir emir çıkarılmadığı gibi, sendikal faaliyetlere veya üyelerinin basın açıklaması yapmalarını engellemeye yönelik olarak da bir emir çıkartılmamıştır. Ayrıca çıkartılan emir, sendikal faaliyetlerin veya basın açıklamalarının içerikleri ile de ilgili değildir. İdari para cezası yalnızca başvurucuların Valilikçe yasaklanan yerde toplantı yapmak suretiyle kamu düzeninin bozulma tehlikesini ortaya çıkarmaları nedeniyle uygulanmıştır. Dolayısıyla mevcut başvuruda başvurucuların cezalandırılmasına temel alınan hukuki çerçevenin genel bir yasaklama tedbiri olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
Çoğunluk görüşünde kamu düzeninin bozulduğunun veya bozulabileceğine ilişkin unsurların somut olayda ortaya konulması gerektiği ifade edilmiştir. Ancak söz konusu kabahat bir somut tehlike suçu olmayıp soyut tehlike suçudur. Yasaklanan eylemin yapılmasıyla yetkili merciin emrine aykırı davranılmış, başka bir deyişle kabahat fiili gerçekleşmiş demektir. Bu sebeple de ayrıca somut bir zararın veya tehlikenin doğup doğmadığının araştırılmasına gerek bulunmamaktadır.
Bu kapsamda somut olayda gerçekleştirdikleri yürüyüş ve basın açıklaması ile ibadethanelere gelen kişilerin ibadetlerinin etkilenme derecesinin, eğitim kurumlarında eğitim - öğretim gören öğrencilerin hangi surette etkilendiklerinin; cadde üzerinde bulunan işyerlerinde meydana gelen zarar miktarının ve son olarak bölgeye gelen turistlerin ne şekilde etkilendiklerinin somut olarak tespitinin zorluğu da gözden kaçırılmamalıdır. Dolayısıyla bir zararın meydana geldiğinin gösterilmesine gerek olmaksızın soyut olarak emre aykırı davranışın gerçekleştirilmesi ile kabahatin işlendiğinin kabul edilmesi gerekir.
Açıkladığım nedenlerle, yasalarla idareye bir kısım mekânlarda basın açıklaması yapılmasını yasaklama yetkisi verilmiş olmasının ve bu yasağa uyulmaması halinde idari para cezası ile cezalandırılmasının toplumsal bir ihtiyacı karşılamadığı söylenemeyecektir. Mevcut başvuruda söz konusu basın açıklamasının öngörülebilir olarak bazı faaliyetlerin aksamasına neden olduğu veya kamu düzenini bozduğu yönünde herhangi bir değerlendirme bulunmasa bile başvurucuların yetkili merciin emirlerine aykırı hareket etmeleri tek başına cezalandırılabilir bir davranıştır ve başvurucuların cezalandırılması toplumsal bir ihtiyacı karşılamaktadır.
Bununla birlikte, başvuruculara uygulanan para cezasının idari nitelikte bir ceza olduğu, adli sicil kayıtlarına işlenmediği, miktar itibarıyla başvurucular üzerinde katlanılması mümkün olmayacak bir ağırlıkta olmadığı dikkate alındığında, başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin orantısız olduğu da söylenemez.
Bu nedenle, başvuruya konu müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu, Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle Mahkememizin sayın çoğunluğunun aksi yöndeki görüşüne iştirak edilememiştir.
Üye Kadir ÖZKAYA |
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
MUSTAFA DEMİRAYDİN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/1051) |
|
Karar Tarihi: 21/3/2019 |
R.G. Tarih ve Sayı: 7/5/2019-30767 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Serruh KALELİ |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
Raportör |
: |
Yücel ARSLAN |
Başvurucu |
: |
Mustafa DEMİRAYDİN |
Vekili |
: |
Av. Bedia BORAN BULUT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olan yerde yapılan basın açıklamasına katılım dolayısıyla idari para cezası kesilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş verilmesine gerek duyulmadığını bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, öğretmen olup Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM-SEN/Sendika) Muş Şube başkanıdır.
9. KESK Muş Şubeler Platformu olarak bilinen ve başvurucunun da içinde bulunduğu grup 10/6/2014 tarihinde Diyarbakır'ın Lice ilçesinde Kalekol yapımının protesto edilmesi sırasındaki müdahale nedeniyle üç kişinin ölümünü protesto etmek üzere 24/6/2014 tarihinde Muş Valiliğinin otoparkında toplanmışlardır. Basın açıklaması yapan grup daha sonra olaysız dağılmıştır.
10. Valilik kararıyla daha önce basın açıklaması yapılamayacak yerler belirlenmiştir. Söz konusu kararda; Valilik binası, Defterdarlık binası, Muş Adliye Sarayı iç kısımları, önü, çevresi, ayrıca otoparkları ve müştemilatları da bu alanlar arasında olduğu, ayrıca bir yerde toplanarak basın açıklaması adı altında açıklama yapılacak yere toplu gitme ve bu esnada pankart, döviz açarak slogan atanların eylemlerinin başka bir suç teşkil etmediği takdirde 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi ile genel hükümler doğrultusunda adli ve idari işleme tabi olduğu belirtilmiştir. Anılan karar sendika başkanlıklarına ve temsilciliklerine önceden usulüne uygun olarak bildirilmiştir.
11. Muş Emniyet Müdürlüğü (İdare) tarafından basın açıklamasına katıldığı tespit edilen ve başvurucunun da aralarında bulunduğu kişilere 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunduklarından bahisle 189 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu 2/7/2014 tarihinde idari para cezasına itiraz etmiştir.
12. İtirazı inceleyen Muş Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 17/12/2014 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir.
13. Hâkimlik kararında; başvurucunun Sendika üyesi olarak Sendikanın bildirisini okuduğunun ve diğer üyeler ile birlikte Muş Valiliği önünde protesto eylemi gerçekleştirdiğinin tutanak içeriğiyle sabit olduğu belirtilmiştir.
14. Kararda; kamu düzeni ve güvenliğinin korunması amacıyla yargı kararları ile oluşan içtihat çerçevesinde mülki idare amirliği tarafından basın açıklaması yapılamayacak yerler arasında kamu hizmeti görülen bina ve tesisler ile hükûmet konaklarının da belirlendiği, söz konusu kararın sendika başkanlıklarına ve temsilciliklerine önceden ve usulüne uygun olarak bildirildiği ifade edilmiştir. Hâkimlik tarafından özgürlüklerin kamu düzenine aykırı olamayacağına, Valilik binası önünde bulunan ve kamu hizmeti görülen bir yer olan Valilik binası eklentisi durumunda Valiliğe ait otoparkta basın açıklaması gerçekleştirilmesinin kanuna aykırı olduğuna karar verilmiştir.
15. Karar başvurucuya 19/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 19/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
17. Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30).
18. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mevcut başvuruya benzer başvurulardan olan Akarsubaşı/Türkiye (B. No: 70396/11, 21/7/2015) başvurusunu 21/5/2015 tarihinde karara bağlamıştır. Devlet memuru ve KESK üyesi olan başvurucu, Adana Adliyesi önünde EĞİTİM-SEN tarafından düzenlenen gösteriye katılmıştır. Burada bir basın açıklaması okunmuş ve göstericiler söz konusu basın açıklaması çerçevesinde kendi kurumlarında kreş yapılmasını talep etmişlerdir. Başvurucu hakkında, daha önce basın açıklaması yapılamayacak yerlere ilişkin olarak verilmiş Valilik kararını ihlal edecek şekilde Adliye Sarayının giriş merdivenleri önünde yapılan bu basın açıklamasına katılım gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun’un 32. maddesine dayanılarak 143 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucunun itirazları mahkemece reddedilmiştir.
19. AİHM; devletlerin yalnızca barışçıl toplantı hakkını korumakla değil aynı zamanda bu hakka yasaya aykırı nitelikte dolaylı sınırlamalar getirmekten kaçınmakla da yükümlü olduklarını hatırlatmıştır. AİHM, basın açıklamasının barışçıl özelliğine vurgu yapmış ve kamu makamlarının barışçıl biçimde yapılan bir gösteriye karşılık vermeleri gerektiğinde başvurucunun barışçıl şekilde gösteri yapma hakkı ile yerel makamların kamu düzenini koruma hakkı arasındaki dengeyi sağlamakla yükümlü olduğunu belirtmiştir.
20. AİHM, ilk derece mahkemesinin söz konusu dengelemeyi yapmadığı gibi gösterinin amacını ve barışçıl niteliğini de değerlendirmediğine dikkat çekmiştir. AİHM'e göre başvurucuya yalnızca basın açıklamasının okunması gereken bir gösteriye katıldığı gerekçesiyle para cezası verilmesi, bir sendikaya üye olan herkesi cezalandırılma korkusuyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 11. maddesi ile güvence altına alınan toplantı ve gösteri yapma hakkını kullanmaktan caydırabilecek niteliktedir. AİHM, 5326 sayılı Kanun’un 32. maddesinin imkân verdiği müdahalenin zorlayıcı bir sosyal gereksinime karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli gerekçe ile gösterilemediği ve Sözleşme’nin 11. maddesi anlamında demokratik bir toplumda gerekli olarak görülemeyeceği sonucuna varmıştır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 21/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu; yapılan sendikal toplantılar ve basın açıklamalarının -ceza hukuku anlamında suç olmadığı için- idarece 5326 sayılı Kanun kapsamında değerlendirildiğini ve bu nedenle öngörülemez bir ceza verildiğini, anılan Kanun'a göre işlem yapılmasının sistematik bir hâl aldığını belirtmiştir. Başvurucu, eyleminin yasalar kapsamında herhangi bir ceza gerektirmeyen temel hak ve özgürlüklerin kullanımı niteliğinde ve sendikal bir etkinlik kapsamında olduğunu belirterek uluslararası sözleşmelerde ve Anayasa'da güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile sendika hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
23. Başvurucu; EĞİTİM-SEN'in yasal ve meşru birçok eylem ve etkinliği hakkında adli ve idari soruşturma başlatıldığını, verilen disiplin cezalarının mahkemelerce iptal edildiğini, kovuşturmaların tamamına yakınının beraatle sonuçlandığını, idari mercilerin bu nedenle 5326 sayılı Kanun'a göre işlem yapma yoluna gittiklerini ve uygulamanın keyfîlik boyutuna vardığını ifade etmiştir. Başvurucu; itiraz üzerine kesin olarak verilen mahkeme kararlarının gerekçesiz olduğunu ve anılan Kanun'a göre verilen idari para cezaları yönünden etkili bir yol bulunmadığını, bu suretle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
24. Başvurucu ayrıca, Sendika üyelik aidatının yıllık 135 TL olduğu dikkate alındığında verilen idari para cezasının caydırıcı nitelikte olduğunu iddia etmiştir. Yine EĞİTİM-SEN'in muhalif kimliğinden dolayı bu tür uygulamaların muhatabı olduğunu belirterek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru, Sendikanın kolektif eylemler nedeniyle üyelerinin mesleki çıkarlarını koruma özgürlüğü ile doğrudan ilişkili değildir (sendika hakkının kapsamı için bkz. Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, §§ 30-32; aynı yönde değerlendirmeler için bkz. Gülfidan Yıldırım, B. No: 2014/12290, 19/7/2017, § 22). Bu nedenle başvurucunun şikâyetinin toplantı ve gösteri düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir
26. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
28. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 53; sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 48). Bu sebeple başvurucunun katıldığı gösteri yürüyüşüne kolluk kuvvetleri herhangi bir müdahalede bulunmamış olsa bile daha sonra idari para cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir (Dursun Soydan ve diğerleri, B. No: 2015/2948, 14/11/2018, § 39).
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
29. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
30. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
31. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69).
ii. Meşru Amaç
32. Başvurucunun idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
33. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, § 45).
34. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52). Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).
(b)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
35. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72; AYM, E.2018/69, K.2018/47, 3/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, § 18). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan, § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70; ifade özgürlüğü bağlamında bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir (Dilan Ögüz Canan, §§ 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74; ifade özgürlüğü bağlamında Bekir Coşkun, §§ 44, 47; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50).
36. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlemek yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir. Meşru amaçların bir olayda varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Dilan Ögüz Canan, § 33; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74; Adalet Mehtap Buluryer, § 71).
(c) Barışçıl Toplanma Hakkı
37. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi, gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).
(d) Sınırlamanın Niteliği
38. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilirler. Alınan bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de cezalar verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81; toplantı hakkına kamu düzeninin bozulması nedeniyle yapılan bir müdahalenin demokratik toplumda gerekli olduğuna karar verildiği bir başvuru için bkz. Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 76-86).
39. Bununla birlikte alınan tedbirlerin veya öngörülen cezaların barışçıl toplantı hakkına dolaylı olarak usulsüz sınırlamalara dönüşmesine müsaade edilemez. Güvence altına alınan toplanma hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 42; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 76).
40. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53; Dursun Soydan ve diğerleri, § 58).
(e) Caydırıcı Etki
41. Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan ve bir gösteride yasaklanmamış davranışlarda bulunan kişilerin toplantı hakkı, kınanabilir bir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezanın dahi uygulanmamasını temin eder. Zira bu tip soruşturmalar ve cezalandırmalar caydırıcı etki doğurma potansiyeli taşımaktadır. Gösteri sonrası yapılan müdahaleler de -barışçıl gösteriye katılanlar hakkında idari para cezaları verilmesi gibi- ileride kişilerin haklarını kullanmalarında caydırıcı etkiye neden olabilir (Rıza Gökçen Erus, § 55; Dursun Soydan ve diğerleri, § 63).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
42. Somut olayda Muş Valiliği bazı alanlarda basın açıklaması yapılmasını kamu düzeni ve güvenliğinin korunması amacıyla yasaklamıştır (bkz. § 10). Başvurucunun ve arkadaşlarının izin verilmeyen alanda basın açıklaması yapması üzerine 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca emre itaatsizlik edildiği gerekçesiyle idari para cezası şeklinde yaptırım kararı uygulanmıştır.
43. Öncelikle devletin kamunun huzuru ve güvenliğinin sağlanması amacıyla yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi pek çok kararında 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinde yer alan emre itaatsizlik kabahatinin barışçıl gösterilere dolaylı müdahale edilmesinde kullanılma riski bulunduğuna dikkat çekmiştir (Rıza Gökçen Erus, § 61; Dursun Soydan ve diğerleri.§ 55).
44. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca yetkili merciler tarafından verilen emrin amacı kamu güvenliğinin, kamu düzeninin veya genel sağlığın korunması olmalıdır. Emre aykırı davranışın cezalandırılabilmesi için kanunda öngörülen kabahatin uygulanma koşullarının somut olayda bulunup bulunmadığı ve kabahatin unsurlarının neler olması gerektiği meselesi Anayasa Mahkemesinin ilgi alanının dışındadır. Buna karşılık yetkili mercinin verdiği emir ya da bu emre aykırı davranışın cezalandırılması anayasal bir hakka müdahale oluşturursa bu müdahale, Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında olacaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 87).
45. Bir kimse sırf emre aykırı davranmış olması nedeniyle cezalandırılmış ve Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere bir müdahalede bulunulduğunu kabul etmiş ise Anayasa Mahkemesinin bundan sonra denetleyeceği ilk husus emre aykırılık nedeniyle kamu düzeninin bozulup bozulmadığı, bozulma tehlikesinin bulunup bulunmadığı ya da böyle bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığı olacaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 88; Rıza Gökçen Erus, § 63; Dursun Soydan ve diğerleri.§ 57) .
46. Anayasa Mahkemesi usulüne uygun olarak verilmiş bir emre aykırı bir davranışın varlığını tek başına temel hak ve özgürlüklere müdahale için yeterli kabul edemez. Temel hakka müdahaleyi haklı kılacak olan ve emrin amacı olan kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın bozulduğunun veya bozulma tehlikesinin bulunduğunun da kamu gücünü kullanan yetkili mercilerin kararlarında gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, §§ 51, 53). Yine mevcut başvuruda olduğu gibi göstericilerin şiddet eylemlerine karışmadıkları durumlarda kamu makamlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına belirli bir ölçüye kadar müsamaha göstermesi gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Barışçıl bir gösteri veya basın açıklaması nedeniyle -somut olayda olduğu gibi- ilke olarak cezai bir yaptırım da uygulanmaması gerekir (Rıza Gökçen Erus, §§ 54, 55; Dursun Soydan ve diğerleri, § 59).
47. Kamu düzeninin bozulduğunun ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterilemediği, temel haklara müdahalenin gerçekleştiği her kamu gücü eylem ve işlemi temel hak ve özgürlükleri ihlal edebilir. Somut olayda kamu hizmeti görülen bina ve tesisler ile hükûmet konaklarında basın açıklaması yapılamayacağı yönünde karar alınmıştır. Söz konusu idari kararın kurumların düzgün işleyişi, kamu hizmetlerinin sağlıklı yürütülmesi ve genel ifadeyle kamu düzeninin bozulmasını önlemek amacına yönelik olduğu açıktır. Bununla birlikte somut olayda polis tutanaklarında ve Hâkimlik kararlarında söz konusu basın açıklamasının bazı faaliyetlerin önemli derecede aksamasına neden olduğu veya kamu düzenini bozduğu ya da bu yönde ciddi bir tehlike doğurduğu yönünde herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle idare ve derece mahkemeleri; başvurucunun katıldığı basın açıklamasının kamu hizmetlerinin aksattığını, kamu düzenini bozduğunu veya bozma tehlikesi ortaya çıkardığını ortaya koyamamışlardır.
48. Aynı şekilde basın açıklamasının barışçıl bir şekilde tamamlandığı, açıklama yapan grubun olaysız dağıldığı da gözönüne alınmamıştır. Yine basın açıklamasına kolluk güçleri veya idare tarafından bir müdahale yapılması gereği duyulmamış, başvurucu hakkındaki idari para cezası basın açıklamasından sonra kolluk güçleri tarafından düzenlenmiştir.
49. Dolayısıyla somut olayda başvurucuya verilen idari para cezasının zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaca yönelik olarak başvurucunun katıldığı basın açıklamasının kamu hizmetlerini aksattığının, kamu düzenini bozduğunun veya bozma tehlikesi ortaya çıkardığının ilgili ve yeterli surette ortaya konulduğu söylenemez.
50. Sonuç olarak mevcut başvuruda Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile başvurucunun aynı madde kapsamındaki hakları arasında adil bir denge sağlanamamıştır. Bu nedenle başvurucuya verilen idari para cezasının -başvurucunun sendika üyesi olduğu ve kendisi üzerindeki caydırıcı etkisi de dikkate alındığında- demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
51. Buna göre Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
52. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
53. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
54. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
55. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
56. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
57. Başvurucu, ihlal tespitine ve para cezasının iadesine karar verilmesini talep etmiş; tazminat talebinde bulunmamıştır.
58. Anayasa Mahkemesi başvurucuya verilen idari para cezası nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu nedenle ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte idari para cezasının iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi ve dolayısıyla davada ihlalin giderilememesi nedeniyle ihlalin aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklandığı görülmektedir.
59. Bu durumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılması kapsamında Muş Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Bu doğrultuda ilgili mahkemece, ihlal sonucuna uygun olarak idari para cezasının iptali talebinin reddine ilişkin mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına karar verilmesi gerekmektedir.
60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Muş Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş. 2014/72)GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/3/2019 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Başvuru, basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olan yerde basın açıklaması yapılmasından dolayı uygulanan idari para cezasının iptali istemiyle yapılan itirazın reddedilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Mahkememiz çoğunluğunca, başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak değerlendirilemeyeceği kanaatine ulaşılarak ihlal kararı verilmiştir.
Aşağıda açıklanan nedenlerle tarafımızca karara iştirak edilememiştir.
Başvurucu, öğretmen olup Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM-SEN/Sendika) Muş Şube başkanıdır.
Diyarbakır'ın Lice ilçesindeki Kalekol yapımının protesto edilmesi sırasında üç kişinin ölmüş olmasını protesto etmek amacıyla başvurucunun da içinde yer aldığı KESK Muş Şubeler Platformu olarak adlandırılan grup, 24.06.2014 tarihinde Muş Valiliğinin otoparkında toplanıp, basın açıklaması yapmışlar ardından da olaysız olarak dağılmışlardır.
Başvuru konusu olaydan daha önceki bir tarihte Valilik kararıyla basın açıklaması yapılamayacak yerler belirlenmiş; söz konusu kararda, Valilik binası, Defterdarlık binası, Muş Adliye Sarayı iç kısımları, önü, çevresi, ayrıca otoparkları ve müştemilatları da bu alanlar arasında sayılmış ve söz konusu emre uymayanlar hakkında 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi ile genel hükümler doğrultusunda adli ve idari işlem yapılacağı belirtilmiş ve anılan karar sendika başkanlıklarına ve temsilciliklerine önceden usulüne uygun olarak bildirilmiştir. Dosyada, söz konusu emirden başvurucunun haberinin olmadığına ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca söz konusu emrin iptali isteğiyle dava açıldığına veya iptal edildiğine ilişkin de bir bilgi bulunmamaktadır.
Devletlerin, barışçıl toplanma hakkın sadece korumakla değil, aynı zamanda bu hakkın kullanılmasına makul olmayan dolaylı kısıtlamaları getirmekten kaçınmakla da yükümlü olduklarında kuşku bulunmamaktadır. Bununla birlikte asayişin sağlanması veya korunması (bir anlamda hem gösteriye katılan ve hem de gösteri ile ilgi ve bağlantısı olmayan kişilerin güvenliğini de sağlamak ve kamu düzenini korumak) için toplantı düzenlemeyi bildirim yahut yer sınırlaması gibi şekil şartlarına bağlayabileceklerinde de kuşku bulunmamaktadır.
5442 sayılı il idaresi Kanunu'nun 11. maddesinde; il sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanmasının ve önleyici kolluk yetkisinin valinin ödev ve görevlerinden olduğu belirtilmiştir. Söz konusu kurala göre valilik, bahsi geçen görevlerini yapabilmek için gereken karar ve tedbirleri alacak; bu hususta alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymayanlar hakkında ise 66. madde hükmü uygulanacaktır. 66. maddeye göre ise, il genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye dayanılarak alınıp usulüne göre tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahalli mülki amir tarafından Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi hükmüne göre cezalandırılabileceklerdir. 5326 say1h Kabahatler Kanunu'nun "Emre aykırı davranış” kenar başlıklı 32. maddesinde de; yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye idarî para cezası verileceği hükme bağlanmıştır.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 1. maddesinde, bu Kanunda yer alan düzenlemelerin, toplum düzenini, genel ahlâkı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla getirildiği ifade edilmiş ve 2. maddesinde de “kabahat” kavramı, kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık olarak tanımlanmıştır.
Bilindiği üzere kabahatler hukuku kurallarıyla devlet, toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla, bireylere, yapma veya yapmama şeklindeki davranış yükümlülüklerini tek yanlı olarak dikte etmekte ve bunların ihlal edilmesi halinde yaptırım uygulanacağını söylemektedir. Kabahatler hukukunda bir eylemin (ya da eylemsizliğin) yaptırıma bağlanmasının nedeni, öncelikle söz konusu davranışın (ya da eylemsizliğin) bir normu ihlal etmiş olmasıdır. Sonucuna bağlı olmaksızın, salt bir normun ihlal edilmiş olmasının yaptırıma bağlanmasının nedeni ise normun ihlal edilmesiyle ortaya çıkma olasılığı bulunan ve toplum düzenini bozabilecek veya tehdit edebilecek nitelikte olan olayların meydana gelmesinin önlenmesidir. (Bu olaylar nedeniyle hiçbir zarar oluşmasa bile.) Dolayısıyla bir kısım eylem veya eylemsizlik hallerinin kabahat olarak nitelendirilip yaptırıma bağlanmasında mutlaka toplum düzeninin bozulmuş olması sonucu aranılamaz.
Somut olayda sendikalara yönelik bir emir çıkarılmadığı gibi, sendikal faaliyetlere veya üyelerinin basın açıklaması yapmalarının engellenmesine yönelik olarak da bir emir çıkartılmamıştır. Ayrıca çıkartılan emir, sendikal faaliyetlerin veya basın açıklamasının içeriği ile de ilgili değildir. İdari para cezası yalnızca Valilikçe yasaklanan yerde toplanarak basın açıklaması yapmak suretiyle kamu düzeninin bozulma tehlikesinin ortaya çıkarılması nedeniyle uygulanmıştır. Dolayısıyla mevcut başvuruda başvurucuya idari para cezası uygulanmasına temel alınan hukuki çerçevenin genel bir yasaklama tedbiri olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
Çoğunluk görüşünde kamu düzeninin bozulduğunun veya bozulabileceğine ilişkin unsurların somut olayda ortaya konulması gerektiği ifade edilmiştir. Oysa söz konusu kabahat bir somut tehlike suçu olmayıp soyut tehlike suçudur. Yasaklanan eylemin yapılmasıyla yetkili merciin emrine aykırı davranılmış başka bir deyişle kabahat fiili gerçekleşmiş demektir. Ayrıca somut bir zararın doğup doğmadığının araştırılmasına gerek bulunmamaktadır. Dolayısıyla bir zararın meydana geldiğinin gösterilmesine gerek olmaksızın emre aykırı davranışın gerçekleştirilmesi ile kabahatin işlendiğinin kabul edilmesi gerekir.
Hal böyle olunca, yasalarla idareye bir kısım mekânlarda basın açıklaması yapılmasını yasaklama yetkisi verilmiş olmasının ve bu yasağa uyulmaması halinde idari para cezası uygulanmasının toplumsal bir ihtiyacı karşılamadığı söylenemeyecektir. Mevcut başvuruda söz konusu basın açıklamasının öngörülebilir olarak bazı faaliyetlerin aksamasına neden olduğu veya kamu düzenini bozduğu yönünde herhangi bir değerlendirme bulunmasa bile başvurucunun yetkili merciin emrine aykırı hareket etmesi tek başına cezalandırılabilir bir davranış olup, başvurucu adına idari para cezası kesilmesi toplumsal bir ihtiyacı karşılamaktadır.
Bununla birlikte, başvurucuya uygulanan para cezasının idari nitelikte bir ceza olduğu, adli sicil kayıtlarına işlenmediği, miktar itibarıyla başvurucu üzerinde katlanılması mümkün olmayacak bir ağırlıkta olmadığı dikkate alındığında, başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin orantısız olduğu da söylenemez.
Açıklanan nedenlerle, başvuruya konu müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu, Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle Mahkememizin sayın çoğunluğunun aksi yöndeki görüşüne iştirak edilememiştir.
|
|
|
|
Üye Kadir ÖZKAYA |
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
İHSAN UĞRAŞ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/5365) |
|
Karar Tarihi: 3/4/2019 |
R.G. Tarih ve Sayı: 15/5/2019-30775 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Serruh KALELİ |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Raportör |
: |
Yücel ARSLAN |
Başvurucu |
: |
İhsan UĞRAŞ |
Vekili |
: |
Av. Ali YILMAZ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olan yerde basın açıklaması yapılması nedeniyle idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/3/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, öğretmen olup Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonunun (TÜRKİYE KAMU-SEN) ve Türkiye Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmetleri Kolu Kamu Çalışanları Sendikasının (TÜRK EĞİTİM-SEN/Sendika) Niğde Şube başkanıdır.
9. Niğde Valiliğinin 6/7/2004 tarihli basın açıklamalarının nerelerde yapılıp yapılamayacağına dair kararı 5/8/2004 tarihli ve 25444 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:
“…kamuoyuna hitaben her türlü açıklama ve basın açıklamalarını yapmak isteyen yerli-yabancı gerçek ve tüzel kişilerin sorumluluğu ile kamu görevlilerinin görev ve yetkilerini kapsayan ve kamu düzenini bozmadan, kamu güvenliği içerisinde yapılabilmesi için alınan güvenlik tedbirleri karara bağlanmıştır.
Bu kararda, huzur, güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla Anayasanın 26 ncı maddesi 5442 sayılı İl idaresi Kanununun 11 inci maddesi ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 22 nci maddesi hükümlerine istinaden gerçek ve tüzel kişiler tarafından basına ve kamuoyuna hitaben yapılacak basın açıklamalarının yapılması veya yapılmaması gereken yerler aşağıdaki şekilde belirtilmiştir.
Madde 1 — Valiliğimize bağlı tüm kamu kurum ve kuruluşlarındaki kapalı alanlarda usulüne uygun olarak önceden izin almak veya bildirimde bulunmak kaydıyla yapılması,
Madde 2 — Valilik binası başta olmak üzere, tüm kamu kurum ve kuruluşları önünde ve bunlara ait müştemilatlarda (otopark, bahçe meydanları ve benzeri) ise yapılmaması,
Madde 3 — Umuma mahsus yerlerde ise; İlimiz Belediye Parkı önünde (araç ve yaya trafiğini engellemeyecek şekilde) yapılması,
…
uygun görülmüştür.”
10. Başvurucu ve diğer Sendika yöneticileri, Sendikanın kararı doğrultusunda İl Millî Eğitim Müdürlüğü bünyesinde görev yapan eğitim kurumu yöneticilerinin görev sürelerinin uzatılmasına ilişkin olarak oluşturulan değerlendirme komisyonunun keyfîlikten de öte kasıtlı olarak yaptıklarını iddia ettikleri ve sendika üyesi olan kurum yöneticilerinin yöneticilik görevlerinin sonlanmasına yol açacak değerlendirmelerini protesto etmek istemişlerdir. 25/8/2014 günü saat 17.00 sıralarında başvurucunun da içinde bulunduğu yaklaşık otuz kişilik grup TÜRK EĞİTİM-SEN'e ait kapalı vaziyetteki flamalarla Cumhuriyet Caddesi'ndeki Valilik binası önüne gelmiştir. Valilik binası önünde toplanan grup, okul yöneticilerine verilen değerlendirme puanlarında haksızlık yapıldığını kamuoyuna duyurmak amacıyla bir basın açıklaması yapmıştır. Daha önce alınan duyum üzerine emniyet güçleri yeteri kadar personel ile Valilik önünde tedbir almıştır.
11. Sözlü olarak yapmak istedikleri basın açıklamasının Valilik binası önünde ve müştemilatında yapılamayacağı, bu yönde Valiliğin kararı bulunduğu, basın açıklaması yapılması durumunda emre aykırı davranış nedeniyle kendilerine idari para cezası verileceği yönünde yetkililer tarafından gruba uyarı yapılmıştır. Söz konusu gruptakiler basın açıklamasını yapacaklarını belirtmiş ve hukuki olarak ne gerekiyorsa yapılması yönünde karşılık vermişlerdir.
12. Başvurucu "Türk Eğitim-Sen Niğde Şubesi" ifadesi yazılı pankartın arkasına geçerek Valilik binasının dışında bulunan duvarın önündeki kaldırımda yaya trafiğini kısmen engeller vaziyette toplanan kalabalığa ve basın mensuplarına hitaben saat 17.10 sıralarında basın açıklaması yapmıştır. Basın açıklaması on beş dakika sürmüş ve saat 17.25'te grup olaysız bir şekilde dağılmıştır.
13. Niğde Emniyet Müdürlüğü (İdare) tarafından basın açıklamasına katıldığı tespit edilen ve başvurucunun da aralarında bulunduğu kişilere 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunduklarından bahisle 189 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu 29/8/2014 tarihinde idari para cezasına itiraz etmiştir.
14. İtirazı inceleyen Niğde Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 17/3/2015 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir.
15. Hâkimlik kararında; İdare tarafından gönderilen cevap yazısına atıf yapılarak başvurucu ve arkadaşlarının Valilik kararı ile basın açıklaması yapılamayacak yer olarak belirlenen Cumhuriyet Meydanı'nda basın açıklaması yapılmayacağı, aksi durumda idari para cezası uygulanacağı şeklinde uyarıldıklarının belirtildiğine yer verilmiştir. Kararda, Valiliğin basın açıklamalarının yapılacağı ve yapılamayacağı yerlerin belirlenmesine ilişkin kararı ve kamera görüntüsüne ait çözüm tutanakları dikkate alınarak idari yaptırım kararında herhangi bir usul ve yasaya aykırılık bulunmadığına karar verilmiştir.
16. Karar başvurucuya 18/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 24/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri ([GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31); Rıza Gökçen Erus ve diğerleri (B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30) kararları.
19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mevcut başvuruya benzer başvurulardan olan Akarsubaşı/Türkiye (B. No: 70396/11, 21/7/2015) başvurusunu 21/7/2015 tarihinde karara bağlamıştır. Devlet memuru ve Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) üyesi olan başvurucu, Adana Adliyesi önünde Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) tarafından düzenlenen gösteriye katılmıştır. Burada bir basın açıklaması okunmuş ve göstericiler söz konusu basın açıklaması çerçevesinde kendi kurumlarında kreş yapılmasını talep etmişlerdir. Daha önce basın açıklaması yapılamayacak yerlere ilişkin olarak verilmiş Valilik kararını ihlal edecek şekilde Adliye Sarayının giriş merdivenleri önünde yapılan bu basın açıklamasına katıldığı gerekçesiyle başvurucu hakkında 5326 sayılı Kanun’un 32. maddesine dayanılarak 143 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucunun itirazları Mahkemece reddedilmiştir.
20. AİHM; devletlerin yalnızca barışçıl toplantı hakkını korumakla değil aynı zamanda bu hakka yasaya aykırı nitelikte dolaylı sınırlamalar getirmekten kaçınmakla da yükümlü olduklarını hatırlatmıştır. AİHM, basın açıklamasının barışçıl özelliğine vurgu yapmış ve kamu makamlarının barışçıl biçimde yapılan bir gösteriye karşılık vermeleri gerektiğinde başvurucunun barışçıl şekilde gösteri yapma hakkı ile yerel makamların kamu düzenini koruma hakkı arasındaki dengeyi sağlamakla yükümlü olduğunu belirtmiştir.
21. AİHM, ilk derece mahkemesinin söz konusu dengelemeyi yapmadığı gibi gösterinin amacını ve barışçıl niteliğini de değerlendirmediğine dikkat çekmiştir. AİHM'e göre başvurucuya yalnızca basın açıklamasının okunması gereken bir gösteriye katıldığı gerekçesiyle para cezası verilmesi, bir sendikaya üye olan herkesi cezalandırılma korkusuyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 11. maddesi ile güvence altına alınan toplantı ve gösteri yapma hakkını kullanmaktan caydırabilecek niteliktedir. AİHM 5326 sayılı Kanun’un 32. maddesinin imkân verdiği müdahalenin zorlayıcı bir sosyal gereksinime karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli gerekçe ile gösterilemediği ve Sözleşme’nin 11. maddesi anlamında demokratik bir toplumda gerekli olarak görülemeyeceği sonucuna varmıştır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 3/4/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu; idari para cezasının amacının kamu düzeninin korunması ve kamu güvenliğinin sağlanması olmadığını, konuşmayan ve hakkını aramayan bir toplum yaratmanın hedeflendiğini belirtmiştir. Başvurucu, uluslararası sözleşmelerle ve Anayasa tarafından korunan sendika hakkı kapsamında barışçıl bir şekilde gerçekleştirilen ve on beş dakika süren basın açıklaması dolayısıyla idari para cezası verilmesinin sendika hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru, Sendikanın kolektif eylemler nedeniyle üyelerinin mesleki çıkarlarını koruma özgürlüğü ile doğrudan ilişkili değildir (sendika hakkının kapsamı için bkz. Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, §§ 30-32; aynı yönde değerlendirmeler için bkz. Gülfidan Yıldırım, B. No: 2014/12290, 19/7/2017, § 22). Bu nedenle başvurucunun şikâyetinin toplantı ve gösteri düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
25. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
27. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 53; sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 48). Bu sebeple başvurucunun katıldığı gösteri yürüyüşüne kolluk kuvvetleri herhangi bir müdahalede bulunmamış olsa bile daha sonra idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir (Dursun Soydan ve diğerleri, B. No: 2015/2948, 14/11/2018, § 39).
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
28. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
29. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
30. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69).
ii. Meşru Amaç
31. Başvurucunun idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
32. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, § 45).
33. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52). Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).
(b)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
34. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72; AYM, E.2018/69, K.2018/47, 3/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, § 18). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan, § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70; ifade özgürlüğü bağlamında bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir (Dilan Ögüz Canan, §§ 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74; ifade özgürlüğü bağlamında Bekir Coşkun, §§ 44, 47; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50).
35. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir. Bir olayda meşru amaçların varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Dilan Ögüz Canan, § 33; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74; Adalet Mehtap Buluryer, § 71).
(c) Barışçıl Toplanma Hakkı
36. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda mevcut düzene itiraz eden, barışçıl yöntemlerle düzenin değiştirilmesini ve gerçekleştirilmesini savunan kişilere bu fikirlerini toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).
(d) Sınırlamanın Niteliği
37. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilirler. Alınan bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de cezalar verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81; toplantı hakkına kamu düzeninin bozulması nedeniyle yapılan bir müdahalenin demokratik toplumda gerekli olduğuna karar verildiği bir başvuru için bkz. Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 76-86).
38. Bununla birlikte alınan tedbirlerin veya öngörülen cezaların barışçıl toplantı hakkına dolaylı olarak usulsüz sınırlamalara dönüşmesine müsaade edilemez. Güvence altına alınan toplanma hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 42; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 76).
39. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53; Dursun Soydan ve diğerleri, § 58).
(e) Caydırıcı Etki
40. Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan ve bir gösteride yasaklanmamış davranışlarda bulunan kişilerin toplantı hakkı, kınanabilir bir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezanın dahi uygulanmamasını temin eder. Zira bu tip soruşturmalar ve cezalandırmalar caydırıcı etki doğurma potansiyeli taşımaktadır. Gösteri sonrası yapılan müdahaleler de -barışçıl gösteriye katılanlar hakkında idari para cezaları verilmesi gibi- ileride kişilerin haklarını kullanmalarında caydırıcı etkiye neden olabilir (Rıza Gökçen Erus, § 55; Dursun Soydan ve diğerleri, § 63).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
41. Somut olayda Niğde Valiliği bazı alanlarda basın açıklaması yapılmaması yönünde idari karar almıştır (bkz. § 9). Söz konusu kararın huzur, güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla alındığı görülmektedir. Başvurucunun ve arkadaşlarının izin verilmeyen alanda basın açıklaması yapması üzerine 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca emre itaatsizlik edildiği gerekçesiyle kendilerine idari para cezası şeklinde yaptırım kararı uygulanmıştır.
42. Öncelikle devletin kamunun huzuru ve güvenliğinin sağlanması amacıyla yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir. Bununla birlikte 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinde yer alan "emre itaatsizlik" kabahatinin barışçıl gösterilere dolaylı müdahale edilmesinde kullanılma riski bulunduğu hatırda tutulmalıdır (Rıza Gökçen Erus, § 61; Dursun Soydan ve diğerleri, § 55).
43. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca yetkili merciler tarafından verilen emrin amacı kamu güvenliğinin, kamu düzeninin veya genel sağlığın korunması olmalıdır. Emre aykırı davranışın cezalandırılabilmesi için kanunda öngörülen kabahatin uygulanma koşullarının somut olayda bulunup bulunmadığı ve kabahatin unsurlarının neler olması gerektiği meselesi Anayasa Mahkemesinin ilgi alanının dışındadır. Buna karşılık yetkili mercinin verdiği emir ya da bu emre aykırı davranışın cezalandırılması anayasal bir hakka müdahale oluşturursa bu müdahale, Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında olacaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 87).
44. Bir kimse sırf emre aykırı davranmış olması nedeniyle cezalandırılmış ve Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere bir müdahalede bulunulduğunu kabul etmiş ise Anayasa Mahkemesinin bundan sonra denetleyeceği ilk husus emre aykırılık nedeniyle kamu düzeninin bozulup bozulmadığı, bozulma tehlikesinin bulunup bulunmadığı ya da böyle bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığı olacaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 88; Rıza Gökçen Erus, § 63; Dursun Soydan ve diğerleri.§ 57) .
45. Anayasa Mahkemesi usulüne uygun olarak verilmiş bir emre aykırı bir davranışın varlığını tek başına temel hak ve özgürlüklere müdahale için yeterli kabul edemez. Temel hakka müdahaleyi haklı kılan ve emrin amacı olan kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın bozulduğunun veya bozulma tehlikesinin bulunduğunun da kamu gücünü kullanan yetkili mercilerin kararlarında (örneğin ceza tutanağını düzenleyen polis raporlarında veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) göstermesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, §§ 51, 53). Yine mevcut başvurularda olduğu gibi göstericilerin şiddet eylemlerine karışmadıkları durumlarda kamu makamlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına belirli bir ölçüye kadar müsamaha göstermesi gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Barışçıl bir gösteri veya basın açıklaması nedeniyle -somut olayda olduğu gibi- ilke olarak cezai bir yaptırım da uygulanmaması gerekir (Rıza Gökçen Erus, § § 54, 55; Dursun Soydan ve diğerleri,§ 59).
46. Kamu düzeninin bozulduğunu, bozulma tehlikesinin bulunduğunu ya da böyle bir tehlikenin ortaya çıktığını ilgili ve yeterli bir gerekçe ile göstermeyen ve temel haklara müdahale eden her kamu gücü eylem ve işlemi temel hakları ihlal edebilir. Somut olayda Valilik binası başta olmak üzere, tüm kamu kurum ve kuruluşları önünde ve bunlara ait müştemilatlarda (otopark, bahçe meydanları ve benzeri) basın açıklaması yapılmaması yönündeki idari kararın kurumların düzgün işleyişi ve kamu hizmetlerinin sağlıklı yürütülmesi ve genel ifadeyle kamu düzeninin bozulmasını önlemek amacına yönelik olduğu açıktır. Bununla birlikte somut olayda polis tutanaklarında ve Hâkimlik kararlarında söz konusu basın açıklamasının bazı faaliyetlerin önemli derecede aksamasına neden olduğu veya kamu düzenini bozduğu ya da bu yönde ciddi bir tehlike doğurduğu yönünde herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle idare ve derece mahkemeleri; başvurucunun yaptığı basın açıklamasının kamu hizmetlerinin aksattığını, kamu düzenini bozduğunu veya bozma tehlikesi ortaya çıkardığını ortaya koyamamışlardır.
47. Aynı şekilde basın açıklamasının barışçıl bir şekilde ve on beş dakika gibi kısa bir sürede tamamlandığı, açıklama yapan grubun olaysız dağıldığı da gözönünde bulundurulmamıştır. Yine basın açıklamasına kolluk güçleri veya idare tarafından müdahale edilmesi gereği duyulmamış, başvurucu hakkındaki idari para cezası basın açıklamasından sonra kolluk güçleri tarafından düzenlenmiştir.
48. Dolayısıyla somut olayda başvurucuya verilen idari para cezasının zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaca yönelik olarak verildiği, idare ve yargı makamlarınca ilgili ve yeterli bir surette ortaya konulamamıştır. Ayrıca başvurucunun sendika üyesi olduğu gözönüne alındığında para cezasının ileride haklarını kullanmasında caydırıcı etkisi de söz konusu olabilecektir.
49. Sonuç olarak mevcut başvuruda, Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile başvurucunun aynı madde kapsamındaki hakları arasında adil bir denge sağlanamamıştır. Bu nedenle başvurucuya verilen idari para cezasının kamu düzenin sağlanması ve başkalarının haklarının korunması için demokratik toplum gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
50. Buna göre Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
52. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
53. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
54. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
55. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
56. Başvurucu, ihlal tespitine karar verilmesini talep etmiş; tazminat talebinde bulunmamıştır.
57. Anayasa Mahkemesi başvurucuya verilen idari para cezası nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu nedenle ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte idari para cezasının iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi ve dolayısıyla davada ihlalin giderilememesi nedeniyle ihlalin aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklandığı görülmektedir.
58. Bu durumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılması kapsamında Niğde Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Bu doğrultuda ihlal sonucuna uygun olarak idari para cezasının iptali talebinin reddine ilişkin mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına ilgili mahkemece karar verilmesi gerekmektedir.
59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Niğde Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş. 2014/335) GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/4/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ZEYNEP GÜLŞAH AKSOY BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2016/50678) |
|
Karar Tarihi: 28/5/2019 |
R.G. Tarih ve Sayı: 5/7/2019 - 30822 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör |
: |
Burak FIRAT |
Başvurucu |
: |
Zeynep Gülşah AKSOY |
Vekili |
: |
Av. Doğukan Tonguç CANKURT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir protesto eylemi sırasında afiş astığı için başvurucuya idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/10/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Arka Plan Bilgisi
8. Türkiye'de 2015 yılının ikinci yarısından başvuruya konu eylemin yapıldığı tarihe kadar çok sayıda terör saldırısı ile birlikte toplumsal infial yaratan bazı olaylar yaşanmıştır. Bunlardan bazıları, açık kaynaklardan edinilen bilgiler ışığında kronolojik olarak sıralanmıştır.
i. 5/6/2015 tarihinde Halkların Demokratik Partisinin (HDP) Diyarbakır'daki seçim mitingine bombalı saldırı düzenlenmiştir. 7/6/2015 tarihinde yapılan Milletvekili Genel Seçimi'nden iki gün önce düzenlenen saldırıda beş kişi ölmüş, dört yüzün üzerinde kişi de yaralanmıştır.
ii. 20/7/2015 tarihinde Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde canlı bomba saldırısı düzenlenmiştir. Saldırıda otuz dört kişi ölmüş, yüzden fazla kişi de yaralanmıştır.
iii. 10/8/2015 tarihinde İstanbul Sultanbeyli Fatih Polis Merkezine bomba yüklü araçla saldırı düzenlenmiştir. Saldırının ardından çıkan çatışmada bir polis memuru şehit olmuştur.
iv. 10/10/2015 tarihinde Ankara'da gerçekleştirilen Barış Mitingi'nin toplanma yeri olan Ankara Garı'nın önünde patlatılan iki bomba ile yapılan saldırıda yüz üç kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştır.
v. 12/1/2016 tarihinde İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda Suriye kökenli bir saldırgan, turist kafilesinin arasına karışarak üzerindeki bombayı patlatmıştır. Patlama sonucunda on üç kişi ölmüş, on altı kişi de yaralanmıştır.
vi. 17/2/2016 tarihinde Genelkurmay, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Kuvvet Komutanlıklarının yakınındaki mevkide askerî servis araçlarının geçişi sırasında bomba yüklü araç patlatılmıştır. Saldırıda yirmi sekiz kişi ölmüş, altmış bir kişi yaralanmıştır.
vii. 13/4/2016 tarihinde Kızılay'da bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda otuz dört kişi ölmüş, yüz yirmi beş kişi yaralanmıştır.
viii. 19/4/2016 tarihinde İstiklal Caddesi'nde Beyoğlu Kaymakamlığı önünde intihar saldırısı düzenlenmiştir. Saldırıda beş kişi ölmüş, otuz yedi kişi de yaralanmıştır.
B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucu, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi (Fakülte) öğrencisidir.
11. 21/3/2016 günü saat 11.00 civarında aralarında başvurucunun da bulunduğu yaklaşık on beş kişilik bir grup ülkede 2016 yılında gerçekleşen bombalı saldırıları protesto etmek amacıyla Fakültenin orta bahçesinde toplanarak pankart açmıştır. Pankartın üzerinde şunlar yazmaktadır:
"Sarayın İstikrarı / 5 Haziran 2015 HDP Diyarbakır Mitingi / 20 Temmuz 2015 Suruç/ 10 Ekim 2015 Ankara Barış Mitingi / 12 Ocak 2016 Sultanahmet Meydanı / 6 Şubat 2016 Cizre Bodrum Katı / 17 Şubat 2016 Genelkurmay Önü / 13 Mart 2016 Güvenpark / 19 Mart 2016 İstiklal Cddesi / Katliam, Kan, Yayın Yasağı, Gözyaşı Öğrenci Kolektifleri"
12. Anılan pankartın indirilmesi için Fakültenin özel güvenlik görevlileri gruba gerekli ikazları yapmış ancak pankart grup tarafından indirilmemiştir.
13. Fakülte yönetimi karşıt görüşlü öğrenciler arasında meydana gelmesi muhtemel olayları önlemek ve eğitimin aksamadan devam edilmesini sağlamak amacıyla okula polis çağırmış ve okula gelen polisler saat 14.40'ta Fakültenin orta bahçesine girerek pankartı indirmişlerdir.
14. Başvurucunun da aralarında bulunduğu dört kişi gözaltına alınmış ve ifadelerinin ardından serbest bırakılmıştır.
15. 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğünün 21/3/2015 tarihli işlemiyle başvurucuya 219 TL idari para cezası uygulanmıştır.
16. Başvurucu idari para cezasına karşı Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz dilekçesinde, protestonun barışçıl olduğu dikkate alınarak eylemin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı ve itiraz konusu cezanın caydırıcı etkisinin gözetilmesi gerektiği savunulmuştur.
17. Hâkimlik, idari yaptırım kararı ile verilen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğunu belirtmiş ve 27/9/2016 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir.
18. Anılan karar, başvurucu vekiline 7/10/2016 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 21/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 5326 sayılı Kanun’un "Afiş asma" kenar başlıklı 42. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"(1) ... cadde veya sokak kenarlarındaki kamuya ait ... alanlara, rızası olmaksızın özel kişilere ait alanlara bez, kâğıt ve benzeri afiş ... asan kişiye, yüz Türk Lirasından üçbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Aynı içerikteki afiş ve ilânlar, tek fiil sayılır.
(2) Birinci fıkra hükmü, yetkili makamlardan alınan açık ve yazılı izne dayalı olarak asılan afiş ve ilânlar açısından uygulanmaz. ...
...
(4) Bu kabahatler dolayısıyla idarî para cezasına, kolluk veya belediye zabıta görevlileri karar verir.
..."
B. Uluslararası Hukuk
20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve bu hak kapsamında ifade özgürlüğünün demokratik toplumun en temel değerleri arasında olduğu ve demokrasinin özünde açık bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücünün yer aldığı vurgulanmaktadır. Şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma durumları dışında toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan ifadeler ve bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği ya da eylemlerin yasa dışı olduğu durumlarda dahi demokrasiye zarar vermekte hatta demokrasinin varlığını sık sık tehlikeye atmaktadır. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilmesi imkânı kişilere sunulmalıdır (Gün ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8029/07, 18/6/2013, § 70; Güneri ve diğerleri/Türkiye, B. No: 42853/98, 43609/98 ve 44291/98, 12/7/2005, § 76).
21. AİHM'in Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye (B. No: 19620/12, 23/1/2018) kararında da eldeki mevcut başvuruya benzer bir başvuru ele alınmıştır.
i. AİHM'in kararına konu olayda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası üyesi başvuruculara, gerçekleştirilen grev kapsamında bir okul binasının dış cephesine üzerinde "Bu iş yerinde grev vardır" yazılı afiş astıkları gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun'un 42. maddesi uyarınca idari para cezası verilmiştir. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 11. maddesinde güvence altına alınan barışçıl olarak toplanma özgürlüğü kapsamında incelediği başvuruda değerlendirilmesi gereken başlıca konunun idari para cezasının demokratik toplumda gerekli olup olmadığı hususu olduğunu ifade etmiştir(Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 28).
ii. AİHM; gösterinin tamamen barışçıl olarak sürdürüldüğünü, gösteride idari makamların veya polisin kamu düzenini korumak için müdahale etmesini gerektirecek taşkınlıklar yaşanmadığına dikkat çekmiştir (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 29). AİHM'e göre başvuranlar görsel bir kirliliğe sebebiyet veren, şiddet içeren bir afiş asmamışlar ve binanın dış cephesine veya herhangi bir kamu malına zarar vermemişlerdir. Söz konusu afişin asılmasının barışçıl olarak toplanma özgürlüğünün kullanımına bağlı bir unsur olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 33).
iii. AİHM; sulh ceza mahkemesi tarafından yapılan denetimin çok kısıtlı olduğunu, ilgililere isnat edilen fiillerin gerçekliğini doğrulamakla sınırlı kaldığını vurgulayarak itiraz incelemesinde bir yandan barışçıl toplanma hakkının başvurucularca kullanılması ve diğer taraftan kamu düzeninin sağlanması ve başkasının hak ve özgürlüklerinin korunması gibi mevcut farklı menfaatlerin dengelenmeye çalışıldığını gösteren hiçbir unsur bulunmadığını belirtmiştir (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 34). AİHM, afişin binada yapılan eğitimi herhangi bir şekilde engellediğine dair bir durumun olmadığını söyleyerek ihtilaf konusu para cezalarının barışçıl olarak toplanma hakkının kullanımı üzerinde caydırıcı bir etkisi olduğu tespitinde bulunmuştur (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 36). AİHM sonuç olarak başvuruculara verilen idari para cezasının demokratik bir toplumda zorunlu olmadığı kanaatini açıklamıştır (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 37).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 28/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu; son zamanlarda yaşanan bombalı saldırıları ve katliamları protesto etmek istediğini, afişin bu yaşananların siyasi sorumluluğunun saray iktidarı olduğunu belirtmek amacı taşıdığını belirtmiştir. Başvurucu pankartın herhangi bir şiddet çağrısı içermediğini, Fakültede öğrencilerin siyasi düşüncelerini paylaştığı afişlerin her zaman bulunduğunu, toplantı ve gösteri hakkının Anayasa ve Sözleşme tarafından korunduğunu ifade etmiştir.
24. Söz konusu idari para cezasının anılan hak üzerinde caydırıcı etkisi bulunduğuna dikkat çeken başvurucu, benzer konuda verilen mahkeme kararlarının dikkate alınmadığını, hakkında verilen kararın gerekçeden yoksun olduğunu belirterek toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu hakkında izinsiz afiş asılması nedeniyle 5326 sayılı Kanun'a göre işlem yapıldığı, afiş içeriğiyle ilgili herhangi bir yaptırım uygulanmadığı ve somut olayda asılan afişin toplanma özgürlüğünün kullanımına bağlı bir unsur olduğu dikkate alındığında başvurucunun iddialarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
26. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
28. Fakülte bahçesinde gerçekleştirilen protesto amaçlı toplantıda asılan afişin emniyet görevlileri tarafından indirilmesi ve sonrasında başvurucunun izinsiz afiş astığı gerekçesiyle idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
29. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
30. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
31. 5326 sayılı Kanun’un 42. maddesinin kanunilik ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
32. Başvurucunun idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
33. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).
34. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğü ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52).Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).
35. İfade özgürlüğünde olduğu gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da sadece toplumun geneli tarafından savunulan ve kabul gören görüş ve fikirleri korumakla yetinmez. Bunun haricinde toplumun genelini rahatsız edebilecek, endişelendirecek hatta şoke edecek veya onların belirli düzeyde tepkilerini çekebilecek bazı fikirleri savunma amacıyla da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenebilir (Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, B. No: 2015/10676, 26/12/2018, § 33).
36. Toplantının veya gösteri yürüyüşünün hangi amaçla yapıldığının bir önemi yoktur. Bununla birlikte -ifade özgürlüğünde olduğu gibi- siyasal ve kamusal meseleler söz konusu olduğunda toplantı hakkına yapılan müdahaleler daha dar yorumlanmalıdır (Dilan Ögüz Canan, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, § 45; Ömer Faruk Akyüz, § 53).
(b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
37. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70) ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan Ögüz Canan §§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74) demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.
(c) Barışçıl Toplantı Hakkı
38. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle mevcut düzenin değiştirilmesi gerektiğini savunanlara dahi toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla bu fikirlerini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54).
(d) Müdahalenin Gerekçesi
39. Keyfî uygulamalardan ve usulsüz sınırlandırmalardan kaçınılması için barışçıl bir toplantıya tedbir almak veya alınan tedbirlere aykırı davrananlara ceza vermek suretiyle yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunun derece mahkemelerince ilgili ve yeterli gerekçe ile ortaya konulması, kamu düzeni ve başkalarının haklarının korunması ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılması arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Dilan Ögüz Canan, § 53; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 83; Ömer Faruk Akyüz, § 61).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
40. 2015 yılının ikinci yarısından 2016 yılının ikinci yarısına kadar geçen bir yıl içinde Türkiye'nin değişik yerlerinde çok sayıda bombalı terör eylemi meydana gelmiştir. Gayriresmî raporlara göre bu bir yıl içinde Türkiye'de on yedi kez canlı bomba ve bombalı araçla saldırı düzenlenmiş ve saldırılarda polis, asker ve sivil olmak üzere toplam iki yüz doksan sekiz kişi hayatını kaybetmiştir. Bine yakın insanın da yaralandığı tespit edilmiştir.
41. Bir üniversite öğrencisi olan başvurucu, bombalı saldırıların devam ettiği günlerde ülkede meydana gelen terör saldırılarını protesto etmek amacıyla okul içinde diğer öğrenci arkadaşlarıyla birlikte bir toplantı düzenlemiş ve bu toplantıda başvuruya konu afiş okul duvarına asılmıştır. Başvurucuya, izinsiz afiş astığı gerekçesiyle 219 TL idari para cezası verilmiştir. Afiş içeriği nedeniyle başvurucu hakkında kamu makamlarınca herhangi bir adli veya idari soruşturma açılmamıştır.
42. Yaşanan terör saldırılarına dikkat çeken ve saldırılarda ölenlerin unutulmaması çağrısında bulunan afişin asılmasının bir düşünce açıklaması mahiyetinde olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Öte yandan başvuruya konu afiş, öğrencilerinden oluşan bir topluluğun protesto eylemi sırasında asıldığından Anayasa'da düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin güvencelerden yararlanır.
43. Anayasa Mahkemesi daha önce afiş asma yoluyla yapılan düşünce açıklanmalarının anayasal güvencelerden yararlanmasının afiş asmanın bazı ön biçim koşullarına bağlanmasına engel teşkil etmeyeceğine karar vermiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Abdulvahap Can ve diğerleri, B. No: 2014/3793, 8/11/2017, § 53).
44. Kanun koyucu 5326 sayılı Kanun'un 42. maddesinde kamuya ait alanlarda afiş asılmasını yetkili makamın, özel alanlarda ise malikinin iznine bağlı kılmış ve izin koşulu yerine getirilmeden afiş asılmasını idari para cezası yaptırımına tabi tutmuştur. Bu konuda kanun koyucunun takdir yetkisini haiz olduğunun kabulü gerekir. Sırf afiş asmanın izin şartına bağlanmış olması nedeniyle başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği düşünülemez (Neslihan Albayrak, B. No: 2015/19611, 13/9/2018, § 21).
45. Öte yandan tek başına izin koşulunun ihlal edilmiş olması, yaptırım uygulanmasının haklılaştırılması bakımından yeterli görülmeyebilir. Nitekim eldeki somut başvuruya konu olayda cezalandırmanın kamu düzeninin bozulmasını önlemek amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu noktada izinsiz afiş asılması nedeniyle kamu düzeninin bozulup bozulmadığı veya bozulma tehlikesinin bulunup bulunmadığı ya da böyle bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığı ehemmiyet arz etmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 88, 89; Abdulvahap Can ve diğerleri, § 55).
46. Somut olayda Fakülte yönetiminin ya da Hâkimliğin Fakülte bahçesinde gerçekleştirilen toplantının barışçıl olmadığına, kamu düzeninin bozulduğuna veya bozulma tehlikesinin ortaya çıktığına, eğitimin işleyişinin aksadığına ya da yaptırım konusu afişin asılı kaldığı -yaklaşık- üç saat boyunca herhangi bir gerginliğe sebebiyet verdiğine dair bir tespiti ve değerlendirmesi bulunmamaktadır. Dolayısıyla somut olayın koşullarında barışçıl bir protesto gösterisi sırasında başvuruya konu afişin asılması nedeniyle başvurucunun idari para cezası ile cezalandırılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ilgili ve yeterli gerekçe ile ortaya konulamamıştır.
47. Unutulmamalıdır ki barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan ve bir gösteride yasaklanmamış davranışlarda bulunan kişilerin toplantı hakkı, herhangi bir kınanabilir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezanın dahi uygulanmamasını gerektirir. Zira bu tip soruşturmalar veya cezalandırmalar caydırıcı etki doğurma potansiyeli taşımaktadır (Osman Erbil, §§ 51, 71; Ömer Faruk Akyüz, § 60).
48. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında, somut olayın koşullarında başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin demokratik toplum gereklerine uygun olmadığı Anayasa’nın 34. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
50. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin uygulanmasına ilişkin kabul edilen ilkeler için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60.
51. Başvurucu, maddi tazminat olarak para cezasının iadesine ve manevi tazminat olarak da 1.000 TL tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
52. Anayasa Mahkemesi başvurucunun idari para cezası ile cezalandırılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı hususunun ilgili ve yeterli gerekçe ile ortaya konulamadığı değerlendirmesinde bulunarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliği kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
53. Bu durumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
54. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesinin yeterli giderim sağladığı değerlendirildiğinden tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş. 2016/1947) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ERDAL KARADAŞ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2017/22700) |
|
Karar Tarihi: 28/5/2019 |
R.G. Tarih ve Sayı: 25/7/2019 - 30842 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör |
: |
Yücel ARSLAN |
Başvurucu |
: |
Erdal KARADAŞ |
Vekili |
: |
Av. Bedia BORAN BULUT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bildiri dağıtan ve basın açıklamasına katılan başvurucunun idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/5/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, Aydın'da öğretmen olarak görev yapmakta iken 7/2/2017 tarihli ve 29972 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 686 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (686 sayılı KHK) ile kamudan ihraç edilmiştir. Başvurucu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM-SEN/Sendika) da üyesidir.
A. Başvuruya Konu Olaya İlişkin Arka Plan Bilgisi
10.Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
11. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Ayrıca OHAL döneminde çeşitli kurumlarda görev yapan çok sayıda kamu görevlisi, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca (MGK) karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle KHK'lar ile kamudan ihraç edilmiştir.
12. KESK Aydın Şubeler Platformu (Platform) 9/2/2017 tarihinde Aydın Valiliğine (Valilik) dilekçe vererek 9/2/2017 günü saat 18.30'da ve 11/2/2017 günü saat 14.00'te Atatürk Kent Meydanı'nda OHAL KHK'ları ile kamu görevlilerinin ihraç edilmelerini protesto etmek amacıyla "iş güvencesi" konulu basın açıklaması yapmayı talep etmiştir. Belirtilen tarihlerde yapılan basın açıklamalarında gerekli güvenlik tedbirleri alınmıştır.
13. Platform 12/2/2017 tarihinde de 2017 yılının Şubat ve Mart aylarında imza metni ile bildirinin dağıtılması yönünde bir karar almıştır. Karar şu şekildedir:
"Konfederasyonumuz KESK'in hazırlamış olduğu iş güvencesi ile ilgili imza metni ve Aydın KESK Şubeler Platformu tarafından hazırlanan bildirinin Atatürk Kent Meydanında 15.00-18.00 saatleri arasında Şubat-Mart 2017 aylarında dağıtımının yapılmasına karar verilmiştir."
14. Platform 13/2/2017 tarihinde Valiliğe dilekçe vererek 14/2/2017 ile 17/2/2017 tarihleri ve 19/2/2017 günü 15.00-18.00 saatleri arasında Atatürk Kent Meydanı'nda iş güvencesi ile ilgili bildiri dağıtmak ve imza standı açmak için talepte bulunmuştur. Valilikçe 14/2/2017 tarihinde yapılacak etkinlik için izin verilmiş ancak diğer tarihlerdeki bildiri dağıtımı ve stant açma talebi "görülen lüzum üzerine" uygun bulunmamıştır. 14/2/2017 tarihinde gerekli güvenlik tedbirleri alınmıştır.
15. İzin verilmeyen tarihlerde imza standı açarak bildiri dağıtmak isteyen grup içinde yer alan yirmi iki kişi hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulundukları için idari para cezası verilmiştir. 19/2/2017 tarihinde ise belirtilen konuyla ilgili herhangi bir eylem ya da etkinlik yapılmamıştır.
16. Platform 17/2/2017 tarihinde Valiliğe dilekçe vererek 18/2/2017 günü 15.00-18.00 saatleri arasında Atatürk Kent Meydanı'nda iş güvencesi ile ilgili basın açıklaması için talepte bulunmuştur. Valilikçe bu talep uygun görülmemiş ve belirtilen tarihte basın açıklaması yapmak isteyen otuz dört kişi hakkında 5326 sayılı Kanun'a göre işlem yapılmıştır.
17. Aydın Emniyet Müdürlüğünce yapılan açık kaynak araştırmasında Aydın EĞİTİM-SEN internet sayfasında 18/2/2017 tarihinde "Direnişimizin 5. Günü arkadaşlarımız serbest bırakıldı. 20 Şubat Pazartesi Saat 15.00'de yine Kent Meydanındayız. İşimizi geri istiyoruz alacağız, direne direne kazanacağız.', 20/2/2017 tarihinde 'Yarın saat 15.00'de KHK'lerle ihraç edildikten sonra hayatını kaydebeden SES Malatya eski Şube Başkanı Bülent Uçar için Kent Meydanındayız. Bülent Uçar'ı KHK düzeni öldürdü. Onu unutmayacağız.', 21/2/2017 tarihinde 'Direnişimizin 7. Günü, yarın saat 15.00'de yine Kent Meydanındayız işimizi geri istiyoruz geri alacağız bizi yıldıramaz." şeklinde paylaşımlar yapılmak suretiyle eylem çağrısında bulunulduğu tespit edilmiştir. Aynı internet sitesinde 22/2/2017 tarihinde "Direnişimizin 8. Günü, arkadaşlarımız 8 günde 7. defa gözaltına alındılar. Demokratik meşru eylemlerimiz engellenmeye devam ediyor. İşimizi geri istemek suç değildir. Bizi göz altılarla yıldırmazsınız, yarın saat 15.00'de yine Kent Meydanındayız, gözaltına alınanlar....OHAL kaldırılsın, KHK'lar geri çekilsin, işimizi istiyoruz alacağız." şeklindeki eylem çağrısı Emniyet Müdürlüğünce tespit edilmiştir.
18. Valilikçe yukarıdaki çağrılara konu 20/2/2017 ila 22/2/2017 tarihlerinde yapılmak istenen eylemlerle ilgili ayrı ayrı yasaklama kararları verilmiştir. Bu tarihlerde bildiri dağıtmak ve imza standı açmak isteyen on altı kişi hakkında 5326 sayılı Kanun'a göre işlem yapılmıştır. Bu karar Sendika Yönetim Kurulu Üyesi N.K.ye tebliğ edilmiştir.
19. Valiliğin 23/2/2017 tarihli kararı ile 23/2/2017-1/3/2017 tarihleri arasında bir hafta süreyle Platform tarafından yapılmak istenen eylem ve etkinliklerin il merkezi ile ilçeler dâhil olmak üzere il genelinde kamuya açık alanlarda yapılması kamu düzeni, genel güvenlik ve asayiş açısından yasaklanmıştır. Bu karar Sendika Yönetim Kurulu Üyesi S.P.ye tebliğ edilmiştir.
20. Valiliğin yukarıda zikredilen 23/2/2017 tarihli kararı ile 15/2/2017-17/2/2017 tarihleri arasında ve 19/2/2017 tarihindeki eylemlere (basın açıklaması, bildiri dağıtımı, oturma eylemi vb.) izin verilmemesine ilişkin kararının idare tarafından idari para cezalarına ilişkin itirazı inceleyen Aydın 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) bildirilen gerekçesi şu şekilde özetlenebilir: Platform tarafından yapılmak istenen eylemlerin OHAL kapsamında KHK ile görevden uzaklaştırılan sendika üyelerine destek vermek amacıyla yapılmak istenmesi, bu yöndeki etkinlikler konusunda ısrar edilmesi, sosyal paylaşım sitelerinde eylem çağrısında bulunulması, aynı içerikli eylem ve etkinliklerde sürekliliği sağlamak amacıyla her gün düzenlenmesi hâlinde kitlenin karşıt görüşlü gruplarla karşı karşıya geleceği, etkinliğin marjinal gruplar ve terör örgütleri tarafından provoke edilme ihtimalinin bulunması.
B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler
21. Başvurucunun verdiği bilgilere göre kendisi ve eşi 7/2/2017 tarihinde 686 sayılı KHK ile kamudan ihraç edilmiştir. Kamudan ihraçları protesto amacıyla katıldığı iki eylemi nedeniyle başvurucu hakkında idari para cezası uygulanmıştır. Bunlardan ilki başvurucunun 15/2/2017 günü saat 15.00 sıralarında Atatürk Kent Meydanı'nda katıldığı eylem, ikincisi ise 25/2/2017 günü saat 16.00 sıralarında aynı yerde katıldığı eylemdir. Birinci eylem 15.10 sıralarında başlamış; ellerinde Sendikaya ait bayrak, flama, pankart ve bir masayla Kent Meydanı havuz önüne gelen, aralarında başvurucunun da bulunduğu 9 kişilik grup getirmiş olduğu "Hukuksuz ihraçlara ve açığa almalara teslim olmayacağız, direneceğiz" yazılı pankartı havuz önündeki direklere bağlamış; masayı da kurarak imza kampanyası başlatmıştır. İkinci eylem saat 16.00 sıralarında başlamış, üzerinde KESK EĞİTİM-SEN yazılı yelekler olan başvurucunun da içinde olduğu dört kişilik grup "Hukuksuz ihraçlara ve açığa almalara teslim olmayacağız, direneceğiz KESK Aydın Şubeler Platformu" yazılı pankart açmış ve "İşimizi geri istiyoruz, haklıyız kazanacağız." şeklinde sloganlar atmıştır. Başvurucunun içinde olduğu grubun üyeleri birbirine kenetlenerek bulunduğu yere oturmak suretiyle eylem yapmaya devam etmiştir.
22. Her iki eylemin yapıldığı tarihlerde Valiliğin yasaklama kararları mevcuttur. Yasaklama kararlarına rağmen eyleme devam eden gruba her iki olayda da etkinliğin kamu düzeni, genel güvenlik ve asayiş açısından Valilikçe yasaklandığı belirtilerek gruptan eylemlerine son vermeleri istenmiş ancak başvurucu ve diğer grup üyeleri, eylemlerine devam etmeleri üzerine polis merkezine götürülmüş; kimlik tespiti ile diğer işlemler yapılmış ve daha sonra polis merkezinden ayrılmışlardır.
23. Başvurucuya 15/2/2017 ve 25/2/2017 tarihlerinde katıldığı eylemler nedeniyle 23/2/2017 ve 28/2/2017 tarihlerinde 227 TL tutarında iki ayrı idari para cezası verilmiştir. Başvurucu söz konusu cezalara itiraz etmiştir. İtirazları inceleyen Hâkimlik 19/4/2017 tarihinde itirazları kesin olarak reddetmiştir.
24.Hâkimlik kararlarında; başvuruya konu eylemlerin yasaklama gerekçesine yer verildikten sonra başvurucunun KESK üyesi olduğu, Platform tarafından eylem tarihinden önce OHAL kapsamında ihraç edilen kamu görevlilerine destek vermek ve yapılan bu işlemleri protesto etmek amacıyla eylem kararı alındığı, söz konusu Sendikanın eylemleri ile ilgili olarak Valilikçe yasaklama kararı verildiği belirtilmiştir.
25. Hâkimlik; söz konusu yasaklama kararlarının eylem tarihinden önce Sendika Yönetim Kurulu üyelerine bildirildiğini not ettikten sonra eylemin konusunun OHAL kapsamında yapılan ihraçları protesto etmelerine yönelik olduğunu, 15 Temmuz 2016 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmak amacıyla yapılan silahlı darbe teşebbüsünden sonra OHAL ilan edildiğini, 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun 11. maddesinde kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak ve gerekiyorsa dağıtmak konusunda idareye yetki verildiğini belirtmiştir.
26. Hâkimlik 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İller İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin (c) bendi ile 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 17. maddesine yer verdikten sonra Sendikanın yapacağını bildirmiş olduğu eylemin 15 Temmuz 2016 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik darbe teşebbüsünden sonra 2935 sayılı Kanun çerçevesinde ihraç edilen kamu görevlilerinin yapılan işlemi protesto etmeye yönelik olduğunu belirtmiştir. Hâkimlik; adı geçen Sendikanın aynı içerikli eylem ve etkinliklerini sürekli yapma konusunda ısrarcı olduğunu, silahlı darbe girişiminden sonra terör örgütlerine yönelik operasyonların devam ettiğini ifade etmiştir. Hâkimlik; darbe girişiminden sonra aradan geçen süre nazara alındığında olayın sıcaklığını koruduğunu, tehdidin devam ettiğini, bu durumda bu yöndeki toplantı, oturma, broşür dağıtma eylemlerinin marjinal gruplar ve terör örgütleri üyeleri ile bu örgütlerin sempatizanları tarafından provoke edilebileceğini, toplumsal infiale neden olabileceğini belirterek kamu düzeni ve asayişin bozulabileceği yönünde değerlendirmede bulunmuştur. Hâkimlik; Valiliğin yasaklama kararlarının esas, içerik ve yöntem olarak hukuka uygun olduğunu, başvurucuya söz konusu eylemin yasaklanmış olduğunun bildirilmesine rağmen başvurucunun eyleme devam ettiğini tespit ederek verilen idari para cezalarının usule uygun olduğuna karar vermiştir.
27. Ret kararları başvuruya 28/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
28. Başvurucu 12/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
29.Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri ([GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31), Rıza Gökçen Erus ve diğerleri (B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30) kararları; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 15. maddesinin yorumunailişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri (aynı kararda bkz. §§ 148-160) kararı.
30. Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin (MSHUS) 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. Ulusun hayatını tehdit eden ve varlığı resmen ilan edilmiş olan olağanüstü bir durumun ortaya çıkması halinde, bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, uluslararası hukuktan kaynaklanan diğer yükümlülüklerine aykırı olmamak ve ırk, renk, cinsiyet, dil, din ya da toplumsal kökene dayalı bir ayrımcılık içermemesi kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde olmak üzere, bu Sözleşme'den doğan yükümlülüklerinden ayrılan tedbirler alabilirler.
2. Bu hükme dayanılarak Sözleşme'nin 6, 7, 8 (1. ve 2. fıkralar), 11, 15, 16 ve 18nci maddelerine aykırılık getirilemez.
31. MSHUS'nin 21. maddesişöyledir:
"Barışçı toplantı hakkı tanınacaktır. Bu hakkın kullanılmasına, yasalara uygun olarak konulmuş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik ya da kamu güvenliği, kamu düzeni bakımından ve kamu sağlığının, genel ahlakın korunması ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması bakımından gerekli olan sınırlamalardan başka sınırlama getirilemez."
32. MSHUS'nin 22. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. Herkesin, kendi çıkarlarını korumak için sendikalar kurmak ya da bunlara girmek hakkı da dahil olmak üzere, başkalarıyla biraraya gelip dernek kurma hakkı vardır.
2. Bu hakkın kullanılmasına, yasalara uygun olarak konulmuş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik ya da kamu güvenliği, kamu düzeni bakımından ve kamu sağlığının, genel ahlakın korunması ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması bakımından gerekli olan sınırlamalardan başka sınırlama getirilemez. Bu madde, silahlı kuvvetler ya da polis teşkilatı mensuplarına bu hakkın kullanılmasında yasal sınırlamalar konulmasını engellemez.
..."
33. Sözleşme'nin "Olağanüstü hallerde yükümlülükleri askıya alma" başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"1. Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla, bu Sözleşme'de öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.
2. Yukarıdaki hüküm, meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında 2. maddeye, 3. ve 4. maddeler (fıkra 1) ile 7. maddeye aykırı tedbirlere cevaz vermez.
3. Aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tam bilgi verir. Bu Yüksek Sözleşmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı ve Sözleşme hükümlerinin tekrar tamamen geçerli olduğu tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne bildirir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 28/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
35. Başvurucu 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrasında OHAL ilan edildiğini, OHAL ilanıyla birlikte KHK'ların yayımlanmaya başladığını, kendisinin ve eşinin 686 sayılı KHK ile görevlerinden ihraç edildiğini belirtmiştir. Başvurucu, KHK ile KESK'e bağlı sendikalara üye 1.487'si EĞİTİM-SEN üyesi olmak üzere 3.131 kişinin ihraç edildiğini ifade etmiştir. Başvurucu; darbe teşebbüsü ile doğrudan ya da dolaylı bir ilişkisi olmadığını, bu haksızlığa dikkat çekebilmek için KESK'in aldığı karar doğrultusunda eylemlere katıldığını belirterek darbe teşebbüsünden kısa bir süre sonra saldırının bertaraf edildiğini, yapılan demokrasi nöbetlerine ve referanduma ilişkin siyasi partilerce geniş katılımlı yapılan mitinglere herhangi bir saldırı yapılmadığını, bir asayiş sorunu yaşanmadığını dile getirmiştir. Başvurucu, somut olayda ilk idari para cezasına hükmedilmesinden sonra eylemlerin devam etmesine rağmen ilk derece mahkemesinin dikkat çektiği sorunlarla karşılaşılmadığını belirterek Valiliğin yasaklama kararının koşulların gerektirdiği bir duruma dayanmadığını iddia etmiştir.
36. Başvurucu; kendisi ile Sendika üye ve yöneticilerinin fiillerinin idari para cezası gerektiren bir eylem olmadığını, idari para cezasının öngörülemez bir ceza olduğunu, Valiliğin yasaklama kararının koşulların gerektirdiği bir duruma yönelik değil muhalif sesleri susturmaya yönelik olduğunu öne sürmüştür. Başvurucu, kendisine altı ayrı tutanakla idari para cezası verilmesinin demokratik toplum gerekleri ve evrensel hukuk ilkeleriyle bağdaşmadığını belirtmiştir.
37. Başvurucu 2911 sayılı Kanun'a göre suç teşkil etmeyen eylemlerinin idari para cezası verilerek engellenmeye çalışıldığını, ayrı ayrı para cezaları verilmesinin idarece keyfî davranıldığının kanıtı olduğunu ifade etmiştir. Uluslararası düzenlemeler ile AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarına atıf yapan başvurucu; sendikaların kararı uyarınca düzenlenen sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, sendika hakları ile ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Başvurucu; ilk derece mahkemesinin kararını duruşma açmadan ve kesin olarak karar vermesi nedeniyle kanıtları sunma ve tanıklarını dinletme hakkının elinden alındığını, kararın yetersiz gerekçeye dayandığını, bu nedenle etkili bir başvuru yolu bulunmadığını, eğitim-iş kolunda sadece EĞİTİM-SEN'in bu yaptırımlara muhatap olduğunu belirterek adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
39. Bakanlık görüşünde; AİHM kararlarına yer verilerek devletin asayişi sağlamak veya korumak için toplantı düzenlemeyi bildirim yahut yer sınırlaması gibi şekil şartlarına ve izin koşuluna bağlamasını AİHM'in Sözleşme'nin 11. maddesine aykırı bulmadığı belirtilmiştir. 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü sonrası 21/07/2016-19/07/2018 tarihleri arasında ülkemizde OHAL uygulamasına gidilmek zorunda kalındığı, 2935 sayılı Kanun'a göre idarenin kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanın tayin, tespit ve tahsisi, izne bağlanan her türlü toplantının izlenimi, gözetimi ve gerekiyorsa dağıtılması hususlarında yetkisi bulunduğu ifade edilmiştir.
40. Bakanlık tarafından somut olayda başvurucunun katıldığı eylemler ile ilgili yasaklama kararları alındığı ve bu kararların ilgili Sendikaya tebliğ edildiğine dikkat çekilmiştir. Görüşte ayrıca gerçekleştirilen eylemlerin darbe teşebbüsünden sonra 2935 sayılı Kanun çerçevesinde ihraç edilen kamu görevlileri hakkında yapılan işlemlere yönelik olduğu, söz konusu eylemlerin darbe teşebbüsünün sıcaklığını koruduğu ve tehdidin devam ettiği dönemde yapıldığı belirtilmiştir. Bu yöndeki toplantı, oturma, broşür dağıtma ve benzeri eylemlerin bazı marjinal gruplar, terör örgütü üyeleri ve sempatizanları tarafından provoke edilme ihtimali dolayısıyla kamu düzeni ile asayişin bozulabileceğinin Valilikçe değerlendirildiği de ifade edilmiştir.
41. Bakanlık görüşünde; Anayasa Mahkemesi kararlarına göre ilk derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile varılan sonucun esas yönünden adil olup olmamasının bireysel başvuru incelemesine konu olamayacağı ifade edilmiştir. Görüşte, bunun tek istisnasının ise derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olması veya adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik içermesi olacağı belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde, somut olayda Hâkimliğin başvurucunun itirazını reddederken Valilik tarafından kullanılan takdir hakkının usul ve yasaya uygun olup olmadığının değerlendirildiği ve itiraz üzerine verilen kararlardaki tespit ve sonuçların yasanın uygulanması niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Sonuç olarak bu tespit ve sonuçların Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal eder nitelikte olmadığı, adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik de içermediği ifade edilmiş; idari para cezalarının kanuni dayanağının olduğu ve kamu düzeni meşru amacını taşıdığı belirtilerek uygulanan tedbirin demokratik toplum düzeninde gerekli olduğu değerlendirilmiştir.
42. Başvurucu karşı beyanında Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarından örnekler vermiş ve başvuru dilekçesindeki açıklamalarını tekrar etmiştir. Karşı beyanda başvurucu, Bakanlık görüşünde fiilin 5326 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilip cezalandırılması gereken bir fiil olup olmadığı ve nitelendirmenin doğru yapılıp yapılmadığına ilişkin bir değerlendirmenin bulunmadığını belirterek Bakanlığın kanunilikle ilgili değerlendirmesine katılmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, katıldığı eylemlerde kamu düzenini bozan veya aksatan bir sorun yaşanmadığına dikkat çekmiştir. Başvurucu idari yaptırımın örgütlenme hakkı ve bununla bağlantılı olarak ifade özgürlüğüne müdahale kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiş, idari para cezasının sendika üyeleri üzerindeki caydırıcı etkisi olduğunu ve diğer sendikaların bu tür eylemlerine tolerans gösterilirken üyesi olduğu Sendikanın üyelerinin cezalandırılmasının kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ifade etmiştir.
B. Değerlendirme
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, katıldığı toplantı ve gösteri sonrasında kendisine idari para cezası uygulanmasına ilişkindir. Belirtilen nedenlerle başvurucunun şikâyetinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (sendika hakkının kapsamı için bkz. Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, §§ 30-32; aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Gülfidan Yıldırım, B. No: 2014/12290, 19/7/2017, § 22).
44. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
46. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 53; Dursun Soydan ve diğerleri, B. No: 2015/2948, 14/11/2018, § 39; sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 48). Bu sebeple başvurucunun katıldığı basın açıklaması nedeniyle daha sonra idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
47. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
48. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında Sendika kararı doğrultusunda katıldığı eylemler neticesinde idari para cezası uygulanması şeklindeki müdahalenin OHAL ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğu değerlendirilmiştir.
49. Bu itibarla başvurucu hakkında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanması sonucu uygulanan idari yaptırım kararlarına ilişkin inceleme Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle sınırlamanın Anayasa'nın 13. ve 34. maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; eğitim hakkı bağlamında bkz. Mehmet Ali Eneze, B. No: 2017/35352, 23/5/2018, § 31; aile hayatına saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti bağlamında bkz. Bayram Sivri, B. No: 2017/34955, 3/7/2018, § 47; din özgürlüğüne ilişkin bkz. Murat Kalkan, B. No: 2017/21904, 11/12/2018, § 41).
50. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
51. Sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
52. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69).
ii. Meşru Amaç
53. Başvurucunun idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
54. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı; çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, § 45).
55. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimi olup toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52). Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).
(b)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
56. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72; AYM, E.2018/69, K.2018/47, 31/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, § 18). Toplantı hakkı üzerindeki sınırlamanın kamu düzeninin korunması gibi demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan, § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70; ifade özgürlüğü bağlamında bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
57. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlemek yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir. Meşru amaçların bir olayda varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Dilan Ögüz Canan, § 33; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74; Adalet Mehtap Buluryer, § 104).
58. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Kamu gücünü kullanan organların toplantılara ve gösteri yürüyüşlerine müdahale ederken toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan daha ağır basan, korunması gereken bir menfaatin ve kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan Ögüz Canan, §§ 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74; ifade özgürlüğü bağlamında Bekir Coşkun, §§ 44, 47; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50).
(c) Barışçıl Toplanma Hakkı
59. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54).
(d) Sınırlamanın Niteliği
60. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilirler. Alınan bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de cezalar verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81; toplantı hakkına kamu düzeninin bozulması nedeniyle yapılan bir müdahalenin demokratik toplumda gerekli olduğuna karar verildiği bir başvuru için bkz. Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 76-86).
61. Bununla birlikte alınan tedbirlerin veya öngörülen cezaların barışçıl toplantı hakkına dolaylı olarak usulsüz sınırlamalara dönüşmesine müsaade edilemez. Güvence altına alınan toplanma hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 42; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 76).
(2) Somut Olayın Değerlendirilmesi
62. Somut olayda Aydın Valiliği talepleri uygun görmeme şeklinde veya resen Aydın Kent Meydanı'nda basın açıklaması adı verilen toplantıların yapılmasını yasaklamıştır (bkz. §§ 14-19). Söz konusu kararların kamu düzeninin ve kamu güvenliğinin korunması amacıyla alındığı görülmektedir.
63. Öncelikle devletin kamu düzeninin sağlanması amacıyla ve özellikle OHAL şartlarını dikkate alarak yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle OHAL ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur (darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı ve OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-20, 47-66). Somut olayda başvurucu, eylemlerini darbe teşebbüsünden yaklaşık yedi ay geçtikten sonra yapmıştır. İdarece yasaklama kararı verilmesi ve idari yaptırım uygulanması olağanüstü hâlin ve ihraçların KHK ile devam ettiği bir döneme denk gelmektedir.
64. Başvuruya konu müdahalenin gerekçesinin OHAL ilanına neden olan şartlarla bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple mevcut başvuruya konu olan toplantıya müdahalenin toplumsal bir ihtiyacı karşıladığı ve durumun gerektirdiği ölçüde hakkın sınırlandığı oranda demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olabileceğini kabul etmek gerekir.
65. Anayasa Mahkemesi daha önce 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinde yer alan "emre itaatsizlik" kabahatinin barışçıl gösterilere dolaylı müdahale edilmesinde kullanılma riski bulunduğuna işaret etmiştir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 87). Dolayısıyla eldeki başvuruda Anayasa Mahkemesi yapacağı değerlendirmelerde bu hususu diğer şartlarla birlikte dikkatli bir şekilde gözetecektir.
66. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca yetkili merciler tarafından verilen emrin amacı kamu güvenliğinin, kamu düzeninin veya genel sağlığın korunması olmalıdır. Emre aykırı davranışın cezalandırılabilmesi için Kanun'da öngörülen kabahatin uygulanma koşullarının somut olayda bulunup bulunmadığı ve kabahatin unsurlarının neler olması gerektiği meselesi Anayasa Mahkemesinin ilgi alanının dışındadır. Buna karşılık yetkili mercinin verdiği emir ya da bu emre aykırı davranışın cezalandırılması anayasal bir hakka müdahale oluşturursa bu müdahale, Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında olacaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 87).
67. Bir kimse sırf emre aykırı davranmış olması nedeniyle cezalandırılmış ve Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere bir müdahalede bulunulduğunu kabul etmiş ise Anayasa Mahkemesinin bundan sonra denetleyeceği ilk husus emre aykırılık nedeniyle kamu düzeninin bozulup bozulmadığı, bozulma tehlikesinin bulunup bulunmadığı ya da böyle bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığı olacaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 88; Dursun Soydan ve diğerleri, § 57).
68. İlk olarak belirtmek gerekir ki göstericilerin şiddet eylemlerine karışmadıkları veya toplantı nedeniyle bir zarar tehlikesinin doğduğunun gösterilemediği durumlarda kamu makamlarınca toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına belirli bir ölçüye kadar müsamaha gösterilmelidir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Barışçıl bir gösteri veya basın açıklaması nedeniyle -somut olayda olduğu gibi- ilke olarak bu gösteri ya da toplantıya katılan kişilere kınanabilir bir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezai bir yaptırım da uygulanmaması gerekir. Zira barışçıl gösteriye katılanlar hakkında gösteri sonrasında idari para cezaları verilmesi gibi yaptırımlar kişilerin haklarını kullanmalarında caydırıcı etkiye neden olabilir (Rıza Gökçen Erus, § 55).
69. Anayasa Mahkemesi usulüne uygun olarak verilmiş bir emre aykırı davranışın varlığını tek başına temel hak ve özgürlüklere müdahale için yeterli kabul edemez. Temel hakka müdahaleyi haklı kılacak olan ve emrin amacı olan kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın bozulduğunun veya bozulma tehlikesinin bulunduğunun da kamu gücünü kullanan yetkili mercilerce kararlarda (örneğin ceza tutanağını düzenleyen polis raporlarında veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, §§ 51, 53). Kamu düzeninin bozulduğunun veya bozulma tehlikesinin ortaya çıktığının ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterilemediği, temel haklara müdahalenin gerçekleştiği her kamu gücü eylem ve işlemi -her somut olayın özelliğine göre- temel hak ve özgürlükleri ihlal edebilir (Dursun Soydan ve diğerleri, § 60).
70. Valiliğin uygun görmeme ya da yasaklama kararlarının gerekçelerine bakıldığında 15/2/2017 ila 17/2/2017 tarihleri ile 19/2/2017 tarihindeki bildiri dağıtımı ve stant açma talebi "görülen lüzum üzerine" uygun bulunmamıştır (bkz. § 14). Dolayısıyla idarenin başvurucunun 15/2/2017 tarihinde katıldığı eylem tarihini kapsayan kararının somut bir gerekçe içermediği anlaşılmıştır.
71. Valiliğin 23/2/2017 tarihli kararı ile 23/2/2017-1/3/2017 tarihleri arasında Platform tarafından yapılmak istenen eylem ve etkinliklerin il merkezi ile ilçeler dâhil olmak üzere il genelinde kamuya açık alanlarda yapılması yasaklanmıştır (bkz. §§ 19, 20). İdarenin gerekçesi aynı içerikli eylem ve etkinliklerin her gün düzenlenmesi hâlinde kitlenin karşıt görüşlü gruplarla karşı karşıya gelmesi ve etkinliğin terör örgütleri ve marjinal gruplar tarafından provoke edilme ihtimalinin bulunmasıdır. Hâkimlik kararında da aynı yönde gerekçelere yer verilerek darbe teşebbüsünden sonra terör örgütlerine yönelik operasyonların sürdüğü, darbe teşebbüsünden bu yana geçen süre nazara alındığında olayın sıcaklığını koruduğu ve tehdidin devam ettiği belirtilmiş; muhtemel provokasyonların toplumsal karışıklığa neden olabileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla eylemlere izin verilmemesinin ve idari para cezası uygulanmasının OHAL şartlarında kamu düzeninin bozulma tehlikesini önlemek amacına yönelik olduğu görülmektedir.
72. İncelenen başvurunun koşulları, belirtilen ilkeler ile idarenin ve Hâkimliğin gerekçeleriyle birlikte değerlendirildiğinde şu tespit ve sonuçlara ulaşılmıştır: Somut olayda başvurucunun katıldığı bildiri dağıtımının ve basın açıklamalarının barışçıl şekilde sürdüğü, kolluk tarafından yapılan uyarı, ardından emniyete götürülerek yapılan kimlik tespiti sonrasında olaysız sonlandığı görülmektedir. Barışçıl şekilde gerçekleşen eylemlerde ikinci olarak kamu düzeninin eylemden ne ölçüde etkilendiği de önemli bir unsur olup somut olayda kamu düzeninin bozulmadığı da anlaşılmaktadır. Kamu düzenin bozulmadığı durumlarda ise bozulma tehlikesinin varlığının ikna edici ve yeterli gerekçelerle kamu otoritelerince ortaya konulması yaptırım uygulanması için zaruridir. Mevcut durumda ortaya konulan gerekçelerin genel nitelikte olduğu ve somut olayda yaptırım konusu eylemlere özgü olmadığı görülmektedir.
73. Buna ek olarak her ne kadar idarenin yasaklama kararı süresiz bir yasaklama niteliğinde olmayıp belli tarihlerle sınırlı olsa ve içinde bulunulan süreç her zamankinden daha çok tedbir alınmasını gerektirse de somut olayda anayasal bir hakka müdahale söz konusu olduğundan Hâkimliğin adil bir denge kurmak amacıyla -başvurucunun ihraç edilmiş olmasına ilişkin öznel durumunu izin verilmemesine rağmen- eylemlerin yapılması sırasında herhangi bir olay yaşanmamış ve eylemlerin darbe teşebbüsünden yaklaşık yedi ay sonra yapılmış olmasını dikkate almadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun ve eşinin de görevlerinden 7/2/2017 tarihinde, eylemlerden çok kısa bir süre önce ihraç edildiği, KHK ile ihraç edilenlerin yaşadıkları zorluklar, göreve iade edilip edilmeyeceklerinin belirsizliği, KHK ile ihraç edilmelerinin başvurucu ve gösteri yapanlar üzerindeki etkisi gözönüne alındığında başvurucunun ve aynı durumda olan kişilerin seslerini somut olayda birkaç kez duyurmuş olmalarının kamu otoriteleri üzerinde baskı oluşturma ve kamuoyu nezdinde sorunlarını duyurma ihtiyaçları bakımından yeterli görülemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Zira geçimini sağladığı işini kaybetmek sadece ihraç edilen kamu görevlisini değil en küçük ölçekte aile bireylerini doğrudan etkilemekte ve o kişilerin sürekli gündemini oluşturmaktadır. Bu nedenlerle uygulanan idari para cezalarının başvurucunun demokratik tepkisini etkin bir şekilde dile getirmesi önünde dolaylı bir müdahale (bkz. § 61) teşkil ettiği değerlendirilmiştir.
74. İdarenin gerekçesinde yer alan karşıt grupların karşı karşıya gelebileceği gerekçesine ilişkin olarak; devletin öncelikle böyle bir durumda gerekli önlemleri alma yönündeki pozitif yükümlülüğünün gereğini yapması, çok net ve tartışmasız gerekçeler olmadan yasaklama ve bu yasağa göre yaptırım uygulama tedbirine göre pozitif yükümlülüğünü öncelikli olarak dikkate alması gerektiği kabul edilmelidir. Dolayısıyla mevcut başvuruda kamu düzenin bozulmasının önlenmesi ile başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı arasında adil bir denge sağlanıp sağlanmadığının denetiminde başvurucunun bireysel durumu, protestonun konusunun kamuoyu ve başvurucu nezdindeki önem derecesi, kamu otoritelerinin kamu düzenin bozulma tehlikesinin varlığı yönünden ortaya koydukları gerekçeler bir bütün olarak dikkate alındığında başvurucuya verilen idari para cezalarının zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiği idare ve yargı makamlarınca ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulamamıştır. Ayrıca başvurucunun sendika üyesi olduğu ve sendika kararı doğrultusunda eylemlere katıldığı gözönüne alındığında para cezalarının ileride haklarını kullanmasında caydırıcı etkisi de söz konusu olabilecektir.
75. Sonuç olarak mevcut başvuruda, Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile başvurucunun aynı madde kapsamındaki hakları arasında adil bir denge sağlanamamıştır. Bu nedenlerle başvurucuya verilen idari para cezasının kamu düzenin sağlanması, başkalarının haklarının korunması için demokratik toplum gereklerine uygun olmadığı ve olağan dönemde Anayasa'nın 34. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
76. Bununla birlikte anılan müdahalelerin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.
3. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden
77. Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir. Anayasa Mahkemesince Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme bu ölçütlerle sınırlı olacaktır. Anayasa Mahkemesi bu incelemenin usul ve esaslarını ortaya koymuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 192-211, 344).
78. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 196). Dolayısıyla bu hak yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.
79. Ayrıca anılan hak milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden özellikle Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin 4. maddesinin (2) numaralı ve Sözleşme'nin 15. maddesinin (2) numaralı fıkralarında ve bu Sözleşme'ye ek protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi somut olayda başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan söz konusu müdahalenin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe (olağanüstü dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye) aykırı olduğu da saptanmamıştır (kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 199, 200, 346; Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, § 86).
80. Bununla birlikte barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı haklarını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54). İfade özgürlüğünün özel bir biçimi olan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55). Dolayısıyla barışçıl toplantılara ikna edici gerekçeler olmaksızın idari para cezası verilmesi şeklindeki müdahaleler hakkın kullanımında caydırıcı etki doğurabilir. Bu nedenle bu şekildeki dolaylı müdahaleler dar yorumlanmalıdır ve olağanüstü hal döneminde bile durumun gerektirdiği ölçüde hakkın sınırlandığının makul gerekçeleri yine kamu otoritelerinin tutanak ya da kararlarında ortaya konulmalı ve Anayasa'nın 34. maddesindeki güvencelere aykırılık Anayasa'nın 15. maddesiyle bağlantılı olarak gerekçelendirilmelidir.
81. İdari para cezası şeklindeki müdahalenin uygulanması suretiyle bireylerin toplantı hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak güvencelerin başında emre aykırılığın kamu düzenini bozucu etkisinin ya da kamu düzeninin bozulması yakın tehlikesinin -içinde bulunulan şartlar ile başvurucunun eyleminin niteliği dikkate alınarak- yeterli kabul edilebilecek gerekçelerinin asgari düzeyde de olsa somut olgularla ortaya konulması gelmektedir. Olağanüstü şartlarla ilgili asgari ve yeterli gerekçelerden ziyade soyut ve genel gerekçeler, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanımını anlamsız hâle getirebilir ve hakkın hiç kullanılamamasına yol açabilir. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de dolaylı müdahalenin somut olayla ilgili gerekçesi ortaya konulmaksızın uygulanması durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir olarak kabul edilemez.
82. Bu nedenle somut olayda Anayasa Mahkemesince, kamu otoritelerinin kamu düzenin bozulduğu ya da bozulma tehlikesinin varlığını genel ve soyut gerekçelere dayanmak suretiyle ilgili ve yeterli şekilde diğer bir deyişle somut eylemlerle bağlantılı olarak somut olgularla ortaya koymadığı ve bu şekilde başvurucu hakkında toplantı hakkına dolaylı müdahale teşkil edecek surette idari para cezası verildiği sonucuna varılmıştır. Bu itibarla olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.
83. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde- başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
84. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
85. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
86. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
87. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
88. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
89. Başvurucu, ihlal tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve para cezalarının iadesine karar verilmesini talep etmiş; tazminat talebinde bulunmamıştır.
90. Anayasa Mahkemesi başvurucuya verilen idari para cezaları nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu nedenle ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte idari para cezalarının iptali istemiyle açılan davaların reddedilmesi ve dolayısıyla ihlalin giderilememesi nedeniyle ihlalin aynı zamanda mahkeme kararlarından da kaynaklandığı görülmektedir.
91. Bu durumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılması kapsamında Aydın 2. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Bu doğrultuda ihlal sonucuna uygun olarak idari para cezalarının iptali talebinin reddine ilişkin mahkeme kararlarının ortadan kaldırılmasına ilgili Hâkimlikçe karar verilmesi gerekmektedir.
92. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.732,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Aydın 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş. 2017/2192 ve 2017/2193) GÖNDERİLMESİNE,
D. 257,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.732,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
SELMA ELMA BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2017/24902) |
|
Karar Tarihi: 4/7/2019 |
R.G. Tarih ve Sayı: 1/10/2019 - 30905 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
Raportörler |
: |
Yücel ARSLAN |
|
|
Hilmi Can TURAN |
Başvurucu |
: |
Selma ELMA |
Vekili |
: |
Av. Nusret GÜRGÖZ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, izinsiz düzenlenen basın açıklamasına katılan başvurucunun idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/5/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Arka Plan Bilgisi
8. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. 19/10/2016 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere OHAL dönemi doksan gün uzatılmıştır (darbe teşebbüsüne ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20).
9. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün başarısız olmasından sonra çıkarılan bazı kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile bazı kamu çalışanları görevlerinden ihraç edilmiştir.
10. 4/11/2016 tarihinde Antalya Valiliği (Valilik), il genelinde ve OHAL süresi boyunca düzenlenecek olan tüm kapalı/açık toplantıları, gösteri ve yürüyüşleri, stant açılmasını, oturma eylemlerini, çadır kurulmasını, basın açıklamalarını ve benzeri bildirimli veya bildirimsiz her türlü eylem ve etkinlikleri Valiliğin ve kaymakamlıkların iznine bağlamış; izinsiz yapılacak olan faaliyetlerin tümünü yasaklamıştır.
11. Valiliğin internet sitesinde yer alan söz konusu kararı şu şekildedir:
" İlgi : İçişleri Bakanlığı OHAL Koordinasyon Bürosunun 18.10.2016 tarih ve E.384 sayılı Emir yazısı.
İlgi’de kayıtlı emir yazı ile terör örgütlerinin ülkemizin birlik ve bütünlüğüne kast eden eylemlerini çok farklı yol ve yöntemlere başvurarak (yollara el yapımı patlayıcı madde döşemek, güvenlik kuvvetlerimize ve masum vatandaşlarımıza yönelik silahlı ve bombalı araç düzeneği ile) saldırıda bulunduğu, öte yandan Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşleri gibi temel hak ve hürriyetleri de istismar ettikleri,
Özellikle son günlerde PKK/KCK terör örgütü tarafından bomba yüklü araçlarla düzenlenen saldırılarda bir çok şehit ve yaralının olduğu, DEAŞ terör örgütü tarafından daha önce düzenlenen terör saldırıları nedeniyle çok sayıda vatandaşımızın hayatını kaybettiği ve çok sayıda vatandaşımızın da yaralandığı, yine DEAŞ terör örgütünün ülkemizdeki sol tandanslı grupların gerçekleştirebilecekleri toplantı, miting, yürüyüş faaliyetleri olmak üzere düzenlenecek muhtemel etkinliklerde sansasyonel eylem girişiminde bulunabilecekleri,
Dolayısıyla son dönemde darbe girişimi ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde yaşanan gelişmeler dikkate alındığında ülkemiz genelinde olduğu gibi ilimiz genelinde de milli hassasiyetin üst seviyeye ulaştığı, terör örgütlerinin bu durumu kötüye kullanıp ilimizde kargaşa ve kaos ortamı oluşturacağı değerlendirilmektedir.
Bu kapsamda, terör örgütlerine ait planlarının bertaraf edilmesi, özellikle açık alanlarda yapılacak gösteri yürüyüşleri, stand açma, oturma eylemi, çadır kurma, basın açıklamaları vb. etkinliklerde karşıt görüşlü grupların karşı karşıya gelmemesi, tesis olunan huzur ortamı ile milli güvenlik ve kamu düzeninin bozulmaması, Cumhuriyetin temel nitelikleri, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla,
2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 'Toplantının Ertelenmesi veya Bazı Hallerde Yasaklanması' başlıklı 17. maddesinde yer alan 'Bölge Valisi, Vali veya Kaymakam milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere engelleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike olması halinde yasaklayabilir,'
5442 Sayılı İller İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesinde yer alan 'İl sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi Valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için Vali gereken karar ve tedbirleri alır, bu hususta alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymayanlar hakkında 66.madde hükmü uygulanır.'
Anayasanın 121. maddesinin 2.bendinde yer alan '119. madde uyarınca ilan edilen Olağanüstü Hallerde vatandaşlar için getirilecek, para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile Olağanüstü hallerin her türü için ayrı ayrı geçerli olmak üzere, Anayasanın 15. maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne suretle alınacağı, kamu hizmeti görevlilerine ne gibi yetkiler verileceği, görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler yapılacağı ve olağanüstü yönetim usulleri, Olağanüstü Hal Kanununda düzenlenir.'
2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 'Tedbirler' başlıklı 11. maddesinin (m) bendinde yer alan 'Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak' amir hükümleri uyarınca;
İlimiz merkez ve ilçelerinde yapılacak ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 'İstisnalar' başlıklı 4. maddesi dışında kalan 'Kapalı/Açık yer toplantıları, gösteri yürüyüşleri, stant açma (ticari stantlar hariç), oturma eylemi, çadır kurma, basın açıklaması vb. tarzdaki bildirimli veya bildirimsiz her türlü eylem ve etkinliklerin' TAMAMININ Olağanüstü Hal Süresince Valiliğimizin ve Kaymakamlıklarımızın İZNİNE BAĞLANMASI ve izinsiz yapılacak her türlü faaliyetlerin tümünün İL GENELİNDE YASAKLANMASI ..."
B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler
12. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
13. Başvurucu, öğretmen olup Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Sendika) üyesidir.
14. Sendika, Valiliğin 4/11/2016 tarihli kararının geçerli olduğu süreçte yetkili idari mercilerden izin almaksızın 19/1/2017 tarihinde Antalya Millî Eğitim Müdürlüğü (Millî Eğitim Müdürlüğü) önünde Sendika üyesi ve aynı zamanda şube yürütme kurulu üyesi olan H.T.nin meslekten ihraç edilmesini kınamak amacıyla basın açıklaması düzenlemiştir. Başvurucu da Sendika tarafından düzenlenen söz konusu basın açıklamasına katılmıştır.
15. Başvurucu hakkında izinsiz olarak yapılan basın açıklamasına katılarak emre aykırı davranışta bulunduğu gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca idari para cezası uygulanmıştır. Yaptırım kararı 23/3/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 29/3/2017 tarihinde idari para cezasına karşı Antalya 3. Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) itirazda bulunmuştur.
17. Hâkimlik 20/4/2017 tarihli kararı ile itirazı kesin olarak reddetmiştir. Karar gerekçesinde; Valiliğin etkinliklerin yasaklanmasına ilişkin 4/11/2016 tarihli yazısına atıf yapılarak başvurucunun izinsiz basın açıklamasına katıldığının tutanaklarla tespit edildiği, 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi kapsamında emre aykırı davranış eylemi nedeniyle başvurucu hakkında düzenlenen idari para cezasının usul ve kanuna uygun olduğu belirtilmiştir.
18. Hâkimliğin kararı başvurucu vekiline 26/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. İlgili hukuk için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30 kararları ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 15. maddesinin yorumuna ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 148-160).
A. Ulusal Hukuk
20. 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun 11. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince olağanüstü hal ilanında; genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla 9 uncu maddede öngörülen tedbirlere ek olarak aşağıdaki tedbirler de alınabilir:
...
(m) Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü taplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak,..."
B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
21. AİHM, toplantı öncesi bildirim yükümlülüğüne ilişkin olarak verdiği Skiba/Polonya ((k.k.), B. No: 10659/03, 7/7/2009) kabul edilemezlik kararında toplantıyı organize ettiği anlaşılan başvurucuya bildirim yükümlülüğünü yerine getirmemesi sebebiyle verilen idari para cezasını orantılı bulmuş ve başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir. Söz konusu karar özet olarak şu şekildedir:
i. Başvurucu, Hristiyan değerlerini savunmak amacıyla kurulan bir derneğin başkan yardımcısıdır. 2002 yılında ilgili derneğe, iki gün sonra bir sanat galerisinde Katolik çevrelerce dine aykırı kabul edilen bir sergi düzenleneceği bilgisi ulaşmıştır. Sergi başladığında başvurucunun da aralarında olduğu otuzdan fazla kişi galeri önünde toplanmıştır. Grup 45 dakika boyunca protesto konularına ilişkin pankart taşımış ve el ilanları dağıtmıştır. Gösteriyi yöneten başvurucu, gruba yönelik olarak yüksek sesle konuşma yapmış ve protesto sonuna kadar gruba dua ettirmiştir. Bir polis memuru başvurucuya yaklaşarak kimliğini kontrol etmiştir. Daha sonra başvurucuya, bildirimde bulunmaksızın toplantı düzenlediği gerekçesiyle 100 Avro para cezası verilmiştir.
ii. Başvurucu karara itiraz etmiş ve itirazında sergiden iki gün önce haberdar olduklarını, oysa en az üç gün öncesinde bildirimde bulunma şartı bulunduğunu öne sürmüştür. Ayrıca başvurucu, serginin halk nezdinde öfkeye yol açtığı ve dernek üyelerince dine hakaret niteliğinde olduğunun değerlendirildiğini ileri sürmüştür. Yine başvurucu başka yer ve zamanda yapılması hâlinde toplantının anlamsız hâle geleceğini iddia etmiştir. Bölge mahkemesi davanın toplantı sırasında söylenenlerle ilgili olmadığını, para cezasının salt bildirim yapılmaması nedenine dayandığını belirtmiştir.
iii. AİHM, başvurucunun para cezasıyla cezalandırılmasının toplantı hakkına bir müdahale oluşturduğunu, ancak bu başvuruda cezanın başvurucunun toplantıya katılması ya da toplantı sırasındaki ifadelerinden dolayı değil toplantının düzenleyicisi olarak bilinçli bir şekilde bildirim verme yükümlülüğüne ilişkin iç hukuk düzenlemelerine uygun davranmamış olması nedeniyle verildiğini belirtmiştir. AİHM; iç hukuk normlarının amacının keyfî olarak toplantı hakkını sınırlamak olmadığını, aksine otoritelerin barışçıl toplantı haklarını kullanan kişilerle başkalarının haklarını bağdaştırmak amacıyla gerekli adımları atmalarını sağlamak olduğunu ifade etmiştir.
iv. AİHM, dosyada, başvurucunun serginin yapılacağı bilgisinin kendilerine geç ulaştığı ve bildirim için yeterli zamanları kalmadığı iddiasına ilişkin olarak kamu otoritelerinin bu konuda sorumlu tutulmasını gerektirir herhangi bir bilgi olmadığını, başvurucunun bildirim için sergiyi öğrendiği tarihten toplantı başlayana kadar yeterli süresinin bulunduğunu ancak böyle bir girişimde bulunmadığını, muhtemelen başvurucunun toplantıya izin verilemeyeceği korkusuyla bildirimde bulunmadığını belirtmiş; başvurucunun bu korkusunu temellendirmeye yönelik herhangi bir delili yerel mahkemelere ya da AİHM'e sunmadığını ifade etmiştir.
v. Ayrıca AİHM, derneklerin veya toplantı düzenleyenlerin savunulmasına yardım ettikleri demokratik kurallara uygun davranmaları ve yürürlükteki düzenlemelere saygı duymaları gerektiğinin altını çizmiştir. AİHM; somut olayda bildirimde bulunulmamış, olay merkezî bir alanda gerçekleşmiş ve diğer insanların hareket özgürlüğü engellenmiş olmasına rağmen yetkililerin hoşgörü gösterdiğini belirterek başvurucu ve gruptakilerin istedikleri gibi toplantı hakkını kullandıklarına dikkat çekmiştir.
vi. AİHM sonuç olarak başvurucunun sabıka kaydının bulunmadığını, gösterinin barışçıl nitelikte olduğunu ve en hafif cezanın uygulandığını tespit ederek yetkililerin gerekli itidali gösterdiğini belirtmiştir. AİHM ayrıca, yetkililerin bu davranışının başvurucu üzerinde herhangi bir caydırıcı etkiye yol açmayabileceğini, zira cezanın toplantıya katılmak ya da dile getirilen görüşler dolayısıyla verilmediğini, yerel mahkemelerin de cezanın amacını net bir şekilde ortaya koyduklarını ifade ederek cezanın izlenen meşru amaçlarla orantısız olmadığına karar vermiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 4/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
23. Başvurucu, toplantı ve gösteri düzenleme hakkının anayasal ve uluslararası güvencelerine değinmiş; barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan, şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesinin demokrasinin bir gereği olduğunu belirtmiştir. Barışçıl gösteri sırasında veya sonrasında katılımcılara yönelik soruşturma ve cezalandırmaların toplantı ve gösteri düzenlenme hakkını sınırlandığını belirten başvurucu, kendisine uygulanan idari para cezasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
24. Ayrıca başvurucu; ilgili idari para cezasının Valilik tarafından değil Kaymakamlık tarafından düzenlendiğini, bu durumun 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine aykırı olduğunu, Kanun'a göre ilgili cezanın ancak vali tarafından verilebileceğini iddia etmiştir. Başvurucu, aynı basın toplantısına katılan ve idari para cezası yaptırımı ile karşılaşan sendika üyelerinin itirazı sonucu bir başka sulh ceza hâkimliğinin cezanın Valilik yerine Kaymakamlık tarafından verilmiş olmasının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesi ile idari para cezasının kaldırılmasına karar verdiğini belirtmiştir. Başvurucu, aynı olay hakkında yargı organlarının farklı kararlar vermesinin adil yargılanma hakkı kapsamında hukuki belirlilik ve güvenlik ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir.
25. Bakanlık görüşünde, 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinde kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini izne bağlamak hususunda idareye yetki verildiği ve Valiliğin 4/11/2016 tarihli İzne Bağlama ve Yasaklama Kararının yasal dayanağının bulunduğu belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde; itiraz üzerine verilen mahkeme kararındaki tespit ve sonuçların yasanın uygulanması niteliğinde olduğu, bu anlamda kararın Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal eder nitelikte olmadığı veya adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik içermediği ifade edilerek uygulanan tedbirin demokratik toplum düzeninde gerekli olduğu değerlendirilmiştir.
26. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru dilekçesindeki iddialarını yinelemiştir.
B. Değerlendirme
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü katıldığı basın açıklaması sonrasında kendisine idari para cezası uygulanmasına ilişkindir. Belirtilen nedenlerle başvurucunun şikâyetinin bir bütün olarak toplantı ve gösteri düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
28. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
1. Uygulanabilirlik Yönünden
29. Anayasa'nın 15. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Savaş, seferberlik... veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. ..."
30. Olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvurular incelenirken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklerle ilgili güvence rejimi dikkate alınır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191). Valilik tarafından 4/11/2016 tarihinde verilen ve OHAL süresince düzenlenecek her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşlerini Valiliğin ve kaymakamlıkların iznine bağlayan karar ile bu karardaki emre uygun hareket etmediği gerekçesiyle başvurucuya uygulanan idari yaptırımın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğu açıktır.
31. Başvurucu hakkında uygulanan para cezasının Anayasa'da öngörülen temel hakları ihlal edip etmediğinin incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucuya para cezası uygulanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 34. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (toplantı hakkına ilişkin olarak Erdal Karadaş, B. No: 2017/22700, 28/5/2019, § 49; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; eğitim hakkı bağlamında bkz. Mehmet Ali Eneze, B. No: 2017/35352, 23/5/2018, § 31; aile hayatına saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti bağlamında bkz. Bayram Sivri, B. No: 2017/34955, 3/7/2018, § 47; din özgürlüğüne ilişkin bkz. Murat Kalkan, B. No: 2017/21904, 11/12/2018, § 41).
2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
33. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Dursun Soydan ve diğerleri, B. No: 2015/2948, 14/11/2018, § 39; Erdal Karadaş, § 46;sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 48). Bu sebeple başvurucunun Sendikanın düzenlemiş olduğu basın açıklamasına katılmasına kolluk kuvvetleri herhangi bir müdahalede bulunmamış olsa bile daha sonra idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir (Dursun Soydan ve diğerleri, § 39).
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
34. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
35. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
36. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69).
37. Öte yandan Anayasa’nın 34. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” denilmek suretiyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesinin izin alma koşuluna bağlanamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin önceden izin alma şartına tabi tutulamayacağı hususu bu hakka ilişkin olarak Anayasa’nın 34. maddesiyle getirilen ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilenlere ek bir güvence mahiyeti taşımaktadır (AYM, E.2014/101, 2017/142, 28/9/2017, § 85).
38. 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinde genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla OHAL dönemlerinde toplantı hakkının kullanılmasının önceden izin alınması şartına bağlanabileceği hüküm altına alınmıştır. Somut olayda Valilik bu Kanun'a dayanarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesini OHAL süresince izin şartına bağlamıştır. Başvurucuya uygulanan para cezası da bu izin şartının yerine getirilmemiş olması sebebine dayandırılmıştır. Dolayısıyla olayda başvurucuya uygulanan idari para cezasının Anayasa’nın 34. maddesinin birinci fıkrasında yer alan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesinin izin şartına bağlanamayacağı güvencesine aykırılık teşkil ettiği açıktır.
39. Bununla birlikte bu güvenceye aykırı tedbirin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığı hususu aşağıda incelenecektir.
ii. Meşru Amaç
40. Başvurucunun idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır (Dursun Soydan ve diğerleri,§ 43).
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
41. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren ve ifade özgürlüğünün özel bir biçimi olan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı; çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § § 34, 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § § 31, 45).
(b)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
42. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa (Dilan Ögüz Canan § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70) ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse (Dilan Ögüz Canan, §§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74) demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.
(c) Barışçıl Toplanma Hakkı
43. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 54).
(d) Bildirim Usulü ve Sınırlamanın Niteliği
44. Anayasa Mahkemesi, toplantı hakkının bildirim usulüne bağlanabileceğine daha önce karar vermiştir. Söz konusu bildirimin amacı toplantı, yürüyüş veya diğer gösterilerin düzgün bir şekilde yapılmasını güvence altına almak için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkânı sağlamak olduğu sürece genel olarak hakkın özüne dokunmaz. Bildirim usulünün uygulanmasının amacı, toplantı hakkının etkin şekilde kullanılması imkânını sağlamaktır (Dilan Ögüz Canan, § 39; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 122; Osman Erbil, § 52).
45. Ayrıca derhâl tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlarda ve barışçıl nitelikte toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılması hâlinde sadece bildirim yükümlülüğüne uyulmamış olması nedeniyle yapılacak müdahaleler ölçüsüz bir sınırlama olarak kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 121, 122; katılımcılar açısından derhâl tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlara ilişkin olarak ayrıca bkz. Osman Erbil, §§ 65, 67; Sevinç Hocaoğulları, B. No: 2015/271, 15/11/2018, § 48).
46. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf etmek amacıyla tedbirler alabilirler. Bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de ceza verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Bu tedbir ve cezalar barışçıl toplantı hakkına dolaylı sınırlamalara dönüşmemelidir. Toplantı hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 42; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 76; Erdal Karadaş,§ 61).
47. Bireyin bu şekilde korunması ihtiyacı nedeniyle toplantı öncesi bildirim yükümlülüğüne uyulmaması hâlinde idare ve mahkemeler şu ilkeleri gözetmelidir:
i. Toplantı barışçıl ise veya herhangi bir şiddet tehlikesi bulunmuyorsa yalnızca bildirim yükümlülüğüne uyulmadığı gerekçesiyle dağıtılmamalıdır.
ii. Bununla birlikte bildirim usulü öngörülmesini anlamsız kılacak şekilde hareket edilmemeli ve bu yükümlülüğün yaptırımsız bir emirden ibaret olduğu düşünülmemelidir. Bu nedenle bildirim usulüne uyulmaması hâlinde bu yükümlülüğü yerine getirmekle mükellef olanlara ölçülü bir yaptırım uygulanabilmelidir. Ancak bildirim yükümlülüğünün ihlali nedeniyle uygulanacak ceza yalnızca toplantıyı organize edenlere ya da yönetenlere yönelik olmalıdır. İzin veya bildirime ilişkin prosedürlerin tamamlanıp tamamlanmadığından toplantıyı organize edenler ya da yönetenler sorumlu olup sözü edilen kişilerden olmayan katılımcıların bu süreçlerden haberdar olmalarının beklenemeyeceği dikkate alınmalıdır.
iii. Toplantıyı organize edenlere ya da yönetenlere yaptırım uygulanabilmesi için bu kişilerin bildirim prosedürüne başvurma imkânlarının bulunması ve buna rağmen başvurmamış olmaları gereklidir.
iv. Toplantı, derhâl tepki verilmesini gerektiren olaylara ilişkin olmamalıdır (bkz. § 45). Zira bu durumda bildirim şartına uyulmasını beklemek hakkın özüne dokunabilir.
v. Ceza, izlenen meşru amaçlarla orantılı olmalıdır. Barışçıl bir gösteri veya basın açıklaması nedeniyle ilke olarak bu gösteri ya da toplantıya katılan kişilere kınanabilir bir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezai bir yaptırım da uygulanmaması gerekir. Zira barışçıl gösteriye katılanlar hakkında gösteri sonrasında idari para cezaları verilmesi gibi yaptırımlar kişilerin haklarını kullanmalarında caydırıcı etkiye neden olabilir (Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, § 55; Erdal Karadaş, § 68).
vi. İdare ve derece mahkemeleri para cezasının salt prosedürel yükümlülüklere uyulmaması nedeniyle verildiğini, toplantıda dile getirilen görüşler ya da toplantıya katılmaktan kaynaklanmadığını somut olayla ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya koymalıdır.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
48. Anayasa Mahkemesi daha önce 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinde yer alan emre itaatsizlik kabahatinin barışçıl gösterilere dolaylı müdahale edilmesinde kullanılma riski bulunduğuna işaret etmiştir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 87; Erdal Karadaş, § 65). Dolayısıyla incelenen başvuruda yapılacak değerlendirmelerde bu husus diğer şartlarla birlikte dikkatli bir şekilde gözetilecektir. Anayasa Mahkemesinin incelemesi somut olaya ve Valilik kararının bu olaya etkisine özgü olup Valiliğin OHAL döneminde düzenlenecek basın açıklamaları ve diğer etkinliklere ilişkin 4/11/2016 tarihli kararı bu başvurunun ve incelemenin doğrudan konusu değildir.
49. Valiliğin İzne Bağlama ve Yasaklama Kararının gerekçelerinde terör örgütlerinin eylemlerine, çok farklı yol ve yöntemler kullanarak saldırıda bulunduklarına dikkat çekilmiştir. Kararda bu örgütlerin daha önce Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşleri gibi temel hak ve hürriyetleri de istismar ettikleri belirtilmiştir. Yine kararda darbe teşebbüsü ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşanan gelişmeler dikkate alındığında terör örgütlerinin millî hassasiyetleri kötüye kullanmak suretiyle Antalya'da kargaşa ve kaos ortamı oluşturabileceklerinin değerlendirildiği ifade edilmiştir (bkz. § 11).
50. Hâkimlik kararının gerekçesinde ise başvurucunun izinsiz olarak basın açıklaması yaptığı ve Valiliğin buna ilişkin 4/11/2016 tarihli kararına aykırı hareket ettiğinin tutanak ile tespit edildiği belirtilerek cezanın usul ve yasaya uygun olduğu değerlendirilmiştir. Somut olayda Hâkimlik, başvurucunun şiddet eylemlerine karıştığına ve basın açıklamasının barışçıl olmadığına ilişkin bir değerlendirmeye kararında yer vermemiştir (bkz. § 17). Ayrıca idari para cezasına ilişkin polis tutanağında da bu hususlarda bir tespit yer almamaktadır. Valilik kararına bakıldığında ortaya konulan gerekçelerin OHAL ilan edilmesine neden olan gerekçelerle doğrudan bağlantılı ve daha önce ülkede yaşanmış olaylara ilişkin genel gerekçeler olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla somut olayda yaptırım konusu eylemlere özgü ve somut bir gerekçenin söz konusu olmadığı görülmektedir (aynı yönde Erdal Karadaş, § 74). Bu çerçevede başvurucunun kınanabilir bir olaya karışmadan, sadece emre aykırı davranış dolayısıyla cezalandırıldığı açıktır.
51. Buna göre ilk olarak somut olayda dosya içeriğinde toplantıyı organize eden ya da yönetenler tarafından herhangi bir bildirim veya izin prosedürüne başvurulduğuna yönelik bir bilginin mevcut olmadığı görülmektedir. İkinci olarak başvurucunun başvuruya konu toplantıyı organize edenler ya da yönetenler arasında yer aldığı yönünde bir tespite de rastlanmamıştır (bkz. § 47). Bu nedenle başvurucunun sadece katılımcı olması nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı hakkını kullanmasında dolaylı ve caydırıcı bir etkisi olduğu değerlendirilmiş, başvurucuya verilen idari para cezasının kamu düzeninin sağlanması ile başkalarının haklarının korunması için zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği ve demokratik toplum gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
52. Açıklanan gerekçelerle müdahalenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 34. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
53. Bununla birlikte anılan müdahalelerin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.
c. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden
54. Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak inceleme, bireysel başvuruya konu müdahalenin anılan maddenin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunup dokunmadığı, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunup bulunmadığı ve durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığının tespitiyle sınırlı olacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 192-211, 344; Erdal Karadaş, § 77).
55. Başvurucuya verilen idari para cezasının yaptırım uygulanmasına neden olan toplantının izin şartına bağlanması sebebiyle Anayasa'nın 34. maddesinin birinci fıkrasında yer alan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesinin izin şartına bağlanamayacağı güvencesine, başvurucunun toplantıyı organize eden veya yöneten sıfatını haiz olduğunun ortaya konulmamış olması sebebiyle de toplantı hakkına yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olması güvencesine aykırılık teşkil ettiği saptanmıştır.
56. Bu aşamada belirtilen anayasal güvencelere aykırı olduğu saptanan, başvurucuya idari para cezası uygulanması yolundaki tedbirin Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığı incelenecektir.
57. OHAL döneminde izin sisteminin öngörülmesinin amacı yetkililere kamu düzenini bozabilecek olayların engellenebilmesi ve gerekli tedbirlerin önceden alınabilmesi imkânını sağlamaktır. Belirtilen amaçlarla OHAL dönemlerinde Anayasa'nın 34. maddesinin birinci fıkrasında yer alan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesinin izin şartına bağlanamayacağı güvencesine aykırı olarak izin sisteminin uygulanmasının durumun gerektirdiği bir sınırlama olarak kabulü gerektiği değerlendirilmiştir.
58. Somut olayda başvurucunun müdahale konusu olan basın açıklamasına katılma eylemi 15 Temmuz darbe teşebbüsünden yaklaşık altı ay sonra gerçekleşmiş ve söz konusu basın açıklaması OHAL dönemi içinde yapılmıştır. Bu kapsamda müdahalenin konusunu oluşturan idari para cezası ve müdahalenin nedenini oluşturan Valiliğin ilgili yazısı birlikte değerlendirildiğinde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımının tamamen durdurulmadığı, sadece idarenin iznine bağlandığı, bu sınırlamanın OHAL süresince geçici bir uygulama olduğu görülmektedir. Dolayısıyla OHAL süresince de kişilerin idareden izin almak suretiyle haklarını kullanabilecekleri açıktır.
59. Yine OHAL sürecinde izin alma yükümlülüğüne uyulması, idarenin tedbir alabilmesi için olağan dönemlere göre daha fazla önem arz etmektedir. Bununla birlikte barışçıl nitelikte olan toplantılarda izin alma yükümlülüğünün -tıpkı bildirim yükümlülüğünde olduğu gibi- ilgili basın açıklamasını organize edenlere ait olduğunun kabul edilmesi gerekir (bkz. §§ 21, 47). Zira basın açıklaması veya toplantı ve yürüyüşlere katılanların tamamından ayrıca bireysel bir izin başvurusu yapmaları beklenemeyeceği gibi organize edilen herhangi bir toplantıya yalnızca katılan kişilerin söz konusu toplantının yetkili mercilere bildirildiğini veya gerekli ise izin alındığını bilmesi çoğu zaman mümkün değildir.
60. Buna göre somut olayda başvurucunun basın açıklaması öncesinde izin yükümlüğünün bulunduğunun kabulüyle ve barışçıl nitelikte bir etkinliğe sadece katılması dolayısıyla idari para cezasıyla cezalandırılması -durumun gerektirdiği ölçüde hakkın sınırlanması gerekliliği karşısında- OHAL döneminde de izlenen amaçla orantılı bir sınırlama olarak kabul edilemez.
61. Bu itibarla OHAL döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.
62. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde- başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
64. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin uygulanmasına ilişkin olarak kabul edilen ilkeler için bkz. Mehmet Doğan ([GK)] B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna ilişkin karar.
65. Başvurucu, ihlal tespiti ile 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
66. Anayasa Mahkemesi, başvurucuya yönelik idari para cezası şeklindeki müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşulunu sağlamadığından başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
67. Bu durumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılması kapsamında Antalya 3. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Bu doğrultuda ihlal sonucuna uygun olarak idari para cezasının iptali talebinin reddine ilişkin mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına ilgili Hâkimlikçe karar verilmesi gerekmektedir.
68. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesinin yeterli giderim sağladığı değerlendirildiğinden tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ile 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.732,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 3. Sulh Ceza Hakimliğine (D. İş 2017/1973) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 257,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.732,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
BURCU BARDAKCI VE ERDEM YİNANÇ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2016/13475) |
|
Karar Tarihi: 11/9/2019 |
R.G. Tarih ve Sayı: 31/10/2019-30934 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
Raportör |
: |
Burak FIRAT |
Başvurucular |
: |
1. Burcu BARDAKCI |
Vekili |
: |
Av. Deniz ÖZBİLGİN |
|
|
2. Erdem YİNANÇ |
Vekili |
: |
Av. Doğukan Tonguç CANKURT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir protesto eylemi sırasında afiş asan başvuruculara idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/7/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruculardan Burcu Bardakcı’nın adli yardım talebinin reddine, Erdem Yinanç’ın ise adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. 2016/13475 ve 2016/13479 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/13475 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2016/13475 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmıştır.
8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Arka Plan Bilgisi
9. Türkiye’de 2015 yılının ikinci yarısından başvuruya konu eylemin yapıldığı tarihe kadar çok sayıda terör saldırısı ile birlikte toplumsal infial yaratan bazı olaylar yaşanmıştır. Bunlardan bazıları, açık kaynaklardan edinilen bilgiler ışığında kronolojik olarak aşağıda sıralanmıştır:
i. 5/6/2015’te Halkların Demokratik Partisinin (HDP) Diyarbakır’daki seçim mitingine bombalı saldırı düzenlenmiştir. 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan Milletvekili Genel Seçimi’nden iki gün önce düzenlenen saldırıda 5 kişi ölmüş, 400’ün üzerinde kişi ise yaralanmıştır.
ii. 20/7/2015’te Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde canlı bomba saldırısı düzenlenmiştir. Saldırıda 34 kişi ölmüş, 100’den fazla kişi de yaralanmıştır.
iii. 10/8/2015’te İstanbul Sultanbeyli Fatih Polis Merkezine bomba yüklü araçla saldırı düzenlenmiştir. Saldırının ardından çıkan çatışmada bir polis memuru şehit olmuştur.
iv. 10/10/2015’te Ankara’da gerçekleştirilen Barış Mitingi’nin toplanma yeri olan Tren Garı’nın önünde iki canlı bomba tarafından yapılan saldırıda 103 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştır.
v. 12/1/2016’da İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda yabancı uyruklu bir canlı bomba, turist kafilesinin arasına girerek üzerindeki bombayı patlatmıştır. Patlama sonucunda 13 kişi ölmüş, 16 kişi de yaralanmıştır.
vi. 17/2/2016’da Genelkurmay, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Kuvvet Komutanlıklarının yakınında askerî servis araçlarının geçişi sırasında bomba yüklü araç patlatılmıştır. Saldırıda 28 kişi ölmüş, 61 kişi yaralanmıştır.
vii. 13/3/2016’da Kızılay’da bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda 34 kişi ölmüş, 125 kişi yaralanmıştır.
viii. 19/3/2016’da İstiklal Caddesi’nde Beyoğlu Kaymakamlığı önünde intihar saldırısı düzenlenmiştir. Saldırıda 5 kişi ölmüş, 37 kişi de yaralanmıştır.
B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler
10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
11. Başvurucular sırasıyla 1996 ve 1993 doğumlu olup olay tarihinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (Fakülte) öğrencisidir.
12. 22/3/2016 günü saat 13.00 civarında aralarında başvurucuların da bulunduğu bir grup öğrenci, ülkede 2016 yılında yapılan bombalı saldırıları protesto etmek amacıyla Ankara Üniversitesi Cebeci Yerleşkesi’nde (Yerleşke) toplanmışlardır. Protestocu grup birbirinin aynısı üç pankart açmış ve bu pankartları Yerleşke içindeki farklı yerlere asmıştır. Pankartın üzerinde şunlar yazmaktadır:
“Sarayın İstikrarı / 5 Haziran 2015 HDP Diyarbakır Mitingi / 20 Temmuz 2015 Suruç / 10 Ekim 2015 Ankara Barış Mitingi / 12 Ocak 2016 Sultanahmet Meydanı / 6 Şubat 2016 Cizre Bodrum Katı / 17 Şubat 2016 Genelkurmay Önü / 13 Mart 2016 Güvenpark / 19 Mart 2016 İstiklal Caddesi / Katliam, Kan, Yayın Yasağı, Gözyaşı Öğrenci Kolektifleri”
13. Anılan pankartın indirilmesi için Fakülte özel güvenlik görevlileri tarafından gerekli ikazlar yapılmış ancak pankart indirilmemiştir.
14. Fakülte yönetimi, karşıt görüşlü öğrenciler arasında meydana gelmesi muhtemel olayların önlenmesini ve eğitimin aksamadan devam edebilmesini sağlamak amacıyla polisten yardım istemiştir. Bu çağrı üzerine okula gelen polisler saat 14.40’ta Yerleşke’ye girerek pankartı indirmişlerdir.
15. Başvurucuların da aralarında bulunduğu sekiz kişi gözaltına alınmış ve ifadelerinin ardından serbest bırakılmıştır.
16. 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 42. Maddesi uyarınca Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğünün 22/3/2015 tarihli işlemiyle başvurucuların her birine izinsiz afiş astıkları gerekçesiyle 219 TL idari para cezası uygulanmıştır.
17. Başvurucular idari para cezalarına karşı itiraz yoluna başvurmuşlardır. İtiraz dilekçelerinde, gerçekleştirilen protestonun barışçıl olduğu dikkate alınarak eylemin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını ve itiraz konusu cezanın caydırıcı etkisinin gözetilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
18. Başvurucu Erdem Yinanç’ın itirazı Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/6/2016 tarihli kararı; başvurucu Burcu Bardakcı’nın itirazı ise Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/6/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Anılan kararlarda, idari yaptırım kararı ile verilen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir.
19. İtirazın reddine ilişkin kararlar, başvuruculara 27/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
20. 5326 sayılı Kanun’un “Afiş asma” kenar başlıklı 42. Maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“(1) ... cadde veya sokak kenarlarındaki kamuya ait ... alanlara, rızası olmaksızın özel kişilere ait alanlara bez, kâğıt ve benzeri afiş ... asan kişiye, ... idarî para cezası verilir. Aynı içerikteki afiş ve ilânlar, tek fiil sayılır.
(2) Birinci fıkra hükmü, yetkili makamlardan alınan açık ve yazılı izne dayalı olarak asılan afiş ve ilânlar açısından uygulanmaz. ...
...
(4) Bu kabahatler dolayısıyla idarî para cezasına, kolluk veya belediye zabıta görevlileri karar verir.
...”
B. Uluslararası Hukuk
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve bu hak kapsamında ifade özgürlüğünün demokratik toplumun en temel değerleri arasında olduğu ve demokrasinin özünde açık bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücünün yer aldığı vurgulanmaktadır. Şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma durumları dışında toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan ifadeleri ve bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği ya da eylemlerin yasa dışı olduğu durumlarda dahi demokrasiye zarar vermekte hatta demokrasinin varlığını sık sık tehlikeye atmaktadır. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı kişilere sunulmalıdır (Gün ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8029/07, 18/6/2013, § 70; Güneri ve diğerleri/Türkiye, B. No: 42853/98, 43609/98 ve 44291/98, 12/7/2005, § 76).
22. AİHM Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye (B. No: 19620/12, 23/1/2018) kararında eldeki başvuruya benzer bir konuyu incelemiştir. Söz konusu karar şu şekilde özetlenebilir:
i. AİHM’in kararına konu olayda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası üyesi başvuruculara, gerçekleştirilen grev kapsamında bir okul binasının dış cephesine üzerinde “Bu iş yerinde grev vardır.” Yazılı afiş astıkları gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun’un 42. Maddesi uyarınca idari para cezası verilmiştir. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 11. Maddesinde güvence altına alınan barışçıl olarak toplanma özgürlüğü kapsamında incelediği başvuruda değerlendirilmesi gereken başlıca konunun idari para cezasının demokratik toplumda gerekli olup olmadığı hususu olduğunu ifade etmiştir(Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 28).
ii. AİHM, gösterinin tamamen barışçıl olarak sürdürüldüğüne, gösteride idari makamların veya polisin kamu düzenini korumak için müdahale etmesini gerektirecek taşkınlıklar yaşanmadığına dikkat çekmiştir (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 29). AİHM’e göre başvuranlar görsel bir kirliliğe sebebiyet veren, şiddet içeren bir afiş asmamış ve binanın dış cephesine veya herhangi bir kamu malına zarar vermemişlerdir. Söz konusu afişin asılmasının barışçıl olarak toplanma özgürlüğünün kullanımına bağlı bir unsur olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 33).
iii. AİHM; sulh ceza mahkemesi tarafından yapılan denetimin çok kısıtlı olduğunu, ilgililere isnat edilen fiillerin gerçekliğini doğrulamakla sınırlı kaldığını vurgulayarak itiraz incelemesinde bir yandan barışçıl toplanma hakkının başvurucularca kullanılması, diğer taraftan kamu düzeninin sağlanması, başkasının hak ve özgürlüklerinin korunması gibi mevcut farklı menfaatlerin dengelenmeye çalışıldığını gösteren hiçbir unsur bulunmadığını belirtmiştir (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 34). AİHM, afişin binada eğitimi herhangi bir şekilde engellediğine dair bir görünüm olmadığını söyleyerek ihtilaf konusu para cezalarının barışçıl olarak toplanma hakkının kullanımı üzerinde caydırıcı bir etkisi olduğu tespitinde bulunmuştur (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 36). AİHM sonuç olarak başvuruculara verilen idari para cezasının demokratik bir toplumda zorunlu olmadığı kanaatini açıklamıştır (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 37).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 11/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
24. Başvurucular; son zamanlarda yaşanan bombalı saldırıları ve katliamları protesto etmek istediklerini, astıkları afişin bu yaşananların siyasi sorumluluğunun saray iktidarı olduğunu belirtmeyi amaçladıklarını ifade etmişlerdir. Başvurucular, pankartın herhangi bir şiddet çağrısı içermediğini, Fakültede öğrencilerin siyasi düşüncelerini paylaştıkları afişlerin her zaman bulunduğunu, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının Anayasa ve Sözleşme tarafından korunduğunu ifade etmişlerdir.
25. İdari para cezalarının anılan hak üzerinde caydırıcı etkisi bulunduğuna dikkat çeken başvurucular benzer konuda verilen mahkeme kararlarının dikkate alınmadığını, haklarında verilen kararın gerekçeden yoksun olduğunu belirterek toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular hakkında izinsiz afiş asmaları nedeniyle 5326 sayılı Kanun’a göre işlem yapıldığı, afiş içeriğiyle ilgili herhangi bir yaptırım uygulanmadığı, somut olayda asılan afişin toplanma özgürlüğünün kullanımına bağlı bir unsur olduğu dikkate alındığında başvurucuların iddialarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
27. Anayasa’nın “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” kenar başlıklı 34. Maddesi şöyledir:
“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
29. Fakülte bahçesinde gerçekleştirilen protesto amaçlı toplantıda asılan afişin emniyet görevlileri tarafından indirilmesi ve sonrasında izinsiz afiş astığı gerekçesiyle başvurucuların idari para cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
30. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. Maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. Maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
31. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. Maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
32. 5326 sayılı Kanun’un 42. Maddesinin kanunilik ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
33. Başvurucuların idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararın Anayasa’nın 34. Maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
34. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).
35. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğü ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52).Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).
36. İfade özgürlüğünde olduğu gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da sadece toplumun geneli tarafından savunulan, kabul gören görüş ve fikirleri korumakla yetinmez. Bunun haricinde toplumun genelini rahatsız edebilecek, endişelendirecek hatta şoke edecek veya onların belirli düzeyde tepkilerini çekebilecek bazı fikirleri savunma amacıyla da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenebilir (Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, B. No: 2015/10676, 26/12/2018, § 33).
37. Toplantının veya gösteri yürüyüşünün hangi amaçla yapıldığının bir önemi yoktur. Bununla birlikte -ifade özgürlüğünde olduğu gibi- siyasal ve kamusal meseleler söz konusu olduğunda toplantı hakkına yapılan müdahaleler daha dar yorumlanmalıdır (Dilan Ögüz Canan, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, § 45; Ömer Faruk Akyüz, § 53).
(b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
38. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70) ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan Ögüz Canan, §§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74) demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.
© Barışçıl Toplantı Hakkı
39. Anayasa’nın 34. Maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle mevcut düzenin değiştirilmesi gerektiğini savunanlara dahi toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla bu fikirlerini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54).
(d) Müdahalenin Gerekçesi
40. Keyfî uygulamalardan ve usulsüz sınırlandırmalardan kaçınılması için barışçıl bir toplantıya tedbir almak veya alınan tedbirlere aykırı davrananlara ceza vermek suretiyle yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunun derece mahkemelerince ilgili ve yeterli gerekçe ile ortaya konulması, kamu düzeni ve başkalarının haklarının korunması ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılması arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Dilan Ögüz Canan, § 53; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 83; Ömer Faruk Akyüz, § 61).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
41. 2015 yılının ikinci yarısından 2016 yılının ikinci yarısına kadar geçen bir yıl içinde Türkiye’nin değişik yerlerinde çok sayıda bombalı terör eylemi meydana gelmiştir. Gayriresmî raporlara göre Türkiye’de 2016 yılı içinde on yedi kez canlı bomba ve bombalı araçla saldırı düzenlenmiş; saldırılarda polis, asker ve sivil olmak üzere toplam 298 kişi hayatını kaybetmiştir. Bine yakın insanın da yaralandığı belirtilmiştir.
42. Üniversite öğrencisi olan başvurucular, bombalı saldırıların devam ettiği günlerde ülkede meydana gelen terör saldırılarını protesto etmek amacıyla Fakülte Yerleşkesi içinde diğer öğrenci arkadaşlarıyla birlikte bir toplantı düzenlemiştir. Anılan toplantıda başvuruya konu afiş okul duvarına asılmıştır. Başvuruculara izinsiz afiş astıkları gerekçesiyle 219 TL idari para cezası verilmiştir. Afiş içeriği nedeniyle başvurucular hakkında ise kamu makamlarınca herhangi bir adli veya idari soruşturma açılmamıştır.
43. Yaşanan terör saldırılarına dikkat çeken ve saldırılarda ölenlerin unutulmaması çağrısı içeren afişin asılmasının bir düşünce açıklaması mahiyetinde olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Öte yandan başvuruya konu afişin asılması, öğrencilerinden oluşan bir topluluğun protesto eylemi sırasında gerçekleştiğinden Anayasa’da düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin güvencelerden yararlanır.
44. Anayasa Mahkemesi daha önce afiş asma yoluyla yapılan düşünce açıklamalarının anayasal güvencelerden yararlanmasının afiş asmanın bazı ön biçim koşullarına bağlanmasına engel teşkil etmeyeceğine karar vermiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Abdulvahap Can ve diğerleri, B. No: 2014/3793, 8/11/2017, § 53).
45. Kanun koyucu 5326 sayılı Kanun’un 42. Maddesinde kamuya ait alanlarda afiş asılmasını yetkili makamın, özel alanlarda ise malikinin iznine bağlı kılmış ve izin koşulu yerine getirilmeden afiş asılmasını idari para cezası yaptırımına tabi tutmuştur. Bu konuda kanun koyucunun takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekir. Sırf afiş asmanın izin şartına bağlanmış olması nedeniyle başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği düşünülemez (Neslihan Albayrak, B. No: 2015/19611, 13/9/2018, § 21).
46. Öte yandan tek başına izin alınmamış olması yaptırım uygulanması haklı kılmak için yeterli görülmeyebilir. Nitekim eldeki somut başvuruya konu olayda cezalandırmanın kamu düzeninin bozulmasını önlemek amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu noktada izinsiz afiş asılması nedeniyle kamu düzeninin bozulup bozulmadığı, bozulma tehlikesinin bulunup bulunmadığı ya da böyle bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığı ehemmiyet arz etmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 88, 89; Abdulvahap Can ve diğerleri, § 55).
47. Somut olayda idarenin ya da Hâkimliklerin Fakülte Yerleşkesi’nde gerçekleştirilen toplantının barışçıl olmadığına, kamu düzeninin bozulduğuna, bozulma tehlikesinin ortaya çıktığına, eğitimin aksadığına ya da yaptırım konusu afişin asılı kaldığı yaklaşık üç saat boyunca kamu düzeninin bozulmasına yol açabilecek bir gerginliğe sebebiyet verdiğine dair bir tespiti ve değerlendirmesi bulunmamaktadır. Dolayısıyla somut olayın koşullarında barışçıl bir protesto gösterisi sırasında başvuruya konu afişin asılması nedeniyle başvurucunun idari para cezası ile cezalandırılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ilgili ve yeterli gerekçe ile ortaya konulamamıştır.
48. Ayrıca barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında kınanabilir bir olaya karışmayan kişilere en hafif kabul edilecek cezanın dahi uygulanması caydırıcı etki doğurabilecektir (Osman Erbil, §§ 51, 71; Ömer Faruk Akyüz, § 60).
49. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında, somut olayın koşullarında başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin demokratik toplum gereklerine uygun olmadığından Anayasa’nın 34. Maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Kadir ÖZKAYA farklı gerekçeyle bu görüşe katılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
51. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin uygulanmasına ilişkin kabul edilen ilkeler için bkz. Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusu hakkında karar.
52. Başvurucular, ihlalin tespiti ile ayrı ayrı olmak üzere 219 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
53. Anayasa Mahkemesi başvurucuların idari para cezası ile cezalandırılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığı sonucuna ulaşarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin ilgili sulh ceza hâkimliklerinin kararlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
54. Bu durumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve ihlal kararı verilmesinin nedenlerini gideren, Anayasa Mahkemesince belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliği ile Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
55. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesinin yeterli giderim sağladığı değerlendirildiğinden tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucu Burcu Bardakcı’ya; 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin ise başvurucu Erdem Yinanç’a ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. Maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş 2016/1944) ve Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş 2016/1993) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucu Burcu Bardakcı’ya, 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin ise başvurucu Erdem Yinanç’a ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
FARKLI GEREKÇE
Başvuruya konu olayda; bir protesto eylemi sırasında üniversite yerleşkesi içerisinde okul binası duvarına afiş asan başvurucular adına, 5326 sayılı kabahatler Kanununun 42. maddesi uyarınca 219 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucular, cezanın iptal edilmesi istemiyle yaptıkları itirazın reddi üzerine de bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Mahkememiz çoğunluğunca, olayda, idarenin ya da Hâkimliklerin, Fakülte Yerleşkesinde gerçekleştirilen toplantının barışçıl olmadığına, kamu düzeninin bozulduğuna veya bozulma tehlikesinin ortaya çıktığına, eğitimin aksadığına ya da yaptırım konusu afişin asılı kaldığı süre boyunca kamu düzeninin bozulmasına yol açabilecek bir gerginliğe sebebiyet verdiğine dair bir tespit ve değerlendirmelerinin bulunmaması nedeniyle söz konusu afişin asılması eylemi için başvurucuların idari para cezası ile cezalandırılmalarının zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği gerekçesiyle başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Mahkememiz çoğunluğunca kabul edilen ihlal gerekçesine, kabahatler hukukuna ilişkin olarak 21.03.2019 günlü ve 2015/1051 başvuru numaralı kararda kullandığım karşı oyumda belirttiğim nedenlerle katılmamakla birlikte, başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla, aynı veya benzer konulara ilişkin olarak yapılan başvurularda Anayasa Mahkemesince istikrarlı bir biçimde ihlal kararları veriliyor olması, dolayısıyla bu konudaki Anayasa Mahkemesi görüşünün yerleşik hale gelmiş olması nedeniyle ihlal kararına sonucu itibarıyla katılıyorum.
|
|
|
|
Üye Kadir ÖZKAYA |
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
BELKİS YURTSEVER VE YILMAZ YILDIZ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2016/10400) |
|
Karar Tarihi: 25/9/2019 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
M.Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
Raportör |
: |
Burak FIRAT |
Başvurucular |
: |
1. Belkis YURTSEVER |
|
|
2. Yılmaz YILDIZ |
Vekili |
: |
Av. Öztürk TÜRKDOĞAN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, basın açıklamasına katılan başvuruculara idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 3/6/2016 ve 14/7/2016 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2016/12646 numaralı başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/10400 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/10400 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
10. Başvurucular kamu görevlisi olup Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikasının (SES/Sendika) üyesidir. Başvuruculardan Belkis Yurtsever SES Merkez Yönetim Kurulu üyesi, Yılmaz Yıldız ise SES Niğde Şube başkanıdır.
11. Niğde Valiliği (Valilik) 5/8/2004 tarihli ve 25544 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 2004/01 sayılı kararında kamu düzeninin ve güvenliğinin sağlanması amacıyla basın açıklaması yapılabilecek ve yapılamayacak alanları belirlemiştir. Bu kapsamda kamu kurum ve kuruluşları önünde ve bunlara ait müştemilatta (otopark, bahçe meydanları ve benzeri) basın açıklaması ve toplantı yapılması yasaklanmıştır.
12. 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü etkinlikleri kapsamında Niğde'de gerçekleştirilen ve aralarında başvurucuların üyesi olduğu Sendikanın da bulunduğu kuruluşların düzenlediği yürüyüş ve basın açıklamasına polis tarafından biber gazı kullanılarak müdahale edilmiştir. Bu müdahale sonrasında gözaltına alınanlar olmuştur.
13. Başvurucuların da aralarında olduğu dört kişilik bir grup 4/5/2015 tarihinde saat 13.30 sıralarında, üyesi oldukları Sendika tarafından 1 Mayıs'ta gerçekleştirilen etkinliğe emniyet görevlileri tarafından yapılan müdahalenin haksız olduğunu belirterek müdahalede bulunan polisler hakkında Sendika adına yapacakları suç duyurusunu kamuoyuna duyurmak ve müdahale sonrası yaşanan süreci kamuoyu ile paylaşmak amacıyla Niğde Adalet Binası girişi önünde basın açıklaması yapmak istemiştir.
14 Bir şube müdürünün sorumluluğundaki bir grup emniyet görevlisi, Sendika üyesi grup ile konuşmak için müzakereci olarak görevlendirilmiştir. Müzakereci şube müdürü, kamu kurum ve kuruluşları önünde açıklama yapabilmeleri için savcılıktan izin almaları gerektiğini Sendika üyelerine iletmiş ve durumu savcılığa bildirmek üzere ayrılmıştır. Başvurucular bu sırada basın açıklaması yapmış ve ardından suç duyurusunda bulunmak için Niğde Adliye Binasına girmişlerdir.
15. Başvuruculara, Niğde Adliye Binası önünde yapmış oldukları basın açıklamasının Valilik kararına aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesine göre ayrı ayrı 208'er TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucular idari para cezalarına itiraz etmişlerdir.
16. İtirazı inceleyen Niğde Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) değişik tarihlerde itirazları kesin olarak reddetmiştir. Hâkimlik kararlarında; basın açıklaması yapmak için tahsis edilmemiş bir yerde basın açıklaması yapıldığı, kolluk kuvvetleri tarafından kamu güvenliği amacıyla verilen emirlere riayet edilmediğinin resmî belge mahiyetindeki tutanak ve olay yerinden elde edilen kamera görüntülerinden anlaşıldığı belirtilerek itirazların yerinde görülmediğine karar verilmiştir.
17. Başvurucular 5/5/2016 ve 15/6/2016 tarihinde tebliğ edilen kararlara karşı sırasıyla 3/6/2016 ile 14/7/2016 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. İlgili hukuk için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri (GK), B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 25/9/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
20. Başvurucular; basın açıklamasına katılmaları nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmalarının ifade özgürlüğünün, sendika hakkının ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüşlerdir. AİHM tarafından idari yaptırım kararı ile ilgili olarak verilen ve örgütlenme ve toplanma özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirilen emsal kararların bulunduğunu belirten başvurucular kamu kurum ve kuruluşları önünde basın açıklaması yapılamamasının hakkın özüne dokunduğunu belirtmişlerdir.
21. Bakanlık görüşünde; somut olayda barışçıl toplanma özgürlüğüne yapıldığı iddia edilen müdahalede ulusal güvenliğin veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi ve üçüncü kişilerin haklarının korunması gibi meşru amaçlar güdüldüğü belirtilmiştir. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), devletin asayişi sağlamak veya korumak için toplantı düzenlemeyi bildirim yahut yer sınırlaması gibi şekil şartlarına ve izin koşuluna bağlamasını 11. maddeye aykırı bulmadığı ifade edilmiştir.
22. Bakanlık, idari para cezasının yalnızca Valilikçe yasaklanan yerde basın açıklaması yapmak suretiyle kamu düzeninin bozulma tehlikesinin ortaya çıkması nedeniyle uygulandığını belirterek söz konusu idari para cezasının başvurucuların barışçıl toplanma özgürlüğüne halel getirecek nitelikte olmadığını ifade etmiştir. Bakanlık, para cezalarının başvurucuların adli sicil kaydına işlenmediğini ve cezaların cüzi bir miktar olması nedeniyle başvurucuların mali durumları üzerinde aşırı bir yük oluşturmadığını belirtmiştir.
23. Başvurucular; Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında başvuru formundaki iddialarını yinelemişler, benzer bir olaya ilişkin AİHM tarafından Türkiye aleyhine verilen bir karar bulunduğunu hatırlatmışlardır.
B. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru, sendikanın kollektif eylemler nedeniyle üyelerinin mesleki çıkarlarını koruma özgürlüğü ile doğrudan ilişkili değildir (sendika hakkının kapsamı için bkz. Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 30-32; aynı yönde değerlendirmeler için bkz. Gülfidan Yıldırım, B. No: 2014/12290, 19/7/2017, § 22). Bu nedenle başvurucuların şikâyetinin toplantı ve gösteri düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir
25. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
27. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasındaki değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 53; sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 48). Bu sebeple başvurucuların yaptıkları basın açıklamasına kolluk kuvvetleri herhangi bir müdahalede bulunmamış olsa bile daha sonra idari para cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
28. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
29. Bu sebeple müdahalenin, Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
30. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69).
ii. Meşru Amaç
31. Başvurucuların idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
32. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı; çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, § 45).
33. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimi olup toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52). Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).
(b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
34. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa(bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70) ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan Ögüz Canan §§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74) demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.
(c) Barışçıl Toplanma Hakkı
35. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54).
(d) Sınırlamanın Niteliği
36. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilirler. Alınan bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de cezalar verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81; toplantı hakkına kamu düzeninin bozulması nedeniyle yapılan bir müdahalenin demokratik toplumda gerekli olduğuna karar verildiği bir başvuru için bkz. Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 76-86).
37. Bununla birlikte alınan tedbirlerin veya öngörülen cezaların barışçıl toplantı hakkına dolaylı olarak usulsüz sınırlamalara dönüşmesine müsaade edilemez. Güvence altına alınan toplanma hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 42; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 76).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
38. Somut olayda Niğde Valiliği bazı alanlarda basın açıklaması yapılmasını yasaklamıştır (bkz. § 11). Söz konusu kararın huzur, güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla alındığı görülmektedir. Başvurucuların izin verilmeyen alanda basın açıklaması yapması üzerine 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca emre itaatsizlik edildiği gerekçesiyle idari para cezası şeklinde yaptırım kararı uygulanmıştır.
39. Öncelikle devletin kamunun huzuru ve güvenliğinin sağlanması amacıyla yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir. Bununla birlikte 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinde yer alan "emre itaatsizlik" kabahatinin barışçıl gösterilere dolaylı müdahale edilmesinde kullanılma riski bulunduğu hatırda tutulmalıdır (Rıza Gökçen Erus, § 61; Dursun Soydan ve diğerleri, § 55).
40. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca yetkili merciler tarafından verilen emrin amacı kamu güvenliğinin, kamu düzeninin veya genel sağlığın korunması olmalıdır. Emre aykırı davranışın cezalandırılabilmesi için kanunda öngörülen kabahatin uygulanma koşullarının somut olayda bulunup bulunmadığı ve kabahatin unsurlarının neler olması gerektiği meselesi Anayasa Mahkemesinin ilgi alanının dışındadır. Buna karşılık yetkili mercinin verdiği emir ya da bu emre aykırı davranışın cezalandırılması anayasal bir hakka müdahale oluşturursa bu müdahale, Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında olacaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 87).
41. Bir kimse sırf emre aykırı davranmış olması nedeniyle cezalandırılmış ve Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere bir müdahalede bulunulduğunu kabul etmiş ise Anayasa Mahkemesinin bundan sonra denetleyeceği ilk husus emre aykırılık nedeniyle kamu düzeninin bozulup bozulmadığı, bozulma tehlikesinin bulunup bulunmadığı ya da böyle bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığı olacaktır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 88; Rıza Gökçen Erus, § 63; Dursun Soydan ve diğerleri, § 57).
42. Usulüne uygun olarak verilmiş bir emre aykırı davranışın varlığı tek başına temel hak ve özgürlüklere müdahale için yeterli kabul edilemez. Temel hakka müdahaleyi haklı kılan ve emrin amacı olan kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın bozulduğunun veya bozulma tehlikesinin bulunduğunun da kamu gücünü kullanan yetkili mercilerin kararlarında (örneğin ceza tutanağını düzenleyen polis raporlarında veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, § 64; Dilan Ögüz Canan, §§ 51, 53; Dursun Soydan ve diğerleri, § 57 ).
43. Öte yandan mevcut başvuruda olduğu gibi göstericilerin şiddet eylemlerine karışmadıkları durumlarda kamu makamlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına belirli bir ölçüye kadar müsamaha göstermesi beklenir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81; Dursun Soydan ve diğerleri, § 59; Dilan Ögüz Canan, § 55; Ömer Faruk Akyüz, § 70). Barışçıl bir gösteri veya basın açıklaması nedeniyle -somut olayda olduğu gibi- ilke olarak cezai bir yaptırım da uygulanmaması gerekir.
44. Somut olayda, polis tutanaklarında ve Hâkimlik kararında başvurucuların yaptıkları basın açıklaması nedeniyle kamu düzeninin bozulduğuna veya bozulma tehlikesi ortaya çıktığına (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 93; Dursun Soydan ve diğerleri, § 60), yani müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığına ilişkin somut olayla bağlantılı bir gerekçe de belirtilmemiştir.
45. Anayasa'nın 34. maddesi, barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan kişilere kınanabilir bir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezanın dahi uygulanmamasını teminat altına alır. Zira barışçıl gösteriye katılanlar hakkında gösteri sonrasında idari para cezaları verilmesi gibi yaptırımlar kişilerin haklarını kullanmalarında caydırıcı etkiye neden olabilir (Rıza Gökçen Erus, § 55). Somut olayda başvurucular hakkında uygulanan para cezalarının başvurucuların benzer toplantı veya gösterilere katılmasında caydırıcı etki doğurabileceği kabul edilmelidir (Dursun Soydan ve diğerleri, § 63).
46. Dolayısıyla idari para cezası verilmesi nedeniyle başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemeyeceği kanaatine ulaşılmıştır.
47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
49. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin uygulanmasına ilişkin kabul edilen ilkeler için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60 kararı.
50. Başvurucular, ihlalin tespiti ile birlikte yeniden yargılama talep etmişlerdir. Başvurucular ayrıca ayrı ayrı olmak üzere 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
51. Başvuruculara verilen idari para cezası nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu nedenle ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte idari para cezasının iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi ve dolayısıyla davada ihlalin giderilememesi nedeniyle ihlalin aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklandığı görülmektedir.
52. Bu durumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılması kapsamında Niğde Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Bu doğrultuda ihlal sonucuna uygun olarak idari para cezasının iptali talebinin reddine ilişkin mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına ilgili mahkemece karar verilmesi gerekmektedir.
53. Yeniden yargılama yapılmasına hükmedildiğinden ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.
54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 479 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.954 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Niğde Sulh Ceza Hâkimliğine (2015/1253 Değişik İş ve 2015/1397 Değişik İş ) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların diğer taleplerinin REDDİNE,
E. 479 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.954 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/9/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
HAYRİYE ÖZDE ÇELİKBİLEK BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2016/13542) |
|
Karar Tarihi: 24/10/2019 |
R.G. Tarih ve Sayı: 28/11/2019-30962 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Burhan ÜSTÜN |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
Raportör |
: |
Burak FIRAT |
Başvurucu |
: |
Hayriye Özde ÇELİKBİLEK |
Vekili |
: |
Av. Doğukan Tonguç CANKURT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir protesto eylemine katıldığı için başvurucuya idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/7/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 1992 doğumlu olup olay tarihinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencisidir.
10. 2016 yılının Mart ayı başlarında ulusal bir gazetede Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği (KAİMDER) ile bağlantılı olduğu söylenen yurtlarda kalan en az on öğrencinin onlardan sorumlu olan bir öğretmen tarafından tacize uğradığına ilişkin bir haber yayımlanmıştır. Haberde, çocuklardan birinin yaşadıklarını bir psikoloğa anlatması, psikoloğun konuyu yetkililere bildirmesiyle olayın ortaya çıktığı ve Karaman’da Cumhuriyet Savcısının konuyla ilgili soruşturma başlattığı yer almıştır. Daha sonraki haberlere göre sanığın kısa sürede tutuklandığı ve yine mart ayı içinde iddianamenin tamamlanarak yargı sürecinin başladığı anlaşılmaktadır. Kamuoyunda büyük infial uyandıran olay çok sayıda sivil toplum kuruluşunca takip edilmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelmiş, ulusal ve uluslararası yayın organlarında sayısız habere konu olmuştur.
11. Kamuoyu gündemini yoğun bir şekilde meşgul eden söz konusu olayı protesto etmek amacıyla aralarında başvurucunun da bulunduğu bir grup 25/3/2016 tarihinde saat 14.00 civarında Ensar Vakfı Ankara Şubesi (Şube) önünde toplanmıştır. Protestocu grup bir pankart açmıştır. Pankartın üzerinde "Tecavüz Yuvası Ensar Vakfı Kapatılsın, Öğrenci Kolektifleri" yazmaktadır. Yine pankart üzerinde yer alan bir ok, Şubenin bulunduğu binanın ana giriş kapısını göstermektedir.
12. Söz konusu protesto eyleminin polise bildirilmesi üzerine Şube binasının önüne gelen polis ekibi, bina girişinde yer alan Şube tabelasının üzerine ve bina duvarına sprey boya ile "Tecavüzcü Ensar" yazılarının yazıldığını, protestocu grubun eylemi gerçekleştirdikten sonra Kızılay yönüne doğru dağıldığını tespit ederek tutanak düzenlemiştir.
13. Başvurucu, daha sonra evinde gözaltına alınarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğüne getirilmiştir. Başvurucu hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca 219 TL idari para cezası uygulanmıştır.
14. Başvurucu, idari para cezasına karşı Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz dilekçesinde; protestonun barışçıl olduğu dikkate alınarak eylemin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı, hangi emre aykırı davranışta bulunulduğunun somut olarak ortaya konmadığı ve itiraz konusu cezanın caydırıcı etkisinin gözetilmesi gerektiği savunulmuştur.
15. Hâkimlik, idari yaptırım kararı ile verilen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğunu belirtmiş; daha fazla bir gerekçeye yer vermeden 15/6/2016 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir.
16. Anılan karar, başvurucu vekiline 19/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 5326 sayılı Kanun'un "Emre aykırı davranış" kenar başlıklı 32. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir..."
B. Uluslararası Hukuk
18. Mevcut başvuruya ilişkin uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri ([GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31), Rıza Gökçen Erus ve diğerleri (B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30) başvuruları hakkında verilen kararlar.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 24/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu; ülkede infiale yol açan istismar ve tecavüz olaylarını barışçıl bir şekilde protesto ettiğini, ilk derece mahkemesi kararının gerekçeden yoksun olduğunu, söz konusu idari para cezasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı üzerinde caydırıcı etkisi bulunduğunu ifade etmiştir. Başvurucu toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun gerekçeli karar hakkına ilişkin iddialarının da bir bütün olarak toplantı ve gösteri düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
22. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
24. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Erdal Karadaş, B. No: 2017/22700, 28/5/2019, § 46;Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 53; Dursun Soydan ve diğerleri, B. No: 2015/2948, 14/11/2018, § 39;Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, § 40; sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 48). Bu sebeple başvurucunun katıldığı protesto eylemine kolluk kuvvetleri herhangi bir müdahalede bulunmamış olsa bile daha sonra idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
25. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
26. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
27. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69).
ii. Meşru Amaç
28. Başvurucunun idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
29. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], § 79; Osman Erbil, § 45).
30. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğü ışığında değerlendirilmelidir (ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı arasındaki ilişki için bkz. Dilan Ögüz Canan; Ali Rıza Özer ve diğerleri; Osman Erbil, Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018).
(b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
31. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70) ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan Ögüz Canan §§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74) demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
32. Anayasa Mahkemesi önündeki başvuruya konu gösteriden önce medyada, Karaman'da bir ilkokulda görev yapan sınıf öğretmeninin on erkek öğrenciye cinsel istismarda bulunduğu iddia edilmiş; toplumda büyük bir infial yaratan olay ülke gündeminin başat konusu olmuştur.
33. Bir üniversite öğrencisi olan başvurucu, yaşanan istismar olayını protesto etmek amacıyla Ensar Vakfı Ankara Şubesi önünde diğer arkadaşlarıyla birlikte pankart açmak suretiyle bir eylem gerçekleştirmiştir. Başvurucuya 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinde yer alan emre itaatsizlik kabahatine aykırı davranışta bulunması nedeniyle 219 TL idari para cezası verilmiştir. Gerçekleştirilen eylem nedeniyle başvurucu hakkında kamu makamlarınca herhangi bir adli veya idari soruşturma açıldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır.
34. Öte yandan somut olayda ne idari işleme ilişkin evraklarda ne de ilk derece mahkemesi kararında başvurucunun aykırı davrandığı ileri sürülen emir hakkında bir bilgiye yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin yerleşik hâle gelen içtihadına göre 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca bir kişinin cezalandırılabilmesi için usulüne uygun olarak verilmiş bir emir bulunmalı ve söz konusu emre aykırı davranış nedeniyle kişilerin temel haklarına müdahaleyi haklı kılacak olan ve emrin amacı olan kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın bozulduğunun veya bozulma tehlikesinin bulunduğunun da kamu gücünü kullanan yetkili mercilerin kararlarında (örneğin ceza tutanağını düzenleyen polis raporlarında veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, § 64; Dilan Ögüz Canan, §§ 51, 53; Dursun Soydan ve diğerleri, § 57).
35. Öte yandan mevcut başvuruda olduğu gibi göstericilerin şiddet eylemlerine karışmadıkları veya toplantı nedeniyle bir zarar tehlikesinin doğduğunun gösterilemediği durumlarda kamu makamlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına belirli bir ölçüye kadar müsamaha göstermesi gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81; Dursun Soydan ve diğerleri, § 59;Dilan Ögüz Canan, § 55; Ömer Faruk Akyüz, § 70). Barışçıl bir gösteri veya basın açıklaması nedeniyle -somut olayda olduğu gibi- ilke olarak cezai bir yaptırım da uygulanmaması gerekir.
36. Somut olayda, polis tutanaklarında ve Hâkimlik kararında başvurucunun eyleminin hangi emre aykırılık teşkil ettiğine dair bir bilgi veya değerlendirme bulunmadığı gibi gerçekleştirilen protesto gösterisi nedeniyle kamu düzeninin bozulduğuna veya bozulma tehlikesi ortaya çıktığına (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 93; Dursun Soydan ve diğerleri, § 60) yani müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığına ilişkin, somut olayla bağlantılı bir gerekçe de ortaya konmamıştır.
37. Son olarak Anayasa'nın 34. maddesi barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan kişilere hukuken kınanabilir bir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezanın dahi uygulanmamasını temin eder. Zira barışçıl gösteriye katılanlar hakkında gösteri sonrasında idari para cezaları verilmesi gibi yaptırımlar kişilerin haklarını kullanmalarında caydırıcı etkiye neden olabilir(Rıza Gökçen Erus, § 55). Somut olayda başvurucu hakkında uygulanan para cezasının başvurucunun benzer toplantı veya gösterilere katılmasında caydırıcı etki doğurabileceği kabul edilmelidir (Dursun Soydan ve diğerleri, § 63).
38. Dolayısıyla idari para cezası verilmesi nedeniyle başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemeyeceği kanaatine ulaşılmıştır.
39. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
41. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin uygulanmasına ilişkin kabul edilen ilkeler için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60.
42. Başvurucu, maddi tazminat olarak para cezasının iadesine ve manevi tazminat olarak da 5.000 TL tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
43. Anayasa Mahkemesi başvurucunun idari para cezası ile cezalandırılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı hususunun ilgili ve yeterli gerekçe ile ortaya konulamadığı değerlendirmesinde bulunarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliği kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
44. Bu durumda ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan, benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir.Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
45. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesinin yeterli giderim sağladığı değerlendirildiğinden tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğine (2016/2130 Değişik İş)GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
HÜSEYİN KARABULUT VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2017/24457) |
|
Karar Tarihi: 17/6/2020 |
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör |
: |
Yücel ARSLAN |
Başvurucular |
: |
1. Hüseyin KARABULUT |
|
|
2. Ayşe ŞİMŞEK |
|
|
3. Arzu VAROL KÖSELER |
|
|
4. Birgül YİĞİT KABAKLI |
|
|
5. Ersin ŞAHİN |
|
|
6. Süleyman ULUTÜRK |
|
|
7. Ömer AYDIN |
|
|
8. Nigar DURU |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Nusret GÜRGÖZ |
|
|
9. Gürbüz SOLMAZ |
Vekili |
: |
Av. Suna BİLGİN |
|
|
10. Celal ÇİÇEK |
Vekili |
: |
Av. Doğukan KUDAT |
|
|
11. Arslan ÇAĞ |
|
|
12. Aysel DOĞAN |
|
|
13. Mehmet Ali BUL |
|
|
14. Nurhayat ALTUN |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Fatma KALSEN |
|
|
15. Muhabbet Özkan UÇ |
Vekili |
: |
Av. Linda Sevinç HOCAOĞULLARI |
|
|
Av. Öztürk TÜRKDOĞAN |
|
|
16. Cihan TÜZÜN |
|
|
17. Salih BAYAT |
|
|
18. Bayram GÜZEL |
|
|
19. Murat SEZİK |
Vekili |
: |
Av. Linda Sevinç HOCAOĞULLARI |
|
|
20. Edibe ŞAHİN |
Vekili |
: |
Av. Enver Erdal ŞİMŞEK |
|
|
21. Hüseyin GÜR |
Vekili |
: |
Av. Mehmet ALTUNTAŞ |
|
|
22. Leyla BİRLİK |
|
|
23. Gülser YILDIRIM |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Ramazan DEMİR |
|
|
24. Nureddin ŞİMŞEK |
|
|
25. Ruşen GÜNEŞ |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Erkan ŞENSES |
|
|
26. Muhammed Zekerriya ÖZDİL |
Vekili |
: |
Av. Duygu DEMİREL |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurular, izinsiz düzenlenen basın açıklamalarına katılan başvurucuların idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 27/1/2017 ila 19/10/2017 tarihleri arasında yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/9110, 2017/11853, 2017/13621, 2017/14787, 2017/15116, 2017/16046, 2017/20352, 2017/27213, 2017/28552, 2017/30470, 2017/31662, 2017/32358, 2017/32878, 2017/33644, 2017/33725, 2017/35163, 2017/35166, 2017/35169, 2017/35171, 2017/35217, 2017/35218, 2017/35219, 2017/37098 ve 2017/38148 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2017/24457 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 2017/9110, 2017/13621, 2017/16046, 2017/14787, 2017/38148 ve 2017/28552 numaralı başvurularda görüş bildirmiş, diğer başvurulara ilişkin görüş bildirmemiştir.
8. Bakanlık görüşü bildirilen dosyalardaki başvuruculardan Arslan Çağ (2017/13621), Nurhayat Altun (2017/16046) ve Mehmet Ali Bul (2017/14787, 2017/16046 ve 2017/38148), Aysel Doğan (2017/14787) Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuruculardan Celal Çiçek (2017/9110) ve Hüseyin Gür (2017/28552) Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuruculardan Hüseyin Karabulut kamu görevinden ihraç edilmiş bir öğretmen; Ayşe Şimşek, Arzu Varol Köseler, Birgül Yiğit Kabaklı, Ersin Şahin, Süleyman Ulutürk, Ömer Aydın ve Nigar Duru memurdur. Hüseyin Karabulut aynı zamanda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN/Sendika) üyesi ve Antalya Şube sekreteridir.
10. Öğretmen olan Nureddin Şimşek ile Ruşen Güneş EĞİTİM-SEN Batman Şubesi Yönetim Kurulu üyesidir. Muhammed Zekerriya Özdil KESK'e bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES) üyesi ve il temsilcisidir. Cihan Tüzün Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İl Yönetim Kurulu üyesi ve şube sekreteridir. Salih Bayat, Murat Sezik ve Bayram Güzel de SES üyesidir.
11. Leyla Birlik ve Gülser Yıldırım 25. ve 26. Dönem Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilidir. Hüseyin Gür serbest muhasebeci, Celal Çiçek laborant, Gürbüz Solmaz sağlık teknisyeni ve aynı zamanda SES Tunceli Şubesi üyesidir. Arslan Çağ emekli, Aysel Doğan ise siyasetçidir. Mehmet Ali Bul olay tarihinde belediye başkanıdır. Muhabbet Özkan Uç Tunceli Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünde psikolog olup, SES Tunceli Şube başkanıdır. Nurhayat Altun olay tarihinde belediye meclis üyesidir. Edibe Şahin emekli olup, aynı zamanda eski Tunceli belediye başkanı ve olay tarihinde 25. Dönem HDP milletvekilidir.
12. Antalya, Batman, Mardin, Mersin, Tunceli Valilikleri (Valilik) 2016 yılında yayımladıkları kararlarla il genelinde ve olağanüstü hâl süresince düzenlenecek olan tüm kapalı/açık toplantıları, gösteri ve yürüyüşleri, stant açılmasını, oturma eylemlerini, çadır kurulmasını, basın açıklamalarını vb. etkinlikleri izne bağlamışlardır.
13. Başvuruculardan Ayşe Şimşek, Ersin Şahin ve Süleyman Ulutürk 19/1/2017 tarihinde; Hüseyin Karabulut, Arzu Varol Köseler, Birgül Yiğit Kabaklı, Ersin Şahin, Ömer Aydın ve Nigar Duru 9/2/2017 tarihinde Antalya'da bir basın açıklamasına katılmışlardır
14. Başvuruculardan Ruşen Güneş, Muhammed Zekerriya Özdil, Salih Bayat 4/5/2017 tarihinde; Nureddin Şimşek, Ruşen Güneş, Cihan Tüzün ve Salih Bayat 13/5/2017 tarihinde; Salih Bayat, Murat Sezik, Bayram Güzel 19/7/2017 tarihinde Batman'da bir basın açıklamasına katılmışlardır.
15. Başvuruculardan Leyla Birlik ve Gülser Yıldırım 19/7/2016 tarihinde Mardin'de bir basın açıklamasına katılmışlardır.
16. Başvurucu Hüseyin Gür 23/11/2016 tarihinde Mersin'de bir basın açıklamasına katılmıştır.
17. Başvuruculardan Celal Çiçek, Muhabbet Özkan Uç 30/10/2016 tarihinde; Gürbüz Solmaz, Aysel Doğan ve Mehmet Ali Bul 31/10/2016 tarihinde; başvurucu Edibe Şahin 4/11/2016 tarihinde Tunceli'de basın açıklamasına katılmışlardır. Başvuruculardan Arslan Çağ, Mehmet Ali Bul ve Nurhayat Altun da 15/11/2016 tarihinde Tunceli'de bir anma etkinliğine katılmışlardır.
18. Söz konusu basın açıklamalarına katılmaları nedeniyle 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca emre aykırılık gerekçesiyle, başvuruculardan Mersin'deki basın açıklamasına katılan Hüseyin Gür'e 143 TL, Tunceli'deki basın açıklamalarına katılanlara 219 TL ve diğer başvuruculara her bir basın açıklamasına katılımları nedeniyle 227 TL tutarında idari para cezası verilmiştir. Başvurucular idari para cezalarına karşı Sulh Ceza Hâkimliklerine itirazda bulunmuşlar, itirazlarının idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmesi üzerine süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. Mevcut başvurulara ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30. Ayrıca bildirimsiz yapılan barışçıl toplantıda toplantıyı yöneten ya da organize edenlere idari para cezası verilmesine ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Skiba/Polonya (k.k.), B. No: 10659/03, 7/7/2009) kabul edilemezlik kararı için bkz. Selma Elma, § 21.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 17/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
21. Başvurucular, toplantı ve gösteri düzenleme hakkının anayasal ve uluslararası güvencelerine değinmiş; barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan, şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesinin demokrasinin bir gereği olduğunu belirtmiştir. Başvurucular basın açıklamalarının barışçıl şekilde gerçekleştiğini, kamu düzeninin bozulmadığını, herhangi bir şiddet olayı yaşanmadığını belirterek barışçıl gösteri sonrasında katılımcılara yönelik soruşturma ve cezalandırmaların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenme hakkını sınırlandığını, uygulanan idari para cezalarına yaptıkları itirazların reddedilmesinin ifade özgürlüğü ile adil yargılanma ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini iddia etmişlerdir.
22. Yukarıdaki iddialara ek olarak başvuruculardan Leyla Birlik ve Gülser Yıldırım yasama dokunulmazlıkları olmasına rağmen idari para cezası verilmesi nedeniyle Anayasa'nın 67. maddesinde güvence altına alınan seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının; Arslan Çağ, Aysel Doğan, Mehmet Ali Bul, Nurhayat Altun Anayasa'nın 68. maddesinde güvence altına alınan siyasi örgütlenme özgürlüğünün; bazı başvurucular etkili başvuru hakkının, bazıları da sendika hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
23. Bakanlık görüşünde (2017/9110, 2017/14787 ve 2017/38148, 2017/13621 ve 2017/16046); AİHM kararlarına atıfta bulunularak toplantıların izin ya da bildirim şartına bağlanabileceği, somut olayda olağanüstü hâl süresince Tunceli Valiliği tarafından basın açıklamalarının izne bağlandığı ve basın açıklaması dışındaki açık alanlarda yapılacak toplantı, gösteri vb. etkinliklerin yasaklandığının vatandaşlara tebliğ edildiği belirtilmiştir. Görüş yazılarında 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl döneminde Valiliğin toplantıları yasaklamak ya da izne bağlamak konusunda yetkisinin bulunduğu, itirazlar üzerine verilen Hâkimlik kararlarındaki tespitlerin yasanın uygulanması niteliğinde olduğu, adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik içermediği, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının olağanüstü hâl döneminde dokunulması yasaklanan çekirdek haklardan olmadığı, olağanüstü hâl döneminde uygulanan idari para cezalarının demokratik toplumda gerekli ve orantılı olduğu belirtilmiştir. 2017/28552 numaralı başvuruya ilişkin olarak yukarıda belirtilen benzer değerlendirmelere ek olarak Bakanlık görüşünde, Mersin Valiliği tarafından basın açıklaması, toplantı vb. etkinliklerin izne bağlandığı, bu durumun kamuoyuna ilan edildiği, somut olayda da başvurucunun katıldığı eyleme Mersin Valiliğinin izin vermediği ve Sendika yöneticilerine bu hususun tebliğ edildiğine yer verilmiş; basın açıklaması yapılacak yerin halkın yoğun olarak alışveriş yaptığı yaya ve araç trafiğinin yoğun olduğu en işlek caddelerden biri olduğuna dikkat çekilmiştir.
24. Bakanlık tarafından 2017/13621 ve 2017/16046 numaralı bireysel başvurulara ilişkin olarak verilen görüşte ayrıca ve öncelikle başvurucu Mehmet Ali Bul'a itirazının reddine ilişkin nihai kararın -her ne kadar vekiline 14/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ise de-Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda 6/1/2017 tarihinde tebliğ edildiği belirtilerek bireysel başvuru süresi olan otuz günün bu tarihten itibaren işlemeye başladığı, başvurucu vekilinin bu konuda herhangi bir mazeret ileri sürmediği ve bu hususun kabul edilebilirlik yönünden dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
25. Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında (2017/14787) başvurucular Mehmet Ali Bul ve Aysel Doğan; Bakanlık görüşünün yerinde olmadığını, sırf emre aykırı davrandıkları için cezalandırıldıklarını, barışçıl amaçla toplandıklarını, kamu düzeninin bozulmadığını ve olaysız dağıldıklarını, Hâkimlik gerekçelerinin kamu düzeninin bozulduğu ya da bozulma tehlikesi ortaya çıktığını somut olgularla ortaya koyamadığını belirterek başvuru dilekçesindeki taleplerini yinelemişlerdir.
26. Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında (2017/2017/13621 ve 2017/16046) başvurucular Arslan Çağ, Nurhayat Altun ve Mehmet Ali Bul; Bakanlık görüşünün yerinde olmadığını, içinde bulunulan şartlar ile eylemin niteliği dikkate alınarak yeterli kabul edilebilecek gerekçelerin asgari düzeyde de olsa somut olgularla ortaya konulması gerektiğini, kamu düzeninin bozulduğu ya da bozulma tehlikesinin ortaya çıktığının somut olgularla, ilgili ve yeterli surette ortaya konulamadığını belirterek başvuru dilekçesindeki görüşlerini ve taleplerini tekrarlamışlardır. Başvuruculardan Mehmet Ali Bul bireysel başvuru süresine ilişkin olarak kendisine ceza infaz kurumunda nihai kararın daha önce tebliğ edilmesi ile ilgili olarak 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu gereği vekille takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılmasının zorunlu olduğunu, kendisine yapılan tebligatın usulsüz olduğunu, ceza infaz kurumunda kendisinin teknik açıdan bireysel başvuru yapabilme imkânının bulunmadığını belirterek başvurunun süresinde kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
B. Değerlendirme
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özü katıldıkları basın açıklamaları sonrasında idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkindir. Belirtilen nedenlerle başvurucuların şikâyetinin bir bütün olarak toplantı ve gösteri düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, § 37; İhsan Uğraş, B. No: 2015/5365, 3/4/2019, § 24).
28. Olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvurular incelenirken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklerle ilgili güvence rejimi dikkate alınır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 187-191). Valilikler tarafından olağanüstü hâl süresince düzenlenecek her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşlerini, basın açıklamalarını izne bağlayan kararlar ile bu kararlardaki emre uygun hareket etmedikleri gerekçesiyle başvuruculara uygulanan idari yaptırımların olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğu açıktır.
29. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
30. Anayasa'nın 15. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Savaş, seferberlik... veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. ..."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
31. Başvuruculardan Mehmet Ali Bul'un 2017/16046 numaralı bireysel başvuruya konu yargılama sürecine ilişkin olarak Bakanlık görüşünde nihai kararın başvurucuya -her ne kadar vekiline 14/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ise de- Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda 6/1/2017 tarihinde tebliğ edildiği belirtilmiş, başvurucu da Bakanlık görüşüne karşı beyanında kendisine tebliğ edildiği tarihe ilişkin olarak itirazda bulunmamış, vekiline yapılan tebligat tarihinin esas alınması gerektiğini belirtmiştir.
32. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.
33. Bireysel başvuruda sürenin başlangıcı tebligatla değil başvuru yolları tüketildikten sonra veya başvuru yolu öngörülmemişse ne şekilde olduğu gözetilmeksizin ihlalin öğrenilmesiyle başlamaktadır. Vekille takip edilen işlerde de öğrenmenin asıl veya vekil tarafından gerçekleşmesinde sürenin başlangıcı açısından herhangi bir fark söz konusu değildir. Bu bağlamda başvuru süresinin başlangıcı, hak ihlaline maruz kaldığını iddia eden kişinin bu durumu bizzat veya vekili tarafından öğrenme tarihi kabul edilmektedir. Başka bir ifade ile bireysel başvuruda başvuru süresinin başlangıcı, ihlalin -başvurucu ve/veya vekili olması fark etmeksizin hangisi tarafından öğrenilirse öğrenilsin- ilk öğrenilme tarihinden itibaren başlamaktadır (Kadir Turgut, B. No: 2014/4985, 6/7/2017, § 25).
34. Somut olayda nihai kararın başvurucunun kendisine 6/1/2017 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmış olup bireysel başvurunun ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerektiği dikkate alındığında nihai karar başvurucu tarafından 6/1/2017 tarihinde öğrenilmiş olduğundan bu tarihten itibaren başlayan otuz günlük başvuru süresi geçtikten sonra 14/3/2017 tarihinde yapılan ve Mehmet Ali Bul'a ilişkin olarak 2017/16046 numaralı bireysel başvuruda (Tunceli Sulh Ceza Hâkimliğinin 2016/3171 D. İş. kararına konu süreç) süre aşımı bulunduğu anlaşılmıştır.
35. Açıklanan gerekçelerle anılan başvurucunun 2017/16046 numaralı dosyadaki bireysel başvurusunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
36. Diğer başvurular yönünden açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
37. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Dursun Soydan ve diğerleri, B. No: 2015/2948, 14/11/2018, § 39; Erdal Karadaş, B. No: 2017/22700, 28/5/2019, § 46; Selma Elma, § 33; sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 48). Bu sebeple başvurucuların toplantı sonrasında idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir (Selma Elma, § 33; Dursun Soydan ve diğerleri, § 39).
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
38. Yukarıda anılan müdahaleler, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
39. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
40. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69; olağanüstü hâl süresince toplantıların izin şartına bağlanmasına ilişkin değerlendirmeler için bkz. Selma Elma, §§ 37-39).
ii. Meşru Amaç
41. Başvurucuların idari para cezasıyla cezalandırılmalarına ilişkin kararların Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır (Dursun Soydan ve diğerleri, § 43).
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
42. Somut olayda uygulanacak genel ilkeler için bkz. Selma Elma, §§ 41-46.
43. Barışçıl nitelikteki toplantılarda yalnızca bildirim yükümlülüğüne uyulmaması hâlinde bu yükümlülüğün ihlali nedeniyle uygulanacak ceza yalnızca toplantıyı organize edenlere ya da yönetenlere yönelik olmalıdır. İzin veya bildirime ilişkin prosedürlerin tamamlanıp tamamlanmadığından toplantıyı organize edenler ya da yönetenler sorumlu olup bu kişilerden olmayan katılımcıların bu süreçlerden haberdar olmalarının beklenemeyeceği dikkate alınmalıdır. Toplantıyı organize edenlere ya da yönetenlere yaptırım uygulanabilmesi için de toplantının derhâl tepki verilmesini gerektiren olaylara ilişkin olmaması, bu kişilerin bildirim prosedürüne başvurma imkânlarının bulunması ve buna rağmen başvurmamış olmaları gereklidir. İdare ve derece mahkemeleri idari para cezasının salt prosedürel yükümlülüklere uyulmaması nedeniyle verildiğini, toplantıda dile getirilen görüşler ya da toplantıya katılmaktan kaynaklanmadığını somut olayla ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya koymalıdır (Selma Elma, § 47).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
44. Antalya'daki 19/1/2017 tarihli olaya ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi daha önce Selma Elma kararında eldeki başvurulara benzer bir başvuruyu değerlendirme fırsatı bulmuştur. Anayasa Mahkemesi bahsi geçen kararında mevzuatta öngörülen izin veya bildirim gibi bazı yükümlülükler yerine getirilmeden tertip edilen bir toplantıya, toplantının yasal koşullara uygun olarak düzenlenip düzenlenmediğini bilmeyen veya bilme olanağı bulunmayan katılımcılarına ceza verilmesini demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bulmamıştır. Anayasa Mahkemesine göre diğer koşulları da oluştuğu takdirde bu tür toplantıları düzenleyen kişilere ceza verilebilirse de idare ve derece mahkemelerinin öncelikle haklarında idari para cezası uygulanan kişilerin toplantıları ya düzenleyen ya da yönetenlerden birisi olduğunu tespit etmesi bir zorunluluktur (Selma Elma, §§ 51-62).
45. İncelenen başvurulara konu somut olaylar yukarıdaki kararda belirtilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde basın açıklamalarının barışçıl şekilde sona erdiği, idarenin tutanaklarında ya da yargı mercilerinin kararlarında kamu düzeninin bozulduğu yönünde bir gerekçenin yer almadığı ve başvurucuların basın açıklamalarını organize eden ya da yöneten konumunda olduklarına dair bir tespit yapılmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle inceleme konusu başvurularda, yukarıda yer verilen kararda ulaşılan sonuçtan farklı bir sonuca ulaşmayı gerektirecek bir neden bulunmamaktadır.
46. Dolayısıyla başvurucuların sadece katılımcı olmaları nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmalarının olağanüstü hâl sürecinde toplantı haklarını kullanmalarında dolaylı ve caydırıcı bir etkisi olduğu değerlendirilmiş, başvuruculara verilen idari para cezalarının kamu düzeninin sağlanması ile başkalarının haklarının korunması için zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği ve demokratik toplum gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
47. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde- başvurucuların Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
49. Başvurucular ihlalin tespit edilmesini ve 1.000 ila 50.000 TL aralığında değişik tutarlarda manevi tazminat talep etmişlerdir. Bazı başvurucular farklı tutarlarda veya tutar belirtmeksizin maddi tazminat talebinde de bulunmuşlardır.
50. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
51. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
52. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
53. İncelenen başvuruda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte mahkemeler de ihlali giderememiştir.
54. Bu durumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Hâkimliklere gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
55. İhlal tespitinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.
56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen ve ekli tabloda belirtilen yargılama giderlerinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurucu Mehmet Ali Bul'un 2017/16046 numaralı dosya kapsamındaki bireysel başvurusunun süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Diğer başvurular yönünden toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş 2017/2127, 2017/2128, 2017/2510, 2017/2284, 2017/2285, 2017/2286, 2017/2287) ve Antalya 3. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş 2017/1809, 2017/1972), Batman 1. Sulh Ceza Hâkimliği (D. İş 2017/2588, 2017/2643, 2017/3222, 2017/3252) ve Batman 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş 2017/2590, 2017/2770, 2017/2836, 2017/3915, 2017/3917, 2017/3972), Mardin 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş 2017/1492), Mersin 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş 2017/535), Tunceli Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş 2016/2736, 2016/2895, 2016/2951, 2016/3113, 2016/3172, 2016/3173, 2016/3174, 2017/339) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. Dosyadaki belgelerden tespit edilen yargılama giderlerinin ekli tabloya göre ve tabloda belirtildiği şekilde başvuruculara ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başvurucu/ Başvurucular |
Ödenecek Tutar |
Yargılama gideri nevi |
Ödeme şekli |
Ersin Şahin |
515 TL |
Harç |
Başvurucuya ÖDENMESİNE |
Hüseyin Karabulut, Ayşe Şimşek, Arzu Varol Köseler, Birgül Yiğit Kabaklı, Süleyman Ulutürk, Ömer Aydın, Nigar Duru, Arslan Çağ, Aysel Doğan, Mehmet Ali Bul, Nurhayat Altun, Muhabbet Özkan Uç ve Salih Bayat |
257,50 TL |
Harç |
Başvurucuların her birine AYRI AYRI ÖDENMESİNE |
Hüseyin Karabulut, Ayşe Şimşek, Arzu Varol Köseler, Birgül Yiğit Kabaklı, Ersin Şahin, Süleyman Ulutürk, Ömer Aydın ve Nigar Duru |
3. 000 TL |
Vekalet ücreti |
Başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE |
Gürbüz Solmaz |
3. 257,50 TL |
Harç ve vekalet ücreti |
Başvurucuya ÖDENMESİNE |
Celal Çiçek |
3. 257,50 TL |
Harç ve vekalet ücreti |
Başvurucuya ÖDENMESİNE |
Arslan Çağ, Aysel Doğan, Mehmet Ali Bul ve Nurhayat Altun |
3. 000 TL |
Vekalet ücreti |
Başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE |
Cihan Tüzün ve Salih Bayat |
257,50 TL |
Harç |
Başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE |
Salih Bayat, Bayram Güzel ve Murat Sezik |
257,50 TL |
Harç |
Başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE |
Muhabbet Özkan Uç, Cihan Tüzün, Salih Bayat, Bayram Güzel ve Murat Sezik |
3. 000 TL |
Vekalet ücreti |
Başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE |
Edibe Şahin |
3. 257,50 TL |
Harç ve vekalet ücreti |
Başvurucuya ÖDENMESİNE |
Hüseyin Gür |
3. 257,50 TL |
Harç ve vekalet ücreti |
Başvurucuya ÖDENMESİNE |
Leyla Birlik ve Gülser Yıldırım |
3. 257,50 TL |
Harç ve vekalet ücreti |
Başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE |
Nureddin Şimşek ve Ruşen Güneş |
3. 515 TL |
Harç ve vekalet ücreti |
Başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE |
Muhammed Zekerriya Özdil |
3. 257,50 TL |
Harç ve vekalet ücreti |
Başvurucuya ÖDENMESİNE
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ABDULCELİL DEMİR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2017/27572) |
|
Karar Tarihi: 18/6/2020 |
R.G. Tarih ve Sayı: 21/7/2020-31192 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Burhan ÜSTÜN |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
Raportör |
: |
Ömer MENCİK |
Başvurucular |
: |
1. Abdulcelil DEMİR |
|
|
2. Aziz AKİKOL |
|
|
3. Elif AKGÜL ATEŞ |
|
|
4. Gülçin İSBERT |
|
|
5. Hasan SOYSAL |
|
|
6. Haydar DENİZ |
|
|
7. İsmail DEMİR |
|
|
8. Lami ÖZGEN |
|
|
9. Mahir Engin ÇELİK |
|
|
10. Mehmet Hanefi KURUŞ |
|
|
11. Meryem ÇAĞ |
|
|
12. Mine ÇETİNKAYA |
|
|
13. Mustafa BEYAZBAL |
|
|
14. Nihat KENİ |
|
|
15. Sakine ESEN YILMAZ |
|
|
16. Songül MORSUNBUL TARHAN |
|
|
17. Süeda DEMİR |
|
|
18. Şermin GÜNEŞ |
|
|
19. Yüksel ÖZMEN |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Mehmet Ruştu TİRYAKİ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerin terör örgütü üyeliği suçundan verilen mahkûmiyet kararında delil olarak kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca soruşturma aşamasında dosyaya getirilen kısıtlamanın uzun süre devam ettirilmesi, gözaltında avukatla görüştürülmeme ve yargılamanın sonucunun adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının, tutuklamanın hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gece vakti yapılan arama nedeniyle özel hayata saygı ile konut dokunulmazlığı haklarının, hukuka aykırı olarak iletişimin dinlenmesi nedeniyle de haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/6/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır.
8. Yapılan incelemede 2017/27553, 2017/27554, 2017/27555, 2017/27556, 2017/27557, 2017/27558, 2017/27559, 2017/27561, 2017/27562, 2017/27563, 2017/27565, 2017/27566, 2017/27568, 2017/27569, 2017/27570, 2017/27574, 2017/27576 ve 2017/27578 numaralı başvuruların aynı konuyla bağlantılı olarak yapıldığının anlaşılması nedeniyle 2017/27572 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
9. Bakanlık tarafından görüş bildirilen başvuru ile birleşen başvuruların konularının aynı olması nedeniyle birleşen dosyalar yönünden ayrıca Bakanlığa görüş için bildirimde bulunulması gerekli görülmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
11. Olayların meydana geldiği tarihlerde başvuruculardan Abdulcelil Demir Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna (DİSK) bağlı Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası (GENEL-İŞ) üyesi, diğer başvurucular ise Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonunda (KESK) ve KESK'e bağlı bazı sendikalarda üye ya da yönetici konumunda olan kişilerdir.
12. Başvurucuların da aralarında bulunduğu bazı şüphelilerin Kürdistan Demokratik Topluluğu/Türkiye Meclisi-Demokratik Emek Konfederasyonunun (KCK/TM-DEK) Ege Bölgesi yapılanması içinde faaliyet yürüttükleri hususunda istihbari bilgiler edinilmesi üzerine bu kişiler hakkında bir soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular, anılan soruşturma kapsamında Türkçe adı Kürdistan İşçi Partisi olan PKK terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle 28/5/2009 tarihinde gözaltına alınmış; dört gün süreyle gözaltında tutulmuşlardır. Başvuruculardan bazıları gözaltı sonrasında salıverilmiş, bazıları ise tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 31/7/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucuların terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir.
13. Başvurucular hakkındaki yargılama İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yapılmıştır. Mahkeme 21/11/2009 tarihinde tutuklu olan başvurucuların tahliyesine karar vermiştir. Yargılama sonucunda Mahkeme 28/11/2011 tarihinde, başvurucuların PKK terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetlerine oyçokluğuyla hükmetmiştir.
14. İlk derece mahkemesi gerekçeli kararına, başvurucuların da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmanın hangi sebeplere dayandığına ilişkin arka plan açıklaması yaparak başlamıştır. Mahkeme, örgütün yapılanmasına dair bazı bilgiler vermiştir. Mahkemeye göre KCK/TM, PKK terör örgütünün devlet sistemi gibi yapılandırılması hedefi doğrultusunda örgütün birimlerinin ve üyelerinin sistematik bir yapıya kavuşturulması amacıyla oluşturulan bir yapılanmadır. Kararda, söz konusu yapılanmanın PKK terör örgütünün yasama meclisi olan KONGRA-GEL tarafından kabul edilen ve yapılanmanın anayasası olarak nitelendirilen KCK sözleşmesine istinaden oluşturulduğu da ayrıca vurgulanmıştır.
15. Bundan başka Mahkeme KCK/TM-DEK yapılanması hakkında da bazı açıklamalarda bulunmuştur. Mahkemeye göre söz konusu yapılanma KCK sözleşmesinin alan merkezleri kısmında yer alan ve sözleşmenin 14. maddesinde düzenlenen "sosyal alan merkezine" bağlı alt bir yapılanmadır. Kararda ayrıca KCK/TM-DEK'in KCK/TM genel yapılanması içinde bulunan daimî komitelerden sosyal komiteye bağlı olarak faaliyet yürüttüğü ve adı geçen komiteden talimat aldığı belirtilmiş, KCK/TM-DEK içinde yer alan kişilerin aynı zamanda PKK terör örgütünün de üyesi olacakları sonucuna varılmıştır.
16. Son olarak Mahkeme; başvurucuların da aralarında bulunduğu sanıkların KCK/TM-DEK'e üye olduklarını, bu nedenle PKK terör örgütünün KCK/TM yapılanması içinde yer aldıklarını ve sonuç olarak PKK üyesi olduklarını kabul etmiştir. Mahkeme, her başvurucu yönünden ayrı ayrı bir değerlendirme yapmadan önce delilleri bir bütün olarak değerlendirmiştir. Delillere ilişkin değerlendirmede öne çıkan hususlar şunlardır:
i. Mahkeme, başvurucuların 16/1/2009 ile 18/1/2009 tarihleri arasında Diyarbakır'da Bağlar Belediyesinin konferans salonunda gerçekleşen ve KCK/TM-DEK’in merkezî konferansı olduğunu kabul ettiği toplantıya katılmalarını ya da konferansla ilgili beyanlarını temel dayanak olarak almıştır. Söz konusu toplantıya bazı başvurucuların katıldığı hususunda Pegasus Hava Taşımacılığı Anonim Şirketi isimli hava yolu şirketine ait yolcu bilgilerine ve bazı iletişim kayıtlarına dayanmıştır. Yapılan genel değerlendirmede iletişim kayıtlarının içeriği hakkında açıklayıcı bir bilgiye yer verilmemiştir.
ii. Mahkeme; iletişim kayıtlarından yola çıkarak bahsi geçen toplantıda bazı seçim çalışmalarının yapıldığını, sözkonusu seçimde başvurucuların da aralarında olduğu sanıkların bazı eylemlerde bulunduklarını kabul etmiştir. Mahkeme ayrıca seçim sonrasında bazı kişilerin başvurucu Mehmet Hanifi Kuruş'u arayarak tebrik ettiğini, bazılarının ise başvurucu Mehmet Hanifi Kuruş'un bölge temsilcisi seçilmesine tepki gösterdiğini belirtmiştir. Ayrıca söz konusu iletişim kayıtlarında DEK, Demokratik Emekçi Kadınlar Birliği (DEKAP) ve KCK/TM-DEK'in Tüzüğü'nde yer alan "bölge meclisi", "il meclisi", bölge yürütmesi", "il yürütmesi", "birim", "aidat" gibi kavramların geçtiği "eleştiri-özeleştiri" şeklindeki örgütsel tepkiden ve disiplin kuruluna sevk edilme gibi hususlardan bahsedildiğini ifade etmiştir. Söz konusu değerlendirme yapılırken de iletişim kayıtlarının içeriğine yer verilmemiştir.
iii. Bundan başka Mahkeme baz istasyonları veri analizlerine ve fiziki takip tutanaklarına da değinmiştir. Mahkeme, adı geçen verilerden yola çıkarak başvurucuların kendi aralarında ve terör örgütüyle bağlarının bulunduğunu, ayrıca söz konusu verilerin bazı etkinliklere katılım noktasında delil mahiyetinde olduğunu da kabul etmiştir. Söz konusu etkinlikler şunlardır:
- Diyarbakır'da yapıldığı belirtilen KCK/TM-DEK’in merkezî konferansı
- A.Ö.nün 13/4/2009 tarihinde Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesinde düzenlenen doğum günü etkinlikleri
- 2/5/2009 tarihinde Şanlıurfa'da gerçekleştirilen ve terör örgütü tarafından organize edildiği kabul edilen miting
- 3/5/2009 tarihinde terör örgütünce düzenlendiği kabul edilen ve Diyarbakır’da gerçekleşen açlık grevi etkinliği
- Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM SEN) Karşıyaka ilçesinde bulunan 2 No.lu Şubesinde yapılan toplantı
- Ege Bölgesi'ndeki il ve ilçelerde yapılan tanışma toplantıları
- Terör örgütüne ait olduğu kabul edilen Mezopotamya Kültür Merkezi'nde 21/2/2009 günü düzenlenen ana dil konulu basın açıklaması
iv. Mahkeme, başvurucuların savunmaları hususunda da genel bir değerlendirme yapmış; başvurucuların savunmalarının genel olarak iletişim kayıtlarından tespit edilen eylemlerinin sendikal faaliyet olduğu ve KCK/TM-DEK üyesi değil EĞİTİM SEN üyesi oldukları noktasında toplandığını belirtmiştir. Mahkeme, başvurucuların da aralarında olduğu sanıkların çok büyük bir kısmının sendikaya üye olmaktan başka bir görevlerinin bulunmadığını kabul etmiştir. Mahkeme, bu açıklamasına dayanak olması bağlamında başvurucu Mehmet Hanifi Kuruş'un durumunu özel olarak belirtmiştir. Mahkemeye göre başvuruculardan Mehmet Hanifi Kuruş EĞİTİM SEN'de herhangi bir yöneticilik görevi olmamasına rağmen Diyarbakır'daki konferansta yapıldığı kabul edilen seçimlerde Ege Bölgesi temsilcisi seçilmiştir. Mahkeme söz konusu durumun Diyarbakır'da yapılan konferansın KCK/TM-DEK toplantısı olduğunu ortaya koyduğunu kabul etmiştir.
v. Mahkeme, EĞİTİM SEN tarafından Mahkemeye gönderilen ve Diyarbakır'da yapılan konferansın sendikanın yetkili kurullarınca alınan kararlar doğrultusunda "Kriz ve Emekçiler" adı altında Bağlar Belediyesi konferans salonunda icra edildiğine dair yazıyı da değerlendirmiştir. Mahkeme, açıklama yapmadan önce Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca gönderilen bir yazıda, 16/1/2009 ile 18/1/2009 tarihleri arasında Diyarbakır EĞİTİM SEN Şubesi tarafından Bağlar Belediyesi konferans salonunda herhangi bir toplantı yapılmadığının bildirildiğini belirtmiştir. Ancak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yazısı incelendiğinde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünün bir yazısına dayanıldığı, söz konusu yazıda ise belirtilen tarihlerde gerçekleşen toplantılarla ilgili olarak ellerinde herhangi bir bilgi ya da belgenin olmadığının belirtildiği görülmektedir. Mahkeme, EĞİTİM SEN'in yazısına ilişkin olarak ise KESK ve KESK'e bağlı sendikalarda PKK'nın örgütlendiğini ve örgütün sendikaların maddi imkânlarından yararlandığını belirtmiştir. Bundan başka Mahkeme KESK'e bağlı sendikalarda PKK'nın gücünün bilinen bir gerçek olduğunu, nitekim başvuruculardan Lami Özgen'in yargılama sürecinde KESK başkanlığına seçildiğini, EĞİTİM SEN tarafından Mahkemeye gönderilen yazının da örgütün sendika içindeki gücünden kaynaklı olarak düzenlendiğini kabul etmiştir.
vi. Son olarak Mahkeme e-posta adreslerine ve iletilere ilişkin bir değerlendirme yapmıştır. Mahkemeye göre KCK/TM-DEK mensupları gizliliğe oldukça dikkat etmekte ve alternatif haberleşme yöntemleri kullanmaktadır. Bahis konusu haberleşme yöntemlerinden biri de internet kafelerde oluşturulan ve sık sık değiştirilen e-posta adresleridir. Mahkemeye göre söz konusu e-postaların kullanım yöntemi ise e-posta adresinin şifresinin örgüt mensuplarına verilmesi ve e-posta adresine kaydedilen iletilerin örgüt mensuplarınca okunması şeklinde olmaktadır. Mahkeme söz konusu e-postaların örgütsel bir haberleşme aracı olduğu noktasında başvurucu Mehmet Hanifi Kuruş ile A.G. arasında geçen bir görüşmenin içeriğini ve bu nitelikte bir e-posta adresi olduğunu kabul ettiği EgeEmek@hotmail.com adresine gelen bir iletinin içeriğine dayanmıştır. E-posta adresine gelen iletide "önderliğin yaşadıklarını önemseyip çalışmalarına destek olmalıyız. TZP (kürt dil kurumu) üye olunmalı, merkez kararları konferanslarla üyelerle paylaşılmalı. Alanımızda kürt arkadaşlarımız dışındaki arkadaşlarımızı kapsayan bir üslup ve yaklaşıma sahip olmalıyız, KCK/TM-DEK sürgün ve görevden alınan arkadaşlara sahip çıkmalı, PAJK 5. konferans kararları karma yapıya eğitim olarak verilmeli, önderlik savunmalarını eğitim için çalışma gurupları oluşturulmalı." şeklinde bir içerik bulunduğu belirtilmiştir. Kararda belirtilen 21/2/2009 tarihli görüşmenin içeriğinin şu şekilde olduğu ifade edilmiştir:
"A.G. : 'he yav adresi soracam ama nasıl soracam' ,
M. Hanifi Kurşun : 'ne adresi'
A.G. : 'bizim hani var ya sendikanın',
M. Hanifi Kurşun : 'he yarınki mi' ,
A.G. : 'yo yo Eğe Emek @ Hotmailmiydi' ,
M. Hanifi Kurşun : 'ha yok yok o değil' ,
Aydın Güngörmez : 'ne o' ,
M. Hanifi Kuruş :'onu ben sana yarın söylerim'..."
17. Mahkeme yapmış olduğu genel değerlendirmeden sonra her bir sanık yönünden ayrı ayrı değerlendirmede bulunmuştur. Başvurucu Aziz Akikol yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Aziz Akikol KCK/TM-DEK’in merkezi konferans delegesi olup, 16-18 Ocak 2009 tarihlerinde merkezi konferansa katılarak oy kullandığı, Pegasus hava yollarına ait yolcu listesi ve eşiyle yapmış olduğu 16.01.2009 tarihli (Tape E-1 KL:3 Dz.205) telefon görüşmesinde 'he indim, yok yok güzel hava ya Diyarbakır' ve yine sanık Mehmet Hanefi Kuruş’un diğer sanık H.G. ile yapmış olduğu 20.01.2009 tarihli görüşme sırasında Mehmet Hanefi’nin 'vardı üç tane harika çalıştılar, Aziz, Yüksel bir de Celil' şeklinde geçen görüşmelerden anlaşılmaktadır.
Sanık Aziz Akikol’un sanık Mehmet Hanefi Kuruş’un bölge sorumlusu olarak seçilmesine sıcak bakmadığı ancak bölge toplantılarına katıldığı, 07.02.209 ( Tape E-6 KL:3 Dz.192) tarihinde A.B. ile yapmış olduğu, A.’nın 'tamam sen ne yaptın, ne toplantısı işçilerle ilgili', Aziz’in 'yok ya şey vardı ya zımbırtının toplantıları, işte Mehmet Kuruş’un toplantısı', A.B.’ün 'ya canım zımbırtıların toplantılarına sen de gitme canım Allah Allah' Aziz’in 'olur mu yap gitme ondan sonra şey yapacaklar yav' A.B.’ün 'ne yapacaklar' Aziz’in 'ya sen ayın 22’sine göre kendini ayarla 22’si miydi yav tamam mı bölgenin meclisi var toplantı' şeklinde geçen ve benzer görüşmelerden anlaşılmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere sanığın KCK/TM-DEK merkezi konferans delegesi olduğu ve 16-18 Ocak 2009 tarihinde yapılan, Mehmet Hanefi Kuruş’un Ege Bölgesi sorumlusu seçildiği toplantıya katıldığı, sanık M.Hanefi Kuruş’un seçilmesine onay vermediği halde bölge toplantılarına azami oranda katıldığı ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır."
18. Başvurucu Mehmet Hanifi Kuruş yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır ilinde DEK’in merkezi konferansının yapıldığı, üç gün kadar süren toplantı sonrasında Ege bölge sorumlusu seçildiği, 16 Ocak 2009 günü Pegasus hava yollarının Diyarbakır yolcu uçuş listesinde adının bulunması ve havaalanı güvenlik kamerasındaki görüntüsü, iletişim tespit tutanaklarından sabittir.
Sanık Mehmet Hanifi Kuruş 19.01.2009 tarihinde (KL:4 Dz.320) sanık Haydar Deniz ile yapmış olduğu telefon görüşmesinde Haydar Deniz’in 'Senin haricinde kim seçildi' şeklindeki soruya karşılık 'Disipline Yüksel girdi, Ankara’dan Lami girdi, Sait girdi, Diyarbakır’dan Hasan girdi, Kocaeli’nden genç bir çocuk girdi, Songül girdi, Van’daki Hasan seçildi…' demiştir.
Sanık Mehmet Hanifi Kuruş, DEK merkezi konferansında Ege bölge sorumlusu seçildikten sonra bölgede faaliyetlerine başladığı, 05.02.2009 günü Balıkesir iline gittiği, öncesinde burada görüşülecek kişilerin telefon numaralarını diğer sanık Haydar Deniz’den almış olduğu görülmektedir. (Tape 47KL:4 Dz.218)
Sanık M.Hanifi Kuruş’un 28 Şubat 2009 günü Ankara ilinde KCK/TM-DEK ile ilgili yapılan toplantıya, 12 Mart 2009 günü Manisa Eğitim-Sen Şubesinde düzenlenen toplantıya katıldığı, sanığın bizzat kendisinin ve diğer sanıkların aralarında yapmış oldukları telefon görüşmeleri ve baz veri analizlerinden anlaşılmaktadır.
Sanık M. Hanefi Kuruş 04.04.2009 günü hükümlü Abdullah Öcalan’ın Halfeti ilçesinde terör örgütü tarafından düzenlenen sözde doğum günü etkinliklerine katıldığı, olaylar sırasında ölen iki kişinin durumuyla ilgili olaraksanığın diğer sanık Haydar Deniz ve Elif Akgül Ateş ile görüştükleri (Tape 125-126 KL:4 Dz.39-40-41) ve olayla ilgili bilgi verdiği iletişim tespit tutanaklarından ve baz veri analiz bilgilerinden anlaşılmaktadır.
Sanık Mehmet Hanifi Kuruş 2 Mayıs 2009 tarihinde Şanlıurfa ilinde terör örgütü tarafından düzenlenen alternatif 1 Mayıs etkinliklerine, 3 Mayıs 2009 tarihinde yine terör örgütü tarafından tertiplenen açlık grevine katıldığı iletişim tespit tutanakları ve veri analiz bilgilerinden anlaşılmaktadır.
Sanık Mehmet Hanefi Kuruş yukarıda belirtildiği şekilde terör örgütü KCK/TM-DEK’in merkezi konferansında Ege bölge sorumlusu seçilmiş olup, bu görev çerçevesinde faaliyetlerine başlamış, diğer sanıklarla irtibat kurup onları talimatlandırarak bölgedeki örgütsel faaliyetleri yürütmüş, bunun yanında terör örgütü tarafından düzenlenen diğer etkinliklere de katılmak suretiyle terör örgütüne üye olma eylemini gerçekleştirmiştir."
19. Başvurucu Lami Özgen yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Lami Özgen’in KCK/TM-DEK merkezi konferans delegesi olarak 16-18 Ocak tarihinde Diyarbakır ilinde yapılan merkezi konferansa katılmış ve yapılan seçimlerde MYK üyesi seçilmiştir. Sanıklar Haydar Deniz ile sanık Mehmet Hanefi Kuruş’un Diyarbakır’daki merkezi konferans sonrası yapmış oldukları görüşmede, Haydar Deniz’in 'Mehmet senin dışında kim girdi başka' Mehmet Hanefi Kuruş’un 'bildiğim bu Ankara’daki Lami girdi, Sait girdi' (Tape T 13 KL:4 Dz.320) demiş olup, sanığın MYK üyesi seçildiğine ilişkin olarak benzer görüşmeleri diğer sanıkların da kendi aralarında yapmış oldukları görülmektedir.
Sanık Lami Özgen 28 Şubat 2009 tarihinde Ankara ilinde KCK/TM-DEK’in MYK toplantısını organize ettiği, iletişim tespit tutanaklarından anlaşılmaktadır. (Tape AE 1, Tape AE 2, Tape AE 3, Tape AE 4 KL:1 Dz.455-475)
Sanık Lami Özgen diğer sanık Mehmet Hanefi Kuruş gibi 4 Nisan 2009 tarihinde Şanlıurfa ili Halfeti ilçesinde düzenlenen sözde doğum günü etkinliklerine katıldığı iletişim tespit tutanakları (Tape AE 7 KL:1 Dz.468) ve baz veri analiz bilgilerinden anlaşılmaktadır.
Sanık Lami Özgen terör örgütü KCK/TM-DEK’in merkezi konferansında MYK delegesi olarak seçildiği, seçim sonrası örgütsel faaliyetleri yürüttüğü keza bu doğrultuda başta Mehmet Hanifi Kuruş olmak üzere diğer sanıklarla irtibat kurduğu, ayrıca terör örgütü tarafından Şanlıurfa ili Halfeti ilçesinde düzenlenen hükümlü Abdullah Öcalan’ın sözde doğum günü etkinliklerine katıldığı ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır."
20. Başvurucu Mustafa Beyazbal yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Mustafa Beyazbal’ın KCK/TM-DEK konferans delegesi olduğu, 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır ilinde yapılan merkezi konferansına katılmadığı ancak Eğe bölge sorumlusu ve KCK/TM-DEK’in MYK üyesi olmak için aday olduğu, sekiz oy farkıyla diğer sanık Mehmet Hanefi Kuruş’un seçildiği, 12.01.2009 tarih Tape C-12 (KL:3 Dz.262) sayısıyla tespit edilen sanık ile diğer sanık İsmail Demir arasında, Mustafa Beyazbal’ın 'oy farkı neydi senin haberin var mı' İsmail Demir’in 'ya çok fazla yok ha, şimdi birinci olan 101 oy almış, Mehmet Kuruş 59 almış' Mustafa Beyazbal’ın 'kaç' İsmail Demir’in '59, sende 49 almışsın, ya sen orda olsan kesin 70-80 oy alırdın, artık orda olmayınca insanların kafasında şekillenmiş yani bilmiyorum ki' şeklinde geçen iletişimden anlaşılmaktadır.
Sanık Mustafa Beyazbal’ın diğer sanık Mehmet Hanefi Kuruş’a karşı seçim kaybetmiş olmasına rağmen ondan talimat aldığı, Eğe bölge yürütmesinde görev aldığı, göreviyle ilgili hususlarda sanık Mehmet Hanefi Kuruş’u bilgilendirdiği, diğer sanıklarla da irtibat kurup bölgedeki DEK faaliyetlerini organize ettiği, KCK/TM-DEK merkezi konferansı neticesinde yayınlanan sonuç bildirgesi doğrultusunda 29 Mart yerel seçim sürecinde seçim çalışmaları yürüttüğü iletişim tespit tutanaklarından görülmektedir. (Tape AC 1–10 KL: 12 Dz. 65 – 79)
Sanık Mustafa Beyazbal’ın evinde yapılan arama neticesinde DEK tüzüğü, DEK merkezi disiplin kurulu yönetmeliği, demokratik konfederasyon sendikal çalışma başlıklı yazılar ele geçirilmiştir.
Sanık Mustafa Beyazbal’ın KCK/TEM-DEK merkezi konferans delegesi olduğu, MYK üyeliği yada Eğe bölge sorumluluğu için aday olmasına rağmen M. Hanefi Kuruş’ un seçildiği, sanığın seçilememiş olmasına rağmen bölge sorumlusu seçilen sanık M.Hanefi Kuruş’tan talimat ve bölge yürütmesinde aktif görev aldığı, evinde ele geçirilen matbuattan da terör örgütüyle olan ilişkisinin ortaya konulduğu ve sanığın bu şekilde KCK/TM-DEK terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır."
21. Başvurucu Haydar Deniz yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Haydar Deniz’in (Tape S 2 KL:11 Dz.450), diğer sanık Aziz Akikol ile yapmış olduğu 13.01.2009 tarihli telefon görüşmesinde; 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır’da yapılacak KCK/TEM-DEK merkezi konferansına ilişkin olarak fikir alışverişinde bulundukları, Mehmet Hanefi Kuruş’un ve Mustafa Beyazbal’ın adaylığı hususunda tartıştıkları yine sanık Haydar Deniz’in sanık Aziz Akikol’a yolculuğa hazır olup olmadığı hususunu sorduğu, devam eden günlerde (Tape S 3 KL:11 Dz.444) sanık Mehmet Hanefi Kuruş ile Y.M.’nun merkez disiplin kuruluna adaylığı hususunda görüştükleri, 18.01.2009 günü (Tape S 8 KL:11 Dz.437) sanık Mehmet Hanefi Kuruş ile 16-18 Ocak 2009 tarihleri arasında Diyarbakır’da yapılan merkezi konferans seçim sonuçlarıyla ilgili görüştükleri anlaşılmaktadır.
Sanık Haydar Deniz Diyarbakır’da yapılan seçim sürecinden sonra (Tape S 10 KL:11 Dz.434) Mehmet Hanefi Kuruş’un Pazar günü toplanma talimatına olumlu cevap verdiği, H.G. ile yapmış olduğu (Tape S 11 KL:11 Dz.432) görüşmede DEK faaliyetlerine katıldığını beyan ettiği ve devam eden günlerde Mehmet Hanefi Kuruş’un kendisini arayarak talimatlandırdığı ve sanığın aktif şekilde Ege Bölgesindeki örgüt faaliyetlerine katıldığı iletişim tespit tutanaklarından anlaşılmaktadır.
Sanık Haydar Deniz’in evinde arama neticesinde el konulan diz üstü bilgisayarın yapılan incelemesinde 'divan ve yapımızın Ege meclisini selamlıyorum' yine 'KÖH’ün zapt destanını, onuncu kongresini, halk serhildanlarını ve duyarlı çabalarını selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum' şeklinde ifade bulunduğu, sanığın evinde ele geçirilen kingston marka usb üzerinde 'konfederalizim' isimli wort belgesi üzerinde hükümlü Abdullah Öcalan tarafından ortaya atılan 'konfederalizim'le ilgili bir yazının bulunduğu tespit edilmiştir.
Sanığın 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır’da yapılan KCK/TM-DEK merkezi konferansı sürecinde takip ettiği, diğer sanıklarla bu hususta fikir alışverişinde bulunduğu, seçim sonrası sanık Mehmet Hanefi Kuruş ile durum değerlendirmesi yaptığı ve sonrasında Eğe Bölgesi sorumlusu M.Hanefi Kuruş’tan talimat aldığı ve örgütsel faaliyetlere aktif şekilde katıldığı, arama sırasında ele geçirilen bilgisayar ve usb’de terör örgütüne ait doküman ele geçirildiği ve sanığın bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu sonucuna varılmıştır."
22. Başvurucu Nihat Keni yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Nihat Keni 16-18 Ocak 2009 tarihinde KCK/TM-DEK merkezi konferansına delege olarak katılmış ve Mehmet Hanefi Kuruş’un seçilmesi hususunda çalışma yapmıştır. (Tape R-1, R-2, R-3, R-4KL:11 Dz.254-258)
Sanık Nihat Keni, M.Hanefi Kuruş'un bölge sorumlusu seçilmesinden sonra telefonla sık sık görüşmüş, sanık M.Hanefi Kuruş kendisine talimat vermiş, bu talimatlar doğrultusunda 'yürütme' toplantılarına ve diğer etkinliklere aktif şekilde katılmıştır. (Tape R-22 KL:2 Dz.282, Tape R-23 KL:2 Dz.279, Tape R-43-47 KL:2 Dz.223-230)
Sanığın evinde yapılan aramada 'önder Apo’nun özgürlüğü, kadının özgürlüğüdür' başlığı adı altında 16 sayfadan ibaret örgütsel doküman ele geçirilmiştir.
Sanık Nihat Keni’nin, KCK/TM-DEK’in 16–18 Ocak 2009 tarihleri arasında Diyarbakır’da düzenlenen merkezi konferansına delege sıfatıyla katılması, yine Mehmet Hanefi Kuruş’un bölge sorumlusu seçilmesinden sonra ona bağlı olarak bölgedeki örgüt faaliyetlerine aktif şekilde katılması, evinde yapılan aramada örgütsel doküman bulunmasından terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmaktadır."
23. Başvurucu Elif Akgül Ateş yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Elif Akgül Ateş KCK/TM-DEK merkezi konferans delegesi olduğu halde 16-18 Ocak tarihinde Diyarbakır ilinde yapılan toplantıya katılmadığı, konferans sonraı bölge toplantılarına katıldığı, sanık M.Hanefi Kuruş ile (01.02.2009 H-9 KL:10 Dz.26) Elif Akgül’ün 'tebrik ediyorum' M.Hanefi’ nin 'ya siz yokken biz toplantı yaptık biliyorsunuz' Elif Akgül’ün 'ben şeydi ya gelemedim misafirler vardı' M.Hanefi’nin 'şimdi yarın uygun olursanız ben, sen Mustafa hoca bir araya gelip kurumları ziyaret etsek diyorum ne dersiniz uygun olabilir mi' Elif Akgül’ün 'tamam', M.Hanefi’nin 'sizin için uygun bir saat var mı' Elif Akgül’ün 'yarın şey var galiba toplantı var', M.Hanefi’nin 'onu erteledik hafta sonuna' Elif Akgül’ün 'ertelendi mi', M.Hanefi’nin 'bunu da haber vermiş olduk' şeklinde geçen konuşmalardan anlaşılmaktadır.
Sanık Elif Akgül Ateş’in 03-05 Ocak 2009 günü Diyarbakır ilinde yapılan ve KCK/TM-DEK içinde faaliyet yürüten DEKAP toplantısına katıldığı, Sun-Ekspres şirketine ait uçak yolcu listesinde adının bulunmasından anlaşılmıştır.
Sanığın tespit edilen diğer iletişimlerden örgütün Ege Bölgesi yapılanmasında etkin rol oynadığı, bilgi ve tecrübesi dolayısıyla diğer örgüt üyelerinin görüşlerine itibar ettiği ve eğitim çalışmaları da yürüttüğü anlaşılmaktadır. Sanığın KCK/TM-DEK’in merkez konferans delegesi olduğu gibi terör örgütünün Eğe Bölgesi yapılanmasında aktif rol aldığı ve toplantılarına katıldığı bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır."
24. Başvurucu Mine Çetinkaya yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Mine Çetinkaya KCK/TM-DEK 16-18 Ocak günü Diyarbakır ilinde düzenlenen merkezi konferansına katılarak oy kullandığı, Diyarbakır iline sefer yapan Sun-Ekspresin yolcu listesinde adının olması ve 19.02.2009 günü (Tape AB-2 KL:2 Dz.81) diğer sanık Nihat Keni ile yapmış olduğu telefon görüşmesi sırasında 'Diyarbakır’dan sonra hiç görüşmedik, ne yapıyorsun' demesinden anlaşılmaktadır.
Diyarbakır sonrası sanık Mine Çetinkaya’nın KCK/TM-DEK’in Eğe Bölgesi birim sorumlusu olarak faaliyet yürüttüğü, 13.03.2009 tarihinde ( Tape AB-11 KL:2 Dz.61) diğer sanık Elif Akgül Ateş ile yapmış olduğu görüşme sırasında Elif Akgül Ateş’in 'sen katıl tabi ki, sen birim sorumlususun, diğer şubelere değil, bu şubede muhakkak söyledim, yani dedim Mine’de katılacak, tamam dedi arkadaşlar', yine sanığın diğer sanık Şermin Güneş ile 17.03.2009 tarihinde ( Tape AB-12 KL:2 Dz.59) yapmış olduğu telefon görüşmesi sırasında; Mine Çetinkaya’nın 'ben birim yürütmesi olduğum için katılmadım, oraya yönetici olduğum için' demesinden ve buna benzer tespit edilmiş diğer iletişimlerinden anlaşılmaktadır.
Sanık Mine Çetinkaya’nın evinde yapılan aramada örgütsel nitelikte, 'DEK yapısına' başlığı adı altında diğer sanık A.D. tarafından kaleme alınmış ve 29 Mart 2009 tarihinde yapılacak yerel seçimler için örgüt mensuplarına tavsiye ve telkinlerini içerir doküman ele geçirilmiştir.
Yukarıda açıklandığı üzere sanığın KCK/TM-DEK 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır ilinde düzenlenen merkezi konferansa katılıp oy kullandığı, sonrasında bölge sorumlusu Mehmet Hanefi Kuruş’a bağlı olarak birim sorumlusu görevini icra ettiği ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır."
25. Başvurucu Hasan Soysal yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Hasan Soysal’ın 05.02.2009 tarihinde (Tape D – 4 KL:3 Dz.219) H.G.’le, H.G.’in 'şefim nerdesin', Hasan Soysal’ın 'evdeyim', H.G.’in 'şığım', Hasan Soysal’ın 'he cane Cumartesi kaçta demiştin', H.G.’in '10', Hasan Soysal’ın 'benim için mi toplanıyorsunuz', H.G.’in 'hayır hayır, bizim birim birim yürütmeler hepsi bir araya gelecek, sohbet edeceğiz, tamam şıhım ben onlara söylerim borçlarını da getirsinler ödesinler', Hasan Soysal’ın 'zaten birim yürütmeler orda olacak', H.G.’in 'söyleyesin unutmasınlar sorun olmaz', Hasan Soysal’ın 'şimdi gidip K.’e uğrayayım mı', H.G.’in 'K.’e niçin uğrayacaksın', Hasan Soysal’ın 'paramı alam ondan', H.G.’in 'bir bak istersen bir de Mehmet Kuruş’un durumu ne oldu', Hasan Soysal’ın 'Mehmet Kuruş bölge yönetimine seçildi, tamam bir şey yok 'H.G.’in 'DTP’ye [Demokratik Toplum Partisi] uğramana gerek yok onlar toplantıya gelecekler', Hasan Soysal’ın 'BES’e yani', H.G.’in 'yok yok onlar da toplantıya gelecek', H.G.’in 'o A. ağabeyin (A.D.) parası için bir şey yaptın mı abi', Hasan Soysal’ın 'yok henüz bir şey yapmadım' şeklinde geçen telefon görüşmesinden sanığın birim sorumlusu olarak görev aldığı, örgüt içerisinde aidat adı altında üyelerden para toplama görevini ve bu görev çerçevesinde toplanan paradan bir kısmını seçim çalışmalarında kullanmak üzere dönemin DTP il Başkanı A.D.'na aktarmakla görevli olduğu görülmektedir.
Sanık Hasan Soysal devlet memuru olmasına rağmen örgütün almış olduğu kararlar doğrultusunda DTP’ye üyelerden para toplamak suretiyle finansman sağladığı ve yerel seçimler öncesinde aday belirleme sürecinde çalıştığı anlaşılmaktadır. (Tape D 5 KL:3 Dz.217, Tape D 8 KL:3 Dz.208, Tape D 9 KL:3 Dz.207)
Sanık Hasan Soysal’ın diğer sanık H.G. ile yapmış olduğu 27.04.2009 tarihli (Tape D 10 KL:3 Dz.206) H.G.’in 'abi nasılsın sen yarın geliyorsun' Hasan Soysal 'ne zaman', H. G. 'yarın', Hasan Soysal 'akşam', H.G. 'yarın üç buçukta Konak’ta 1 Nolu Şubede çay içeceği', Hasan Soysal 'üç buçuk', H.G. 'tamam', Hasan Soysal 'tamam bakayım izin alabilirsem gelirim şefim' şeklinde geçen görüşmeden sanığın diğer sanık H.G.’e bağlı olarak örgüt içerisinde görev üstlendiği ve örgütsel toplantı için bu sanık tarafından çağırıldığı görülmektedir.
Sanığın evinde yapılan aramada 2 adet yasak yayın, PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün propagandası içeriğine sahip 2 adet disket ele geçirilmiştir.
Sanık Hasan Soysal’ın yukarıda açıklandığı üzere KCK/TM-DEK’in Ege Bölgesi İzmir Yürütmesine bağlı Menemen ilçesi birim sorumlusu görevi yaptığı, sanıklardan H.G.’e bağlı olarak faaliyetlerini yürüttüğü, sanık M.Hanefi Kuruş’un 16-18 Ocak 2009 tarihinde merkezi konferansta Ege Bölgesi sorumlusu seçilmesi sürecinde haberdar olduğu ve bunu diğer örgüt mensuplarına duyurduğu, örgütün almış olduğu kararlar doğrultusunda 2009 yılı yerel seçimlerde kamu görevlisi olmasına rağmen DTP adına seçim faaliyetleri yürüttüğü ve aday belirleme sürecinde rol aldığı, keza evinde yapılan aramada örgütsel doküman elde edildiği ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır."
26. Başvurucu Abdulcelil Demir yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Abdulcelil Demir’in KCK/TM-DEK’in 16-18 Ocak 2009 tarihindeki merkezi konferansına katılıp oy kullandığı, Pegasus hava yollarına ait yolcu listesi ve sanık Aziz Akikol’un eşiyle yapmış olduğu 16.01.2009 tarihli (Tape E-1 KL:3 Dz.205) telefon görüşmesinde 'he indim, yok yok güzel hava ya Diyarbakır' ve yine sanık Mehmet Hanefi Kuruş’un diğer sanık H.G. ile yapmış olduğu 20.01.2009 tarihli görüşme sırasında Mehmet Hanefi’nin 'vardı üç tane harika çalıştılar, Aziz, Yüksel bir de Celil' şeklinde ve sanıklar Süeda Demir ve İsmail Demir arasında geçen (Tape C 1-2 KL:3 Dz.282-283) görüşmelerden anlaşılmaktadır.
Sanık Abdulcelil Demir, 18.01.2009 tarihinde (Tape C 9 KL:3 Dz.167) sanıklar İsmail Demir ve Süeda Demir arasında, İsmail Demir’in 'Abdulcelil’de disipline adaymış öyle mi' Süeda Demir 'o kesin girer' şeklinde geçen görüşmeden 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır ilinde yapılan KCK/TM-DEK’in disiplin kurulu için aday olduğu görülmektedir.
Sanığın evinde yapılan aramada 'DEK Tüzüğü' başlığı altında DEK’in işleyişine ilişkin bilgilerin yer aldığı bilgi notu ele geçirilmiştir.
Yukarıda açıklandığı üzere sanığın delege sıfatıyla KCK/TM-DEK’in 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır ilinde düzenlenen merkezi konferansına katılığı ve oy kullandığı, ayrıca disiplin kurulu için aday olduğu, evinde bu örgütle ilişiğini ortaya koyacak doküman ele geçirildiği ve bu şekildeterör örgütü üyesi olduğu sonucuna varılmıştır. "
27. Başvurucu Meryem Çağ yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Meryem Çağ’ın 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır ilinde düzenlenen KCK/TM-DEK merkezi konferansına katılmış olduğu, Pegasus hava yollarına ait yolcu listesi ve sanıklar Şermin Güneş ile Süeda Demir arasında 19.01.2009 günü (Tape F-9 KL:3 Dz.145)Sermin Güneş’in 'sen kullanmadın' Süeda Demir’in 'Sakine, Mine Meryem tamam onlar kullandılar,' Şermin Güneş’in 'Nihat kullandı', Süeda Demir’in '4’ de bitti yani biz de Aziz ben yani Yüksel şey' şeklinde gerçekleşen görüşmeden anlaşılmaktadır.
Sanıklar Yüksel Özmen ile İsmail Demir arasında 12.01.2009 tarihinde (Tape B-1 KL:3 Dz.341)İsmail Demir’in 'valla iyidir şeyi de Kuruş’mu çağırmış', Yüksel Özmen’in 'bilmiyorum şimdi Metin’i bekliyorum DEK’ deki arkadaş var ya Kadir Kadir', Yüksel Özmen’in 'arkadaş aradı da Kadir ile görüşeceğiz dedi onun için bekliyoruz, Kadir ile görüşelim falan dedi', İsmail Demir’in 'kimle görüşeceksiniz, kimle görüşeceksiniz', Yüksel Özmen’in 'Harun çağırdı, Harun Kadir’e dedi ki' İsmail Demir’in 'Celil’ de çıktı mı toplantıdan' Yüksel Özmen’in 'evet çıktı', İsmail Demir’in 'Kuruş vardı, Nihat vardı', Yüksel Özmen’in 'yoktu', İsmail Demir’in 'Kuruş yokmuydu', Yüksel Özmen’in 'vardı', İsmail Demir’in 'Sakine ile Elif', Yüksel Özmen’in 'yok', İsmail Demir’in 'peki Mine neydi DEK’ deki kız var mıydı Meryem', Yüksel Özmen’in 'hı hı evet' şeklinde geçen görüşmede sanıktan DEK’ deki kız diye bahsedildiği görülmüştür.
Sanık Meryem Çağ tarafından kullanılan GSM hattına diğer sanık İsmail Demir tarafından kullanılan GSM hattından 02.04.2009 tarihinde (Tape AJ-2,3 KL:1 Dz.376 - 377)'toplantıdaysan Mehmet arkadaşa söyler misin (T. Meclisi Disiplin Kurulu e-mail adresine MDK e-mail atabilir mi acil)' şeklinde gönderilen mesaj içeriğinden KCK/TM nin Disiplin Kurulu e-mail adresini sanıktan istendiği anlaşılmaktadır.
Sanık Meryem Çağ ile T.Ç. arasında 02.04.2006 tarihinde, (Tape AJ1 KL:1 Dz.378) T.Ç.’in 'Pazar günü MKM’de (Mezopotamya Kültür Merkezi) toplantı varmış haberin var değil mi', Meryem’in 'yok MKM’d mi', T.Ç.’in 'hı hı H. aradı haberin olsun arkadaşlara haber vereceğiz dedi' şeklinde görüşmeden sanık H.G. tarafından organize edilen “İl Yürütmesi” toplantısına katıldığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere sanığın 16-18 Ocak 2009 tarihinde KCK/TM-DEK konferansına delegesi sıfatıyla katıldığı ve oy kullandığı, sanık H.G. tarafından organize edilen örgütün toplantılarına katıldığı, örgüt tarafından kullanılan gizli e-mail adreslerini bildiği ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu sonucuna varılmıştır."
28. Başvurucu İsmail Demir yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık İsmail Demir’in 16-18 Ocak 2009 tarihinde KCK/TM-DEK tarafından düzenlenen konferansa katılmadığı ancak katılan eşi sanık Süeda Demir ile sık sık telefonla irtibat kurarak süreci takip ettiği (Tape C-1 KL:3 Dz.283 ve devamı) anlaşılmaktadır.
Sanık İsmail Demir’in eşi Süeda ile yapmış olduğu 12.01.2009 tarihli (Tape C-2 KL:3 Dz.282) Süeda Demir’in 'yani şöyle bir seçeneğimiz var, kadının kotadan girme şansı olduğu için bir kadın arkadaş çıkarırsak şansı yüksek olacak, hani burada Yüksel’e diyorum Yüksel’de kabul etmiyor', İsmail Demir’in 'hı', Süeda Demir’in 'yani şöyle bir seçeneğimiz var, kadının kotadan girme şansı olduğu için bir kadın arkadaş çıkarırsak şansı yüksek olacak, hani burada Yüksel’e diyorum Yüksel kabul etmiyor', İsmail Demir’in 'hı yani önce şey yapın Sakine’ye deyin, diğerlerine herkes bir kere bütün merkezle de konuşsun, Aziz, Celil, hatta sizden biriniz sen yada şey Yüksel yani Kuruş’un aday olmasını da engellesinler, o zaman yani çünkü bu aday olması demek Ege’nin dağılması demektir. Bu net olarak görülüyor', Süeda Demir’in 'hı', İsmail Demir’in 'he bence yarın bir araya gelin şey yapın, Sakine’yi de çağır sen Sakine, Meryem, Yüksel, Aziz, Celil deyin ki böyle bir rahatsızlık olur bu arkadaşın olması', Süeda Demir’in 'kendisi de dedi ben dedi Kuruş’u istemiyorum', İsmail Demir’in 'Mustafa konusunda eğer merkezin bir şeyi varsa o zaman Kuruş konusunu da getirsinler uzlaşın, yani merkez Sakine diyorsa Sakine, eğer yoksa Celil abi son tahlilde ben olabilirim demişti. Yani böyle bir şey düşerse yani o Celil ağabeyle de konuşun deyin tarihi bir sorumluluktur. Sonuçta bir ay bir yıl sonra konferansta gerekirse değişir. Çünkü her sene yapılıyor konferans, tamam artık şey yani sözü verdik bütün arkadaşlar Mustafa’ya da öyle yani altını dolduracağımızı bütün çabayı göstereceğimizi söyledik' şeklinde geçen görüşmeden konferans sürecine müdahale ettiği ve yapıya ve karar verme sürecine hakim olduğu anlaşılmaktadır.
Sanık İsmail Demir’in M.Hanefi Kuruş’un bölge sorumlusu seçilmesine karşı olduğu, bundan dolayı bölgede aktif görev almadığı ve örgüt tarafından düzenlenen toplantılara katılıp katılmama hususunda diğer muhalif örgüt üyeleriyle sürekli istişare yaptığı, toplantılardan haberdar edildiği, nitekim 01.02.2009 günü(Tape C-15 KL:3 Dz.255) diğer sanık Yüksel Özmen ile yapmış olduğu görüşmede Yüksel’e 'il ve birimleri toplantıya çağırmışlar gidelim mi gitmeyelim mi' diye söylediği görülmüştür.
Sanığın evinde yapılan aramada beş adet yasaklanmış yayın elde edilmiştir.
Sanık İsmail Demir’in KCK/TM-DEK’in 16-18 Ocak 2009 tarihinde yapılan merkezi konferansına katılmadığı ancak eşi aracılığıyla süreci takip ettiği ve yönlendirmeye çalıştığı, Mehmet Hanefi Kuruş’un seçilmemesi yönünde gayret sarf ettiği, yapılanma hakkında son derece bilgi sahibi olduğu, M.Hanefi Kuruş’a muhalif olmasından dolayı il yürütmesi ve benzer toplantılara katılım konusunda isteksiz olsa da sürekli toplantılardan haberdar edildiği ve zaman zaman da katılığı, bu şekilde sanığın terör örgütü üyesi olduğu kanısına varılmıştır."
29. Başvurucu Şermin Güneş yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Şermin Güneş’in, 20.01.2009 tarihinde (TapeF-2 KL:3 Dz.168) Gülçin İsbert ile Şermin Güneş’in 'Sen ne yapıyorsun sen nasılsın' , Gülçin İsbert’in 'iyidir valla en çok kızdığım bir kişi var Aziz biliyormusun', Şermin Güneş’in 'niye ne oldu', Gülçin İsbert’in 'biliyorsun değil mi bitti konferans sonuçlandı', Şermin Güneş’in 'haberim var biliyorum en azından Kuruş’dan haberim var diğerlerinden haberim yok da', Gülçin İsbert’in 'sana bir şey söyleyeyim mi Mustafa’da bize çok şey yaptı, net olsaydı bu adam çıkmazdı canım benim denmesine rağmen sadece aralarında 8 oy var ha', Şermin Güneş’in '8 oy fark diyorsun', Gürçin İsbert’in 'hiç üzülme biliyormusun bende çok yıprandım kardeşim, Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan mı belli olur diye bir söz var', Şermin Güneş’in 'Aziz olmaz, olması gereken kişi zaten Mustafa’ydı, tamam en doğru adam da Mustafa, çünkü Aziz şeyden gelecek de işte örgütlenme yapacak da yapamazdı', 31.01.2009 Tape F-3 KL:3 Dz.164 tarihinde İsmail Demir ile Şermin Güneş’in 'şey bak Pazartesi il yürütmesinin toplantısı varmış, birimlerden doğru herkesi çağırıyorlarmış, bu toplantıya açıkçası ben gitmek istemiyorum amagidecek misiniz, gitmeyecek misiniz, ne yapacaksınız hani ne olacak ne bitecek onunla ilgili ben seni aradım anlatabildim mi', İsmail Demir’in 'toplantı panelini kim yaptı' Şermin Güneş’in 'sanırım bölge almış çünkü geçen hafta bölgenin toplantısı varmış' İsmail Demir’in 'ben Mustafa ile konuşurum Mustafa’da benden şey diyor ortak tavır konulacaksa oturalım konuşalım diyor' Şermin Güneş’in 'Pazartesi bu adamlar bütün birimleri toplantıya çağırmışlar', İsmail Demir'saat kaçta', Şermin Güneş 'saat:11’de', İsmail Demir 'ondan önce bir karara varır konuşuruz', Şermin Güneş 'ilde kimler var onlardan bir bilgi al bakalım', İsmail Demir 'Mustafa’yı arayacağım, Mustafa’yı', Şermin Güneş 'Aziz’i arada bi bilgi öğren tamam mı', 05.02.2009 tarihinde (Tape F-4 KL:3 Dz.162) İsmail Demir ile, Şermin Güneş’in 'ne yapıyorsun bugün toplantı var mı iyi', İsmail Demir 'var var', Şermin Güneş 'kaçta', İsmail Demir 'saat 3’te Ada’da', Şermin Güneş 'Ada’da mı hadi görüşürüz', 05.02.2009 tarihinde (Tape F-5 KL:3 Dz.161) A.S. ile Şermin Güneş’in 'Ayişe bu akşam Ada’da bahsettiğim arkadaşlar vardı ya onlarla toplantımız var, gelebilecek misin hayatım 3’te tamam', A.S.’nın 'peki öyle ulu orta yapılıyor falan olur mu', Şermin Güneş’in 'nerede yapacaktık başka bayağı insanları çağıracak İsmail', A.S.’nın 'yani işte bir şey çıkmazsa geleceğim', 09.02.2009 tarihinde (Tape D-8 KL:3 Dz.154) Gülçin İsbert’in 'oldukça yoğun 8 Mart’a hazırlanıyoruz, bir öyle genel bir şey var çalışıyoruz, Cumartesi yok, Pazar yok, akşam yok, sabah yok', Şermin Güneş’in 'hiçbir şey yok diyorsun ama bunu kimsenin gördüğü yok' Gülçin İsbert’in 'DEK’i aradın kendin buldun hiç konuşma' şeklinde yapmış olduğu telefon görüşmesinden, KCK/TM-DEK Ege Bölge yapılanması içerisinde faaliyet yürüttüğü, 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır’da yapılan KCK/TM-DEK’in merkezi konferansını takip ettiği, Mustafa Beyazbal’ın Ege Bölge sorumlusu seçilmesini istediği, M.Hanefi Kuruş’un seçilmesi neticesinde toplantılara katılma konusunda isteksiz olmasına rağmen diğer muhalif üyelerle durum değerlendirmesi yaptığı ve toplantılara katıldığı, Gülçin İsbert’in 'DEK’i aradın kendin buldun hiç konuşma' şeklinde telefonda sarf ettiği bu sözün sanığın durumunu açıkça ortaya koyduğu görülmüştür.
Sanığın evinde yapılan aramada 8 adet yasaklanmış yayın ele geçirilmiştir.
Yukarıda açıklandığı üzere sanığın KCK/TM-DEK’in Ege Bölge yapılanması içerisinde faaliyet yürüttüğü, merkezi konferansta M.Hanefi Kuruş’un bölge sorumlusu olarak seçilmesine muhalif olduğu ve diğer muhalif üyelerle ortak hareket etme konusunda faaliyet yürütmesine rağmen örgüt tarafından düzenlenen toplantılara katıldığı ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu sonucuna varılmıştır."
30. Başvurucu Mahir Engin Çelik yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Mahir Engin Çelik’in 17.03.2009 tarihinde (Tape AL-1 KL:1 Dz.373) E.E. ile Mahir Engin Çelik’in 'akşam 6.30’da işyeri toplantısı biliyorsun değil mi', E.E. 'he var', Mahir Engin Çelik’in 'güçlü katılalım ama', E.E.’in 'ben katılmayı düşünmüyorum', Mahir Engin Çelik’in 'güçlü katılmamız gerekiyor', E.E.’in 'ben düşünmüyorum nasıl olsa benim yerime düşünüyorsunuz, geçen toplantıda geldim bir şey söyleyecektim izin vermediniz', Mahir Engin Çelik’in 'biz mi müdahale ettik', E.E.’in 'neyse', Mahir Engin Çelik’in 'ben seninle akşam görüşeyim', E.E.'in 'ya benimle görüşme', Mahir Engin Çelik’in 'yav olur mu', E.E.’in 'ne olur mu toplantıyı sen yönetiyorsun', Mahir Engin Çelik’in 'hepimizin gönülde yaptığı işlerdir', E.E.’in 'yani ondan yana sorun yok, ondan yana sıkıntı yok' Mahir Engin Çelik’in 'neyse yüz yüze görüşelim olur mu', E.E.’in 'neyse konuşmak istemiyorum', Mahir Engin Çelik’in 'sen benden daha iyi biliyorsun, bu yapıda eleştiri var, öz eleştiri var, bu noktaya gelmiş bir durum var ise bunu hayata geçirmemiz gerekiyor', E.E.’in 'bana sağlık yönünden rahatsızlık veriyor nerdeyse kalp krizi geçireceğim', Mahir Engin Çelik’in 'ben bölgede aynısını yaptım divan başkanına müdahale ettim, sen hatırlarsın', 18.03.2009 tarihinde (Tape AL-2 KL:1 Dz.370) K.K. ile, K.’in 'ya bir şey soracağım bu hafta çalışma var değil mi', Mahir Engin’in 'Cumartesi günü saat:8.30’ da çıkıyoruz, isteyen etkinliğe gider, isteyen evine döner', K.’in 'sen Zülküf’e söyledin mi' Mahir Engin’in 'başka bir iki arkadaş daha var ondan biri görüşmelerden sonra biraz şey yapacağız, yalnız bizim bu akşam bir araya gelip şu işi E. arkadaşla görüşmemiz lazım', K.’in 'neden', Mahir Engin’in 'biraz sıkıntılı yüz yüze konuşuruz seninle, sözünü mü kestin senin onun ne yaptın öyle bir şey', K.’in 'sözünü kesmedim, ikinci kez söz vermedim', Mahir Engin Çelik’in 'ya bu yöntem yanlış değil, buradaki sorun şu, o arkadaşın geldiği nokta önemli, yani o arkadaşın o biriken şeylerin en üst noktaya ulaştığı seviye bu mazerettir. Kendisi için yarattığı bir mazeret bunu görüşeceğiz' Kemal’in 'ya ben bugün müsait değilim,' Mahir Engin’in 'ben valla her şeyde artık müsait olmak ta istemiyorum', Kemal’in 'lan adi herif bak oraya perspektif koymuşuz doğru noktada konuyu ele almışız, sana sahip çıkmışız, senin adi adi arkadaşın kalkmış farklı farklı it herif kendini savunacağına, öz eleştiri vereceğine kalkıp başkanını…', Mahir Engin’in 'ya o zaten kendi bitti, bizde o defteri kapattık, yani bundan sonra nerde karşımıza çıkarsa o kişiyi ezeceğiz…', K.’in 'sen bir ön konuşma yap bak', Mahir Engin’in 'tamam ben görüşeceğim' şeklinde geçen görüşmeden KCK/TM-DEK’in Torbalı birimi içerisinde diğer sanık K.K.’a bağlı olarak faaliyet yürüttüğü, yönettiği bir toplantıda başkanlık yapıyorken bunu diğer sanık Mahir Engin Çelik’e bıraktığı, E.E. isimli şahsın sözünün bu sanık tarafından kesildiği ve bunu sanığa aktardığında ise sanığın 'sen biliyorsun bu yapıda eleştiri ve özeleştiri vardır' demek suretiyle tehditvari örgütsel karşılık verdiği, örgüt üyelerine toplantı gün ve saati hususunda haber verdiği görülmüştür.
Sanık Mahir Engin Çelik’in, 15.04.2009 günü (Tape AL-6 KL:1 Dz.361) diğer sanık A.G. ile, A.G.’in '11’e doğru gelirsiniz işte', Mahir Engin Çelik’ in 'açık havda olur, biraz daha iyi', A.G.’in 'he oraya dergilerinizi de ulaştırırız tamam mı', Mahir Engin Çelik’in 'dergiler de gelir orada aidatlar da halledilir' şeklinde geçen görüşmeden de anlaşılacağı üzere sanık A.G.’e bağlı birim sorumlusu olarak görev yaptığı ve birimde toplanan aidatları ona aktardığı anlaşılmaktadır.
Sanığın evinde yapılan aramada DEK tüzüğü başlıklı, içeriğinde DEK yapısının işleyişiyle ilgili bilgilerin bulunduğu doküman ele geçirilmiştir.
Yukarıda açıklandığı üzere sanığın, KCK/TM-DEK’in Ege Bölgesi yapılanmasında sanık A.G.’e bağlı Torbalı birim sorumlusu olarak görev yaptığı, üyelerden toplanan aidatları sanık A.’a aktardığı ve evinde mensubu bulunduğu DEK’e ait tüzüğün ele geçirildiği ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu sonucuna varılmıştır. "
31. Başvurucu Songül Morsümbül yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Songül Morsümbül’ün 16-18 Ocak 2009 tarihinde KCK/TM-DEK’in merkezi konferansına katılıp ve yapılan seçim sonucunda MYK üyesi seçildiği, 19.01.2009 tarihinde (Tape H-6 KL:3 Dz.96) sanık Elif Akgül Ateş ile H.B. arasında Elif Akgül Ateş’in 'eskilerden var mı kimse' H.B.’nin 'Hasan ile N. birde S. hoca kaldı gerisi değişti', Elif Akgül Ateş’in 'hı değişti', H.B.’nin 'Songül girdi bizden biliyorsun', 19.01.2009 tarihinde de ( Tape E 10 KL:3 Dz.186) sanıklar Haydar Deniz ile Aziz Akikol’un arasında, Aziz Akikol’un 'ya seçimleri şey Mehmet Kuruş kazandı' Haydar Deniz’in 'he', Aziz Akikol’un 'he o da gösterildi giremedi o da, ya 12 kişiydi,ikisini kestiler, Sadrettin ile Mustafa’yı kestiler, 10 kişi seçtiler işte öyle yani',Aziz Akikol’un 'bilmiyorum işte ya Hasan vardı aynısı', Haydar Deniz’in 'hı Diyarbakır Amedden', Aziz Akikol’un 'valla bilmiyorum o da Hasan', Haydar Deniz’in 'hı Urfa’dan Hasan', Aziz Akikol’un 'yok yok Urfa’dan değil yani bilmiyorum, tam böyle tanımıyorum ya genç çocuklar işte', Aziz Akikol’un 'Lami Lami vardı, eskiden S. vardı', Haydar Deniz’in 'evet', Aziz Akikol’un 'bilmiyorum artık bayanlardan bir şey vardı, hı Morsümbül var', Haydar Deniz’in 'Hı Songül' şeklinde geçen görüşmelerden anlaşılmaktadır.
Sanık Songül Morsümbül ile G. arasında geçen 17.02.2009 tarihinde (Tape AG-1 KL:10 Dz.89) G.’nin 'ne geçmiş', Songül Morsümbül’ün 'naptı nasıldı temposu', G.’nin 'iyiydi kadının yaklaşımı, S.’yı çok şey yapıyorlar ama öyle aşırı bir şeyi olmadı yani şeyi, yalnızca bana bir çıkışı oldu, siz dedi ne adına katılıyorsunuz, hani ben ben dedim ki bak ben KESK’li bir kadınım dedim, KESK için örgütlü bir kadınım dedim, biz emek örgütüyüz, bir de dedim DEKAP biliyorsun dedim yani, KESK’in programıyla çok da farklı düşünmüyoruz dedim', Sanık ile Z.B. adlı kişi arasında 01.03.2009 tarihinde (Tape AG-3 KL:10 Dz.86’da Songül’ün 'Ankara’ya', Z.’in 'Ankara’ya ben şey soracağım bugün sizin toplantınız MYK veya kadının varmıydı Ankara’da her hangi bir toplantınız', Songül Morsümbül’ün “KESK’in mi”, Z.B.’nın ''he KESK’in, DEKAP’ın mı yürütmenin mi ne bileyim', Songül Morsümbül’ün 'yoo', Z.B.’nın 'eminmisin', Songül Morsümbül’ün 'karma karma hı', Z.B.’nın 'karmanın yürütmesi değil mi',sanık Songül Morsümbül ile A.E. adlı kişi arasında 11.03.2009 tarihinde (Tape AG-5 KL:10 Dz.82) A.E.’ın 'bir de şöyle bir şey vardı Sevgi eskiden yedekti, eşgüdüm ile yürütüyorduk, dolayısıyla birimizden birisine bir şey olduğunda diğeri geliyordu, şimdi Sevgi’de pozisyonu değişince şimdi diyoruz ki şeyi gönderelim Ayten diye bir arkadaş var burada yürütmede', Songül’ün 'hayır doğru değil', A.E.’ın 'ondan sonra yok deniliyor benim oraya gelmem üç günlük çalışmayı bırakmam demek ve bizzat planlama içinde olan birisiyim ben', Songül’ün 'buda bizim için önemli bir sonuç ben buraya sen buraya', A.E.’ın 'anladım da Songül biz dememiş miydik mart ayında planlama almayalım Nisan’da alalım', Songül’ün 'A. o bizi aşan bir durum niye bunu bu kadar zorlaştırıyorsun, kendine ve bize, bizi aşan bir durum', A.E.’ın 'benim için hava hoş biner gelirim yani ama burada bir çalışma, ama onu anlatamadım planlamışız', Songül’ün 'tamam gelirsin değmez ise eleştirini verirsin bizde sana karşı öz eleştirimizi veririz oldu mu A.', A.E.’ın 'sorun bir birimizi eleştirmek sorun olmaması lazım, hani böyle ben seni eleştirecek bir şey bulayım sende beni eleştir', Songül’ün 'telefon uçlarında bunları yapmak çok doğru bir şey değil gerçekten, bir gerginlik olmazsa herhalde toplantıda alınmaz diye düşünüyorum, gelmen gerekiyor yani, Sevgi’nin gelmeme durumu var 14 Mart’ta Tıp bayramı var' şeklinde yapılan görüşmelerden sanığın KCK/TM-DEK’e bağlı DEKAP içerisinde faaliyet yürüttüğü, toplantıya çağırdığı A.E.’ın gelmeme yönündeki iradesine karşı 'tamam gelirsin, değmez ise eleştirini verirsin, bizde sana karşı öz eleştiriyi veririz' şeklinde örgüt adına tehdit ettiği görülmektedir.
Sanık Songül Morsümbül 04.04.2009 tarihinde Şanlıurfa ili Halfeti ilçesinde, güvenlik güçlerine karşı taşlı sopalı saldırıya dönüşen ve çıkan olaylar sırasında iki göstericinin ölmesi ile sonuçlanan,hükümlü Abdullah Öcalan’ın sözde doğum günü etkinliklerine katıldığı, 4/4/2009 ( Tape AG-17 KL:10 Dz.69)tarihinde diğer sanık H.B. arasında, H.’nin 'Amar’da mısın, Amar’a gittin mi sen?', Songül’ün, 'evet, evet Urfa’dayız', H.’nin 'İki kişiyi kaybetmişiz he', Songül’ün 'Evet iki kişiyi kaybetmişiz, iki kişi yoğun bakımda, çok sayıda yaralımız var, hastanede şu anda morgun önündeyiz, otopsilerini bekliyoruz.' H.’nin 'şerefsizler taradılar mı?', Songül’ün 'Direk nokta atışı yapmışlar, zaten taradılar, tarayacakları kadar da nokta atışları yaptılar.' şeklinde geçen görüşme ve benzer görüşmelerden anlaşılmaktadır.
Sanık Songül Morsümbül 02.01.2009 tarihinde terör örgütü tarafından tertiplenen alternatif'1 Mayıs' etkinliklerine de katılmıştır. (Tape AG 18 KL: 10, Dz.68)
Yukarıda açıklandığı üzere sanık Songül Morsümbül 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır'da düzenlenen KCK/TM-DEK’in merkezi konferansına katılarak MYK üyesi seçildiği, DEK’e bağlı DEKAP içerisinde faaliyet yürütüp toplantılar düzenlediği, merkezi konferansta alınan kararlar doğrultusunda 04.04.2009 ve 02.05.2009 günü Şanlıurfa’da düzenlenen faaliyetlere katıldığı ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır."
32. Başvurucu Sakine Esen Yılmaz yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Sakine Esen Yılmaz’ın KCK/TM-DEK’e merkezi konferansına delege sıfatıyla 16-18 Ocak 2009 tarihinde katılarak oy kullandığı, M.Hanefi Kuruş’un seçilmesi için Nihat Keni ile birlikte çalışma yaptığı, Pegasus Havayolları yolcu listesi, 18.01.2009 tarihinde (Tape C-5 KL:3 Dz.275) İsmail Demir’in 'valla iyidir sonuçlar çıkmış, Kuruş kazanmış mı', Aziz’in 'he Kuruş kazanmış canım' İsmail Demir’in 'Allah Allah', Aziz’in 'valla Kuruş kazanmış Sakine iyi çalıştı ona yav', İsmail Demir’in 'Allah Allah Sakine', Aziz’in 'ya Sakine daha önce de bölgede çalışmıştı, o Sakine’nin çalışmasıyla oldu, etkili oldu yani' İsmail Demir’in 'iki kişi elendi he', Aziz’in 'he he iki kişi yani adamlar iyi çalıştı, Sakine’den öyle değil Nihat iyi çalıştı yani adamlar iyi çalıştı Sakine öyle değil, Nihat iyi çalıştı, Nihat’da daha önce bölgede çalıştı' şeklinde geçen görüşme ve diğer iletişim tespit tutanaklarından anlaşılmaktadır.
Sanık Sakine Esen Yılmaz’ın KCK/TM-DEK’in Ege Bölgesi yürütmesinde diğer sanık Mehmet Hanefi Kuruş’a bağlı olarak faaliyet yürüttüğü, 21.01.2009 tarihinde (Tape G-18 KL:10 Dz.334) bu sanıkla, Sakine’nin 'neyse görüşürüz yine bu arada tebrik ederim aynı zamanda', M.Hanefi 'bi gidip gelelim zaten oturup konuşacağız, sende şeye katılacaksın değil mi bölge yürütmesine' Sakine’nin 'yani normalde evet katılabilirim evet öyle bir şeyim var', M.Hanefi’nin 'tamam sende katıl' Sakine’nin 'ne zaman', M.Hanefi’nin 'ben haberdar ederim seni daha tarihi belli değil' şeklinde geçen görüşme ve diğer iletişim tutanaklarından anlaşılmaktadır.
Sanık Sakine Esen Yılmaz aynı zamanda KCK/TM-DEK bünyesindeki DEKAP’ın Ege Bölge sorumlusu olarak faaliyet yürüttüğü ve bu faaliyetler çerçevesinde toplantılar yapmakta ve örgüte üye kazandırdığı görülmektedir. (Tape G-23 KL:10 Dz.329)
Sanık Sakine Esen Yılmaz’ın 04.04.2009 tarihinde Şanlıurfa ili Halfeti ilçesinde, güvenlik güçlerine karşı taşlı sopalı saldırıya dönüşen ve çıkan olaylar sırasında iki göstericinin ölmesi ile sonuçlanan, hükümlü Abdullah Öcalan’ın sözde doğum günü etkinliklerine katıldığı, 04.04.2009 tarihinde Sanık Sakine Esen Yılmaz’ın, D.O. adlı kişiyle ( Tape G-36 KL:10 Dz.315)Sakine Esen’in 'nerde biliyormusun Suruç’dayım şimdi' D.’in 'şaka yapıyorsun', Sakine Esen Yılmaz’ın 'kız eyleme geldik', eşi Niyazi Yılmaz ile (Tape G-38 KL:10 Dz.314) Niyazi’nin 'alo guley vardınız mı', Sakine’nin 'geldik şey gaz bombası attılar' şeklinde gerçekleşen telefon görüşmelerinden ve diğer iletişim tespit tutanaklarından anlaşılmaktadır.
Sanık Sakine Esen Yılmaz’ın 02.01.2009 tarihinde terör örgütü tarafından tertiplenen alternatif'1 Mayıs' etkinliklerine de katılmıştır. (Tape G-47 KL: 10 Dz.305)
Sanık Sakine Esen Yılmaz 16-18 Ocak 2009 tarihinde KCK/TM-DEK’in merkezi konferansına delege sıfatıyla katılıp M.Hanefi Kuruş’un seçilmesi yönünde faaliyet yürüttüğü ve oy kullandığı, seçim sonrasında Ege Bölge yürütmesinde sanık M.Hanefi Kuruş’a bağlı ve DEKAP bölge sorumlusu olarak faaliyetlerine devam ettiği, örgütün çağrısı üzerine Şanlıurfa ilinde düzenlenen iki ayrı etkinliğe katıldığı ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu sonucuna varılmıştır."
33. Başvurucu Gülçin İsbert yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Gülçin İsbert’in 16-18 Ocak 2009 tarihinde KCK/TM-DEK’in merkezi konferansına delege sıfatıyla katıldığı, diğer sanık Mustafa Beyazbal’ın Ege Bölge sorumlusu seçilmesi için faaliyet yürüttüğü, 15.01.2009 tarihinde (Tape J-1 KL:3 Dz.417) H.U. ile, H.’ın 'nerdesin şimdi', Gülçin’in 'ben Diyarbakır’a geldim, dedim hele nerdesin onun için', 20.01.2009 tarihinde (Tape J-8 KL:3 Dz.406) Şermin Güneş ile Gülçin İspert’in 'biliyorsun değil mi konferans sonuçlandı', Şermin’in 'haberim var en azından Kuruş’dan haberim var diğerlerinden haberim yok da', Gülçin’in 'şöyle Mustafa zor zar arkadaşlar tarafından önerildi, Mustafa net dursaydı bu adam belki çıkmazdı, Mustafa e yapı beni gösterirse ben aday olurum yarım ağzıyla konuşunca burada birileri başka anlattı tuttu, adam dedi ki bölge yürütmesine gelmem, ney milletin kafasını karıştırdı, yoksa Mustafa ile arasında 8 oy var sade Mustafa’nın suçu, sana bir şey söyleyeyim mi adam yapacağını yapıyor' şeklinde geçen görüşme ve diğer iletişim tespit tutanaklarından anlaşılmaktadır.
Sanık Gülçin İsbert’in KCK/TM-DEK kadın yapılanması DEKAP’ın içinde faaliyet yürüttüğü, 16.01.2009 tarihinde (Tape J-4 KL:3 Dz.413) diğer sanık Elif Akgül Ateş arasında, Gülçin İsbert’in 'durum öyle', Elif Akgül Ateş’in 'hı hı', Gülçin’in 'bunlar da bu ara bir birleriyle savaşsın, sen haberdarsındır o durumdan', Elif Akgül’ün 'bunlar bu durumda DEKAP’ın örgütlenmesinler diye', Gülçin İsbert’in 'kesinlikle benim kızların yanında yer aldım biliyorsun', Elif Akgül’ün 'kızlar kızlar da çok çalışkanlar hakikaten', Gülçin’in 'biliyorum gittim ben Samsun’da da gördüm, raporlaşmalarda, çalışmalarda hemen her şeyde ben e-mail yazarım, bir kere onların böyle yanıt vermesi, kendini örgüte katması konusunda oldukça dediğim gibi yani' şeklinde geçen görüşmeden anlaşılmaktadır.
Sanık Gülçin İsbert’in terör örgütü tarafından Urfa ilinde düzenlenen 02.05.2009 tarihli alternatif 1 Mayıs etkinliklerine katılmıştır.
Sanık Gülçin İsbert’in delege sıfatıyla 16-18 Ocak 2009 tarihinde KCK/TM-DEK Diyarbakır ilinde düzenlenen merkezi konferansına katıldığı ve oy kullandığı, seçim sonrasında DEK’in kadın yapılanması olan DEKAP içerisinde aktif faaliyetlerine devam ettiği ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır."
34. Başvurucu Yüksel Özmen yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Yüksel Özmen’in KCK/TM-DEK’e merkezi konferansına delege sıfatıyla 16-18 Ocak 2009 tarihinde katılarak oy kullandığı, Pegasus Havayolları yolcu listesi, 18.01.2009 tarihinde (Tape B-11 KL:3 Dz.325) M.A.T. ile yapmış olduğu, 'sen ne yapıyorsun', Yüksel’in 'iyiyiz biz Ankara’dayız hava alanındayız', M.A.T.'un 'hayırdır', Yüksel’in 'konferans var ya Diyarbakır’dan geldik Ankara’da bekliyoruz aktarmalı geçtik' şeklinde geçen görüşmesi ve diğer iletişim tespit tutanaklarından anlaşılmaktadır.
Sanık Yüksel Özmen yukarıda belirtilen konferansta KCK/TM-DEK merkezi disiplin kuruluna seçildiği, diğer sanıklar Mehmet Hanefi Kuruş ile H.G. arasında 20.01.2009 tarihinde(Tape T-17 KL:4 Dz.308), M.Hanefi Kuruş’un 'bir şeye çok dikkat edeceğiz, birey ile hiç uğraşmayacağız, sana bir şey söyleyeyim Yüksel’in il yürütmesindeki görevinin düşmesi gerekir. O disiplin kuruluna tekrar seçildi dikkat edin düşürün' şeklinde yapmış oldukları telefon görüşmelerinden anlaşılmaktadır.
Sanık Yüksel Özmen 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır ilinde yapılan KCK/TM-DEK’in merkezi konferansına delege sıfatıyla katıldığı, burada yapılan seçimde merkez disiplin kuruluna seçildiği, bunun dışında il, ilçe ve diğer illerdeki örgüt toplantılarına katıldığı, il yürütmesindeki görevine bölge sorumlusu seçilen Mehmet Hanefi Kuruş’a muhalif olması nedeniyle tüzük bahane gösterilerek son verildiği, diğer birim toplantılarına katıldığı ve bu şekilde örgüte üye olduğu sonucuna varılmıştır."
35. Başvurucu Süeda Demir yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:
"Sanık Süeda Demir’ın KCK/TM-DEK’e merkezi konferansına delege sıfatıyla 16-18 Ocak 2009 tarihinde katılarak oy kullandığı, Mustafa Beyazbal’ın bölge sorumlusu seçilmesi için gayret sarf ettiği, Pegasus Havayolları yolcu listesi, sanığın, 19.01.2009 tarihinde (Tape F-9 KL:3 Dz.145) diğer sanık Şermin Güneş ile, Süeda’nın 'gözünüz aydın diyeyim', Şermin’in 'ne olmuş', Süeda’nın 'yeni bölge sorumlunuzu haberdar edeyim', Şermin Günüş’in 'e yeni kimmiş bölge sorumlumuz', Süeda Demir’in 'Kuruş, Kuruş çıktı ya', Şermin’in 'a haberim yok', Süeda’nın 'a valla inanmıyorum dedim sana haberler gelmiştir ama', Şermin’in 'hayır valla Süeda, Kuruş’mu çıkmış, iyi ben çalışmıyorum, gözüm aydın', Süeda’nın 'ben bende gittim ya zaten', Şermin’in 'ana', Süeda’nın 'delegeydin ya', Şermin’in 'e nasıl çıktı Kuruş peki', Süeda’nın 'göbeğimiz çatladı yani aday, yani bizden aday yok', Şermin’in 'e bir dakika hı', Süeda’nın 'Mustafa hocayı ikna etmeye çalıştık, telefon zincirleri bilmem neler hani ona karşı, onu da çıkardık orda hani herkese şeydi işte bu tarafsız bir arkadaş herkesin sevdiği biridir diye reklam yaparken', Şermin’in 'kim Kuruş’un', Süeda’nın 'hayır Mustafa hocayı tabi orda olmadığı için yani bir dezavantaj oldu onun için', Şermin’in 'e', Süeda’nın 'ay ama yinede Kuruş çıktı yani' şeklinde geçen görüşme ve diğer iletişim tespit tutanaklarından anlaşılmaktadır.
Sanık Süeda Demir’in konferans sürecinden sonra KCK/TM-DEK’in Ege Bölgesindeki faaliyetlerine devam edip şube toplantılarına katıldığı diğer sanık Elif Akgül Ateş ile 06.02.2009 tarihinde (Tape H-14 KL:3 Dz.75) Elif’in 'hı hı Balıkesir’de işte Bandırma’da şeylerle felan görüştük, ondan sonra da bir araya geldiğimizde konuşuruz, birde bu Cumartesi günü şeymiş yav bu birim toplantılarıymış, yani hani genel değilmiş, ben genel düşünüyordum çünkü Mine aradığında', Süeda Demir’in 'ben zaten şube birimindeyim yani, Elif’in onu şey yapalım ona sen gelirsin değil mi Cumartesi günü', Süeda’nın 'geleceğim, geleceğim' şeklinde gerçekleştirmiş olduğu telefon görüşmesi ve diğer tespit tutanaklarından anlaşılmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere sanığın 16.19 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır ilinde yapılan KCK/TM-DEK’in merkezi konferansına delege sıfatıyla katıldığı ve oy kullandığı, sonrasında örgütün bölgedeki faaliyetlerine aktif şekilde katıldığı ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu sonucuna varılmıştır."
36. Temyiz üzerine mahkûmiyet kararı Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından 13/3/2017 tarihinde onanmıştır. Yargıtay kararında KCK/TM ve KCK/TM-DEK hakkında bazı bilgiler verilmiş, daha sonra ise başvurucular hakkında genel bir değerlendirme yapılmıştır. Yargıtay kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...PKK/KONGRA-GEL terör örgütünü bir devlet sistemi gibi yapılandırmayı hedefleyip birimlerini ve üyelerini sistematik bir yapıya kavuşturmaya amaçlayan, örgütün yasama meclisi KONGRA-GEL tarafından kabul edilip sistemin anayasası olarak nitelendirilen KCK (Koma Civaken Kürdistan) sözleşmesinde, KCK ile PKK'nın ideolojik, ahlaki, felsefi ve örgütsel bağlantısının açıkça vurgulandığı ve KCK yapılanması bakımından PKK'nın amaç ve stratejisinin benimsendiği,
...
KCK sözleşmesinin yukarıda yazılı bulunan 21. maddesindeki eyalet-bölge örgütlenmesi kapsamında aynı sözleşmenin 18 ve 22. maddeleri gereğince bir örgütsel yapının oluşturulduğu, bu örgütsel yapının KOMA CİWAKEN KÜRDİSTAN/ TÜRKİYE MECLİSİ (KCK/TM) şeklinde isimlendirildiği,
Bu bilgilerden yasadışı silahlı PKK KONRA-GEL terör örgüt adına faaliyet yürüten KCK/TM'nin örgütsel yapısının, ülkemizde terör örgüt adına örgütsel faaliyetler düzenlemek için KCK sözleşmesinin 14. maddesi gereğince "Siyasi, Sosyal, Ekolojik ve Yerel Yönetimler, Hukuk, Dış İlişkiler, Azınlıklar ,İnanç Gruplar vb" gibi alan merkezlerini kurarak yapılandırdıkları, KCK/TM üyelerinin yasadışı PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün örgütsel faaliyetlerini organize ettikleri, eylemler ve yapmış oldukları faaliyetler ile ilgili toplantılar yaparak karar aldıkları, yerel yönetimler üzerinde KCK yapısından kaynaklanan sözde yetkilerini kullanarak yerel yönetimleri yönlendirdikleri, kent meclislerini oluşturarak ideolojik alan, siyasal alan, sosyal alan, ekonomik alan ve halk savunma alan merkezlerini kurup gençlik ve kadın örgütlenmelerini devam ettirdikleri, KCK/TM mensupların yasadışı silahlı PKK/KONGRA-GEL terör örgütünden bahsederken örgüt, hareket şeklinde isimler kullandıkları, örgütün hükümlü elebaşı Abdullah ÖCALAN'dan bahsederken ise 'ÖNDERLİK' ifadesini kullandıkları,
Sonuç olarak; KCK/TM-DEK yapılanmasının; terör örgütünün son dönem yapılanması olan KCK yapılanmasında daimi komiteler içerisinde ve KCK yönetmeliğinin 14. maddesinde düzenlenen sosyal alan merkezi içerisinde, Emekçiler bölümü kapsamında faaliyet gösterdiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır..."
37. Başvurucular, nihai karardan 23/5/2017 tarihinde haberdar olduklarını belirtmişler; 21/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
38. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal [GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39; Yılmaz Öner, B. No: 2013/7535, 14/4/2016, §§ 19-29.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 18/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
40. Başvurucular; Diyarbakır'daki toplantının ve diğer bazı etkinliklerin sendikalarca alınan kararlara istinaden gerçekleştirildiğini, sendikal faaliyetlerinin suç oluşturan eylemler gibi gösterilip mahkûmiyetlerine karar verildiğini belirtmişlerdir.
41. Bundan başka başvurucular, silahlı terör örgütüne üye olma suçunun düzenlendiği 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesinin hukuken öngörülebilir bir düzenleme olmadığının açık olduğunu, sendikal faaliyetlerinin bahsi geçen suç kapsamında kabul edilmesinin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiş; tüm bu nedenlerle örgütlenme ve ifade özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
42. Bakanlık görüşünde; Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen hakkın sınırlandırılabilmesinin aynı maddenin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlarla ve kanunla mümkün olabileceği ve aynı zamanda sınırlamanın "demokratik toplum düzeninin gerekleri"ne uygun olması gerektiği ifade edilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca derece mahkemelerinin böyle bir ihtiyacın bulunup bulunmadığını değerlendirmede belirli bir takdir yetkilerinin olduğu belirtilmiştir.
43. Bundan başka Bakanlık; derece mahkemelerinin takdir yetkilerinin Anayasa Mahkemesinin denetiminde olduğunu belirttikten sonra takdir payının Anayasa’ya uygun kullanılıp kullanılmadığı değerlendirilirken eldeki başvurunun koşulları, başvuranın şahsi özellikleri, mesleği veya toplumda temsil ettiği statü yanında özellikle terörle mücadeleye bağlı zorlukların da gözönünde bulundurulması gerektiğini ileri sürmüştür.
44. Genel açıklamalar sonrasında Bakanlık; başvurucu Aziz Akikol'un terör örgütü PKK ile bağlantılı olan, siyasi ve sosyal alanda faaliyet gösteren KCK/TM-DEK'in merkezî konferans delegesi olduğunu, hatta söz konusu yapının Ege Bölgesi sorumlusunun seçildiği toplantıya katılıp oy kullandığının ortaya çıkması sonrasında hakkında hapis cezası verildiğini, dolayısıyla söz konusu ceza ile başvurucunun hakkının ihlal edilmediğini belirtmiştir.
2. Değerlendirme
45. Somut olayda başvurucular, üyesi oldukları sendikanın Diyarbakır'da düzenlediği konferansa katılmalarının haklarında soruşturmanın başlatılmasına ve mahkûmiyet kararı verilmesine gerekçe yapılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali anlamına geldiğini ileri sürmüşlerdir.
46. Bir sendikanın düzenlemiş olduğu toplantı niteliğindeki konferansa katılmanın terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyette delil olarak değerlendirmeye alınmış olması Anayasa'nın 34. maddesi çerçevesinde, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında ele alınması gereken bir şikâyettir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 25; Metin Birdal, § 44). Dolayısıyla mevcut başvurunun çözümlenmesinde, söz konusu hakkın kullanımından ibaret olduğu ileri sürülen eylemlerin başvurucuların terör örgütü üyesi olma suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulup konulamadığı değerlendirilecektir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
48. Bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin görevi bir yargılamanın sonucu itibarıyla adil olup olmadığını değerlendirmek değildir. Bu doğrultuda bir ceza yargılamasında isnat edilen suçun sübuta erip ermediği veya toplanan delillerin suçun sübutu için yeterli olup olmadığı meselesi, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır (Yılmaz Çelik [GK], B. No: 2014/13117, 19/7/2018, § 45).
49. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi Metin Birdal (aynı kararda bkz. § 48) kararında, kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılmasının bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükler üzerinde caydırıcı etki yaratabileceğini, dolayısıyla bu konunun Anayasa Mahkemesinin ilgi alanında kaldığını ifade etmiştir.
50. Bu nedenle somut olayda başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında kalan eylemlerinin terör örgütü üyeliğinin delili olarak kabul edilmesiyle başvurucuların söz konusu hakkına bir müdahalede bulunulduğu kabul edilmiştir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
51. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
52. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 34. maddesinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
53. Müdahaleye dayanak olan 2/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesi ile 5237 sayılı Kanun'un 220. ve 314. maddelerinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
(2) Meşru Amaç
54. Başvuruya konu müdahalenin Anayasa’nın 34. maddesinde yer alan millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması meşru amaçları kapsamında kaldığı anlaşılmıştır.
(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(a) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi
55. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40, Dilan Ögüz Canan, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).
(b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
56. Temel hak ve özgürlüklerin koruması altında bulunan bir eylemin terör örgütüne üye olma suçunun mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması suretiyle temel hak ve özgürlüklere yapılan bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması gerekir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (zorunlu toplumsal ihtiyaç testine ilişkin açıklamalar için bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 51, 53-55, 57; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Ferhat Üstündağ, §§ 45, 46; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
(c) Terör Örgütü Üyeliği Suçu Bağlamında Yarışan Değerler Arasında Denge Kurulması
57. Terör örgütüne üye olma suçu, üye ve hatta örgüt henüz bir suç işlememiş olsa dahi örgütün toplum için yarattığı tehlikeyi cezalandıran ve bu yönüyle bir yandan da örgüt faaliyetleri kapsamında suç işlenmesini engelleme amacı taşıyan bir suç türüdür (Metin Birdal, §§ 60, 61).
58. Bireysel başvuru yolunda Anayasa Mahkemesinin görevi bir yargılamanın sonucu itibarıyla adil olup olmadığını değerlendirmek değildir. Dolayısıyla başvurucular hakkında isnat edilen terör örgütü üyesi olma suçunun sübuta erip ermediği veya toplanan delillerin suçun sübutu için yeterli olup olmadığı meselesi, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır (Metin Birdal, § 47; ayrıca bkz. Yılmaz Çelik, § 45; krş. Ferhat Üstündağ, § 65). Bundan başka bir ceza yargılamasında hangi delillerin hükme esas alınabileceği meselesi de esas itibarıyla Anayasa Mahkemesinin görev alanının dışındadır (Türk ceza hukuku uygulamasına ilişkin bazı değerlendirmeler için bkz. Metin Birdal, §§ 67-71).
59. Bir kişinin henüz başka bir suç işlemeden yalnızca terör örgütüne üye olması nedeniyle cezalandırılabilmesi için yargılama makamlarının o kişinin terör örgütüyle olan bağlarını ortaya koyması gerekir. Henüz ceza kanunlarında tanımlanan bir suçu işlememiş olsa bile bir terör örgütü ile örgüt üyeliği olarak kabul edilecek kuvvette bir bağın varlığının araştırılması bireylerin sahip olduğu fikirlerin, bağlı oldukları toplumsal grupların ve ideolojilerinin, davranışlarının anlamlarının ve bunların altında yatan saiklerin de değerlendirilmesini gerektirebilir. Böyle bir değerlendirmenin örgütlere üye olmak, toplantılara katılmak veya düşünce açıklamaları yapmak gibi kişilerin anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan eylemlerini de kapsadığı durumlarda başta ifade, örgütlenme, din ve vicdan özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmak üzere temel haklar üzerinde ciddi bir baskı oluşturabilecek niteliği olduğu açıktır (Metin Birdal, §§ 63, 64).
60. Kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerinin terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarının delili olarak kullanılmasının temel haklar üzerinde yaratacağı caydırıcı etki nedeniyle -devletin toplumu terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı korumak şeklindeki pozitif yükümlülüğünün bir sonucu olarak- insanların terörsüz bir ortamda yaşama hakkı ile bu süreçte bireylerin potansiyel olarak etkilenebilecek temel hakları arasında adil bir denge kurulmalıdır (Metin Birdal, § 65).
61. Söz konusu dengenin sağlandığının kabul edilebilmesi için derece mahkemelerinin kişilerin anayasal hak ve özgürlükler kapsamında kalan faaliyetlerini terör örgütünün üyesi olma suçundan verilen mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanılmasının zorunlu bir ihtiyacı karşıladığını göstermeleri gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulardaki denetimi temel haklara bu şekilde yapılan müdahalenin zorunlu bir ihtiyacı karşıladığının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle gösterilip gösterilemediği ile sınırlı olacaktır (Metin Birdal, § 72).
62. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, mevcut başvuruda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin gerçekten toplumsal bir ihtiyaca cevap verip vermediği sorusuna yanıt bulacaktır.
63. Somut olayda 16/1/2009 ile 18/1/2009 tarihleri arasında Diyarbakır'da KCK/TM-DEK delegelerinin katılımı ile KCK/TM-DEK'in merkezî konferansının yapılacağı yönündeki bazı istihbari bilgilerden yola çıkılarak başvurucular ile diğer bazı kişiler hakkında PKK terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılmış; ilk derece mahkemesi, eylem ve davranışlarıyla şiddeti ve demokratik olmayan yöntemleri benimseyen başvurucuların PKK terör örgütünün üyesi olduğu kanaatine ulaşmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucular tarafından sunulan bilgi ve belgeler ile derece mahkemelerince başvurucuların mahkûm edilmesi için benimsenen gerekçeleri yukarıda yer verilen ilkeler uyarınca bir bütün olarak ve dikkatle incelemiştir.
64. Başvurucuların PKK'nın bir terör örgütü olduğu kabulüne bir itirazlarının olmadığı görülmektedir. Ancak başvurucular, olayların meydana geldiği tarihlerde kanunlara aykırı faaliyet gösterdiği iddia edilmeyen bir sendikanın gerçekleştirdiği toplantıya katılmış olmalarının terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğinden şikâyet etmektedirler.
65. Öncelikle belirtilmelidir ki somut olay incelendiğinde başvurucular hakkındaki soruşturmanın ve verilen mahkûmiyet kararının temel dayanağı 16/1/2009 ile 18/1/2009 tarihleri arasında Diyarbakır'da yapılan ve Mahkemece KCK/TM-DEK'in merkezî konferansı olduğu kabul edilen toplantıya ilişkin olarak başvurucuların bazı eylemleridir.
66. 16/1/2009 ile 18/1/2009 tarihleri arasında yapıldığı anlaşılan konferansın niteliği hususunda başvurucuların açıklamaları ile Mahkemenin kabulü arasında bir zıtlık olduğu görülmektedir. Yargılama sürecinde ilk derece mahkemesi, yapılan toplantının niteliğini tespit etmek amacıyla resmî kurumlardan bilgi ve belge talebinde bulunmuş; Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü söz konusu toplantı ile ilgili herhangi bir bilgi ve belgenin ellerinde olmadığını bildirmiştir. Bunun yanında ilk derece mahkemesi EĞİTİM SEN'den de toplantıya ilişkin bilgi ve belge talep etmiş, EĞİTİM SEN belirtilen tarihte Diyarbakır'da "Kriz ve Emekçiler" adı altında bir konferans düzenlediklerini ifade etmiştir. EĞİTİM SEN ayrıca söz konusu konferansın Bağlar Belediyesi konferans salonunda alınan izin çerçevesinde gerçekleştiğini belirtmiş, ilgili yazı ekine Bağlar Belediyesince ve EĞİTİM SEN Diyarbakır Şubesince düzenlenen belgeleri eklemiştir. Ancak EĞİTİM SEN bahsi geçen konferansın katılımcılarına ilişkin bir bilgiyi Mahkemeye sunmadığı gibi Mahkeme de bu hususta bir bilgi talebinde bulunmamıştır.
67. İlk derece mahkemesi, söz konusu konferansın KCK/TM-DEK'in merkezî konferansı olduğu yönündeki kabulünü iki temel hususa dayandırmıştır: Bunlardan ilki Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünce gönderilen yazının içeriğidir. Mahkeme, toplantıyla ilgili olarak polisin elinde herhangi bir bilgi ve belge olmamasını EĞİTİM SEN tarafından böyle bir toplantının yapılmadığı şeklinde yorumlamış ve buradan hareketle başvurucuların bilhassa telefon konuşmalarında bahsi geçen toplantının KCK/TM-DEK'in merkezî konferansı olduğu kanaatine ulaşmıştır. İlk derece mahkemesi, resmî bir kurumun elinde toplantıyla ilgili bilgi ve belge olmamasından hareketle kanunlara aykırı faaliyet yürüttüğü iddia edilmeyen, ulusal çapta örgütlenmiş bir sendikanın toplantı düzenlendiğine ilişkin açıklamasını inandırıcı bulmamıştır. Ancak Mahkeme söz konusu çıkarımı yaparken hangi nesnel temellere dayandığına ilişkin bir açıklama yapmamıştır.
68. Mahkemenin söz konusu konferansın KCK/TM-DEK'in merkezî konferansı olduğu yönündeki kabulünü dayandırdığı ikinci husus ise iletişim kayıtlarıdır. Gerekçeli kararda belirtilen iletişim kayıtları incelendiğinde başvurucuların genel itibarıyla yapılan bir konferanstan ve seçimden bahsettikleri anlaşılmaktadır. İletişim kayıtlarından bazılarının 16/1/2009 ila 18/1/2009 tarihlerine yakın bir tarihe ait oldukları da açıktır. Ancak söz konusu iletişim kayıtlarının bizzat Diyarbakır'da Bağlar Belediyesinin konferans salonunda gerçekleşen etkinliğe ilişkin olduğu noktasında kesin bir kanıya varılmasının mümkün olmadığı görülmektedir. Nitekim Mahkeme, söz konusu toplantının içeriğinin ne olduğu, ne amaçla yapıldığı, toplantıda kimlerin ne şekilde konuşma yaptıkları ve toplantı sonucunda alınan kararların neler olduğu hususlarında herhangi bir değerlendirme yapmamıştır. Kararda, toplantının yapıldığı anda ve yerde takip edildiğine dair de bir bilgiye yer verilmemiş; gerçekleştiği iddia edilen seçimin söz konusu toplantıda yapılıp yapılmadığı noktasında kesin kanaate nasıl varıldığı da açıklanmamıştır.
69. Bundan başka ilk derece mahkemesi, başvurucu Mustafa Beyazbal yönünden yaptığı değerlendirmede başvurucular İsmail Demir ve Mustafa Beyazbal arasında geçtiğini kabul ettiği 12/1/2009 tarihli bir iletişim kaydına yer vermiştir. Bahis konusu iletişim kaydında, sonuçlanan seçimlere ilişkin bir değerlendirme yapıldığı görülmektedir. Ancak ilk derece mahkemesi seçim faaliyetinin 16/1/2009 ile 18/1/2009 tarihleri arasında Diyarbakır'da yapılan konferansta gerçekleştiğini belirtmiştir. Bu durum karşısında 16/1/2009 ile 18/1/2009 tarihleri arasında gerçekleşen bir seçimle ilgili olarak adı geçen başvurucuların nasıl 12/1/2009 tarihinde seçim sonuçlarını değerlendirdikleri hususunda da gerekçeli kararda bir açıklama yer almamaktadır.
70. Gerekçeli karar, kurulan hükmün dayanaklarının tatminkâr bir şekilde açıklanmasını amaçlar (Yılmaz Çelik, § 42). İlk derece mahkemesi 16/1/2009 ile 18/1/2009 tarihleri arasında Diyarbakır'da yapılan konferansın KCK/TM-DEK'in merkezî konferansı olduğu hususunda varsayımı aşan düzeyde tatminkâr bir açıklamada bulunmamış, bir diğer deyişle kararında 16/1/2009 ile 18/1/2009 tarihleri arasında Diyarbakır'da yapılan konferans hakkında ilgili ve yeterli bir gerekçeye yer vermemiştir.
71. İlk derece mahkemesi, terör örgütüne üye olma suçuna temel delil olarak kabul ettiği konferanstaki faaliyetlerin başvurucuların PKK terör örgütünün hiyerarşik yapılanmasına kendi istekleriyle ve bilerek dâhil olduklarını doğrular ve tamamlar nitelikte olduğunu ikna edici biçimde ortaya koyamamıştır. İlk derece mahkemesi başvurucuların terör örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil olduklarını gösteren delilleri birlikte inceleyerek temel haklar kapsamında kalan her bir delili terör örgütünün amacı, niteliği, bilinirliği, kullandığı şiddetin türü ve yoğunluğu ile somut olayın ilgili diğer koşullarını dikkate alarak değerlendirmemiştir.
72. Mahkeme, başvurucuların temel hakları kapsamında bulunan faaliyetlerinin terör örgütüyle olan bağlantısını ortaya koyamamış; böylece toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı üzerinde haksız bir caydırıcı etki oluşturmuştur. Bu bağlamda Mahkeme, başvurucuların şikâyete konu eylemlerinin mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığını ilgili ve yeterli bir gerekçe ile gösterememiştir.
73. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Somut başvuruda, Anayasa'nın 34. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
74. Başvurucular; soruşturma dosyasında uzun süre gizlilik tedbirine başvurulması ve gözaltı aşamasında 24 saat süreyle müdafileriyle görüştürülmemeleri nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Ayrıca haklarındaki soruşturmanın jandarma teşkilatınca yürütüldüğünü ancak yaşadıkları yerlerde soruşturma yapma yetkisinin emniyet teşkilatına ait olduğunu, bu nedenlerle jandarma teşkilatınca yapılan soruşturma sonucunda elde edilen tüm delillerin hukuka aykırı olduğunu belirtmişlerdir.
75. Bundan başka başvurucular; haklarında hüküm verilirken Mahkeme üyelerinden ikisinin değiştiğini ve değişmeyen tek hâkim olan Mahkeme Başkanı'nın karşıoyuna rağmen diğer yeni hâkimlerin oylarıyla mahkûm edildiklerini, söz konusu durumun ceza hukukunun temel ilkesi olan yüz yüzelik ilkesinin ihlali anlamını taşıdığını belirtmişlerdir. Son olarak kovuşturma aşamasında toplanan tüm delillerin lehlerine olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
76. Bakanlık, bu şikâyete ilişkin görüş bildirmemiştir.
77. Somut başvuruda, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşıldığından tüm bu şikâyetlerin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
C. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
78. Başvurucular, görev yerlerinin ve ikamet ettikleri adreslerinin belli olmasına rağmen tutuklanmalarının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini belirtmişlerdir.
79. Bakanlık, bu şikâyete ilişkin görüş bildirmemiştir.
2. Değerlendirme
80. Başvurucuların şikâyetinin tutukluluğa ilişkin olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok kararında zaman bakımından yetkisiyle ilgili ilkeleri belirlemiştir. Bu kararlarda Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruları inceleme yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verilen bir nihai kararla sona eren tutukluluk hâllerine ilişkin başvuruların zaman bakımından yetki dışında kaldığını kabul etmiştir (Osman Büyüksu, B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1 /2014, §§ 24-29).
81. Somut olayda başvurucuların tutukluluk durumu bireysel başvuruların incelenmeye başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012 tarihinden önce sona ermiştir (bkz. § 13). Bu nedenle mevcut başvuruda, bahsi geçen kararlardan ayrılmayı gerektirecek bir durum bulunmamaktadır.
82. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Özel Hayata Saygı ile Konut Dokunulmazlığı Haklarının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
83. Başvurucular, gece saatlerinde evlerinde ve işyerlerinde arama yapılmasının özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
84. Bakanlık, bu şikâyete ilişkin görüş bildirmemiştir.
2. Değerlendirme
85. Somut olayda başvurucular, bu başlık altındaki iddialarını soyut bir şekilde ileri sürmüşler; başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunarak olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlama ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını ortaya koyma yükümlülüğünü yerine getirmemişlerdir (Sabah Yıldızı Radyo ve Televizyon Yayın İletişim Reklam Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, B. No: 2014/12727, 25/5/2017, § 19). Somut olayda başvurucular başvuru formları ve eklerinde arama işlemlerinin ne zaman gerçekleştiği hususunda herhangi bir açıklamada bulunmadıkları gibi arama işlemlerine dair herhangi bir bilgi ya da belgeyi de başvuru formuna eklememişlerdir.
86. Dolayısıyla başvurucuların özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarını ihlal ettiğini ileri sürdükleri arama işlemleri yönünden başvuruya konu ihlal iddialarıyla ilgili deliller sunarak olaylara ilişkin iddialarını kanıtlama ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını ortaya koyma yükümlülüğünü yerine getirmediği anlaşılmıştır.
87. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarını temellendirmemiş oldukları anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
E. Haberleşme Hürriyetinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Süeda Demir ile İsmail Demir Dışındaki Başvurucular Yönünden
a. Başvurucuların İddiaları
88. Başvurucular; iletişimlerinin dinlenmesinin hukuka aykırı olduğunu, nitekim söz konusu dinlemeler sonucunda herhangi bir suçun aydınlatılmadığını, sadece sendikal faaliyetlerin deşifre edildiğini belirterek özel hayata saygı hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
89. Bakanlık, bu şikâyete ilişkin görüş bildirmemiştir.
b. Değerlendirme
90. Somut olayda başvurucular, bu başlık altındaki iddialarını soyut bir şekilde ileri sürmüş; başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunarak olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlama ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını ortaya koyma yükümlülüğünü yerine getirmemişlerdir (Sabah Yıldızı Radyo ve Televizyon Yayın İletişim Reklam Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, § 19). Başvurucular, iletişimin kayda alınması dolayısıyla özel hayata saygı hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiaları yönünden ihlal iddialarının konusunu belirtir şekilde iletişimin dinlenmesine esas alınan derece mahkemesi veya hâkim kararları ile ilgili somut bilgi, belge ve kanıt sunmadan soyut bir şekilde dinlemenin hukuka aykırı olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Başvurucular ayrıca sendikal faaliyetlere ilişkin olduğunu belirttikleri telefon görüşmelerinin hangi görüşmeler olduğu, zamanı ve kimler arasında gerçekleştiği hususunda da herhangi bir ayırt edici açıklamada bulunmamışlardır.
91. Açıklanan gerekçelerle bu bölümdeki iddiaların temellendirilmemiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Başvurucular Süeda Demir ile İsmail Demir Yönünden
a. Başvurucuların İddiaları
92. Başvurucular Süeda Demir ile İsmail Demir; iletişimlerinin dinlenmesinin hukuka aykırı olduğunu, nitekim söz konusu dinlemeler sonucunda herhangi bir suçun aydınlatılmadığını, sadece sendikal faaliyetlerin deşifre edildiğini belirtmişlerdir. Adı geçen başvurucular ayrıca karı koca olduklarını, buna rağmen aralarındaki görüşmelerin de kayda alındığını, söz konusu görüşmelerin dosyadan çıkarılması yönündeki taleplerinin de dikkate alınmadığını ifade ederek özel hayata saygı hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
b. Değerlendirme
93. Başvurucuların iletişimlerinin dinlenmesinin hukuka aykırı olduğu,nitekim söz konusu dinlemeler sonucunda herhangi bir suçun aydınlatılmadığı, sadece sendikal faaliyetlerin deşifre edildiği şikâyetlerinin soyut bir nitelik arz ettiği görülmektedir (söz konusu şikâyetin soyut olduğuna dair değerlendirmeler için bkz. § 90).
94. Bundan başka başvurucuların karı koca olmalarına rağmen aralarındaki iletişimin kayda alınmasına ilişkin şikâyetlerinin de değerlendirilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi Yılmaz Öner (aynı kararda bkz. §§ 73, 74) kararında, benzer nitelikteki şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Mevcut başvuruda, bahsi geçen karardaki ilkelerden ayrılmayı gerektirecek bir durum bulunmamaktadır.
95. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
F. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
96. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
97. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesi ve yeniden yargılanma yapılması talebinde bulunmuşlardır.
98. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
99. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
100. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
101. İncelenen başvuruda, bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetlerinde delil olarak kullanılmasının başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
102. Bu durumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 12. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
103. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 4.892,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 7.892,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların incelenmesine GEREK BULUNMADIĞINA,
3. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Özel hayata saygı ile konut dokunulmazlığı haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın devredildiği İzmir 12. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2009/4) GÖNDERİLMESİNE,
D. 4.892,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 7.892,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ÖZKAN KARATAŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2017/31774) |
|
Karar Tarihi: 14/10/2020 |
R.G. Tarih ve Sayı: 26/11/2020-31316 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
Burhan ÜSTÜN |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
Raportör |
: |
Yücel ARSLAN |
Başvurucular |
: |
1. Özkan KARATAŞ |
|
|
2. Cengiz UĞURLU |
|
|
3. Umut Sertaç ÖKDEMİR |
|
|
4. Erdoğan CANPOLAT |
|
|
5. Zülfükar Ejder SÜTCÜ |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Nazan Betül VANGÖLÜ KOZAĞAÇLI |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; olağanüstü hâl ilan edilen dönemde izinsiz oturma eylemi yapan başvuruculardan ilk dördünün gözaltına alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, başvuruculara uygulanan idari para cezaları nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 8/8/2017, 27/10/2017 ile 8/11/2017 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca iki ayrı bireysel başvurusu bulunan başvuruculardan Erdoğan Canpolat'ın 2017/37295 numaralı bireysel başvurusuna ilişkin adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/31777, 2017/31783, 2017/31779, 2017/36603 ve 2017/37295 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2017/31774 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucuların Durumu
9. Başvuruculardan Cengiz Uğurlu, Malatya Devlet Hastanesinde veri hazırlama ve kontrol işletmeni; diğer başvurucular ise aynı ilde öğretmen olup 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra çıkarılan, 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (675 sayılı KHK) ile kamu görevinden ihraç edilmiştir.
B. Malatya Valiliğinin Genelgesi
10. Malatya Valiliğinin 27/10/2016 tarihli Genelgesi ile toplantı ve gösteri yürüyüşü, basın açıklaması, stant kurma, imza kampanyası, bildiri dağıtma, pankart asma, çadır kurma, oturma eylemi vb. eylemler izne bağlanmış olup Genelge'nin ilgili kısmı şöyledir:
"...Bu çerçevede 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun 11. maddesinin (m) bendi 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/A ve 11/C maddesi ile 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 17. ve aynı Kanunun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 23. maddesine istinaden; huzur ve güvenliğin sağlanması, kişi dokunulmazlığı, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla;
1-Malatya İl sınırları içinde 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamında yol, meydan, cadde, sokak park gibi umuma açık alanlarda yapılacak her türlü; 'Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü, Basın Açıklaması, Stant Kurma, İmza Kampanyası, Bildiri Dağıtma, Pankart Asma, Çadır Kurma, Oturma Eylemi vb, türdeki etkinlikler ile ..... şeklindeki gösterilerin 27.10.2016 tarihi itibariile 'izne bağlanmasına' karar verilmiştir.
2-Söz konusu etkinlikler ile ilgili gerekli izin mercii, Yeşilyurt ve Battalgazi ilçeleri için Malatya Valiliği, diğer ilçeler için ise ilgili kaymakamlıklar olarak belirlenmiştir.
3-Yukarıda verilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiileri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde 5442 sayılı İl İdare Kanunu'nun 66. maddesi hükmü gereği ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca yaptırım uygulanacak ve adli işlem tesis edilecektir.
Bu 'Valilik Genelgesi'ndeki hususlar görev ve sorumluluk alanları itibariyle Kaymakamlıklar, belediyeler ve kolluk kuvvetleri tarafından mahallen ilan ettirilerek vatandaşlarımıza duyurulacaktır."
C. Başvuruya Konu Olaya İlişkin Bilgiler
11. Başvurucu Zülfükar Ejder Sütcü dışındaki başvurucular 5/1/2017 tarihinden itibaren Malatya Belediye binası önünde yer alan ve trafiğe kapalı olan alandaki banklarda oturma eylemine başlamıştır. Uğradıkları haksızlığı her gün aynı yerde oturmak suretiyle protesto etmeyi amaçladıklarını belirten başvurucuların eylemleri 2017 yılı Haziran ayı ortalarına kadar sürmüştür.
1. İlk Dört Başvurucu Hakkında
a. Özkan Karataş
12. Başvurucu Özkan Karataş'a 5/1/2017-2/5/2017 tarihleri arasında yetmiş beş farklı eylemi için ayrı ayrı 227 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu söz konusu para cezalarını otuz yedi bağımsız itiraza konu etmiş ve bu itirazlar Malatya 1. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından otuz yedi ayrı kararla reddedilmiştir. Başvurucu 7-12-13-17-18-19-21-25-27-28/4/2017 ve 2/5/2017 tarihli eylemlerine ilişkin on bir adet idari para cezasına yaptığı itiraz üzerine verilen -Hâkimliğin 5/7/2017 tarihli ve 2017/1999 D. İş sayılı- ret kararına karşı bireysel başvuruda bulunmuştur.
b. Cengiz Uğurlu
13. Başvurucu Cengiz Uğurlu'ya 5/1/2017-2/5/2017 tarihleri arasında elli bir farklı eylemi için ayrı ayrı 227 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu söz konusu para cezalarını otuz bir bağımsız itiraza konu etmiş ve bu itirazlar Hâkimlik tarafından otuz bir ayrı kararla reddedilmiştir. Başvurucu 24-25-26-27/4/2017 ve 2/5/2017 tarihli eylemlerine ilişkin beş adet idari para cezasına yaptığı itiraz üzerine verilen -Hâkimliğin 5/7/2017 tarihli ve 2017/1975 D. İş sayılı- ret kararına karşı bireysel başvuruda bulunmuştur.
c. Umut Sertaç Ökdemir
14. Başvurucu Umut Sertaç Ökdemir'e 6/1/2017-2/5/2017 tarihleri arasında altmış yedi farklı eylemi için ayrı ayrı 227 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucunun söz konusu para cezalarına itirazları Hâkimlik tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, başvuru formu ekine yaptırım tutanaklarını eklemiş; başvuru konusu karar ile ilk verilen karar dışında söz konusu itirazlarının reddine ilişkin Hâkimlik kararlarını sunmamıştır. Başvurucu 9-12-13-17-18-21-24-25-27-28/4/2017 ve 2/5/2017 tarihli eylemlerine ilişkin on bir adet idari para cezasına yaptığı itiraz üzerine verilen -Hâkimliğin 5/7/2017 tarihli ve 2017/1978 D. İş sayılı- ret kararına karşı bireysel başvuruda bulunmuştur.
d. Erdoğan Canpolat
15. Başvurucu Erdoğan Canpolat'a 5/1/2017-26/5/2017 tarihleri arasında yetmiş beş farklı eylemi için ayrı ayrı 227 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu, söz konusu para cezalarını otuz üç bağımsız itiraza konu etmiş ve bu itirazlar Hâkimlik tarafından otuz üç ayrı kararla reddedilmiştir. Başvurucu iki ayrı bireysel başvuruda bulunmuştur. Bunlardan birincisi olan 2017/31783 numaralı başvurusu 23-24-27-28-29-30-31/3/2017 ve 3-4-5-6/4/2017 tarihli eylemlerine ilişkin on bir adet idari para cezasına yaptığı itiraz üzerine verilen -Hâkimliğin 5/7/2017 tarihli ve 2017/1842 D. İş sayılı- ret kararına ilişkindir.
16. Başvurucunun 2017/37295 numaralı ikinci başvurusunun konusunu oluşturan 5-8-9-10-11-12-15-18-19-22-23-24-25-26/5/2017 tarihli eylemlerine ilişkin on dört adet idari para cezasına yaptığı itiraz da Malatya 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 28/9/2017 tarihli ve 2017/2361 D. İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazını inceleyen Malatya 1. Sulh Ceza Hâkimliği 9/10/2017 tarihli ve 2017/3522 D. İş sayılı kararıyla itirazı kesin olarak reddetmiş olup başvurucu söz konusu ret kararına karşı bireysel başvuruda bulunmuştur. Özetle başvurucu Erdoğan Canpolat yönünden bireysel başvuruya konu yirmi beş adet idari para cezası söz konusudur.
e. İlgili Hâkimlik Kararları
17. İlk dört başvurucunun itirazlarının reddine ilişkin kararlarda Hâkimlik; Anayasa'nın 34. ve 120. maddeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (Sözleşme) 11.ve 15. maddeleri, Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi'nin 4. ve 21. maddeleri ile 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun 11. maddesi, 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. ve 66. maddeleri, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 2. maddesine yer verdikten sonra bir değerlendirme yapmıştır. Değerlendirmesinde Hâkimlik özetle ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren olağanüstü hâl ilan edildiğini, Valilik tarafından eylem ve etkinliklerin izne bağlandığını, izin alınmadan bu tür etkinliklerde bulunanlar hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca idari para cezası uygulanacağının ilan edildiğini belirtmiştir.
18. Hâkimlik; başvurucuların kamu görevinden çıkarıldıklarını beyan ederek önceden izin almadan kabahat tarihlerinde merkezî olan bir alanda oturma eylemi ve pankart açma şeklinde eylemde bulunduklarını, kolluk tutanaklarının içeriğine göre başvuruculara Valilik Genelgesi'nin hatırlatıldığını, her türlü eylemin izne bağlandığını, izin başvurusu veya izinleri olması hâlinde eylemi gerçekleştirebilecekleri, aksi durumda adli veya idari işlem uygulanabileceği hususlarının ihtar edildiğini, buna rağmen başvurucuların eylemlerini slogan atarak devam ettirdiklerini ifade etmiştir.
19. Hâkimlik itiraz konusu ile ilgili olarak değerlendirilmesi gereken meselenin anayasal bir hak olan, ulusal ve uluslararası düzenlemeler ile güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının somut olayda olduğu gibi izne bağlanıp bağlanamayacağı, izin alınmadan yapılan toplantı veya eylem ile ilgili idari yaptırım uygulanıp uygulanamayacağı, uygulanan yaptırımın 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi kapsamında kalıp kalmadığı ile kanunun aradığı ölçütlere uyup uymadığı, bu doğrultuda idari yaptırımın yerinde olup olmadığı hususları olduğunu belirtmiştir. Buna göre Hâkimlik 2911 sayılı Kanun'un 2. maddesinde tanımı yapılan toplantının bir konuda kamuoyu oluşturmak ve o konuyu benimsetmek için yapılan açık ya da kapalı alan toplanmalarını ifade ettiğini, Türk Dil Kurumu tarafından toplantı kelimesinin "birden çok kimsenin belirli bir amaçla bir araya gelmesi" olarak tanımlandığını, bu doğrultuda toplantı ve gösteri yürüyüşü kavramının oturma eylemi, yürüyüş veya bir meydanın ya da yolun işgal edilmesi gibi çeşitli eylem şekillerini kapsadığını belirtmiştir.
20. Hâkimlik; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Cisse/Fransa (B. No: 51346/99, 9/4/2002; bkz. § 31) kararına atıfla başvurucuların meslekten çıkarılmaları ile ilgili olarak kamuoyu oluşturma amacıyla süreklilik arz edecek şekilde bir araya gelmiş olmaları ve bir kısım pankart, yazı ve slogan kullanmaları karşısında yapılan bu oturma eyleminin 2911 sayılı Kanun kapsamında tanımlanan, belirli şartlarda izne bağlanabilen toplantı ve gösteri yürüyüşü kavramı içinde kalan bir fiil olduğunu değerlendirmiştir.
21. Hâkimlik; toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının Anayasa'nın 34. maddesi ile güvence altına alındığını, herkesin önceden izin almadan barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyebileceğinin belirtildiğini ancak belirli şartlar dâhilinde ve kanunla bu hakkın sınırlanabileceğinin hüküm altına alındığını ifade etmiştir. Aynı şekilde Hâkimlik yukarıda adı geçen uluslararası sözleşmelere taraf ülke açısından ulusun varlığını tehdit eden genel tehlikenin varlığı hâlinde Sözleşme'de öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alınabileceği ya da sınırlamalar getirilebileceğine dikkat çekmiştir.
22. Hâkimlik; ülkemizde olay tarihinde ve hâlihazırda (karar tarihinde) olağanüstü hâl uygulamasının devam etmekte olduğunu, olağanüstü hâl ilan edilmesi durumunda alınabilecek önlemlerin Anayasa ve ilgili kanunlarda belirtildiğini, buna göre kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklanabileceğini, ertelenebileceğini ya da izne bağlanabileceğini belirtmiştir. Ayrıca Hâkimlik, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının tahdidi olarak sayılan çekirdek haklardan olmayıp uluslararası sözleşmeler ve Anayasa tarafından sınırlanabileceği belirlenen haklardan olduğunu ifade etmiştir.
23. Hâkimlik sonuç olarak ülkemizde Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik olarak 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Bakanlar Kurulu tarafından ilan edilen olağanüstü hâl uygulaması kapsamında ve 2935 sayılı Kanun doğrultusunda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin somut olayda olduğu şekliyle izne bağlanmasında Anayasa'ya ya da uluslararası sözleşmelere aykırı bir yön bulunmadığını değerlendirmiştir.
24. AİHM'in izin veya bildirim şeklindeki sistemlerin varlığının toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kısıtlayan bir durum olarak görmediğini, bu durumun Sözleşme'nin 11. maddesi ile güvence altılan alınan özgürlüklerle çatışmadığını belirten Hâkimlik AİHM'in Rune Andersson/İsveç (B. No: 12781/87, 13/12/1988) ve Cristian Ziliberberg/Moldova (B. No: 61821/00, 1/2/2005) kararlarına (bkz. § 31) atıfta bulunmuştur. Hâkimlik; AİHM'in kararlarında izin sisteminin başlı başına Sözleşme'ye aykırı olmadığını, bu durumlarda devletin izin gerekliliği yerine getirilmeden toplantı ve gösteriye katılanlara belirli bir yaptırım uygulamasının anlaşılır olduğunu, aksi durumda bu iç hukuk düzenlemesinin etkinliğini kaybedeceğini belirttiğine dikkat çekmiştir.
25. Hâkimlik; başvurucular tarafından izin gerekliliğinin yerine getirilmeden eylemin gerçekleştirilmesi, Valilik Genelgesi'nin önceden ilan edilmiş olmasına ve anılan Genelge doğrultusunda kendilerine ihtar yapılmasına rağmen eyleme devam etmelerinedeniyle Anayasa ve ilgili mevzuat ile AİHM kararları dikkate alındığında idari yaptırım tesisinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına aykırı bir durum görülmediğini belirtmiştir. Ayrıca Hâkimlik idari yaptırımın 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca uygulanmasına göre bu madde açısından yaptığı değerlendirmede anılan Kanun hükmü gereği yaptırım uygulanabilmesi için madde metnine ve Yargıtay uygulamalarına göre emri veren makamın yetkili olması ve kanunda açıkça hüküm bulunması gerektiğini belirterek bu hususu da dikkate almış ve eylemlerle ilgili olarak 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin uygulanmasında Kanun'a ve Yargıtay uygulamalarına aykırı bir yön bulunmadığını ifade etmiştir.
26. Son olarak Hâkimlik 5326 sayılı Kanun'un 15. maddesinde yer alan "bir fiil hem kabahat hem de suç olarak tanımlanmış ise, sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabileceğini, ancak, suçtan dolayı yaptırım uygulanmayan hallerde kabahat dolayısıyla yaptırım uygulanacağı" yönündeki hüküm gereğince başvurucuların eylemi ile ilgili olarak ayrıca adli soruşturma ve kovuşturma yapılıp yapılmadığı hususunun araştırıldığını belirtmiş; itiraza konu kabahat tarihlerinde sadece 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine muhalefetten yaptırım uygulandığını, ayrıca bu tarihlerdeki eylemlere ilişkin olarak adli soruşturma yapılmadığını tespit etmiştir.
2. Beşinci Başvurucu Hakkında
27. Başvurucu Zülfükar Ejder Sütcü ise -dosyadaki bilgilere göre- aynı eyleme 4/3/2017 ve 6/3/2017 tarihlerinde iki kez katılmıştır. Bu eylemleri nedeniyle başvurucuya 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunduğundan bahisle iki adet idari para cezası verilmiştir. Başvurucu her iki para cezasına da itiraz etmiştir. Malatya 2. Sulh Ceza Hâkimliği 28/9/2017 tarihli ve 2017/1218 ve 2017/1219 D. İş sayılı kararlarıyla itirazları kesin olarak reddetmiştir. Ret kararları başvurucuya 18/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu iki adet idari para cezasına ilişkin olarak bireysel başvuruda bulunmuştur.
28. Söz konusu kararlarda Hâkimlik özetle toplantı, gösteri yürüyüşü, basın açıklaması, oturma eylemi gibi etkinliklerin 26/10/2016 tarihinden itibaren Valilik tarafından izne bağlandığını, başvurucunun 4/3/2017 ve 6/3/2017 tarihlerinde izinsiz olarak gösteriye katıldığının tutanak ile sabit olduğunu, başvurucunun gerekli makamlardan izin alarak açıklama yapmasında, toplantılara ve gösterilere katılmasında yasal herhangi bir engel bulunmadığını belirtmiştir. Hâkimlik ayrıca Aydın 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 7/4/2017 tarihli ve 2017/1711 D. İş sayılı kararına atıfla söz konusu eylemlerin kamu düzeni ve asayişi bozabileceğini, yasaklama kararının esas, içerik ve yöntem olarak hukuka uygun olduğunun belirtildiğini, söz konusu eylemlerin yasaklanmış ve izne bağlanmış olması karşısında itiraz edenin eylemlerine devam ettiğini, bu nedenlerle idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu kanaatine vardığını belirterek itirazın reddine karar verildiğine dikkat çekmiştir. Kararlarda tüm bu hususları nazara aldığını belirten Hâkimlik, itiraz başvurusunun idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğunu ve "başvurucunun itiraz hakkı bulunmadığını" belirterek 5326 sayılı Kanun'un 28/1-b maddesi gereğince itirazların reddine karar vermiştir.
29. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
30. Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30. Ayrıca AİHM'in izinsiz yapılan barışçıl toplantıda toplantıyı yöneten ya da organize edenlere idari para cezası verilmesi kararına ilişkin olarak bkz. Skiba/Polonya (k.k.), B. No: 10659/03, 7/7/2009; kabul edilemezlik kararı için bkz. Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4/7/2019, § 21.
31. Ayrıca ilk derece mahkemesi kararlarında atıf yapılan AİHM kararları özetle şöyledir:
i. Cisse/Fransa kararında başvurucu, ülkede oturma izni olmayan bir grubun sözcüsü ve üyesidir. Göçmenlik statülerinin gözden geçirilmesindeki zorluklara dikkat çekmek için başvurucunun da aralarında olduğu ve çoğunluğu Afrika kökenli olan grup bir kiliseyi işgal etmiş ve eylem iki ay boyunca sürmüştür. Eylem basında geniş yer bulmuş ve birçok insan hakları örgütünce desteklenmiştir. Gösteri barışçıl olarak devam etmiş, ibadet edenler engellenmemiş ve gösterinin kamu düzenini bozucu bir etkisi olmamıştır. Bununla birlikte gruptan açlık grevine başlayan on kişinin durumlarının gitgide kötüleşmesi ve sağlık şartlarının yetersizliği nedeniyle polis, kiliseden grubu tahliye etme kararı almış ve uygulamıştır. AİHM, belirtilen durumları da dikkate alarak toplantıya yapılan müdahalenin gerekli hâle geldiğine ve toplantı hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
ii. Rune Andersson/İsveç kabul edilemezlik kararında başvurucu, bölge mahkemesi önünde bir protesto gösterisi yapmak istemiştir. Polis yetkililerinin başvurucuya izin alması gerektiğini belirtmeleri üzerine başvurucu 1-5 kişi arasında göstericinin olacağını belirterek izin talebinde bulunmuştur. Kendisine izin verilen başvurucuya ilgili mevzuat gereğince 60 İsveç kronu (AİHM kararı tarihindeki kura göre yaklaşık 10 Amerikan dolarına denk gelmektedir. Bugünkü USD/TL kuruna göre yaklaşık 75 Türk lirası) damga vergisi tahakkuk ettirilmiştir. Başvurucu, polis merkezinden izin belgesini almış; yetkilileri tek kişi olacağı konusunda bilgilendirmiş ve aynı gün protesto gösterisini yapmıştır. Daha sonra gösteri için izin gerekmediği iddiasıyla idarenin kararına karşı hem idareye hem de mahkemeye itiraz etmiştir. İdare zaten başvurucuya izin verilmiş olduğunu belirterek itirazı reddetmiştir. Mahkeme tarafından da itirazı reddedilen başvurucu, damga vergisini ödememiş ve başvurucunun önceki bazı vergi alacaklarıyla birlikte söz konusu vergi alacağı da icra takibine konu olmuştur. Başvurucu, AİHM önünde diğer iddiaları yanında ödemesi gereken damga vergisinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasını da dile getirmiştir. AİHM, ilk olarak iznin 1-5 kişi arası gösterici için verildiğini not etmiş; ikinci olarak damga vergisinin diğer bir kanunda yer aldığını ve verginin gösteriye izin verilmesinin bir sonucu olduğunu belirtmiştir. AİHM bir gösteride izin şartının trafiğin düzenlenmesi ve kamu düzeninin sağlanması için aranabileceğini belirttikten sonra ödenmesi gereken tutarın düşük olması ve damga vergisi olarak uygulanmasını gözönüne alarak müdahalenin orantısız olmadığına ve dolayısıyla Sözleşme'nin 10. maddesi yönünden açık bir ihlalin bulunmadığına karar vermiştir.
iii. Cristian Ziliberberg/Moldova kararında; öğrenci olan başvurucu, öğrencilere şehir içi ulaşımda ayrıcalıklar tanınması amacıyla ve izin alınmadan yapılan bir gösteriye katılmıştır. Gösteriyi organize edenler de izin başvurusunda bulunmamıştır. Başta barışçıl başlayan gösteride bazı göstericiler tarafından daha sonra yumurta ve taş atılması nedeniyle polis müdahalesi olmuştur. Başvurucuya izin alınmadan yapılan bir gösteriye katıldığı için idare mahkemesi tarafından yapılan duruşma sonrasında 36 MDL (Moldova leyi) para cezası verilmiştir. AİHM kararında söz konusu ceza tutarının o tarihte 3,17 avroya denk geldiği belirtilmiştir. Başvurucu, bölge mahkemesine itirazda bulunmuştur. Bölge mahkemesi başvurucunun yokluğunda itirazı incelemiş ve itirazı reddetmiştir. Başvurucu; bölge mahkemesindeki duruşmaya usulüne uygun davet edilmediğini, duruşmaya davet yazısının duruşmadan sonra eline ulaştığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ve ret kararının kaldırılması talebiyle bölge mahkemesine başvurmuştur. AİHM, duruşmaya davet yazısının duruşmadan sadece bir gün önce postaya verildiğini tespit etmiş ve başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM para cezasına ilişkin olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin uygulanabilirliğine ilişkin değerlendirmesinde 36 MDL'nin başvurucunun aylık gelirinin %60'ından fazlasına denk geldiğine dikkat çekmiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 14/10/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
33. İlk dört başvurucu, eylem sürecinde 100'den fazla kez yakalandıklarını ve gözaltına alındıklarını belirterek kabahat üzerine verilecek idari para cezası ile saatlerce gözaltında tutulmak arasında bir orantılılık bulunmadığını ifade etmiştir. Söz konusu başvurucular, kolluğun yakalama yetkisinin doğması için kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olayların ve kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığının bulunması gerektiğini ifade etmiş; koruma tedbiri uygulanması için şartların oluşmadığını iddia etmiştir. Başvurucular ayrıca idari para cezası verileceği için gecikmesinde sakınca bulunan bir hâlin de bulunmadığını belirterek kimliklerinin bilinmesine ve sonradan bir suç isnadı yapılmamasına rağmen her seferinde sürekli ve sistematik olarak gözaltına alınmaları nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
34. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150).
35. Somut olayda başvurucuların gözaltına alınmalarına ilişkin olarak gazete haberi dışında herhangi bir bilgi ya da belge sunmadıkları görülmektedir. Bu nedenle hangi günler ve kaç kez gözaltına alındıkları konusunda bir tespit yapılamamıştır. İncelenen başvurularda, başvurucuların yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki olmadığına ilişkin ileri sürdükleri iddialarıyla ilgili olarak etkili bir hukuk yolu mevcut olduğundan yukarıda anılan kararlarda varılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
36. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
37. Başvurucular, kamu görevinden ihraç edilmeleri nedeniyle uğradıkları haksızlıkları protesto etmek amacıyla trafiğe kapalı alanda, yaya ve araç trafiğini engellemeden ve kamu düzenini bozmadan barışçıl bir eylem gerçekleştirdiklerini belirtmiştir.
38. İlk dört başvurucu 2017 yılı Haziran ayı ortalarına kadar sürdürdükleri oturma eylemi sürecinde kendilerine 104 kez para cezası kesildiğini ve gözaltına alındıklarını ifade etmiştir. Başvurucular yaptıkları eylemin 2911 sayılı Kanun'da belirtilen nitelikte bir toplantı ve gösteri olmadığından önceden izin almalarının gerekmediğini ileri sürmüş ve yapılabilecek en barışçıl şekilde belediye bankında oturma eylemi yaparak protesto gerçekleştirdiklerini belirterek ifade özgürlükleri ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
39. Başvurucular eylem sürecinde hep aynı davranışı sergilemiş olmalarına rağmen bazı günler haklarında işlem yapılırken bazı günler işlem yapılmadığını, itirazlarının reddine ilişkin kararların da birbirinin aynı olduğunu, sadece tarihlerinin değiştirildiğini belirterek bu durumun etkili başvuru ve adil yargılanma haklarının ihlali olduğunu ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Birden fazla kişinin bir araya gelerek aynı konuda belli bir süre oturma eylemi yapmaları ve bu eylemler üzerine idari para cezası verilmesi nedeniyle başvurucuların şikâyetinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir
41. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
43. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Selma Elma, § 33; sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 48). Bu sebeple başvurucuların oturma eylemi nedeniyle sonradan başvuruculara idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
44. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
45. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
46. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69).
47. Ayrıca başvuruculara uygulanan idari para cezaları da olağanüstü hâl sürecinde öngörülen izin şartının yerine getirilmemiş olması sebebine dayandırıldığından söz konusu cezaların Anayasa’nın 34. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesinin izin şartına bağlanamayacağı" güvencesine aykırılık teşkil ettiği açıktır. Bununla birlikte bu güvenceye aykırı tedbirin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığı hususu aşağıda incelenecektir (aynı yönde inceleme usulü için bkz. Selma Elma, §§ 37-39).
(2) Meşru Amaç
48. Başvurucuların idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(a) Genel İlkeler
49. Somut olaya uygulanan genel ilkeler için Anayasa Mahkemesinin Erdal Karadaş (B. No: 2017/22700, 28/5/2019, §§ 54-61) ve Selma Elma (aynı kararda bkz. §§ 41-47) kararlarına bakılabilir.
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
50. Somut olayda, Malatya Valiliği olağanüstü hâl ilan edilen dönemde il sınırları içinde 2911 sayılı Kanun kapsamında yol, meydan, cadde, sokak ve park gibi umuma açık alanlarda yapılacak her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü, basın açıklaması, stant kurma, imza kampanyası, bildiri dağıtma, pankart asma, çadır kurma, oturma eylemi gibi etkinliklerin yapılmasını izne bağlamıştır (bkz. § 10). Söz konusu kararın kamu düzeninin ve başkalarının haklarının korunması amacıyla alındığı görülmektedir.
51. Anayasa Mahkemesi benzer konuda verdiği Selma Elma kararında; başvurucunun toplantıyı organize eden ya da yönetenlerden birisi olduğu yönünde bir tespit yapılmadan barışçıl şekilde gerçekleşen basın açıklamasına katılması nedeniyle başvurucuya idari para cezası verilmesi şeklindeki müdahaleyi olağan dönem şartlarında Anayasa'nın sözüne ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bulmamıştır. Anayasa'nın 15. maddesine göre yaptığı incelemede de olağanüstü hâl ilan edilen dönemde müdahalenin durumun gerektirdiği ölçüde hakkın sınırlanması gerekliliğine aykırılık teşkil ettiğini tespit eden Anayasa Mahkemesi barışçıl nitelikte olan toplantılarda olağanüstü hâl döneminde izin alma yükümlülüğünün tıpkı olağan dönemde bildirim yükümlülüğünde olduğu gibi ilgili basın açıklamasını organize edenlere veya yönetenlere ait olduğunun kabul edilmesi gerektiğinin altını çizmiştir (Selma Elma, §§ 51-62).
52. Yine Anayasa Mahkemesi Erdal Karadaş kararına konu olayda; olağanüstü hâl sürecinde 2017 yılının Şubat ayı içinde belli tarihlerde basın açıklaması yapmak için Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Şubeler Platformu tarafından izin talebinde bulunulmuş, Valilikçe bu tarihlerden bazıları için izin verilmiş ve talep edilen diğer tarihlerde basın açıklamasına izin verilmemiştir. Anayasa Mahkemesi, izin verilmeyen tarihlerde barışçıl nitelikteki basın açıklamalarına katılan başvurucuya verilen iki adet idari para cezası şeklindeki müdahalenin olağan dönem şartlarında zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği ve kamu düzeninin korunması amacı ile başvurucunun hakları arasında adil bir denge kurulamadığı tespitiyle demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığına karar vermiştir (Erdal Karadaş,§§ 72-76).
53. Anayasa'nın 15. maddesi yönünden yaptığı incelemede de müdahalenin durumun gerektirdiği ölçüde hakkın sınırlanması gerekliliğine aykırılık teşkil ettiğini tespit eden Anayasa Mahkemesi başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik olarak Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığına karar vermiştir. Basın açıklamalarının barışçıl şekilde yapıldığını, barışçıl şekilde gerçekleşen eylemler nedeniyle de kamu düzeninin bozulmadığını, kamu düzeninin bozulma tehlikesinin varlığının da ikna edici ve yeterli gerekçelerle ortaya konulamadığını, belirtilen gerekçelerin genel nitelikte olduğunu ve somut olayda yaptırım konusu eylemlere özgü olmadığını dikkate alan Anayasa Mahkemesi başvurucunun özel durumunu ve sendika üyesi olmasını gözeterek idari para cezasının başvurucunun toplantı hakkına dolaylı bir müdahale teşkil ettiğine ve buna bağlı olarak caydırıcı etki doğurabileceğine karar vermiştir (Erdal Karadaş, §§ 77-83).
54. Olağanüstü hâl döneminde izin sisteminin öngörülmesinin amacı, yetkililere kamu düzenini bozabilecek olayların engellenebilmesi ve gerekli tedbirlerin önceden alınabilmesi imkânını sağlamaktır. Yine olağanüstü hâl sürecinde izin alma yükümlülüğüne uyulması, idarenin tedbir alabilmesi için olağan dönemlere göre daha fazla önem arz etmektedir. Buna göre birbirinden bağımsız şekilde ancak aynı amaca yönelik uzun süren zincirleme bir eyleme girişen başvurucuların -olağanüstü hâl şartlarını gözetmek suretiyle her türlü toplantı ve gösteriyi izne bağlayan- Valilik Genelgesi'ne göre önceden izin almaları gerekmekte olup bunun olağanüstü hal dönemlerinde kamu düzenin sağlanmasındaki önemi açıktır. Bununla birlikte oturma eylemi başladıktan sonra ilk günden itibaren idarenin eylemden haberdar olduğu ve izin alınmamasının somut olayın şartlarında idarenin tedbir alabilmesi için esaslı unsur olmaktan çıktığı görülmektedir. Bu nedenle barışçıl bir eylem söz konusu olduğundan idarenin somut olayın şartlarını gözönünde bulundurarak gerekli tedbirleri aldıktan sonra kamu düzeni bozulması, bozulma tehlikesi veya başkalarının haklarının korunması gerekliliği gibi zorlayıcı şartlar oluşmadığı sürece barışçıl eyleme doğrudan veya dolaylı müdahalede bulunmaması esastır.
55. Öte yandan olayda başvurucuların trafiğe kapalı alanda bankların üzerinde oturmak suretiyle ve barışçıl şekilde yaptıkları anlaşılan eylemleri nedeniyle kamu düzeninin bozulduğuna ya da bozulma tehlikesinin varlığına ilişkin bir tespit de bulunmamaktadır (trafiğin akışının doğrudan engellendiği durumlarda kamu düzeninin bozulduğu yönündeki değerlendirmeler için bkz. Güral Doğan, B. No: 2015/7453, 18/4/2019, §§ 54-56; Emre Soyaslan, B. No: 2014/11306, 18/4/2019, §§ 49-51).
56. Hâkimlik kararlarına bakıldığında (ilk dört başvurucu için) Anayasa ve uluslararası sözleşmeler ile AİHM kararlarına değinilerek bir denge kurulmaya çalışıldığı görülmektedir. Hâkimlik, kamu düzeni meşru amacı ile başvurucuların toplantı hakkı arasında dengeleme yaparken başvuruculara somut olayın özelliklerinden biri olan, Valiliğin kararının ve uyulmaması hâlinde sonuçlarının hatırlatıldığı hususunu da dikkate almıştır. Bununla birlikte başvurucuların eylemlerinin başlamasından birkaç ay önce KHK ile ihraç edilmelerinin başvurucular üzerindeki etkisinin de gözönüne alınması gerekir. Bu çerçevede başvurucuların -belirtilen özel durumları ve eylemin barışçıl niteliği karşısında- kamu otoriteleri üzerinde baskı oluşturmak ve sorunlarını kamuoyuna duyurmak amacıyla sadece bir bankta oturarak ve yaklaşık yetmiş gün boyunca barışçıl şekilde eylem yapmalarına demokratik bir toplumda katlanılmalıdır. Bu nedenle Hâkimliklerce verilen kararlarda adil bir denge kurulduğu söylenemez.
57. Sonuç olarak kamu otoritelerinin kamu düzeninin bozulduğu ya da bozulma tehlikesinin varlığını olağanüstü hâl şartlarıyla bağlantılı ve olgulara dayalı olarak ortaya koyamadıkları sonucuna varılmıştır. Ayrıca ilk dört başvurucu yönünden barışçıl şekilde uzun süre devam eden eylemlerde aynı kişilere çok sayıda idari para cezası uygulanmasının -sürecin bütününe bakıldığında- orantılı olduğundan söz edilemez.
58. Yukarıdaki bilgiler dikkate alındığında somut olayda başvurucuların eylemlerine yapılan müdahaleler yönünden bahsi geçen Selma Elma ve Erdal Karadaş kararlarındakinden farklı bir sonuca ulaşılması için bir neden bulunmamaktadır. Başvuruculara idari para cezası verilmesi şeklindeki müdahalenin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulduğunun kabul edilmesi mümkün olmamıştır.
59. Bununla birlikte söz konusu müdahalelerin Anayasa'nın olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.
60. Anayasa Mahkemesi tarafından daha önceki kararlarda, başvuru konusu olan somut olaylarda Anayasa'nın 15. maddesinin olağanüstü hâlin gerektirdiği şartların önceden izin alma yükümlülüğüne uymayanlara idari para cezası uygulanması suretiyle toplantı hakkının sınırlandırılmasını gerektirip gerektirmediği incelenmiştir. Barışçıl nitelikte bir etkinliğe katılan kişilerin salt basın açıklaması öncesinde izin yükümlülüklerini yerine getirmedikleri gerekçesiyle idari para cezasıyla cezalandırılmalarının -durumun gerektirdiği ölçüde hakkın sınırlanması gerekliliği karşısında- olağanüstü hâl döneminde de izlenen amaçla orantılı bir sınırlama olarak kabul edilemeyeceğine karar verilmiştir (Erdal Karadaş, §§ 77-83; Selma Elma, §§ 54-62).
61. Günlük yaşama, trafiğe veya kamu hizmetlerinin sunumuna engel oluşturmayan, güvenlik riski oluşturduğu da gösterilemeyen barışçıl eylemlere ilişkin eldeki başvurularda da bu kararlarda ulaşılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır. Buna göre bütün başvurucular yönünden yapılan müdahalelerin olağan dönemde demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı, yukarıda anılan kararlarda yapılan değerlendirmeler de dikkate alınarak somut olayda Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.
62. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde- başvurucuların Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
64. İlk dört başvurucu, Hâkimliğin kendilerine ilişkin birer kararına istinaden başvuru yapmış olsalar da toplamda her birinin 25.000 TL'ye yaklaşan idari para cezasına maruz kaldıklarını ve 104 kez gözaltına alındıklarını iddia ederek bu hususların da gözönüne alınması ve ihlal tespiti yanında uygun görülecek miktarda bir tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Hakkında iki kez idari para cezası hükmedilen beşinci başvurucu da ihlal tespiti ile uygun görülecek bir tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
65. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
66. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
67. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2),§§ 57-59, 66, 67).
68. İncelenen başvuruda izinsiz oturma eylemi yaptıkları ve bu suretle emre aykırı davrandıkları gerekçesiyle başvuruculara uygulanan idari para cezası nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte ilgili Hâkimlikler de ihlali giderememiştir.
69. Bu durumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Hâkimliklere gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
70. Öte yandan somut olayda oturma eylemleri sürecinde uygulanan idari para cezaları, eylem sürecinde ihlale yol açan müdahalenin sıklığı ve somut olayın özellikleri dikkate alınarak ihlalin tespit edilmesinin ilk dört başvurucunun uğradığı zararın giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında ilk dört başvurucuya ayrı ayrı net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Beşinci başvurucu hakkında verilen yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 1.287,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.287,50 yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Malatya 1. Sulh Ceza Hâkimliğine (D.İş 2017/1975, 2017/1978, 2017/1842 ve 2017/1999) ve Malatya 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (D.İş 2017/1218, 2017/1219 ve 2017/2361) GÖNDERİLMESİNE,
D. İlk dört başvurucuya ayrı ayrı net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, beşinci başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 1.287,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.287,50 yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/10/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
SADIK TÜRK VE MEHMET ŞERİF ÖZDEMİR BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2018/21459) |
|
Karar Tarihi: 28/12/2021 |
R.G. Tarih ve Sayı: 17/2/2022-31753 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Hicabi DURSUN |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
İrfan FİDAN |
Raportör |
: |
Şeyda Nur ÜN |
Başvurucular |
: |
1. Sadık TÜRK |
|
|
2. Mehmet Şerif ÖZDEMİR |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Nusret GÜRGÖZ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucuların "Başkanlığa Hayır" konulu bir basın açıklamasına katılmaları nedeniyle haklarında idari para cezası uygulanmasının suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular, sırasıyla 4/7/2018 ve 14/8/2018 tarihlerinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/27251 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2018/21459 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Arka Plan Bilgisi
10. Türk siyasi hayatında 2016 yılı Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçilmesi bağlamında yoğun tartışmaların yaşandığı bir yıl olmuştur. Bu tartışmalar sonucunda Anayasa değişikliği taslağı hazırlanmıştır. Ek bazı değişiklikleri de içeren taslak metinde en fazla dikkati çeken ve kamuoyunun üzerinde en çok durduğu kısım, hükûmet sistemi değişikliğine ilişkin maddelerdir. Bu taslakla başbakanlık makamının kalkması ile birlikte Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetki tanımları tekrar düzenlenmiş ve yeni sistemin adı "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" olarak ifade edilmiştir.
11. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulunca 21/1/2017 tarihinde kabul edilen 6771 sayılı Kanun 23/5/1987 tarihli ve 3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun hükümleri gereğince 16/4/2017 Pazar günü halkoyuna sunulmuştur.
12. 16/4/2017 tarihinde yapılan halk oylaması ile ilgili olarak Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) 15/2/2017 tarihli ve 2017/109 sayılı kararı ile propaganda döneminin başlangıç tarihinden bitimine kadar uyulması gereken usul ve esaslar belirlenmiştir. ve söz konusu kararda halk oylamasının başlangıç tarihi 16/2/2017 olarak düzenlenerek seçim sürecinin bu tarihten itibaren işlemeye başlayacağı belirtilmiştir.
13. Halk oylaması öncesinde değişikliğe ilişkin lehte ve aleyhte olan siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekler gibi toplumun birçok kesiminden kişi ve örgüt konu ile ilgili görüşlerini paylaşmak için toplantı ve gösteriler düzenlemiş; broşürler hazırlamıştır.
B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler
14. Başvurucu Sadık Türk 1956, Mehmet Şerif Özdemir ise 1950 doğumlu olup her iki başvurucu da olay tarihinde eski sendikacıdır.
15. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Sendika) tarafından Antalya'nın Muratpaşa ilçesindeki Kazım Özalp Caddesi üzerinde bulunan Attaolos Heykeli önünde 5/4/2017 tarihinde -halk oylamasından 11 gün önce- "Başkanlığa Hayır" konulu basın açıklaması yapmak amacıyla bir toplantı düzenlenmiştir. Başvurucular da bu toplantıya katılmıştır.
16. Kolluk tutanaklarında basın açıklamasının yapıldığı esnada başvurucuların üzerinde "Eğitim-Sen" yazılı yeleklerin bulunduğu, "Eğitim ve Bilim Emekçileri Olarak 16 Nisan Referandumuna Hayır Diyoruz" ile başlayan bildirileri vatandaşlara dağıttıkları ve "Başkanlığa Hayır- Geleceğimiz İçin Hayır- Askerî ve Sivil Darbelere Hayır" şeklinde slogan attıkları belirtilmiştir. Yine tutanaklara göre basın açıklaması 15.20-15.45 saatleri arasında gerçekleştirilmiştir. Tutanaklarda, somut olaya müdahale edildiğine dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
17. Basın açıklamasına katılan başvurucular hakkında sair propaganda eyleminde bulundukları gerekçesiyle Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) İdari Yaptırım Bürosunun 2017/249 defter, 2017/104 karar sayılı kararıyla 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 156. maddesi yollamasıyla 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca 227 TL idari para cezası uygulanmıştır.
18. Başvurucular; söz konusu basın açıklamasının 298 sayılı Kanun'da yer alan propaganda kapsamında olmadığını, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullandıklarını, söz konusu basın açıklamasının 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi kapsamında cezalandırma konusu yapılamayacağını ve sendikal kapsamda barışçıl bir şekilde gerçekleştirdikleri eylemlerinin herhangi bir suç teşkil etmediğini belirterek idari para cezalarına ayrı ayrı itiraz etmiştir.
19. Başvurucuların itirazlarını inceleyen ilgili Antalya sulh ceza hâkimlikleri (hâkimlikler) başvurucular hakkında uygulanan idari yaptırım kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazları ayrı ayrı reddetmiştir. Başvurucu Sadık Türk yönünden verilen kararın gerekçesi şu şekildedir:
"Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı İdari Yaptırım Bürosu tarafından verilen idari yaptırım kararı ve dosya kapsamı incelendiğinde, kararda 'Kabahatlilerin 16/04/2017 tarihinde Türkiye genelinde yapılacak olan Anayasa Değişikliği Referandum Oylamasından önce Eğitim-Sen Sendikası organizesinde, Kazım Özalp Caddesi Attalos Heykeli önünde 'Başkanlığa Hayır' konulu izin almaksızın basın açıklaması yaptıkları, basın açıklamasının yapıldığı esnada kabahatlilerin üzerlerinde 'Eğitim-Sen' yazılı yeleklerin bulunduğu, 'Eğitim ve Bilim Emekçileri olarak 16 Nisan Referandumuna Hayır diyoruz' ile başlayan ve Eğitim-Sen ile biten bildirileri vatandaşlara dağıttıkları, ayrıca megafon aracılığı ile 'Başkanlığa Hayır-Geleceğimiz için Hayır-Askeri ve Sivil Darbelere Hayır' şeklinde slogan attıkları kolluk görevlileri tarafından tespit edildiği evrak kapsamından anlaşıldığından; idari para cezası tatbik edildiği görülmüştür.
3376 sayılı ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİNİN HALKOYUNA SUNULMASI HAKKINDA KANUN’un 5/a maddesinde '298 sayılı Kanunun propaganda serbestliğine ilişkin hükümleri, halk oylaması gününden önceki yedinci günden başlayarak uygulanır' şeklinde hüküm mevcuttur. Kabahat tarihinde (05.04.2017) 298 sayılı yasanın propaganda serbestliğine ilişkin hükümlerinin uygulanmayacağı anlaşılmıştır. Valilik makamının 04.11.2016 tarih ve 1199 sayılı olurlarına uygun bir iznin olmadığı görülmüştür.
Muterizin 05.04.2017 günü halkoylaması yönünde propaganda faaliyetinde bulunduğuna ilişkin 12.04.2017 saat 15:30 tanzim tarihli görüntü izleme ve tespit tutanakları mevcut olmakla kabahatin oluştuğu kanaati ile itirazın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."
20. Kararlar, sırasıyla 7/6/2018 ve 17/7/2018 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, sırasıyla 4/7/2018 ve 14/8/2018 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
21. 5326 sayılı Kanun’un "Emre aykırı davranış" kenar başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"(1) Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye ... idarî para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir."
22. 298 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"Özel kanunlarına göre yapılacak Cumhurbaşkanı, milletvekili, il genel meclisi üyeliği, belediye başkanlığı, belediye meclisi üyeliği, muhtarlık, ihtiyar meclisi üyeliği, ihtiyar heyeti üyeliği seçimlerinde ve Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halk oyuna sunulmasında bu Kanun hükümleri uygulanır."
23. 298 sayılı Kanun'un 49. maddesi şöyledir:
"Propaganda, oy verme gününden önceki onuncu günün sabahında başlar ve oy verme gününden önceki günün saat 18.00'inde sona erer."
24. 298 sayılı Kanun'un 49. maddesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki 298 sayılı Kanun'da propaganda süresi açık olarak sınırlandırılmamıştır. Bu propagandanın siyasi partilere ve bağımsız adaylara taalluk eyliyen sürelerinin hangi tarihten başlıyacağı ve ne zaman sona ereceği tatbikatta tereddütler uyandırmaktadır.
25. 298 sayılı Kanun'un156. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunda ayrıca ceza hükmüne bağlanmayan ve Kanun hükümlerine aykırı olan sair propagandaların failleri hakkında Kabahatler Kanununun 32 nci maddesinin birinci fıkrası uygulanır."
26. 3376 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"Anayasa gereğince yapılacak olan halk oylamalarında bu Kanun hükümleri uygulanır. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri hakkında Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri tatbik edilir."
27. 3376 sayılı Kanun'un 5/a maddesi şöyledir:
"298 sayılı Kanunun propaganda serbestliğine ilişkin hükümleri, halkoylaması gününden önceki yedinci günden başlayarak uygulanır."
28. Propaganda sürelerine yönelik olarak Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 19/9/1989 tarihli ve E.1989/5954, K.1989/8167 sayılı kararı şöyledir:
"...
298 sayılı Yasanın 49/a. madde ve fıkrası hükmü ile 26 Mart mahalli seçimlerinde seçim yasaklarının 16/3/1989 gününde başlamasına, sanığın eylemini 2/3/1989 gününde işlemiş olmasına göre olayda 298 sayılı yasanın uygulama yeri bulunmadığı gibi.."
29. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 4/5/11/994 tarihli ve E.1994/1205, K.1994/5187 sayılı benzer yöndeki kararı şöyledir:
"...
298 sayılı Yasanın 49/2. madde ve fıkrası hükmü ile 1/11/1992 tarihinde yapılan seçim yasağının 22/10/1992 gününde başlamasına, sanıkların eylemlerini ise 13/10/1992 gününde işlemiş bulunmalarına göre olayda 298 sayılı yasanın uygulama yeri olmadığı gözetilmeden bu suçtan mahkumiyetlerine karar verilmesi..."
B. Uluslararası Hukuk
30. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesine ilişkin uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Gülay Yurt, B. No: 2017/35546, 30/6/2020, §§ 14-19; Kadriye Çağlar Yılmaz, B. No: 2017/22304, 1/7/2020, §§ 14-19.
31. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Anayasa Mahkemesinin 28/12/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
33. Başvurucular; öncelikle 298 sayılı Kanun'un 156. maddesinde düzenlenen hükmün somut olayı kapsamamasına karşın haklarında uygulandığını, nitekim katıldıkları basın açıklamasının ilgili kanun kapsamında propaganda olmadığını, basın açıklamasının siyasi ve güncel bir konuda halkı bilgilendirmek amacıyla sendikal faaliyet kapsamında gerçekleştirildiğini, Kanun'un partilere ve siyasetçilere yönelik düzenlemeler içerdiğini, idarenin ve yerel mahkemenin kanun hükmünü geniş yorumladığını, Kanun'da suç ya da kabahat olarak tanımlanmayan bir eylem nedeniyle cezalandırılmalarının Anayasa'nın 38. maddesinde yer alan suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
34. Diğer yandan başvurucular, ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının anayasal ve uluslararası güvencelerine değinmiş; barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan, şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesinin demokrasinin bir gereği olduğunu belirtmiştir. Başvurucular; basın açıklamalarının barışçıl şekilde gerçekleştiğini, kamu düzeninin bozulmadığını, herhangi bir şiddet olayı yaşanmadığını belirterek barışçıl gösteri sonrasında katılımcılara yönelik idari yaptırımın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenme hakkını sınırladığını, uygulanan idari para cezalarına yaptıkları itirazların reddedilmesinin ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
35. Bundan başka başvurucular; yerel mahkemelerin aynı olaylara ilişkin farklı kararlar vermesinin hukuki belirlilik ilkesini zedelediğini, bu nedenle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
36. Bakanlık görüşünde; başvuruların öncelikle kabul edilebilirlik yönünden incelenmesi gerektiği, bu kapsamda başvurucuların ileri sürdüğü ihlal iddiasının niteliği ve başvurucular hakkında verilen idari para cezasının miktarı nazara alındığında başvuruların kabul edilebilirlik kriterlerinden olan anayasal ve kişisel önemden yoksun olma kriteri yönünden incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvuruların esas yönünden yapılacak incelemesinde ise sulh ceza hâkimliklerinin itiraz konusu maddi olay ve uyuşmazlığa ilişkin yukarıda yer verilen ilgili mevzuatı değerlendirerek itirazın reddine karar verdiği, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi sonrası 21/7/2016-19/7/2018 tarihleri arasında olağanüstü hâl uygulamasına gidilmek zorunda kalındığı, 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun 11. maddesinde kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklama, erteleme, izne bağlama, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanın tayin, tespit ve tahsisi, izne bağlanan her türlü toplantının izlenimi, gözetimi ve gerekiyorsa dağıtılması hususlarında idareye yetki verildiği; somut olayda da bu yetkiye dayanılarak Valilik tarafından yasaklama kararı alındığı ve kararın Valiliğin resmî internet sitesinde yayımlanmak suretiyle ilan edildiği ifade edilmiştir. Görüş yazısında; itiraz üzerine verilen kararlardaki tespit ve sonuçların kanunun uygulanması niteliğinde olduğu, bu anlamda Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal eder nitelikte olmadığı veya adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik içermediği, olağanüstü hâl döneminde Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı İdari Yaptırım Bürosu tarafından başvurucular hakkında uygulanan idari para cezalarının kanuni dayanağının bulunduğu, amacın kamu düzenini sağlamak ve uygulanan tedbirin demokratik toplum düzeninde gerekli olduğu belirtilmiştir.
37. Başvurucular; Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında önceki beyanlarını tekrarlayarak Bakanlık görüşünün yerinde olmadığını, ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının anayasal ve uluslararası güvenceleri bulunduğunu, başvurusu konusu eylemin barışçıl şekilde gerçekleştiğini, kamu düzeninin bozulmadığını, herhangi bir şiddet olayı yaşanmadığını, uygulanan idari para cezalarına yaptıkları itirazların reddedilmesinin ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini belirtmiştir.
B. Değerlendirme
38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özü katıldıkları bir basın açıklaması nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmalarına ilişkindir. Bu nedenle başvurucuların iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, § 37; İhsan Uğraş, B. No: 2015/5365, 3/4/2019, § 24).
39. Anayasa'nın "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" kenar başlıklı 38. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”
40. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
42. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir (AYM, E.2017/103, K.2017/108,31/5/2017, § 9; Cem Burak Karataş [GK], B. No: 2014/19152, 18/10/2017, § 91).
43. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerine ilişkin kurallar -Anayasa’nın konuya ilişkin kurallarına aykırı olmamak kaydıyla- ülkenin sosyal, kültürel yapısı, ahlaki değerleri ve ekonomik hayatın gereksinimleri gözönüne alınarak saptanacak ceza politikasına göre belirlenir. Kanun koyucu cezalandırma yetkisini kullanırken toplumda hangi eylemlerin suç ya da kabahat sayılacağı, bunların hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımı ile karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul edileceği konularında takdir yetkisine sahiptir (AYM, E.2014/124, K.2015/24, 5/3/2015; Cem Burak Karataş, § 92).
44. Hukuk devletinde; ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi idari yaptırımlar açısından da hangi eylemlerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerinin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucu takdir yetkisine sahiptir. Bununla birlikte kanun koyucunun takdir hakkı kapsamında öngördüğü yaptırımın adil ve hakkaniyete uygun olması gerekmektedir (AYM, E.2017/103, K. 2017/108, 31/5/2017, § 10; Cem Burak Karataş, § 93).
45. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve önem taşımakta; bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırıma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfî bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekte; buna ek olarak suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması sağlanmaktadır (Karlis A.Ş., B. No: 2013/849, 15/4/2014, § 32; Cem Burak Karataş, § 95).
46. Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin keyfî ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin bu ilkeye saygılı hareket etmeleri, suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının yasama organı tarafından belirgin bir şekilde çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organın da kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir (Karlis A.Ş., § 33; Cem Burak Karataş, § 96).
47. Hukukun üstünlüğünün temel birleşenlerinden biri olan suç ve cezaların kanuniliği ilkesi, amaçları ve ulaşmak istenilen hedefleri de gözetilerek keyfî kovuşturma, mahkûmiyet ve cezalandırmaya karşı etkili güvenceleri temin edecek şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır. Aynı zamanda kanuniliğin bir sonucu olarak suç olarak kabul edilmeyen bir eylemin kıyas yolu ile kişilerin aleyhine genişletilerek yorumlanması da ilkeye aykırılık oluşturacaktır (Efendi Yaldız, B. No: 2013/1202, 25/3/2015, § 33; Cem Burak Karataş, § 98).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
48. Somut olayda başvurucular 298 sayılı Kanun'un 156. maddesinde yer alan "sair propaganda" hükmü esas alınarak idari para cezası ile cezalandırılmıştır. İdari para cezasına ilişkin kararda başvurucuların basın açıklaması şeklinde gerçekleşen eylemi sair propaganda kapsamında değerlendirilmiştir.
49. Anayasa Mahkemesi önündeki öncelikli mesele, başvurucuların katıldıkları 5/4/2017 tarihli ve "Başkanlığa Hayır" konulu basın açıklamasının 298 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğidir.
50. Anayasa'nın 79. maddesine göre seçimler yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır. Seçimlerin başlamasından bitimine kadar seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama görevi YSK'ya aittir.
51. Seçim hukukunun temel düzenlemeleri 298 sayılı Kanun'da yer almaktadır. Kanun'da seçimlerin demokratik ortamda ne şekilde ve hangi esaslara bağlı olarak yapılacağı belirtilmiştir. Görüldüğü üzere Anayasa ve özel kanunlarla seçim hukukuna özgü düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerin amacı kuşkusuz seçimlerin başlamasından bitimine kadar seçimin düzen içinde yönetimini sağlamak içindir.
52. Türk seçim hukukunda seçim propaganda sürecinin esasları da 298 sayılı Kanun’un 49. ve 66. maddeleri arasında detaylı bir biçimde sayılmıştır. Buna karşın Kanun'da propagandanın ne olduğuna dair bir tanıma yer verilmemiştir. Genel anlamıyla propaganda; bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı vb. yollarla gerçekleştirilen çalışma, yaymaca olarak tanımlanmaktadır. Propaganda, çok sayıda insanın düşünce ve davranışlarını etkilemek amacını taşıyan önceden planlanmış mesajlar bütünüdür. Bu kapsamda en genel ifadeyle propagandanın belirli bir amaca yönelmiş düşünce açıklaması olduğu söylenebilir. Propagandanın temel amacı toplumun veya belirli bir kesimin belirli iletişim vasıtalarıyla yönlendirilmesidir. Siyasi propaganda ise seçim dönemlerinde yürütülen tanıtım çalışmalarındaki yöntem ve teknikler bütünü olarak karşımıza çıkar. Siyasi partiler ve adaylar her zemin ve fırsatı propaganda aracı olarak kullanabilir. Nitekim siyasi partilerin ve adayların, kendilerini ve politikalarını seçmene kabul ettirme ve tanıtma gayreti süreklilik gösterir. Siyasi propagandanın amacı, siyasi partiler yönünden kendilerini en iyi biçimde tanıtarak olabildiğince çok seçmenin oyunu almak; vatandaşlar yönünden ise oyunu serbestçe ve en uygun biçimde kullanabilmesine olanak sağlayacak bilgilerle donatmaktır (AYM E.1987/3, K.1987/13, 22/5/1987).
53. Yine propagandanın kimler tarafından gerçekleştirileceğine dair bir belirleme Kanun'da mevcut değildir. Yalnızca 298 sayılı Kanun'un 49. maddesinin gerekçesinde "propagandanın siyasi partilere ve bağımsız adaylara taalluk eyliyen süreleri" denilmek suretiyle açıklayıcı olmasa da kişi yönünden bir sınırlama çizildiği görülmektedir. Bu kapsamda gerek seçimlerin temel özellikleri gerekse de propaganda faaliyetlerinin yukarıda bahsi geçen amaçları gözönüne alındığında söz konusu düzenlemelerin genel anlamıyla siyasi partiler ve adaylara yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
54. Kanun'da yer alan propagandaya ilişkin düzenlemeler propaganda serbestliği ve propaganda yasakları olarak ikiye ayrılabilir. Seçime katılan siyasi parti ve adayların Kanun'un öngördüğü araçlarla ve öngördüğü sürelerde seçmenlere kendilerini tanıtma hakkına propaganda serbestliği denilmektedir. Bunun yanında 298 sayılı Kanun'da propaganda faaliyetlerine ilişkin yasaklar da bulunmaktadır. Propaganda yasaklarının amacı seçim sürecinde gerçekleştirilen propaganda faaliyetlerinin adil ve eşitlikçi bir ortamda yürütülmesini sağlamaktır.
55. Seçim propagandasının hangi zaman diliminde ve nerelerde yapılacağı 298 sayılı Kanun'un 49. maddesinde düzenlenmiştir. Seçim sürecinde iki tür propaganda faaliyeti söz konusudur. İlki seçim başlangıç tarihinden oy verme gününden önceki gün saat 18.00’e kadar olan genel propaganda faaliyetlerini, ikincisi ise oy verme gününden önceki onuncu günün sabahından oy verme gününden önceki gün saat 18.00'e kadar olan özel propaganda faaliyetlerini oluşturmaktadır. Seçimlerin niteliğine göre seçim başlangıç tarihleri değişiklik göstermektedir. Genel propaganda faaliyetleri için öngörülen başlangıç zamanı da seçimlerin başlangıç zamanıyla aynıdır. Görüldüğü üzere her iki propagandanın başlangıç zamanları farklı olmasına karşın bitiş zamanları aynıdır.
56. Seçim başlangıç tarihleri ile özel propaganda faaliyetlerinin başlangıç tarihi farklı zaman dilimlerini ifade etmektedir. Bu anlamda seçim başlangıç tarihinin ilanıyla başlayan genel propaganda faaliyetleri ile seçim gününden on gün önce başlayan özel propaganda faaliyetlerine ilişkin tarihlerin farklı olması, farklı zaman dilimlerinde gerçekleştirilecek propaganda faaliyetlerine farklı kanunların uygulanması sonucunu doğurmaktadır. Şöyle ki seçimin başlangıç tarihinden seçimden önceki onuncu güne kadar olan süreçteki genel propaganda faaliyetlerine 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu hükümleri uygulanacakken seçimden önceki onuncu günün sabahından başlayan ve seçimden önceki gün saat 18.00'e kadar gerçekleştirilen özel propaganda faaliyetlerine 298 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır. Görüleceği üzere başta YSK olmak üzere diğer seçim kurullarının propaganda faaliyetlerine ilişkin denetim yetkisi, 298 sayılı Kanun’un 49. maddesinde öngörülen ve seçim gününden önceki onuncu günün sabahı ile seçim gününden önceki gün saat 18.00’e kadarki zaman dilimi ile sınırlıdır. Diğer hâllerde ise genel hükümler çerçevesinde bir uygulama yapılacaktır.
57. Yargıtay bu konuda verdiği kararlarda propaganda süresi hakkında değerlendirme yapmıştır (bkz. §§ 28, 29). Söz konusu kararlarda yüksek mahkeme; seçim yasaklarının seçim gününden on gün önce başladığını ve seçim gününden önceki on gün içinde gerçekleştirilmeyen propaganda eylemlerinin 298 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir.
58. 298 sayılı Kanun'da seçimlerin anayasal ve yasal esaslar çerçevesinde doğru, dürüst ve düzen içinde gerçekleştirilmesini sağlamaya yönelik birtakım adli ve idari müeyyideler öngörülmüştür. Kanun koyucu, seçimlerin başlangıç tarihinden sona ermesine kadarki süreci içine alan dönemde seçim kurullarının başkan ve üyelerinin, seçim yönetim faaliyetlerinde görev alan kişilerin, seçim aktörlerinin ve seçim aktörleri dışında yer alanların Kanun’un uygulama alanına müdahale teşkil eden fiil ve eylemlerini, kanun koyucunun belirlediği suç tanımına uyması durumunda cezalandırarak bozulan kamu düzenini yeniden sağlamaya çalışmaktadır. Bu kapsamda Kanun'un 133. ve devamı maddelerinde seçim suçları ve cezaları, 156. maddesinde ise sair propaganda kabahati düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre Kanun'da ayrıca ceza hükmüne bağlanmayan ve Kanun hükümlerine aykırı olan sair propagandaların failleri hakkında 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin birinci fıkrası uygulama alanı bulacaktır. Bu hükümle, kanun koyucunun sair propaganda eylemlerini suç olarak değil kabahat olarak düzenlediği görülmektedir.
59. Bu açıklamalara ek olarak somut olay özelinde sorunun çözümü için 16/4/2017 tarihli halk oylamasına ilişkin YSK kararları da önem taşımaktadır (bkz. § 12). YSK'nın 2017/109 sayılı kararında açık yerlerde propaganda başlığı altında "Oy verme gününden önceki yedinci gün olan 9 Nisan 2017 Pazar günü sabahından, oy verme gününden önceki 15 Nisan 2017 Cumartesi günü saat 18.00’e kadar olan propaganda süresinde, denetim ve gözetim yetkisinin ilçe seçim kurullarında, diğer zamanlarda ise, yetkinin mahallin en büyük mülki amirinde olduğuna" şeklinde bir düzenleme mevcut olup bu düzenlemenin de yukarıda anlatıldığı şekilde genel hükümler ile 298 sayılı Kanun (ve somut olay özelinde 3376 sayılı Kanun) hükümlerinin uygulanması bağlamında destekleyici bir düzenleme olduğu görülmektedir.
60. Somut olayda, başvurucular hakkında uygulanan idari yaptırım kararında yalnızca kolluk tutanaklarında yer aldığı şekliyle olaya değinilmiş ve ardından başvurucuların eyleminin 298 sayılı Kanun'un 156. maddesi kapsamında kaldığı belirtilerek haklarında idari para cezası uygulanmıştır. İtirazları inceleyen hâkimlik kararları incelendiğinde yine aynı şekilde salt eylemden ve ilgili kanun maddelerinden bahsedilerek verilen idari yaptırım kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir.
61. Başsavcılık ve derece mahkemesinin gerekçeleri gözönüne alındığında söz konusu basın açıklamasının en baştan sair propaganda olduğu temelinden hareket edildiği ve eylemin salt 298 sayılı Kanun ve 3376 sayılı Kanun'da belirlenen süre içinde yapılmaması nedeniyle başvuruculara idari yaptırım uygulandığı anlaşılmıştır. Nitekim söz konusu basın açıklaması halk oylamasından on bir gün önce yapılmış, Başsavcılık ve derece mahkemesince bu durum propaganda serbestliğine aykırılık olarak değerlendirilmiştir. Hâlbuki yukarıda da açıklandığı üzere 298 sayılı Kanun'da belirlenen on günlük süre özel propaganda faaliyetlerine ilişkin olup yalnızca söz konusu süre içinde yapılan faaliyetler seçimlerin yönetim ve denetimine dâhil, 298 sayılı Kanun hükümlerine tabidir. Genel propaganda dönemi içinde yapılan faaliyetler ise seçim mevzuatı kapsamında olmayıp 2911 sayılı Kanun'a tabidir. Somut olayda Başsavcılık ve derece mahkemelerince kanunun uygulanmasında hataya düşülerek açıkça kanun kapsamına girmeyen bir eylem nedeniyle başvurucular idari para cezasıyla cezalandırılmıştır. Üstelik sırf on günlük süre dışında yapılan propagandalara ilişkin olarak da müdahaleye cevaz verecek kanuni bir düzenlemeyi ne Başsavcılık ne de derece mahkemeleri gösterebilmiştir. 298 sayılı Kanun'un 49. ve devamı maddeleri ile 156. maddesinde düzenlenen kabahatin somut olayda gerçekleşen basın açıklamasını kapsamadığının açık olduğu, derece mahkemelerinin söz konusu basın açıklamasını bu madde kapsamında değerlendirmesinin Kanun'un amacıyla çelişen bir yorum olduğu açıktır. Ortaya çıkan bu sonuç Anayasa'nın 38. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
62. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların 298 sayılı Kanun'da kabahat olarak öngörülmemiş olan fiilleri nedeniyle kamu makamlarınca yoruma dayalı olarak idari para cezası ile cezalandırılmalarının Anayasa'nın 38. maddesinde düzenlenen suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
b. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Müdahalenin Varlığı
63. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 53; sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 48). Bu sebeple başvurucuların katıldıkları basın açıklamasına kolluk kuvvetleri herhangi bir müdahalede bulunmamış olsa bile başvurucuların daha sonra idari para cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir (Dursun Soydan ve diğerleri, B. No: 2015/2948, 14/11/2018, § 39).
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
64. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
65. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvurulara uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir. Somut başvurularda öncelikle müdahalenin kanunlar tarafından öngörülme ölçütünü karşılayıp karşılamadığı ele alınacaktır.
66. Hak ya da özgürlüklere bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığıdır. Anayasa’nın 34. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin kanunilik şartını sağladığının kabul edilebilmesi için müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (kanunilik şartına başka bağlamlarda dikkat çeken kararlar için bkz. Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 82; Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 36; Hayriye Özdemir, B. No: 2013/3434, 25/6/2015, §§ 56-61; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. [GK], B. No: 2014/19270, 11/7/2019, § 35).
67. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında kanunilik ölçütü ilk olarak şeklî bir kanunun varlığını gerekli kılar. Bir yasama işlemi olarak kanun TBMM iradesinin ürünüdür ve TBMM tarafından Anayasa’da öngörülen kanun yapma usullerine uyularak yapılan işlemlerdir. Bu anlayış temel hak ve özgürlükler alanında önemli bir güvence sağlar (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 54; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş., § 36).
68. Diğer yandan yukarıda açıklandığı üzere kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin keyfî ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi, kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda kamu otoritesini temsil eden yargı erklerinin bu ilkeye saygılı hareket etmeleri, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organının da kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir (Karlis A.Ş., § 33; Cem Burak Karataş, § 96).
69. Somut olayda başvurucular 5/4/2017 tarihinde "Başkanlığa Hayır" konulu basın açıklamasına katılmış ve akabinde haklarında idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucular hakkındaki idari para cezası 298 sayılı Kanun'un 156. maddesine göre tesis edilmiştir. Bu kapsamda somut olayda 298 sayılı Kanun'da öngörülen propaganda serbestliğine ilişkin süreye dayanılarak gerçekleştirilen müdahalenin kanunilik şartını karşılayıp karşılamadığı değerlendirilmelidir.
70. Yukarıda detaylı açıklandığı üzere (bkz. §§ 50, 59) seçim hukukunun temel düzenlemeleri 298 sayılı Kanun'da yer almakta olup bu düzenlemelerin amacı seçimlerin başlamasından bitimine kadar seçimin düzen içinde yönetimini sağlamaktır. Seçim propaganda sürecinin esasları 298 sayılı Kanun’un 49. ve 66. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Söz konusu düzenlemeler genel anlamıyla siyasi partiler ve adaylara yöneliktir. Seçim başlangıç tarihinden seçim gününden önceki gün saat 18.00'e kadar olan genel propaganda faaliyetleri ile oy verme gününden önceki onuncu günün sabahından oy verme gününden önceki gün saat 18.00'e kadar olan sürede yapılan özel propaganda faaliyetleri birbirinden ayrı hükümlere tabidir. Kanunda belirtilen on günlük süre de özel propaganda faaliyetleri için geçerlidir. Seçimin başlangıç tarihinden seçimden önceki onuncu güne kadar olan süreçteki genel propaganda faaliyetlerine 2911 sayılı Kanun hükümleri uygulanacakken seçimden önceki onuncu günün sabahından başlayan ve seçimden önceki gün saat 18.00'e kadar gerçekleştirilen özel propaganda faaliyetlerine 298 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır.
71. Bu kapsamda somut olayda başvurucular tarafından seçimlerden on bir gün önce gerçekleştirilen bir basın açıklamasına 298 sayılı Kanun'a dayanılarak müdahale edildiği anlaşılmıştır. Oysaki özel propaganda faaliyetleri için öngörülen düzenlemeye dayanan müdahalenin toplantı hakkı yönünden kanuni bir dayanağının bulunduğundan söz edilemez. Bu kapsamda suç ve cezaların kanuniliği ilkesi başlığı altında yapılan değerlendirmelerden ayrılmayı gerektirir bir yön bulunmamaktadır. Sonuç olarak başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin kanunla öngörülmediği kanaatine ulaşılmıştır.
72. Başvuruya konu müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşıldığından söz konusu müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
73. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
74. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
75. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesi ile manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
76. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
77. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
78. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
79. İncelenen başvurularda suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte mahkemeler de ihlali giderememiştir.
80. Bu durumda suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili hâkimliklere gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
81. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harcın başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine, 4.500 TL vekâlet ücretinin ise başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 1. Sulh Ceza Hâkimliği (2017/4818 D. İş sayılı dosyası) ve Antalya 3. Sulh Ceza Hâkimliğine (2027/5389 D. İş sayılı dosyası) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 294,70 TL harcın başvuruculara AYRI AYRI ÖDENMESİNE, 4.500 TL vekâlet ücretinin ise başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/12/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
|
ADNAN VURAL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2017/36237) |
|
Karar Tarihi: 10/3/2022 |
R.G. Tarih ve Sayı: 15/9/2022-31954 |
|
GENEL KURUL |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Başkanvekili |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Hicabi DURSUN |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
İrfan FİDAN |
|
|
Kenan YAŞAR |
Raportör |
: |
Ceren Sedef EREN |
Başvurucular |
: |
Adnan VURAL ve diğerleri (Ekli tablo) |
Vekili |
: |
Ekli tablo |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, olağanüstü hâl döneminde kamu makamlarının toplantı ve gösterilere ilişkin kararlarına uymayarak çeşitli toplantılara katılan başvurucular hakkında emre aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle ekli tabloda yer verilen bireysel başvuru dosyalarının birleştirilmesine karar verilmiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Veli Saçılık, Adnan Vural, Aslıhan Han Özden ve Ömer Faruk Kök Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
4. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Teşebbüsü Nedeniyle Olağanüstü Hâl İlanı
5. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Millî Güvenlik Kurulu, darbe teşebbüsünün savuşturulmasından hemen sonra 20/7/2016 tarihinde yaptığı toplantıda "demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla" Hükûmete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunmayı kararlaştırmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12, 47).
6. Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20/7/2016 tarihinde, 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00'den itibaren ülke genelinde doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin karar, aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanmıştır. TBMM Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında Hükûmet adına söz alan Adalet Bakanı, olağanüstü hâl ilan edilme nedenini şu sözlerle ifade etmiştir:
"...darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi, bundan sonra da demokrasimiz ve hukuk devletimiz, milletimiz, millî irade ve ülkemiz için tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması, bir daha hiçbir şekilde darbe teşebbüsünün tekrarlanmaması ve bu konuda bu amaçla alınması gereken tedbirlerin hızlı ve kararlı bir biçimde alınıp hayata geçirilmesini sağlamak maksadıyla olağanüstü hâl ilan edilmesi yönündeki görüş ... Bakanlar Kuruluna ilet[il]miştir. Cumhurbaşkanımızın başkanlığında Anayasa gereği toplanan Bakanlar Kurulumuz, bu görüş doğrultusunda Türkiye'de üç ay süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir ... Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini korumak, temel hak ve hürriyetleri korumak, genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarını önlemek, başarısız kılınan darbe teşebbüsünün tekrarı ile bundan sonra Türkiye'de darbe teşebbüslerine teşebbüs edilebilmesinin önüne geçmek, halkımıza en büyük kötülüğü yapan, kamu düzenimizi bozan, ekonomimize zarar veren, demokrasimizi, hukuk devletimizi, millî irademizin tecelligâhı Meclisimizi ve seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Hükûmetimizi darbe teşebbüsüyle yok etmeye çalışan, devletimizi âdeta bir kanser hücresi gibi sarmış bulunan bu Fetullahçı terör örgütüyle ve bu örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, Emniyet ve üniversitelerimiz başta olmak üzere, kamu içindeki bütün uzantılarının kamudan temizlenmesi ve demokrasimizin, devletimizin, milletimizin, hukuk devletimizin emniyeti bakımından tam emniyetli hâle getirilmesi ve bunların ülkemiz için, demokrasimiz ve hukuk devletimiz için bir daha tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması maksadıyla bu karar alınmıştır."(Aydın Yavuz ve diğerleri, § 48).
7. Diğer taraftan darbe teşebbüsünün ülkemizin birçok terör örgütünün açık hedefi olduğu ve neredeyse her gün bir terör saldırısının yapıldığı veya engellendiği bir dönemde gerçekleştirilmesi, demokrasi ve hukuk devletinin devamı yönünden oluşturulan tehlikenin ağırlığını daha da artırmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 214). Darbe teşebbüsünden önceki ve sonraki yaklaşık bir yıllık süreçlerde, ülkemizin doğu ve güneydoğusu ağırlıklı olmak üzere İstanbul, Ankara ve İzmir de dâhil birçok ilde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) dışındaki terör örgütleri tarafından terör saldırıları gerçekleştirilmiş, güvenlik güçlerinin yanında birçok sivil yaralanmış ya da hayatını kaybetmiştir (detaylı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 40-46).
8. Olağanüstü hâl ilanından hemen sonra, 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin genel gerekçesinde "Anayasal düzenin, milli iradenin, hukuk devletinin, demokrasinin ve temel hak ve hürriyetlerin korunması, ülkemizde yaşanan bu son darbe teşebbüsünün tamamen sonlandırılması ve buna benzer bir müdahale girişiminin yeniden yaşanmaması"nın yanı sıra "terörle mücadelenin daha etkin bir şekilde sürdürülebilmesi için" olağanüstü hâl süresince birtakım ivedi tedbirlerin alınmasının zorunlu hâle geldiği belirtilmiştir. Anılan Kararname'nin 1. maddesinde de olağanüstü hâl ilanının amacı, "olağanüstü hal kapsamında, darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler ile bunlara ilişkin usul ve esasları belirlemek" olarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla olağanüstü hâlin ilanına sebebiyet veren olay temelde 15 Temmuz darbe teşebbüsü olmakla birlikte ülkenin maruz kaldığı terör saldırılarının da bu hususta etkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye tarafından Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne sunulan derogasyon beyanlarında, darbe teşebbüsünün yanı sıra diğer terör saldırılarına da atıfta bulunulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 227).
9. Yapılan terör saldırıları dikkate alındığında Türkiye'deki terörizm tehdidinin ülkenin belirli bir bölgesi ile sınırlı olmadığı, nüfusun tümünü, üstelik de şiddetli bir şekilde etkiler boyutta ve sıklıkta olduğu anlaşılmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 228).
10. Yukarıdaki bilgiler ışığında olağanüstü hâl döneminde uygulanan tedbirlerin genel olarak 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY ve ayrıca terörden kaynaklanan tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmesine yönelik olduğu görülmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 229).
11. Olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 5/10/2016, 3/1/2017, 17/4/2017, 17/7/2017, 17/10/2017, 18/1/2018 ve 18/4/2018 tarihlerinde alınan kararlarla üçer ay daha uzatılmış ve 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Olağanüstü hâl süresince çıkarılan otuz dört olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle (OHAL KHK) olağanüstü hâlin sona erdiği dönemde toplam 125.806 kişi kamu görevinden çıkarılmıştır. Bu bakımdan Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları bünyesindeki askerî personelle birlikte Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan polisler de ilk sırada yer almıştır. Olağanüstü hâl süresince görevden çıkarmalarla birlikte kamu görevlisi alımları yapılmaya devam edilmiştir.
B. Başvuru Konusuna İlişkin Olaylar
12. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
13. Başvurucular Veli Saçılık, Mahmut Konuk, Ömer Faruk Kök, Adnan Vural ve Aslıhan Han Özden başvuru konusu toplantılara katıldıkları tarihlerde OHAL KHK'larıyla kamu görevinden çıkarılmış durumdadır. Başvurucu Simge Aksan ve Mustafa Aydın Keçeli başvuru konusu toplantılara katıldıkları tarihlerde üniversite öğrencisidir. Başvurucu Murat Çeşme başvuru konusu toplantılara katıldığı tarihlerde kamu görevlisi olarak, başvurucu Mustafa Anil ise işçi olarak çalışmakta; başvurucu Öztürk Türkdoğan ise avukatlık yapmaktadır. Son olarak başvurucu Perihan Pulat başvuru konusu toplantılara katıldığı tarihlerde emekli olduğunu ifade etmiş, başvurucu Aslı Saraç ise bu konuda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.
14. Görevinden çıkarılması nedeniyle açlık grevine başlayan eski akademisyen N.G. tarafından 2016 yılı Kasım ayında Ankara'nın Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde başlatılan ve Konur Sokak'ın Yüksel Caddesi'yle kesiştiği bölgede uzunca bir süre devam ettiği anlaşılan protesto gösterileri yaşanmıştır. Başvurucular, kendilerinin kamu görevinden çıkarılmalarını ya da genel olarak yaşanan görevden çıkarmaları ve OHAL dönemi uygulamalarını protesto etmek veya görevlerinden çıkarılmaları nedeniyle açlık grevine başlayan eski öğretmen S.Ö. ve eski akademisyen N.G.ye destek vermek amaçlarıyla çeşitli tarihlerde söz konusu toplantılara katılmıştır.
15. Başvurucu Mahmut Konuk anılan toplantılar dışında ayrıca çeşitli tarihlerde, kamu görevinden çıkarılmadan önce çalıştığı Çankaya Toplum Sağlığı Merkezi önünde ve bir gün de Altındağ Defterdarlığı Muhasebe Müdürlüğü önünde kendisinin görevden çıkarılmasını protesto etmek amacıyla yapılan toplantılara katılmıştır. Başvurucular Ömer Faruk Kök ve Murat Çeşme ise söz konusu toplantılar dışında ayrıca, öğretmen olan arkadaşlarının görevden çıkarılmasını protesto etmek amacıyla arkadaşlarının eskiden görev yaptığı Ankara'nın Altındağ ilçesinde bir ortaokul önündeki toplantıya katılmıştır.
16. 2016 yılının sonundan başlayarak 2018 yılının ortalarına kadar uzanan bir süreçte, çeşitli tarihlerde söz konusu toplantılara katılmaları nedeniyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca başvurucular hakkında emre aykırı davranışta bulunmaktan idari para cezalarına hükmedilmiştir.
17. Bu kapsamda başvurucu Veli Saçılık hakkında elli altı, başvurucu Mahmut Konuk hakkında yirmi sekiz, başvurucu Ömer Faruk Kök hakkında beş, başvurucu Murat Çeşme hakkında iki, başvurucu Aslı Saraç hakkında altı, başvurucu Perihan Pulat hakkında yirmi beş, başvurucu Öztürk Türkdoğan hakkında bir, başvurucu Simge Aksan hakkında otuz altı, başvurucu Adnan Vural hakkında dört, başvurucu Aslıhan Han Özden hakkında bir, başvurucu Mustafa Anil hakkında altı ve başvurucu Mustafa Aydın Keçeli hakkında ise on dört idari para cezasına hükmedilmiştir. İdari para cezalarının miktarı 2016 yılı için 219,60 TL, 2017 yılı için 227 TL ve 2018 yılı için 259 TL'dir. Başvurucular hakkında hükmedilen idari para cezaları, olağanüstü hâlin devam ettiği süreç içinde verilmiştir.
18. Başvurucuların5326 sayılı Kanun'un 32. maddesi uyarınca aykırı davrandıkları kabul edilen emir, Ankara Valiliğinin çeşitli tarihlerdeki izne bağlama ve yasaklama kararlarıdır. Ankara Valiliğinin 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı dışındaki tüm kararları aynı gün ya da birkaç gün sonra Valiliğin internet sitesinden duyurulmuştur. Ankara Valiliği, 30/8/2017 tarihli kararının ise Medya-Protokol ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğüne gönderildiğini fakat kamuoyuna ilanının yapılıp yapılmadığına dair bir bilginin bulunmadığını belirtmiştir.
19. Ankara Valiliğinin ilgili kararları şu şekildedir:
"17/10/2016 tarihli
Valiliğimize ulaşan istihbarı bilgilere göre, yasadışı terör örgütlerinin ilimizde eylem arayışı içinde oldukları ve bazı hazırlıklar yaptıkları tespit edilmiştir. Özellikle insanların toplu olarak bulundukları açık ve kapalı alanlarda toplantı, gösteri yürüyüşleri ve benzeri faaliyetlerde eylem yapılmak istendiği tahmin edilmektedir.
Bu nedenle, can ve mal güvenliğinin sağlanması, kamu düzeni ve esenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla Ankara il sınırları içinde;
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamında yol, meydan, cadde, sokak, park gibi umuma açık alanlarda yapılacak her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşleri ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununun Ek 1 inci maddesi kapsamında umuma açık alanlarda düzenlenecek oyun, temsil, açıklama ve çeşitli şekillerdeki gösteriler 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 11 inci maddesinin verdiği yetkiye istinaden 17 Ekim 2016 tarihinden başlamak üzere 30.11.2016 tarihine kadar yasaklanmıştır.
Kamu kurum ve kuruluşlarının umuma açık alanlarda yapacağı etkinlikler, Valilik iznine tabidir.
Yukarıda belirtilen emir ve yasaklamalara uyulmaması halinde, ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde adli ve idari işlem yapılacaktır.
24/5/2017 tarihli
Ankara’da bulunan bazı cadde ve sokaklarda güneşin batmasından sonra gece geç saatlerde ateş yakarak, şarkı-türkü ve marş söyleyerek eylem yapıldığı görülmektedir. Bu durum vatandaşlarımızı tedirgin etmekte, kamu düzeni ve güvenliğini bozmakta, terör örgütlerinin eylem yapan topluluklara yönelik bombalı saldırı yapma riskini artırmakta ve güvenlik güçlerinin bu olaylara müdahalesini zorlaştırmaktadır. Bu sebeple;
Ankara İli genelinde bulunan cadde ve sokaklarda güneşin batımından sonra ateş yakmak suretiyle eylem yapılması, yüksek sesle çevreyi rahatsız edici şekilde şarkı, türkü, marş vb. sloganlar atmak suretiyle toplantı, basın açıklaması vb. her ne suretle olursa olsun eylem yapılması, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesi, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri kapsamında yasaklanmıştır.
Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ile 28. maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m ile 25/b maddeleri, 5442 Sayılı İl İdare Kanunu’nun 11/C ile 66. madde hükümleri, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.
3/7/2017 tarihli
Toplumsal güvenliği tehlikeye düşüren ve terör örgütleri (DEAŞ-PKK/KCK) tarafından bu türden toplantılara yönelik eylem istihbaratının yapılması da göz önüne alındığında ekli krokide (Çankaya ilçesi Atatürk Bulvarı Kızılay Kavşak’tan Ziya Gökalp Caddesi Mithatpaşa Caddesi kesişimi arasında kalan güzergah, Ziya Gökalp Caddesi Mithatpaşa Caddesi kesişiminden Mithatpaşa Caddesi Meşrutiyet Caddesi arasında kalan güzergah, Meşrutiyet Caddesi Mithatpaşa kesişiminden Meşturiyet Caddesi Atatürk Bulvarı kesişimi arasında kalan güzergah ile Meşrutiyet Caddesi Atatürk Bulvarı kesişiminden Atatürk Bulvarı Kızılay Kavşak arasında kalan [Yüksel Caddesi, Selanik Caddesi, Bayındır 2 Sokak, Konur Sokak, Ihlamur Sokak, Karanfil Sokak, Hatay Sokak] ve bağlayan yol üzerinde bulunan yerler) gösterilen tüm cadde ve sokaklar ile bağlayan yollar üzerinde ve çevresinde; geceli/gündüzlü (24 saat esasına göre) yüksek sesle çevreyi rahatsız edici şekilde şarkı, türkü, marş, vb. sloganlar atmak suretiyle toplantı, basın açıklaması vb. her ne suretle olursa olsun eylem yapılması 2911 sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 17. Maddesi, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/C maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Kanunu'nun 11/m maddesi hükümleri kapsamında yasaklanmıştır.
31/7/2017 tarihli
OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen, işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö. ye destek vermek ve tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla, 24 saat esasına göre ilimiz muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi, oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır.
Bu tür eylemlerin, mevsim şartları da göz önünde bulundurulduğunda hava sıcaklığından dolayı vatandaşların parkları yoğun olarak tercih etmesinden dolayı çevreye rahatsızlık verebileceği, DEAŞ terör örgütü ve benzeri örgütlerin, katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapabileceği, böylelikle kamu güvenliğini tehlikeye düşürebileceği değerlendirilmektedir.
Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda, 2017 Ağustos ayı boyunca açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser ve bu gibi toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet kamu esenliğinin sağlanması amacıyla, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır.
Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında, fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ile 28. maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/c ile 66. madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.
30/8/2017 tarihli
OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen ve işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö. ye destek vermek ve tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla, 24 saat esasına göre ilimiz muhtelif yerlerinde/ parklarında açlık grevi/ oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır.
Bu tür eylemlerin, mevsim şartları da göz önünde bulundurulduğunda hava sıcaklığından dolayı vatandaşların parkları yoğun olarak tercih etmesinden dolayı çevreye rahatsızlık verebileceği, DEAŞ terör örgütü ve benzeri örgütlerin, katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapabileceği, böylelikle kamu güvenliğini tehlikeye düşürebileceği değerlendirilmektedir. Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda, Eylül 2017 ayı boyunca açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser ve bu gibi toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet kamu esenliğinin sağlanması amacıyla, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır.
Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında, fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ile 28. maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66. madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.
29/9/2017 tarihli
OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen, işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö. ye destek vermek, tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla 24 saat esasına göre ilimizin muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi veya oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır.
Bu tür eylemlerin, vatandaşların parkları yoğun olarak tercih etmeleri nedeniyle çevreye rahatsızlık verebileceği; DEAŞ terör örgütü vb. örgütlerin katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapabileceği, böylelikle kamu güvenliğini tehlikeye düşürebileceği değerlendirilmektedir. Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda 2017 Ekim ayı boyunca açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser vb. toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl idaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet, kamu esenliğinin sağlanması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır.
Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ile 28. maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66. madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.
30/10/2017 tarihli
OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen, işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu N. G. ve S. Ö.’ye destek vermek, tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla 24 saat esasına göre ilimizin muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi veya oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır.
Bu tür eylemlerin, vatandaşların istirahat ve dinlenme amacıyla kullanılan parkları yoğun olarak tercih etmeleri nedeniyle çevreye rahatsızlık verebileceği; terör örgütleri tarafından, katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapılabileceği ve böylelikle kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının tehlikeye düşebileceği değerlendirilmektedir.
Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda 1 Kasım 2017 tarihinden itibaren üç (3) ay süreyle açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser vb. toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl idaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet, kamu esenliğinin sağlanması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır.
Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ile 28. maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66. madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.
21/1/2018 tarihli
...
... Ankara'nın muhtelif yerlerinde birtakım eylem ve etkinlikler yapılacağı yönünde paylaşımlarla toplanma çağrısında bulunulduğuna dair istihbarî bilgiler elde edilmiştir.
Bu tür eylemlerin, umuma açık alanları, meydanları, yolları, parkları ve diğer dinlenme mekânlarını kullanan vatandaşlarımız ile eylemi gerçekleştiren şahıslar arasında, istenmeyen olayların yaşanmasına yol açabileceği; bu eylemler sırasında, terör örgütlerinin katılımcılar ve vatandaşlarımıza yönelik olarak bombalı eylemler yapabileceği yönünde istihbari duyumlar alınmaktadır.
Bu sebeple, 21 Ocak 2018 tarihinden itibaren, ... Operasyonunun devam ettiği sürece park, bahçe, genel yollar, kamu binalarının önleri ve umuma açık alanlarda düzenlenecek açık ve kapalı yer toplantıları, basın açıklamaları, açlık grevi, oturma eylemi, konser, şenlik, şölen ve benzeri eylem ve etkinlikler; kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması, temel hak ve özgürlükler ile can ve mal emniyetinin sağlanması amacıyla, 2911 sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17’nci maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda Valiliğimizden izin alınarak yapılacaktır.
Yukarıda belirtilen düzenlemelere uymayanlar hakkında, fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17’nci ile 28’nci maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66’ncı madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır."
20. Başvurucular hakkında uygulanan idari para cezalarının dayanağı olmamakla birlikte Ankara Valiliğinin 10/1/2017 tarihinde de genel bir yasaklama kararı verdiği görülmektedir. Anılan karar şu şekildedir:
"Valiliğimize ulaşan istihbarı bilgilere göre, yasadışı terör örgütlerinin ilimizde eylem arayışı içinde oldukları ve bu amaçla hazırlık yaptıkları tespit edilmiştir. Özellikle insanların toplu olarak bulunduğu açık ve kapalı alanlarda yapılan toplantı, gösteri yürüyüşü ve benzeri faaliyetlerde eylem yapılmak istendiği tahmin edilmektedir.
Bu nedenle, can ve mal güvenliğinin sağlanması, kamu düzeninin ve esenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla Ankara il sınırları içinde;
1. 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamında yol, meydan, cadde, sokak, park gibi umuma açık alanlarda yapılacak her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşleri,
2. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununun Ek 1 inci maddesi kapsamında umuma açık alanlarda düzenlenecek oyun, temsil, açıklama ve çeşitli şekillerdeki gösteriler ile basın açıklamaları,
3. Kamusal alanlarda stant açılması,
2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 11 inci maddesinin verdiği yetkiye istinaden 30 gün süre ile yasaklanmıştır. "
21. Başvurucular, haklarında uygulanan idari para cezalarına itiraz etmiştir. Başvurucuların itirazları ilgili Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiş ve bu kararlar başvuruculara tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
22. 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince olağanüstü hal ilanında; genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla 9 uncu maddede öngörülen tedbirlere ek olarak aşağıdaki tedbirler de alınabilir:
...
m) Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak
..."
23. 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin (C) bendinin ilgili kısmı şöyledir:
"İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır.
Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir."
24. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 17. maddesi şöyledir:
"Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir."
25. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir.
Bu madde, ancak ilgili kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde uygulanabilir."
26. 5442 sayılı Kanun'un 66. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır..."
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık ((k.k.), B. No: 8440/78, 16/6/1980) kararında, idarenin toplantı ve gösteri yürüyüşlerini genel olarak yasaklamasıyla ilgili değerlendirmelerde bulunmuştur. Anılan kararda, bir süredir National Front isimli aşırı sağcı bir siyasi parti önderliğinde gerçekleştirilen eylemler ile karşıt görüşteki eylemler nedeniyle şiddetli çatışmaların yaşandığı Londra'da emniyet müdürü tarafından verilen yasaklama kararı incelenmiştir. Söz konusu karar uyarınca Londra'nın tamamında iki ay boyunca, geleneksel olarak düzenlenen dinî, eğitim amaçlı, festival ya da törensel niteliktekiler hariç olmak üzere tüm yürüyüşler yasaklanmıştır (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 141).
28. Başvurucu Christians Against Racism and Fascism isimli topluluk, birkaç kilisenin ortak girişimiyle düzenlenen bir konferansta bir araya gelmiş ve daha sonra resmî olarak dernek statüsü kazanmıştır. Söz konusu Dernek genel olarak ırkçılık ve faşizme karşı kilisenin tavrını temsil ettiğini belirtmektedir. Bununla birlikte amaçları arasında aşırı sağcı partiler olan National Front ya da National Partynin ayrımcı politika ve eylemlerine karşı ulusal düzeyde harekete geçmeleri için kilise liderlerini teşvik etmek olduğunu da açıkça ilan etmiştir. Başvurucu Dernek anılan yasaklama kararından önce kuruluşunu ve politikalarını kamuoyuna duyurmak amacıyla Londra'da oldukça geniş bir topluluğa ulaşabilecekleri bir yürüyüş organize etmiş ve böyle bir yükümlülük olmamasına rağmen gerekli önlemlerin alınması talebiyle yürüyüş yapacaklarını Londra Emniyetine bildirmiştir. Fakat söz konusu yasaklama kararı uyarınca başvurucu Derneğin planladığı yürüyüş eylemi de iptal edilmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, §§139, 140).
29. Yasaklama kararının öngörüldüğü Kamu Düzeni Kanunu'nun kanunilik koşulunu karşıladığını ve kamu düzeninin korunması meşru amacına yöneldiğini kabul eden AİHM, daha sonra söz konusu kararın demokratik toplum düzeninde gerekli olup olmadığını incelemiştir. Öncelikle ilgili Kanun'da belli bir toplantı ya da yürüyüşün yasaklanmasına izin verilmediği, yalnızca genel olarak toplantıların tamamı ya da -yine spesifik bir eylem belirlenmeden- belli nitelikteki toplantı veya yürüyüşlerin yasaklanabileceğinin öngörüldüğü, ayrıca bu yasaklamanın belirli bir süre uyarınca verilebileceği hususları dikkate alınmıştır. AİHM bu doğrultuda ilgili Kanun'un belli toplantı ya da yürüyüşler yönünden keyfî olarak uygulanmasını önleyebilecek garantileri içerdiğini kabul etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 150).
30. AİHM daha sonra toplantı ve yürüyüşlerin genel olarak yasaklanmasının demokratik bir toplumda gerekli kabul edilebilmesi için ortada kamu düzeni yönünden tehlike teşkil eden ciddi bir durum bulunması ve bu tehlikenin daha az sınırlayıcı önlemlerle giderilmesi imkânı olmaması gerektiğini belirtmiştir. Bu doğrultuda yasaklama kararıyla giderilmeye çalışılan güvenlik kaygısının bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı yönünden yaratılan dezavantaj karşısında ağır basması, ayrıca yaratılan bu dezavantajın gerek yasağın süresi gerek geçerli olduğu yer yönünden yapılabilecek kısıtlamalarla giderilemeyecek olması gerektiğini açıkça ifade etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 150).
31. AİHM son olarak belirlediği söz konusu ilkeleri somut olaya uygulamıştır. İlk olarak ilgili zamanda Londra'daki atmosferin gergin olduğunu kabul eden AİHM, National Front topluluğunun gerçekleştirdiği eylemler ve karşı eylemler nedeniyle polisin etkin müdahalesine rağmen can ve mal zararının engellenemediği durumlar oluştuğunu, anılan topluluğun parlamento seçimlerinden sonra yapmayı planladığı yürüyüşün de başvuru konusu yasak kapsamında kaldığını belirtmiştir. Bu bağlamda gerek parlamento seçimlerinden üç gün sonrasına kadar devam edeceği kabul edilen yasağın süresi gerekse anılan siyasi topluluğun daha önce kabul edilen başka bir yasak kararının yer yönünden kapsamı dışında kalan bir mekânda tekrar kamu düzenini bozan eylemlerde bulunduğu dikkate alındığında başvuru konusu yasağın tüm Londra'yı kapsamasının makul olduğunu kabul etmiştir. AİHM, yasak kararının alındığı tarihte başvurucunun planladığı yürüyüşten haberi olmasına rağmen somut olayda Londra Emniyetinin başvurucu yönünden özel ayarlamalar yapmasını gerektiren ve mümkün kılan bir durum olmadığını, ayrıca bu konuda başvurucu topluluğun açıkça National Front adlı siyasi partisinin ideolojisine ters bir görüşe sahip olduğunun ve bu nedenle yürüyüşlerini gerçekleştirmeleri hâlinde kamu düzeninin bozulabileceğinin de gözönüne alınması gerektiğini ifade etmiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 151).
32. Ortada kamu düzeni yönünden daha az sınırlayıcı uygulamalarla giderilemeyecek bir tehlike olduğunu belirten AİHM daha sonra somut olayda başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden yaratılan dezavantajın orantılı olup olmadığını tartışmıştır. AİHM; başvurucu topluluğun planladığı yürüyüşü yalnızca iki gün sonra yapmasının mümkün olduğunu, bunun dışında planlanan tarihte de Londra dışında söz konusu yürüyüşün gerçekleştirilebileceğini hatta başvurucu topluluğun planlanan tarihte zaten Londra'da yürüyüş şeklinde değil fakat belli bir yerde toplantı biçiminde bir eylem gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda somut olayın koşullarında toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı yönünden oluşan dezavantajı makul biçimde gidermesinin başvurucudan beklenebileceğini kabul eden AİHM, başvuru konusu yasaklama kararının orantısız da olmadığına ve demokratik toplum düzeninde gerekli olduğunun yeterince gösterildiğine karar vermiştir (Christians Against Racism and Fascism/Birleşik Krallık, § 151).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Anayasa Mahkemesinin 10/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
34. Başvuruculardan bir kısmı adli yardım talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun oldukları anlaşılan -adli yardım talebinde bulunan- başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Başvurucu Perihan Pulat Yönünden
35. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun düşmesine karar verilebilir. İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.
36. Bireysel başvuru tarihinden sonra ölen başvurucuların mirasçılarının makul bir süre içinde başvuruyu devam ettirme yönündeki iradelerini Anayasa Mahkemesine bildirmemeleri hâlinde anılan İçtüzük hükümleri uyarınca başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılabilir (İskender Kaya ve diğerleri, B. No: 2014/7674, 23/3/2017, §§18-21). Somut olayda başvurucu Perihan Pulat başvuru tarihinden sonra 1/3/2021 tarihinde ölmüş ancak mirasçıları makul bir süre içinde başvuruyu devam ettirme yönünde iradelerini bildirmemiştir. Anılan başvurucu yönünden başvurunun incelenmesine devam etmeyi gerekli kılan ve İçtüzük'ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen nedenlerden biri de bulunmamaktadır.
37. Açıklanan gerekçelerle başvurucu Perihan Pulat yönünden başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.
C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
38. Başvurucuların tümü, şiddete başvurmadan barışçıl bir şekilde katıldığı toplantılar nedeniyle haklarında idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini iddia etmiştir. Başvurucuların bir kısmı bu nedenle ifade özgürlüklerinin de ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Üye oldukları sendikanın kararı uyarınca başvuru konusu toplantılara katılan başvurucuların bir kısmı, sendikal bir faaliyete katılmaları nedeniyle haklarında idari para cezasına hükmedilmesinin sendika haklarını da ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
40. Bakanlık görüşünde, öncelikle başvuru konusu toplantıların darbe girişimine sebep olan olayların bastırılmaya ve bozulan kamu düzeninin yeniden tesis edilmeye çalışıldığı bir dönemde yapıldığı belirtilmiştir. Bu itibarla millî güvenlik ile kamu düzeni ve esenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması, mal ve can güvenliğinin sağlanması amacıyla toplantı, gösteri yürüyüşleri, konser, stant kurma, bildiri dağıtma, çadır kurma, oturma eylemi gibi eylemlerin olağanüstü hâl süresince yasaklanması hususunun Ankara Valiliği tarafından değerlendirildiğini ifade eden Bakanlık, Ankara Valiliğinin kullandığı takdir yetkisinin usul ve yasaya uygun olup olmadığının yargı kararlarıyla da denetlenerek keyfî uygulamalara karşı güvenceler sağlandığını kabul etmiştir. Sonuç olarak Bakanlık, başvuru konusu müdahalelerin Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal eder nitelikte olmadığına veya adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik içermediğine dair görüşünü bildirmiştir.
41. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında bireysel başvuru formlarındaki iddiaları yinelemiştir.
2. Değerlendirme
42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu bağlamda başvurucuların şiddete başvurmadan katıldıkları toplantılar nedeniyle haklarında hukuka aykırı olarak idari para cezasına hükmedildiği iddialarının bir bütün olarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
43. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
a. Uygulanabilirlik Yönünden
44. Ankara Valiliğinin başvurucular hakkında verilen idari para cezalarının dayanağı olan yasaklama kararları, tüm ülkede olağanüstü hâlin devam ettiği bir süreçte verilmiştir. Söz konusu kararların olağanüstü hâl ilanıyla bağlantılı olarak terör örgütlerinin olası saldırılarını engellemek amacıyla verildiği ve bu nedenle olağanüstü hâlin ortaya çıkardığı tehlikeleri bertaraf etmek amacına yöneldiği görülmektedir. Başvuru konusu yasaklama kararları uyarınca verilen idari para cezaları, süre olarak olağanüstü hâli aşan sonuçlar da doğurmadığından başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edilip edilmediğine dair inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 324).
45. Bu inceleme sırasında öncelikle Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırılık olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; eğitim hakkı bağlamında bkz. Mehmet Ali Eneze, B. No: 2017/35352, 23/5/2018, § 31; aile hayatına saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti bağlamında bkz. Bayram Sivri, B. No: 2017/34955, 3/7/2018, § 47; toplantı hakkı bağlamında bkz. Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4/7/2019, §§ 29-62).
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN, M. Emin KUZ ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu sonuca farklı gerekçeyle katılmışlardır.
b. Kabul Edilebilirlik Yönünden
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
47. Ankara Valiliğinin yasaklama kararlarına aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle başvurucular hakkında idari para cezasına hükmedilmesi, başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına müdahale oluşturmuştur.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
48. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
49. Sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
50. Ankara Valiliğinin ilgili kararları uyarınca yaklaşık iki yıl boyunca enaz birer aylık sürelerle tüm toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklandığı veya izne bağlandığı görülmektedir. Bu durumda söz konusu kararların sürenin on beş günle sınırlandığı 5442 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (C) bendi veya ertelenebileceği sürenin bir ay ile sınırlandırıldığı ve belirli bir toplantının yasaklanabileceğinin öngörüldüğü 2911 sayılı Kanun'un 17. maddesi uyarınca verildiğinin kabulü mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla ilgili yasaklama kararlarının 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (m) bendi uyarınca verildiği anlaşılmıştır.
51. Ankara Valiliğinin 2935 sayılı Kanun uyarınca verdiği yasaklama kararları ile söz konusu yasaklama kararlarına aykırı davranıldığı gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezaları şeklindeki müdahalelerin kanunilik koşulunu karşıladığı değerlendirilmiştir.
(2)Meşru Amaç
52. Başvuru konusu müdahalenin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunması meşru amacına yönelik olarak verildiği değerlendirilmiştir.
(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(a) Genel İlkeler
53. Demokratik bir toplumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının önemi ile bu hakkın sınırlandırılmasının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmasına ilişkin genel ilkeler için Dilan Ögüz Canan (B. No: 2014/20411, 30/11/2017, §§32-34), Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK] (B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115-117), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri ([GK] B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 71-74), Osman Erbil (B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 45-47), Gülşah Öztürk ve diğerleri (B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 66-70; Erdal Karadaş, B. No: 2017/22700, 28/5/2019, §§ 54-58, 60,61) kararlarına bakılabilir.
54. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle düzenin değiştirilmesini savunan kişilere siyasi fikirlerini toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edebilme imkânı sunulmalıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 118; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Dilan Ögüz Canan, § 37; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 54). Eğer toplantı şiddet içeriyorsa veya bu toplantıda şiddete çağrıda bulunuluyorsa toplantının barışçıl olduğu, dolayısıyla Anayasa'nın 34. maddesinin sağladığı korumadan yararlanacağı söylenemez (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 51).
55. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf etmek amacıyla tedbirler alabilir. Bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de ceza verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Bu tedbir ve cezalar barışçıl toplantı hakkına yönelik dolaylı sınırlamalara dönüşmemelidir. Toplantı hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 42; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 76; Erdal Karadaş, § 61).
(b) İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
56. Somut olayda 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü ardından ilan edilen olağanüstü hâl süresince 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (m) bendi uyarınca-3/7/2017 tarihli ve 24/5/2017 tarihli yasaklama kararları dışında Ankara'nın tamamında ve 24/5/2017 tarihli yasaklama kararı dışında 24 saat boyunca-toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak yasaklanmış, 21/1/2018 tarihli karar uyarınca ise izne bağlanmıştır. Anılan Kanun'da toplantıların ertelenmesi, izne bağlanması ya da toplantı için yer ve zaman gösterilmesi gibi daha az sınırlayıcı tedbirlere de yer verilmiş olmasına rağmen idare, takdirini olağanüstü hâl sürecinde uzunca bir süre (2 yıllık olağanüstü hâl sürecinde 8 ayı kesintisiz olmak üzere toplam yaklaşık 11 ay) tüm toplantı ve gösterileri yasaklamaktan yana kullanmıştır.
57. Kamu gücünü kullanan organlar anayasal haklara, somut olayda olduğu gibi tamamen yasaklamak şeklinde bir müdahalede bulunduğunda yasaklama kararıyla giderilmeye çalışılan güvenlik kaygısını ya da diğer bir meşru amacı açıkça ortaya koymalıdır. Valiliklerin ve kamu gücünü kullanan diğer organların yapması gereken, temel haklara müdahale gerekçesi bir tehlikenin varlığına dayanıyorsa somut ve güncel tehlikenin varlığını somut olgulara dayalı olarak göstermektir. Söz konusu somut olgular güvenlik güçlerinin raporlarına dayanabileceği gibi yakın tarihlerde yaşanan, toplum ve devlet hayatı ile bireyler üzerinde olumsuz etkileri açıkça görülen olaylara, söz konusu olaylar nedeniyle kamu düzeninin henüz sağlanamamış olmasına veya bu tehlikenin devam ettiği düşüncesine de dayanabilir.
58. Ülkemizin olağanüstü hâl dışında da birçok farklı terör tehdidi altında bulunduğu bir gerçektir. Keza ülkemiz terör örgütlerinin komşu ülkelerdeki faaliyetlerinden de birincil derecede etkilenmektedir. Tam da bu sebeple somut olgulardan hareket etmeksizin salt ülkemizde terör tehlikesi bulunduğu gerekçesine dayalı olarak temel haklara yapılacak sürekli müdahaleler hakkın özünü ortadan kaldırma tehlikesi barındırır. Üstelik başvuru konusu yasaklama kararlarının çoğunda somut olarak S.Ö. ve N.G.ye destek eyleminden ve bu eylemin yarattığı rahatsızlıktan, bir kısmında ise park ya da bahçe gibi vatandaşların yoğun olarak tercih ettiği bölgelerde yüksek sesle eylem yapılması gibi nedenlerle çevreye rahatsızlık verildiğinden bahsedilirken terör tehdidine soyut olarak yer verilmesi, idarenin takdir yetkisini kullanırken herhangi bir somut terör tehdidine odaklandığı konusunda tereddüt yaratmaktadır.
59. Süresiz olan ya da süresi makul olmayan yasaklama önlemleri, müdahale edilen hakların özüne dokunma hatta o hakkı tamamen ortadan kaldırma tehlikesi yaratır. Başvuru konusu olayda da yaklaşık 11 ay boyunca ortada kamu düzeni yönünden daha az sınırlayıcı uygulamalarla giderilemeyecek bir tehlike olduğu gösterilmeden toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı yönünden oluşturulan dezavantajlı durum devam ettirilmiştir. Bu süreç boyunca başvurucuların katılımları nedeniyle idari para cezasıyla cezalandırıldıkları toplantılarda herhangi bir şiddet olayı yaşanmadığı yani toplantıların barışçıl olmaktan çıkmadığı da vurgulanmalıdır.
60. Bu doğrultuda başvuru konusu olayda, şablon gerekçelerle birbiri ardına alınan yasaklama kararlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını anlamsız ve imkânsız kılacak bir dereceye ulaştırdığı sonucuna varılmıştır.
61. Öte yandan Ankara Valiliğinin 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı ve 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararları yönünden ayrıca bir değerlendirme de yapılmalıdır. Ankara Valiliğinin başvuru konusu diğer yasaklama kararlarının aksine 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı, Valiliğin internet sitesinde yer almamaktadır. Söz konusu kararın alındığı tarihte diğer kararlar gibi Valiliğin internet sitesinden kamuoyuna duyuru yapılıp yapılmadığı konusunda ise Valilik, bir bilgi bulunmadığını belirtmiştir (bkz. § 18). O hâlde Ankara Valiliğinin 30/8/2017 tarihli yasaklama kararını kamuoyuna herhangi bir şekilde duyurmadığı kabul edilmelidir. Bu durumda başvuru konusu diğer yasaklama kararlarının aksine Ankara Valiliğinin kamuoyuna uygun bir biçimde duyurmadığı görülen 30/8/2017 tarihli yasaklama kararına dayanılarak verilen idari para cezalarının bu sebeple de demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğundan söz edilemez. Nitekim belirliliği ve öngörülebilirliği ortadan kaldıran bu durum, idarenin keyfî olarak hareket etmesinin önünü açabilecek niteliktedir.
62. Ankara Valiliğinin 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararında ise başvuru konusu diğer yasaklama kararlarından farklı olarak bir süre belirtilmemiş; kararın geçerlilik süresi, sona ereceği zaman tamamen idarenin takdir yetkisi kapsamında kalan ve bireyler tarafından hiçbir öngörülebilirliği bulunmayan, yurt dışında gerçekleştirilen bir askerî operasyona bağlanmıştır. Kesinlik ve öngörülebilirlikten oldukça uzak böyle bir belirlemenin de idarenin keyfîliğini gündeme getireceği açıktır. Bu nedenle Ankara Valiliğinin geçerli olacağı süre gerçekleştirilen operasyonun sona ermesine bağlanmış olan 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararı uyarınca verilen idari para cezalarının da bu sebeple demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı değerlendirilmiştir.
63. Açıklanan gerekçelerle başvurucular hakkında başvuru konusu yasaklama ve izne bağlama kararları uyarınca verilen idari para cezalarının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı ve Anayasa'nın 13. maddesine aykırılık teşkil ettiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte anılan müdahalelerin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.
d. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden Değerlendirme
64. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu hak yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.
65. Ayrıca anılan hakkın, insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden özellikle Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi'nin 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 15. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile AİHS'e ek protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi somut olayda başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına yapılan müdahalenin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe (olağanüstü dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye) aykırı olduğu da saptanmamıştır.
66. Bu doğrultuda başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği iddiası incelenirken Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca ilgili tedbirin olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olup olmadığı değerlendirilmelidir.
67. 21/7/2016 tarihli olağanüstü hâl kararı esas olarak, yaklaşık bir hafta kadar önce gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün faili olarak değerlendirilen FETÖ'nün tüm unsurlarıyla bertaraf edilmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, emniyet ve üniversiteler başta olmak üzere kamu içindeki bütün uzantılarının temizlenmesi ve bu suretle bir daha darbe teşebbüsünde bulunulması önlenerek hukuk devleti ve demokrasi düzeninin garanti altına alınması amaçlarıyla ilan edilmiştir (bkz. §§ 5,6). Dolayısıyla darbe teşebbüsünden sonra devletin özellikle kamu düzeni ve güvenliğinden başlıca sorumlu kurumlarında söz konusu terör örgütü nedeniyle yaşanan sorunların devleti belli bir süre oldukça kırılgan bir konumda bıraktığı kabul edilmelidir. Nitekim bu süreçte çıkarılan OHAL KHK'larıyla FETÖ ya da diğer terör örgütleriyle iltisaklı bulundukları gerekçesiyle özellikle anılan kurumlarda çalışan birçok kişi kamu görevinden çıkarılmıştır (bkz. § 11).
68. Somut olay bağlamında bu durumun devletin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullananların güvenliği ile yaşanabilecek çatışmaları önleyerek kamu düzenini sağlama şeklindeki yükümlülüğünü olağan hâlde kendisinden beklenen şekilde yerine getirmesini engelleyeceği açıktır. Bunun yanında başvuru konusu kararların tamamında FETÖ dışındaki terör tehditleri de dikkate alınmış ve terör örgütlerinin eylem gerçekleştirebileceğine dair istihbarat alındığı belirtilmiştir. Olağanüstü hâl ilanında FETÖ dışındaki terör tehditlerinin de etkili olduğu ve sonuç olarak darbe teşebbüsüyle oluşturulan genel tehlikeyi ağırlaştırdığından daha önce bahsedilmiştir(bkz. §§ 7-10). Bu bağlamda gerek olağanüstü hâl ilanından önce gerekse sonra diğer terör odaklarınca terör saldırıları gerçekleştirilmiş olması da somut olayda mevcut tehlikenin ağırlığını göstermektedir.
69. Bununla birlikte yukarıdaki bölümde de açıklandığı üzere başvuru konusu yasaklama kararlarında terör tehdidine dair somut hiçbir olgudan hareket edilmediği gibi 31/7/2017 tarihli karardan itibaren tüm yasaklama kararlarında başvurucuların bir kısmının da katılması nedeniyle idari para cezası aldığı, görevlerinden çıkarılmaları nedeniyle açlık grevine başlayan eski öğretmen S.Ö. ve eski akademisyen N.G.ye destek amacıyla, Kızılay Yüksel Caddesi ve çevresinde gerçekleştirilen toplantılara odaklanıldığı, özellikle DHKP/C terör örgütünün bu toplantılara terör saldırısı düzenleyebileceği ve söz konusu toplantılar nedeniyle vatandaşların rahatsız olduğu gerekçelerine dayanıldığı görülmektedir. 24/5/2017 tarihli yasaklama kararında da anılan destek eyleminden açıkça bahsedilmemiş olmakla birlikte ekli krokide toplantıların yasaklandığı yerler dikkate alındığında idarenin yine söz konusu destek eylemine odaklanarak karar verdiği anlaşılmaktadır.
70. Yasaklama kararlarında, park ya da bahçe gibi vatandaşların yoğun olarak tercih ettiği bölgelerde yüksek sesle eylem yapılması gibi nedenlerle çevreye rahatsızlık verildiği şeklinde ifade edilen gerekçenin olağanüstü hâl olmadığı durumlarda da -özellikle somut olay bağlamında başvurucuların toplandıkları alanlar dikkate alındığında- toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı karşısında meşruluğunu ileri sürmek oldukça tartışmalıdır (bkz. § 58). Başvuru konusu olayda da gerekçenin olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğunu kabul etmeye de imkân bulunmamaktadır.
71. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden hemen sonra soruşturmaların yoğun bir şekilde devam ettiği günlerde kamu düzeni yönünden tehlike teşkil eden ciddi bir durum bulunduğu kabul edilmelidir. Çok sayıda kamu görevlisi aleyhine idari veya adli soruşturmaların açıldığı, darbe teşebbüsü ile ortaya çıkan güvenlik açığının devam ettiği ve kamu düzeninin sağlanmasına ilişkin sorunların sıcak bir şekilde hissedildiği belirli ve kısa bir süre başvuru konusu yasağın tüm Ankara'yı kapsamasının makul olduğu da kabul edilebilir. Buna karşın idarenin ilerleyen süreçte başvurucular gibi toplantı hakkını kullanmak isteyen kimseler yönünden o tarihlerde var olan koşulların hassasiyetlerini de gözeterek bazı ayarlamalar yapılmasının mümkün olup olmadığını değerlendirmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte darbe teşebbüsünden üç ay sonra başlayan ve olağanüstü hâl sürecinde neredeyse kesintisiz olarak 11 ay gibi uzun bir süre devam ettirilen yasaklama sürecinde idare ve derece mahkemeleri bu konuda hiçbir değerlendirme yapmamıştır. Dolayısıyla ilk yasaklama kararının verildiği tarihte dahi devletin kamu düzeni ve güvenliği ile kamu hizmetlerinin işleyişi kapsamında oluşan tehlikeleri bir ölçüde bertaraf edebilmesi ve gerekli tedbirleri alabilmesi yönünden makul bir sürenin geçtiği dikkate alındığında Ankara Valiliğinin başvuru konusu kararlarında yer verilen gerekçelerin başvurucuların toplantı hakkına gerçekleştirilen müdahalelerin olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğunu ortaya koyamadığı değerlendirilmiştir.
72. Ankara Valiliği, başvuru konusu yasaklama kararlarıyla bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden, süresi belli olmayan kategorik yasaklama kararlarıyla aynı etkiyi oluşturan bir külfet yaratmış; buna karşın kamu düzeninin karşılaştığı tehlikenin başvurucular yönünden yaratılan külfete baskın geldiğini hiçbir şekilde göstermemiştir. Ayrıca idare, başvuru konusu olayda yarışan değerler arasında adil bir denge kurulabilmesi için daha hafif tedbirler alınmasının yetersiz kalacağını hiçbir şekilde ortaya koymadan ilgili kanunda öngörülen en ağır tedbire başvurmuştur. Bunun yanında başvuru konusu toplantılarda herhangi bir şiddet olayı yaşandığı da tespit edilmemiştir.
73. Son olarak Ankara Valiliğinin 30/8/2017 ve 21/1/2018 tarihli kararları yönünden de olağanüstü hâlin gerekleri kapsamında bir değerlendirme yapılmalıdır. Kamuoyuna ilan edilmeyen 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı ve geçerli olacağı süre bir askerî operasyonunun bitişi olarak belirlenen 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararlarının öngörülebilirliği tamamen ortadan kaldırdığı ve bu nedenle keyfîliğe yol açabileceği yukarıda ifade edilmiştir (bkz.§§ 61,62). Keyfî uygulamalara yol açabilecek bu kararların somut olayda hiçbir şekilde olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olmadığı da vurgulanmalıdır.
74. Tüm bu açıklamalar ışığında Ankara Valiliğinin başvuru konusu kararlarına aykırı hareket ettiklerinden bahisle başvurucular hakkında idari para cezasına hükmedilmesinin olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğundan bahsedilemeyeceği ve bu nedenle Anayasa'nın 15. ve 34.maddelerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
75. Başvurucuların bir kısmı, sulh ceza hâkimliklerine itiraz sürecinde idarenin cevabının kendilerine tebliğ edilmemesi ya da söz konusu cevaplara karşı sundukları beyanların dikkate alınmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini belirtmişlerdir. Başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğine karar verildiğinden adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetlerinin incelenmesine gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.
D. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
76. Başvurucuların bir kısmı söz konusu toplantılar sırasında güvenlik güçlerinin müdahalesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
77. Başvurucuların işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine dair iddialarının -incelemeyi gerektirecek hiçbir açıklama yapmadıkları görüldüğünden- temellendirilmemiş şikâyet niteliğinde bulunduğu gerekçesiyle açıkça dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilmiştir.
E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
78. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
79. Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir .
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Talepte bulunan başvurucuların adli yardım taleplerinin KABULÜNE,
B. Başvurunun Perihan Pulat yönünden başvurucunun ölümü nedeniyle DÜŞMESİNE,
C. 1. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
D. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
E. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere ekli tabloda belirtilen ilgili mahkemelere GÖNDERİLMESİNE,
F. Başvurucuların manevi tazminat taleplerinin REDDİNE,
G. Yargılama giderlerinin; Perihan Pulat yönünden başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA, ekli tabloda gösterilen harç ve vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin diğer başvuruculara ÖDENMESİNE,
H. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
FARKLI GEREKÇE
1. Kararın “uygulanabilirlik” konusunun tartışıldığı kısmında, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik müdahalenin bir olağanüstü hâl (OHAL) tedbiri olup olmadığı belirlenirken, Aydın Yavuz ve diğerleri kararıyla başlayan yerleşik içtihatla uyumlu olarak, tedbirin (a) OHAL ilanına neden olan tehlikenin tasfiyesine yönelik olup olmadığı ve (b) OHAL dönemiyle sınırlı uygulanıp uygulanmadığı yönlerinden bir inceleme yapılmak suretiyle başvuruların Anayasa’nın 15. maddesi yönünden incelenmesine, ancak öncelikle Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırılık olup olmadığının tespit edilmesine karar verilmiştir (§§ 44, 45).
2. Belirtmek gerekir ki, sonuçtan bağımsız olarak, olağanüstü hâl tedbirlerine yönelik ikili inceleme yönteminin zaman içinde bazı eksiklikler ve fazlalıklar içerdiği, bu nedenle de güncellenmesi gerektiği anlaşılmıştır. Aşağıda detaylı şekilde açıklanacağı üzere inceleme yönteminin gözden geçirilerek Anayasa’nın sözü ve ruhuyla daha uyumlu hale getirilmesi gerektiği düşünüldüğü için bu farklı gerekçe kaleme alınmıştır.
3. Mevcut yöntemdeki eksiklik bir müdahalenin OHAL tedbiri olup olmadığına karar verilirken şekil şartlarının dikkate alınmamasıdır. İnceleme yöntemindeki fazlalık ise bir müdahalenin OHAL tedbiri olduğuna, dolayısıyla 15. madde yönünden incelenmesi gerektiğine karar verildikten sonra bu incelemeden önce müdahalenin 13. madde yönünden incelenmesidir. Dolayısıyla yapılması gereken (a) anılan kriterlere, müdahalenin kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi (CBK) şeklinde bir olağanüstü hâl mevzuatına dayanıp dayanmadığı kriterinin de eklenmesi, (b) şekli ve maddi kriterler uygulandıktan sonra bir müdahalenin olağanüstü hâl tedbiri olduğu tespit edildiğinde bireysel başvurudaki incelemenin sadece Anayasa’nın 15. maddesi yönünden yapılmasıdır.
4. Anayasa Mahkemesinin kararlarında belirtildiği üzere demokratik ülkelerde olağanüstü yönetimlerin sınırları anayasa ve yasalarla belirlenmiştir. Bu anlamda “olağanüstü hâl, yürütme organına önemli yetkiler vermesine, hak ve özgürlükleri de önemli ölçüde sınırlandırmasına karşın sonuçta hukuki bir rejimdir” (AYM, E.2016/171, K.2016/164, 02/11/2016, § 4).
5. Anayasa’da olağanüstü hâlin nasıl ilan edileceği, onaylanacağı ve bu dönemde temel hakların nasıl sınırlandırılacağı belirtilmiştir. Bu kapsamda Anayasa’nın 119. maddesine göre “15 inci maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı … kanunla düzenlenir”. Aynı maddede olağanüstü hâllerde temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına yönelik CBK çıkarılabileceği belirtilmektedir. 2017 Anayasa değişikliğinden önce de olağanüstü hâllerde “Olağanüstü Hâl Kanunu” ve Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak olan “kanun hükmünde kararnameler” (OHAL KHK) ile temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması veya durdurulması öngörülmekteydi (mülga 121. madde).
6. Buna göre olağanüstü hâlde temel hak ve hürriyetlere yönelik bir sınırlandırmanın Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında incelenebilmesi için öncelikle Anayasa’nın 119. maddesi uyarınca çıkarılmış bir kanun/OHAL Kanunu ya da CBK/KHK hükmünün bulunması gerekir. Bunun dışında kalan olağan dönem kanunları, CBK’ları ve bunlara dayalı olarak çıkarılan düzenleyici işlemlerle yapılan müdahaleler Anayasa’nın 13. maddesi yönünden denetlenmelidir. Zira bu noktada kanun koyucunun veya yürütme erkinin olağanüstü hâle neden olan tehlikeyle mücadelede olağan dönem kurallarını tercih ettiğinin kabulü gerekmektedir.
7. Mahkememizin bir müdahalenin 15. madde kapsamında incelenip incelenmeyeceğini belirlerken şekli kriteri dikkate almayan yaklaşımının iki temel sakıncaya yol açtığı söylenebilir. Birincisi, bu yöntem olağanüstü hâllerde Anayasa’nın sadece yasama organına ve CBK koyucu olarak Cumhurbaşkanına tanıdığı olağanüstü hâlin gerektirdiği konularda tedbir alma ve bu kapsamda temel hak ve hürriyetleri sınırlama yetkisinin idareye de tanınması sonucunu doğurabilmektedir. İdarenin olağanüstü hâlin gerektirdiği bir konuda olsa bile hiçbir kanuna veya CBK’ya dayanmayan bir düzenleyici ya da bireysel işlemiyle temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması hatta durdurulması sonucu ortaya çıkabilmektedir. Bunun da Anayasa’nın başta hukuk devleti ilkesine yer veren 2. maddesi olmak üzere, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağını öngören 6. maddesine, yasama yetkisinin devredilemezliğini güvenceye alan 7. maddesine ve bilhassa da 119. maddesine aykırılık teşkil edeceği açıktır.
8. Mevcut yöntemin birincisiyle bağlantılı ikinci sakıncası ise olağanüstü tedbirlerin yaygınlaştırılarak bir anlamda olağanüstünün olağanlaştırılmasına yol açabilecek olmasıdır. Gerçekten de temel hak ve hürriyetlere yönelik bir müdahale için usulüne uygun yürürlüğe girmiş olan bir kanun veya CBK hükmünün aranmaması durumunda, olağan dönem için geçerli kabul edilen düzenlemelerin Anayasa’nın açıkça “savaş, seferberlik ve olağanüstü hâllerde” alınan tedbirlerin denetimi için öngördüğü 15. madde kapsamında incelenmesine neden olacaktır. Hâlbuki Anayasa olağan dönem müdahalelerinde denetimin 13. madde yönünden yapılmasını öngörmektedir.
9. Bu noktada belirtilmelidir ki, şekli kriterin mevcut kriterlere eklenmesi, Mahkememizin başvurunun esasıyla ilgili vereceği kararı etkilemeyeceği gibi “uygulanabilirlik” bakımından da sonucu değiştirmeyebilir. Nitekim somut başvuruya konu olayda idare toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik müdahaleyi 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu’nun 11. maddesinin verdiği yetkiye dayandırmıştır. Bu nedenle şekli kriter eklendiğinde de inceleme yine 15. madde yönünden yapılabilecektir.
10. Diğer taraftan Anayasa’nın 15. maddesi yönünden incelenmesi gerektiğine karar verilen müdahalenin önce Anayasa’nın 13. maddesindeki güvencelere uygunluğunun incelenmesi de bazı sakıncaları beraberinde getirebilmektedir. Mevcut yönteme göre 13. madde yönünden yapılan incelemede ihlal bulunmadığında ayrıca 15. madde yönünden inceleme yapılmamakta, buna karşılık 13. madde yönünden bir aykırılık tespit edildiğinde Anayasa’nın 15. maddesi yönünden bir inceleme daha yapılmaktadır.
11. Bu ikili inceleme yönteminin en az üç olumsuz sonucu olduğu söylenebilir. Birincisi, olağanüstü hâlin özel şartları altında bir temel hak veya hürriyete yönelik müdahalenin olağan dönemin kriterleriyle incelenmesi, konunun somut gerçeklikten uzaklaşılarak değerlendirilmesine yol açabilmektedir. Olağanüstü hâl düzenlemesine dayanılarak yapılan bir müdahaleyi adeta olağan dönemde yapılmış bir müdahale gibi görerek 13. madde yönünden incelemek, kaçınılmaz olarak soyut bir değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir. Oysa bireysel başvuruda ihlale neden olup olmadığı incelenen müdahale soyut ya da farazi değil, bizzat başvurucuya uygulanmış olan somut işlem veya karara dayanmaktadır.
12. Bu yöntemin ikinci sakıncası -hiç gerekmediği halde- Anayasa Mahkemesinin bir OHAL tedbirini olağan dönem tedbiri gibi değerlendirip ihlalin varlığı ya da yokluğuna dair bir sonuca ulaşmasına neden olmasıdır. Bu durum Mahkemenin OHAL sonrasında önüne gelebilecek benzer bir konuda önceden 13. madde incelemesi yaparak görüş açıklaması sonucunu doğurmaktadır. Hâlbuki Anayasa Mahkemesinin önüne gelen başvuruda OHAL tedbiri mahiyetinde bir müdahale bulunuyorsa bunu olağanüstü dönemin şartlarını dikkate alarak değerlendirmesi gerekmektedir.
13. Üçüncü ve daha ciddi sakınca ise iki ayrı hukuki rejimin temel hakların sınırlandırılmasına yönelik kriterlerinin kavram kargaşasına yol açacak şekilde iç içe geçmesidir. Bu karmaşanın bilhassa “kanunilik”, “meşru amaç” ve “ölçülülük” kriterlerinde tecessüm ettiğini söylemek mümkündür.
14. Anayasa’nın 13. maddesine göre bir temel hak veya hürriyetin sınırlandırılabilmesi için yasama organı tarafından “kanun” adı altında çıkarılmış bir kural bulunmalı, bu kural da açık, net ve belirli olmalıdır. Buna karşılık olağanüstü hâlde kanunun yanında OHAL KHK’larıyla da (yeni sistemde CBK) temel hak ve hürriyetler sınırlandırılabilmektedir. Bu durumda bir OHAL kararnamesinin veya CBK’nın Anayasa’nın olağan dönemler için öngördüğü 13. maddede düzenlenen “kanunilik” şartı bakımından değerlendirilmesi ontolojik olarak mümkün değildir. Tam da bu nedenle OHAL KHK’sı ile yapılan bir müdahale 13. madde yönünden incelendiğinde bazen olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin OHAL KHK’sı ile sınırlandırılabileceğine dair anayasal hükme atıfla “kanunilik şartını sağladığı”, bazen de bunun yanlış olacağı düşünülerek “kanuniliğin istisnası” olduğu değerlendirmesi yapılmıştır. Hâlbuki şekli ve maddi kriterler kullanılarak OHAL tedbiri olduğu tespiti yapıldıktan sonra artık incelemenin Anayasa’nın 13. maddesi değil, olağanüstü dönemde temel hakların sınırlandırılması rejimini düzenleyen 15. maddesi yönünden yapılması gerekir.
15. İkili inceleme yöntemi benzer şekilde “meşru amaç” kriteri yönünden de soruna yol açabilmektedir. Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen özel sınırlama sebeplerinin olağanüstü tedbirler için de geçerli olduğu söylenemez. Başka bir ifadeyle olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlükler sınırlandırılırken Anayasa’da bunlar için öngörülmüş olan sınırlama sebepleriyle bağlı kalınması zorunluluğu bulunmamaktadır. Olağanüstü hâle neden olan tehlikenin bertaraf edilmesi amacıyla, olağanüstü "durumun gerekleri" dikkate alınarak hak ve özgürlükler sınırlandırılabilmektedir. Bu sebeple, olağanüstü bir tedbirle yapılan sınırlandırmanın “meşru amacı”nın Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında incelenmesi anayasal hükümlerin hatalı yorumlanmasına ve karışıklığa neden olabilmektedir.
16. Öte yandan “ölçülülük” ilkesi Anayasa’nın 13. maddesinde ve 15. maddesinde öngörülen ortak kriterdir. Bu ilkenin olağan ve olağanüstü dönemde aynı alt ilkelere sahip olduğu malumdur. Buna göre bir müdahalenin ihlal teşkil etmemesi için müdahale için öngörülen meşru amaç bakımından elverişli, gerekli ve orantılı olması zorunludur. Kuşkusuz olağan dönemdeki ölçülülük ile olağanüstü dönemdeki ölçülülük arasında derece farkı bulunmaktadır. Bu bakımdan olağan dönemde “ölçüsüz” kabul edilen bir müdahale olağanüstü hâl şartlarında “durumun gerektirdiği ölçüde” kabul edilebilir. Lakin bu derece farkı zaten somut olayın şartlarından kaynaklandığından, her müdahalenin özel şartlarında ve “durumun gerekleri” bağlamında değerlendirme yapılabilmektedir. Bu nedenle bir müdahalenin hem 13. maddedeki hem de 15. maddedeki “ölçülülük” ilkesi yönünden incelenmesi kaotik bir duruma yola açabilmektedir. Dahası bir müdahalenin Anayasa’nın 15. maddesi yönünden “ölçüsüz” olduğu sonucuna ulaşılırken, çoğu kez daha önce 13. madde yönünden yapılan incelemelerdeki değerlendirmelere yer verilmektedir.
17. Belirtilen tüm bu sakıncaların giderilmesi için bir yandan olağanüstü tedbirin varlığını tespit ederken, maddi kriterlerin varlığından önce, bir OHAL mevzuatının bulunup bulunmadığının dikkate alınması, diğer yandan da OHAL tedbirinin varlığı tespit edildikten sonra da müdahalenin sadece 15. maddeden incelenmesi gerekir.
18. Mevcut ikili inceleme yönteminin yukarıda açıklanan şekilde revize edilmesi ve güncellenmesi gerektiği düşüncesiyle, çoğunluğun somut başvuruda incelemenin 15. madde kapsamında yapılması gerektiği görüşüne farklı gerekçeyle katılıyorum.
Başkan Zühtü ARSLAN |
FARKLI GEREKÇE
1. Mahkememiz çoğunluğunca OHAL dönemi işlemlerine yönelik bireysel başvurulara ilişkin inceleme yöntemi AYM’nin Aydın Yavuz ve diğerleri (B. No: 2016/22169, 20.6.2017, par. 193-195, 242) kararında benimsenmiş olan yöntemin sürdürülmesi benimsenmiştir. Bu yöntem uyarınca önce Anayasanın 13. maddesi yönünden denetim yapılmakta, Anayasaya aykırılık tespit edilmişse bu kez Anayasanın 15. maddesi yönünden denetim yapılarak inceleme sonuçlandırılmaktadır. Anılan karar ve toplantı hakkı yönünden aynı yöntemin uygulandığı diğer bir emsal kararda (Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4.7.2019, par. 29-62) tercih edilen inceleme yöntemi tarafımızca da benimsenerek uygulanagelmiş ise de zaman içerisinde bu yöntemin bazı mahzurlarının ortaya çıkması karşısında anayasal denetime ve temel haklar güvencesine uygun olarak içtihadın geliştirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle ihlal sonucuna katıldığımız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının inceleme yönetimine ilişkin olarak farklı gerekçenin yazılması gerekmiştir.
2. Bilindiği gibi Anayasa’nın 119. maddesinde belirtilen nedenlerin gerçekleşmesi durumunda usulüne uygun olarak OHAL ilan edilebilmekte ve bu süreçte Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle temel hakların kısmen veya tamamen durdurulması veya vatandaşlara kimi yükümlülükler getirilmesi mümkün olabilmektedir. Fakat OHAL döneminde temel haklara yönelik sınırlama konusunda idareye verilen tek yetkinin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine özgü olduğu, diğer idari işlem ve eylemlerle bu yetkinin kullanılamayacağı ifade edilmelidir. Mahkememiz daha önce sözü edilen Aydın Yavuz kararında OHAL ilanı ile başlayan sürecin de Anayasal hukuk düzenin bir parçası olduğunu, temel haklara yönelik müdahalelerin kapsamı genişletilmekle birlikte OHAL hukuk düzeninde de bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalelerin keyfi olamayacağını ifade etmiştir (bkz. Aydın Yavuz, par. 348). Yine Anayasanın 15. maddesinde düzenlendiği ve Mahkememizin bir kararında (AYM 2.11.2016,2016/171 E. – 2016/164 K.) belirtildiği üzere OHAL hukuk düzeni Devlete sınırsız yetkiler vermemektedir. Anayasanın 15. maddesi uyarınca OHAL kararnameleri ile temel haklara yönelik müdahalelerin; milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olmaması, anılan maddenin 2. fıkrasındaki hak ve özgürlüklere dokunulmaması ve müdahalenin durumun gerektirdiği ölçüyü aşmaması zorunludur. Yine OHAL Kararnameleri ile (ve bunların kanunlaşması halinde) yapılan sınırlamalar geçici olup, OHAL sona erdiğinde bu sınırlamalar da kalkar. Öte yandan Anayasanın 15. maddesi ile siyasal otoriteye verilen sınırlı yetki temel hakların kısmen veya tamamen durdurulmasına yönelik olup, OHAL ilan edilmesi Anayasanın Devletin temel düzenine ve diğer anayasal ilkelere ilişkin hükümlerinin bu dönemde geçerli olmadığı anlamına gelmemektedir. Başka deyişle Anayasanın 119 ve 115. maddeleri kapsamında verilen yetkiler dışında kalan hükümleri OHAL döneminde aynı şekilde yürürlüğünü sürdürmektedir. Diğer taraftan OHAL ilan edilmesi ile temel hak ve özgürlükler üzerindeki durdurma etkisi kendiliğinden ortaya çıkmamakta, bu durum ancak gerekli hususlarda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenleme yapılması veya TBMM’nin çıkaracağı kanunlarda ya da OHAL ilan edilmesi durumunda kendiliğinden yürürlüğe giren 2935 sayılı OHAL Kanunu’nda öngörülmüş olması halinde söz konusu olmaktadır.
3. Anayasal denetim bakımından OHAL ilanı sonucunda temel hakları sınırlandıran bir konu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmişse, derogasyonun bir sonucu olarak denetimin 13. madde yerine 15. madde kapsamında yapılması gerekmektedir. Çünkü OHAL mevzuatıyla (OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 2935 sayılı OHAL Kanunu ve TBMM’nin kanun çıkararak alacağı OHAL tedbirleri) gerçekleştirilen bir müdahalede, bir OHAL mevzuatı öngörmenin kendisi Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütlere aykırı olduğundan hâlihazırda Anayasa’nın 13. maddesinin öngördüğü ölçütler askıya alınmış durumdadır. Nitekim OHAL mevzuatıyla düzenleme yapabilme yetkisi zaten Anayasa’nın 15. ve 119. maddelerinde verilmiştir. Bu durumda OHAL mevzuatıyla öngörülmüş OHAL tedbirlerinin anayasal denetimi için ölçü norm yalnızca Anayasa’nın 15. Maddesi olmalıdır.
4. Diğer taraftan anayasal denetime ilişkin yöntemin belirlenmesinde öncelikle bireysel başvuruya konu kamu gücü işlem veya eyleminin bir OHAL tedbiri, kuralı niteliğinde olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Çoğunluk görüşünde temel alınan Aydın Yavuz kararında bu konuda; olağanüstü durumun varlığı ve olağanüstü hal ilanının bulunması, tedbirin OHAL süresinde alınmış olması, tedbirin OHAL süresince geçerli olması ve tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması kriterlerinden yararlanılmıştır (p. 188-191). Buna karşın sözkonusu kriterler arasında başvuruya konu OHAL tedbirinin hukuki dayanağı konusunda bir ayrım yapılmamıştır. Bu nedenle sözgelimi bu konuda OHAL CBK’sı ile bir düzenleme yapılmadığı (temel haklar kısıtlanmadığı) veya OHAL Kanununa ya da OHAL tedbiri olarak çıkarılan bir kanuna dayanılmadığı halde idarenin konuyla ilgili genel hükümlerden hareketle yaptığı tali düzenleme veya fiili uygulama hakkında da Anayasanın 13-15. maddeleri üzerinden bir denetim yapılması gerektiği kabul edilmiştir. Bu kabul ve uygulamanın Anayasanın öngördüğü OHAL düzenine aykırı olacağı söylenmelidir. Çünkü Çoğunluk görüşünde temel alınan yöntem esas alındığında, OHAL tedbiri alma konusunda Anayasa uyarınca yetkili olan yasama organı veya yürütme organının kullanmadığı bir yetkinin, bu konuda yetkisi olmayan idari merciler tarafından kullanılması sonucuna yol açılmaktadır. Aslında Anayasanın 15. maddesi bağlamında hiçbir yeni düzenleme yapılmadığı halde, önceki uygulamaları OHAL döneminde sürdüren kimi idari işlem ve eylemler özünde OHAL tedbiri olamayacağı ve hukuken böyle bir niteleme yapılamayacağı halde, anayasal denetimde kullanılan yöntem böyle bir sonuca yol açabilmektedir. Başka deyişle bu yöntem uygulanmakla, olağan dönem kanununun uygulanmasına dair bir idari eyleme veya idarenin genelgesiyle koyduğu kural gereği tesis edilen işleme OHAL tedbiri nitelemesi (tabiri caizse ‘muamelesi’) yapılmaktadır. Örneğin 5271 sayılı CMK’nın tutuklamaya ilişkin kurallarında değişiklik yapılmamışsa, olağanüstü durumla bağlantılı olarak OHAL döneminde yapılan bir tutuklamanın “OHAL tedbiri” olduğu söylenemeyeceği halde, 13-15 inceleme yönteminin uygulanması, bu tedbire bir tür OHAL tedbiri işlevini yüklemektedir. Her durumda 15. madde denetimini zorunlu gören bu yöntem, OHAL tedbiriyle ilgili düzenleyici bir işlem tesisi konusunda Anayasal bir yetkisi olmadığı ve böyle bir düzenleme bulunmadığı halde kamu kurumlarının fiilen böyle bir yetki varmış gibi, olağanüstü durumun gereklerinden bahisle yetkisizce hareket etmelerine zemin oluşturma riskine neden olmaktadır.
5. Şu halde bireysel başvuruya konu işlem veya eylemin OHAL tedbiri niteliğinde olup olmadığının belirlenmesinde içtihadın geliştirilmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda konuya ilişkin tartışmalarda da ifade edildiği üzere önceki kriterlere; OHAL tedbirinin bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine dayalı olması kriterinin de eklenmesi gerekir. Bu durumda kriterleri tekrarlamak gerekirse; 1- Olağanüstü durumun bulunması ve OHAL ilan edilmesi, 2- OHAL tedbirinin bulunması, a) sözkonusu tedbirin bir Kanuna ya da 2935 sayılı OHAL Kanununa veya OHAL Kararnamesine (CBK-KHK) dayanması, b) tedbirin OHAL süresince geçerli olması, c) tedbirin OHAL’in yer bakımından yetki ölçütüne (Bölgesel OHAL gibi) uygun olması, d) tedbirin olağanüstü durumla (OHAL nedeni ile) bağlantılı olması, gerekir.
6. Somut olayda valilikçe toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin en az birer aylık sürelerle aralıklı olarak 2 yıl boyunca yasaklandığı ve izne bağlandığı görülmektedir. Bu kapsamdaki bir yetkinin yasal dayanağının 5442 sayılı Kanunun 11/C maddesinin olamayacağı açıktır. Bu durumda idari para cezasının dayanağı olan izne bağlama ve yasaklama kararlarının 2935 sayılı OHAL Kanunu kapsamında verildiği, bu nedenle incelemenin de yalnızca Anayasanın 15. maddesi uyarınca yapılması gerektiği kabul edilmelidir.
Başkanvekili Hasan Tahsin GÖKCAN |
FARKLI GEREKÇE
1. Somut başvuruda Mahkememizce ulaşılan ihlal sonucuna katılmakla birlikte Mahkememizin Aydın Yavuz ve diğerleri (GK), No: 2016/22169, 20/6/2017) kararında olağanüstü hâl dönemi ile ilgili başvuruların inceleme yönteminde benimsediği ilkelerin aradan geçen zaman zarfında aşağıda değineceğimiz çeşitli sorunlara yol açma olasılığından dolayı bu ve benzer nitelikteki bireysel başvuruların inceleme yönteminin değiştirilmesi gerektiği düşüncesiyle bu farklı gerekçe kaleme alınmıştır. Mevcut başvuru da bu gerekçe doğrultusunda değerlendirilecektir.
A) İnceleme Yöntemi
2. Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde alınan OHAL tedbirleriyle ilgili bireysel başvurularda inceleme yöntemi olarak Anayasa Mahkemesi (AYM) yapılan müdahalenin önce Anayasanın 13. maddesindeki ölçütlere uygunluğunu denetlemekte, aykırılık tespiti halinde 15. maddeden de bir inceleme yapmaktadır. Buna karşılık, OHAL mevzuatına (OHAL Kanunu, OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi veya OHAL KHK’sı) dayanan temel haklara dönük yapılan müdahalelerin incelenmesinin doğrudan 15. madde üzerinden yapılması gerektiği görüşü savunulacaktır.
3. Olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin, olağan döneme göre çok daha fazla bir şekilde sınırlandırılmasına ihtiyaç duyulabilir. Anayasanın 15. maddesi, bu gibi hallerde devlete temel hak ve hürriyetleri olağan dönemlere nazaran daha geniş bir şekilde sınırlandırmaya ve Anayasa da bunlar için öngörülen güvencelere aykırı tedbirler almaya izin vermektedir. Bununla birlikte 15. maddenin devlete olağanüstü hallerde sınırsız yetki verdiği söylenemez.
4. Anayasal düzene yönelik ciddi bir tehdit karşısında uygulamaya sokulan olağanüstü hal düzeninde haklar ve özgürlüklerin olağan dönemdeki gibi kullanılmasını beklememek gerekir. Aksi bir tutum, Anayasanın bir tür “intihar antlaşması”na1 dönüşmesine neden olabilir. Bununla birlikte, devletin ve milletin varlığını tehdit eden ciddi bir tehlike karşısında, demokratik bir devletin yapması gereken sürekli bir tehdit algısı altında, olağanüstü hali olağanlaştırmak değil, o tehdidi bertaraf edici önlemleri anayasa ve hukuk içinde kalarak almaktır.
5. John Locke “Hükümet Üzerine İkinci İnceleme” adını taşıyan incelemesinde, “insanların sansar veya tilkilerden gelebilecek zararlara karşı kendilerini korumaktan kaçınacak, fakat aslanlar tarafından yutulmaktan memnun olacak kadar aptal…” olmadıklarına dikkat çekmişti.2 Anayasal düzen, insanların tilkiler ve sansarlardan gelebilecek tehlikelere karşı korunmasını sağlarken, aslanlar tarafından yutulmamasını da güvence altına almalıdır.
6. Olağanüstü hal bir istisna halidir ama bu özelliği hakların ve hürriyetlerin askıya alındığı, anayasanın ve hukuk normlarının tamamen devre dışı bırakıldığı, hukuksuzluğun esas alındığı bir duruma Anayasanın “intiharı önlemek adına” izin verdiği anlamına gelmez. İnsan haklarını, kişilerin özgürlüğünü, can ve mal güvenliğini, kamu düzenini, ülkedeki mevcut anayasal demokratik sistemi ve bütün bunları korumakla mükellef olan devleti tehdit eden savaş, isyan, kalkışma, darbe ve terör gibi tehditlerle mücadele etmek devletin varlık nedenlerinden ve asli görevlerinden biridir. Ancak, bu görev yerine getirilirken alınan ve alınacak tedbirlerin, anayasaya, hukuk devletine ve uluslararası insan hakları yükümlülüklerine ters düşmemesi, insan haklarına mümkün olduğunca asgari seviyede tutması gerekmektedir.
7. Anayasa Mahkemesi norm denetiminde, OHAL KHK'larının Anayasaya uygunluğu denetiminin yapılamayacağının Anayasa'nın lafzı uyarınca açık olduğunu belirtmiş (AYM, E.2016/205, K.2019/63, 24/07/2019, § 9) fakat OHAL KHK'larının uygun bulunmasına dair kanunların anayasallık denetimine tabi olacağını ifade etmiştir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi, OHAL KHK'larında ve daha sonra onay kanunlarında olağanüstü halin bertaraf edilmesine ilişkin olduğu değerlendirilen tedbirleri içeren hükümlerin Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca incelenmesi, olağanüstü duruma ilişkin olmadığı görülen tedbirlerin ise Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca incelenmesi gerektiğini kabul etmiştir.
8. Mevcut yöntemde Anayasanın 13.maddesine dayanılarak yapılan inceleme sonucunda temel hak ve hürriyetlere yapılan müdahalenin -olağan dönemde- anayasayı ihlal ettiği tespit edilirse, 15. madde değerlendirmesine geçilmektedir. Nihai sonucu belirleyen 15. madde incelemesi olmaktadır.
9. Anayasanın 15. maddesinin ilk fıkrasına göre “Savaş, seferberlik (…) veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.” Buna göre, temel hak ve hürriyetler Anayasanın 15. maddesine aykırı düşmemek şartıyla, başta 13. maddeye ve Anayasanın diğer maddelerinde vücut bulan güvencelere aykırı olarak sınırlandırılabilir. Elbette, 15. madde devlete tamamen kuralsız, sınırsız ve keyfi yetki vermemekte, fütursuzca at koşturacağı bir alan açmamaktadır. Bu maddenin hayat bulması için savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerden birinin mevcut olması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklerin ihlal edilmemesi, maddenin ikinci fıkrasında sayılan hak ve ilkelerden oluşan çekirdek alana dokunulmaması ve son olarak ölçülülük ilkesine aykırı olacak şekilde davranılmaması gerekmektedir. Bu ölçütler AYM kararlarında net olarak vurgulanmaktadır (Örneğin, AYM E.2016/171, K.2016/164, 2/11/2016).
10. Anayasada, olağan dönemlerde temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması yönünden 13. madde devredeyken, olağanüstü hallerde ise 15. madde devreye girmektedir ve bu nedenle olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması incelenirken olağan döneme ait 13. madde çerçevesinde bir değerlendirme yapılmamalıdır, buna gerek yoktur. Buna karşılık OHAL’le ilgili olmayan ama OHAL döneminde gerçekleşen durumlarda, sınırlandırmalarla ilgili inceleme yapılırken 13. madde kullanılmalıdır. Anayasa’nın 15. maddesine uygun olan bir işlem veya eylemin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen güvencelere aykırı olması Anayasa’nın 13. maddesinin ihlal edildiği anlamına gelmez, zira OHAL’le ilgili olan durumlarda dayanak olarak alınması gereken madde 15. maddedir. Bu iki madde arasında bir ast-üst ilişkisi olmadığından 13.maddeyi, 15. maddeyi devreye sokmanın adeta bir ön şartı gibi algılamamak gerekmektedir. 15. maddenin uygulanması için 13. maddeye aykırı davranıldığının tespiti gerekmemektedir. Bu iki madde aslında aynı işlevi farklı dönemlerde görmektedir. Olağan dönemlerde ve OHAL döneminde OHAL’le ilgili olmayan durumlarda 13. madde temel hak ve hürriyetler yönünde bir güvence sunarken. OHAL döneminde OHAL’le ilgili durumlarda aynı güvence için 15. madde devreye girmektedir.
11. Anayasanın 13. ve 15. maddelerinde yer alan ölçülülük ilkesi bu iki maddede çok farklı şekillerde zuhur etmemektedir. Her iki maddede de ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. 15. maddenin ilk fıkrasında hüküm altına alınan ölçülülük ilkesine göre OHAL kapsamında alınan tedbirin, olağanüstü halin ilan edilme amacını gerçekleştirmeye elverişli ve gerekli olması ve aracın amaç ile ölçüsüz bir oran içinde bulunmaması gerekir. Temel hak ve hürriyetleri sınırlayan bir tedbir, olağan dönemlerde ölçüsüz, olağanüstü hallerde ise ölçülü bulunabilir. Çünkü 15. madde, 13. maddeden farklı olarak ölçülülüğü “durumun gerektirdiği ölçüde" ibaresiyle nitelendirmiştir. Buradaki “durum” OHAL ilanına neden olan olgu, olay veya olaylar silsilesidir. Olağanüstü hallerde çok sayıda temel hak ve hürriyet bu halin doğası gereği sınırlanabilir ancak bu sınırlamalar “durumun gerektirdiği ölçüde” kriterine uymak zorundadır. Aksi takdirde, 15. maddeye aykırı davranılmış olacaktır.
12. OHAL dönemlerinde temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasında, 13. maddede düzenlenen kanunla sınırlama, ilgili maddede belirtilen sebeplere dayanma, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olma, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olma, hakkın özüne dokunmama, şartları aranmaz ancak sınırlamaların 15. maddeye uygun olması gerekir. Buna ek olarak Anayasanın 119. maddesine göre sınırlamalar yalnızca ya olağanüstü hal kanunu ile veya cumhurbaşkanlığı kararnamesi (veya OHAL KHK’sı) ile öngörülebilir. Dolayısıyla yetkili organlar dışında hiçbir organın ilk elden Anayasanın temel hak ve hürriyetlere ilişkin çeşitli maddelerinde getirdiği güvencelere aykırı düzenlemeler yapması, kararlar alması mümkün değildir.
13. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 15. maddesinin İngilizce metninin kenar başlığı “Derogation in time of emergency (olağanüstülük zamanında derogasyon)”, Fransızca metninin de “Derogation en cas d'etat d'urgence (olağanüstü hal durumunda derogasyon)”dur. Bu başlık Türkçeye resmi olarak “Olağanüstü hallerde yükümlülükleri askıya alma” şeklinde çevrilmiştir. Sözleşmenin 15. maddesinin İngilizce ve Fransızca metinlerine de "derogasyon" kavramı yer almaktadır. Bu kavram dilimize resmi olarak “Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir” şeklinde aktarılmıştır. Sözleşmede geçen “derogation” kavramı “askıya alma” biçiminde yorumlanmamalıdır. Bu kavram “bir hukuk kuralından müstesna tutulma…bir kuralın içeriğinin gevşetilmesi, hafifletilmesi” şeklinde anlaşılmalıdır.3
14. “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” başlığını taşıyan Anayasanın 15. maddesinin metninde “durdurulabilir” kavramı bulunmaktadır. Görüldüğü gibi hem başlıkta, hem de metinde “durdurma”dan söz edilmektedir. “Durdurma” kavramı temel hak ve hürriyetlerin tamamen ortadan kaldırılabileceği anlamını çağrıştırmaktadır. Bununla birlikte, Anayasanın 15. maddesinin, Sözleşmenin 15. maddesinden büyük oranda esinlendiğini göz önüne aldığımızda Sözleşmede geçen “derogasyon” kavramının Anayasal sistemimizde durdurma veya askıya alma şeklinde anlaşılmaması gerekir. Anayasanın 15. maddesindeki “durdurma” kavramı temel hak ve özgürlüklerin OHAL döneminde olağan döneme göre daha fazla sınırlanabileceği şeklinde yorumlanmalıdır. Nitekim maddenin gerekçesine baktığımızda “... hak ve hürriyetlerin durdurulması yahut bunlar için öngörülen güvencelere aykırı tedbirler getirilmesinde ‘durumun gerektirdiği ölçü içinde kalınacak’, yani ‘istisna’da orantı korunacak…” şeklinde bir değerlendirme yapıldığını görmekteyiz.4 Bu da bize “durdurma”nın aslında bir sınırlama olduğunu ve buradaki ana ölçütün “durumun gerektirdiği” olduğunu göstermektedir.
15. Anayasanın 121. maddesinin ikinci fıkrası olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin “15 inci maddesindeki ilkeler doğrultusunda sınırlanacağı”nı hükme bağlamıştır. Bunu da dikkate aldığımızda “durdurma” ve “sınırlama” kavramları arasında esas olarak önemli bir fark bulunmamaktadır. Anayasa koyucu, kamu gücüne OHAL döneminde Anayasaya aykırı eylem ve işlemler yapma yetkisi vermemiştir. Verilen yetki durumun gerektirdiği ölçüde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabilmesidir.
16. Anayasanın 15. maddesi OHAL düzeni içerisinde OHAL Kanunu, OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (veya OHAL KHK’sı) ile veya bunlara dayanan kamu gücü eylem ve işlemlerine uygulanır. Bu çerçevede OHAL kapsamında temel hak ve özgürlüklere yapılan bir müdahalenin gerçekten de OHAL’in gerektirdiği bir tedbir olup olmadığı ve eğer OHAL’in gerektirdiği bir tedbir ise ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir. Müdahale OHAL mevzuatına dayanmıyorsa, Olağanüstü halin bertarafıyla ilgisi olmayan bir tedbirse veya ölçülü değilse Anayasaya aykırı düşecektir.
17. Olağan dönem kanunları uyarınca yapılan ve Anayasanın 13. maddesine aykırı olduğu saptanan bir müdahalenin ilaveten Anayasanın 15. maddesine göre uygunluğunun incelenmesi kamu gücünü kullanan organların yalnızca OHAL'in gerekliliklerini öne sürerek 2935 sayılı OHAL Kanunu ya da OHAL KHK'sı dayanmadan karar almalarının önüne açma riski taşımaktadır. Bireysel başvuru kapsamında OHAL mevzuatı esas alınarak gerçekleştirilen müdahalelerle ilgili incelemenin yalnızca Anayasa'nın 15. maddesi yönünden yapılması bu riskin doğmasına engel olacaktır. Bu sayede OHAL’den dolayı gerekli olduğu kamu organlarınca ileri sürülen ama OHAL mevzuatından kaynaklanmayan müdahalelere olağan dönem incelemesi (13. madde kapsamında) yapılmış olacaktır. Aksi takdirde, kamu makamlarının OHAL mevzuatına dayanmadan, olağanüstü hâl bunu gerektiriyor diyerek aldıkları tedbirlerin OHAL kapsamında durumun gerektiği ölçüde olduğunun meşru görülmesi sonucu doğabilecektir.
18. Kamu makamlarının, OHAL Kanunu ya da OHAL Kararnamesine dayanmadan sırf kendi değerlendirmelerine dayanarak durumun gerektirdiği tedbirleri alabilmeleri anayasal açıdan son derece sorunlu olacaktır. Anayasanın 119. maddesinin beş, altı ve yedinci fıkralarında OHAL dönemlerinde “15 inci maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı, hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği”nin kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği kuralına yer vermiştir. OHAL ilan edildiğinde 119. madde hükümleri askıya alınmadığına göre kamu makamlarının OHAL Kanunu ya da OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine (veya OHAL KHK'sına) veya bir olağan dönem mevzuatına dayanmadan herhangi bir eylem veya işlem yapmaları mümkün değildir.
Yapıldığı taktirde bu Anayasanın 2., 15. ve 119. maddeleri başta olmak üzere müdahale ettiği temel hak ve özgürlükleri düzenleyen maddelere aykırılık oluşturacaktır.
19. OHAL döneminde ve OHAL mevzuatı dayanak alınarak yapılan ancak somut olayla ilgili olarak OHAL ilanına sebep olan durumla hiçbir bağlantısı olmayan tedbirler, ilan edilen OHAL'in bertaraf edilmesi için gerekmeyen tedbirler veya gerekli olmakla birlikte ölçülü olmayan tedbirler Anayasanın 15. maddesine uygun olmayacaktır.
20. Özetlemek gerekirse, Anayasanın 15. maddesinin doğrudan inceleme yöntemi olarak kullanılabilmesi için öncelikle bir olağanüstü durumun bulunması ve OHAL ilan edilmesi ve bir OHAL tedbirinin mevcut olması gerekmektedir. OHAL tedbirinin var olabilmesi için de bu tedbirin bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine (Kanun Hükmünde Kararnameye) dayalı olması, OHAL süresi boyunca geçerli olması ve olağanüstü duruma ilişkin olması aranacaktır.
21. Anayasanın 15. maddesine göre yapılacak incelemenin kapsamı yönünden de ilk olarak bu maddenin ikinci fıkrasında sayılan ve çekirdek haklar olarak nitelendirilen hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olmaması ile durumun gerektirdiği ölçüde olması şeklinde sıralanan ölçütlere uygunluğu incelenecektir.
B) Somut Başvuru
22. Yukarıdaki açıklamalardan sonra somut başvuruya geldiğimizde Ankara Valiliğinin iki yıl boyunca art arda verdiği kararlarla bu kentte tüm toplantı ve gösterileri şablon gerekçelerle yasaklaması veya izne bağlaması söz konusudur. Başvurucular anılan valilik emirlerine aykırı davrandıklarından dolayı idari para cezaları ile cezalandırılmıştır. Cezaların bir kısmı emniyet görevlilerince bir kısmı da cumhuriyet başsavcılığı idari suçlar bürosunca verilmiştir. Ankara Valiliği idari para cezalarını olağanüstün halin devam ettiği süre içinde ve 2935 sayılı Kanun uyarınca vermiştir. Bununla birlikte 17.10.2016 tarihli karar dışında diğer kararlarda 2935 sayılı Kanunun 11. maddesinin (m) bendi yanında 5442 sayılı Kanunun 11. maddesinin (c) bendi ve 2911 sayılı Kanunun 17.maddesine dayanıldığı görülmektedir. Bu nedenle gerek dayanılan hükümler gerek kararların içeriği dikkate alındığında başvuru konusu müdahaleyi oluşturan para cezalarının dayanağı olan kararların bir olağanüstü hâl tedbiri mi yoksa olağan durum uygulaması mı olduğu konusunda belirsizlik bulunmaktadır. Nitekim 2935 sayılı Kanunun ilgili hükmü bir olağanüstü hal tedbiriyken anılan diğer hükümler gereğince işlem yapılması için olağanüstü hal ilanına gerek bulunmamaktadır.
23. Başvuru konusu müdahalenin bir olağanüstü hâl tedbiri mi yoksa bir olağan durum uygulaması olduğunun tespiti, kullanılacak anayasal güvencelerin belirlenmesi bakımdan önemlidir. Müdahalenin bir olağanüstü hal mevzuatına dayanılarak yapılması halinde Anayasa’nın 15.maddesine başvurmak gerekecektir. Bu çerçevede yapılacak incelemede, bireysel başvuruya konu müdahalenin anılan maddenin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunup dokunmadığı, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı bulunup bulunmadığı ve durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığını değerlendirilecektir.
24. Ankara Valiliğinin ilgili kararları uyarınca genel olarak Ankara’nın tamamında, kesintisiz olmamakla birlikte 2016 yılının sonundan başlayarak yaklaşık iki yıl boyunca, bir kısmında süre belirtilmemesine rağmen en az bir aylık sürelerle tüm toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklandığı ve son olarak izne bağlandığı görülmektedir. Bu durumda söz konusunu kararların süresinin on beş günle sınırlandığı 5442 sayılı Kanunun 11 maddesinin (c) bendi veya ertelenebileceği sürenin bir ayla sınırlandırıldığı ve belirli bir toplantının yasaklanabileceğinin öngörüldüğü 2911 sayılı Kanun’un 17. maddesi uyarınca verildiğinin kabulü mümkün görünmemektedir.
25. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında başvuru konusu idari para cezalarının dayanağı olan izne bağlama ve yasaklama kararlarının 2935 sayılı Kanun gereğince verildiği tespit edilmiştir. Dolayısıyla bir önceki (A) bölümünde inceleme yöntemi konusunda yapılan açıklamalar gözetildiğinde başvuru konusu müdahalenin değerlendirilmesi doğrudan Anayasanın 15. maddesine göre yapılacaktır.
26. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek hakları arasında değildir. Dolayısıyla olağanüstü hallerde bu hakla ilgili olarak Anayasa’daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.
27. Ayrıca anılan hakkın, milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden özellikle Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi‘nin 4.maddesinin (2) numaralı fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. Maddesinin (2)numaralı fıkrası ile bu Sözleşme’ ye ek protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi somut olayda başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarına yapılan müdahalenin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe aykırı olduğu da saptanmamıştır.
28. Başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiği iddiası incelenirken Anayasa’nın 15. maddesi uyarınca ilgili tedbirin olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde olup olmadığı değerlendirilmelidir.
29. Başvuru konusu yasaklama kararlarında terör tehdidine dair somut hiçbir olgu ve bilgi edilmediği gibi 31/7/2017 tarihli karardan itibaren tüm yasaklama kararlarında başvurucuların bir kısmına katıldıkları açık hava toplantılarında vatandaşların rahatsız olduğu gerekçesiyle idari para cezası verilmiştir. Yasaklama kararlarında gerekçe olarak park ya da bahçe gibi vatandaşların yoğun olarak bulunduğu bölgelerde yüksek sesle eylem yapılması gösterilmiştir. Somut olay bağlamında başvurucuların toplandıkları alanlar özellikle göz önüne alındığında, bu gerekçenin bırakın olağanüstü hali, olağan dönemde bile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı karşısında meşruluğu son derece tartışmalıdır. Bu nedenle somut başvuruda yasaklama kararı olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde bir tedbir değildir.
30. Kamu gücünü kullanan organların anayasal haklara, somut olayda olduğu gibi bir müdahalede bulunduklarında yasaklama kararıyla sağlanmaya çalıştıkları güvenlik ya da diğer bir meşru amacı kararlarında açıkça ve somut olgulara dayalı olarak ortaya koymaları gerekir. Somut olgulara dayanmadan soyut ve şablon ifadelerle ülkemizdeki terör tehlikesi gerekçe gösterilerek temel haklara yapılacak sürekli müdahaleler hakkın özünü ortadan kaldırma tehlikesi içermektedir.
31. Ankara Valiliği, başvuru konusu yasaklama kararlarıyla bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı yönünden, şablon gerekçelere dayanan, süresi belli olmayan kategorik yasaklama kararları almıştır. Darbe teşebbüsünden 3 ay sonra başlayan ve neredeyse kesintisiz olarak 11 ay gibi uzun bir süre devam ettirilen yasaklamalar hakkında idare ve derece mahkemeleri herhangi bir değerlendirme de bulunmamışlardır. Süresiz ya da süresi makul olmayan yasaklama önlemleri, müdahale edilen hakların özüne dokunma ve hatta tamamen ortadan kaldırma tehlikesi yaratırlar. Yaklaşık 11 ay boyunca daha az kısıtlayıcı bir yola başvurulmadan ve bir tehlikeye neden olduğu gösterilmeden toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması engellenmiştir. Somut olguları ve koşulları gözetmeksizin şablon gerekçelerle birbiri ardına alınan kararlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını imkânsız hale getirdiği görülmektedir.
32. Öte yandan Ankara Valiliğinin 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmalıdır. Ankara Valiliğinin başvuru konusu diğer yasaklama kararlarının aksine 30/8/2017 tarihli yasaklama kararı, Valiliğin internet sitesinde yer almamaktadır. Söz konusu kararın alındığı tarihte diğer kararlar gibi Valiliğin internet sitesinden kamuoyuna duyuru yapılıp yapılmadığı konusunda ise Valilik bir bilgi bulunmadığını belirtmiştir. Dolayısıyla, Ankara Valiliğinin 30/8/2017 tarihli yasaklama kararının kamuoyuna herhangi bir şekilde duyurulmadığı son derece açık olduğundan başvuru konusu diğer yasaklama kararlarının aksine kamuoyuna uygun bir biçimde duyurulmadığı görülen bu yasaklama kararına dayanılarak verilen idari para cezalarının da olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde olduğu kabul edilemez.
33. Son olarak Ankara Valiliğinin 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararı da değerlendirilmelidir. Bu kararda başvuru konusu diğer yasaklama kararlarından farklı olarak belli bir süre belirtilmemiş, “Zeytin Dalı operasyonu devam ettiği sürece” denilerek kesinlik ve öngörülebilirlikten oldukça uzak bir süre belirlenmiştir. Bu belirsizlik, söz konusu kararın Olağanüstü Hal Kanunu uyarınca verildiği dikkate alındığında, olağanüstü halin sona ermesi durumunda yasağın sürmesi söz konusu olabilecektir. Dolaysıyla, geçerli olacağı süre “Zeytin Dalı” askeri harekâtının sona ermesine bağlanmış olan Ankara Valiliğinin 21/1/2018 tarihli izne bağlama kararı uyarınca verilen idari para cezalarının da olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde olmadığı tespit edilmelidir. Başvuruculara verilen idari para cezalarının olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde oldukları idarece ortaya konulamamıştır.
34. Belirtilen nedenlerle başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik yasaklama kararları ve bu hakkı kullanmalarından dolayı verilen idari para cezaları Anayasanın 15. ve 34. maddelerini ihlal etmiştir.
Üye Engin YILDIRIM |
FARKLI GEREKÇE
1. Olağanüstü halin yürürlükte olduğu zamanda bir olağanüstü hal tedbirine dayalı tasarrufla ilgili gerçekleştirilen bireysel başvurular 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü hal döneminde Anayasa Mahkemesince ilk olarak Aydın Yavuz ve diğerleri kararı (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017) ile incelenmeye başlanmıştır. Bu kararda benimsenen inceleme yöntemine bağlı kalınarak Mahkememizce benzer bireysel başvurular karara bağlanmaya devam etmiştir.
2. Mahkememizce benimsenen inceleme yöntemine göre başvuru konusu müdahalenin olağanüstü hâl tedbiri olup olmadığı değerlendirilirken müdahale edildiği tarihte olağanüstü hâl olup olmadığı, tedbirin olağanüstü hâlin tehlikelerini bertaraf etmeye yönelik bulunup bulunmadığı ve süre olarak olağanüstü hâli aşan sonuçlar doğurup doğurmadığı hususları dikkate alınmaktadır. Tüm bu kriterlerin karşılanmış olması durumunda başvuru konusu müdahale olağanüstü hâl tedbiri olarak değerlendirilmekte ve Anayasa’nın 15. maddesinden inceleme yapılmaktadır. Ancak bu inceleme için ise öncelikle Anayasa’nın 13. maddesine göre inceleme yapılmakta, olağan dönem Anayasa kuralları esas alınarak yapılan inceleme sonucunda başvurucunun Anayasa’nın 13. maddesi bağlamında hakkının ihlal edildiği kanaatine ulaşılması durumunda ihlal iddiası ile ilgili olarak Anayasa'nın 15. maddesindeki güvencelere aykırı bir durumun olup olmadığı incelemesine geçilmekte ve bu aşamada yapılan incelemeye göre başvurucunun ihlal iddiası sonuçlandırılmaktadır.
3. Bu koşulların varlığı durumunda ise Anayasa’nın 15. maddesindeki üç önemli güvenceye uygunluk denetimi yapılarak sonuca ulaşılmaktadır. Bu güvenceler maddede belirtilen ve olağanüstü hal döneminde dahi dokunulamayacak nitelikteki sert çekirdek haklara dokunulup dokunulmaması, olağanüstü halde başvurulan tedbirin milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olup olmaması ve bu tedbirin olağanüstü halin gerektirdiği ölçüde olup olmaması şeklinde somutlaştırılmaktadır.
4. Mahkememiz olağanüstü halin ilanından bugüne değin bu yaklaşımla birçok bireysel başvuruyu incelemiş ve karara bağlanmıştır. Bu bağlamda yapılan incelemelerde asıl önemli olanın ise Anayasa’nın 15. maddesi yönünden yapılan inceleme olduğunu ifade etmek gerekir. Zira bahse konu ihlal iddialarının, aşağıda daha ayrıntılı açıklanacağı üzere Anayasa’nın 119. maddesi uyarınca öngörülen olağanüstü hâl tedbirlerine ilişkin olması durumunda, mevcut içtihat uyarınca gerçekleştirilen öncelikle Anayasa’nın 13. maddesi yönünden yapılan incelemenin ve bu incelemeden çıkan bir ihlalin varlığının pratikte bir anlam ifade etmediği düşünülmektedir. Bu incelemede asıl önemli olan başvurulan olağanüstü hal tedbirlerinin Anayasa’nın 15. maddesindeki güvencelere aykırılık teşkil edip etmediğidir.
5. Bu bağlamda öncelikle şu tespitin yapılması önem arz etmektedir. Gerek Anayasa’da ve gerekse demokratik ülke anayasalarında ve uluslararası insan hakları sözleşmelerinde olağanüstü yönetim usullerine yer verilmiş ve olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin olağan döneme göre daha fazla sınırlandırılabileceği öngörülmüş ise de uygulamada bunun ne şekilde uygulanacağı ile ilgili somut içtihadi örneklerin pek bulunmadığı görülmektedir. Başka bir ifade ile olağanüstü hallerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ile ilgili bir yargısal / içtihadi standart mevcut değildi. Bu bağlamda insan haklarına olağanüstü halin uygulandığı dönemlerde yapılan müdahalelerin gerçekleştirilecek bireysel başvuru incelemelerinde ne şekilde ele alınacağı konusunda Avrupa ülkelerinde de örnek bulmak mümkün olmamıştır. 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü hal ile birlikte bunun uygulamada somutlaştırılması, bu konuya ilişkin inceleme usulünün ortaya çıkışı ilk kez Türkiye örneği üzerinde gerçekleşmiştir. İşte bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve Diğerleri kararından bu yana olan içtihadı önemli bir standart ortaya koymuştur.
6. Anılan kararın üzerinden beş yıla yakın bir süre geçtikten sonra bu kapsamda verilen birçok kararın değerlendirilmesi sürecinin kazandırdığı deneyimle birlikte bugün gelinen aşamada bu inceleme yöntemi ile ilgili standardın ana çatısını korumak şartıyla bazı revizyonlara tabi tutulması gereği Mahkemenin inceleme yöntemi ile ilgili içtihadının tekamülü açısından önem arz etmektedir. Bu bağlamda şunu ifade etmek gerekir ki gerek olağanüstü hallerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejiminin uygulaması ile ilgili Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminin yaşandığı zamana kadar başka bir örneğin bulunmaması ve gerekse özellikle Anayasa’ya uygunluk denetimi ve bireysel başvuru incelemelerindeki teknik boyutlar dolayısıyla 15 Temmuz sonrası ilan edilen olağanüstü hal sonrasında içtihadın ilk ortaya konulduğu zamanlarda konunun tüm yönlerinin aynı netlikte ortaya konulamaması söz konusu olmuştur. Bunun içindir ki Mahkememizin olağanüstü hal dönemine ilişkin bireysel başvuru incelemelerindeki beş yıla yakın olan deneyimi ve bu süreçte karşılaşılan detaya ilişkin bazı yeni hususlardan hareketle bu alana ilişkin inceleme yönteminde bazı katkılar yapılması faydalı olacaktır.
7. İşte bu nedenle somut bireysel başvuruda olağanüstü hal tedbirlerinin incelenmesi noktasında öncelikle “uygulanabilirlik”le ilgili olarak mevcut inceleme yönteminde değişikliğe ihtiyaç olduğunu ve bu nedenle çoğunluk görüşünden bu noktada ayrıldığımızı ifade etmek gerekir. Uygulanabilirlik yönü ile çoğunluk kararından farklı bu yöntemin benimsenmesinin olağanüstü hal tedbirlerine dayalı olarak ortaya çıkan hak ihlali ile ilgili bireysel başvurularda daha yalın bir inceleme yöntemi ortaya çıkaracağı kanaatindeyiz.
8. Bahse konu uygulanabilirlik noktasındaki görüşümüz bağlamında Mahkemenin bugüne dek benimsediği ve çoğunluğun sürdürülmesine karar verdiği inceleme yöntemindeki yaklaşımdan farklı iki önemli husus ortaya çıkmaktadır:
9. Birinci olarak, Mahkememiz olağanüstü hal kapsamında yapılan bireysel başvuru incelemelerinde ihlal iddialarını ilk olarak olağan dönem güvenceleri olan Anayasa’nın 13. maddesine uygunluk yönüyle ele almakta, eğer burada bir ihlal sonucuna ulaşıyorsa ancak bu durumda Anayasa’nın 15. maddesindeki güvenceler yönü ile inceleme aşamasına geçmektedir. Kanaatimizce bireysel başvuru inceleme sürecini uzatan bu biçimdeki bir incelemenin pratik bir faydası bulunmamaktadır. Zira bir olağanüstü hal tedbiri ile ilgili olan bir ihlal iddiasını bireysel başvuru incelemesinde ancak olağanüstü hale ilişkin anayasal güvenceler boyutu ile değerlendirerek sonuca ulaşmak Anayasa’nın öngördüğü sistematiğe de daha uygun olacaktır. Bu nedenle bu nitelikteki bireysel başvurularda doğrudan Anayasa’nın 15. maddesindeki güvencelerden hareketle inceleme yapmak daha isabetli bir yöntem olarak görülmelidir.
10. Zira, yukarıda da ifade edildiği üzere, böyle bir ihlal iddiası ile ilgili Anayasa’nın 13. maddesi yönüyle yapılan bir incelemede ihlal sonucuna ulaşmanın pratik bir etkisi de bulunmamaktadır. Çünkü bahse konu ihlal bir olağanüstü hal tedbirinden kaynaklanmakta ise bu durumda bireysel başvuru ile ilgili bir anayasal incelemenin mutlaka Anayasa’nın 15. maddesindeki güvenceler yönüyle yapılması gerekmektedir.
11. Öte yandan bir olağanüstü hal tedbirine dayalı ihlal iddiasıyla ilgili yapılan bir bireysel başvuru incelemesinde Anayasa’nın 13. maddesi yönü ile yapılan inceleme bazı teknik hukuki sorunlara da sebebiyet verebilecek hatta bazı çelişkilere yol açabilecektir. Söz gelimi bir olağanüstü hal Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ya da 2017 Anayasa değişikliği öncesi şekliyle olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesine dayalı bir tedbirle ilgili ihlal iddiasında 13. maddeye uygunluk denetiminde henüz kanunilik aşamasında sorun ortaya çıkacaktır. Oysa temel hakların kanunla sınırlandırılması şartı temel bir Anayasal güvence olarak sadece olağan döneme ilişkindir. Bir olağanüstü hal tedbirinde buna dayalı bir sorunu 13. maddeden hareketle incelemenin pratik faydası olmaması yanında temel hak ve özgürlüklerin rejimi ve güvenceleri boyutu ile başka sorunlara yol açması da mümkündür. Bunun gibi 13. maddeden yapılacak incelemelerde özellikle sınırlamanın meşru amacını ortaya koyma aşamasında eğer bahse konu hak ile ilgili maddede bir özel sınırlama sebebi yer almıyorsa bu durumda olağanüstü hal tedbiri ile ilgili olarak hiç de gerekli olmadığı halde Anayasa’nın 13. maddesinden hareketle anayasal sorunlarla karşılaşılacaktır.
12. Dolayısıyla olağanüstü hal tedbirlerinden kaynaklanan bireysel başvurulardaki incelemelerin doğrudan Anayasa’nın 15. maddesinden hareketle gerçekleştirilmesi pratiklik sağlayacağı gibi yukarıda bahsedilen çelişkili durumların ortaya çıkmasını da tamamen ortadan kaldıracaktır.
13. Yukarıdaki iki örnekteki sorunlara işaret edildiğinde bu durumda akla olağanüstü hal döneminin sanki güvencesiz ve hukuki olmayan bir rejim olduğu algısı gündeme gelebilir. Ancak bu bağlamda özellikle vurgulamak gerekir ki olağanüstü hal de bir hukuk rejimidir ve bu hukuk rejimini güvenceleri Anayasa’nın 15 maddesinde çok açık biçimde ortaya konulmuştur. Bu konunun detayına burada girmemekle birlikte bu bağlamda uygulanabilirlik yönüyle çoğunluk görüşünden ayrılma noktasında ikinci görüş olarak aşağıda ifade edeceğimiz husus da bu görüşümüzü desteklemekte olup olağanüstü halin kendi içinde tutarlı dayanakları olan bir hukuk rejimi olduğunu ve keyfiliğe karşı sıkı bir hukuk düzeni öngördüğünü ortaya koymaktadır.
14. Bunun bir gereği olarak Anayasa Mahkemesi de gerçekleştirdiği denetimde, kendisine tanınan Anayasal yetki sınırları dahilinde hareket ederek ilan edilen olağanüstü hallerde temel hak ve özgürlüklerin tabi olduğu hukuki rejimi belirleyip ona uygun bir denetim yaparken olağanüstü halin bu yönünü dikkate almaktadır.
15. Olağanüstü hal dönemine ilişkin bireysel başvurulardaki inceleme yönteminin geliştirilmesine yönelik “uygulanabilirlik” başlığı altında ifade edeceğimiz ikinci husus işte doğrudan bununla ilgilidir. Olağanüstü hal döneminde başvurulacak olağanüstü hal tedbirinin mutlaka “Olağanüstü hal yönetimi” başlıklı Anayasa’nın 119. maddesinde belirtilen şekliyle bir kanun ya da olağanüstü hal Cumhurbaşkanlığı kararnamesine (2017 Anayasa değişikliği öncesinde ise olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesine) dayanması gerekmektedir. Olağanüstü hâl ilan edildiğinde kendiliğinden yürürlüğe giren 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu yanında TBMM’nin çıkaracağı kanunlarla farklı olağanüstü hâl tedbirleri öngörebileceği açıktır. Bu durumda Anayasa’nın 119. maddesi uyarınca olağanüstü hâl tedbirleri; 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu, Olağanüstü Hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve TBMM’nin olağanüstü hâlle ilgili ve sınırlı olmak üzere kanunla öngöreceği tedbirlerden ibarettir.
16. Zira bir hukuki rejim olarak olağanüstü hallerde temel hakların sınırlandırılması noktasındaki güvenceler Anayasa’nın 15. maddesinde düzenlendikten sonra olağanüstü hallerde alınabilecek tedbirlerle ilgili olarak Anayasa’nın 119. maddesinde önemli detaylara yer verilmiştir. Anayasa koyucu olağanüstü hallerde alınacak tedbirleri bu şekilde sadece kanun (2935 sayılı Kanun ve TBMM’nin çıkaracağı olağanüstü hâl tedbirleri öngören diğer kanunlar) ve olağanüstü Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde belirleme yetkisi verdiğine göre bunun dışındaki başka hiçbir kuralla bunların öngörülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ne normal dönemde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde ne de bir düzenleyici idari işlemde doğrudan olağanüstü hâl tedbirleri öngörülebilir.
17. Bir olağanüstü hal tedbiri olağanüstü hal kanunu veya olağanüstü Cumhurbaşkanlığı kararnamesine dayanıyor ise bireysel başvuru incelemesinde Anayasa’nın 15. maddesi yönünden yapılacak incelemedeki ön koşul olan uygulanabilirlik koşulu karşılanmış olur. Bunun sağlanması durumunda ancak olağanüstü hal ile ilgili olan bireysel başvuru incelemelerinde Anayasa’nın 15. maddesindeki güvenceler olarak sert çekirdek hakların korunup korunmadığına, getirilen sınırlayıcı tedbirin milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülükleri ihlal edip etmediğine ve olağanüstü hale ilişkin ölçülülük ilkesinin belirtildiği durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığı noktalarındaki denetime geçilebilir.
18. Uygulanabilirlik noktasında Mahkememiz çoğunluğundan farklı düşünmemize sebep olan bu koşul esasında bugüne değin bireysel başvuru incelemelerinde pek kendisini göstermemiş olsa da kanaatimizce olağanüstü hal tedbiri ile ilgili olarak yapılan başvurularda olağanüstü halin bir hukuk rejimi olduğunu vurgulamayı ve bu yönü ile çok kolay biçimde herhangi bir tedbirin kanun koyucu veya Cumhurbaşkanının iradesi olmaksızın bir olağanüstü hal tedbiri olmasının önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Nitekim bugüne değin verilen kararlarda böyle bir dayanağı olmayan bir idari tasarrufa bağlı bir biçimde ihlal iddialarının reddedildiği bir Anayasa Mahkemesi kararı mevcut değildir. Aksine bu biçimdeki bir pozitif dayanaktan yoksun bir olağanüstü hal tedbiri ile ilgili tasarruflar Anayasa’nın 15. maddesinin öngördüğü temel haklar rejimi ile çelişmektedir.
19. Bu bağlamda çoğunluk görüşünden ayrıldığımız temel husus bir olağanüstü hal tedbirinin Anayasa’nın 119. maddesinde öngörülen şekli koşullarda gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin açık bir kriter olarak ifade edilmesidir. Kanaatimizce bu biçimdeki bir şekli kriterin olağanüstü hal dönemindeki bir ihlal iddiası ile ilgili yapılan başvurularda uygulanabilirlik koşulu boyutu ile aranması gerekmekte olup bu nedenle bu hususun kararlarda açıkça ifade edilmesi önerilmektedir.
20. Bahse konu şekli kritere yer verilmemesi durumunda herhangi bir idari tasarrufla bir olağanüstü hal tedbirinin ihdas edilip buna dayalı biçimde işlem tesis edilebileceği hususu akla gelmektedir. Oysa bu durum olağanüstü hal rejiminde temel hakları fevkalade güvencesiz hale sokacaktır. Zira Anayasa’nın 15. ve 119. maddelerinin birlikte yorumlanması durumunda bir olağanüstü hal tedbirinin ilan edilen olağanüstü hal sebebine bağlı biçimde olmak kaydı ile ancak bir ancak bir kanun ya da olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile belirlenebilmesi mümkündür. Bunun dışında ise herhangi bir idari tasarrufla bir olağanüstü hal tedbirinin belirlenmesi ve bunun dayanak olarak gösterilmesi Anayasa’nın amir hükümleri ile bağdaşmayacaktır.
21. Nitekim bugüne değin Anayasa Mahkemesi buna imkan veren bir karar zaten vermemiştir. Aksi yaklaşım zaten olağanüstü hal döneminde Anayasa’nın öngördüğünün aksine olağanüstü hal tedbirlerini çok daha rahat başvurulabilir tedbirler haline getirir ki bu da Anayasa’nın öngördüğü olağanüstü hal rejimi ile bağdaşmaz. Bu nedenle bu hususun Anayasa Mahkemesi kararlarında açıkça ifade edilmesi olağanüstü haldeki insan haklarının güvence düzeyini ortaya koymak açısından fevkalade önem arz etmektedir.
22. Yukarıda sıralanan sebeplerle somut başvuruda incelemenin doğrudan Anayasa’nın 15. maddesi yönünden yapılması gerektiği ve Anayasa’nın 15. maddesinin uygulanabilirlik koşulları başlığı altında da şekli kriter olarak olağanüstü hal tedbirinin ya bir kanuna (2935 sayılı Kanun ve TBMM’nin çıkaracağı olağanüstü hâl tedbirleri öngören diğer kanunlar) ya da olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükmüne dayanması gerektiği gerekçesiyle Mahkememiz çoğunluğunun “uygulanabilirlik” başlığı altındaki inceleme yöntemine katılmaktayız.
Üye Hicabi DURSUN |
Üye Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
FARKLI GEREKÇE
Olağanüstü hâl döneminde kamu makamlarının kararlarına uymayarak çeşitli toplantı ve gösterilere katılan başvurucular hakkında emre aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle idarî para cezaları verilmesinden dolayı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin başvurularda söz konusu hakkın ihlal edildiğine karar verilmiştir.
İhlal kararı oybirliğiyle alınmış olmakla birlikte, uygulanabilirlik yönünden yapılan değerlendirmelerle ulaşılan sonuca farklı gerekçeyle katılıyorum.
Bilindiği gibi, olağanüstü hâllerde temel hak ve hürriyetlerin olağan döneme göre daha fazla sınırlanmasına ihtiyaç olabilmekte; Anayasanın 15. maddesi, bu ihtiyaca cevap vermek üzere temel hakların olağan döneme göre daha fazla sınırlandırılmasına ve Anayasada bunlar için öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınmasına izin vermektedir. Kuşkusuz 15. maddenin keyfî bir sistem kurduğu ve Devlete sınırsız yetkiler verdiği de söylenemez.
15 Temmuz askerî darbe teşebbüsünün ardından 21/7/2016 tarihinde ilân edilen ve 20/7/2018 tarihine kadar uygulanan olağanüstü hâl döneminde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvurularda esas alınan ilkeler ve inceleme yöntemi Aydın Yavuz ve diğerleri kararında ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017) belirlenmiş ve Mahkememizce istikrarlı bir şekilde uygulanmıştır.
Anılan kararda, olağanüstü hâlin tehlikelerinin bertaraf edilmesi amacıyla olağanüstü hâl mevzuatında öngörülen tedbirlerin esasen Anayasadaki güvencelere aykırı da olmayabileceği, bu nedenle öncelikle Anayasanın 13. maddesine göre inceleme yapılarak ihlal bulunması hâlinde 15. madde yönünden değerlendirme yapılması şeklinde bir inceleme yöntemi benimsenmiş ve bu usul olağan dönemde de sürdürülmüştür. Anayasanın 13. maddesine göre yapılan bu incelemenin, kanunîlik ve meşru amaç yönünden çıkabilecek sorunlar sebebiyle gerekli olup olmadığı tartışılabilir. Diğer taraftan, anılan içtihadımız ve takip eden kararlarımız incelendiğinde bu yöntemle veya doğrudan 15. maddeye göre yapılacak bir inceleme neticesinde varılacak sonuçlar arasında esas itibariyle önemli bir fark olmayacağı da görülecektir.
Nitekim bu kararda da uygulanabilirlik yönünden ortaya çıkan farklı görüşlere rağmen oybirliğiyle ihlal sonucuna ulaşılmıştır.
Bu itibarla, olağanüstü hâl mevzuatına dayanarak yapılan eylem ve işlemlerin olağan dönemde gerçekleşen müdahaleler gibi Anayasanın 13. maddesi yönünden incelenmesinin artık gerekli olmadığı ve esasen 13. ve 15. maddelerden yapılacak bir inceleme yerine, şartları bulunduğunda doğrudan 15. madde yönünden değerlendirme yapılmasının yeterli olduğu düşüncesiyle, çoğunluğun inceleme yöntemine ilişkin aksi yöndeki görüşünden farklı gerekçeyle ihlal sonucuna katılıyorum.
Üye M. Emin KUZ |
--------------------
1 Bu kavram ilk defa Birleşik Devletler Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Robert Jackson tarafından yazılan bir karşıoy görüşünde kullanılmıştır. Bkz. Terminiello v. City of Chicago, 337 U.S. 1 (1949). Yargıç Jackson karşıoy yazısında kavramı şu şekilde kullanmıştır: “…willl convert the constitutional Bill of Rights into a suicide pact”. Kavramla kastedilen devlet gücü üzerindeki anayasal sınırlamalarla, devletin ve milletin varlığını sürdürme ihtiyacı arasında denge kurulmasıdır.
2 John Locke, Hükümet Üzerine İkinci İnceleme, çev. Aysel Doğan, İzmir: İlya Yayınevi, 2010, s. 88-89.
3 Batur Kaya, Semih “2017 Anayasa Değişiklikleri Çerçevesinde Olağanüstü Halin Hukuki Rejimi Üzerine Bir İnceleme”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 2022, sayı 158, s.5.
4 T.C. Anayasa Mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Gerekçeli), Ankara, 2019, s. 80.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ONUR ERDEN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/5403) |
|
Karar Tarihi: 31/3/2022 |
R.G. Tarih ve Sayı: 26/5/2022-31847 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
Raportör |
: |
Şeyda Nur ÜN |
Başvurucu |
: |
Onur ERDEN |
Vekili |
: |
Av. Linda Sevinç HOCAOĞULLARI |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir basın açıklamasına katılan başvurucunun, genel yasak olduğu gerekçesiyle hakkında emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/2/2019 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
5. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Arka Plan Bilgisi
7. 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü nedeniyle 18/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmiştir. OHAL; Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 5/10/2016, 3/1/2017, 17/4/2017, 17/7/2017, 17/10/2017, 18/1/2018 ve 18/4/2018 tarihlerinde alınan kararlarla üçer ay daha uzatılmış ve 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir.
8. OHAL süresince çıkarılan OHAL kanun hükmünde kararnameleriyle birçok kişi kamu görevinden çıkarılmıştır. Sağlık Bakanlığı Van İpekyolu 1 No.lu Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonunda doktor olarak görev yapan başvurucu da 29/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'yle kamu görevinden çıkarılmıştır.
B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler
9. Somut olayın meydana geldiği tarihte başvurucu, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası üyesidir.
10. 2018 yılının Kasım ayında Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulan ve "sağlıkta şiddet yasa tasarısı" olarak adlandırılan tasarının 13/11/2018 tarihinde TBMM Genel Kurulunda görüşüleceğinin açıklanması üzerine aynı gün saat 13.25 sıralarında başvurucu, bir hekim arkadaşı ile birlikte TBMM Dikmen kapısı önüne gelmiştir. Başvurucu ve arkadaşı TBMM Dikmen girişinde "Eğitim ve Çalışma Hakkımız Engellenemez" ve "Yaşamak Yaşatmak İstiyoruz" yazılı iki pankart açmış ve "Haklıyız İşimizi Geri Alacağız" şeklinde sloganlar atmıştır.
11. Bunun üzerine kolluk kuvvetleri böyle bir etkinliğin izinsiz yapılamayacağı konusunda uyarılarda bulunmuş ve Ankara Valiliğinin (Valilik) 21/1/2018 tarihli yasaklama kararını hatırlatmıştır.
12. Söz konusu ikazların dikkate alınmaması üzerine kolluk kuvvetleri tarafından başvurucuya orantılı olarak zor kullanılmış, başvurucu gözaltına alınmış ve gerekli idari işlemler yapıldıktan sonra salıverilmiştir.
13. Başvurucu hakkında söz konusu basın açıklaması nedeniyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunmaktan 259 TL idari para cezası uygulanmıştır.
14. Başvurucunun anılan basın açıklamasına katılarak aykırı davrandığı kabul edilen emir, Valiliğin 21/1/2018 tarihli yasaklama kararıdır. Söz konusu karar şu şekildedir:
"Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ülkemiz sınırları içinde veya dışında güvenlik ve istikrarı sağlama ve Afrin bölgesinde bulunan çeşitli terör örgütü unsurlarını etkisiz hale getirmek üzere, 20.01.2018 Cumartesi günü saat 17.00’de 'Zeytin Dalı Operasyonu' başlatılmıştır.
Çeşitli siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları tarafından sosyal medya üzerinden yapılan çağrılarla; ‘Zeytin Dalı Operasyonu’nu protesto etmek amacıyla, Ankara'nın muhtelif yerlerinde birtakım eylem ve etkinlikler yapılacağı yönünde paylaşımlarla toplanma çağrısında bulunulduğuna dair istihbarî bilgiler elde edilmiştir.
Bu tür eylemlerin, umuma açık alanları, meydanları, yolları, parkları ve diğer dinlenme mekânlarını kullanan vatandaşlarımız ile eylemi gerçekleştiren şahıslar arasında, istenmeyen olayların yaşanmasına yol açabileceği; bu eylemler sırasında, terör örgütlerinin katılımcılar ve vatandaşlarımıza yönelik olarak bombalı eylemler yapabileceği yönünde istihbari duyumlar alınmaktadır.
Bu sebeple, 21 Ocak 2018 tarihinden itibaren, ‘Zeytin Dalı Operasyonu’ devam ettiği sürece park, bahçe, genel yollar, kamu binalarının önleri ve umuma açık alanlarda düzenlenecek açık ve kapalı yer toplantıları, basın açıklamaları, açlık grevi, oturma eylemi, konser, şenlik, şölen ve benzeri eylem ve etkinlikler; kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması, temel hak ve özgürlükler ile can ve mal emniyetinin sağlanması amacıyla, 2911 sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17’nci maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda Valiliğimizden izin alınarak yapılacaktır.
Yukarıda belirtilen düzenlemelere uymayanlar hakkında, fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17’nci ile 28’nci maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66’ncı madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır."
15. Başvurucu, söz konusu idari para cezasına itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından başvurucu hakkında uygulanan idari yaptırım kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.
16. İtirazın reddine dair karar 16/1/2019 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 5326 sayılı Kanun’un 32. maddesi şöyledir:
"(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir..."
19. 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
" Bu Kanunun amacı,
a) Tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım,
b) Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması,
Durumlarında olağanüstü hal ilan edilmesi ve usulleriyle olağanüstü hallerde uygulanacak hükümleri belirlemektir."
20. 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince olağanüstü hal ilanında; genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla 9 uncu maddede öngörülen tedbirlere ek olarak aşağıdaki tedbirler de alınabilir:
...
m) Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak,"
21. 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin (C) bendi şöyledir:
"İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır.
Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir."
22. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 17. maddesi şöyledir:
"Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir."
B. Uluslararası Hukuk
23. Mevcut başvurulara ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-30.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Anayasa Mahkemesinin 31/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
25. Başvurucu, adli yardım talebinde bulunmuştur.
26. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
27. Başvurucu;
i. Öncelikle söz konusu tarihte düzenlenen basın açıklaması yönünden OHAL tedbirlerinin uygulanamayacağını, OHAL'in yürürlükten kaldırıldığını, OHAL döneminde alınan kararların geçerli olamayacağını,
ii. İfade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının anayasal ve uluslararası güvenceleri olduğunu, barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan, şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesinin demokrasinin bir gereği olduğunu, somut etkinliğin barışçıl şekilde gerçekleştiğini, kamu düzeninin bozulmadığını, herhangi bir şiddet olayı yaşanmadığını, kendisine yönelik idari yaptırımın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenme hakkını sınırladığını, bu nedenlerle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini,
iii. İtirazı inceleyen yerel mahkemenin idare tarafından gönderilen bilgi ve belgeleri kendisine tebliğ etmediğini, bu nedenle savunma hakkından yoksun kaldığını, aynı zamanda yerel mahkemenin sistematik şekilde ve gerekçesiz olarak ret kararı verdiğini,
iv. Hakkında uygulanan yakalama ve gözaltı işleminin hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir.
28. Bakanlık görüşünde; somut olaya yönelik söz konusu müdahalenin meşru amacının kamu düzeni ve güvenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması olduğu, itiraz üzerine verilen kararlardaki tespit ve sonuçların yasanın uygulanması niteliğinde olduğu, bu anlamda Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal eder nitelikte olup olmadığının takdirinin Anayasa Mahkemesine bırakıldığı belirtilmiştir.
29. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında önceki beyanlarını tekrarlayarak söz konusu müdahalenin kanuni bir yönünün bulunmadığını, meşru bir amaç taşınmadığını ve demokratik toplum düzenine uygun olmadığını da belirtmiştir.
C. Değerlendirme
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, katıldığı basın açıklaması sonrasında idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkindir. Belirtilen nedenlerle başvurucunun şikâyetinin bir bütün olarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, § 37; İhsan Uğraş, B. No: 2015/5365, 3/4/2019, § 24).
31. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
33. Başvurucunun söz konusu basın açıklamasını gerçekleştirmek isterken gözaltına alınmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu açıktır (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 55). Diğer yandan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Osman Erbil, § 53). Bu sebeple başvurucunun düzenlediği etkinlik nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmasının da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir (Dursun Soydan ve diğerleri, B. No: 2015/2948, 14/11/2018, § 39).
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
34. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
35. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvurulara uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir. Somut başvuruda öncelikle müdahalenin kanunlar tarafından öngörülme ölçütünü karşılayıp karşılamadığı ele alınacaktır.
i. Genel ilkeler
36. Hak ya da özgürlüklere bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespit edilmesi gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığıdır. Anayasa’nın 34. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin kanunilik şartını sağladığının kabul edilebilmesi için müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (kanunilik şartına başka bağlamlarda dikkat çeken kararlar için bkz. Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 82; Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 36; Hayriye Özdemir, B. No: 2013/3434, 25/6/2015, §§ 56-61; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. [GK], B. No: 2014/19270, 11/7/2019, § 35).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
37. Ankara Valiliğinin başvuru konusu müdahaleyi oluşturan idari para cezasına dayanak yasaklama kararının 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (m) bendi, 5442 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (C) bendi ve 2911 sayılı Kanun'un 17. maddesi uyarınca verildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda "Zeytin Dalı operasyonu devam ettiği sürece" geçerli olacağı öngörülen yasaklama kararı şeklindeki müdahalenin kanunilik şartını karşılayıp karşılamadığı değerlendirilmelidir.
38. 2935 sayılı OHAL Kanunu ve burada öngörülen tedbirlerin yalnızca OHAL'in devam ettiği süre ve yerlerde uygulanabileceği açıktır (bkz. §§ 19, 20). Bu durumda Valiliğin 21/1/2018 tarihli yasaklama kararının verildiği tarihte ülke genelindeki OHAL devam ediyor ise de 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Başvurucu hakkında; söz konusu yasaklama kararının OHAL'in sona erdiği 13/11/2018 tarihli eylem nedeniyle hükmedilen idari para cezasına kanunilik şartını karşılayan bir dayanak oluşturduğunu kabul etmeye imkân bulunmamaktadır. Nitekim Valiliğin 21/1/2018 tarihli kararı 2935 sayılı Kanun'a dayanarak alınmıştır ancak 13/11/2018 tarihli eylem esnasında OHAL mevcut değildir ve söz konusu etkinliğe yapılan müdahale bir OHAL tedbiri olarak değerlendirilemez.
39. Diğer yandan Valilik, etkinlikleri izne bağlamaya yönelik kararına dayanak olarak 2911 sayılı Kanun'un 17. maddesi ile 5442 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (C) bendini göstermiştir. 2911 sayılı Kanun'un 17. maddesi gereğince bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne müdahale edilebilmesinin koşulları şöyledir:
i. Müdahalenin millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacını taşıması
ii. Müdahalenin belirli bir toplantıya yönelik olması
iii. Toplantıya yönelik ertelemenin bir ayı aşmaması
iv. Suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlikenin mevcut olması hâlinde ise toplantının yasaklanabilmesi
40. Yine 5442 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (C) bendi gereğince ise bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne müdahale edilebilmesinin koşulları şöyledir:
i. Kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunması
ii. On beş günün geçilmemesi
41. Görüldüğü üzere kanun koyucu her iki Kanun yönünden de bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne müdahale edilebilmesi için belirli şartların sağlanmasını ve belirli sürelerle müdahale edilebileceğini düzenlemektedir. Söz konusu düzenlemelerle bir toplantı ve gösteri yürüyüşü ancak belirli sürelerle ertelenebilir yahut yasaklanabilir. Bu kapsamda Valiliğin söz konusu izne bağlama kararının kısıtlama süresinin on beş günle sınırlandığı 5442 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (C) bendi veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin ertelenebileceği sürenin bir ayla sınırlandırıldığı 2911 sayılı Kanun'un 17. maddesi uyarınca verildiğinin kabulü de mümkün görünmemektedir. Nitekim söz konusu iki Kanun hükmü uyarınca da "Zeytin Dalı operasyonu devam ettiği sürece" şeklinde ucu açık ve belirsiz bir süreyle yasak süresi belirlenemeyeceği açıktır. Öte yandan 2911 sayılı Kanun müdahalenin belirli bir toplantıya yönelik olarak yapılabileceği düzenlemesini içermesine karşın Valiliğin ilgili kararında her türlü toplantının yasaklandığı görülmektedir. Böyle bir düzenlemenin de ilgili Kanun gereğince yapılamayacağı açıktır.
42. Şu hâlde Valiliğin 21/1/2018 tarihli kararında belirlenen "Zeytin Dalı operasyonu devam ettiği sürece" şeklinde bir yasak süresinin kanuni olarak öngörülüp öngörülemeyeceğinden bağımsız olarak hâlihazırda anılan karara dayanak olabilecek başka bir kanun hükmünün de bulunmadığı anlaşılmıştır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurucu hakkında Valiliğin 21/1/2018 tarihli kararı uyarınca verilen idari para cezasının Anayasa'nın 13. maddesinde açıkça emredilen kanunilik ölçütünü karşılamadığı görülmüştür.
44. Başvuruya konu müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşıldığından söz konusu müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
45. Sonuç olarak başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
46. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
47. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
48. Öte yandan ihlal tespiti ve yeniden yargılama kararı verilmesinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (2018/8256 D. İş sayılı dosyası) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
F. 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 31/3/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
AKIN FENER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2017/22695) |
|
Karar Tarihi: 14/4/2022 |
R.G. Tarih ve Sayı: 4/8/2022-31913 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
M. Emin KUZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
Kenan YAŞAR |
Raportör |
: |
Gülsüm Gizem GÜRSOY |
Başvurucular |
: |
1. Handan KAYA |
Vekilleri |
: |
Av. Öztürk TÜRKDOĞAN |
|
|
Av. Linda Sevinç HOCAOĞULLARI |
|
|
2. Musa EKİCİ |
Vekili |
: |
Av. Duygu DEMİREL |
|
|
3. Akın FENER |
|
|
4. Ali GÜN |
|
|
5. Baran ÇAY |
|
|
6. Cengiz GÜLKAYA |
|
|
7. Erdal ÖZYURT |
|
|
8. Ersel ATAÇ |
|
|
9. Gülten ERDEN KARADAŞ |
|
|
10. İbrahim TOY |
|
|
11. Kadir ÖZDEMİR |
|
|
12. Kenan SENCER |
|
|
13. Murat BEKTAŞ |
|
|
14. Necip KAPLAN |
|
|
15. Nur Mehmet ATLI |
|
|
16. Savaş İLHAN |
|
|
17. Suat GÜNEŞ |
|
|
18. Topçu UZAR |
|
|
19. Yücel KARAOSMAN |
|
|
20. EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI |
|
|
21. Nurten YILMAZ |
|
|
22. Özgür ÖZDEMİR |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Bedia BORAN BULUT |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, izinsiz ve yasaklama kararlarına aykırı olarak gösteri ve eylemlere katılan sendika üyelerinin idari para cezasıyla cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle aynı mahiyetteki dosyalar bu dosya üzerinde birleştirilmiştir.
3. Başvurular süresinde yapılmıştır.
4. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ile KESK'e bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİM SEN/Sendika) üyeleridir.
A. Başvuruya Konu Olaya İlişkin Arka Plan Bilgisi
10. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).
11. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Ayrıca OHAL döneminde çeşitli kurumlarda görev yapan çok sayıda kamu görevlisi, terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca (MGK) devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamudan ihraç edilmiştir.
12. KESK Aydın Şubeler Platformu (Platform) 9/2/2017 tarihinde Aydın Valiliğine (Valilik) dilekçe vererek 9/2/2017 tarihinde saat 18.30'da ve 11/2/2017 tarihinde saat 14.00'te Atatürk Kent Meydanı'nda OHAL KHK'ları ile kamu görevlilerinin ihraç edilmelerini protesto etmek amacıyla "iş güvencesi" konulu basın açıklaması yapmayı talep etmiştir. Belirtilen tarihlerde yapılan basın açıklamalarında gerekli güvenlik tedbirleri alınmıştır.
13. Platform 12/2/2017 tarihinde de 2017 yılının Şubat ve Mart aylarında imza metni ile bildirinin dağıtılması yönünde bir karar almıştır. Karar şu şekildedir:
"Konfederasyonumuz KESK'in hazırlamış olduğu iş güvencesi ile ilgili imza metni ve Aydın KESK Şubeler Platformu tarafından hazırlanan bildirinin Atatürk Kent Meydanında 15.00-18.00 saatleri arasında Şubat-Mart 2017 aylarında dağıtımının yapılmasına karar verilmiştir."
14. Platform 13/2/2017 tarihinde Valiliğe dilekçe vererek Şubat-Mart 2017 tarihlerinde Atatürk Kent Meydanı'nda iş güvencesi ile ilgili bildiri dağıtmak ve imza standı açmak için talepte bulunmuştur. Valilikçe 14/2/2017 tarihinde yapılacak etkinlik için izin verilmiş ancak15/2/2017-19/2/2017 tarihleri için yineledikleri toplantı ve gösteri talepleri "görülen lüzum üzerine" uygun bulunmamış, daha ayrıntılı bir gerekçe sunulmamıştır. 14/2/2017 tarihinde gerekli güvenlik tedbirleri alınmıştır.
15. Valilik 23/2/2017-25/3/2017 tarihlerini kapsayacak şekilde yapılmak istenen eylem ve etkinliklerin ise yasaklanmasına karar vermiştir.
16. İzin verilmeyen ve yasaklama kararı verilen tarihlerde çeşitli eylemlere katılan başvurucular hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca "emre aykırı davranışta bulundukları" gerekçesiyle idari para cezası verilmiştir.
17. İdari para cezalarına yapılan itirazları inceleyen Aydın 1. ve 2. Sulh Ceza Hâkimlikleri (Hâkimlik) Valilikten savunma almıştır. Valiliğin Şubat-Mart 2017 dönemindeki eylemlere (basın açıklaması, bildiri dağıtımı, oturma eylemi vb.) izin verilmemesine/bu eylemlerin yasaklanmasına ilişkin olarak savunmasında bildirdiği gerekçeler şu şekilde özetlenebilir:
-Platform tarafından yapılmak istenen eylemlerin OHAL kapsamında KHK ile görevden uzaklaştırılan sendika üyelerine destek vermek amacıyla yapılmak istenmesi, bu yöndeki etkinlikler konusunda ısrar edilmesi, sosyal paylaşım sitelerinde eylem çağrısında bulunulması, aynı içerikli eylem ve etkinliklerde sürekliliği sağlamak amacıyla her gün düzenlenmesi hâlinde kitlenin karşıt görüşlü gruplarla karşı karşıya geleceği, etkinliğin marjinal gruplar ve terör örgütleri tarafından provoke edilme ihtimalinin bulunması.
B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler
18. Başvurucuların idari para cezası ile cezalandırılmalarına neden olan eylemler şöyledir:
- 15/2/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında Atatürk Kent Meydanı'nda üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan dokuz kişilik grup "Hukuksuz ihraçlara ve açığa almalara teslim olmayacağız, direneceğiz" yazan pankart açmış ve bildiri dağıtmıştır. Nur Mehmet Atlı, Kadir Özdemir, Gülten Erden Karadaş, Yücel Karaosman, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 16/2/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan dokuz kişilik grup "Hukuksuz ihraçlara ve açığa almalara teslim olmayacağız, direneceğiz" yazan pankart açmış, bildiri dağıtmıştır. Nur Mehmet Atlı, Kadir Özdemir, Ali Gün, Yücel Karaosman, Ersel Ataç, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 17/2/2017 tarihinde saat 14.50 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan dört kişilik grup "Hukuksuz ihraçlara ve açığa almalara teslim olmayacağız, direneceğiz" yazan pankart açmıştır. Yücel Karaosman, Suat Güneş, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 18/2/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan otuz dört kişilik grup "Hukuksuz ihraçlara ve açığa almalara teslim olmayacağız, OHAL'de işimiz geleceğimiz için direniyoruz" yazan pankartlar açmış ve "Gün Gelecek Devran Dönecek AKP Halka Hesap Verecek, Baskılar Bizi Yıldıramaz!" şeklinde sloganlar atmıştır. Nur Mehmet Atlı, Ali Gün, Yücel Karaosman, Topçu Uzar, Akın Fener, Nurten Yılmaz, Özgür Özdemir, İbrahim Toy, Erdal Özyurt, Suat Güneş, Cengiz Gülkaya, Necip Kaplan, Musa Ekici, Handan Kaya, Kenan Sencer bu eyleme katılmıştır.
- 20/2/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan beş kişilik grup bildiri dağıtıp basın açıklaması için hazırlık yapmaya başlamış ve bulundukları yerden ayrılmamıştır. Nur Mehmet Atlı, Kadir Özdemir, Ali Gün, Yücel Karaosman bu eyleme katılmıştır.
- 21/2/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan altı kişilik grup bildiri dağıtarak işlerine son verilmesiyle ilgili olarak yüksek sesle söylemde bulunup durdukları yerden ayrılmamıştır. Nur Mehmet Atlı, Kadir Özdemir, Ali Gün, Yücel Karaosman, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 22/2/2017 tarihinde saat 15.30 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan beş kişilik grup birbirine kenetlenerek bulunduğu yere oturmak suretiyle eylem yapmıştır. Nur Mehmet Atlı, Kadir Özdemir, Gülten Erden Karadaş, Ali Gün, Murat Bektaş, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 23/2/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler bulunan üç kişilik grup oturma eylemi yapmıştır. Kadir Özdemir, Yücel Karaosman, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 24/2/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan dört kişilik grup birbirine kenetlenerek bulunduğu yere oturmak suretiyle eylem yapmaya devam etmiştir. Kadir Özdemir, Ali Gün, Yücel Karaosman, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 25/2/2017 tarihinde saat 16.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler, ellerinde Sendikaya ait bayrak, flama, pankart ve bir masayla kent meydanı havuz önüne gelen dokuz kişilik grup getirmiş olduğu "Hukuksuz ihraçlara ve açığa almalara teslim olmayacağız, direneceğiz" yazılı pankartı havuz önündeki direklere bağlamış; masayı da kurarak imza kampanyası başlatmıştır. Baran Çay, Gülten Erden Karadaş, Ali Gün, Yücel Karaosman, Topçu Uzar, Akın Fener, Suat Güneş, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 27/2/2017 tarihinde saat 15.05 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler bulunan üç kişilik grup oturma eylemi yapmıştır. Kadir Özdemir, Ali Gün, Yücel Karaosman bu eyleme katılmıştır.
- 28/2/2017 tarihinde saat 15.05 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan üç kişilik grup birbirine kenetlenerek oturma eylemi yapmıştır. Kadir Özdemir, Yücel Karaosman, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 1/3/2017 tarihinde saat 15.05 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan üç kişilik grup birbirine kenetlenerek oturma eylemi yapmıştır. Kadir Özdemir, AliGün, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 2/3/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan üç kişilik grup birbirine kenetlenerek bulunduğu yere oturmak suretiyle oturma eylemi yapmış ve "İşimizi Geri İstiyoruz!" şeklinde slogan atmıştır. Kadir Özdemir, Yücel Karaosman, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 3/3/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan üç kişilik grup birbirine kenetlenerek bulunduğu yere oturmak suretiyle oturma eylemi yapmış ve "İşimizi Geri İstiyoruz!" şeklinde slogan atmıştır. Kadir Özdemir, Yücel Karaosman, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 6/3/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "Emekçiyiz, Haklıyız, Kazanacağız, İşimizi Geri İstiyoruz KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler bulunan iki kişilik grup oturma eylemi yapmıştır. Kadir Özdemir, Yücel Karaosman bu eyleme katılmıştır.
- 7/3/2017 tarihinde saat 15.05 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler bulunan iki kişilik grup oturma eylemi yaparak "İşimizi Geri İstiyoruz!" şeklinde slogan atmıştır. Kadir Özdemir, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 8/3/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler bulunan üç kişilik grup oturma eylemi yapmıştır. Nur Mehmet Atlı, Kadir Özdemir, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 9/3/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler bulunan iki kişilik grup "İşimizi Geri İstiyoruz!" şeklinde slogan atmıştır. Kadir Özdemir, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 11/3/2017 tarihinde saat 14.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler, ellerinde Sendikaya ait bayrak, flama, pankart ve bir masayla kent meydanı havuz önüne gelen on bir kişilik grup getirmiş olduğu "Hukuksuz ihraçlara ve açığa almalara teslim olmayacağız, direneceğiz" yazan pankartı açmış, oturma eylemi yaparak birbirlerine kenetlenmiş ve "İşimizi Geri İstiyoruz, Baskılar Bizi Yıldıramaz, İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek!" şeklinde slogan atmıştır. Nur Mehmet Atlı, Kadir Özdemir, Gülten Erden Karadaş, Ali Gün, Topçu Uzar, İbrahim Toy, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 13/3/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler bulunan, kent meydanı havuz önüne gelen iki kişilik grup "İşimizi Geri İstiyoruz!" şeklinde slogan atmıştır. Nur Mehmet Atlı, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 14/3/2017 tarihinde saat 15.05 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler bulunan dört kişilik grup oturma eylemi yaparak birbirlerine kenetlenmiş ve "İşimizi Geri İstiyoruz!" şeklinde slogan atmıştır. Nur Mehmet Atlı, Kadir Özdemir, Yücel Karaosman, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 15/3/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelek bulunan Kadir Özdemir kaldırımda durarak elindeki bildirileri yoldan geçen vatandaşlara dağıtmıştır.
- 16/3/2017 tarihinde saat 15.00 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler bulunan üç kişilik grup oturma eylemi yaparak birbirlerine kenetlenmiş ve "İşimizi Geri İstiyoruz!" şeklinde slogan atmıştır. Kadir Özdemir, Yücel Karaosman, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 18/3/2017 tarihinde saat 14.05 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler bulunan ve kent meydanı havuz önüne gelen altı kişilik grup getirmiş olduğu "Hukuksuz ihraçlara ve açığa almalara teslim olmayacağız, direneceğiz" yazan pankartı açmış, oturma eylemi yaparak birbirlerine kenetlenmiş ve "İşimizi Geri İstiyoruz, Baskılar Bizi Yıldıramaz, İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek!" şeklinde slogan atmıştır. Nur Mehmet Atlı, Kadir Özdemir, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 20/3/2017 tarihinde saat 15.10 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan üç kişilik grup oturma eylemi yaparak "İşimizi Geri İstiyoruz!" şeklinde slogan atmıştır. Kadir Özdemir, Handan Kaya, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 21/3/2017 tarihinde saat 15.10 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan üç kişilik grup oturma eylemi yaparak "İşimizi Geri İstiyoruz!" şeklinde slogan atmıştır. Kadir Özdemir, Yücel Karaosman, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
- 22/3/2017 tarihinde saat 15.10 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan iki kişilik grup oturma eylemi yaparak "İşimizi Geri İstiyoruz!" şeklinde slogan atmıştır. Kadir Özdemir, Yücel Karaosman bu eyleme katılmıştır.
- 25/3/2017 tarihinde saat 14.05 sıralarında aynı yerde üzerinde "KESK EĞİTİM-SEN" yazılı yelekler olan sekiz kişilik grup "Hukuksuz ihraçlara ve açığa almalara teslim olmayacağız, direneceğiz" yazan pankart açmış, oturma eylemi yaparak birbirlerine kenetlenmiş ve "İşimizi Geri İstiyoruz, Baskılar Bizi Yıldıramaz, İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek!" şeklinde slogan atmıştır. Gülten Erden Karadaş, Ali Gün, Yücel Karaosman, Savaş İlhan bu eyleme katılmıştır.
19. Sonuç olarak başvurucular 15/2/2017-25/3/2017 tarihlerinde 39 günlük periyotta, küçük gruplar hâlinde kısa süreli 29 ayrı toplantı düzenleyerek ihraçları protesto etmiştir.
20. Eylemlerin yapıldığı tarihlerde Valiliğin izin vermeme ve yasaklama kararları mevcuttur. Bu kararlara rağmen eyleme devam eden gruplardan, etkinliğin kamu düzeni, genel güvenlik ve asayiş açısından Valilikçe yasaklandığı belirtilerek eylemlerine son vermeleri istenmiştir. Başvurucular her bir toplantıdan sonra eylemlerine devam etmeleri üzerine polis merkezine götürülmüş, kimlik tespiti ile diğer işlemler yapılmış ve başvurucular daha sonra polis merkezinden ayrılmıştır.
21. Başvuruculara katıldıkları her bir eylem nedeniyle 227 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucular söz konusu cezalara itiraz etmiş ancak itirazları derece mahkemelerince kesin olarak reddedilmiştir.
22. Hâkimlik kararlarında; başvuruya konu eylemlerin izin vermeme ve yasaklama gerekçelerine yer verildikten sonra başvurucuların KESK üyesi oldukları, eylem tarihinden önce OHAL kapsamında ihraç edilen kamu görevlilerine destek vermek ve yapılan bu işlemleri protesto etmek amacıyla Platform tarafından eylem kararı alındığı, söz konusu Sendikanın eylemleri ile ilgili olarak Valilikçe yasaklama kararı verildiği belirtilmiştir.
23. Hâkimlik kararlarında; söz konusu izin vermeme ve yasaklama kararlarının eylem tarihinden önce Sendika Yönetim Kurulu üyelerine bildirildiği not edildikten sonra eylemlerin konusunun OHAL kapsamında yapılan ihraçları protesto etmeye yönelik olduğu belirtilmiştir. Bunun yanı sıra 15 Temmuz 2016 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmak amacıyla yapılan silahlı darbe teşebbüsünden sonra OHAL ilan edildiği; 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun 11. maddesinde kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak ve gerekiyorsa dağıtmak konusunda idareye yetki verildiği vurgulanmıştır.
24. Hâkimlik tarafından verilen kararlarda; adı geçen Sendikanın aynı içerikli eylem ve etkinliklerini sürekli yapma konusunda ısrarcı olduğu, silahlı darbe girişiminden sonra terör örgütlerine yönelik operasyonların devam ettiği ifade edilmiştir. Hâkimlik; darbe girişiminden sonra aradan geçen süre nazara alındığında olayın sıcaklığını koruduğunu, tehdidin devam ettiğini, bu durumda bu yöndeki toplantı, oturma, broşür dağıtma, slogan atma eylemlerinin marjinal gruplar ve terör örgütleri üyeleri ile bu örgütlerin sempatizanları tarafından provoke edilebileceğini, toplumsal infiale neden olabileceğini belirterek kamu düzeni ve asayişin bozulabileceği yönünde değerlendirmede bulunmuştur. Hâkimlik; Valiliğin yasaklama kararlarının esas, içerik ve yöntem olarak hukuka uygun olduğunu, başvuruculara söz konusu eylemlere izin verilmediğinin/eylemlerin yasaklanmış olduğunun bildirilmesine rağmen başvurucuların eyleme devam ettiğini tespit ederek verilen idari para cezalarının usule uygun olduğuna karar vermiştir.
25. Nihai kararlar başvuruculara tebliğ edildikten sonra başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
26. Mevcut başvuruya ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği karar için bkz. Erdal Karadaş, B. No: 2017/22700, 28/5/2019, §§ 29-33.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Anayasa Mahkemesinin 14/4/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Yönünden
1. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu, Sendika tarafından alınan karar doğrultusunda gerçekleştirilen sendikal etkinlik nedeniyle Sendikanın üye ve yöneticilerinin idari para cezası yaptırımına tabi tutulduğunu ve bu durumun sendikalar için caydırıcı nitelikte olduğunu belirterek ifade ve örgütlenme özgürlüğü, sendika hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmıştır. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar başvurucunun kamu gücünün eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı güncel bir hakkının ihlal edildiği iddiasında bulunması, iddia edilen ihlalden kişinin kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun mağdur olduğunu iddia etmesidir (Fetih Ahmet Özer, B. No: 2013/6179, 20/3/2014, § 24).
30. Bir başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilebilmesi için başvurucunun mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp iddia edilen ihlalden doğrudan etkilendiğini, bir başka ifadeyle mağduriyetini kanıtlaması gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu zannı veya şüphesi mağdurluk statüsünün kabulü için yeterli değildir (Ayşe Hülya Potur, B. No: 2013/8479, 6/2/2014, § 24) Öte yandan hukukumuzda özel hukuk tüzel kişilerinden biri olan derneklerin sadece dernek tüzel kişiliğine ait hakların ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilecekleri öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesinin yerleşik hâle gelmiş içtihadına göre ise yalnızca üyelerinin haklarını etkileyen müdahaleler nedeniyle topluluk tarafından bireysel başvuruda bulunulamayacağı kabul edilmiştir (Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği, B. No: 2012/95, 25/12/2012, §§ 20-23; Ahmet Pervane ve İnsan Hakları Derneği, B. No: 2016/3349, 2/6/2020, §§ 32-37; Egeçep Derneği, B. No: 2015/17415, 17/4/2019, §§ 33-38; Pak Eğitim İşçileri Sendikası, B. No: 2015/13767, 29/11/2018, §§ 10-14).
31. Somut olayda başvurucu Sendikaya herhangi bir yaptırım uygulanmamış, başvurucu Sendika da tüzel kişiliğin haklarını doğrudan etkileyen somut bir olgu ileri sürmemiştir. Sendika üyelerine uygulanan idari para cezaları yalnızca üyelerinin haklarını etkileyen nitelikte müdahaledir. Dolayısıyla somut olayda başvurucu Sendikanın mağdur sıfatı bulunmamaktadır.
32. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Diğer Başvurucuların İhlal İddiaları Yönünden
1. Başvurucuların İddiaları
33. Başvurucular; 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrasında OHAL ilan edildiğini, OHAL ilanıyla birlikte KHK'ların yayımlanmaya başladığını, kendilerinin 7/2/2017 tarihli ve 29972 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 686 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile görevlerinden ihraç edildiğini belirtmiştir. Başvurucular, KHK ile KESK'e bağlı sendikalara üye 1.487'si EĞİTİM SEN üyesi olmak üzere 3.131 kişinin ihraç edildiğini ifade etmiştir. Başvurucular; darbe teşebbüsü ile doğrudan ya da dolaylı bir ilişkilerinin olmadığını, bu haksızlığa dikkat çekebilmek için KESK'in aldığı karar doğrultusunda eylemlere katıldığını belirtmiştir. Başvurucular devamında darbe teşebbüsünden kısa bir süre sonra saldırının bertaraf edildiğini, demokrasi nöbetlerine ve referanduma ilişkin olarak siyasi partilerce geniş katılımlı gerçekleştirilen mitinglere herhangi bir saldırı yapılmadığını, mitinglerde bir asayiş sorunu yaşanmadığını dile getirmiştir. Başvuruculara göre somut olayda ilk idari para cezasına hükmedilmesinden sonra eylemlerin devam etmesine rağmen ilk derece mahkemesinin dikkat çektiği sorunlarla karşılaşılmamıştır. Bu nedenle başvurucular, Valiliğin izin vermeme ve yasaklama kararlarının koşulların gerektirdiği bir duruma dayanmadığını iddia etmiştir.
34. Başvurucular kendileri ile Sendika üye ve yöneticilerinin fiillerinin idari para cezası gerektiren bir eylem olmadığını, idari para cezasının öngörülemez bir ceza olduğunu, Valiliğin yasaklama kararının koşulların gerektirdiği bir duruma yönelik değil muhalif sesleri susturmaya yönelik olduğunu öne sürmüştür. Başvurucular, kendilerine her bir eylem nedeniyle idari para cezası verilmesinin demokratik toplum gerekleri ve evrensel hukuk ilkeleriyle bağdaşmadığını belirtmiştir.
35. Başvurucular, sendikaların kararı uyarınca düzenlenen sendikal faaliyetlere katıldıkları için haklarında idari para cezası verilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, sendika hakları ile ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
36. Bunun yanı sıra başvurucular; ilk derece mahkemesi kararlarının duruşma açmadan ve kesin olarak verilmesi nedeniyle kanıtları sunma ve tanıklarını dinletme haklarının ellerinden alındığını, kararların yetersiz gerekçeye dayandığını, bu nedenle etkili bir başvuru yolu bulunmadığını, eğitim-iş kolunda sadece EĞİTİM SEN'in bu yaptırımlara muhatap olduğunu belirterek adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özü, katıldığı toplantı ve gösteri sonrasında idari para cezası uygulanmasına ilişkindir. Belirtilen nedenlerle başvurucuların şikâyetlerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir (sendika hakkının kapsamı için bkz. Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, §§ 30-32; aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Gülfidan Yıldırım, B. No: 2014/12290, 19/7/2017, § 22).
38. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
40. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 53; Dursun Soydan ve diğerleri, B. No: 2015/2948, 14/11/2018, § 39; sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri ([GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, § 48). Bu sebeple başvurucuların katıldığı basın açıklaması nedeniyle daha sonra idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
41. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
42. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191). Başvuru konusu olayda, Sendika kararı doğrultusunda katıldıkları eylemler neticesinde başvurucular hakkında idari para cezası uygulanması şeklindeki müdahalenin OHAL ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğu değerlendirilmiştir.
43. Bu itibarla başvurucular hakkında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanmaları sonucu uygulanan idari yaptırım kararlarına ilişkin inceleme Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle sınırlamanın Anayasa'nın 13. ve 34. maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; eğitim hakkı bağlamında bkz. Mehmet Ali Eneze, B. No: 2017/35352, 23/5/2018, § 31; aile hayatına saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti bağlamında bkz. Bayram Sivri, B. No: 2017/34955, 3/7/2018, § 47; din özgürlüğüne ilişkin bkz. Murat Kalkan, B. No: 2017/21904, 11/12/2018, § 41).
44. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
45. Sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
46. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69).
(2) Meşru Amaç
47. Başvurucuların idari para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararların Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(a) Genel İlkeler
48. Somut olaya uygulanan genel ilkeler için Anayasa Mahkemesinin Erdal Karadaş (aynı kararda bkz. §§ 54-61) kararına bakılabilir.
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
49. Somut olayda Aydın Valiliği talepleri uygun görmeme şeklinde veya resen Aydın Kent Meydanı'nda çeşitli toplantıların yapılmasını yasaklamıştır (bkz. §§ 11-17). Söz konusu kararların kamu düzeninin ve kamu güvenliğinin korunması amacıyla alındığı görülmektedir. Eldeki başvuruda başvurucular, Erdal Karadaş kararında belirtilen toplantı ve gösterilere de katılmakla birlikte benzer başka gösterilerde de yer almıştır.
50. Anayasa Mahkemesi Erdal Karadaş kararına konu olayda; OHAL sürecinde 2017 yılının Şubat ayı içinde belli tarihlerde basın açıklaması yapmak için KESK Şubeler Platformu tarafından izin talebinde bulunulmuş, Valilikçe bu tarihlerden bazıları için izin verilmiş ve talep edilen diğer tarihlerde basın açıklamasına izin verilmemiştir. Anayasa Mahkemesi, izin verilmeyen tarihlerde barışçıl nitelikteki basın açıklamalarına katılan başvurucuya verilen iki adet idari para cezası şeklindeki müdahalenin olağan dönem şartlarında zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği ve kamu düzeninin korunması amacı ile başvurucunun hakları arasında adil bir denge kurulamadığı tespitiyle demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığına karar vermiştir (Erdal Karadaş, §§ 72-76).
51. Anayasa'nın 15. maddesi yönünden yaptığı incelemede de müdahalenin durumun gerektirdiği ölçüde hakkın sınırlanması gerekliliğine aykırılık teşkil ettiğini tespit eden Anayasa Mahkemesi, başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik olarak Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığına karar vermiştir. Sözü edilen kararda; basın açıklamalarının barışçıl şekilde yapıldığı, barışçıl şekilde gerçekleşen eylemler nedeniyle de kamu düzeninin bozulmadığı, kamu düzeninin bozulma tehlikesinin varlığının da ikna edici ve yeterli gerekçelerle ortaya konulamadığı belirtilmiştir. Kararda; belirtilen gerekçelerin genel nitelikte olduğu ve somut olayda yaptırım konusu eylemlere özgü olmadığını dikkate alan Anayasa Mahkemesi başvurucunun özel durumunu ve sendika üyesi olmasını gözeterek idari para cezasının başvurucunun toplantı hakkına bir müdahale teşkil ettiğine ve buna bağlı olarak caydırıcı etki doğurabileceğine hükmetmiştir (Erdal Karadaş, §§ 77-83).
52. İncelenen başvurunun koşulları, belirtilen ilkeler ile idarenin ve Hâkimliğin gerekçeleriyle birlikte değerlendirildiğinde şu tespit ve sonuçlara ulaşılmıştır: Somut olayda başvurucuların katıldığı bildiri dağıtımı, pankart açma, oturma eylemi, slogan atma ve basın açıklamalarının barışçıl şekilde sürdüğü, kolluk tarafından yapılan uyarı, ardından başvurucuların emniyete götürülerek yapılan kimlik tespiti sonrasında gösterilerin olaysız sonlandığı görülmektedir. Barışçıl şekilde gerçekleşen eylemlerde ikinci olarak kamu düzeninin eylemlerden ne ölçüde etkilendiği de önemli bir unsur olup somut olayda kamu düzeninin bozulmadığı anlaşılmaktadır. Kamu düzenin bozulmadığı durumlarda ise bozulma tehlikesinin varlığının ikna edici ve yeterli gerekçelerle kamu otoritelerince ortaya konulması yaptırım uygulanması için zaruridir. Mevcut durumda ortaya konulan gerekçelerin genel nitelikte olduğu ve somut olayda yaptırım konusu eylemlere özgü olmadığı görülmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Erdal Karadaş, § 72).
53. Buna ek olarak her ne kadar idarenin izin vermeme ve yasaklama kararları süresiz nitelikte olmayıp belli tarihlerle sınırlı olsa ve içinde bulunulan süreç her zamankinden daha çok tedbir alınmasını gerektirse de somut olayda anayasal bir hakka müdahale söz konusudur. Bu bağlamda Hâkimliklerin adil bir denge kurmak amacıyla somut olayın koşullarını değerlendirip değerlendirmediğine bakılmalıdır. Hâkimliklerin başvurucuların ihraç edilmiş olmalarına ilişkin öznel durumlarını, eylemlerin yapılması sırasında herhangi bir olay yaşanmamış ve eylemlerin darbe teşebbüsünden yaklaşık yedi sekiz ay sonra yapılmış olmasını dikkate almadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuların eylemlerden çok kısa bir süre önce görevlerinden ihraç edildiği ve ihraç edilmelerinin başvurucular üzerindeki etkisi gözönüne alınmalıdır. Başvurucular ve onlarla aynı durumda olan kişilerin seslerini somut olaylarda birden fazla kez duyurmuş olmalarının kamu otoriteleri üzerinde baskı oluşturma ve kamuoyu nezdinde sorunlarını duyurma ihtiyaçları bakımından yeterli görülemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Zira geçimini sağladığı işini kaybetmek sadece ihraç edilen kamu görevlisini değil aile bireylerini doğrudan etkilemekte ve o kişilerin sürekli gündemini oluşturmaktadır. Bu nedenlerle uygulanan idari para cezalarının başvurucuların demokratik tepkisini etkin bir şekilde dile getirmesi önünde bir müdahale teşkil ettiği değerlendirilmiştir (benzer değerlendirmeler için bkz. Erdal Karadaş, §73).
54. Sonuç olarak kamu otoritelerinin kamu düzeninin bozulduğu ya da bozulma tehlikesinin varlığını OHAL şartlarıyla bağlantılı ve olgulara dayalı olarak ortaya koyamadıkları sonucuna varılmıştır. Ayrıca başvurucular yönünden barışçıl şekilde uzun süre devam eden eylemlerde aynı kişilere çok sayıda idari para cezası uygulanmasının -sürecin bütününe bakıldığında- orantılı olduğundan söz edilemez.
55. Yukarıdaki bilgiler dikkate alındığında somut olayda başvurucuların eylemlerine yapılan müdahaleler yönünden bahsi geçen Erdal Karadaş kararındakinden farklı bir sonuca ulaşılması için bir neden bulunmamaktadır. Başvuruculara idari para cezası verilmesi şeklindeki müdahalenin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulduğunun kabul edilmesi mümkün olmamıştır.
56. Bununla birlikte söz konusu müdahalelerin Anayasa'nın olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.
57. Anayasa Mahkemesi tarafından daha önceki kararlarda, başvuru konusu olan somut olaylarda Anayasa'nın 15. maddesinin olağanüstü hâlin gerektirdiği şartların önceden izin alma yükümlülüğüne uymayanlara idari para cezası uygulanması suretiyle toplantı hakkının sınırlandırılmasını gerektirip gerektirmediği incelenmiştir. Barışçıl nitelikte bir etkinliğe katılan kişilerin salt basın açıklaması öncesinde izin yükümlülüklerini yerine getirmedikleri gerekçesiyle idari para cezasıyla cezalandırılmalarının -durumun gerektirdiği ölçüde hakkın sınırlanması gerekliliği karşısında- OHAL döneminde de izlenen amaçla orantılı bir sınırlama olarak kabul edilemeyeceğine karar verilmiştir (Erdal Karadaş, §§ 77-83).
58. Günlük yaşama, trafiğe veya kamu hizmetlerinin sunumuna engel oluşturmayan, güvenlik riski oluşturduğu da gösterilemeyen barışçıl eylemlere ilişkin eldeki başvurularda da bu kararlarda ulaşılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır. Buna göre bütün başvurucular yönünden yapılan müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı, yukarıda anılan kararlarda yapılan değerlendirmeler de dikkate alınarak somut olayda Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı değerlendirilmiştir.
59. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde- başvurucuların Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
61. Başvurucular, ihlal tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve para cezalarının iadesine karar verilmesini talep etmiş; birinci başvurucu ayrıca 10.000 TL manevi, ikinci başvurucu 15.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuş; diğer başvurucular tazminat talebinde bulunmamışlardır.
62. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
64. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2),§§ 57-59, 66, 67).
65. Anayasa Mahkemesi başvuruculara verilen idari para cezaları nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu nedenle ihlalin idarenin işleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte idari para cezalarının iptali istemiyle açılan davaların reddedilmesi ve dolayısıyla ihlalin giderilememesi nedeniyle ihlalin aynı zamanda mahkeme kararlarından da kaynaklandığı görülmektedir.
66. Bu durumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılması kapsamında Aydın 1. ve 2. Sulh Ceza Hâkimliklerine (Ekli tablonun (D) sütununda numaraları belirtilmiştir.) gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Bu doğrultuda ihlal sonucuna uygun olarak idari para cezalarının iptali talebinin reddine ilişkin mahkeme kararlarının ortadan kaldırılmasına ilgili Hâkimliklerce karar verilmesi gerekmektedir.
67. Öte yandan yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından birinci ve ikinci başvurucuların tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen yargılama giderlerinin ekli tabloda belirtildiği şekliyle başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A.1. Başvurucu Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası yönünden başvurunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Diğer başvurucular yönünden, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Aydın 1. Sulh Ceza Hâkimliğine ve Aydın 2. Sulh Ceza Hâkimliğine [ekli tablo (D) sütununda belirtilen dosya esas ve karar numaraları] GÖNDERİLMESİNE,
D. Birinci ve ikinci başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. Dosyadaki belgelerden tespit edilen harç ve vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin ekli tabloda gösterildiği şekliyle başvuruculara ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/4/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
RAMAZAN SÜMER BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2018/15924) |
|
Karar Tarihi: 11/5/2022 |
R.G. Tarih ve Sayı: 1/9/2022 - 31940 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
M. Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Kenan YAŞAR |
Raportör |
: |
Hasan HÜZMELİ |
Başvurucu |
: |
Ramazan SÜMER |
Vekili |
: |
Av. Halil ATLI |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, basın açıklamasına katılan başvurucunun emre aykırı davrandığı gerekçesiyle hakkında idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
A. Başvuruya Konu Olayla Bağlantılı Gelişmeler
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Diyarbakır Valiliğinin (Valilik) 17/8/2016 tarihli oluruyla 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 17. maddesi ile 10/6/1949 tarihli 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin (A) bendine istinaden 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun 11. maddesinin (m) bendi uyarınca Diyarbakır'ın ilçelerinde toplantı ve gösterilerin millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, başkalarının hak ve sağlığının korunması amacıyla ikinci bir emre kadar yasaklanmasına karar verilmiştir. Kararda, PKK/KCK terör örgütünün 2016 yılı Ağustos ayında Diyarbakır'da gerçekleştirdiği terör eylemleri açıklanmış; Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) darbe girişimi sonrası ilan edilen olağanüstü hâlin devam ettiği belirtilmiştir. Valiliğin ilgili yasaklama kararı şöyledir:
"10. 08.2016 günü İlimiz Sur İlçesi On Gözlü Köprü mevkiinde ve 15.08.2016 günü ilimiz Bismil Mardin Karayolu üzerinde bulunan Murat UÇAR Bölge Trafik İstasyonuna yönelik PKKlKCK terör örgütü tarafından bombalı araçla saldırılar düzenlenmiş, düzenlenen saldırılar neticesinde 12.08.2016 günü 5 sivil vatandaşımız yaşamını yitirmiş 9 Polis ve 7 sivil şahıs yaralanmış, 5.08.201 6 günü ise 5 Polis ve 2 sivil vatandaş şehit olmuş, 7'si Polis olmak üzere toplamda 45 kişi ise yaralanmıştır.
PKK/KCK terör örgütüne yönelik son dönemde Güvenlik Kuvvetlerimizin başarılı operasyonları neticesinde örgütün büyük zayiat verdiği, terör örgütünün üst yönetimince yaşadıkları bu büyük kayıpların karşılığı olarak misilleme yapmak için başta güvenlik kuvvetleri olmak özere, kamu kurum ve kuruluşları ile sivil vatandaşlara yönelik eylemler yapılabileceği, benzer girişimlerin, DEAŞ, FETÖ/PDY ve DHKP/C gibi diğer terör örgütleri güdümünde faaliyet yürüten müzahir kitle tarafından toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, basın açıklaması, stant açma, çadır kurma, bildiri dağıtma vb. tarzda eylem ve etkinlikler gerçekleştirebileceği, bu tarz eylemlerin toplum dinamiklerini ve hassasiyetlerini tahrik edecek şeklide farklı görüşe mensup grupları karşı karşıya getirecek kaos ve çatışma ortamı yaratabileceği,
PKK/KCK terör örgütünün 15 Ağustos 1984 tarihinde ilk silahlı eylemini gerçekleştirdiği olay kapsamında, örgütü ve terörist başını övücü propaganda yapılabileceği, güvenlik kuvvetlerince yapılabilecek bir müdahalede ise güvenlik kuvvetlerine ve çevreye terör örgütlerince eylem yapılabileceği, kamu düzeninin bozulabileceği, yapılmak istenilen faaliyetlerin amacının Anayasada belirtilen ülkenin bölünmez bütünlüğüne açıkça aykın olduğu, bu şekilde bir faaliyetin terör örgütü elebaşı ile ilk silahlı eyleme katılan örgüt mensuplarının ve PKK/KCK terör örgütünün propagandasına dönüşeceği,
Ayrıca alınan istihbari bilgiler, sosyal ağlar üzerinden yapılan paylaşımlar, geçmiş yıllarda ilimizde yaşanan müessif olaylar, terör örgütü yöneticileri tarafından illegal faaliyet talimatı verilmesinin toplumda çatışma ortamı yaratılmaya çalışılacağı değerlendirilmektedir.
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller ile gerçek ve tüzel kişilerin düzenleyecekleri toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yerini zamanını, usul ve şartlarını, yetkili merciin yasaklama ve erteleme hallerini düzenleyen 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun Toplantının ertelenmesi ve bazı hallerde yasaklanması başlıklı 17. Maddesinde ... Vali veya kaymakam, milli güvenlik, kamu düzeni; suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması halinde yasaklayabilir. Denilmek suretiyle bir İl sınırlarında düzenlenmek istenen bir toplantının hangi hallerde yasaklanabileceğini hükmetmiş, yine 5442 sayılı İl İdaresi Kanunun 11/A (Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç İşlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır ...) ve 11/C (İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır ... hükümleri yer almıştır.
Bilindiği üzere; ülkemizde 15 Temmuz 2016 tarihinde TSK içine sızmış FETÔ mensuplarınca bir darbe girişiminde bulunulmuş, bu hain girişim bertaraf edilmesinin akabinde. darbe girişiminde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilebilmesi için 20.07.2016 Perşembe günü ülke genelinde 3 ay süreyle Olağanüstü Hal ilan edilmiş olup, 2935 Sayılı Olağanüstü Hal Kanunun 11-m Maddesinde "Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her toplantıyı izlemek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak." şeklinde tedbirler alınabileceği belirtilmektedir.
Belirtilen hususlar ile ilgili olarak Diyarbakır Valiliğince 15.08.2016 tarih ve 201612132 sayılı kararı ile il Merkezimizde ikinci bir emre kadar açık alanlarda stant açma, çadır kurma, basın açıklamaları, oturma eylemi, miting, her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin v.b tüm eylemler yasaklanmıştı.
Görülen lüzum üzerine 17.08.2016 tarihinden itibaren DIŞ İLÇELERİMİZDE DAHİL EDİLEREK İLİMİZ GENELİNDE, İKİNCİ BİR EMRE KADAR AÇIK ALANLARDA STAND AÇMA, ÇADIR KURMA, BASIN AÇIKLAMALARI, OTURMA EYLEMİ, MİTİNG, HER TÜRLÜ TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİNİN V.B,
Milli Güvenlik, Kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununun 17. maddesine, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunun ll-m maddesine istinaden YASAKLANMASI ..."
6. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES/Sendika) Ergani temsilciliği, Ergani Devlet Hastanesi önünde basın açıklaması yapmak amacıyla 29/6/2017 tarihinde (havale tarihi) Ergani Kaymakamlığına (Kaymakamlık) başvurmuştur. Sendika, basın açıklamasının konusunun taşeron işçi statüsünde çalışan bedensel ve zihinsel engelli bir kişinin hastanede cinsel saldırıya uğramasına ilişkin olduğunu bildirmiştir. Kaymakamlık, başvurucu Sendikaya gönderdiği 30/6/2017 tarihli yazı ile talebin reddedildiğini bildirmiştir. Kaymakamlık yazısı şu şekildedir:
"...Ses Ergani Temsilcilik eş başkanı [H.K.]'ın vermiş olduğu dilekçede "30 Haziran 2017 Cuma günü KESK Ergani şubeler platformu olarak hastanede taşeron personeli olan bedensel ve zihinsel bir gencin tecavüze uğramasına ilişkin Erganı Devlet Hastanesinin önünde saat 13.30 da basın açıklaması düzenleme istediklerini" beyan ederek bildirimde bulunmuştur.
Bilindiği üzere ülkemizde 15 Temmuz 2016 tarihinde TSK içine sızmış FETÖ mensuplarınca bir darbe girişiminde bulunulmuş bu hain girişimin bertaraf edilmesinin akabinde darbe girişiminde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesinin akabinde de 20.07.2016 Perşembe günü ülke genelinde 3 ay süreyle Olağanüstü Hal ilan edilmiş olup Olağanüstü Hal halen devam etmektedir.
2935sayılı Olağanüstü Hal Kanunun 11-m maddesinde "Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak" şeklinde tedbirler alınabileceği belirtilmektedir.
İlgi (b) sayılı yazıya istinaden [Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünün Valilik Makamı onaylı yazısı] 15.08.2016 tarih ve 2016/2132 sayılı ile ilimiz merkezinde görülen lüzum üzerine 17.08.2016 tarihinde dış ilçelerimizde dahil edilerek ikinci bir emre kadar açık alanlarda stand açma çadır kurma, basın açıklaması, oturma eylemi miting, her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşleri v.b. Milli Güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun 17. maddesine, 2395 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 11-m maddesine istinaden YASAKLANMIŞ,
Bu bağlamda da idaremiz dahilinde milli güvenlik ve kamu düzeninin bozulmaması başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla 30.06.2017 günü saat:13:30 da Ergani Devlet Hastanesi önünde yapılarak basın açıklaması UYGUN OLMADIĞI değerlendirilmiştir."
B. Başvuruya Konu Olay
7. Başvurucu 1984 doğumlu olup olay tarihinde Ergani ilçesinde öğretmen olarak görev yapmaktadır.
8. Kolluk görevlilerince düzenlenen 30/6/2017 tarihli tutanağa göre başvurucunun da aralarında olduğu seksen kişilik bir grup, basın açıklaması yapmak üzere hastane önünde toplanmıştır. Kolluk görevlileri, Valiliğin yasaklama kararı nedeniyle basın açıklaması yapmalarına izin vermeyeceklerini topluluğa bildirmiş ve dağılmaları gerektiği yönünde topluluğu uyarmıştır.
9. Kolluk görevlilerinin uyarılarına rağmen topluluk dağılmamış, R.B. isimli bir katılımcı basın açıklaması yapmıştır. Tacize uğrayan şahsın ailesi ve yakınlarının grup içinde olması ve yaşanan olayın mahiyetini gözönünde bulunduran kolluk görevlileri, basın açıklamasına ve toplantıya herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Basın açıklaması sonrası grup, kendiliğinden ve olaysız bir şekilde dağılmıştır.
10. Basın açıklamasına katılan başvurucunun emre aykırı davranışta bulunduğu gerekçesiyle hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca 227 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu hakkında düzenlenen İdari Yaptırım Tutanağı'nda başvurucunun eylemine dair herhangi bir bilgi yoktur.
11. Başvurucu; katıldığı basın açıklamasının ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında olduğunu, idari para cezası uygulanmasının ulusal ve uluslararası hukuk kurallarına aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu; itiraz dilekçesinde, basın açıklamasına konu cinsel taciz olayının hastanede gerçekleşmesi ve mağdur kişinin ilgili yerde işçi olarak çalışması nedeniyle etkinliğin ilgili hastanenin merdiveninde yapıldığını belirtmiştir. Katılımcıların basın açıklaması sonrası olaysız şekilde dağıldığını belirterek idari para cezasına itiraz etmiştir.
12. İtirazı inceleyen Ergani Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) başvurucunun itirazını 3/4/2018 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Hâkimlik itirazın reddine ilişkin gerekçesinde, toplantının 2911 sayılı Kanun'un 10. maddesine aykırı olarak bildirimde bulunmaksızın, aynı Kanun'un 22. maddesine aykırı olarak kamu hizmeti görülen bina ve tesislerinde yapıldığını belirtmiştir. Ayrıca kararda toplantının amacının bir önemi olmadığını vurgulamıştır.
III. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
13. 2911 sayılı Kanun’un 17. maddesi şöyledir:
"Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir."
14. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir.
Bu madde, ancak ilgili kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde uygulanabilir."
15. 5442 sayılı Kanun'un 66. maddesi şöyledir:
"(Değişik: 23/1/2008-5728/125 md.) İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır. (Ek cümle: 27/3/2015 - 6638/16 md.) Ancak, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır."
16. 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince olağanüstü hal ilanında; genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla 9 uncu maddede öngörülen tedbirlere ek olarak aşağıdaki tedbirler de alınabilir:
...
m) Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak,"
..."
B. Uluslararası Hukuk
17. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Akarsubaşı/Türkiye (B. No: 70396/11, 21/7/2015) kararına konu olayda kırk beş kişi, Adana Adliyesi önünde düzenlenen gösteriye katılmıştır. Gösteride basın açıklaması da yapılmıştır. Daha önce basın açıklaması yapılamayacak yerlere ilişkin olarak verilmiş valilik kararını ihlal edecek şekilde Adliye Sarayının giriş merdivenleri önünde yapılan bu basın açıklamasına katıldığı gerekçesiyle başvurucu hakkında idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucunun itirazları mahkemece reddedilmiştir. AİHM devletlerin yalnızca barışçıl toplantı hakkını korumakla değil aynı zamanda bu hakka, yasaya aykırı nitelikte dolaylı sınırlamalar getirmekten kaçınmakla da yükümlü olduklarını hatırlatmıştır. AİHM anılan cezalandırmada, gösterinin barışçıl amacı ve yapılma biçiminin dikkate alınmadığını vurgulamıştır. Öte yandan müdahalenin varsayılan meşru amacıyla orantılı olup olmadığını değerlendirmeye imkân verecek nitelikte uygun ya da yeterli bir gerekçe içermediğini de belirtmiştir. AİHM'e göre başvurana yalnızca basın açıklamasının okunması gereken bir gösteriye katıldığı gerekçesiyle para cezası verilmesi, bir sendikaya üye olan herkesi cezalandırılma korkusuyla gösteri yapma hakkını kullanmaktan caydırabilecek niteliktedir. AİHM, 5326 sayılı Kanun’un 32. maddesinin imkân verdiği müdahaleyi toplantı hakkına orantısız bir müdahale olarak kabul etmiş ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 11. maddesi kapsamında toplantı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
18. Sözleşme'nin 15. maddesi, taraf devletlere tek taraflı bildirimde bulunarak bazı hâllerde Sözleşme'deki belli hak ve özgürlüklere aykırı davranma, bir başka deyişle anılan hak ve özgürlüklere ilişkin yükümlülükleri azaltma imkânı sunmaktadır. Bugüne kadar Sözleşme'ye taraf birçok devlet (Türkiye, İngiltere, Fransa, İrlanda, Yunanistan, Ukrayna, Arnavutluk, Gürcistan ve Ermenistan) Sözleşme'deki yükümlülüklerine ilişkin derogasyon bildiriminde bulunmuştur. AİHM bu bildirimlerle bağlantılı uygulamalardan kaynaklanan başvuruları karara bağlamıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 148).
19. AİHM bu başvurularda öncelikle derogasyon bildiriminde bulunulmasını haklı kılacak acil bir durum bulunup bulunmadığını değerlendirmekte, daha sonra söz konusu olağanüstü hâlin bu durum için alınan olağanüstü tedbirleri tam manasıyla gerektirip gerektirmediği yönünden bir inceleme yapmakta ve son olarak uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin ihlal edilip edilmediğini tartışmaktadır (Lawless/İrlanda (3), B. No: 332/57, 1/7/1961, §§ 23-47; Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, §§ 69-84; Brannigan ve McBride/Birleşik Krallık, B. No: 14553/89-14554/89, 26/5/1993, §§ 44-73). Brannigan ve McBride/Birleşik Krallık kararında AİHM, Kuzey İrlanda'da terörist faaliyetler nedeniyle yaşanan olağanüstü hâlin hâkim kararı olmaksızın tutuklama ve gözaltı sürelerinin uzatılması şeklindeki olağanüstü tedbirleri gerektirip gerektirmediğini incelemiştir. AİHM bu konuda, söz konusu tedbirlerin gerçekten olağanüstü durumun yarattığı olumsuzlukların giderilmesi sebebiyle alınıp alınmadığı, uzatılmış gözaltı süresi yönünden yargı denetimi yokluğunun gerekçelendirilip gerekçelendirilmediği ve verilen yetkilerin suistimal edilmesini önlemek için başka mekanizmalar olup olmadığı gibi unsurları tartışmıştır (Brannigan ve McBride/Birleşik Krallık, §§ 49-65).
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Anayasa Mahkemesinin 11/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu, basın açıklamasına konu olan cinsel saldırı olayının devlet hastanesinde gerçekleşmesi ve mağdur kişinin de ilgili yerde taşeron işçi olarak çalışması nedeniyle basın açıklamasının ilgili hastanenin merdivenlerinde yapıldığını belirtmiştir. Kabahat olarak tanımlanmayan bir eylem nedeniyle hakkında idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, düşünce ve kanaat hürriyeti ile düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü katıldığı bir basın açıklaması nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
23. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
25. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sadece kullanılması sırasında değil kullanılmasından sonraki işlemlerin de hak üzerinde sınırlayıcı etkisi bulunmaktadır (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 53; Dursun Soydan ve diğerleri, B. No: 2015/2948, 14/11/2018, § 39; sendika hakkına ilişkin olarak bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri ([GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, § 48). Bu sebeple başvurucuların katıldığı basın açıklaması nedeniyle daha sonra idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
26. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."
27. Diyarbakır Valiliğinin başvuru konusu müdahaleyi oluşturan idari para cezasına dayanak kararı, ülkede olağanüstü hâlin devam ettiği süreçte 2935 sayılı Kanun uyarınca verilmiştir. Bununla birlikte Diyarbakır Valiliğinin 17/8/2016 tarihli kararının 5442 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (A) ve (C) bentleri ile 2911 sayılı Kanun'un 17. maddesine dayandığı anlaşılmıştır.
28. Valiliğin ilgili kararları uyarınca Diyarbakır'ın ilçelerinin tamamında 2016 yılının Ağustos ayından itibaren tüm toplantı ve gösteri yürüyüşleri ikinci bir emre kadar belirsiz bir süreyle yasaklanmıştır. Bu durumda söz konusu kararın belirli bir toplantının en fazla bir ay süreyle yasaklanabileceğinin öngörüldüğü 2911 sayılı Kanun'un 17. maddesi ile toplantının en fazla on beş gün süreyle sınırlandırıldığı 5442 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (C) bendi uyarınca verildiğinin kabulü mümkün görünmemektedir. Bu doğrultuda başvuru konusu yasaklama kararının 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (m) bendi kapsamında bir olağanüstü hâl tedbiri olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
29. Bu itibarla başvurucu hakkında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanması sonucu uygulanan idari yaptırım kararlarına ilişkin inceleme Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle sınırlamanın Anayasa'nın 13. ve 34. maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; eğitim hakkı bağlamında bkz. Mehmet Ali Eneze, B. No: 2017/35352, 23/5/2018, § 31; aile hayatına saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti bağlamında bkz. Bayram Sivri, B. No: 2017/34955, 3/7/2018, § 47; din özgürlüğüne ilişkin olarak bkz. Murat Kalkan, B. No: 2017/21904, 11/12/2018, § 41).
30. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
31. Sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
32. 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine ilişkin kanunilik değerlendirmesi için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, §§ 52-69).
(2) Meşru Amaç
33. Başvurucunun idari para cezasıyla cezalandırılmasının Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(a) Genel İlkeler
34. Demokratik bir toplumda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının önemi ile bu hakkın sınırlandırılmasının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmasına ilişkin genel ilkeler için Dilan Ögüz Canan, B. No: 2014/20411, 30/11/2017, (§§ 32-34); Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK] (B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115-117); Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, (§§ 71-74); Osman Erbil ( §§ 45-47), Gülşah Öztürk ve diğerleri (B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 66-70); Erdal Karadaş, (B. No: 2017/22700, 28/5/2019, §§ 54-58, 60, 61 ) kararlarına bakılabilir.
35. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle düzenin değiştirilmesini savunan kişilere siyasi fikirlerini toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edebilme imkânı sunulmalıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 118; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Dilan Ögüz Canan, § 37; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 54). Eğer toplantı şiddet içeriyorsa veya bu toplantıda şiddete çağrıda bulunuluyorsa toplantının barışçıl olduğu, dolayısıyla Anayasa'nın 34. maddesinin sağladığı korumadan yararlanacağı söylenemez (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 51).
36. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf etmek amacıyla tedbirler alabilir. Bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de ceza verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Bu tedbir ve cezalar barışçıl toplantı hakkına dolaylı sınırlamalara dönüşmemelidir. Toplantı hakkını kullanırken kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı da bireyin korunması gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 42; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 82; Gülşah Öztürk ve diğerleri, § 76; Erdal Karadaş, § 61).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
37. Mevcut başvuruda, Diyarbakır Valiliği kamu düzeninin korunması amacıyla il genelinde tüm etkinliklerin belirsiz bir süreyle yasaklanmasına karar vermiştir. Basın açıklaması yapılmasına yönelik bildirim üzerine idare, bu talebi uygun görmemiştir. Başvurucu, hastane önünde yapılan bir basın açıklamasına katılmış ve grup olaysız şekilde dağılmıştır (bkz. §§ 5-9).
38. Valilik yasaklama kararında, PKK/KCK terör örgütünün 2016 yılı Ağustos ayında Diyarbakır'da gerçekleştirdiği terör eylemleri, terör eylemlerinin devam etme ihtimalinin bulunması, farklı terör örgütlerine müzahir kişilerin toplantı yapma ve farklı görüşe mensup kişilerle çatışma ortamı oluşabileceğini belirtmiştir. Ayrıca gerçekleştirilecek toplantıların terör örgütü propagandasına dönüşebileceğini ve kamu düzeninin bozulabileceğini, istihbari bilgilerle toplumda çatışma ortamı oluşabileceğini ifade etmiştir.
39. Diyarbakır Valiliğinin 17/8/2016 tarihli yasaklama kararı bulunduğu gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun'un "Emre aykırı davranış" kenar başlıklı 32. maddesi hükmü esas alınarak başvurucu hakkında idari para cezası uygulanmıştır. İdari para cezasına ilişkin tutanakta yaptırım konusu eylemin 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesine muhalefet (emre aykırı davranış) şeklinde belirtildiği ve söz konusu tutanaklarda başvurucunun eylemine dair bir açıklama yapılmadığı görülmüştür.
40. Anayasa Mahkemesi daha önce 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesinde yer alan emre itaatsizlik kabahatinin barışçıl gösterilere dolaylı müdahale edilmesinde kullanılma riski bulunduğuna işaret etmiştir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 87; Erdal Karadaş, § 65; Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4/7/2019, § 48). Dolayısıyla incelenen başvuruda yapılacak değerlendirmelerde bu husus diğer şartlarla birlikte dikkatli bir şekilde gözetilecektir.
41. Katılımcıların şiddet eylemlerine karışmadıkları veya toplantı nedeniyle bir zarar tehlikesinin doğduğunun gösterilemediği durumlarda kamu makamlarınca toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına belirli bir ölçüye kadar müsamaha gösterilmelidir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Barışçıl bir gösteri veya basın açıklaması nedeniyle -somut olayda olduğu gibi- ilke olarak bu gösteri ya da toplantıya katılan kişilere kınanabilir bir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezai bir yaptırım da uygulanmaması gerekir. Zira barışçıl gösteriye katılanlar hakkında gösteri sonrasında idari para cezaları verilmesi gibi yaptırımlar kişilerin haklarını kullanmalarında caydırıcı etkiye neden olabilir (Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, § 55; Erdal Karadaş, § 68).
42. Usulüne uygun olarak verilmiş bir emre aykırı davranışın varlığı tek başına temel hak ve özgürlüklere müdahale için yeterli değildir. Temel hakka müdahaleyi haklı kılacak olan ve emrin amacı olan kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın bozulduğunun veya bozulma tehlikesinin bulunduğunun da kamu gücünü kullanan yetkili mercilerce kararlarda (örneğin ceza tutanağını düzenleyen polis raporlarında veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (benzer nitelikte değerlendirmeler için bkz. Dilan Ögüz Canan, §§ 51, 53; Erdal Karadaş, § 69).
43. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önce Selma Elma kararında, mevzuatta öngörülen usule ilişkin bazı yükümlülükler yerine getirilmeden tertip edilen bir toplantıya, toplantının yasal koşullara uygun olarak düzenlenip düzenlenmediğini bilmeyen veya bilme olanağı bulunmayan katılımcılarına ceza verilmesini demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bulmamıştır. Anayasa Mahkemesine göre diğer koşulları da oluştuğu takdirde bu tür toplantıları düzenleyen kişilere ceza verilebilirse de idare ve derece mahkemelerinin öncelikle haklarında idari para cezası uygulanan kişilerin toplantıları ya düzenleyen ya da yönetenlerden birisi olduğunu tespit etmesi bir zorunluluktur (Selma Elma, §§ 51-62).
44. İncelenen başvuruya konu somut olay yukarıdaki kararda belirtilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde basın açıklaması barışçıl şekilde kısa bir sürede tamamlanmış ve açıklama yapan grup olaysız dağılmıştır. Toplantıya kolluk güçleri tarafından müdahale edilmesini gerektirecek bir durum yaşanmamıştır. İdarenin tutanaklarında ya da yargı mercilerinin kararlarında kamu düzeninin bozulduğu yönünde bir gerekçenin yer almadığı ve başvurucunun basın açıklamalarını organize eden ya da yöneten konumunda olduklarına dair bir tespit yapılmadığı anlaşılmıştır.
45. Bu nedenle başvurucunun sadece katılımcı olması nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmasının toplantı hakkını kullanmasına dolaylı ve caydırıcı bir etkisi olduğu değerlendirilmiş, başvurucuya verilen idari para cezasının kamu düzeninin sağlanması ile başkalarının haklarının korunması için zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği ve demokratik toplum gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
46. Açıklanan gerekçelerle müdahalenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 34. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
47. Bununla birlikte anılan müdahalenin olağanüstü dönemde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.
c. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden Değerlendirme
48. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında değildir. Dolayısıyla bu hak yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 196, 345).
49. Ayrıca anılan hak milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden, özellikle Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi'nin 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası ve Sözleşme'nin 15. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile bu Sözleşme'ye ek protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında olmadığı gibi somut olayda başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe (olağanüstü dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye) aykırı olduğu da saptanmamıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 199, 200, 346; Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, § 86).
50. Anayasa'nın 15. maddesine göre temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması durumun gerektirdiği ölçüde olmalıdır. Sınırlamada olağanüstü hâl ilanına sebebiyet veren durumun özellikleri ile olağanüstü hâl ilanı sonrasında ortaya çıkan ve süreç içinde değişen koşulların yanı sıra başvuruya konu olayın özellikleri dikkate alınmalıdır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 349; Onur Can Taştan [GK], B.No: 2018/32475, 27/10/2021, §73).
51. Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının sınırlandırılması veya durdurulması için başvurulan aracın amacı gerçekleştirmeye elverişli ve bunun için gerekli olmasını, ayrıca araçla amacın ölçülü bir oran içinde bulunmasını ifade etmektedir (AYM, E.1990/25, K.1991/1, 10/1/1991). Buna göre tedbir, olağanüstü durumu oluşturan tehdit veya tehlikenin ortadan kaldırılması amacına ulaşma bakımından elverişli ve bu amacın gerçekleşmesi için gerekli olmalı; ayrıca ulaşılmak istenen amaç doğrultusunda ortaya çıkan kamu yararı ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandıran tedbirin birey üzerindeki olumsuz etkisi arasında orantısızlık bulunmamalıdır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 204; birçok karar arasından bkz. AYM, E.2013/57, K.2013/162, 26/12/2013; Onur Can Taştan, § 74).
52. Öte yandan temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin süresi, kapsamı ve ağırlığı ölçülülüğün belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Nitekim müdahalenin süresi arttıkça bireyin üzerindeki külfet de ağırlaşmaktadır. Bunun yanında bir tedbir kısa süreli olmakla birlikte kapsamı veya ağırlığı itibarıyla temel hak ve özgürlükleri çok ciddi ölçüde etkileyebilir. Böylece tedbirin ağırlığı, süresinden bağımsız olarak bireyin aşırı bir külfet altına girmesine neden olabilir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 208; Onur Can Taştan, § 75).
53. Valilik, darbe teşebbüsünün ardından ilan edilen olağanüstü hâlin devam ettiğini belirtilerek 2935 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (m) bendi uyarınca tüm ilçelerdeki toplantı ve gösterilerin ikinci bir emre kadar yasaklanmasına karar vermiştir. Valilik anılan kararında, geçmiş tarihlerde Diyarbakır'da gerçekleştirilen terör eylemleri ile bu eylemlerin tekrar gerçekleştirilme ihtimali olduğunu belirtmiştir. Toplantıların terör örgütü propagandasına dönüşebileceği ve kamu düzeninin bozulabileceği, ayrıca toplumda çatışma ortamı yaratılmaya çalışılabileceği yönünde istihbari bilgilerin olduğu kararda ifade edilmiştir. Somut olayda başvurucunun da katıldığı basın açıklaması barışçıl bir şekilde kısa bir sürede tamamlanmış ve açıklama yapan grup olaysız dağılmıştır. Toplantıya kolluk güçleri tarafından müdahale edilmesini gerektirecek bir durum yaşanmadığı hâlde yasaklama kararından on ay sonra gerçekleştirilen basın açıklamasının idari yaptırıma konu edildiği anlaşılmıştır.
54. Anılan Kanun'da toplantıların ertelenmesi, izne bağlanması ya da toplantı için yer ve zaman gösterilmesi gibi daha az sınırlayıcı tedbirlere de yer verilmiş olmasına rağmen idare takdirini belirsiz süreli olacak şekilde tüm toplantı ve gösterileri yasaklamaktan yana kullanmıştır. İdare belirsiz süreli olacak şekilde tüm toplantı ve gösterileri yasaklamıştır. Bu doğrultuda somut olayda öncelikle olağanüstü hâlin Diyarbakır'ın genel olarak tüm ilçelerinde toplantı ve gösterilerin belirsiz ve öngörülemez süreyle yasaklanmasını gerektirip gerektirmediği değerlendirilmelidir.
55. 21/7/2016 tarihli olağanüstü hâl kararı; yaklaşık bir hafta kadar önce gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün faili FETÖ'nün tüm unsurlarıyla bertaraf edilmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, emniyet ve üniversiteler başta olmak üzere kamu içindeki bütün uzantılarının temizlenmesi, bu suretle bir daha darbe teşebbüsünde bulunulmasının önlenerek hukuk devleti ve demokrasi düzeninin garanti altına alınması amaçlarıyla ilan edilmiştir. Dolayısıyla darbe teşebbüsünden sonra devletin özellikle kamu düzeni ve güvenliğinden başlıca sorumlu kurumlarında söz konusu terör örgütü nedeniyle yaşanan sorunların devleti belli bir süre oldukça kırılgan bir konumda bıraktığı kabul edilmelidir. Nitekim bu süreçte çıkarılan olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleriyle FETÖ ya da diğer terör örgütleriyle iltisaklı bulundukları gerekçesiyle özellikle anılan kurumlarda çalışan birçok kişi kamu görevinden ihraç edilmiştir.
56. Somut olay bağlamında bu durumun devletin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullananların güvenliği ile yaşanabilecek çatışmaları önleyerek kamu düzenini sağlama şeklindeki yükümlülüğünü olağan hâlde kendisinden beklenen şekilde yerine getirmesini engelleyeceği açıktır. Öte yandan başvuru konusu yasaklama kararında FETÖ dışında PKK ve DEAŞ gibi terör tehditleri ile PKK'nın 2016 yılında gerçekleştirdiği terör eylemleri dikkate alınmıştır. Ayrıca alınan istihbari bilgilere göre terör örgütlerinin eylemler gerçekleştirebileceğine ve toplumda çatışma ortamı yaratılmaya çalışıldığına dair değerlendirmeler yapılmıştır. Sonuç olarak FETÖ/PDY ile diğer terör örgütlerinin tehditlerinin varlığı, yasaklama kararının asıl dayanağı olmuştur.
57. İdarenin dayandığı ve yasaklama kararının gerekçesini oluşturan güvenlik mülahazalarının dikkate alınması gerekir. Nitekim planlanan herhangi bir toplantı veya gösteride, kamu düzeni ile başkalarının hakkının korunmasına veya güvenliğinin sağlanmasına yönelik yasal ve fiilî tedbirlerin alınması, yetkili makamlar için bir yükümlülüktür. Dolayısıyla idari makamların anılan amaçları gerçekleştirmeye yönelik geniş bir takdir yetkisine sahip oldukları konusunda da bir tereddüt bulunmamaktadır. Bununla birlikte başvuru konusu yasaklama kararında, basın açıklamasından on ay önce gerçekleşen terör eylemleri açıklanmış, varsayıma dayalı istihbari bilgi dışında başkaca başvuruya konu toplantıya veya genel olarak düzenlenecek toplantı ve gösterilere yönelik bir terör tehdidinin varlığına dair somut hiçbir olgudan bahsedilmemiştir. Yetkili makamların muhtemel güvenlik risklerini yalnızca varsayarak veya geçmiş tarihte yaşanan terör eylemleri nedeniyle süresiz şekilde Diyarbakır'da gerçekleştirilecek tüm toplantı ve gösterileri yasaklamak anayasal bakımdan yeterli görülemez.
58. Kamu gücünü kullanan organlar anayasal haklara, somut olayda olduğu gibi temel hakkı tamamen yasaklamak şeklinde bir müdahalede bulunduklarında bu organların yasaklama kararıyla giderilmeye çalışılan güvenlik kaygısı ya da diğer bir meşru amacı açıkça ortaya koymaları gerekir. Valiliklerin ve kamu gücünü kullanan diğer organların yapmaları gereken, temel haklara müdahale gerekçesi bir tehlikenin varlığına dayanıyorsa somut ve güncel tehlikenin varlığını somut olgulara dayalı olarak göstermektir. Söz konusu somut olgular güvenlik güçlerinin raporlarına dayanabileceği gibi yakın tarihlerde yaşanan, toplum ve devlet hayatı ile bireyler üzerinde olumsuz etkileri açıkça görülen olaylara, söz konusu olaylar nedeniyle kamu düzeninin henüz sağlanamamış olmasına veya bu tehlikenin devam ettiği düşüncesine de dayanabilir.
59. Somut olayda olduğu gibi muhtemel veya somut güvenlik mülahazaları olduğunda bu riskler sıralanmadan anayasal hakkın belirsiz bir süreyle yasaklanması ve bu süreçte kararın hiçbir değerlendirmeye tabi tutulmaması, hakkı sınırlamanın gerekliliği ve dolayısıyla müdahalenin ölçülülüğü ile bağdaşmaz. Nitekim -olağanüstü hâlin zorunlu kıldığı ölçüyü aşacak şekilde- toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının süresiz şekilde yasaklanması ile anılan hakkın toplumsal yaşam içinde önemi ve kullanılma imkânı tamamen ortadan kalkacaktır. Bu nedenle kamu otoriteleri hakkın sınırlanmasına ihtiyaç duyduğunda gerektiği oranda sınırlamalı, durumun gerektirdiğinden ağır olan veya somut olayın koşullarında gerekmeyen tedbirlere başvurmamalıdır. Yasaklama kararıyla ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmek için birden fazla tedbir mümkün ise en hafif tedbiri tercih etmelidir. Ayrıca bir toplantı yapılacağı bildirimi üzerine idare, somut güvenlik tehditlerinin devam edip etmediğini de irdelemelidir. Ülkenin tamamında veya bir kısmında olağanüstü hâl ilan edilmiş olması temel haklara durumun gerektirmediği ve orantısız müdahaleler yapılmasını meşru gösteremez. Bu sebeple idare, toplantının barışçıl bir şekilde yapılmasının imkânlarını sağlamalı ve varsa tehditleri etkisiz hâle getirmek için gerekli önlemleri de almalıdır.
60. Öte yandan kamu otoritelerinin kamu düzeninin korunması ödeviyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı arasında bir çatışma hâlinde makul bir denge kurmaları ve her iki değeri de gerektiği ölçüde gözetmeleri gerekir. Somut olayda ise yasaklama kararı Valilikçe süresiz ve kategorik olarak tüm toplantı ve gösterileri içerecek şekilde alınmıştır. Bununla birlikte yasaklama kararlarında izin veya başka bazı koşulların yerine getirilmesi ile toplantı yapılabilmesinin yolları tamamen kapatılarak idare tarafından ilgili kanunun öngördüğü en ağır tedbire başvurulmuştur. Bu şekilde toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin kategorik olarak yasak olduğunun kabulü ile cezalandırma yoluna gidilmesi de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlaline yol açar.
61. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden hemen sonra soruşturmaların yoğun bir şekilde devam ettiği günlerde kamu düzeni yönünden tehlike teşkil eden ciddi bir durum olduğu kabul edilebilir. Ancak özellikle ilerleyen süreçte kamu gücünün işleyişinin ve toplumsal hayatın normalleşmesiyle birlikte daha az sınırlayıcı tedbirlerin uygulanması veya daha önce alınan tedbirlerin kaldırılması ya da hafifletilmesi değerlendirilmelidir. Somut olayda ise darbe teşebbüsünden bir ay sonra başlayan ve süresiz şekilde devam ettirilen yasaklama sürecinde idare ve derece mahkemesince bu konuda hiçbir değerlendirme yapılmamıştır. Yasaklama kararı sonrası, idarece herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmadığından devam edip etmediği muallak olan -yaklaşık on ay önceki- güvenlik mülahazaları idari para cezasına dayanak olmuştur. Bu çerçevede kamu düzeni yönünden daha az sınırlayıcı uygulamalarla giderilemeyecek bir tehlike olduğu gösterilmeden belirsiz ve öngörülemez bir süreyle toplantının yasaklanmasının her iki değer arasında kurulması gereken adil dengenin toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleme hakkı aleyhine bozulduğu sonucuna ulaşılmıştır.
62. Diğer yandan Valilik, süresi belli olmayan yasaklama kararıyla bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı aleyhine bir külfet yaratmış; buna karşılık kamu düzeninin karşılaştığı tehlikenin devlet hastanesinde cinsel saldırıya uğradığı iddia edilen engelli bir kişinin mağduriyetini duyurmaya çalışan veya kamuoyu oluşturmaya çabalayan, başvurucunun da aralarında olduğu topluluk yönünden yaratılan bu külfete baskın geldiğini hiçbir şekilde göstermemiştir.
63. İdari para cezası şeklindeki müdahalenin uygulanması suretiyle bireylerin toplantı hakkına keyfî olarak müdahale edilmemesini sağlayacak güvencelerin başında emre aykırılığın kamu düzenini bozucu etkisinin ya da kamu düzeninin bozulması yakın tehlikesinin -içinde bulunulan şartlar ile başvurucunun eyleminin niteliği dikkate alınarak- yeterli kabul edilebilecek gerekçelerinin asgari düzeyde de olsa somut olgularla ortaya konulması gelmektedir. Olağanüstü şartlarla ilgili asgari ve yeterli gerekçelerden ziyade soyut ve genel gerekçeler, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımını anlamsız hâle getirebilir ve hakkın hiç kullanılamamasına yol açabilir. Dolayısıyla -hangi nedenle benimsenmiş olursa olsun- olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde de müdahalenin somut olayla ilgili gerekçe ortaya konulmaksızın uygulanması durumun gerektirdiği ölçüde bir tedbir olarak kabul edilemez (Erdal Karadaş, § 81) Bu doğrultuda başvuru konusu olayda, somut olguları ve koşulları gözetmeksizin süresiz şekildeki yasaklama kararının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını anlamsız ve imkânsız kılacak bir dereceye ulaştırdığı sonucuna varılmıştır.
64. Dolayısıyla somut olayda kamu otoritelerince kamu düzeninin bozulduğu ya da bozulma tehlikesinin varlığının ilgili ve yeterli şekilde somut olgularla ortaya konulamadığı ve mevcut yasaklama kararının hedeflenen amaç için gerekli ve amaca ulaşmaya elverişli olmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle Anayasa'nın 15. maddesinin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen güvencelere aykırı bu müdahaleyi meşru kılmadığı, ayrıca Diyarbakır Valiliğinin geçerli olacağı süre ikinci bir emre kadar şeklinde belirlenen 17/8/2016 tarihli yasaklama kararı uyarınca verilen idari para cezasının olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olmadığı değerlendirilmiştir.
65. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde- başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
d. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
66. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yargılamanın iadesi ile 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
67. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
68. Başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında talebiyle bağlı kalınarak başvurucuya 10.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 34 maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ergani Sulh Ceza Hâkimliğine (2017/805 D. İş) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR BAŞVURUSU (2) |
(Başvuru Numarası: 2019/36319) |
|
Karar Tarihi: 5/10/2022 |
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Üyeler |
: |
M. Emin KUZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
Kenan YAŞAR |
Raportör |
: |
Hasan HÜZMELİ |
Başvurucu |
: |
Filiz KERESTECİOĞLU DEMİR |
Vekili |
: |
Av. Gülşah KAYA |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; kamuya açık bir alanda yapılan toplantıya kolluğun gereksiz ve hukuka aykırı güç kullanarak müdahale etmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, bu olayın etkili şekilde soruşturulmaması ve sorumluların cezalandırılmaması nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. Başvurucu olay tarihinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilidir. Gezi Parkı olayları sona erdikten sonra ülkenin çeşitli meselelerini konuşmak üzere her hafta bir araya gelerek "forum" adı altında etkinlik düzenleyen topluluk, Gezi Parkı olaylarının 6. yıl dönümünde Bahçelievler'de (Ankara) bulunan Anıtpark'ta toplanmayı kararlaştırmıştır. Başvurucu da davet edildiği bu etkinliğe katılmıştır.
3. Başvurucunun beyanına göre çok sayıda kolluk görevlisi gerekli olmadığı hâlde topluluğu abluka altına almış, ısrarlı bir şekilde toplantının sona erdirilmesine yönelik uyarılarda bulunmuştur. Başvurucu, kolluk görevlilerinin fiziki olarak müdahale edeceğine dair izlenim edinilmesi üzerine topluluğun dağıldığını ifade etmiştir. Ayrıca kolluk görevlilerinin kendisine karşı hakaretamiz davranışlar sergilediğini de ileri sürmüştür.
4. Adalet Bakanlığının Anayasa Mahkemesine gönderdiği görüş yazısı ekinde bulunan 25/6/2019 tarihli tutanağa göre bir sosyal medya hesabından, saat 19.00'daAnıtpark'ta "Anıtpark forum 6 yaşında" konulu etkinlik düzenleneceği bilgisi üzerine kolluk görevlileri anılan yerde emniyet tedbiri almıştır. Saat 19.20 sıralarında dört kişinin toplanması üzerinekolluk görevlisi, grup sözcüsüne Valilikten izin almamaları nedeniyle etkinliğe müsaade etmeyeceklerini, ısrar etmeleri hâlinde ise müdahalede bulunacaklarını belirtmiştir. Saat 20.00 sıralarında başvurucunun da katılımıyla gruptakilerin sayısının yirmi beşe ulaşması üzerine Çevik Kuvvet görevlileri grubun çevresinde tedbir almıştır. Gruba etkinliğe izin verilmeyeceği, ısrar etmeleri hâlinde zor kullanarak grubun dağıtılacağı hususunda uyarı yapılmış; akabinde grup kendiliğinden dağılmıştır.
5. Başvurucu; etkinliğin haklı ve somut bir gerekçe olmaksızın engellenmesi ve kolluk görevlilerinin müdahale sırasında aşağılayıcı davranışlarda bulunması nedeniyle müdahalede bulunan kolluk görevlileri, emniyet amiri ve vali hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu; şikâyete ilişkin delil olarak görüntü kaydına, basında yer alan haberlere, Türkiye Büyük Millet Meclisi konuşmasına ve tanık beyanlarına dayanmıştır.
6. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 5/9/2019 tarihinde, şikâyet edilen kolluk amiri ve memurları ile vali hakkında yapılan şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir. Kararda toplantının engellenmesinin idari bir işlem olduğunu değerlendiren Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun idari yargı yoluna başvurma hakkı olduğunu belirtmiştir. Öte yandan somut olayda, anayasal bir hakkının engellendiğine veya hakaret edildiğine yönelik iddiaların somut bir delile dayanılmadığı, kamu görevlileri hakkındaki şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olduğu ifade edilmiştir.
7. Başvurucu nihai hükmü 3/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 23/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
8. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
9. Başvurucu, kolluk güçlerinin kendisine yönelik hakaret içeren davranışlar sergilemesi nedeniyle Anayasa'nın kötü muamele yasağını güvence altına alan 17. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Ayrıca başvurucu, soruşturma makamı tarafından olayın aydınlatılmasına ve sorumluların tespitine yönelik etkili soruşturma yapılmadan sonuçlandırıldığını, hukuk sisteminde bu karara karşı bir itiraz yolunun bulunmadığını belirterek adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 36 ve 40. maddelerinin de ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
10. Başvuru, kötü muamele yasağının ihlali kapsamında incelenmiştir.
11. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda karmaşık veya zorlama şikâyetler, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki şikâyetler, başvurucunun ihlal iddialarını temellendiremediği şikâyetler ile temel haklara yönelik bir ihlalin olmadığı açık olan şikâyetler açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir. Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi ancak temellendirilebilmiş bir bireysel başvuruyu inceler. Bu nedenle başvurucunun başvurusunun esasını Anayasa Mahkemesine inceletebilmesi için ihlal iddialarını gerekçelendirmesi, buna ilişkin olay ve olguları açıklaması ve delillerini sunması zorunludur. (Cemal Günsel [GK], B. No: 2016/12900, 21/1/2021, §§ 21-25).
12. Somut olayda başvurucu, kolluk görevlilerinin toplantıya müdahalesi sırasında kendisine yönelik sözlerinin ve davranışlarının aşağılayıcı nitelikte olduğunu iddia ederek suç duyurusunda bulunmuştur. Bireysel başvuru formunda ise kolluk görevlilerinin hakaretamiz davranışları olduğunu ileri sürmüş, başkaca bir açıklamada bulunmamıştır. Bu kapsamda başvurucunun kolluk görevlilerinin hangi davranışlarından yakındığına ilişkin somut olay veya olgu belirtmediği, ihlal iddialarını genel ifadelerle ileri sürdüğü anlaşılmıştır.
13. Öte yandan bireysel başvuru formu ekinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüntü kaydının incelenmesi neticesinde kolluk görevlilerinin başvurucuya karşı aşağılayıcıdavranışları tespit edilememiştir.
14. Sonuç olarak başvurucu, ihlal iddialarını gerekçelendirmeden soyut ve genel ifadelerle ileri sürmüş; şikâyetlerine ilişkin delillerini sunma, temel hak ve özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunma yönündeki yükümlülüğünü yerine getirmemiştir.
15. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
16. Başvurucu; grubun Gezi Parkı olayları sona ermesi akabinde, her hafta ülkenin çeşitli meseleleri üzerinde sohbet etmek üzere bir araya gelerek "forum" adını verdiği etkinler düzenlediğini, Gezi Parkı olaylarının 6. yıl dönümünde de Anıtpark'ta toplanmayı kararlaştırdıklarını, toplantı barışçıl nitelikte olmasına rağmen çok sayıdaki kolluk gücünün ve aracın -önlem kapsamında- topluluğu ablukaya aldığını, toplantıya yönelik bir yasaklama kararı olmadığı bilgisi kolluk görevlilerine iletildiği hâlde polisin grubu parktan uzaklaştırmaya çalışmak suretiyle toplantıya müdahale ettiğini ve grubun dağıldığını belirtmiştir. Kamu görevlileri hakkındaki şikâyetin etkili bir soruşturma yürütülmeden sonuçlandırılması, bu karara karşı başvuru yapılabilecek bir hukuk yolu olmaması nedeniyle Anayasa'nın 25., 26, 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık görüşünde; etkinliğe ilişkin bildirimde bulunulmaması ve -etkinliğin başladığı saat gözetilerek- hava karardıktan sonra da devam edebileceği değerlendirilerek kanuna aykırı olan bu toplanmanın kolluk görevlilerince dağıtıldığı belirtilmiştir. Başvurucu; Bakanlığın görüşüne karşı beyanında forum ve toplantının farklı kavramlar olduğunu, izne tabi olmadığını, aksi kabul edilse dahi bu durumun etkinliğe müdahale yetkisi vermeyeceğini belirterek bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü iddiaları yinelemiştir.
17. Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmiştir.
18. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 23. ve 24. maddeleri kanunilik ölçütünü karşıladığı değerlendirilmiştir. Müdahalenin kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır. Bu belirlemenin ardından -Polis Tutanağı'ndaki gerekçeyle yapılan- müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğu yönünden inceleme yapılacaktır.
19. Somut olayda toplantıya yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (bu konuda genel ilkeler için bkz. Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 32; Sevinç Hocaoğulları, B. No: 2015/271, 15/11/2018, §§ 37-46). Bu doğrultuda bildirim yükümlülüğüne uyulmaması nedeniyle toplantıya gerçekleştirilen müdahalenin demokratik toplumda toplum düzeninde gerekliliği hususunda değerlendirme yapılmalıdır (bildirim usulü ve sınırlamanın niteliğine yönelik ilkeler için bkz. Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4/7/2019, §§ 41-47; bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesinin tek başına toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına müdahaleyi haklı kılmadığına ilişkin kararlar için bkz. Selma Elma § 47/i; Ali Orak ve İrfan Gül, B. No: 2014/10626, 18/4/2018, § 60;kanunda belirlenen usule ilişkin bazı koşulları tam olarak yerine getirmeden yapılan toplantının tek başına toplantının barışçıllığını ortadan kaldırmadığına ve müdahale için tek başına yeterli olmadığına ilişkin kararlar için bkz. Dilan Ögüz Canan, § 41; Ali Rıza Özer ve diğerleri, [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 119; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 69; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 57; barışçıl toplantıya devletin sabır ve hoşgörü göstermesi gerektiğine yönelik kararlar için bkz. Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 54; Dilan Ögüz Canan, § 38; Sevinç Hocaoğulları, § 43; İlhan Yiğit, B. No: 2016/7532, 29/12/2021, § 75). Ayrıca başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kamu düzeni arasında adil bir denge kurmalı ve buna ilişkin hususlar ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. Dilan Ögüz Canan, § 53; Ömer Faruk Akyüz, § 61; Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, B. No: 2015/10676, 26/12/2018, § 48; İsmail Sarıkabadayı ve diğerleri, B. No: 2016/23696, 8/6/2021, § 45).
20. Somut olayda polis tarafından düzenlenen tutanağa göre başvuruya konu etkinlik için idareye bildirimde bulunulmaması kanuna aykırı kabul edilmiştir. Bu nedenle kolluk görevlileri gruba dağılmaları yönünde ihtarda bulunmuş ve grup kendiliğinden dağılmıştır.
21. Başvuruya konu etkinliğin bazı faaliyetlerin aksamasına neden olduğu, kamu düzenini bozduğu veya alınan güvenlik önlemlerini zaafa uğratması nedeniyle kamu düzenine ilişkin gerçek bir kaygıya neden olduğu yönünde herhangi bir değerlendirme mevcut değildir. Ayrıca kolluk güçleri, oturup konuşmak suretiyle etkinliklerini gerçekleştirmek isteyen katılımcıların sayısının az olmasını ve kamu düzeni açısından herhangi bir tehlike arz etmediğini gözetmemiştir. Bu kapsamda somut olayda, müdahale edilmesini gerektirecek makul hiçbir sebep olmadan ve anılan hakkın kullanılabilmesine yönelik hiçbir tolerans gösterilmeden gruba müdahale edildiği anlaşılmıştır.
22. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun ileri sürdüğü şikâyetlere ve kamu görevlilerinin eylemlerine ilişkin herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapmadan, yalnızca ilgili mevzuata atıf yaparak soruşturmayı tümüyle sona erdirmiştir. Kamu görevlilerinin hangi gerekçelerle toplantıya müdahale ettiğini ve bu yönde verilen bir talimat olup olmadığını araştırmamış, etkinliğe müdahalenin gerekliliğine ilişkin değerlendirme çabası göstermemiştir. Bu doğrultuda, somut olayın koşullarında başvuruya konu etkinliğe müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığına ve yarışan haklar arasında adil bir denge kurulduğuna ilişkin ilgili ve yeterli bir gerekçenin ortaya konulmadığı anlaşılmıştır.
23. Sonuç olarak somut olayın koşullarında -bildirimsiz olsa bile- kamu güvenliği ve düzeni bakımından tehdit oluşturmayan bir etkinliğe katılan başvurucunun fikirlerini ifade etmesine yetecek derecede müsamaha gösterilmeden gerçekleştirilen müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığı, dolayısıyla bu müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.
24. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
25. Başvurucu; ihlalin tespiti, ihlale yol açan kişiler hakkında adli işlem başlatılması ve 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
26. Başvurunun mahiyeti gereği ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Bununla birlikte kararın bir örneğinin yeni ihlallerin önlenmesi için Ankara Valiliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
27. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya manevi zararları karşılığında net 13.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net13.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine veMaliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Ankara Valiliğine GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 5/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
VELİ SAÇILIK BAŞVURUSU (2) |
(Başvuru Numarası: 2018/24614) |
|
Karar Tarihi: 18/10/2022 |
R.G. Tarih ve Sayı: 22/11/2022-32021 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Muammer TOPAL |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
Raportör |
: |
Murat İlter DEVECİ |
|
|
Hasan HÜZMELİ |
Başvurucu |
: |
Veli SAÇILIK |
Vekili |
: |
Av. Senem DOĞANOĞLU |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; kolluk görevlilerinin güç kullanması sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, mülki amirce toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin belirli bir süre için yasaklanması ve bu yasak sebebiyle barışçıl bir toplantının kolluk görevlilerince dağıtılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. Kamu görevinden çıkarılan ve açlık grevi yapan iki kişiye destek verip olağanüstü hâl tedbirleri kapsamındaki işten çıkarmaları protesto etmek isteyen, aralarında daha önce kamu görevinden çıkarılmış olan başvurucunun da bulunduğu yaklaşık on kişilik bir grup basın açıklaması yapmak için 9/1/2018 tarihinde Ankara’daki bir caddede toplanmıştır. Grup üyeleri, sözü edilen iki kişinin yalnız olmadığı yönünde slogan atmış ve daha önce hazırladıkları üç pankartı taşımıştır. Polis, dağılmaları yönünde grubu megafonla uyarmıştır. Bir grup üyesi bahsi geçen iki kişinin uzun süredir açlık grevinde olduğuna işaret edip işlerini geri istediklerini söylemiş ve polisleri kastederek “Bunlar bize saldıracak şimdi.” demiştir. Polisler grup üyelerini kollarından tutarak orada bulunan bir polis minibüsüne bindirmiştir. Kısa süre sonra caddede yakalanan bir kişi ittirilerek minibüse bindirilmiştir. Bir başka kişinin daha minibüse ittirilerek bindirilmeye çalışılmasına tepki gösteren başvurucu, minibüsün yarı açık durumdaki arka kapısından dışarıya çıkmak için hamle yapmış ancak polislerin kendisini minibüsün içine itip kapıyı kapatmaya çalışmaları nedeniyle minibüsten inememiştir. Bu sırada minibüse bindirilmek istenen son kişi henüz tam olarak minibüse binmemiştir. Başvurucu durduğu yerde “Yeter be, yeter!.. [anlaşılamadı] yapmak şerefsizliktir!” diye bağırmaya başlayınca bir polis memuru oldukça yakın bir mesafeden başvurucunun yüzüne ve kıyafetine birçok kez biber gazı sıkmıştır. Biber gazından sakınmak isteyen başvurucu, dengesini kaybederek bir şekilde minibüsten inmiştir. Polisler başvurucuyu elleriyle ve kalkanlarıyla iterek ve kıyafetinden tutarak minibüse bindirmeye çalışmıştır. Başvurucu “Gözüm!” diye bağırınca polisler başvurucuyu karga tulumba minibüsün ön bölümüne bindirmiştir. Başvurucu hakkında tanzim edilen raporlara göre olay nedeniyle her iki konjoktivada (Konjoktiva, göz kapağı iç yüzünü ve göz yuvarlağının ön yüzünü kaplayan zardır.) hiperemi (kızarıklık) ve sol tibia (incik kemiği) ön yüzde 2x5 cm’lik abrazyon (sıyırma) ile hassasiyet oluşmuştur ve başvurucunun yaralanması basit bir tıbbi müdahale ile giderebilecek ölçüde hafiftir.
3. Olayın üzerinden kısa bir süre geçmesinin ardından başvurucu, katıldığı basın açıklamasını dağıtan ve yaralanmasına neden olan polis amirleri ve memurları hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Bu suç duyurusuna ilişkin dilekçeyi kaleme alan başvurucu vekili, olaya ilişkin kamera kaydının bir örneğini savcılığa sunmuştur.
4. Savcılık olay nedeniyle düzenlenen kolluk tutanaklarını, kolluğun çektikleri de dâhil olmak üzere olayla ilgili kamera görüntülerini ve başvurucu hakkında düzenlenmiş doktor raporunu emniyet müdürlüğünden temin edip başvurucunun kesin adli raporunu almış; soruşturma dosyasında mevcut kamera görüntülerini bilirkişiye inceletmiş ve başvurucunun ifadesine başvurmuştur.
- Emniyet müdürlüğünün ilgili biriminin çektiği görüntülerin ve başvurucu hakkında düzenlenen kesin adli raporun içeriği yukarıda belirtildiği gibidir (bkz. § 2).
- Soruşturma dosyasında bulunan kamera görüntülerinin içeriği konusunda hazırlanan bilirkişi raporunda grubun polisin uyarılarına rağmen dağılmayıp polise direndiği, polisin orantılı güç kullanarak eylemcileri gözaltına aldığı, bir eylemcinin minibüse getirildiği sırada grup üyelerinin polise etkili bir şekilde direnip zorluk çıkardıkları, bu sırada başvurucu ve bazı eylemcilerin arbede çıkararak araçtan inmeye çalıştıkları, polislerin bu direnişi engellemek amacıyla gaz kullandığı, dengesini kaybeden başvurucunun yere düştüğü ve polislerin başvurucuyu itinalı bir şekilde minibüsün ön bölümüne taşıdıkları belirtilmiştir.
- Emniyet müdürlüğünce savcılığa gönderilen belgelerde eylem yapılan yerin toplantı ve gösteri yürüyüşü alanları olarak belirlenen yerlerden olmadığı, Ankara Valisi'nin işe geri dönme talebiyle açlık grevi yapan kişileri desteklemek amacıyla yapılacak toplantı ve gösterileri, eylemlerin parklardaki vatandaşları rahatsız edebileceği ve terör örgütlerinin eylemciler ile diğer vatandaşları hedef alan saldırılar gerçekleştirebileceği gerekçesiyle 1/11/2017 tarihinden itibaren üç ay süre ile yasakladığı, yasağın 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin (c) bendine, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesine ve 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11. maddesinin (m) bendine dayandırıldığı, başvurucu ile bir başka eylemcinin toplantıyı oturma eylemine çevirdiği, grup üyelerinin direnmesi nedeniyle polis kalkanları ve biber gazı kullanılarak eylemin sonlandırıldığı, yakalanan kişilerin minibüse binmesini engellediği için başvurucuya gaz sıkıldığı ve kesilecek idari para cezası nedeniyle yakalanan başvurucunun idari para cezası kesilmesi sonrasında serbest bırakıldığı açıklanmıştır. Sözü edilen belgelere göre başvurucu, asılsız kötü muamele iddialarının önüne geçilebilmesi amacıyla doktor raporu alınması için hastaneye götürülmek üzere diğer eylemcilerle beraber minibüse bindirilmiştir.
- Başvurucu ifadesinde itilmek suretiyle minibüse bindirildiğinde belinin incindiğini, minibüsün içine gaz sıkıldığını, gazdan çok etkilendiği için minibüsten inmeye çalıştığını, yerde tekmelenerek minibüsün bir başka kısmına alındığını, kendisine tekme atan polisi görmediğini ve kendisine idari para cezası verilmesi sonrasında serbest bırakıldığını beyan etmiştir.
5. Yürüttüğü soruşturma sonunda savcılık; polisin görevini yaparken gerekli ölçüde zor kullanma yetkisi olduğu, başvurucuyu yaralamaya yönelik kasten yapılmış bir eylem bulunmadığı ve polisin mevzuat doğrultusunda hareket ettiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun savcılıkça verilen karara itirazı sulh ceza hâkimliğince reddedilmiştir.
6. Ankara Valisi, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü ardından ilan edilen iki yıllık olağanüstü hâl süresince sekiz ayı kesintisiz olmak üzere toplam yaklaşık on bir ay boyunca il genelinde tüm toplantı ve gösterileri yasaklamış veya izne bağlamıştır. Bu kararlardan biri olan ve başvuruya konu kolluk müdahalesine dayanak teşkil eden yasaklama kararı da “işe geri dönme talebiyle açlık grevi yapan iki kişiyi desteklemek ve bunların tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla 24 saat esasına göre Ankara’nın muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi veya oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat bulunduğu” belirtilerek kamu düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının tehlikeye düşebileceği gerekçesiyle verilmiştir (ayrıntılı bilgi için bkz. Adnan Vural ve diğerleri [GK], B. No: 2017/36237, 10/3/2022, § 19).
7. Başvurucu, nihai kararı 12/7/2018 tarihinde öğrendikten sonra 7/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
8. Komisyonca adli yardım talebinin kabulü ile başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
9. Başvurucu; polisin itekleme ve yerde sürükleme şeklinde şiddete başvurmasından, minibüsün içinde olmasına rağmen kendisine biber gazı sıkılmasından, gazın etkisiyle yere düşmesinden sonra kafasına vurulup tekmelenmesinden, minibüsün bir başka yerine fırlatılmasından, olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesinden ve soruşturma sürecindeki itirazlarının dikkate alınmamasından yakınmıştır. Bakanlık görüşünde başvurucunun kötü muamele iddiaları incelenirken etkili bir soruşturma yapılıp yapılmadığı, bu anlamda olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul şüpheden uzak kanıtların bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sırasında Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında ihlal iddialarını tekrar etmiştir.
10. Başvurucunun ihlal iddiası Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan yasak kapsamında incelenmiştir.
11. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ihlal iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
12. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına yasağın maddi boyutuyla ilgili olup başvuruya uygulanabilir nitelikte olan ilkeler Gülşah Öztürk ve diğerleri (B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52), Betül Öztürk Gülhan ve Sıla Koç (B. No: 2016/12937, 10/12/2019, §§ 33, 43-45) ve Deniz Karadeniz ve diğerleri ([GK], B. No: 2014/18001, 6/2/2020, § 92) kararlarında yer almaktadır. Sözü edilen ilkelere göre kişilerin kendi tutumunun zorunlu kıldığı hâller dışında güç kullanmaya yetkili kamu görevlilerinin kişilere fiziksel güç kullanması ve haksız yere bireylerin yüzüne biber gazı sıkarak söz konusu kişilerin yoğun fiziksel ve ruhsal acı çekmesine neden olmaları Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal etmektedir. Kolluk görevlileri biber gazını kapalı bir yerde kullanacaklarsa bu gazların kapalı alanda kullanılması hâlinde olumsuz tesirlerinin artabileceğini dikkate almalı ve aynı amacı temin edecek alternatif zor kullanma araçlarının kullanılmasının mümkün olup olmadığını değerlendirmelidir. Biber gazının kimyasal tesiri yüzünden oluşan acının -meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte olması durumunda bile- kişilerde ilave bir korku ve elem duygusuna yol açabilecek mahiyette olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
13. Somut olayda başvurucunun da içinde bulunduğu gruba polisçe müdahale edilmiş ve grup üyeleri, kendilerine idari para cezası kesilebilmesi için yakalanıp asılsız kötü muamele iddialarının önüne geçebilmek amacıyla doktor raporu alınması için hastaneye götürülmek üzere polis minibüsüne bindirilmiştir. Grup üyelerinin toplandığı caddede yakalanan bir kişinin polislerce minibüse ittirilerek bindirilmeye çalışılması üzerine duruma tepki gösteren başvurucu, minibüsten dışarıya çıkmak için hamle yapsa da polislerin kendisini minibüsün içine itip kapıyı kapatmaya çalışmaları nedeniyle minibüsten inememiştir. Bu sırada minibüse bindirilmek istenen son kişi henüz tam olarak minibüse binmediği için minibüsün kapısı kapanmamıştır. Bir polis memuru, minibüsten inmeye çabalamadan durduğu yerde “Yeter be, yeter!.. [anlaşılamadı] yapmak şerefsizliktir!” diye bağıran başvurucunun -kapalı ve dar bir alanda birçok kişiyle birlikte bulunmasına rağmen- yüzüne ve kıyafetine oldukça yakın bir mesafeden birçok kez biber gazı sıkmıştır. Bunun sonucunda başvurucunun göz kapağı iç yüzünü ve göz yuvarlağının ön yüzünü kaplayan zarda kızarıklık oluşmuş ve başvurucu maruz kaldığı muamele nedeniyle acı yanında korku da duymuştur. Oysa biber gazı sıkılmasından önce başvurucu, olduğu yerde durmakta; polise karşı şiddet içeren bir davranışta bulunmamakta ve araçtan inmeye çabalamamaktadır. Nitekim başvuru dosyasına, başvuruya konu olay nedeniyle başvurucu hakkında yürütülen bir ceza soruşturmasına ilişkin bilgi yansımamıştır. Ayrıca biber gazı kullanmadan önce polis memuru, başvurucu ile beraber birçok kişinin kapalı bir alanda bulunduğunu dikkate almamış; alternatif güç kullanım araçlarının kullanılabilirliğini değerlendirmemiştir. Bu nedenle somut olayın koşullarında başvurucunun davranışlarının polisin biber gazı ile müdahalesini zorunlu kıldığını ve biber gazının orantılı bir biçimde kullanıldığını söylemek mümkün değildir.
14. Başvurucu; itekleme ve yerde sürükleme şeklinde şiddete başvurmasından, kafasına vurulup tekmelenmesinden ve minibüsün bir başka yerine fırlatılmasından da şikâyet etmiştir ancak başvuru dosyası, başvurucuya karşı sözü edilen fiillerin işlendiği yönünde makul şüphenin ötesinde kanıt ihtiva etmemektedir.
15. Anayasa Mahkemesinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yasaklanan muamele ve cezalarla ilgili değerlendirmelerine göre başvuruya biber gazıyla yapılan muamele, olayın gelişimi ve biber gazının başvurucunun üzerinde bıraktığı etki dikkate alındığında insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muamele olarak kabul edilebilir (bahsi geçen muamele ve cezalarla ilgili ayrıntılı açıklamalar için birçok karar arasından bkz. Osman Gökalp, B. No: 2019/7312, 3/2/2022, §§ 32-35). Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu ihlal edilmiştir.
16. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddiaya gelince konuyla ilgili ilkeler şimdiye kadar verilen birçok kararda yer almıştır (örnek kararlar için bkz. Ferit Kurt ve diğerleri, B. No: 2018/9957, 8/6/2021, §§ 75-78; İsmail Adak, B. No: 2018/19964, 20/10/2021, §§ 37-41). Anılan ilkelere göre bir kişinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder biçimde fiziksel ve ruhsal bir saldırıya uğradığına dair savunulabilir bir iddiası varsa bu iddia hakkında etkili bir soruşturma yürütülmelidir. Yaralama olayının güç kullanmaya yetkili bir kamu görevlisinin kasıtlı bir eylemi sonucu meydana geldiğinin ileri sürüldüğü hâllerde ivedilikle bir ceza soruşturması başlatılmalı, soruşturma olaya karışmış olanlardan bağımsız kişilerce yürütülmeli, soruşturmada olayı aydınlatabilip sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün deliller toplanmalı, soruşturma süreci gerektiği ölçüde kamu denetimine ve mağdurun erişimine açık tutulmalı, soruşturma sonunda çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanılmamalı (nesnel ve tarafsız analiz) ve soruşturma makamınca, kullanılan gücün ilgilinin davranışı nedeniyle mutlak surette gerekli olan bir güç kullanımına karşılık gelip gelmediği ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir. Ayrıca soruşturmada makul bir özen ve süratle hareket edilmelidir.
17. Başvurucunun yaralanmasıyla sonuçlanan olaya ilişkin suç duyurusu sonrasında savcılıkça bir ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında emniyet müdürlüğünün ilgili birimince çekilen görüntü kayıtları ile olayla ilgili kolluk tutanakları getirtilmiş, başvurucunun kesin adli raporu alınmış, soruşturma dosyasında mevcut görüntü kayıtları bilirkişiye inceletilmiş ve başvurucunun ifadesine başvurulmuştur. Ne var ki başvurucu hakkında düzenlenen raporlara rağmen başvurucuya karşı biber gazı ve fiziki güç kullanan polislerin tespit edilmesi ve bu kişilerin ifadelerinin alınması yönünde adım atılmamış, başvurucu ile aynı minibüse bindirilen kişilerin beyanı alınmamış ve görüntü kayıtları savcı tarafından incelenmemiştir. Hâlbuki bilirkişi raporu ile kolluk tutanakları, soruşturma dosyasında bulunan görüntü kayıtları ile örtüşmemektedir ve görüntü kayıtlarının incelenmesi somut olayda teknik bir bilgi gerektirmemektedir (bkz. §§ 2, 4). Ayrıca savcılık, polisin görevini yaparken gerekli ölçüde zor kullanma yetkisi olduğunu ve polisin yasal mevzuat doğrultusunda hareket ettiğini belirterek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verse de polisin neden güç kullanmak zorunda kaldığına ve zor kullanmasının sebebine nazaran kullandığı gücün orantılı olup olmadığına ilişkin açıklama yapmamıştır. Bu nedenle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu ihlal edilmiştir.
18. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Başvurucu, gerçekleştirmek istediği barışçıl nitelikte basın açıklamasının kolluk görevlilerince orantısız güç kullanılarak engellendiğini ve müdahaleye dayanak yasaklama kararının hukuka aykırı olduğunu belirterek ifade hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık görüşünde ihlal iddialarının incelenmesi sırasında ilgili mevzuat hükümleri ve içtihatlar ile somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında ihlal iddialarını yinelemiştir.
20. Başvurucunun ihlal iddiası toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmiştir.
21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ihlal iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
22. Ankara Valisi'nin yasaklama kararının 2935 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (m) bendi uyarınca verildiği anlaşılmıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Adnan Vural, § 50). Anılan yasaklama kararına aykırı davranıldığı gerekçesiyle 2911 sayılı Kanun’un 23. ve 24. maddeleri uyarınca toplantıya yapılan müdahalenin kanunilik ölçütünü karşıladığı değerlendirilmiştir. Başvuruya konu müdahalenin yapıldığı ve bunun dayanağı olan Ankara Valisi'nin yasaklama kararının verildiği tarihte tüm ülkede olağanüstü hâlin devam ettiği gözetilerek inceleme Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle sınırlamanın Anayasa’nın 13. ve 34. maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (benzer değerlendirmeler ve müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmasına ilişkin genel ilkeler için bkz. Adnan Vural ve diğerleri, §§ 44, 45; §§ 53-55).
23. Anayasa Mahkemesi Adnan Vural ve diğerleri kararında, OHAL sürecinde yasaklama kararlarına aykırı olarak gerçekleştirilen toplantılara katılanlara idari para cezası verilmesi şeklindeki müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesine göre demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğunu ve Anayasa’nın 15. maddesine göre de olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçülülüğünü incelemiştir. Anılan kararda, başvuruya konu olan toplantı ile bu toplantıya katılımı nedeniyle başvurucuya verilen idari para cezasını da inceleyen Anayasa Mahkemesi, yasaklama kararıyla giderilmeye çalışılan güvenlik kaygısının idarece açıkça ortaya konulamaması, terör tehdidine soyut olarak yer verilmesi, kamu düzeni yönünden daha az sınırlayıcı uygulamalarla giderilemeyecek bir tehlike olduğunun gösterilmemesi, şablon gerekçelerle birbiri ardına alınan yasaklama kararlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını anlamsız ve imkânsız kılacak bir dereceye ulaştırması nedeniyle verilen idari para cezalarının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna varmıştır (Adnan Vural ve diğerleri, §§ 56-63; olağanüstü hâl sürecinde idarenin yasaklama kararına aykırı olarak toplantıya katılım nedeniyle verilen idari para cezalarının anılan hakkı ihlal ettiği yönünde benzer değerlendirmelerin yapıldığı diğer kararlar için bkz. Erdal Karadaş, B. No: 2017/22700, 28/5/2019; Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4/7/2019; Hüseyin Karabulut ve diğerleri, B. No: 2017/24457, 17/6/2020). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, müdahalelerin Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında ölçülü de olmadığını değerlendirdiği anılan kararında aşağıdaki gerekçelere dayanmıştır:
“69. Bununla birlikte yukarıdaki bölümde de açıklandığı üzere başvuru konusu yasaklama kararlarında terör tehdidine dair somut hiçbir olgudan hareket edilmediği gibi 31/7/2017 tarihli karardan itibaren tüm yasaklama kararlarında başvurucuların bir kısmının da katılması nedeniyle idari para cezası aldıkları, görevlerinden ihraç edilmeleri nedeniyle açlık grevine başlayan eski öğretmen S.Ö. ve eski akademisyen N.G.ye destek amaçlı, Kızılay Yüksel Caddesi ve çevresinde gerçekleştirilen toplantılara odaklanıldığı, özellikle DHKP/C terör örgütünün bu toplantılara terör saldırısı düzenleyebileceği ve söz konusu toplantılar nedeniyle vatandaşların rahatsız olduğu gerekçelerine dayanıldığı görülmektedir. ...
70. Yasaklama kararlarında, park ya da bahçe gibi vatandaşların yoğun olarak tercih ettiği bölgelerde yüksek sesle eylem yapılması gibi nedenlerle çevreye rahatsızlık verildiği şeklinde ifade edilen gerekçenin olağanüstü hâl olmadığı durumlarda da özellikle somut olay bağlamında başvurucuların toplandıkları alanlar dikkate alındığında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı karşısında meşruluğunu ileri sürmek oldukça tartışmalıdır (bkz. § 58) Başvuru konusu olayda olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğunu kabul etmeye de imkân bulunmamaktadır.
71. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden hemen sonra ... kamu düzeninin sağlanmasına ilişkin sorunların sıcak bir şekilde hissedildiği belirli ve kısa bir süre başvuru konusu yasağın tüm Ankara'yı kapsamasının makul olduğu da kabul edilebilir. Buna karşın idarenin, ilerleyen süreçte başvurucular gibi toplantı hakkını kullanmak isteyen kimseler yönünden o tarihlerde var olan koşulların hassasiyetlerini de gözeterek bazı ayarlamalar yapılmasının mümkün olup olmadığını değerlendirmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte darbe teşebbüsünden 3 ay sonra başlayan ve olağanüstü hâl sürecinde neredeyse kesintisiz olarak 11 ay gibi uzun bir süre devam ettirilen yasaklama sürecinde idare ve derece mahkemeleri bu konuda hiçbir değerlendirme yapmamışlardır. Dolayısıyla ilk yasaklama kararının verildiği tarihte dahi devletin kamu düzeni ve güvenliği ile kamu hizmetlerinin işleyişi kapsamında oluşan tehlikeleri bir ölçüde bertaraf edebilmesi ve gerekli tedbirleri alabilmesi yönünden makul bir sürenin geçtiği dikkate alındığında, Ankara Valiliğinin başvuru konusu kararlarında yer verilen gerekçelerin, başvurucuların toplantı hakkına gerçekleştirilen müdahalelerin olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğunu ortaya koyamadığı değerlendirilmiştir.
72. Ankara Valiliği, başvuru konusu yasaklama kararlarıyla bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı yönünden, süresi belli olmayan kategorik yasaklama kararlarıyla aynı etkiyi oluşturan bir külfet yaratmış; buna karşın kamu düzeninin karşılaştığı tehlikenin olağanüstü hâl tedbirleri çerçevesinde işlerini kaybeden veya onların yakınları olan ve ilgililere seslerini duyurmaya çalışan ya da düşünceleri için paydaş bulmaya çabalayan başvurucular yönünden yaratılan bu külfete baskın geldiğini hiçbir şekilde göstermemiştir. Ayrıca idare, başvuru konusu olayda yarışan değerler arasında adil bir denge kurulabilmesi için daha hafif tedbirler alınmasının yetersiz kalacağını hiçbir şekilde ortaya koymadan ilgili Kanun'da öngörülen en ağır tedbire başvurmuştur.”
24. Somut olayda da etkinliğin bazı faaliyetlerin aksamasına neden olduğu, kamu düzenini bozduğu veya alınan güvenlik önlemlerini zaafa uğratması nedeniyle kamu düzenine ilişkin gerçek bir kaygıya neden olduğu yönünde herhangi bir değerlendirme mevcut değildir. Yukarıda yer verilen kararda ulaşılan sonuçtan farklı bir sonuca ulaşmayı gerektirecek bir neden bulunmayan başvuru konusu müdahalenin de olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olmadığı ve zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
25. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa’nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde- Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
26. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi, soruşturmanın yenilenmesi ve kendisine manevi tazminat olarak 10.000 TL ödenmesi talebinde bulunmuştur.
27. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği savcılıkça yapılması gereken iş, yeniden soruşturma işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
28. Başvurucuya talebi dikkate alınarak manevi zararları karşılığında net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlaliyle ortaya çıkan sonuçların ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. No: 2018/12692) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
İLKNUR ÖZCAN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/7314) |
|
Karar Tarihi: 16/11/2022 |
R.G. Tarih ve Sayı: 1/2/2023-32091 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Recai AKYEL |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
İrfan FİDAN |
|
|
Muhterem İNCE |
Raportör |
: |
Murat İlter DEVECİ |
Başvurucu |
: |
İlknur ÖZCAN |
Vekili |
: |
Av. Seçkin TÜRKOĞLU |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kolluk görevlilerinin toplantıya güç kullanarak müdahale etmesi neticesinde meydana gelen yaralanma ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle kötü muamele yasağının, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmasının vali tarafından belirli bir süreyle yasaklanması ve bu yasak nedeniyle barışçıl bir toplantıya kolluk görevlilerince müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
A. Arka Plan Bilgisi
5. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde ilan edilmesine karar verilen olağanüstü hâl (OHAL) 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur (darbe teşebbüsüne ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20).
6. Güvenlik güçlerinin suç isnadı nedeniyle tutuklanan iki kişiye destek vermek ve tutuklamaları protesto etmek amacıyla Ankara’nın muhtelif yerlerinde açlık grevi ve/veya oturma eylemi düzenleneceği yönünde istihbarat bilgisi edinmesi üzerine Ankara Valisi 29/9/2017 tarihinde, eylemlerin parklardaki vatandaşları rahatsız edebileceği ve terör örgütlerinin eylemciler ile diğer vatandaşları hedef alan saldırılar gerçekleştirebileceği gerekçesiyle 2017 yılı Ekim ayında Ankara genelindeki parklar ve umuma açık alanlarda açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı ve konser gibi toplu etkinlikler yapılmasını yasaklamıştır. Söz konusu karara göre yasakla il sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa yönelik emniyetin ve kamu esenliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Yasak 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin (c) fıkrasına, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesine ve 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11. maddesinin (m) bendine dayandırılmıştır.
7. Ankara Valisi, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsünün ardından ilan edilen iki yıllık olağanüstü hâl süresince sekiz ayı kesintisiz olmak üzere yaklaşık on bir ay boyunca il genelinde tüm toplantı ve gösterileri yasaklamış veya izne bağlamıştır. Bu kararlardan biri olan ve başvuruya konu kolluk müdahalesine dayanak teşkil eden yasaklama kararı “işe geri dönme talebiyle açlık grevi yapan iki kişiyi desteklemek ve bunların tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla 24 saat esasına göre Ankara’nın muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi veya oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat bulunduğu” belirtilerek kamu düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının tehlikeye düşebileceği gerekçesiyle verilmiştir (ayrıntılı bilgi için bkz. Adnan Vural ve diğerleri [GK], B. No: 2017/36237, 10/3/2022, § 19).
B. Başvurucunun Yaralanması
8. Kaç kişiden oluştuğu tespit edilemeyen bir grup, Ankara Garı önünde 10/10/2015 tarihinde saat 10.04’te gerçekleştirilen terör saldırısında yaşamını yitiren kişileri anmak amacıyla 10/10/2017 tarihinde saat 10.00-10.20 sıralarında Necatibey Caddesi üzerindeki İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi (Mühendisler Odası) önünde toplanmıştır.
9. On yedi polis amiri ve memurunca imzalanan 10/10/2017 tarihli tutanağa göre polis; eylemin kanuna aykırı olduğu, dağılmaları gerektiği ve dağılmayacak olurlarsa dağıtılacakları yönünde grubu yaklaşık dokuz dakika süreyle megafonla uyarmıştır. Gruptakilerin çeşitli sloganlar atarak kaldırımı kapatması ve araç trafiğini engellemesi nedeniyle polis, grubu dağıtmaya çalışmış; dirençle karşılaşınca da biber gazı kullanarak bazı grup üyelerini dağıtmıştır. Bu sırada bazı grup üyeleri Mühendisler Odasına girmiştir. Dağılan grup üyeleri, farklı bir caddeden gelen bir grup ve çevreden gelen bazı kişiler Millî Müdafaa Caddesi’nde toplanmıştır. Polis yaklaşık 70 kişiden oluşan ve sloganlar atıp yaya ve araç trafiğini engelleyen gruba kademeli güç ve göz yaşartıcı gaz kullanmıştır. Tutanağa göre Mühendisler Odasının önünde toplanan grup yaklaşık otuz kişiden oluşmaktadır.
10. İddiasına göre başvurucu 10/10/2015 tarihli saldırının yıl dönümü nedeniyle Ankara’da düzenlenmek istenen anma etkinliklerine katılmak istemiş ancak polisin barışçıl şekilde düzenlenen söz konusu etkinliklere müdahale etmesi sonucu plastik mermi ile yaralanmıştır (Başvuru formunda anma etkinliklerinin nerede olduğu, başvurucunun plastik mermili müdahaleye nerede ve nasıl maruz kaldığı yönünde bir bilgi yer almamaktadır.). Başvurucu daha sonra Mühendisler Odasında yapılacak anma törenine katılmak üzere Necatibey Caddesi’ne gitmiştir. Mühendisler Odası önünde bekleyen kalabalığa polis müdahale edince başvurucu, Mühendisler Odasına girmiştir. Polis, Mühendisler Odasının girişine doğru ve Mühendisler Odasına girecek şekilde gaz kullanmış; Mühendisler Odasından çıkılmasına engel olmuştur. Başvurucu yirmi dakika boyunca Mühendisler Odasından çıkamamış, daha sonra fenalaşarak hastaneye gitmiştir.
11. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Ankara Hastanesi) görevli bir doktor tarafından düzenlenen 10/10/2017 tarihli raporda başvurucunun sağ bacağının alt kısmının arkasında 8x8 cm boyutunda morluk ve ödem, yüzünde ise hafif kızarıklık olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, polis müdahalesi sırasında sağ bacağına plastik mermi çarptığını ve yüzüne biber gazı sıkıldığını muayeneyi yapan doktora söylemiştir.
12. Başvurucu, vekili aracılığıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) 25/12/2017 tarihli bir dilekçe sunmuş; yaralanmasına neden olan polis amir ve memurları ile Polis Amiri M.K. hakkında kamu davası açılmasını istemiştir. Dilekçesine bazı fotoğraflar ile Ankara Hastanesinde görevli doktorca düzenlenen raporu ekleyen başvurucu kısaca şu iddialarda bulunmuştur (Karanlık olması nedeniyle bahsi geçen fotoğrafların neye ilişkin olduğu anlaşılamamıştır.):
i. Ankara Garı önündeki saldırının yıl dönümünde Kızılay ve çevresinde yapılmak istenen protesto gösterilerine polis müdahale ederek toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ve ifade özgürlüğünün kullanılmasını engellemiştir. Oysa Kızılay ve çevresinde bazı gösterilerin düzenlenmesine izin verilmektedir. Bu sebeple eşitlik ilkesi de ihlal edilmiştir.
ii. Başvurucu olay tarihinde saat 10.04’te Ankara Garı önündeki anmaya polisin müdahalesi nedeniyle katılamamış ancak Mühendisler Odasının konferans salonunda yapılacak anmaya katılmayı arzu etmiştir. Odanın içinde ve önünde yüzlerce kişi bulunduğu sırada polisler, M.K.nın emir ve talimatıyla doğrudan göz yaşartıcı gaz sıkıp plastik mermi kullanarak başvurucuyu yaralamıştır. Polisler yakın mesafeden gaz sıkıp plastik mermi kullandıkları için olayda yaralama ve işkence kastıyla hareket etmiştir.
iii. Göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi, gerekli olmayan bir durumda ve ölçüde kullanılmıştır. Ayrıca gaz, Mühendisler Odası giriş kapısına doğru ve binanın içine girecek şekilde sıkılmıştır. Polis, Mühendisler Odasının önünde toplanılmasına izin vermediği için Mühendisler Odasında olup gazdan etkilenen kişiler dışarıya çıkamamıştır. Gazdan etkilenen E.T. ile gaz kullanımı sırasında Mühendisler Odasının dışında bulunan D.T.C. olaya tanıktır.
13. Başvurucunun başvurusu sonrasında Başsavcılık, olayla ilgili olarak derhâl bir ceza soruşturması başlatmıştır.
C. Ceza Soruşturması İle İlgili Süreç
14. Başsavcılık 4/1/2018 tarihli bir müzekkere ile Ankara Emniyet Müdürlüğünden başvurucunun şikâyeti nedeniyle evrak düzenlenip düzenlenmediği konusunda bilgi vermesini, düzenlenmiş ise evrakın ve varsa olayla ilgili kamera görüntülerinin gönderilmesini istemiştir.
15. Başsavcılık 9/1/2018 tarihinde tanık D.T.C.nin ifadesini almıştır. D.T.C.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
“...[H]ayatını kaybedenler için anma programı gerçekleştirilmek istendi. Bu amaçla programa katılmak isteyenler önce tren garına gittiler ancak gar etrafı polisler tarafından kapatıldığı için [Mühendisler Odasında] anma programı gerçekleştirileceği için ölenlerin yakınları ile programa katılmak isteyenler buraya doğru parça parça hareket ettiler. Ben de [Mühendisler Odasının] önüne gittim. Yaklaşık 60-70 kişilik bir grup söz konusu odanın binasının önünde beklemekteydi. Kalabalığın beklediği yer yol yada kaldırım şeklinde değildi. Zaman zaman kalabalıktan eyleme ilişkin sloganlar atılıyordu ancak tam bir eylem yapılmıyordu. Bir anda güvenlik şubenin amirlerinden biri olan uzun saçlı ismini bilmediğim şahıs gelerek orada bulunan birkaç sendika yöneticisine binanın önünde kimseyi istemediklerini, orada bulunanların binaya girmelerini yoksa müdahale edeceklerini söyleyerek beklemeksizin göz yaşartıcı gaz sıkmak suretiyle müdahale ettiler. Kapının önünde bekleyenler binanın içerisine girdiler ancak polis tarafından binanın içerisine de göz yaşartıcı gaz sıkıldı. Bu durumdan rahatsız olan şahıslar binanın dışına çıkmak istediler. Ancak yine gaz sıkılması nedeni ile dışarı çıkamadılar. Ben müştekiyi de orada gördüm. Ben müdahale sırasında binanın içerisinde değildim. Polisin arka tarafında bulunan basının yanındaydım... Ben [Mühendisler Odasının] önünde polis tarafından yapılan müdahale sırasında plastik mermi kullanıldığına şahit olmadım. Ancak Necatibey caddesi üzerinde polis tarafından kalabalıklara müdahale edilirken plastik mermi kullanıldığını düşünüyorum çünkü yerde plastik mermi kapsülleri vardı. Ayrıca Sıhıye güzergahında yine güvenlik şubede görev yaptığını bildiğim M... isimli sarışın amirin ilk müdehale emrini verdiğini ben gördüm ancak bu sırada müştekinin orada olup olmadığını bilemiyorum...”
16. Başsavcılığın Antalya Cumhuriyet Başsavcılığından istinabe talep etmesi üzerine Antalya’nın ilgili kolluk birimi 5/2/2018 tarihinde tanık E.T.nin ifadesini almıştır. E.T. ifadesinde olay tarihinde anma programına katılmak için Mühendisler Odasına (E.T. ifadesinde başka bir kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşundan söz etmiştir ancak ifadenin bütününden E.T.nin söz ettiği meslek kuruluşu ile Mühendisler Odasını kastettiği değerlendirilmiştir.) gittiğini, polisin gazlı müdahalesi nedeniyle herkesin dağıldığını ve başvurucuyu tanımadığını beyan etmiştir.
17. Ankara Emniyet Müdürlüğü görüntü kayıtlarını içerir bir DVD ile DVD'deki görüntü kayıtlarının çözümünü içeren tutanağın, başvuruya konu polis müdahalesi nedeniyle düzenlenen tutanağın (bkz. § 9) ve Ankara Valisince verilen yasaklama kararının (bkz. § 6) birer örneğini 6/2/2018 tarihinde Başsavcılığa göndermiştir. Sözü edilen belgelere göre Necatibey Caddesi üzerinde toplanan grup, eylemin yasa dışı olduğu ve bu nedenle dağılmaları gerektiği yönünde ikaz edilmiştir. Grup üyeleri çeşitli sloganlar atmıştır. Bir erkek şahıs, anma için herkesin kontrollü bir şekilde binaya girmesini istemiştir. Bazı grup üyeleri Mühendisler Odasına girse de çoğunluk kaldırımda durmaya devam etmiştir. Grubu yönlendiren şahıslar Mühendisler Odasına girmeleri, aksi hâlde gruba müdahale edileceği yönünde uyarılmıştır. Kaldırımda bekleyen grup üyeleri Mühendisler Odasına girmemekte ısrar edip eylemlerini devam ettirince polis, kalkanlar ile itmek suretiyle gruba müdahale etmiştir. Bu sırada gruptaki bazı kişiler kalkanlara yumruk ve tekme atıp kalkanları itmiştir. Bunun üzerine gruba el spreyi ile gaz püskürtülmüş, grubun Mühendisler Odasına girmesi sağlanmıştır. Mühendisler Odasına giren bazı şahıslar polise su şişesi fırlatıp Mühendisler Odasının giriş kapısını kapatmıştır. Bazı polisler point olarak ifade edilen gaz silahları ile Mühendisler Odasının giriş kapısına ateş etmiştir. Atış sırasında kaldırımda kimse yoktur ve mermiler Mühendisler Odasının giriş kapısının camlarına değip patlamıştır. Başvurucu da kamere görüntülerine göre Necatibey Caddesi'nde kanuna aykırı eylem yapıp slogan atan grubun içindedir. Necatibey Caddesi'nde yapılan eylem nedeniyle herhangi bir yakalama yapılmamıştır.
18. Başsavcılık Ankara Emniyet Müdürlüğünden temin edilen DVD’nin içeriğini bir bilirkişiye inceletmiştir. Bilirkişi tarafından hazırlanan 16/3/2018 tarihli raporda yaklaşık yüz kişilik bir grubun Mühendisler Odasının önünde toplandığı, polisin binaya girmeleri veya dağılmaları yönünde grubu defalarca uyardığı, grubun devamlı surette slogan attığı, polisin dağıtmak için gruba müdahale ettiği ve grubun direnişi üzerine polisin göz yaşartıcı gaz ile müdahalede bulunması sonrasında grup üyelerinin binaya girdiği belirtilmiştir. Rapora göre bazı grup üyelerinin zaman zaman bina dışına çıkıp içeriği anlaşılamayan sözler söylemesi üzerine polis plastik mermi kullanmış, sonrasında binanın sağ tarafındaki bir yerde toplanan kalabalık slogan atıp dağılmıştır.
19. Başsavcılık 12/11/2018 tarihinde başvurucunun ifadesine başvurmuştur. İddiasına göre başvurucu, anma programının Mühendisler Odasının önünde olacağını öğrenince doğrudan söz konusu yere gitmiş ancak polis, herhangi bir uyarıda bulunmadan içinde başvurucunun da bulunduğu gruba gazla ve plastik mermiyle müdahale etmiştir. Bunun üzerine grup binaya girmiştir. Polis binada da gaz kullanmış ve yaklaşık yirmi dakika boyunca grubun binanın dışına çıkmasına izin vermemiştir. Başvurucu plastik mermi nedeniyle bacağından, yüzüne sıkılan gaz nedeniyle de gözlerinden yaralanmıştır.
20. Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünde görevli bir adli tıp uzmanı tarafından tanzim edilen 19/11/2018 tarihli rapora göre başvurucuda meydana gelen yaralanma, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafiftir.
21. Aynı gün başvurucu, vekili aracılığıyla Başsavcılığa bir dilekçe sunarak bazı iddialarda bulunmuştur. Anılan dilekçede özetle DVD'deki görüntü kayıtlarının çözümüyle ilgili tutanağın gerçeği yansıtmadığını, kendisi olduğu ifade edilen kişinin başkası olduğunu, Ankara Emniyet Müdürlüğünce Başsavcılığa gönderilen belgelerin Güvenlik Şube Müdürlüğüne ait olduğunu ancak söz konusu belgelerin şüpheli konumundaki Güvenlik Şube Müdürü M.K. tarafından hazırlandığını, M.K.nın ise soruşturmada şüpheli olarak yer aldığını, böylece şüphelinin kendisi hakkında yürütülen bir soruşturmada delil topladığını ve görüntü kayıtlarının Başsavcılığa eksiksiz olarak gönderilip gönderilmediğinin belli olmadığını öne sürmüştür.
22. 26/11/2018 tarihinde Başsavcılık, Ankara Emniyet Müdürlüğünün 6/2/2018 tarihli yazısı ile bilirkişi raporunun ve başvurucu hakkında düzenlenen adli raporun içeriğine işaret ederek plastik mermi kullanımı hakkında açık bir değerlendirme yapmadan şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılığa göre polis, izinsiz gösteriyi dağıtmak amacıyla gerekli uyarıları yaptıktan sonra ve göstericilerin dirençlerini kırmak amacıyla zor kullanma yetkisine başvurmuştur ve başvurucuda meydana gelen yaralanma dikkate alındığında zor kullanma yetkisinde sınır aşılmamıştır. Ayrıca polisin binada biber gazı kullandığına ilişkin herhangi bir tespit bulunmamaktadır.
23. Başvurucu, Başsavcılıkça verilen karara vekili aracılığıyla itiraz etmiştir. Yaptığı itirazda başvurucu özetle olay tarihinde düzenlenen anma etkinliğine katılmak istediğini, barışçıl bir şekilde gerçekleşmesine rağmen Vali’nin yasaklama kararı gerekçe gösterilerek anma etkinliğine polisin müdahale ettiğini, müdahale sırasında polisin terör saldırısında yakınlarını ve arkadaşlarını kaybeden vatandaşlara yönelik olarak göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi kullandığını, Mühendisler Odasında yapılacak etkinliğe katılmak üzere Necatibey Caddesi’ne gittiğini, Mühendisler Odasının önünde bekleyen kalabalığa gazla müdahale edildiğini ve şikâyeti hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğini iddia edip suç duyurusu dilekçesi ile Başsavcılığa sunduğu 19/11/2018 tarihli dilekçesinde dile getirdiği iddiaları yinelemiştir.
24. Başvurucunun itirazı, Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 28/12/2018 tarihinde reddedilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
25. 5442 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (c) fıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:
“İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir.”
26. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“...
Aşağıda yazılı hallerde:
VII- İşlenmekte olan bir suçun işlenmesine veya devamına mâni olmak için,
...
IX- Kanunsuz toplantı veya kanunsuz yürüyüşleri dağıtmak veya suçlularını yakalamak için,
...
XI- Umuma açık yerlerde yapılan her türlü toplantı veya yürüyüşlerde veya törenlerde bozulan düzeni sağlamak için,
XII- Herhangi bir sebeple tıkanmış olan yolların trafiğe açılması için,
...
Yetkili âmir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir. Bu emirlerin yazılı olarak verilmesi istenilemez. Bu hallerde emrin yerine getirilmesinden doğabilecek sorumluluk emri verene aittir.”
27. 2559 sayılı Kanun’un “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
...”
28. 2911 sayılı Kanun’un “Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı” kenar başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
29. 2911 sayılı Kanun’un “Toplantının ertelenmesi veya bazı hâllerde yasaklanması” kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:
“Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir.”
30. 2911 sayılı Kanun’un 23. maddesine göre Kanun'un 17. maddesi uyarınca yasaklanmasına rağmen yasaklama süresi sona ermeden yapılan toplantı kanuna aykırı sayılır.
31. 2911 sayılı Kanun’un 24. maddesine göre toplantının kanuna aykırı olarak başlaması hâlinde güvenlik kuvvetleri mensupları, olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine haber vererek mevcut imkânlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya müdahale eden güvenlik kuvvetleri amiri topluluğa dağılmaları, aksi hâlde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunur. Topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır.
32. 2935 sayılı Kanun’un şiddet hareketlerinde alınabilecek tedbirlerle ilgili 11. maddesinin (m) bendi, Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması ya da şiddet olayları dolayısıyla kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması nedeniyle olağanüstü hâlin ilan edildiği durumlarda genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklanabilmesine izin vermektedir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Anayasa Mahkemesinin 16/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım Talebi Yönünden
34. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve giderlerini ödeyemeyecek durumda olduğunu belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
35. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
36. Başvurucu 10/10/2015 tarihli saldırının yıl dönümü nedeniyle Ankara’da düzenlenmek istenen anma etkinliklerine katılmak istediğini ancak polisin etkinliklere müdahale etmesi sonucu plastik bir mermiyle yaralandığını, daha sonra Mühendisler Odasında yapılacak anma törenine katılmak üzere Necatibey Caddesi’ne gittiğini, Mühendisler Odasının önünde bekleyen kalabalığa polis gazla müdahale edince Mühendisler Odasına girdiğini, polisin Mühendisler Odasının girişine doğru ve Mühendisler Odasına girecek şekilde gaz kullanıp Mühendisler Odasından çıkılmasına engel olduğunu ve bu olaylara ilişkin şikâyeti hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğini belirterek kötü muamele yasağı ile bu yasakla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Bu iddiası kapsamında başvurucu özetle şu hususları ileri sürmüştür:
i. Soruşturma dosyasında bulunan DVD’deki görüntü kayıtlarının çözümü ile ilgili tutanak gerçeği yansıtmamaktadır. Tutanakta kendisi olduğu ifade edilen kişi de kendisine benzememektedir.
ii. Ankara Emniyet Müdürlüğünce Başsavcılığa gönderilen belgeler Güvenlik Şube Müdürlüğüne aittir. Söz konusu belgeler Güvenlik Şube Müdürü M.K. tarafından hazırlanmıştır. M.K. ise soruşturmada şüphelidir. Böylece şüpheli, kendisi hakkında yürütülen bir soruşturmada delil toplamıştır. Ayrıca görüntü kayıtlarının Başsavcılığa eksiksiz olarak gönderilip gönderilmediği belli değildir.
iii. Sunduğu 19/11/2018 tarihli dilekçe dikkate alınmamış ve şüphelilerce hazırlanan delillere dayanılarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Bu sebeple başvuruya konu soruşturma bağımsız ve tarafsız bir şekilde yürütülmemiştir.
37. Bakanlık görüşünde öncelikle başvurucunun Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki yollardan olup hem idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini sağlayabilecek olan tam yargı davası yolunu tükettiğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeyi Anayasa Mahkemesine sunmadığı ifade edilerek kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri yönünden ceza soruşturması dışında diğer yargısal yolların tamamını bireysel başvuru yapmadan önce tüketip tüketmediğinin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca adli muayene raporundaki bulguların ne şekilde oluştuğunu ve başvurucunun gösteri sırasında takındığı tutumu belirleyebilecek nesnel bir delilin bulunmadığına, başvurucuda meydana gelen yaranın yerine ve niteliğine, Başsavcılıkça verilen kararın içeriğine işaret edilerek başvuruya konu eyleme müdahalenin gerekli olduğu, müdahalenin başvurucunun ve içinde bulunduğu grubun davranışlarından kaynaklandığı, başvurucunun doğrudan hedef alınmadığı, Başsavcılığın vardığı sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığı, somut olayda kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutuna ait gerekliliklerin yerine getirildiği açıklanmıştır.
38. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında başvuru formunda dile getirdiği iddiaları tekrar etmiştir.
2. Değerlendirme
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuruda etkili başvuru hakkı yönünden incelenmesi gereken bir mesele bulunmaması ve somut olayın koşulları dikkate alınarak başvurucunun bütün iddialarının kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
40. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı ile üçüncü fıkrası şöyledir:
“Herkes, ...maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.
...”
41. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
42. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını güvence altına alıp kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağını ve kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağını hüküm altına alan Anayasa’nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa’nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde, devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (birçok karar arasından bkz. Ferit Kurt ve diğerleri, B. No: 2018/9957, 8/6/2021, § 72).
43. Sözü edilen negatif yükümlülükler devletin bireylerin vücut ve ruh bütünlüklerine saygı gösterme mesuliyetinin bir sonucu olarak kamu otoritelerinin kişilerin anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir (Ferit Kurt ve diğerleri, § 73).
44. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girebilmesi için söz konusu muamelenin asgari bir ağırlık düzeyine ulaşması gerekir. Muamelelerin asgari ağırlık düzeyine varıp varmadığı konusundaki değerlendirme ise muamelenin süresi, mağdurun üzerinde bıraktığı fiziksel ve ruhsal etki ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi somut olaydaki tüm faktörlere bağlıdır (Tahir Canan, § 23).
45. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü-bireyin Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması koşuluyla- her türlü fiziksel ve ruhsal saldırıya ilişkin olaylardan sorumlu kişilerin belirlenmesini ve gerekiyorsa bu kişilerin cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel amacı kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen yaralanmalar veya ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Ferit Kurt ve diğerleri, § 75).
46. Anayasa Mahkemesi kötü muamele yasağının negatif yükümlülüğüne ait maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddiaları incelerken asgari ağırlık seviyesine ulaştığı kabul edilen kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde kanıtlanması şartını aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama sorununu ele almaktadır. Burada kötü muameleye maruz kalması nedeniyle mağdur olduğunu ileri süren kişilerin -kişilerin devletin gözetimi ve denetimi altında tutulduğu sırada yaralandığı durumlarda devletin söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü altında olması hâli istisna olmak üzere- kötü muamele yasağı kapsamına giren ağırlıkta bir muamele görmüş olabileceklerini gösteren emare ve delil sunmaları gerektiğini belirtmek gerekir (Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, § 45).
47. Mağdur olduğunu ileri süren kişilerin olgulara dayanmayan yetersiz açıklamaları, iddialarının deliller ile desteklenmemesi hatta kimi zaman delillerin uyumsuzluğu, kötü muamelenin yapıldığı yer, zaman ve diğer konulardaki çelişkili ifadeleri, vekilleri veya müdafilerinden farklı iddiaları ileri sürmeleri gibi hususlar kötü muamelenin gerçekliğini şüpheye düşürür. Bu durumda iddiaların savunabilir olduğundan ve dolayısıyla bu iddialara ilişkin derhâl resmî bir soruşturma başlatılması gerekliliğinden söz edilemeyecektir (Beyza Metin, § 46).
48. Anılan ilkeler ışığında somut olayda başvurucunun polisin biber gazı ve plastik mermiyle yaptığı müdahaleden yakındığı görülmüştür. Bu nedenle başvurucunun kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının iki başlık altında değerlendirilmesi uygun olacaktır.
a. Biber Gazı Kullanımıyla İlgili İddia Yönünden
49. Başvurucunun biber gazı kullanımıyla ilgili iddiasının değerlendirilmesine geçilmeden önce ifade etmek gerekir ki biber gazının kimyasal tesiri yüzünden oluşan acı -meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte olması durumunda bile- kişilerde ilave bir korku ve elem duygusuna yol açabilecek mahiyettedir. Bu sebeple güvenlik güçlerinin haksız yere bireylerin yüzüne biber gazı sıkarak yoğun fiziksel ve ruhsal acı çekmesine neden olmaları kötü muamele yasağını ihlal edebilir (benzer değerlendirme için bkz. Betül Öztürk Gülhan ve Sıla Koç, B. No: 2016/12937, 10/12/2019, §§ 33, 43-45).
50. Başvuru formunda başvurucunun içinde bulunduğu gruba gazla müdahale edildiği, Mühendisler Odasının girişine doğru ve içine girecek şekilde gaz kullanıldığı, Mühendisler Odasından çıkılmasına engel olunduğu ve başvurucunun fenalaştığı ileri sürülmüş ancak polisin kullandığı gazın başvurucuya yönelik olduğu veya polisin başvurucunun yüzüne gaz sıktığı iddia edilmemiştir.
51. Öte yandan başvurucu, olay günü gittiği Ankara Hastanesinde görevli doktora -başvuru formundan farklı olarak- yüzüne biber gazı sıkıldığını söylemiş (bkz. § 11); Başsavcılığa verdiği 25/12/2017 tarihli dilekçede polislerin M.K.nın emir ve talimatıyla doğrudan göz yaşartıcı gaz sıktığını iddia etmiş (bkz. § 12/ii) ve Başsavcılıkça alınan ifadesinde yüzüne sıkılan gaz nedeniyle gözünden yaralandığını öne sürmüştür (bkz. § 19). Ne var ki Ankara Hastanesinde olay günü yapılan muayenede biber gazına maruz kalma durumunda gözde oluşması beklenen yanma, batma ya da kızarıklık tespit edilmemiştir. Muayeneyi yapan doktor, düzenlediği raporda başvurucunun yüzünde hafif kızarıklık bulunduğunu belirtse de bu kızarıklığın sebebini açıklamamıştır. Necatibey Caddesi'nde yapılan eylem nedeniyle hakkında herhangi bir adli işlem yapılmayan başvurucu, kızarıklığın sebebi konusunda rapor almak için çaba da göstermemiştir. Ayrıca başvuru dosyasında başvurucunun polisin kullandığı biber gazına doğrudan maruz kaldığına ve/veya biber gazı nedeniyle yoğun fiziksel ve ruhsal acı çektiğine ilişkin delil bulunmamaktadır.
52. Bu koşullar altında Anayasa Mahkemesi, biber gazı kullanımı nedeniyle kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin iddiasını uygun deliller ile desteklemeyen, başvuru formundaki iddiası ile başvuruya konu ceza soruşturmasındaki iddiası birbiriyle uyumlu olmayan ve bu bağlamda iddiası savunulabilir bulunmayan başvurucunun Başsavcılığa ihlal iddiaları ile ilgili daha sağlam dayanaklar sunmaması nedeniyle daha derinlemesine soruşturma yürütülmesi konusunda haklı bir beklentiye giremeyeceği kanısındadır.
b. Plastik Mermi Kullanımıyla İlgili İddia Yönünden
53. Başvuru dosyası Ankara Hastanesindeki muayene sırasında tespit edilen morluk ve ödemin nasıl ve nerede meydana geldiği yönünde bir delil ihtiva etmemektedir. Zira muayeneyi yapan doktor, düzenlediği raporda morluk ve ödemin sebebini açıklamamıştır. Başvurucu da bu konuda hiçbir belge ibraz etmemiştir. Başvurucu 10/10/2015 tarihli saldırının yıl dönümü nedeniyle Ankara’da düzenlenmek istenen anma etkinliklerine katılmak istediğini ancak polisin etkinliklere müdahale etmesi sonucu plastik mermi ile yaralandığını, daha sonra Mühendisler Odasında yapılacak anma törenine katılmak üzere Necatibey Caddesi’ne gittiğini iddia etmiş ancak plastik mermili müdahaleye nerede ve nasıl maruz kaldığını başvuru formunda açıklamamıştır. Bu iddiasından farklı olarak başvurucu, Başsavcılığa verdiği 25/12/2017 tarihli dilekçesinde ve Başsavcılıkça alınan beyanında Mühendisler Odasının önünde beklerken plastik mermiye maruz kaldığını öne sürmüştür (bkz. §§ 12/ii, 19). Hâlbuki Ankara Emniyet Müdürlüğünce Başsavcılığa gönderilen belgelere göre Mühendisler Odasının önünde polis, plastik mermi değil point olarak ifade edilen gaz silahları kullanmış ve sözü edilen silahtan çıkan mermiler herhangi bir kişiye isabet etmemiştir (bkz. § 17). Görüntü kayıtlarını inceleyen bilirkişi, raporunda da plastik mermi ile yaralanan bir kimseden söz etmemiştir (bkz. § 18). Başvurucu Başsavcılıkça verilen karara yaptığı itirazda anma etkinliğine müdahale sırasında polisin terör saldırısında yakınlarını ve arkadaşlarını kaybeden vatandaşlara karşı biber gazı ve plastik mermi kullandığını ileri sürse de başvurucunun terör saldırısında yakınlarını ve arkadaşlarını kaybeden vatandaşlar arasında olup olmadığı belirtilmemiştir. Bu bakımdan başvurucunun plastik mermiye nerede maruz kaldığı konusunda başvuru formundaki iddiası ile başvuruya konu ceza soruşturmasında dile getirdiği iddiası birbiriyle çelişmektedir. Bu durum başvurucunun Mühendisler Odasının önüne gelmeden önce polisin kullandığı plastik mermi ile yaralandığına dair iddiasının gerçekliğini şüpheye düşürmüştür. Ayrıca başvurucunun henüz Mühendisler Odasının önüne gitmeden önce plastik mermi ile yaralandığına dair iddiası soruşturma kapsamında açıkça dile getirilmemiştir. Bu sebeple başvuru formundaki iddiası ile başvuruya konu ceza soruşturmasındaki iddiası birbiriyle uyumlu olmayan başvurucunun, Başsavcılığa ihlal iddiaları ile ilgili daha sağlam dayanaklar sunmaması nedeniyle daha derinlemesine soruşturma yürütülmesi konusunda haklı bir beklentiye giremeyeceği sonucuna varılmıştır.
54. Açıklanan gerekçelerle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
55. Başvurucu; Vali’nin hukuka aykırı olarak barışçıl toplantı ve gösterileri yasakladığını, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin kısıtlamaların amaç dışı uygulandığını, yasağın ölçülü olmadığı gibi hakkın kullanımını da imkânsız hâle getirdiğini, anma etkinliklerine katılmasının güç kullanılarak engellendiğini belirterek toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
56. Bakanlık görüşünde özetle olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvurular incelenirken Anayasa’nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklerle ilgili güvence rejiminin dikkate alınması gerektiği, olağanüstü hâl döneminde Vali tarafından toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmanın yasaklandığı bir dönemde başvurucunun da içinde bulunduğu gruba görevli polis memurlarının kanuni yetkileri dâhilinde zor kullanmaları şeklindeki müdahalenin kanuni dayanağının olduğu, amacın kamu düzenini sağlamak olduğu ve uygulanan tedbirin demokratik toplum düzeninde gerekli ve orantılı olduğu savunulmuştur.
57. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formunda dile getirdiği hususları yineleyip Valiliğin yasaklama kararının keyfî olduğunu, ayrıca toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasaklanmasına ilişkin kararların toplumun belirli bir kesimi için alındığını ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
58. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak olan “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
59. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
60. Ankara Valiliğinin yasaklama kararının 2935 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (m) bendi uyarınca verildiği anlaşılmıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Adnan Vural, § 50). Anılan yasaklama kararına aykırı davranıldığı gerekçesiyle 2911 sayılı Kanun’un 23. ve 24. maddeleri uyarınca toplantıya yapılan müdahalenin kanunilik ölçütünü karşıladığı değerlendirilmiştir. Başvuruya konu müdahalenin yapıldığı ve bunun dayanağı olan Ankara Valisi’nin yasaklama kararının verildiği tarihte tüm ülkede olağanüstü hâlin devam ettiği gözetilerek inceleme Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle sınırlamanın Anayasa’nın 13. ve 34. maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa’nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (benzer değerlendirmeler ve müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmasına ilişkin genel ilkeler için bkz. Adnan Vural ve diğerleri, §§ 44, 45; §§ 53-55).
61. Anayasa Mahkemesi Adnan Vural ve diğerleri kararında; olağanüstü hâl sürecinde yasaklama kararlarına aykırı olarak gerçekleştirilen toplantılara katılanlara idari para cezası verilmesi şeklindeki müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesine göre demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğunu ve Anayasa’nın 15. maddesine göre de olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçülülüğü incelemiştir. Anılan kararda, başvuruya konu olan toplantı ile bu toplantıya katılımı nedeniyle başvurucuya verilen idari para cezasını da inceleyen Anayasa Mahkemesi, yasaklama kararıyla giderilmeye çalışılan güvenlik kaygısının idarece açıkça ortaya konulamaması, terör tehdidine soyut olarak yer verilmesi, kamu düzeni yönünden daha az sınırlayıcı uygulamalarla giderilemeyecek bir tehlike olduğunun gösterilmemesi, şablon gerekçelerle birbiri ardına alınan yasaklama kararlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını anlamsız ve imkânsız kılacak bir dereceye ulaştırması nedeniyle verilen idari para cezalarının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna varmıştır (Adnan Vural ve diğerleri, §§ 56-63; olağanüstü hâl sürecinde idarenin yasaklama kararına aykırı olarak toplantıya katılma nedeniyle verilen idari para cezalarının, anılan hakkı ihlal ettiği yönündeki benzer değerlendirmelerin yapıldığı diğer kararlar için bkz. Erdal Karadaş, B. No: 2017/22700, 28/5/2019; Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4/7/2019; Hüseyin Karabulut ve diğerleri, B. No: 2017/24457, 17/6/2020). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, müdahalelerin Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında ölçülü de olmadığını değerlendirdiği anılan kararında aşağıdaki gerekçelere dayanmıştır:
“69. Bununla birlikte yukarıdaki bölümde de açıklandığı üzere başvuru konusu yasaklama kararlarında terör tehdidine dair somut hiçbir olgudan hareket edilmediği gibi 31/7/2017 tarihli karardan itibaren tüm yasaklama kararlarında başvurucuların bir kısmının da katılması nedeniyle idari para cezası aldıkları, görevlerinden ihraç edilmeleri nedeniyle açlık grevine başlayan eski öğretmen S.Ö. ve eski akademisyen N.G.ye destek amaçlı, Kızılay Yüksel Caddesi ve çevresinde gerçekleştirilen toplantılara odaklanıldığı, özellikle DHKP/C terör örgütünün bu toplantılara terör saldırısı düzenleyebileceği ve söz konusu toplantılar nedeniyle vatandaşların rahatsız olduğu gerekçelerine dayanıldığı görülmektedir. ...
70. Yasaklama kararlarında, park ya da bahçe gibi vatandaşların yoğun olarak tercih ettiği bölgelerde yüksek sesle eylem yapılması gibi nedenlerle çevreye rahatsızlık verildiği şeklinde ifade edilen gerekçenin olağanüstü hâl olmadığı durumlarda da özellikle somut olay bağlamında başvurucuların toplandıkları alanlar dikkate alındığında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı karşısında meşruluğunu ileri sürmek oldukça tartışmalıdır (bkz. § 58) Başvuru konusu olayda olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğunu kabul etmeye de imkân bulunmamaktadır.
71. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden hemen sonra ... kamu düzeninin sağlanmasına ilişkin sorunların sıcak bir şekilde hissedildiği belirli ve kısa bir süre başvuru konusu yasağın tüm Ankara’yı kapsamasının makul olduğu da kabul edilebilir. Buna karşın idarenin, ilerleyen süreçte başvurucular gibi toplantı hakkını kullanmak isteyen kimseler yönünden o tarihlerde var olan koşulların hassasiyetlerini de gözeterek bazı ayarlamalar yapılmasının mümkün olup olmadığını değerlendirmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte darbe teşebbüsünden 3 ay sonra başlayan ve olağanüstü hâl sürecinde neredeyse kesintisiz olarak 11 ay gibi uzun bir süre devam ettirilen yasaklama sürecinde idare ve derece mahkemeleri bu konuda hiçbir değerlendirme yapmamışlardır. Dolayısıyla ilk yasaklama kararının verildiği tarihte dahi devletin kamu düzeni ve güvenliği ile kamu hizmetlerinin işleyişi kapsamında oluşan tehlikeleri bir ölçüde bertaraf edebilmesi ve gerekli tedbirleri alabilmesi yönünden makul bir sürenin geçtiği dikkate alındığında, Ankara Valiliğinin başvuru konusu kararlarında yer verilen gerekçelerin, başvurucuların toplantı hakkına gerçekleştirilen müdahalelerin olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğunu ortaya koyamadığı değerlendirilmiştir.
72. Ankara Valiliği, başvuru konusu yasaklama kararlarıyla bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı yönünden, süresi belli olmayan kategorik yasaklama kararlarıyla aynı etkiyi oluşturan bir külfet yaratmış; buna karşın kamu düzeninin karşılaştığı tehlikenin olağanüstü hâl tedbirleri çerçevesinde işlerini kaybeden veya onların yakınları olan ve ilgililere seslerini duyurmaya çalışan ya da düşünceleri için paydaş bulmaya çabalayan başvurucular yönünden yaratılan bu külfete baskın geldiğini hiçbir şekilde göstermemiştir. Ayrıca idare, başvuru konusu olayda yarışan değerler arasında adil bir denge kurulabilmesi için daha hafif tedbirler alınmasının yetersiz kalacağını hiçbir şekilde ortaya koymadan ilgili Kanun’da öngörülen en ağır tedbire başvurmuştur.”
62. Somut olayda anma toplantısının bazı faaliyetlerin aksamasına neden olduğu, kamu düzenini bozduğu veya alınan güvenlik önlemlerini zaafa uğratması nedeniyle kamu düzenine ilişkin gerçek bir kaygıya neden olduğu yönünde herhangi bir değerlendirme mevcut değildir. Yukarıda yer verilen kararda ulaşılan sonuçtan farklı bir sonuca ulaşmayı gerektirecek bir nedenin bulunmadığı başvuru konusu müdahalenin de olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olmadığı ve zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.
63. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa’nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde- Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
c. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
64. Başvurucu, ihlal tespiti yanında lehine manevi tazminat olarak 20.000 TL ödenmesine karar verilmesini istemiştir.
65. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
66. İhlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.