TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
NAZİF YÜCEL BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2021/65504) |
|
Karar Tarihi: 15/1/2025 |
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Recai AKYEL |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
Muhterem İNCE |
|
|
Yılmaz AKÇİL |
Raportör |
: |
Duygu BAKAY |
Başvurucu |
: |
Nazif YÜCEL |
Vekili |
: |
Av. Ömer EŞELEKLİ |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, işe iade davasının, yazılı fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren süresinde açılmadığı için reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu 18/5/2015 tarihinden itibaren işveren şirket nezdinde mühendis olarak çalışmaya başlamış; 16/2/2018 tarihi itibarıyla iş akdi sona erdirilmiştir. Başvurucu 16/4/2018 tarihinde İstanbul 4. İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde işe iade talepli tespit davası açmış; dava dilekçesinde feshin somut ve geçerli/haklı bir sebebe dayanmaksızın feshedildiğini ileri sürmüştür.
3. İşveren cevap dilekçesinde 16/2/2018 tarihi itibarıyla iş akdinin "iş bitimi" nedeniyle sonlandırılacağı bilgisinin 25/1/2018 tarihli fesih bildirimi ile başvurucuya aynı tarihte tebliğ edildiğini belirtmiş; ayrıca iş sözleşmesinin hukuka uygun bir şekilde başvurucunun alacakları da ödenmek suretiyle feshedildiğini ileri sürmüştür.
4. Yargılama sürecinde tarafların iddia ve itirazları incelenmiş, bilgi ve belgeler toplanmak suretiyle bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve tanık beyanlarına başvurulmuştur. Bu kapsamda dosyaya gelen belgelerden, işveren tarafından 25/1/2018 tarihli iki adet fesih bildirimi düzenlendiği tespit edilmiştir. Bunlardan ilkinde iş sözleşmesinin 28/2/2018 tarihi itibarıyla feshedileceğinin bildirildiği ancak bu bildirimde sadece başvurucunun imzasının bulunduğu; diğerinde ise 16/2/2018 tarihi itibarıyla feshedileceğinin bildirildiği ve bu bildirimde her iki tarafın da imzasının bulunduğu belirtilmiştir.
5. İşveren fesih bildiriminin 25/1/2018 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen arabulucuya bir ay geçtikten sonra 16/3/2018 tarihinde başvurulması nedeniyle süresinde dava açılmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur. Başvurucu ise ikinci bildirimin 16/2/2018 tarihinde imzalatıldığını ve aynı gün iş çıkışının verildiğini ancak Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) önceki bildirimin iletildiği ve sorun çıkacağı söylendiğinden bu tarih yerine 25/1/2018 tarihinin yazdırılarak imzasının alındığını, bu nedenle bildirimin altına özellikle fazlaya ilişkin dava ve haklarını saklı tuttuğu ibaresini eklemek zorunda kaldığını beyan etmiştir.
6. Yargılama kapsamında hazırlanan bilirkişi raporunda dava açma süresine ilişkin birtakım değerlendirmeler yapılmıştır. Buna göre başvurucunun iş akdinin 16/2/2018 tarihinde sona erdiği, fesih bildiriminin ise 25/1/2018 tarihinde yapıldığı, başvurucunun 16/3/2018 tarihinde arabuluculuk sürecini başlattığı, bu kapsamda arabuluculuğa başvuru için bir aylık hak düşürücü sürenin geçirildiği belirtilmiştir.
7. Mahkeme yargılama kapsamında davacı ve davalı tanıklarını dinlemiştir. Bu kapsamda İ.Ş.nin tanık olarak alınan beyanında, diğer açıklamalarının yanı sıra fesih sürecine ilişkin de bazı açıklamalar yer almıştır. İ.Ş. beyanında, başvurucu ile aynı şantiyede 1/10/2015 tarihinden itibaren çalışmaya başladıklarını ve 2018 yılının Şubat ayı sonuna kadar birlikte çalıştıklarını, ikisinin de işten çıkarılma sebebinin iş bitimi olduğunu belirtmiştir. 2018 yılında, 10 Şubat gibi başvurucuya ayın sonunda iş akdinin sonlandırılacağının bildirildiğini belirten İ.Ş., buna rağmen iş akdinin şubat ayının ortasında feshedildiğini beyan etmiştir. İ.Ş.nin yargılamanın devamında tekrar tanıklığına başvurulmuş; bu seferki beyanında ise İ.Ş., hem başvurucuya hem kendisine fesih bildiriminin 25/1/2018 tarihinde yüzlerine karşı yapıldığını ve 28/2/2018 tarihinde ayrılmalarının istendiğini belirtmiştir. Birlikte şantiye sahasında dolandıkları sırada başvurucuya bir telefon geldiğini ve idari işlerden çağrıldığını ifade eden İ.Ş., döndüğünde başvurucuya ikinci fesih bildirimi yapıldığını öğrendiğini ifade etmiştir.
8. Mahkeme 5/3/2020 tarihli kararı ile davanın kabulüne ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde süreye ilişkin yapılan değerlendirmede Mahkeme; başvurucuya ihbar tazminatı ödendiğini, fesih bildirimi tebliğ edildiği hâlde neden aynı gün ikinci kez fesih bildirimi tebliğ edilme ihtiyacı duyulduğunun anlaşılamadığını belirtmiştir. Mevcut durumun, iş yaşamının bilinen gerçeklerine ve hayatın olağan akışına uygun olmadığını ifade eden Mahkeme, başvurucunun, ikinci fesih bildirimini, yasal haklarını saklı tuttuğuna dair şerh düşerek imzalamış olmasının bildirim tarihleri arasında fark bulunduğunun göstergesi olduğuna kanaat getirmiştir. Bu durumda ikinci fesih bildiriminin ne zaman imzalandığını tespit etmenin mümkün olmadığını ifade eden Mahkeme, davacı lehine yorum yapılması ve bir aylık yasal sürenin eylemli çalışmanın sona erdiği tarih olan 16/2/2018 tarihinden itibaren başlatılması gerektiğini, dolayısıyla arabulucuya süresinde başvurulduğunu ve davanın süresinde açıldığını hüküm altına almıştır.
9. İşveren, gerekçeli karara karşı istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde, her iki fesih bildiriminin de aynı gün -25/1/2018 tarihinde- başvurucuya tebliğ edildiğini, başvurucunun ikinci bildirimde tarihi kendi el yazısı ile yazdığını ve imzaladığını, ilk bildirimde kendi imzaları olmadığı için de geçerli olanın ikinci bildirim olduğunu, ikinci bildirimin iş çıkışının yapıldığı gün imzalatıldığı iddiasının gerçeği yansıtmadığını ileri sürmüştür.
10. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi tarafından yapılan istinaf incelemesi neticesinde 26/10/2021 tarihli karar ile arabuluculuk yoluna hak düşürücü süre içinde başvurulmadığı değerlendirilerek istinaf talebi kabul edilmiş, gerekçeli karar kaldırılarak davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde her iki fesih bildiriminin de 25/1/2018 tarihinde tebliğ edildiği hususunda bir tartışma bulunmadığı, başvurucunun iradesinin sakatlandığı hususunda yeterli bir veri ortaya konulamadığı, dolayısıyla kanuni hak düşürücü sürenin bu tarih itibarıyla hesaplanmasının gerektiği değerlendirilmiştir. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 20. maddesinde düzenlenen sürelerin hak düşürücü ve emredici nitelikte olduğu ifade edilen kararda, başvurucunun 16/3/2018 tarihinde, kanuni bir aylık süre geçtikten sonra arabuluculuk sürecini başlattığı, bu hâli ile mevcut davanın hak düşürücü süre içinde açılmadığı sonucuna varılmıştır.
11. Başvurucu, nihai hükmü 26/11/2021 tarihinde öğrendikten sonra 23/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
II. DEĞERLENDİRME
12. Başvurucu; somut olayın hatalı değerlendirildiğini, ilk fesih bildiriminin ikincisi karşısında geçerliliğinin kalmadığını, iradesinin fesada uğradığı iddiasını tanık beyanı ile ispat ettiği hâlde Yargıtay içtihadına da aykırı olacak şekilde delillerin dikkate alınmadığını, geriye dönük fesih bildirimi imzalatıldığı hususu incelenmeksizin davanın reddedildiğini, işçi lehine yorum yapma kuralına aykırı bir değerlendirme yapıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığı'na gönderilmiştir.
13. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun iddiaları mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
14. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
15. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
16. Somut olayda, işe iade talebiyle açılan davanın hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
17. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte sınırlandırmanın kanuna dayanması, meşru amacının bulunması ve ölçülü olması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).
18. Başvurucunun açtığı işe iade davasının hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı 20. maddesine dayandığı görülmektedir. İlgili maddede işçinin, fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle arabulucuya başvurmak zorunda olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
19. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacı incelendiğinde ise hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında olmasının hukuk devletinin unsurları olan hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmayacağı sonucuna varılmaktadır. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı ile hukuki güvenlik ve istikrar gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015). Dava açılmasının belli bir süre koşuluna bağlanmasının hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması ile mahkemeye erişim hakkı arasında makul bir denge kurulmasına yönelik ve Anayasal açıdan meşru bir amaca dayalı olduğu değerlendirilmiştir.
20. Son olarak ölçülülük ilkesi ise, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin kişiyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilemez (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
21. Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen yargı mercilerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili olarak yargı mercilerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
22. Başvuruya konu olayda, uyuşmazlığın esası, somut olayda fesih bildiriminin hangi tarihte yapıldığı noktasında toplanmaktadır.
23. 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinde dava açma süreleri belirtilmiştir. Buna göre iş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir. Öte yandan davacı arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açmış ise şayet dava usulden reddedilebilecektir. Dolayısıyla arabulucuya başvurmak bir dava şartı olarak kabul edilmiştir (bkz. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 23/9/2024 tarihli ve E.2024/7540, K.2024/12307; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 27/3/2023 tarihli ve E.2023/3808, K.2023/4378; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin 13/4/2023 tarihli ve E.2023/6833, K.2023/5585). Yine 4857 sayılı Kanun'un 19. maddesinde fesih bildiriminin yazılı olması gerektiği, fesih sebebinin de açık ve kesin bir şekilde belirtilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
24. Somut olayda Bölge Adliye Mahkemesi, her iki bildirimde de tebliğ tarihinin aynı olduğunu (25/1/2018) belirtmiştir (bkz. § 10). Nitekim ilk bildirimin bu tarihte yapıldığı hususunda bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır. Uyuşmazlık ikinci bildirimin tebliği konusunda ortaya çıkmaktadır. Zira başvurucu ikinci bildirimin 16/2/2021 tarihinde yapıldığını, aynı tarihte de iş çıkışının verildiğini, evrak kendisine tebliğ edildiği sırada işveren tarafından yönlendirilmek suretiyle tebliğ tarihini ilk bildirim tarihi olarak yazmak durumunda kaldığını çünkü SGK'ya ilk bildirimden sonra bildirim yapıldığı için sorun yaşanabileceğinin ifade edildiğini, bu şekilde iradesinin fesada uğratıldığını belirtmiştir. Başvurucu her ne kadar iddiasını tanıkla ispat ettiğini ileri sürmüşse de Bölge Adliye Mahkemesi irade fesadına uğratıldığı hususunda tanığın beyanlarını yeterli görmemiştir. Mahkemenin değerlendirmesi tanık beyanının delil olarak ileri sürülemeyeceği yönünde olmayıp, iddianın ispatı konusunda mevcut dava kapsamında tanık beyanının yeterli bulunmadığına ilişkindir. Öte yandan başvurucunun da arabulucuya başvuru süresinin hesabında mevzuatın hatalı yorumlandığı yönünde bir iddiası bulunmamaktadır.
25. Yukarıda da değinildiği gibi dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen yargı mercilerine aittir. Anayasa Mahkemesinin görevi bu konu ile ilgili olarak yargı mercilerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemekten ibarettir. Bu kapsamda somut olay incelendiğinde Bölge Adliye Mahkemesinin, 4857 sayılı Kanun'da yer alan dava açma süresine ilişkin kuralların uygulanmasına ve dava açma süresinin başlangıcına esas alınan tarihin belirlenmesine ilişkin yorumunun, başvurucunun dava açmasını aşırı derecede zorlaştıracak ya da imkânsız kılacak nitelikte katı bir yaklaşım içermediği sonucuna varılmıştır. Netice olarak başvurucunun açtığı işe iade davasının yasal hak düşürücü süre içinde dava açılmaması nedeniyle reddedilmesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya aşırı külfet yüklemediği ve orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.
26. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
C. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/1/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.