TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
AYŞE TERZİ VE MUSTAFA TERZİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2020/3325) |
|
Karar Tarihi: 13/2/2024 |
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
İrfan FİDAN |
|
|
Muhterem İNCE |
Raportör |
: |
Volkan ÇAKMAK |
Başvurucular |
: |
1. Ayşe TERZİ |
|
|
2. Mustafa TERZİ |
Vekili |
: |
Av. İbrahim KESKİN |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, tıbbi ihmal nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucuların çocuğu E.T. 16/2/2000 tarihinde kulağında ağrı ve ateş şikâyetiyle SSK Trabzon Hastanesi Acil Servisine başvurmuş, Dr. M.K. tarafından buşon (kulak kiri) tanısı ile kulak burun boğaz hastalıkları polikliniği (KBB) kısmına yönlendirilmiştir. 17/2/2000 tarihinde KBB polikliniğine başvurulması üzerine Dr. M.H. tarafından kronik otit (müzmin iltihap) tanısı ile reçete düzenlenmiştir. Şikâyetinin devam etmesi üzerine E.T. 20/2/2000 tarihinde tekrar anılan Hastanenin Acil Servisine götürülmüş ve Dr. M.K. sefalji (baş ağrısı) tanısıyla nöroloji biriminden görüş almış, yapılan tetkikler (idrar tetkiki, beyin tomografisi) sonucu Nöroloji Uzmanı Doktor H.G. hastanın değerlerini normal bulmuş, kronik otit dışında baş ağrısını açıklayacak bulgu tespit edememiştir. E.T. 22/2/2000 tarihinde yeniden acil servise başvurmuş, otit tanısı ile kendisine ilaç tedavisi uygulanarak KBB polikliniğine sevk edilmiştir. 23/2/2000 tarihinde de acil servise başvuran E.T.nin muayenesinde ateşi 36,5 ölçülmüş ve ense sertliği olmadığı tespit edilerek ilaç reçete edilmiştir. Şikâyetleri devam eden E.T. 22/2/2000 ve 24/2/2000 tarihlerinde KBB uzmanı doktor N.B.nin muayenehanesine gitmiştir. Muayenehanede, ense sertliğinin olmadığı tespit edilmiş ve eldeki tetkikler uyarınca viral enfeksiyonun otit şikâyetlerini yoğunlaştırdığı düşünülerek tedavi düzenlenmiş ve sol temporal (kafanın gözle kulak arasında kalan kısmı) bölge için tomografi istenmiştir. 25/2/2000 tarihinde şikâyetlerin yoğunlaşması üzerine yine acil servise başvuran, tomografisi çekilen ve tomografi sonrası durumu kötüleşen E.T. Dr. M.K. tarafından atrial fibrilasyon (ritim bozukluğu) tanısı ile entübe edilerek (solunum yardımı) Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Farabi Hastanesine sevk edilmiştir. Entübe hâlde ve arrest (solunum/dolaşım durması) durumda sevk edildiği sağlık kurumuna getirilen E.T. yeniden canlandırma işlemine yanıt vermeyerek hayatını kaybetmiştir. 29/3/2000 tarihli otopsi raporunda E.T.nin vefatının akut menenjit sonucu gerçekleştiği ifade edilmiştir.
3. E.T.nin vefatını takiben Dr. N.B. ve H.G. hakkında tedbirsizlik ve dikkatsizlik nedeniyle ölüme sebep olma suçu isnadıyla dava açılmıştır. Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesinin (Ceza Mahkemesi) Trabzon Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğünden aldığı bilirkişi raporunda; kronik otitin en sık rastlanan nörolojik komplikasyonunun menenjit olduğu, baş ağrısı, ateş, kusma, ense sertliği gibi belirtiler gösterdiği, kesin tanı için BOS/sereprospinal (beyin/omurilik) sıvının incelenmesi gerektiği, bu nedenle muayene yapan KBB ve nöroloji uzmanının kusurlu olduğu belirtilmiştir. İtiraz üzerine Ceza Mahkemesi, Yüksek Sağlık Şûrasından görüş istemiştir. Yüksek Sağlık Şûrası raporunda; E.T.nin kronik otitin komplikasyonu olan menenjit sebebiyle hayatını kaybettiği, menenjit bulguları hemen gelişmediğinden hastayı ilk muayene eden M.H.nin kusursuz olduğu, sefalji tanısı koyarak nöroloji muayenesi isteyen M.K. ile hastayı muayene ettikten sonra KBB polikliniğine sevkini yapan doktorların kusursuz olduğu, hastaya gereken ilgi ve itinayı göstermeyen, tıbbi usullere uygun muayenesini yapmayan, tetkikleri iyi değerlendirmeyerek kronik otitin komplikasyonu olan menenjiti düşünmeyen Dr. N.B. ve H.G.nin ayrı ayrı, 3/8 oranında kusurlu olduğu, diğer kusur oranlarının da tıbbi hizmetin işleyişi dışındaki faktörlerden kaynaklandığı belirtilmiştir.
4. Ceza mahkemesi isnat edilen suçun sübut bulduğuna kanaat getirerek Dr. N.B. ve H.G.yi 9 ay hapis ve ağır para cezası ile cezalandırmış, cezayı tecil etmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı yeni yürürlüğe giren Ceza Kanunu çerçevesinde inceleme yapılması için dosyayı Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Ceza Mahkemesi yeni Ceza Kanunu uyarınca tedbirsizlik ve dikkatsizlik, meslek ve sanatta acemilik sonucu ölüme neden olma suçunu sabit görerek 9 ay hapis ve adli para cezasına hükmetmiş, hapis cezasını adli para cezasına çevirmiş ve cezanın ertelenmesine karar vermiştir. Yargıtay 9. Ceza Dairesi doktorlar hakkında kamu görevlisi olmaları nedeniyle soruşturma izni alınıp alınmaması hususunda değerlendirme yapılmadığından hükmü bozmuştur. Bozmaya uyan ceza mahkemesi sanıkların üzerine atılı suç için geçerli olan beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle 9/10/2017 tarihinde davanın ortadan kaldırılmasına karar vermiştir.
5. Başvurucular 3/2/2009 tarihinde tıbbi ihmalden kaynaklanan maddi ve manevi zararlarının tazmini için Trabzon İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, Adli Tıp Kurumu (ATK) 1. İhtisas Kurulundan 2010 ve 2012 yıllarında iki ayrı görüş almıştır. İki ayrı görüşte özetle E.T.nin sağlık kurumuna başvurması üzerine yapılan sevk işlemlerinin ve yönlendirmelerin, tedavi girişimlerinin tıbbi kurallara uygun olduğu, incelenen tomografilerde enfeksiyonu gösterir bulgu olmadığı, bu nedenle ölümün gerçekleşmesinde sağlık personeline ve idareye atfı kabil ihmal ve kusur bulunmadığı ifade edilmiştir. Mahkeme, raporu hükme esas almak suretiyle 26/4/2012 tarihinde davayı reddetmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi, tüm süreç dikkate alındığında Yüksek Sağlık Şûrası ve ATK 1. İhtisas Kuruluna ait olmak üzere birbiriyle çelişen raporlar olduğunu, bu çelişkinin giderilmesi için ATK Genel Kurulundan görüş istenmesi suretiyle uyuşmazlığın karara bağlanması gerektiğini belirterek hükmü bozmuştur. Bozmaya uyan Mahkemenin ATK Genel Kurulundan aldığı 9/3/2017 tarihli tıbbi görüşte özetle sevk ve yönlendirme işlemlerinin tıbben yerinde olduğu, menenjiti düşündürecek nörolojik bulgusu olmayan 15 yaşındaki çocuk hastaya BOS uygulaması yapılmasının gerekmediği, klinik tablonun hızlı geliştiği, hastanın yatırılmasını gerektirecek önemli bir klinik bulgunun söz konusu olmadığı, tedavilerin gelişen komplikasyonu maskelediği, ileri tetkik için istenen tomografinin çekilmesini takiben kardiak arrest geliştiği belirtilerek ölümün gerçekleşmesinde sağlık personeline ve idareye atfı kabil ihmal ve kusur bulunmadığı ifade edilmiştir. Mahkeme, ATK Genel Kurulu raporunu hükme esas alarak davayı 26/9/2017 tarihinde reddetmiştir. Ret hükmü 23/1/2019 tarihinde onanmış, karar düzeltme talebi de 13/11/2019 tarihinde reddedilmiştir.
6. Başvurucular nihai hükmü 17/12/2019 (E-tebligat-UYAP kayıtlarından evrakın açılmadığı anlaşıldığından okunmuş sayılma tarihi 22/12/2019'tir.) tarihinde tebellüğ etmelerinin ardından 20/1/2020 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
7. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
8. Başvurucular; oğullarının doktorların ihmali nedeniyle vefat ettiğini, menenjit hastalığının doktorların kusuru nedeniyle tespit edilemediğini, bu durumun zamanaşımı nedeniyle düşen ceza yargılaması sürecinde alınan rapor ve verilen mahkûmiyet kararı ile açıkça ortaya çıktığını, tazminat davası sürecinde alınan ATK Genel Kurulu raporunun çelişkileri gidermekten uzak olduğunu, tazminat davasının uzun sürede sonuçlandığını belirterek yaşam başta olmak üzere anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Konuya ilişkin süreci ve insan hakları yargısı içtihadını sunan Adalet Bakanlığı, adli makamların tespitinden ve ulaştığı sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir neden bulunmadığını beyan etmiştir. Başvurucu, karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.
9. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Olayın niteliği ve formdaki iddialar doğrultusunda inceleme bir bütün olarak yaşam hakkı kapsamında yapılmıştır.
10. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
11. Yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında devlet, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir yargısal sistem kurmakla yükümlüdür. Anılan pozitif yükümlülükler sağlık alanında yürütülen faaliyetler için de geçerlidir. Bu sebeple devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu ister özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır. İlke olarak tıbbi ihmal sonucu ortaya çıktığı iddia edilen, bir başka ifadeyle bir tedavinin kusurlu, yanlış veya gecikmiş olması ya da sağlık çalışanlarının tedavi sırasındaki koordinasyon eksiklikleri sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olaylarına ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur. Yaşam hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi, dolayısıyla derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede bir inceleme yapıp yapmadıklarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi şarttır. Bununla birlikte söz konusu özen şartı, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almaz. Ayrıca herhangi bir davada bilirkişi incelemesine başvurulmasının gerekli olup olmadığına karar vermek ya da başvuru dosyasındaki mevcut tıbbi bilgilerden hareketle bir davada görüş bildiren bilirkişilerin vardığı sonuçların veya sahip oldukları bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığını irdelemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Delillerin ve bilirkişi incelemesi de dâhil olmak üzere delillerin değerlendirilmesinde kullanılan araçların kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları kural olarak derece mahkemelerinin takdirinde olan bir husustur ve açık hata veya keyfîlik ihtiva etmemesi hâlinde Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz. Bu bakımdan tıbbi ihmal iddiasıyla yapılan başvurularda yaşam hakkının usul boyutunun incelenmesi sırasında yapılması gereken iş, başvuruya konu edilen tam yargı veya tazminat davasının, ölümle neticelenen olayın seyrini ve sağlık personelinin olası sorumluluğunu aydınlatmaya imkân verip vermediğini belirlemektir (aktarılan yapılan ilkeler ve ilgili hukuk için bkz. Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014; Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014; Perihan Uçar, B. No: 2013/5860, 1/12/2015; Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016; İrfan Durmuş ve diğerleri, B. No: 2014/4153, 11/5/2017; Bağı Akay ve diğerleri, B. No: 2014/5101, 22/6/2017; T.A. [GK], B. No: 2017/32974, 29/9/2021; Ayhan Keçeli ve Diğerleri, B. No: 2019/24231, 23/2/2022).
12. Sağlık hizmetleri bağlamında yaşam hakkı kapsamındaki usul yükümlülüğü, diğerlerinin yanı sıra, yargılamaların makul bir süre içerisinde tamamlanması güvencesini de içermektedir. Gerçeklerin ve tıbbi bakım sırasında işlenen olası hataların bilinmesi; ilgili kurumların ve sağlık personelinin olası eksiklikleri gidermesi ve benzer hataları önlemesi için gerekli olduğundan, bu tür vakaların hızlı bir şekilde incelenmesi, sağlık hizmetlerinden yararlanan herkesin güvenliği açısından önemlidir. Bu nedenle yaşam hakkı kapsamındaki tıbbi ihmal davalarında, özellikle de bir bireyin hastane ortamında ölümünün koşullarını aydınlatmak için başlatılan yargılamalara ilişkin davalarda, gecikme için ikna edici ve makul gerekçeler sunulmadığı sürece, yargılamaların uzunluğu, yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükleri ihlal edecektir (Oyal/Türkiye,4864/05, 23/3/2010, § 76; Bilbija ve Blažević/Hırvatistan, 62870/13, 12/1/2016, § 107; Lopes De Sousa Fernandes/Portugal, [BD], 56082/13, 19/12/2017, §§ 218, 219).
13. Somut başvuruda başvurucular, çocuklarının acil sağlık hizmetlerine erişimden mahrum bırakılması sonucu öldüğüne dair bir iddia ileri sürmemiştir. Başvurucular, yetkililerin bildikleri veya bilmeleri gereken sistemsel veya yapısal bir eksiklik bulunmasına rağmen gerekli tedbirlerin alınmaması ve/veya yapısal eksiklik sonucu çocuklarının acil sağlık hizmetlerine erişimden yoksun kalarak öldüğünü de iddia etmemiştir. Ayrıca başvuru dosyasındaki bilgi ve belgeler de buna işaret etmemektedir. Başvurucular; çocuklarının hastalığının doğru teşhis edilememesi nedeniyle tedavide geç kalındığı için öldüğünü öne sürmektedir. Bu tespitler doğrultusunda başvurunun tıbbi ihmale ilişkin olduğu kabul edilmelidir.
14. Tıbbi ihmal iddialarının söz konusu olduğu hâllerde devletin egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması yönündeki pozitif maddi yükümlülüğü, ister kamu hastanelerinin ister özel hastanelerin hastaların yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarını sağlayıp sağlık çalışanlarının yüksek mesleki standartlara sahip olmalarını temin edecek etkili bir mevzuat oluşturmaktan ibarettir. Oluşturulan mevzuat, kişilerin yaşamının korunması yönünden yapısal bir eksik olmadığı sürece sağlık çalışanlarının hastayı tedavi ederken yaptığı değerlendirme hataları, tedavi sürecindeki gecikmeler ya da tedavi sırasında sağlık çalışanları arasında yaşanan koordinasyon eksikleri devleti yaşam hakkının maddi boyutunun ihlalinden dolayı sorumlu tutmak için yeterli değildir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, §§ 89, 90). Olay tarihinde yürürlükteki hukuki çerçevenin başvurucuların çocuğunun yaşamının korunması konusunda herhangi bir eksiklik ihtiva etmediği görülmüştür. Dahası başvurucuların bu yönde bir şikâyeti de yoktur. Ayrıca başvurucuların çocuğu için randevu alınamaması, hastalığın tespit edilmesine rağmen tedavi uygulanamaması veya talep edilmesine rağmen bazı tetkiklerin yapılamaması gibi bir durum da söz konusu değildir. Bu belirlemeler ışığında ve tedavi sürecindeki değerlendirme hatalarının yaşam hakkının maddi boyutunun ihlali için tek başına yeterli olmadığı da dikkate alındığında, somut başvuru için yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
15. Bu belirlemenin ardından yaşam hakkının usul boyutu kapsamında başvuruya konu edilen tam yargı davasının ölümle neticelenen olayın seyri ile sağlık çalışanlarının olası sorumluluğunu aydınlatmaya imkân verip vermediği, süreçte makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilip getirilmediği incelenmelidir.
16. Uzun bir döneme yayıldığı görülen somut süreçte başvurucuların oğullarının vefatının aydınlatılabilmesi için ikisi ceza yargılamasında, üçü tazminat davası sürecinde olmak üzere toplam beş farklı tıbbi görüş alındığı görülmüştür. Zamanaşımı nedeniyle düşen ceza yargılaması sürecinde alınan iki ayrı tıbbi görüşte de kronik otitin en sık rastlanan nörolojik komplikasyonu menenjit olmasına rağmen menenjiti düşünmeyen, kesin tanı için BOS uygulaması yapmayan KBB ve nöroloji uzmanının kusurlu olduğu bildirilmiştir. Tazminat davasında alınan ilk görüşlerde tedavi girişimlerinin tıbbi kurallara uygun olduğu, incelenen tomografilerde enfeksiyonu gösterir bulgu olmadığı, bu nedenle tedavi sürecinde kusur ya da ihmal bulunmadığı belirtilmiş ise de Danıştayın tıbbi görüşler arasındaki çelişkinin giderilmesi için verdiği bozma kararı üzerine ATK Genel Kurulu tarafından düzenlenen raporda menenjiti düşündürecek nörolojik bulgusu olmayan 15 yaşındaki çocuk hastaya BOS uygulaması yapılmasının gerekmediği, klinik tablonun hızlı geliştiği, hastanın yatırılmasını gerektirecek önemli bir klinik bulgu olmadığı, tedavilerin gelişen komplikasyonu maskelediği, ileri tetkik için istenen tomografinin çekilmesini takiben kardiak arrest geliştiği yönünde tespitler yapılarak tedavide bir ihmal ya da kusur olmadığı değerlendirilmiştir.
17. Yukarıda alıntısı yapılan ilkelerde de ifade edildiği üzere Anayasa Mahkemesinin görevi bilirkişi incelemesi de dâhil olmak üzere delillerin değerlendirmesine müdahale etmek değildir. Bunun istisnası açık hata ve/veya keyfilik bulunması hâlidir. Tazminat davasına ilişkin yargısal safahata bakıldığında tedavi sürecine ve vefata ilişkin olarak tıbbi görüş alındığı hatta daha önce cereyan eden ceza yargılamasında düzenlenen bilirkişi raporları da dikkate alınarak oluşan çelişkinin giderilmesi adına ATK Genel Kurulundan tıbbi görüş istendiği görülmektedir. ATK Genel Kurulu tarafından düzenlenen raporda da, süreç içerisinde E.T.nin vefatına neden olan akut menenjit hastalığına ilişkin olarak herhangi bir klinik bulgu saptanmadığı, kronik otit için verilen ilaçların menenjiti maskelediği, ateşi yüksek olmayan 15 yaşındaki hasta için BOS uygulaması yapılması veya hastanın yatırılması adına bir tespitin söz konusu olmadığı, klinik tablonun hızlı geliştiği ve gereken tıbbi yönlendirmenin/tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu değerlendirilmiştir. Özetlenen halinden de anlaşıldığı üzere ATK Genel Kurulu tarafından düzenlenen raporun menenjit hastalığının geç tespit edilmesine/edilememesine dair durumu açıkladığı, sağlık personeline tıbbi yönden neden kusur atfedilmeyeceğini objektif olarak ortaya koyduğu görülmüştür. Buna göre objektif ve bilimsel veriler çerçevesinde vefata ilişkin sürecin aydınlatılması adına tıbbi bilirkişiye başvurulan hatta ceza yargısı süreci de dikkate alınarak ATK Genel Kurulundan nihai görüş istenen tazminat davası sürecinin keyfîlik içerdiği ya da ölümle neticelenen olayın seyrini ve sağlık personelinin olası sorumluluğunu aydınlatmaya imkân vermediği söylenemeyecektir.
18. Bununla beraber 2009 yılında başlayan tazminat davasında ilişkin yargılama süreci 10 yılı aşan bir sürede kesin olarak tüketilmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzere tıbbi ihmal bağlamında yaşam hakkı kapsamındaki usul yükümlülüğü, yargılamaların makul bir süre içerisinde tamamlanması güvencesini de barındırmaktadır. Tıbbi ihmal davalarının hızlı bir şekilde incelenmesi, hata/ihmal tespit edildiği takdirde benzerlerinin önlenmesi bağlamında sağlık hizmetinden faydalanan herkesin güvenliği açısından önem arz etmektedir. Başvurucuların oğlunun 2000 yılında vefat ettiği, bilirkişi incelemesine konu tıbbi belgelerin dava açıldığı tarihte hâlihazırda mevcut olduğu ve yargılamanın bu bağlamda belirsizlik, bilgi/belgeye ulaşmada güçlük ve/veya olağanüstü bir karmaşıklık içermediği anlaşılmıştır. Diğer taraftan tazminat davası sürecinde mevcut olan tıbbi belgeler üzerinden birden fazla bilirkişi görüşü alınmasının dava sürecini uzatacağı, bilimsel raporların yazılmasının zaman alacağı açık olmakla birlikte hazırlanma sürelerinin dört ile altı aya (UYAP kayıtlarından yapılan tespitlere göre) tekabül ettiği anlaşılan raporların tek başına 10 yılı aşan yargılama süresini haklı ve makul kılacak bir sebep oluşturmadığı değerlendirilmiştir. Tüm bu hususlar dikkate alındığında yargılamanın makul bir süratle yürütüldüğünden söz edilemeyecektir.
19. Tüm bu aktarılan tespitler ışığında tazminat davasına ilişkin yargısal sürecin olayın seyrini ve sağlık personelinin olası sorumluluğunu aydınlatmaya imkân verdiği görülmekle birlikte sürecin makul bir süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği kanaatine ulaşılmıştır.
20. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülükler bağlamında usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
21. Başvurucular; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve 23.844,17 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.
22. Başvuruda tespit edilen hak ihlali, tazminat davası sürecinin makul süratle yürütülmemesinden kaynaklandığından ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucular maddi zarar ile ihlal arasındaki illiyet konusunda herhangi belge sunmadığından maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
23. Yaşam hakkının usul boyutu yönünden ihlalinin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için manevi zararları karşılığında başvuruculara -talepleriyle bağlı kalınarak- net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutu yönünden İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutu yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvuruculara net 20.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, maddi tazminat talebinin REDDİNE,
E. 446,90 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.246,90 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Trabzon İdare Mahkemesine (E.2016/1193, K.2017/1102) GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/2/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.