KARARLAR

AYM'nin 2020/2828 başvuru numaralı kararı

Abone Ol

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

M. T. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/2828)

 

Karar Tarihi: 21/6/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Çağlar ÖNCEL

Başvurucu

:

M.T.

Vekili

:

Av. Serkan CENGİZ

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. Başvurucu, kronik akciğer hastalığı (KOAH) nedeniyle Bursa Prof. Dr. Türkan Akyol Göğüs Hastalıkları Hastanesinde (hastane) yatılı tedavi görmektedir. 31/10/2008 tarihinde hemşire E.K. tarafından başvurucunun ve aynı odada tedavi gören diğer iki hastanın damar yoluna enjektör ile ilaç tedavisi uygulanmıştır. 5/11/2008 tarihinde taburcu edilen başvurucu 17/12/2008 tarihinde KOAH nedeniyle yeniden hastaneye müracaat etmiş, tahliller sonucunda kanında hepatit C virüsü bulunduğu belirlenmiştir.

3. Başvurucunun şikâyeti kapsamında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından başlatılan soruşturmada Adli Tıp Kurumu (ATK) 3. İhtisas Kurulundan rapor alınmıştır. 11/2/2011 tarihli raporda; başvurucunun 23/10/2008 ile 17/12/2008 tarihleri arasında hepatit C virüsü almış olabileceğinin kabulü gerektiği, söz konusu olayda kullanılan enjektörle bu virüsün bulaşabileceği ancak ifadelere göre başvurucu ile aynı odada tedavi gören H.Y.de kullanılan enjektörün başvurucuya da kullanılmasına karşın H.Y.de hepatit C virüsü bulunmaması sebebiyle H.Y.den başvurucuya bu virüsün bulaşamayacağı ifade edilmiştir. H.Ynin Savcılıkta alınan beyanında; sağlık görevlisinin aynı enjektörü odada bulunan üç kişiye de kullandığını, hepatit C aşısı olduğu için kendisinin hasta olmadığını beyan ettiği görülmüştür. Soruşturma neticesinde E.K. hakkında Bursa 3. Sulh Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) görevi kötüye kullanma ve taksirle yaralama suçlarından dava açılmıştır.

4. Ceza Mahkemesi, dosyanın Yüksek Sağlık Şurasına (Şura) gönderilmesine karar vermiştir. Şuranın kararında; başvurucunun taburcu edildiği 5/11/2008 tarihinde yapılan tahlilinde kanında hepatit C bulunduğu, bu kişi ile aynı odada tedavi gören H.Y.de hepatit C olmaması nedeniyle başvurucunun virüsü başka şekilde almış olabileceği zira hastalığın kuluçka süresinin altı ay olduğu belirtilerek günümüzdeki tıp uygulamalarında hastalara ortak enjektör ve iğne ucu uygulamasının bulunmaması nedeniyle ilgili kişiye kusur atfedilemeyeceği vurgulanmıştır. Mahkeme, Şuranın kararında yer alan gerekçelerle E.K.nın beraatine karar vermiş ancak anılan kararın temyiz incelemesinde davanın zaman aşımı nedeniyle düşmesine hükmedilmiştir.

5. Öte yandan başvurucu, somut olayda hizmet kusuru bulunduğundan bahisle Bursa 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi, ceza yargılamasında alınan raporlara atıfta bulunarak başvurucunun hastalığı ile sağlık hizmeti arasında illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle 27/2/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde; Şura kararına göre taburcu olduğu 5/11/2008 tarihinde hepatit C hastası olduğunun belirtildiğini ancak hastanenin kayıtlarında bu virüsün ilk kez 17/12/2008 tarihli tahlil sonucunda tespit edildiğini, ATK raporunda belirlenen tarihlerin Şura kararı ile uyumlu olmadığını, kaldı ki altı aylık kuluçka süresinin azami süre olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca H.Y.nin savcılık ifadesinde hepatit C hastalığına karşı aşılı olduğunu beyan ettiği dikkate alındığında bu kişinin enjeksiyon işlemi sonucunda anılan hastalığa yakalanmamış olmasının da doğal olduğunu vurgulamıştır. Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 20/11/2019 tarihinde kararın onanmasına karar vermiştir.

6. Başvurucu, nihai hükmü 31/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 10/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

II. DEĞERLENDİRME

A. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

7. Başvurucu aynı enjektörün birden fazla kişiye kullanılmasının bir sonucu olarak hepatit C hastası olduğunu, bu hastalığın yaşam süresini ve kalitesini önemli ölçüde azaltma potansiyeli bulunduğunu beyan etmiştir. Ayrıca tam yargı davasında ileri sürdüğü iddia ve itirazları gözetilmeden eksik ve hatalı bir karar verildiğini belirten başvurucu, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

8. Başvurucunun iddiaları maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmiştir.

9. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

10. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemelerinin bu konuda gösterdiği hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

11. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).

12. Başvurucunun şikâyetinin özü tıbbi müdahalede bulunan sağlık görevlisinin mesleki özen yükümlülüğünü yerine getirmemesi sebebiyle açtığı tam yargı davasının reddine ilişkindir.

13. Somut olayda alınan ATK raporunda başvurucudaki hepatit C tespitinin ilk kez 17/12/2008 tarihli tetkikte ortaya çıktığı ve aynı odada tedavi gören H.Y.nin hepatit C hastası olmaması nedeniyle başvurucuya bu kişiden virüs bulaşamayacağı ifade edilmiştir. Ceza yargılamasında dosyaya sunulan Şura kararında ise başvurucunun taburcu edildiği 5/11/2008 tarihinde yapılan tahlilinde kanında hepatit C bulunduğu, H.Y.de hepatit C olmaması nedeniyle başvurucunun virüsü başka şekilde almış olabileceği zira hastalığın kuluçka süresinin altı ay olduğu belirtilmiştir.

14. Başvurucu, ATK raporu ile Şura kararı arasında hepatit C hastalığına ilişkin tespitin hangi tarihte yapıldığına dair çelişki bulunduğunu, hastalığın altı aylık kuluçka süresinin azami bir süre olup hastalığın bu sürenin öncesinde de belirlenebileceğini ileri sürmüş ayrıca H.Y.nin hepatit C hastalığına karşı aşılı olduğunu beyan etmesi nedeniyle bu kişinin enjeksiyon işlemi sonucunda anılan hastalığa yakalanmamış olmasının da doğal olduğunu ifade etmiştir.

15. Başvurucunun söz konusu iddialarını Şura kararına itiraz ve temyiz dilekçelerinde ileri sürdüğü ancak derece mahkemelerinin kararlarında bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği gözetildiğinde anılan iddianın yargılama makamları tarafından karşılanmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucudaki hepatit C tespitinin ilk olarak hangi tarihte yapıldığı konusunda ATK raporu ve Şura kararı arasındaki çelişki giderilmemiş, hastalığın başvurucunun hastanede tedavi gördüğü süre içinde bulaşıp bulaşmadığı, hepatit C virüsünün belirlenmesi için öngörülen altı aylık kuluçka süresinin değişkenlik gösterme ihtimalinin olup olmadığı tartışılmamıştır. Bunun yanında H.Y.nin hastalığa karşı aşılı olduğu yönündeki beyanına karşın derece mahkemelerince hepatit C aşılı olan kişilerin bu hastalığı bulaştırmalarının mümkün olup olmadığı gibi aynı enjektörün birden fazla kişide kullanılması halinde bu uygulamanın hizmet kusuruna neden olup olmayacağı konusunda da bir araştırma yapılmadığı görülmüştür. Başka deyişle maddi olayın açıklığa kavuşturulması için gereken düzeyde bir inceleme yapılmamıştır.

16. Sonuç olarak başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi müdahale sonrasında hepatit C hastası olduğu iddiası yönünden mahkeme kararlarında konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır. Üstelik başvurucunun belirtilen iddia ve şikâyetleri, yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine varılmıştır.

17. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

18. Başvurucu, tıbbi ihmal iddiası kapsamındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

19. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığıiddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

20. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

21. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve 200.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

22. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

23. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bursa 1. İdare Mahkemesine (E.2012/714, K.2014/250) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 446,90 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.346,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onuncu Dairesi (E.2019/6084, K.2019/8248) ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/6/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.