KARARLAR

AYM'nin 2020/17721 başvuru numaralı kararı

Abone Ol

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ADNAN DERİN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/17721)

 

Karar Tarihi: 10/5/2023

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Adnan DERİN ve diğerleri bkz. ekli tablonun (C) sütunu

Vekili

:

Av. Mehmet Kenan EREN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, işçilik alacağı nedeniyle açılan davaların aynı maddi olaya dayanılmak suretiyle açılan başka davalarda verilen kararlardan aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 29/6/2020 ve 30/6/2020 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2020/17721 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Başvurucuların Açtığı Davalar

8. Başvurucular iktisadi devlet teşekkülü olan Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret Anonim Şirketine ait Kemerköy Termik Santralinde alt işverenin işçileri olarak 2011 yılında çalışmaya başlamıştır. Başvurucular, 2011 yılı içinde hizmet kolunda faaliyette bulunan Türkiye Enerji Su ve Gaz İş Sendikasına (TES-İŞ/Sendika) üye olup Elektrik Üretim A.Ş.nin (EÜAŞ) Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallerinde alt işveren şirketlerin personeli olarak zincirleme iş sözleşmesiyle çalışmaktadır.

9. Yeniköy ve Kemerköy Santralleri, öncesinde Yeniköy Yatağan Elektrik Üretim ve Tic. A.Ş. ve Kemerköy Elektrik Üretim ve Tic. A.Ş. (KEAŞ) tarafından işletilmekte olup Özelleştirme Yüksek Kurulunun 7/8/2014 tarihli ve 2014/78 sayılı özelleştirme kararına istinaden tüm hak ve borçlarıyla 23/12/2014 tarihinde dava dışı Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.ye devredilmiştir.

10. Başvurucular; 2013 yılı içinde dava dışı taşeron firmalar ile işveren arasında akdedilen sözleşmelerin muvazaalı olarak akdedildiğini, kendilerinin işveren işçisi sayılarak işveren ile Sendika arasında akdedilen işletme toplu iş sözleşmesindeki (İTİS) haklardan yararlanmaları gerektiğini, gerçekte asıl işverenin işçisi olduklarını belirterek buna ilişkin muvazaanın tespiti ile asıl işverenin işçisi sayılarak toplu iş sözleşmesinden (TİS) yararlandırılmak amacıyla 12/2/2014 tarihinde Milas 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinde dava açmıştır.

11. Yargılama sırasında başvurucuların çalıştığı KEAŞ ile diğer bazı kamu şirketleri 30/7/2015 tarihli Yüksek Planlama Kurulu kararıyla 18/6/1984 tarihli ve 18435 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 38. maddesi gereğince tasfiye edilmiş, tüm hak ve borçlarıyla birlikte EÜAŞ'a devredilmiştir.

12. Mahkeme başvurucuların 30/6/2013 tarihinden sonraki dönem bakımından EÜAŞ Genel Müdürlüğünün işçileri olduğunun tespitine ve bu dönem için TİS'ten yararlanmaları gerektiğinin kabulüne karar vermiş, işçilik alacaklarına hükmetmiştir.

13. Karara karşı başvurucular temyiz kanun yoluna başvurmamış, EÜAŞ'ın temyizi üzerine ilk derece mahkemesi kararları Yargıtay 22. Hukuk Dairesince onanarak kesinleşmiştir.

14. Başvurucular; bu defa EÜAŞ'a ait işyerinde çalışan ve Sendika üyesi olan işçilerin asıl işverenin işçisi olduğu hâlde muvazaalı olarak alt işveren işçisi gibi gösterildiğini, işverenin daha az maliyetle işçi çalıştırmak için bu yola başvurduğunu, bu açıdan bireysel ve kolektif haklarının kısıtlandığını, hâlen yürürlükte bulunan TİS hükümlerinden sendika üyeliği nedeniyle yararlanmaları gerektiğini ileri sürerek baştan beri davalının işçisi sayılmaları ve bu suretle 30/6/2013 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından EÜAŞ işçisi oldukları, sendika üyeliklerinin işyerine bildirildiği tarihinden itibaren TİS'ten yararlandırılmaları gerektiğinin tespiti ile sözleşmeden kaynaklanan işçilik alacaklarının (ücret farkı, iş güçlüğü tazminatı, ikramiye, sosyal yardım, ilave tediye ve vardiya tazminatı) tahsili istemiyle Milas 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ayrı ayrı dava açmışlardır.

15. Mahkeme kararlarında, davaların kısmen kabulüyle başvurucuların 30/6/2013 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından EÜAŞ işçisi oldukları ve sendika üyeliklerinin işyerine bildirildiği tarihinden itibaren TİS'ten yararlandırılmaları gerektiğinin tespitine, işçilik alacaklarına ilişkin taleplerin reddine karar verilmiştir.

16. Mahkeme; karar gerekçelerinde, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen aynı mahiyetteki çok sayıda davayı da emsal göstermek suretiyle başvurucuların farklı hazırlanan tek tip sözleşmeler ile -ihaleyi alan firmalar değişse dahi- EÜAŞ bünyesinde çalışmalarını kesintisiz devam ettirdiklerini, bu firmalar ile yapılan alt işverenlik sözleşmelerinin 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 2. maddesine aykırı ve muvazaalı olduğunu, alt işverenlerin yaptıkları asıl işin işçi temini olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca muvazaaya ilişkin tespitin 30/6/2013 tarihinden itibaren yapıldığını ve davalılar lehine usule ilişkin kazanılmış hak teşkil etmesi nedeniyle 30/6/2013 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğunu kabul ederek bu tarihler arasındaki dönem için davacı işçilerin sendika üyeliklerinin işyerine bildirildiği tarihten itibaren TİS'ten yararlanmaları gerektiğini ifade etmiştir. Buna göre Mahkeme; başvurucuların devir tarihi olan 23/12/2014 tarihine kadar olan ücretleri talep ettiğini, iş sözleşmesinin devir tarihinden sonra da devam ettiğini, işbu davanın iki yıllık süre geçtikten sonra açıldığını ve Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 6/11/2018 tarihli ve E.2017/17244, K.2018/23666 sayılı kararında kanunda bahsedilen iki yıllık sürenin hukuki niteliğinin hak düşürücü süre olarak kabul edildiğini vurgulayarak alacak kalemleri yönünden taleplerin reddine karar vermiştir.

17. İstinaf dilekçelerinde başvurucular vekili; davalı EÜAŞ'ın devralan değil devreden şirket olarak kabul edilmesinin hatalı olduğunu, başvurucuların 30/6/2013 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından EÜAŞ işçisi olduğunun tespitine dair kararlardaki hükmün kaldırılarak başvurucuların baştan itibaren davalı EÜAŞ Genel Müdürlüğünün işçisi sayılması gerektiğinin tespiti şeklinde hüküm kurulması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucular; yargılama esnasında Yatağan Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinde aynı mahiyette açılan davaların kabul edildiğini, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından onandığı dile getirilmiş olmasına rağmen aksi yönde karar verildiğini iddia ederek kararın kendilerinin davalı EÜAŞ işyerlerinde meri olan 1/3/2013-28/2/2015 yürürlük süreli, 1/11/2013 imza tarihli, 15. dönem İTİS'ten yararlandırılmaları gerektiğinin tespiti şeklinde değiştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

18. Başvurucular yine sendika üyeliğinin işverene bildirildiği tarihten itibaren TİS'ten yararlandırılmaları gerektiğinin tespiti yerine EÜAŞ'ın TİS'inden yararlandırılmaları gerektiğinin tespiti şeklinde bir ifadenin yazılmasının yerinde olacağını belirtmiştir. Ayrıca EÜAŞ'ın devreden şirket olduğu, bu nedenle de iki yıllık zamanaşımının geçirildiği şeklinde bir savunmada ve iddiada bulunulmadığı, bir işletmeyi aktif ve pasifiyle devralanın alacaklılara karşı sorumluluğunun devrin ticari işletmeler için Ticaret Sicil Gazetesi'nde yayımlanmasından itibaren başlayacağı vurgulanarak kararın bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması talep edilmiştir.

19. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi kararlarda; başvurucuların 30/6/2013 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından EÜAŞ işçisi olduğunun tespiti hükmünün kaldırılarak özellikle davacının 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4-C maddesi gereğince başvuruda bulunabileceğini ve bu başvuruların sağlıklı şekilde sonuçlandırılabilmesi için başvurucuların baştan itibaren davalı EÜAŞ Genel Müdürlüğünün işçisi sayılması gerektiğinin tespiti şeklinde hüküm kurulması gerektiğini, Yargıtay denetiminden onanarak geçen aynı mahiyette seri dosyalardaki muvazaa tespitinin bu davada uyuşmazlık konusu olan 12/2/2014 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem için de geçerli ve kesin hüküm niteliğinde olduğunu ifade etmiştir.

20. Kararda, başvurucuların 12/2/2014 ile 23/12/2014 tarihleri arasında alt işveren-asıl işveren ilişkisinde muvazaa tespitini talep etmesinde hukuki yararı bulunduğu, bu nedenle muvazaa tespitinin başlangıç tarihinin daha önce verilen kararda belirtilen 30/6/2013 tarihi değil önceki davanın açıldığı 12/2/2014 tarihi olması gerektiği belirtilerek Mahkemenin kararı kaldırılmış; başvurucuların 12/2/2014 ile 23/12/2014 tarihleri arasındaki dönem bakımından EÜAŞ işçisi olduğunun ve sendika üyeliğinin işyerine bildirildiği tarihten itibaren TİS'ten yararlandırılması gerektiğinin tespitine karar verilmesi gerektiği şeklinde yeniden hüküm kurulmuştur.

21. İstinaf kararlarında devir tarihinden sonraki çalışmalar nedeniyle doğan işçilik alacaklarından devreden işverenin sorumluluğunun bulunmadığının açık olduğu, başvurucuların devir-özelleştirme tarihi olan 23/12/2014 tarihine kadar olan ücretleri talep ettiği, iş sözleşmesinin devir tarihinden sonra da devam ettiği, davanın iki yıllık süre geçtikten sonra açıldığının sabit olduğu ve Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 6/11/2018 tarihli ve E.2017/17244, K.2018/23666 sayılı kararında kanunda geçen iki yıllık sürenin hukuki niteliğinin hak düşürücü süre olarak kabul edildiği ve resen dikkate alınarak alacak kalemleri yönünden taleplerin reddine karar verilmesinin isabetli olduğu belirtilmiştir.

22. Gerekçede; başvurucuların ilk davanın açıldığı 12/2/2014 tarihinden özelleştirmenin gerçekleştiği 23/12/2014 tarihine kadar alacaklarının hesap edilmesi gerektiğini dava dilekçesinde ifade ettiği, dolayısıyla bu hususun başvurucuların kabulünde ve bağlayıcı olduğu vurgulanmıştır. Hak düşürücü sürenin Mahkemece resen inceleme konusu yapılması gerektiği dikkate alındığında sürenin zamanaşımı niteliğinde olduğu ve davalının devreden değil devralan olduğu yönündeki istinaf sebeplerinin yersiz olduğu belirtilmiştir. Neticede İstinaf Dairesi başvurucuların bireysel başvuru konusu yazılı hususlarla ilgili istinaf taleplerini esastan reddetmiştir.

23. Başvurucular kararları aynı iddialarla temyiz etmiş; Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, somut davalarda verilen hükmün temyiz kesinlik sınırını aşacak mahiyette ileriye yönelik etkisinin bulunmadığını vurgulayarak reddedilen ve temyize konu edilen toplam miktarların ayrı ayrı Bölge Adliye Mahkemesinin karar tarihi itibarıyla temyiz kesinlik sınırı altında kaldığını belirtmiş, temyiz istemlerinin reddine karar vermiştir.

24. Nihai kararlar 18/3/2020 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 29/6/2020 ve 30/6/2020 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Başvuru Konusu Davayla Benzer Olup Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde AçılanDavaların Süreçleri

25. Başvurucularla aynı durumda olan başka işçiler tarafından aynı hukuksal nedenlerle açılan davalarda Milas Asliye Hukuk Mahkemesi başvuru konusu davalardaki benzer gerekçelerle işçilerin alacak taleplerinin reddine karar vermiştir. Mahkemenin söz konusu davalara ilişkin gerekçesinde, devir tarihinden sonra iki yıllık sürenin geçmesi nedeniyle davalı işverenin alacak kalemlerinden sorumlu olmayacağına vurgu yapılmıştır.

26. Davacıların istinaf talepleri, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 3. 7. ve 9. Hukuk Dairelerinin muhtelif tarihlerdeki kararları ile esastan kesin olarak reddedilmiştir. Milas 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen bir kısım dava istinaf incelemesi için İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesine gönderilmiş, anılan Daire bu davalarla ilgili olarak muvazaa tespit tarihi açısından hükümleri düzeltmiş, işçilik alacaklarıyla ilgili olarak diğer Daireler yönünde değerlendirmeler yapmak suretiyle bu yöndeki talepleri reddetmiştir (İzmir 15. Hukuk Dairesinin 2/3/2022 tarihli ve E.2019/2382, K.2022/331 sayılı kararı).

27. Esastan ret kararı veren İstinaf Dairelerinin gerekçelerinde, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 6/11/2018 tarihli ve E.2017/17244, K.2018/23666; 16/10/2018 tarihli ve E.2018/4285, K.2018/22218 sayılı kararları ile Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 2/10/2018 tarihli ve E.2015/21724, K.2018/17274 sayılı karalarına atıf yapılmıştır. Davacıların devir-özelleştirme tarihi olan 23/12/2014 tarihine kadar olan ücretleri talep ettikleri, iş sözleşmelerinin devir tarihinden sonra da devam ettiği, davaların iki yıllık süre geçtikten sonra açıldığının sabit olduğu belirtilmiştir. Mahkemece 4857 sayılı Kanun'un 6. maddesinin üçüncü fıkrasında da devredenin sorumluluğunu sınırlayan iki yıllık sürenin hukuki niteliği hak düşürücü süre olarak kabul edilerek ve bu sebeple resen dikkate alınarak alacak kalemleri yönünden taleplerin reddine karar verilmesinin isabetli olduğu vurgulanmıştır. Neticede İstinaf Daireleri davacı işçilerin istinaf taleplerini esastan reddetmiştir.

C. Başvurucuların Sunduğu Başvuru Konusu Davayla Benzer Olup Yatağan Asliye Hukuk Mahkemesinde Açılan Davaların Süreçleri

28. Davacılar, EÜAŞ'ın Yeniköy Termik Santrallerinde TES-İŞ üyesi ve alt işveren şirketlerin personeli olarak zincirleme iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Davacıların başvurucular ile aynı hukuksal nedenlerle açtıkları davalarda Yatağan Asliye Hukuk Mahkemesi işverenin muvazaalı işçi çalıştırdığını, sendika üyesi olan davacıların TİS'teki işçilik alacaklarına hak kazandıklarını belirtilerek alacak taleplerinin kısmen kabulüne karar vermiştir.

29. Davalıların istinaf talepleri, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesinin muhtelif tarihlerdeki kararlarıyla esastan kesin olarak reddedilmiştir. Kararlarda işyerinin devriyle ilgili olarak kanunda öngörülen hak düşürücü süre yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.

30. Temyiz edilen kararlar yönünden Yargıtay 22. Hukuk Dairesi temyize konu edilen miktarların karar tarihi itibarıyla temyiz kesinlik sınırının altında kaldığını belirterek temyiz istemlerinin reddine karar vermiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükmü

31. 4857 sayılı Kanun'un "İşyerinin veya bir bölümünün devri" kenar başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“- İşyeri veya işyerinin bir bölümü hukukî bir işleme dayalı olarak başka birine

devredildiğinde, devir tarihinde işyerinde veya bir bölümünde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer.

Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür.

Yukarıdaki hükümlere göre devir halinde, devirden önce doğmuş olan ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devreden ve devralan işveren birlikte sorumludurlar. Ancak bu yükümlülüklerden devreden işverenin sorumluluğu devir tarihinden itibaren iki yıl ile sınırlıdır.''

2. Yargı Kararları

32. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 2/10/2018 tarihli ve E.2015/21724, K.2018/17274 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davacı vekili, davacının 01/03/2007-24/06/2011 tarihleri arasında taşeron işveren Seven İnşaat A.Ş bünyesinde temizlik görevlisi olarak davalı asıl işveren İstanbul Üniversitesine bağlı Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde çalıştığını, hakları ödenmeden istifa dilekçesi imzalatılarak iş akdinin feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ve ulusal bayram ve genel tatil ücret alacaklarını istemiştir.

2- İşyeri devrinin iş ilişkisine etkileri ile işçilik alacaklarından sorumluluk bakımından taraflar arasında uyuşmazlık söz konusudur.

İşyeri devrinin esasları ve sonuçları 4857 sayılı İş Kanununun 6 ncı maddesinde düzenlenmiştir. Sözü edilen hükümde, işyerinin veya bir bölümünün devrinde devir tarihinde mevcut olan iş sözleşmelerinin bütün hak ve borçlarıyla devralan işverene geçeceği öngörülmüştür. Devir tarihinden önce doğmuş ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlar açısından, devreden işverenle devralan işverenin birlikte sorumlu oldukları aynı yasanın üçüncü fıkrasında belirtilmiş, devreden işverenin sorumluluğunun devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlı olduğu hükme bağlanmıştır.

...

İşyerinin devredildiği tarihe kadar doğmuş bulunan ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücretlerinden 4857 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca devreden işveren ile devralan işveren müştereken müteselsilen sorumlu olup, devreden açısından bu süre devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlıdır. Devir tarihinden sonraki çalışmalar sebebiyle doğan sözü edilen işçilik alacakları sebebiyle devreden işverenin sorumluluğunun olmadığı açıktır. Bu bakımdan devirden sonraya ait ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücreti gibi işçilik alacaklarından devralan işveren tek başına sorumlu olacaktır.

...

Davacının davalı [S.İ.T.T.] A.Ş. nezdinde 01.01.2007-30.06.2008 ve 01.01.2010-31.03.2011 tarihleri arasında olmak üzere iki çalışma dönemi olduğu ve davacının 01.07.2008-31.12.2009 arasında başka bir alt işveren nezdinde çalıştığı anlaşılmıştır.

Yukarıdaki ilke kararlarımızda da açıkça belirtildiği üzere, 4857 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca devreden alt işveren açısından devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle, kendi nezdindeki çalışma süresi ve ücreti ile sınırlı sorumluluk olmakla davacının davalı [S.İ.T.T.] A.Ş. nezdinde çalıştığı ilk dönem olan 01.01.2007-30.06.2008 tarihi arası çalışmaları dava tarihi itibariyle iki yıllık hak düşürücü süreye uğramış olup bu dönem çalışmaları için davalı şirketin ulusal bayram ve genel tatil ücret alacağından sorumlu tutulması hatalıdır.

Ayrıca, davalı [S.İ.T.T.] A.Ş. nezdinde davacının çalıştığı ve hak düşürücü süreye uğramayan 01.01.2010-31.03.2011 tarihleri arasındaki süreler olmakla davaya konu ulusal bayram ve genel tatil alacaklarından çalışılan süreyle sınırlı olarak hesaplama yapılması gerekirken davalı alt işveren Seven İnşaat Temizlik Turizm A.Ş. son alt işveren olmadığı halde dava dışı diğer alt işverenler nezdinde geçen sürelerden de sorumlu tutulması hatalıdır.

Şu halde, davacıya çalışma şekline göre Toplu İş Sözleşmelerinde belirlenen fazla çalışma ödemesinin yapıldığı, davacının ödemesi yapılan süreden daha fazla çalıştığını yazılı bir delil ile ispatlayamadığı, daha fazla çalışmanın salt tanık beyanlarına göre ispatının mümkün olmadığı anlaşıldığından davacının fazla çalışma talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile kabul edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

..."

33. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 16/10/2018 tarihli ve E.2018/4285, K.2018/22218 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait işyerinde elektrik açma kesme işçisi olarak çalıştığını, askerlik nedeniyle işten ayrıldığını beyanla kıdem tazminatı, yıllık izin ve bir kısım işçilik alacaklarının davalılardan tahsilini talep etmiştir.

...

4-İşyeri devrinin iş ilişkisine etkileri ile işçilik alacaklarından sorumluluk bakımından taraflar arasında uyuşmazlık söz konusudur.

İşyeri devrinin esasları ve sonuçları 4857 sayılı İş Kanunu'nun 6. maddesinde düzenlenmiştir. Sözü edilen hükümde, işyerinin veya bir bölümünün devrinde devir tarihinde mevcut olan iş sözleşmelerinin bütün hak ve borçlarıyla devralan işverene geçeceği öngörülmüştür. Devir tarihinden önce doğmuş ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlarda ise, devreden işverenle devralan işverenin birlikte sorumlu olduğu aynı Kanun'un 3. fıkrasında açıklanmış ve devreden işverenin sorumluluğunun devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlı olduğu hükme bağlanmıştır.

İşyeri devri halinde kıdem tazminatı bakımından devreden işveren kendi dönemi ve devir tarihindeki son ücreti ile sınırlı olmak üzere sorumludur. Mülga 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14/2. maddesinde devreden işverenin sorumluluğu bakımından bir süre öngörülmediğinden, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 6. maddesinde sözü edilen devreden işveren için iki yıllık süre sınırlaması, kıdem tazminatı bakımından söz konusu olmaz. O halde kıdem tazminatı işyeri devri öncesi ve sonrasında geçen sürenin tamamı için hesaplanmalı, ancak devreden işveren veya işverenler bakımından kendi dönemleri ve devir tarihindeki ücret ile sınırlı sorumluluk belirlenmelidir.

Feshe bağlı diğer haklar olan ihbar tazminatı ve kullanılmayan izin ücretlerinden sorumluluk ise son işverene ait olmakla devreden işverenin bu işçilik alacaklarından sorumluluğu bulunmamaktadır. Devralan işveren ihbar tazminatı ile kullandırılmayan izin ücretlerinden tek başına sorumludur.

İşyerinin devredildiği tarihe kadar doğmuş bulunan ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücretlerinden 4857 sayılı Kanun'un 6. maddesi uyarınca devreden işveren ile devralan işveren müştereken müteselsilen sorumlu olup, devreden açısından bu süre devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlıdır. Devir tarihinden sonraki çalışmalar sebebiyle doğan sözü edilen işçilik alacakları sebebiyle devreden işverenin sorumluluğunun olmadığı açıktır. Bu bakımdan devirden sonraya ait ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücreti gibi işçilik alacaklarından devralan işveren tek başına sorumlu olacaktır.

Somut olayda, İşletme Hakkı Devir Sözleşmesinin 01.01.2011 tarihli olduğu [G.E]nin bu tarihten itibaren iki yıl sorumluluğunun devam ettiği, dava açma tarihi itibariyle feshe bağlı haklardan kıdem tazminatından kendi dönemi ve ücretiyle sorumlu tutulması gerektiği, diğer alacaklar için iki yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği anlaşılmaktadır. Devralan son işveren tüm dönemden sorumludur. Hüküm kurulurken alacağın tamamı belirlenip davalıların sorumlu tutulabileceği miktarlar ayrı, ayrı belirlenerek hüküm kurulmalıdır.

..."

34. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 6/11/2018 tarihli ve E.2017/17244, K.2018/23666 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davacı vekili, davacının operatör olarak davalı şirket nezdinde 22.07.2008-30.12.2010 tarihleri arasında çalıştığını, işten çıktıktan sonra asıl işveren [K.A.İ.] A.Ş.'de çalışmaya başladığını asıl işverende çalışması karşılığının ödendiğini ancak davalı şirket nezdindeki çalışma karşılığının ödenmediğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin, hafta tatili, ulusal bayram genel tatil ücreti alacağının davalıdan tahsilini talep etmiştir.

...

2- İşyeri devrinin iş ilişkisine etkileri ile işçilik alacaklarından sorumluluk bakımından taraflar arasında uyuşmazlık söz konusudur. İşyeri devrinin esasları ve sonuçları 4857 sayılı İş Kanunu'nun 6. maddesinde düzenlenmiştir. Sözü edilen hükümde, işyerinin veya bir bölümünün devrinde devir tarihinde mevcut olan iş sözleşmelerinin bütün hak ve borçlarıyla devralan işverene geçeceği öngörülmüştür. Devir tarihinden önce doğmuş ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlarda ise, devreden işverenle devralan işverenin birlikte sorumlu olduğu aynı Kanun'un 3. fıkrasında açıklanmış ve devreden işverenin sorumluluğunun devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlı olduğu hükme bağlanmıştır. İşyeri devri halinde kıdem tazminatı bakımından devreden işveren kendi dönemi ve devir tarihindeki son ücreti ile sınırlı olmak üzere sorumludur. Mülga 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14/2. maddesinde devreden işverenin sorumluluğu bakımından bir süre öngörülmediğinden, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 6. maddesinde sözü edilen devreden işveren için iki yıllık süre sınırlaması, kıdem tazminatı bakımından söz konusu olmaz. O halde kıdem tazminatı işyeri devri öncesi ve sonrasında geçen sürenin tamamı için hesaplanmalı, ancak devreden işveren veya işverenler bakımından kendi dönemleri ve devir tarihindeki ücret ile sınırlı sorumluluk belirlenmelidir. Feshe bağlı diğer haklar olan ihbar tazminatı ve kullanılmayan izin ücretlerinden sorumluluk ise son işverene ait olmakla devreden işverenin bu işçilik alacaklarından sorumluluğu bulunmamaktadır. Devralan işveren ihbar tazminatı ile kullandırılmayan izin ücretlerinden tek başına sorumludur. İşyerinin devredildiği tarihe kadar doğmuş bulunan ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücretlerinden 4857 sayılı Kanun'un 6. maddesi uyarınca devreden işveren ile devralan işveren müştereken müteselsilen sorumlu olup, devreden açısından bu süre devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle sınırlıdır. Devir tarihinden sonraki çalışmalar sebebiyle doğan sözü edilen işçilik alacakları sebebiyle devreden işverenin sorumluluğunun olmadığı açıktır. Bu bakımdan devirden sonraya ait ücret, fazla çalışma, hafta tatili çalışması, bayram ve genel tatil ücreti gibi işçilik alacaklarından devralan işveren tek başına sorumlu olacaktır. Somut olayda, davacının 01.01.2012 tarihinde ara vermeksizin asıl işveren Koza Altın İşletmeleri A.Ş. de çalışmaya başladığı eldeki davanın 16.06.2014 tarihinde açıldığı, devreden işveren için devirden itibaren 2 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği bu nedenle davanın tümden reddi gerekirken ulusal bayram genel tatil alacağının kabulü hatalıdır. ..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Sözleşme'nin 6. maddesinin bir mahkeme önünde medeni hak ve yükümlülüğe ilişkin bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını, mahkemenin teşkilatı ve yargılamanın yürütülmesinin bu güvencenin kapsamında olduğunu (Golder/İngiltere, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), davalarda adil yargılanma koşullarını yerine getirme yükümlülüğünün ulusal makamlara ait olduğunu ifade etmiştir (Dombo Beheer B.V./Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33).

37. AİHM; Sözleşme'nin 6. maddesi adil yargılanma hakkını güvence altına alırken delillerin kabul edilme yöntemi konusunda herhangi bir kural koyma yetkisinin AİHM'de olmadığını, ulusal kanunlar tarafından bu hususların belirleneceğini, Sözleşme'deki hak ve yükümlülükleri ihlal etmediği sürece mahkemeler tarafından yapılan hataların giderilmesi görevinin de AİHM'de olmadığını belirtmiştir (Schenk/İsviçre, B. No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45, 46). Bu açıdan AİHM yaklaşımına göre yargılama süreci bütün olarak gözönünde bulundurulacak, bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı dikkate alınacaktır (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66).

38. AİHM'e göre tarafların ileri sürdükleri delillerin kabul edilebilirliği hususunda yerel mahkemeler belirli bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte mahkemelerin kararlarında yeterli bir gerekçe göstermeleri gerekir (Suominen/Finlandiya, B. No: 37801/97, 01/7/2003, § 36). Kararlarda gerekçe belirtilme zorunluluğu, mahkemelerin tarafları adil bir şekilde dinleme yükümlülüğüyle de doğrudan ilgilidir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, § 85).

39. Yargılama sırasında sunulan bir kısım delilin mahkemece dikkate alınmaması şikâyetiyle ilgili olarak AİHM; mahkemenin başvurucunun bu yöndeki talebini gerekçesiz reddettiğini, kararda gerekçe olmamasının karara karşı etkili bir şekilde itiraz etme fırsatını da ortadan kaldırdığını belirterek başvuruda Sözleşme'nin 6. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Suominen/Finlandiya, § 38).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

40. Anayasa Mahkemesinin 10/5/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

41. Başvurucular, aynı bölgede ve aynı kamu şirketlerince işletilen Yeniköy-Kemerköy ve Yatağan Termik Santrallerinde çalışan sendika üyesi işçilerin açtığı davaların Yatağan Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi tarafından kabul edildiğini, bu kararlar aleyhine yapılan istinaf istemlerinin İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesince reddedildiğini ve kararların Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca kabul ile sonuçlanan bu davalar ile kendilerinin de tarafı oldukları aynı nitelikteki davaların Mahkeme ve Bölge Adliye Mahkemesi tarafından hukuka aykırı olarak hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddedildiğini, böylelikle aynı hukuksal durumda olan kişiler hakkında farklı kararlar verilmesi sonucunun ortaya çıktığını, bu durumun Anayasa Mahkemesinin içtihatlarında ifade edildiği gibi hukuki güvenlik, belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırılık oluşturduğunu belirterek adil yargılanma hakkının, eşitlik ilkesinin ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

42. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların aynı maddi olaya ilişkin farklı karar verildiğine dair şikâyetinin hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

45. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

46. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa'daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

47. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 83).

48. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun varlığının hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).

49. Mahkemelerin münferit bazı olaylarda farklı kararlar vermesi kuralın öngörülebilir olma niteliğini yitirdiğinin söylenebilmesi için yeterli olmayıp içtihat farklılığının derinleşmiş ve müzmin hâle gelmiş olması gerekir. Ayrıca spesifik bazı olaylarda verilmiş farklı kararların bulunduğundan hareketle içtihat farklılığının derinleştiği ve süregelen bir boyut kazandığı da kabul edilemez. Anayasa Mahkemesinin bir konuyla ilgili olarak verilmiş tüm mahkeme kararlarını yeknesak hâle getirme gibi bir işlevi bulunmadığı gibi mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılıkları giderme ödevi de mevcut değildir (Selahattin Bayri, B. No: 2018/32374, 15/9/2021, § 42).

50. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi ve bireysel başvurularda (Semra Bekiroğlu ve diğerleri, B. No: 2013/6717, 16/12/2015; Ercan Din, B. No: 2014/94, 8/6/2016; Ahmet Gül ve diğerleri, B. No: 2014/1182, 22/9/2016) hukuki güvenlik ve belirlilik kavramının mahkeme kararlarında makul bir istikrarın sağlanması hususuyla da doğrudan ilgili olduğu, yargı makamlarının benzer davalarda daha önceki kararlarıyla kabul edilebilir oranlarda uyumlu kararlar vermesi gerektiği, mahkeme kararlarında istikrarlı değerlendirmelerin dışındaki bir yaklaşımın hukukun dinamik yorumuyla uyumlu ve gelişmeye yönelik olarak verildiğinin yeterli ve makul gerekçeyle açıklanması gerektiği yönünde değerlendirmeler yaptığı anlaşılmaktadır.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

51. Somut başvurunun konusu, hukuki durumları aynı olan ve benzer koşullarda çalışan işçiler tarafından açılan davaların bir kısmı için yargı mercilerinin farklı yaklaşım sergileyerek çelişkili kararlar vermesi nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği iddiasıdır.

52. Öncelikle adil yargılanma hakkının hukuk kuralının davanın başvurucu lehine sonuçlanmasını temin eden yorumunun esas alınmasını güvence altına almadığı hatırlatılmalıdır. Uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması -yukarıda belirtildiği gibi- derece mahkemelerinin takdirindedir (M.B., § 84). Öte yandan aynı nitelikteki uyuşmazlıkla ilgili olarak değişik mahkemelerin farklı kararlar vermesi de tek başına adil yargılanma hakkını ihlal etmemektedir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerince yapılan yorumların hukuka uygun olup olmadığını denetleme ve bu yorumları birleştirme gibi bir görevinin bulunmadığının altı çizilmelidir. Anayasa Mahkemesinin açıkça keyfî olmayan veya bariz takdir hatası da içermeyen bir yorumdan dolayı adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmedebilmesi için bu yorumun yerleşik hâle gelen bir içtihattan saptığına veya derinleşmiş ve süregelen bir nitelik kazanan içtihat farklılığına dayandığına ikna olması gerekir (Selahattin Bayri, § 47).

53. Başvurucularla aynı iş kolunda farklı bir işletmede faaliyet gösteren ve işverenin EÜAŞ olduğu bir kısım işçi tarafından Yatağan Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tespit ve alacak davalarının somut davalarla benzer nitelikte olduğu anlaşılmaktadır. Yine başvurucular ile aynı işyerinde çalışan bir kısım işçi tarafından da Milas Asliye Hukuk Mahkemesinde benzer davaların açıldığı görülmektedir.

54. Başvurucuların taraf olduğu Milas Asliye Hukuk Mahkemesince verilen kararların istinaf incelemelerinin İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi tarafından yapıldığı, yine aynı işletmede çalışan bir kısım işçi tarafından aynı Mahkemede açılan ve karara bağlanan davaların istinaf incelemelerinin de İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 3. ve 7. Hukuk Dairelerinde tamamlandığı anlaşılmıştır.

55. Yukarıda izah edildiği gibi Milas Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından karar verilen ve başvurucuların da taraf olduğu davalara ilişkin istinaf incelemesini yapan İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 3., 7. ve 9. Hukuk Dairelerinin aynı gerekçelerle tespit ve alacak talepleriyle ilgili olarak iki yıllık hak düşürücü sürenin dolması nedeniyle genel olarak ret kararları verdiği anlaşılmıştır.

56. Başvuruda özellikle içtihat farklılığı açısından başvuru konusu davaların da içinde olduğu ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin 3., 7. ve 9. Hukuk Dairelerinin istinaf incelemelerine konu olan davalarda verilen ret kararlarında açıklanan gerekçelerle benzer nitelikte olan ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin 15. Hukuk Dairesince verilen işçilik alacak taleplerinin kabulü yönündeki kararlarda (başvuru formunda belirtildiği üzere Yatağan Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2017/13-14 sayılı dosyalarına ilişkin) dosyalarda dayanılan olgusal temeller çerçevesinde değerlendirme yapılması gerekir. Bunun yanında bireysel başvuru tarihinden sonra sonuçlanan ve Milas 1. Asliye Hukuk Mahkemesince işçilik alacaklarıyla ilgili olarak verilen ret kararlarına yönelik İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesinin kararları da dikkate alınmalıdır.

57. Öncelikle başvuru konusu davada Milas 1. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin 3., 7. ve 9. Hukuk Dairelerinin istinaf incelemelerine konu olan ret kararlarında yargı mercilerince olay ve olgular 4857 sayılı Kanun'un 6. maddesi çerçevesinde değerlendirilerek devreden işvereninin işçilik alacaklarından devralan işveren ile birlikte devir tarihinden itibaren iki yıl süreyle müşterek ve müteselsil olarak sorumlu olduğu dava koşullarında bu sürenin dolması nedeniyle davalı işverenden işçilik alacaklarının tahsil edilemeyeceği sonucuna ulaştıkları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu kararların objektif olarak kabul edilebilir gerekçelerden yoksun olduğu söylenemez.

58. Buna karşın İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin 15. Hukuk Dairesinin istinaf incelemesine konu mahkeme kararlarında (Yatağan Asliye Hukuk Mahkemesince verilen) işçilik alacaklarıyla ilgili olarak 4857 sayılı Kanun'un 6. maddesi kapsamında devreden işverenin sorumluluğuyla ilgili hak düşürücü süre yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmadan kararlar verildiği ve yargısal süreçlerin bu şekilde tamamlandığı anlaşılmaktadır.

59. Çelişkili yargı kararları nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarında Anayasa Mahkemesinin yargısal mercilerin hukuk kurallarının somut olaya uygulanması sırasındaki yorumlarına müdahale etmek gibi bir sorumluluğu ve görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki işlevi mahkemelerin değerlendirmelerinin sürekli ve derin bir içtihat farklılığına yol açıp açmadığını ve bunun hukuki belirsizliğe neden olup olmadığını belirlemekten ibarettir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki incelemelerinde bazı kararlar arasındaki çelişkileri tespit etmek gibi bir fonksiyonu bulunmamaktadır. Mahkemenin yargısal sistemi bütünüyle etkileyen derin ölçekte ve hukuksal mekanizmalarla giderilmeyecek boyuttaki çelişkili kararlara müdahale etmesi anayasal anlamda müdahale işlevini anlamlı hâle getirecektir.

60. Tabii olarak yargısal mercilerin aynı olaya ilişkin hukuk kurallarının uygulanmasında farklı yorumlar benimsemesi ve böylelikle çelişkili sonuçlara ulaşması söz konusu olabilir. Aynı olaya ilişkin sonuç itibarıyla mahkemelerce farklı kararlar verilmesi tek başına adil yargılanma hakkının ihlal edildiği anlamına gelmez. Yukarıda belirtildiği gibi farklı kararların hukuk sistemi içinde belirsizliğe yol açacak boyuta ulaşması gerekir. Bundan önce kararların içtihat farklılığı niteliğinde olması için sonuçtan ziyade yargısal mercilerin hukuk kurallarını somut olaya uygularken benimsedikleri yöntem ve yorumun gerçek anlamda bir içtihat farklılığı sonucunu doğurması gerekir.

61. Başka bir ifadeyle bir mahkemenin hukuk kuralını ya da bir hukuki müesseseyi dava konusu olaya uygularken yaptığı bir yoruma karşı diğer mahkemenin de aynı çerçevede yapacağı değerlendirmelerin çelişkili unsurlar içermesi gerektiği açıktır. Yani bir mahkemenin bir hukuki müesseseyi bir olaya uygulayarak sonuca ulaşırken diğerinin bu konuda değerlendirme yapmadan ya da ihmal ederek sonuca ulaşması doğrudan içtihat farklılığı anlamına gelemeyecektir.

62. Başvuru konusu davaların da bulunduğu dosyalar ile ilgili istinaf incelemesi yapan İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin (aynı zamanda İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 3. ve 7. Hukuk Dairelerinin) davanın kanunda öngörülen iki yıllık süre geçtikten sonra açılması ve işçilik alacakları ile ilgili önceki işverenin sorumlu olmayacağı yönünde değerlendirme yaparak karar verdiği anlaşılmıştır. Bununla birlikte İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi 4857 sayılı Kanun'un 6. maddesi çerçevesinde devreden işverenin sorumluluğu ile ilgili yukarıdaki değerlendirmelerle çelişki sonucunu doğuracak herhangi bir yorum yapmadan, devreden işveren aleyhine işçilik alacaklarına hükmedilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Dairenin Milas 1. Asliye Hukuk Mahkemesine ait dosyalarla ilgili verdiği kararlarda başvuru konusu kararlarla aynı yönde değerlendirme yaptığı görülmüştür.

63. Başvurucuların çelişkili karar olarak dosyaya ibraz ettikleri kararlarda kanunda öngörülen süre ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın alacak kalemlerinin kabulüne karar verilmesi söz konusu olduğundan başvuru konusu davalarda Mahkemenin ve İstinaf Dairesinin dayandığı gerekçelerin hukuksal bir temele dayandığı da dikkate alındığında söz konusu farklı kararların içtihat farklılığı niteliğinde olduğu değerlendirilemez. Dolayısıyla söz konusu kararlar arasındaki çelişkinin hukuk kurallarının yorumlanması, delillerin değerlendirilmesi kapsamında kaldığı anlaşılmaktadır.

64. Yukarıda açıklanan tespitlere göre başvuru konusu yargılama sürecinde İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin 9. Hukuk Dairesinin kararlarında (aynı yönde karar veren İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin 3. ve 7. Hukuk Daireleri) İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin 15. Hukuk Dairesinden farklı bir sonuca neden ulaştığının başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek düzeyde açıklama yaptığı, nihai yargılama makamını oluşturan İstinaf Daireleri ve Yargıtay Dairesinin benzer davalarda farklı kararlar vermesinin hukuki belirsizliğe yol açmadığı ve başvurucular için öngörülemez nitelikte olduğunun söylenemeyeceği, bu açıdan verilen kararlar nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin zedelenmediği sonucuna ulaşılmıştır.

65. Ayrıca başvurucular; yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadıklarına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadıklarına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadıklarına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.

66. Sonuç olarak başvurucular tarafından ileri sürülen iddialar, mahkemelerce delillerin değerlendirilmesine ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan hususun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Ekli tabloda belirtilen başvuruların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma haklarının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/5/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.