2007 yılı Temmuz ayında Gelibolu Yarımadasında yatan Çanakkale Şehitlerimizi ziyarete gitmiştim. Bu şehitlerimizi ilk ziyaret edişim değildi. Daha önce de ziyaret etmiştim. Şehitlikte ki anıtlarda 1915 yılında yapılan savaşlarla ilgili kısa bilgiler verilmişti.
Anıtlardan birinde Atatürk’ün Çanakkale’yi bir ziyaretinde Seyit Onbaşıyı arattığını okudum. Seyit Onbaşı o tarihte ölmüş, Atatürk Seyit Onbaşının hayatta olan kız kardeşini bulmuş, yanına getirtmiş, onunla ilgilenmiş, ona yardım etmiş.
Seyit Onbaşıyı hepimiz daha çocukluğumuzda duymuşuzdur. Müttefik donanması Çanakkale boğazını geçmek için bütün gücüyle saldırıya geçmiş, yoğun topçu ateşiyle boğazın iki yanında ki topçu bataryalarımızın çoğunu susturmuştur. Seyit Onbaşının bulunduğu batarya da ateş altındadır. Arkadaşları ya yaralanmış ya da şehit olmuştur. Top mermilerini, topun mermi yatağına kadar kaldıracak kaldıraç bozulmuştur. Seyit Onbaşı bu anda yılgınlık göstermez. Hemen her biri 275 kg ağırlığında olan güllelerin başına geçer, besmeleyi çeker ve güllenin birini sırtına alır, zorlukla da olsa gülleyi yatağına yerleştirir ve nişan alarak boğazı geçmek isteyen büyük İngiliz gemisine doğru ateş eder, atış isabetlidir. Top güllesi dev geminin bacasından girer, gemi tutuşur, hareket kabiliyetini kaybeder. Seyit Onbaşının atışı 18 Mart Deniz Savaşının dönüm noktasıdır. Müttefik Kuvvetleri Komutanları donanma ile Çanakkale’yi denizden geçemeyeceklerini anlamış, geri çekilmişlerdir.
Bu defa Çanakkale’yi karadan geçmeyi deneyecek, İstanbul’a kara hareketiyle ulaşmayı deneyeceklerdir. Burada da karşılarına Yarbay Mustafa Kemal ve onun emrindeki Mehmetçik dikilecektir. Yarbay Mustafa Kemal’in emsalsiz öngörüsü, komutanlık yeteneği olmasaydı müttefik kuvvetleri daha ilk taarruzlarında Türk savunmasını yaracak ve İstanbul yolunu açacaklardı.
Bu konunun anlatılması uzun olacağından burada bırakıyorum.
Atatürk’ün Seyit Onbaşıyı hatırlaması, onu aratması Seyit Onbaşının kızkardeşi ile ilgilenmesi, yardım etmesi onun vefasını, insan olarak da çok büyük olduğunu gösterir.
İşgal yıllarında tamamen işgal kuvvetlerinin güdümünde olan Nemrut Mustafa’nın başkanlığını yaptığı mahkeme Boğazlayan kaymakamı Kemal beyi ermenilere zulüm ettiği gerekçesiyle idama mahkûm eder. Kemal bey masumdur. Vatanperver olduğu için idama mahkûm edilmiş, idam edilmek suretiyle şehit edilmiştir. Atatürk Kemal beyin eşini, çocuklarını buldurur, onlara maaş bağlatır.
Hasan KUNDAKÇI paşanın Atatürk ile ilgili çok araştırması vardır. Kundakçı paşanın sohbeti de çok tatlıdır. Bir gün Atatürk ile ilgili anlattığı bir hikâye çok hoşuma gitmişti:
Mübadele zamanında Selanik’ten veya yakın köylerinden olan bir gurup Türk şimdi neresi olduğunu tam hatırlamadığım Anadolu’nun bir yerine yerleştirilir. Mübadil göçmenler geldikleri yeri beğenmezler.
“Bizim Mustafa’ya gidelim burayı beğenmediğimizi söyleyelim, bize iyi bir yer bulsun.” Diye aralarında konuşurlar. Bizim Mustafa dedikleri Atatürk’tür. Rumeli insanı belki de bütün Türk insanı aynen böyledir. Mustafa büyümüş asker olmuş, Çanakkale’de müttefik ordularını mağlup etmiş, ülkeyi işgalden kurtarmış, Atatürk olmuştur. Ama Atatürk onların Mustafa’sıdır. Atatürk’le yakın olduklarını bu şekilde anlatırlar. Bu sözleriyle Atatürk’ün kendilerinden çıktığını, Atatürk ile gizli gizli gururlandıklarını da anlatmış olurlar.
Aralarında birkaç kişiyi Atatürk’e gönderirler. Atatürk hemşerilerini dinler onlara:
“Sizi başka bir yere yerleştirmeleri için talimat vereceğim. Burayı beğeneceksiniz.” Der. Selanik göçmenleri Kırklareli’ne yerleştirilir. Burayı beğenirler.
Kazandığı zaferlerle, zaferden sonra kazandığı siyasi başarılarla bütün dünyanın hayranlığını kazanan Atatürk halkına şefkatli, halkının karşısında mütevazidir.
Hasan Rıza SOYAK hatıralarında Atatürk’ün
“Sizin geçtiğiniz yerlerden ben ancak otomobille geçebiliyorum. Herkes gibi yaya yürümem imkânsız, çok kere tecrübe ettim. Arabadan inince derhal etrafımı kalabalık bir meraklı kitlesi sarıyor. Yol kapanıyor, trafik duruyor, araya polis de karışıyor ve tabiidir ki bundan halkın çoğunluğu rahatsız oluyor. Ben de serbest yürümek imkânını kaybediyor, tekrar otomobile binip uzaklaşmak zorunda kalıyorum. Sebebi ne olursa olsun bu benim için hoş bir şey değil çocuk.” Sözleriyle halkın arasına karışamadığından şikâyet ettiğini anlatır.
Hasan Rıza SOYAK’ın hatıralarında anlattığı bir olayı Atatürk’e diktatör diyenlere bir cevap olacağı için anlatmak istiyorum:
1930’lu yıllar Mussolini ve Hitler gibi şeflerin ortaya çıktığı dönemdir. O tarihlerde Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri olan Recep PEKER İtalya ve Almanya’da uzun süren bir tetkik seyahati yapar. Dönüşünde yakında toplanacak olan Cumhuriyet Halk Parti Kurultayına arz edilmek üzere yeni bir nizamname (tüzük) ve teferruatlı bir program hazırlar. Bu nizamname ve program Başbakan İsmet İNÖNÜ tarafından da kabul ve imza edilir. Partinin Genel Başkanı olan Atatürk’e takdim edilmek üzere Hasan Rıza SOYAK’a tevdi edilir.
Hasan Rıza SOYAK evrakı biraz karıştırır ve Atatürk’e götürür. Bizzat Başbakan tarafından verildiğini arz eder. Atatürk bu sırada misafirleriyle sofraya oturmak üzeredir.
“kütüphanedeki masamın üzerine bırak sonra okurum.” Der.
Ertesi sabah Hasan Rıza SOYAK’a Atatürk’ün sabaha kadar uyumadığını, kütüphanede çalıştığını şimdi banyoda olduğunu söylerler. Hasan Rıza SOYAK köşke gittiğinde Atatürk banyodan çıkmış, günlük gazeteleri okuyormuş, Hasan Rıza SOYAK’ı görünce:
“O zorbalar kimlerdir? Onları kim seçecektir?” diye sorar. Hasan rıza şaşırmıştır. Atatürk devam eder:
“Sen şimdi kütüphaneye git o evrak masanın üstündedir, partinin bu günkü nizamnamesinden ve programından da birer nüsha bul, bende giyinip gelirim.” Der.
Hasan Rıza kütüphanede nizamname ve programı okur.
Nizamnamede programda zamanın tek partili totaliter idarelerindeki esaslara göre hazırlanmıştır. Başta 5 üyeli mahdut fakat kudret ve yetkisi sınırsız bir heyet tasavvur ediliyordu. Bütün kararları bu heyet veriyor, Büyük millet Meclisi bir şekilden ibaret kalıyordu. Üniformalı gençlik teşkilatı kuruluyordu. Tüzük de programda faşist bir idareye göre hazırlanmıştı.
Bu arada Atatürk de kütüphaneye gelir. Eski nizamname ve programa bazı ilaveler yapar ve kongreye yine bunların götürülmesinin uygun olacağını söyler.
Atatürk Recep PEKER’in hazırladığı nizamname ve programı İsmet Paşanın okumadığı, okumadan imzaladığı düşüncesindedir. İsmet paşa ile Recep PEKER’i çağırtır. Kütüphanede İsmet paşa ve Recep PEKER ile bir saat görüşür, sonra İsmet paşa ve Recep PEKER gider. Hasan Rıza Atatürk’ün yanına girdiğinde Atatürk gülümseyerek:
“Vaziyet tahmin ettiğim gibi çıktı, çocuk. İsmet paşa Recep’in marifeti olan o saçmaları okumadan imza etmiş, neyse herşey olduğu gibi kalacaktır.” Der.
Hasan Rıza SOYAK “o nizamname ve program taslaklarının bulunarak muhakkak neşr edilmesinin Atatürk’e ve Cumhuriyetimizin tarihine, geleceğine karşı yapılması elzem kutsal bir görev olarak görmektedir. Çünkü bu vesikalar Atatürk’ün totaliter idarelerin ne kadar karşısında olduğunu bütün icraat ve gayretinin memleketi sağlan temeller üzerine kurulmuş gerçek bir halk ve hukuk idaresine kavuşturmak hedefine müteveccih olduğunu, yabancı ideolojilerin şatafatına kapılmış bazı en yakın çalışma arkadaşları ile nasıl uğraşmak zorunda kaldığını gösteren belgelerdir.” der.
Atatürk, milli haysiyetimize saldıranları Türk milletine zarar verenleri asla affetmezdi. Kuzey Irak’ta Türk askerinin başına çuval geçirildi. Bu yakın zamanlarda milletimizi rencide eden Türk ordusuna yapılmış en büyük hakaretti. Bu hakareti yapan ABD li komutan terfi etti. Türkiye’ye geldi, sonra CIA Başkanı oldu. Yine birkaç kere Türkiye’ye geldi, Başbakanımızla görüştü. Atatürk kesinlikle bu adamı Türkiye’ye sokmazdı, istenmeyen adam ilan ederdi.
Kuzey Irak’tan giren PKK teröristleri Dağlıca karakolumuzu bastı, askerlerimizi şehit etti, bir kısım askerlerimizi de kaçırdı. Mesut BARZANİ’nin yeğenlerinden biri Dağlıca baskınını yapan PKK teröristlerini tebrik etti. Tebrik ederken çekilen fotoğrafları gazetelerde yayınlandı. Bu şahıs da Türkiye’ye geldi. Türkiye’de ağırlandı. Bu şahıs Türkiye’ye sokulmamalıydı. Atatürk bu şahsı kesinlikle Türkiye’ye sokmazdı.
Bu gün Kerkük Türkleri kendi kaderlerine terk edilmiş gibidir. Tunus’tan Suriye’ye kadar çıkarılan kargaşalıklarda Türkiye ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin peşinden giderek komşularına ve dostlarına hasım olmuştur. Türkiye’nin ABD politikalarının peşinden gittiği inkar edilemez bir gerçektir. Libya’da ilk karışıklıklar çıktığında Başbakan:
“NATO’nun Libya’da ne işi var.” Demişti. Bu doğru bir yaklaşımdı ama birkaç gün sonra Libya’ya karşı NATO’nun yanında yer aldık. ABD istiyor diye Suriye ile ilişkilerimizi bozduk. Suriye’yi kendimize düşman ettik. ABD istiyor diye İran’dan doğalgaz ve petrol alımını düşürdük, bu politikalar Türkiye’ye zarar verir.
İran televizyonuna demeç veren ABD li tarihçi yazar Griffin Tarpley:
“Obama Suriye’de mağlup oldu. Zira bir yıldır seferber olmasına rağmen halkı ayaklandıramadı. Washington bu gün Suriye’de öldürülenlerin sayısını şişirerek Türkiye’nin harekete geçmesi ve tek başına müdahale etmesinin peşindedir. Türkiye eğer bunu görmez ve saldırırsa intihar etmiş olacak, çünkü Türkiye saldırırsa bölge Kürtleri topyekûn ayaklandırılacak. İlginçtir Türkiye’deki liderler bunu görmüyorlar, Atatürk yaşasaydı görürdü.” Demiştir.
İstiklal savaşı yıllarında Türkiye’nin batısı işgal altındadır. Türk ordusu Polatlı önlerine Sakarya hattına çekilmiştir. Yunan orduları da Sakarya’ya doğru ilerlemektedir. Bu sırada Afganistan ordusunun modern eğitime ihtiyacı vardır. Bizden ordularını eğitmek için subay isterler.
Atatürk zaferden emindir. Türkiye düşmanlarını yenecek, şanlı geçmişinde olduğu gibi cihanşümul bir politika izleyecek, dünya politikasında söz sahibi olacaktır. Derhal Fevzi ÇAKMAK paşaya subaylarımız arasından 20 subayın seçilmesi ve bu subayların Afgan ordusunu eğitmek üzere Afganistan’a gönderilmesi talimatını verir. Bu subaylar Afgan ordusunu eğiteceklerdir ama Afgan hanını da gözetleyecekler, Afgan hanı İngiltere veya Rusya ile yakınlaşmak isterse icabından Afgan güçleriyle birleşip Afgan hanını devireceklerdir. Aldıkları talimat böyledir.
Atatürk’ün uzak görüşlülüğe dayanan bu politikası netice vermiş, Atatürk zamanında Afganistan ne İngilizlere ne de Rusya’ya yakınlaşmıştır. Afganistan Atatürk zamanında Türkiye ile işbirliği yapmıştır. Atatürk tarihin ender gördüğü büyük bir devlet adamı, siyasetçi ve komutandır. Bu büyük adam aynı zamanda gerçek bir insandır. Milletimiz Atatürk’ü yakından tanıdıkça onu daha çok sevecek ve ona daha çok bağlanacaktır.
Talat ŞALK
Emekli Cumhuriyet Savcı
(Bu köşe yazısı, sayın Talat ŞALK tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)