6100 sayılı Kanun'un 20. maddesi ile ilgili olarak somut norm denetimi yoluyla gelen bir iptal başvurusunda"...bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten..." ibaresinin Anayasa'nın 36. maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talep edilmiş; Anayasa Mahkemesi, dosya üzerinden verilen kesin nitelikteki görevsizlik ve yetkisizlik kararları taraflara tefhim ya da tebliğ edilmeden, verildiği an esas alınarak iki haftalık sürenin başlatılması suretiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin hukuki sonuçları itibarıyla hak arama özgürlüğünü amacını aşacak şekilde sınırlandırdığını belirterek Kanun'un bu ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğuna karar vermiş ve hükmün bu kısmını iptal etmiştir.
Bu karar neticesinde derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelerin, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik sınırları içerisinde olmaması ve başvurucuların mahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte olması halinde, mahkemeye erişim hakkının ihlal ettiğine karar verilmiştir. Benzer durumlarda da (Anayasa Mahkemesi iptal kararının gözetilmemesi) yine mahkemeye erişim hakkı ya da diğer ilgili hakların ihlali söz konusu olabilir.
İlgili Kararlar
♦ (Mehmet Soysal ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17/11/2016)
♦ (Yusuf Büyükcelep, B. No: 2016/9878, 6/2/2019)
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİBÖLÜM |
|
KARAR |
|
MEHMET SOYSAL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2014/2678) |
|
Karar Tarihi: 17/11/2016 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Burhan ÜSTÜN |
Üyeler |
: |
Nuri NECİPOĞLU |
|
|
Kadir ÖZKAYA |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
Raportör |
: |
Yakup MACİT |
Başvurucular |
: |
1. Mehmet SOYSAL |
|
|
2. Süleyman SOYSAL |
|
|
3. Hüseyin SOYSAL |
|
|
4. Gülsine SOYSAL |
|
|
5. Hasan SOYSAL |
|
|
6. Necla AY |
Vekili |
: |
Av. Mehmet Masum ERKEN |
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kanuni ön alım hakkı nedeniyle açılan tapu iptali ve tescil davasında Mahkemenin iptal edilen kanun hükmüne dayalı olarak davanın esasını incelemeden reddine karar vermesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; temyiz aşamasında duruşma talebi olmasına rağmen bu konuda herhangi bir değerlendirme yapılmadan duruşmasız inceleme yapılması nedeniyle de aleni yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 24/2/2014 tarihinde Batman 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 10/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 6/11/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 16/1/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8.Başvurucular; murislerinin Batman ili Aydınkonak köyünde bulunan dava konusu taşınmazda hisse sahibi olduklarını, müşterek maliklerden H.D. ve B.D.nin paylarını üçüncü kişiye sattıklarını, satış işlemini sonradan öğrendiklerini, Kanun'dan kaynaklanan şufa haklarının bulunduğunu belirterek davalı üçüncü kişi adına olan kaydın iptali ile kendi adlarına tapuya tesciline karar verilmesi istemiyle 29/4/2009 tarihinde dava açmışlardır.
9.Yargılama sırasında Bakanlar Kurulunun 11/5/2009 tarihli ve E.2009/14992 sayılı kararı ile dava konusu taşınmazın bulunduğu köy, 22/11/1984 tarihli ve 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanunu kapsamında "uygulama alanı" olarak belirlenmiş; karar 27/5/2009 tarihli ve 24240 sayılı Resmî Gazete'de ilan edilmiştir.
10. Batman 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, 4/7/2012 tarihli ve E.2009/307, K.2012/564 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dava, davacı vekili tarafından açılmış tapu iptali ve tescil (Önalım Hakkından Kaynaklanan) davasıdır.Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;dava konusu Aydınkonak köyü 62 parsel sayılı taşınmazlarda paydaş olan H.D. ve B.D.nin taşınmazdaki hisselerini M.A.ya 9/3/2009 tarihinde satıp devrettikleri, aynı taşınmaz paydaşlarından H.S. mirasçıları olan davacılarında eldeki davayı açarak önalım haklarını kullandıkları, yargılama devam ederken Bakanlar Kurulunun 27/5/2009 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan kararı ile Aydınkonak köyünün 3083 sayılı kanun kapsamında toplulaştırma kapsamına alındığı anlaşılmıştır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık toplulaştırma kapsamına alınan dava konusu taşınmaz ile ilgili önalım hakkının kullanılıp kullanılmayacağına ilişkindir. Önalım hakkı dava yolu ile ileri sürülmekte olup dava sonunda tapu iptali ve tescil kararı verilmektedir. Dolayısıyla önalım hakkına dayanan davalar tapu iptali ve tescil davalarının birer türüdür. 3083 sayılı kanunun 13/1.maddesinde toplulaştırma kapsamına alınan taşınmazların 5 yıl süre ile 3.kişilere devrinin yasak olduğu, 13/5.maddesinde ise 5 yıllık süre içerisinde mahkemeler tarafından toplulaştırma kapsamındaki araziler hakkında devir ve temliki gerektiren bir karar verilemeyeceği düzenlenmiştir. Her ne kadar davalı vekili dava konusu taşınmazda önalım hakkı kullanılmasının 3083 sayılı kanun tarafından yasaklanmadığını ileri sürmüş ise de, önalım hakkına dayanan davalarda devir ve temlik kararı verildiği, 3083 sayılı kanunun 13/5.maddesinde hiçbir istisnaya yer verilmeden mahkemelerin toplulaştırma kapsamındaki araziler hakkında devir ve temliki gerektiren karar veremeyeceğinin düzenlendiği, bu kadar açık bir hüküm karşısında önalım hakkını 13/5.maddesinin istisnası olarak kabul etmeyi gerektirecek yasal bir dayanak mevcut olmadığı, doktirinde de arazi toplulaştırması halinde önalım hakkının kullanılamayacağı yönünde kuvvetli görüşler mevcut olduğu, önalım hakkına nazaran öncelikle korunması gereken yolsuz tescile dayalı tapu iptali ve tescil davalarında dahil toplulaştırma halinde devir ve temlik kararı verilemediği nazara alındığında, bu davaya nazaran daha az korunması gereken önalım hakkına dayalı davalarda da devir ve temlik kararının verilemeyeceği anlaşılmakla, dava konusu taşınmazın toplulaştırma kapsamına alınması nedeniyle davacı tarafın önalım hakkını kullanma imkanının bulunmadığı kanaatine varılarak açıklanan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
..."
11. Bu arada hükme esas alınan 3083 sayılı Kanun'un 13. maddesinin son fıkrasının "Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde mahkemeler veya icra iflas daireleri tarafından bu arazi hakkında devir ve temliki gerektiren bir karar verilemez."şeklindeki birinci cümlesi, Anayasa Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli ve E.2011/33, K.2012/54 sayılı kararıyla Anayasa'nın 36. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiş; karar 13/10/2012 tarihli ve 28440 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.
12. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 30/5/2013 tarihli ve E.2012/16750, K.2013/9607 sayılı ilamı ile onanmıştır.
13. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 16/1/2014 tarihli ve E.2013/13251, K.2014/340 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
14. Ret kararı 5/2/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş 24/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
15.Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrası şöyledir:
"Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar."
16.Dava tarihinde yürürlükte olan 3083 sayılı Kanun'un, Anayasa Mahkemesinin 1/4/2012 tarihli ve E.2011/33, K.2012/54 sayılı kararıyla iptal edilmeden önceki 13. maddesinin ilgili kısımlarışöyledir:
"Uygulama alanlarında Bakanlar Kurulu kararının Resmi Gazete'de yayımı tarihinden itibaren, kamulaştırma, toplulaştırma, arazi değiştirilmesi ve dağıtım işlemlerinin tamamlanması veya tapuya tescili sonuçlandırılıncaya kadar, gerçek kişilerle özel hukuk tüzelkişilerine ait arazinin mülkiyet ve zilyetliği devir ve temlik edilemez. Bu araziler ipotek edilemez ve satış vaadine konu olamaz. Ancak, bu kısıtlama süresi beş yılı aşamaz. Sulama şebekesi tamamlanıp sulamaya geçinceye kadar da aynı işlemler yapılmaz. Bu kısıtlamada ise süre, beş yılı aşamaz. Ancak, sulama alanlarında toplulaştırma çalışmaları kısıtlama süresi içerisinde sonuçlandırılamadığı takdirde, Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün teklifi ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığının onayı ile toplulaştırma çalışmalarının sonuçlandırılması amacıyla kısıtlama süresi en fazla beş yıla kadar daha uzatılabilir.
Kısıtlama süresi içerisinde arazisini ve varsa üzerindeki tesisleri satmak isteyen gerçek ve özel hukuk tüzelkişilerin müracaatları halinde, uygulayıcı kuruluş bu kişilere ait tarım toprağını ve varsa üzerindeki tesisleri, altmış gün içinde bu Kanun hükümlerine göre kamulaştırır veya yönetmelikle tespit edilecek esaslar dahilinde bunların başkalarına satışına izin verir.
...
Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde mahkemeler veya icra iflas daireleri tarafından bu arazi hakkında devir ve temliki gerektiren bir karar verilemez. Miras yoluyla intikaller, bu hükmün kapsamı dışındadır. Ayrıca mahkemeler satış suretiyle miras ortaklığının giderilmesine karar veremezler."
17.Yürürlükte olan 3083 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Uygulama alanlarında Bakanlar Kurulu kararının Resmi Gazete'de yayımı tarihinden itibaren, kamulaştırma, toplulaştırma, arazi değiştirilmesi ve dağıtım işlemlerinin tamamlanması veya tapuya tescili sonuçlandırılıncaya kadar, gerçek kişilerle özel hukuk tüzelkişilerine ait arazinin mülkiyet ve zilyetliği devir ve temlik edilemez. Bu araziler ipotek edilemez ve satış vaadine konu olamaz. Ancak, bu kısıtlama süresi beş yılı aşamaz. Sulama şebekesi tamamlanıp sulamaya geçinceye kadar da aynı işlemler yapılmaz. Bu kısıtlamada ise süre, beş yılı aşamaz. Ancak, sulama alanlarında toplulaştırma çalışmaları kısıtlama süresi içerisinde sonuçlandırılamadığı takdirde, Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün teklifi ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığının onayı ile toplulaştırma çalışmalarının sonuçlandırılması amacıyla kısıtlama süresi en fazla beş yıla kadar daha uzatılabilir.
Kısıtlama süresi içerisinde arazisini ve varsa üzerindeki tesisleri satmak isteyen gerçek ve özel hukuk tüzelkişilerin müracaatları halinde, uygulayıcı kuruluş bu kişilere ait tarım toprağını ve varsa üzerindeki tesisleri, altmış gün içinde bu Kanun hükümlerine göre kamulaştırır veya yönetmelikle tespit edilecek esaslar dahilinde bunların başkalarına satışına izin verir.
...
Miras yoluyla intikaller, bu hükmün kapsamı dışındadır."
18. Anayasa Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli ve E.2011/33, K.2012/54 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...
3083 sayılı Kanun’un itiraz konusu kuralı da içeren temliki tasarrufların durdurulması başlıklı 13. maddesinde Bakanlar Kurulu’nun Kanunu uygulama kararından itibaren uygulama sona erinceye kadar uygulama alanındaki arazilere ilişkin temlik sonucu doğuracak tasarruf işlemleri yasaklanmıştır. Bu çerçevede Bakanlar Kurulu kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren, uygulama alanlarında kamulaştırma, toplulaştırma, arazi değiştirilmesi ve dağıtım işlemlerinin tamamlanması veya tapuya tescili sonuçlandırılıncaya kadar, gerçek kişilerle özel hukuk tüzelkişilerine ait arazinin mülkiyet ve zilyetliğinin devri ve temliki yasaklandığı gibi bu araziler üzerinde ipotek kurulmasına ve satış vaadi yapılmasına da sınırlama getirilmiştir. Kanun, bu kısıtlamaların süresini beş yılla sınırlandırmakla birlikte sulama alanlarında toplulaştırma çalışmalarının bu süre içinde sonuçlandırılamaması halinde çalışmaların sonuçlandırılması amacıyla kısıtlama süresinin en fazla beş yıla kadar uzatılmasına olanak tanımıştır. Uzatmaların Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yapılması öngörülmüştür.
Ancak, Kanun kısıtlama süresince öngörülen devir ve temlik yasağına bazı istisnalar öngörmüştür. Bu çerçevede kısıtlama süresi içerisinde arazisini ve varsa üzerindeki tesisleri satmak isteyen kişilerin başvurusu halinde uygulayıcı kuruluşun altmış gün içinde bu kişilerin taşınmazlarını kamulaştırması ya da belli esaslar dâhilinde bunların başkalarına satışına izin vermesi öngörülmüştür. Ayrıca uygulama alanındaki arazinin Tarım Kredi Kooperatifleri ve bankalara ipotek edilmesine olanak tanınmıştır. Tarım Kredi Kooperatifleri ve bankalar dışındaki kişiler lehine ise ipotek yapılması mümkün değildir. İtiraz konusu kuralı da içeren son fıkrada ise birinci fıkrada belirtilen beş yıllık süreler içinde mahkemeler veya icra iflas daireleri tarafından uygulama alanındaki araziler hakkında devir ve temliki gerektiren bir karar verilemeyeceği öngörülmüştür.Miras yoluyla gerçekleşen intikaller ise bu hükmün kapsamı dışında tutulmuştur.Ayrıca mahkemelerin satış suretiyle miras ortaklığının giderilmesine karar veremeyeceği hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla kısıtlama süresince satış ve ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla devirler uygulayıcı kuruluşun kontrolüne tabi tutulmuş, miras yoluyla devirlere izin verilmiş, bunların dışındaki devirler ise tamamen yasaklanmıştır. Mahkemeler ve icra dairelerine getirilen devir ve temlik sonucunu doğurucu karar verme yasağı ise kısıtlama süresince mutlak bir yasak olarak düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, uyuşmazlığı hakkında nihai ve icra edilebilir karar verecek bir yargı mercii önüne uyuşmazlığı götürme hakkı olarak tanımlanabilir. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı aynı zamanda mahkemeden icra edilebilir bir karar almayı da içerir. Dava açılmasına herhangi bir engel olmamakla birlikte, mahkemenin davayı çözme yetkisi yoksa ya da kararını uygulatma imkânı bulunmuyorsa mahkemeye erişim hakkından söz edilemez.
İtiraz konusu kural belli sürelerle mahkemelerin ve icra iflas dairelerinin devir ve temlik sonucu doğuran kararlar vermelerini yasaklamaktadır. Devir ve temlik işlemlerinin durdurulma süresi kanunda beş yıl olarak öngörülmüş olmakla birlikte on yıla kadar uzatılması mümkündür. Bu süre boyunca mahkemelere devir ve temlik sonucunu doğuracak karar verme yasağı öngörülmekle birlikte mahkemelerin nasıl karar vereceğine ilişkin bir açıklık getirilmemiştir. Bu durumda mahkemelerin önlerindeki derdest davaları askıya mı alacağı yoksa incelemeye devam ederek devir ve temlike neden olmayan bir karar mı vermek zorunda olduğu konusunda açıklık bulunmamaktadır.
Mahkemeler bu seçeneklerden hangisini uygularsa uygulasın davada haklı olmakla birlikte itiraz konusu kural nedeniyle devir ve temlik sonucu doğuracak bir karar verilememesi sonucu hakkını elde edemeyen taraf, uygulama işlemleri tamamlandıktan sonra da haklarını tam olarak elde edemeyecektir. Davayı askıya alma halinde, dava konusu taşınmaz uygulama kapsamında bölünmüş ya da başka bir taşınmaz ile birleştirilmiş veya başka bir kişiye tahsis edilmiş olabileceğinden dava sonunda verilen kararın uygulanma kabiliyeti kalmayacaktır. Dava konusu taşınmazın kamulaştırılmış olması halinde de kamulaştırma bedeli tapuda malik gözüken kişiye ödenmiş olacağından davada haklı olan tarafın kamulaştırma bedeli alması da mümkün olmayacak veya alabilmesi için yeni davalar açması gerekecektir.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğünü ihlal edici nitelikte olup Anayasa’ya aykırıdır, iptali gerekir.
..."
19. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 732. maddesi şöyledir:
"Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde,diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler."
20. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 14/7/2004 tarihli ve 5219 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değiştirilen 427. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... Alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde, asıl isteminin kabul edilmeyen bölümü birmilyar lirayı geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur; şu kadar ki karşı tarafça temyiz yoluna başvurulması halinde, düzenleyeceği cevap dilekçesinde temyize ilişkin itirazlarını ileri sürmesi mümkündür.
438 inci maddenin birinci fıkrasındaki onmilyar liralık duruşma sınırı ile 440 ıncı maddenin üçüncü fıkrasının birinci bendindeki altımilyar liralık karar düzeltme sınırının belirlenmesinde yukarıdaki fıkra hükmü kıyasen uygulanır.
..."
21. 1086 sayılı mülga Kanun'un 438. maddesinin birinci ve dördüncü fıkrası şöyledir:
"Yargıtay temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar. Ancak tüzelkişiliğin feshine veya genel kurul kararlarının iptaline, evlenmenin butlanına veya feshine, boşanma veya ayrılığa, velayete, nesebe ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri onmilyar lirayı aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz dilekçesi veya cevap dilekçesinden duruşma yapılmasını istemiş ise, Yargıtayca bir gün belli edilerek taraflara usulen tebligat yapılır. Tebliğ tarihi ile duruşma günü arasında en az onbeş gün bulunması gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye bakılmaz. Tebligat gideri verilmemişse duruşma isteği dikkate alınmaz."
"Duruşma günü belli edilen hallerde Yargıtay, tarafları veya gelen tarafı dinledikten sonra ve taraflardan hiç biri gelmemiş ise dosya üzerinde inceleme yaparak kararını o gün tefhim eder."
22. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 2. maddesi şöyledir:
"Görev, kesin hüküm, Yargıtayda duruşma, karar düzeltme ve senetle ispata ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar, 1 Ocak 1990 tarihinden itibaren dört katı olarak uygulanır. Bu uygulama nedeniyle görevsizlik kararı verilemez."
23. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 3. maddesi şöyledir:
"Görev, kesin hüküm, Yargıtayda duruşma, karar düzeltme, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar, 1/1/1998 tarihinden itibaren iki, 1/1/2000 tarihinden itibaren dört katı olarak uygulanır. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez."
24. 1086 sayılı mülga Kanun'un ek 4. maddesi şöyledir:
"Görev, kesin hüküm, istinaf, temyiz, Yargıtayda duruşma, senetle ispata ve sulh mahkemelerindeki taksim davalarında muhakeme usulünün belirlenmesine ilişkin maddelerdeki parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların; o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların onmilyon lirayı aşmayan kısımları dikkate alınmaz. Bu uygulama nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez.
Yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından geçerli olmak üzere uygulanan parasal sınırların artışı, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce ilk derece mahkemelerince nihaî olarak karara bağlanmış davalar ile bölge adliye mahkemesi kararı üzerine yeniden bakılan davalarda ve Yargıtayın bozma kararı üzerine kararı bozulan mahkemece yeniden bakılan davalarda uygulanmaz."
25. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 298. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...B) Yeniden değerleme oranı, yeniden değerleme yapılacak yılın Ekim ayında (Ekim ayı dahil) bir önceki yılın aynı dönemine göre Devlet İstatistik Enstitüsünün Toptan Eşya Fiyatları Genel Endeksinde meydana gelen ortalama fiyat artış oranıdır. Bu oran Maliye Bakanlığınca Resmî Gazete ile ilân edilir. ..."
26. 1086 sayılı mülga Kanun'un geçici 2. maddesi şöyledir:
"Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."
27. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 17/11/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
29. Başvurucular; dava konusu taşınmazda murislerinin müşterek malik olduklarını, hissedarlardan H.D. ve B.D.nin paylarını üçüncü kişiye sattıklarını, durumu öğrenir öğrenmez şufa davası açtıklarını, davadan sonra taşınmazın bulunduğu yerin Bakanlar Kurulunun kararı ile 3083 sayılı Kanun gereğince toplulaştırma kapsamına alındığını, Mahkemece karar verilmeden önce hükme esas alınan 3083 sayılı Kanun'un 13. maddesinin son fıkrasındaki "Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde mahkemeler veya icra iflas daireleri tarafından bu arazi hakkında devir ve temliki gerektiren bir karar verilemez." cümlesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini, kararın 13/10/2012 tarihli Resmî Gazete'de yayımlandığını, iptal edilen kanuna dayalı olarak karar verilmesinin mümkün olmadığını buna ilişkin itirazlarını temyiz ve karar düzeltme aşamasında dile getirmelerine rağmen Yargıtayın gerekçe göstermeden taleplerini reddettiğini, Anayasa'nın 138. maddesinde kanunilik ilkesinin benimsendiğini, uyuşmazlık konusu olay sırasında hangi kanun ve mevzuat geçerli ise bu normun uygulanması gerektiğini, dava konusu taşınmazdaki payların 9/3/2009 tarihinde üçüncü şahsa satıldığını, şufa davasının 29/4/2009 tarihinde açıldığını, toplulaştırma kararının 27/5/2009 tarihinde alındığını, satış ve dava tarihinin toplulaştırma kararından önce olduğunu, bu açıdan Bakanlar Kurulu kararının derdest davayı etkileyemeyeceğini, Yargıtayda duruşmalı temyiz talebinde bulunmuş olmalarına rağmen bu konuda hiçbir değerlendirme yapılmadan dosya üzerinden inceleme yapıldığını, bu yönüyle savunma haklarının kısıtlandığını, haklı oldukları davada yargılama gideri ve para cezası ödemek zorunda kaldıklarını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
30. Başvurucuların adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdükleri ihlal iddiaları duruşmalı yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia ile mahkemeye erişim hakkınınihlal edildiği iddiası başlıkları altında incelenmiştir.
1.Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Duruşmalı Yargılama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Başvurucular, temyiz aşamasında duruşma talepleri olmasına rağmen bu konuda herhangi bir değerlendirme yapılmadan duruşmasız inceleme yapıldığını ileri sürmüşlerdir.
32. Bakanlık görüşünde bu hususta değerlendirme yapılmamıştır.
33. Başvurucuların söz konusu iddiası, yargılama sürecinde temyiz aşamasında sözlü beyanda bulunmasına imkân tanınmamış olmasına yönelik olduğundan ilgili iddianın aleni yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
35.6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.
36. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri de Anayasa'nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu yönüyle anılan ilke hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birini oluşturur. "Duruşmalı yargılama hakkı", her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32).
37. 1086 sayılı mülga Kanun'un hâlen yürürlükte olan ve 5219 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değiştirilen 438. maddesinde, temyiz incelemesinin kural olarak dosya üzerinden yapılacağı hüküm altına alınmakla birlikte sınırlı olarak sayılan bazı istisnai durumlarda temyiz incelemesi için duruşma yapılacağı belirtilmiştir. Yine aynı maddede bu istisnalardan biri olarak uyuşmazlık miktarı on milyar lirayı aşan alacak davalarına ilişkin temyiz incelemesinin, taraflardan birinin talebi üzerine duruşmalı olarak yapılması düzenlenmiştir.
38. Anılan Kanun maddesinde yer verilen on milyar liralık sınır 1086 sayılı Kanun'un ek 4. maddesi uyarınca her yıl güncellenmektedir. Bu bağlamda başvurucunun duruşmalı olarak temyiz talebinde bulunduğu 2013 senesinde duruşma sınırının güncellenmiş değeri 18.560 TL'dir.
39. Bireysel başvuruya konu edilen tapu iptali ve tescil davasının yargılaması sırasında Mahkeme, taşınmazın keşifte tespit edilen 155.863,30 TL'lik değer üzerinden eksik kalan harcın yatırılması için ara karar tesis etmiş, belirlenen harç, davacı tarafça Mahkeme veznesine yatırılmıştır. Mahkeme davayı tümden reddetmiştir. Bu doğrultuda temyizde duruşma talep edebilme sınırının hesaplanmasına yönelik uyuşmazlık miktarının yasal sınırın üzerinde olduğu ve İlk Derece Mahkemesi kararına yönelik temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması gerektiği söylenebilir. Başvurucular temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasını istemiş ise de Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin dosya üzerinden değerlendirme yaptığı anlaşılmıştır.
40. Temyiz yolu ilk derece mahkemesi kararlarına karşı başvurulabilen, ilk derece mahkemeleri önüne taşınmış vakaların, bu mahkemelerce usulüne uygun olarak incelenip incelenmediğinin ve özellikle ilgili vakalara kanunların doğru uygulanıp uygulanmadığının kontrol edildiği olağan kanun yoludur. 1086 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri de temyiz yoluna müracaatlarda kural olarak incelemenin dosya üzerinden yapılacağını, istisnai durumlarda ise duruşmalı olarak incelemenin zorunlu bir usul olduğunu kurala bağlamıştır (Cengiz Topel Çelikoğlu, B. No: 2013/8049, 18/2/2016, § 88).
41. 1086 sayılı mülga Kanun'un temyiz ile ilgili hükümlerinde, taraflarca sınırlı durumlarda temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasının talep edebileceği, duruşma için belirlenen günde Yargıtayın gelenleri dinleyeceği, taraflardan hiçbiri gelmemiş ise dosya üzerinden inceleme yaparak karar vereceği düzenlenmiştir (Cengiz Topel Çelikoğlu, § 89)
42. Somut olayda, temyize konu edilen uyuşmazlık miktarının duruşmalı inceleme yapılabilmesi için Kanun'da öngörülen sınırın üzerinde olduğu ve başvurucuların da duruşma yapılması talebine karşın incelemenin dosya üzerinden yapıldığı anlaşılmış ise de yazılı yargılama usulünün uygulandığı başvuru konusu davanın niteliği dikkate alındığında başvurucuların kişisel özellikleri, davranışları gibi sözlü yargılamayı zorunlu kılan olguların Yargıtayın kararını doğrudan etkileme potansiyeline sahip olmadığı, Yargıtayın dava dosyasının içeriği, yazılı belgeler ve beyanlara istinaden uyuşmazlığı hakkaniyete uygun bir şekilde sonlandırma imkânına sahip olduğu, başka bir ifadeyle şikâyet konusu temyiz incelemesinin yazılı sunumlar temelinde hüküm vermeye elverişli bir yapıda olduğu, nitekim Kanun'da tarafların duruşmaya gelmemeleri hâlinde incelemenin dosya üzerinden yapılmasına imkân tanındığı anlaşılmıştır.
43. Bunların yanında, Kanun'da tanınmış usule ilişkin bir hakkın mahkeme tarafından resen kullandırılmamasının, yargılamayı her durumda adil olmaktan uzaklaştırmayacağı hususu ile birlikte başvurucuların da Anayasa Mahkemesine, sözlü yargılama yapılması hâlinde daha önce sunduğu belge ve delillerin dışında yargılamanın sonucunu etkileyebilecek nitelikte, esasa yönelik hangi beyan veya delilleri sunacağına ilişkin bir açıklamada bulunmadığı anlaşılmıştır.
44. Açıklanan nedenlerle yargılamanın bütünü gözönüne alındığında aleni yargılanma hakkına yönelik açık ve görünür bir ihlal bulunmadığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
45. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
46. Başvurucular, hisselerin devredildiği ve davanın açıldığı tarihte Bakanlar Kurulunun toplulaştırma kararı almadığını, hükme esas alınan kanun hükmünün davanın derdest olduğu dönemde Anayasa Mahkemesince iptal edildiğini, Mahkemenin yargılama sırasında alınan Bakanlar Kurulu kararı ile iptal edilmiş kanun hükmüne dayanarak davayı reddettiğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
47. Bakanlık görüşünde, başvurucuların açtığı şufa davasında Bakanlar Kurulunun toplulaştırma kararını taraflar arasında yargılama devam ederken almasının davanın esasına ilişkin sonucu belirleyip belirlemediği, öngörülebilir olmayan Bakanlar Kurulu kararının meşru kabul edilip edilemeyeceği, müdahale sonucunda davalı üçüncü kişinin, başvuruculara nazaran önemli ölçüde avantajlı hâle gelip gelmediği, ilk derece mahkemesi kararında devir ve temlike engel gösterilen kanuni düzenleme ortadan kaldırıldığı hâlde davanın reddedilmesinin keyfîlik taşıyıp taşımadığı hususundaki değerlendirme yetkisinin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir.
48. Başvurucuların, Mahkemenin esas hakkında değerlendirme yapmadan iptal edilen Kanun hükmüne dayalı olarak davanın reddine karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkiniddialarının,uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteme hakkına yönelik olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
49. Bunun yanında başvurucuların, yargılama sırasında ileri sürülen iddiaların (bkz. § 49) Yargıtay temyiz ve karar düzeltme aşamalarında değerlendirilmediğinekararların bu açıdan gerekçesiz olduğuna ilişkin şikâyetleri de Mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
50. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
51. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını (Özkan Şen, § 52) ya da kişinin bizatihi mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 31).
52. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Şener Berçin, B. No: 2013/5516, 22/1/2015, § 52).
53. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Hüseyin Dayan, B.No: 2013/5033, 13/4/2016, § 46).
54. AİHM de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 6. maddesinde adil yargılanma hakkının sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın niteliği gereği mahkemeye erişim konusunda devletin birtakım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle sözleşmeci devletlerin bu konuda bir takdir alanına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir (Rıza Gençoğlu, B. No: 2013/3543, 7/5/2015, § 49).
55. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların kanuni olması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38; İbrahim Can Kişi, § 36).
56. Somut olayda başvurucuların murislerinin hissedar olduğu taşınmazda bir kısım paydaşın 9/3/2009 tarihinde paylarını üçüncü kişiye sattığı, bunun üzerine müşterek malik olan başvurucuların kanundan doğan şufa haklarını kullanmak üzere 29/4/2009 tarihinde Batman 1. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde tapu iptali ve tescil davası açtıkları,yargılama devam ederken 27/5/2009 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu kararı ile dava konusu taşınmazın da yer aldığı Batman ili, Aydınkonak köyünün 3083 sayılı Kanun gereği toplulaştırma kapsamına alındığı anlaşılmıştır.
57.3083 sayılı Kanun’un 13. maddesinde, uygulama alanlarında Bakanlar Kurulu kararının Resmî Gazete'de yayımlanma tarihinden itibaren kamulaştırma, toplulaştırma, arazi değiştirilmesi ve dağıtım işlemlerinin tamamlanması veya tapuya tescili sonuçlandırılıncaya kadar gerçek kişilerle özel hukuk tüzel kişilerine ait arazinin mülkiyet ve zilyetliğinin beş yıl süreyle devir ve temlik edilemeyeceği, anılan bu sürenin de beş yıla kadar uzatılabileceği düzenlenmiştir.
58. Yineaynı Kanun’un 13. maddesinin son fıkrasının birinci cümlesinde, anılan kanunun birinci fıkrasında belirtilen süreler içinde mahkemeler ve icra, iflas daireleri tarafından toplulaştırma yapılan arazilerle ilgili devir ve temlik gerektiren bir karar veremeyeceği belirtilmiş, Mahkemenin bu hükme dayanarak4/7/2012 tarihinde davayı reddettiği anlaşılmıştır.
59. Mahkemenin davaya esas aldığı anılan kanun hükmü, Anayasa Mahkemesinin 13/10/2012 günlü Resmî Gazete’de yayımlanan 11/4/2012 tarihli ve E. 2011/33, K. 2012/54 sayılı kararı ile iptal edilmiş, iptal kararının aynı tarihte yürürlüğe girmesinden sonra mahkeme hükmü, Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 30/5/2013 tarihli kararı ile onanmış, karar düzeltme talebinin16/1/2014 tarihinde reddedilmesiyle hüküm kesinleşmiştir.
60. Anayasa'nın 153. maddesinin son fıkrasında, Anayasa Mahkemesi kararlarının Resmî Gazetede yayımlanmasıyla birlikte yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı belirtilmiştir.
61. Davada esas alınan Kanun hükmünün Anayasa'ya aykırılığı iddiası ile yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, Kanun'da öngörülen karar verme yasağını adil yargılanma hakkının alt unsuru olan mahkemeye erişim hakkıyla ilişkili görmüş; Mahkemeye erişim hakkının, uyuşmazlık hakkında nihai ve icra edilebilir karar verecek bir yargı mercii önüne uyuşmazlığı götürme hakkı olarak tanımlanabileceğini, mahkemeye erişim hakkının aynı zamanda mahkemeden icra edilebilir bir karar almayı da içerdiğini, dava açılmasına herhangi bir engel olmamakla birlikte, mahkemenin davayı çözme yetkisi yoksa ya da kararını uygulatma imkânı bulunmuyorsa mahkemeye erişim hakkından söz edilemeyeceğini, itiraz konusu kural belli sürelerle mahkemelerin ve icra iflas dairelerinin devir ve temlik sonucu doğuran kararlar vermelerinin yasaklandığını, devir ve temlik işlemlerinin durdurulma süresi kanunda beş yıl olarak öngörülmüş olmakla birlikte on yıla kadar uzatılmasının mümkün olduğunu,bu süre boyunca mahkemelere devir ve temlik sonucunu doğuracak karar verme yasağı öngörülmekle birlikte mahkemelerin nasıl karar vereceğine ilişkin bir açıklık getirilmediğini, bu durumda mahkemelerin önlerindeki derdest davaları askıya mı alacağı yoksa incelemeye devam ederek devir ve temlike neden olmayan bir karar mı vermek zorunda olduğu konusunda açıklık bulunmadığını, mahkemelerin bu seçeneklerden hangisini uygularsa uygulasın davada haklı olmakla birlikte itiraz konusu kural nedeniyle devir ve temlik sonucu doğuracak bir karar verilememesi sonucu hakkını elde edemeyen tarafın, uygulama işlemleri tamamlandıktan sonra da haklarını tam olarak elde edemeyeceğini, davayı askıya alma hâlinde, dava konusu taşınmaz uygulama kapsamında bölünmüş ya da başka bir taşınmaz ile birleştirilmiş veya başka bir kişiye tahsis edilmiş olabileceğinden dava sonunda verilen kararın uygulanma kabiliyetinin kalmayacağını, dava konusu taşınmazın kamulaştırılmış olması hâlinde de kamulaştırma bedeli tapuda malik gözüken kişiye ödenmiş olacağından davada haklı olan tarafın kamulaştırma bedeli alması da mümkün olmayacağı veya alabilmesi için yeni davalar açması gerekeceğini belirterek anılan kuralın Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır (AYM, E.2011/33, K.2012/54, 11/4/2012).
62. Mahkemenin, davanın açıldığı ve müşterek mülkiyete konu hisselerin üçüncü kişiye satıldığı tarihte toplulaştırma kapsamında bulunmayan dava konusu yerin yargılama sırasında alınan Bakanlar Kurulu kararına göre 3083 sayılı Kanun kapsamda olduğunu kabul ederek Anayasa Mahkemesinin 13/10/2012 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 11/4/2012 tarihli kararı ile iptal edilen 3083 sayılı Kanun'un 13. maddesinin son fıkrasındaki "Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde mahkemeler veya icra iflas daireleri tarafından bu arazi hakkında devir ve temliki gerektiren bir karar verilemez." hükmüne dayalı olarak davanın esasını değerlendirmeden verdiği ret kararı nedeniyle ileri sürülen ihlal iddiasına konu müdahalenin yasal dayanağının bulunmadığı, Mahkemece yapılan değerlendirmenin, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri bağlamında öngörülebilirlik sınırları içerisinde olmadığı ve başvurucularınmahkemeye ulaşmasını aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte olduğu, buna göre başvurucuların mahkemeye erişim haklarının zedelendiği sonucuna ulaşılmıştır.
63. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasanın 36. maddesinde güvence altına mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3.6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
64. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. ...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
65. Başvurucular, yeniden yargılama ve 100.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
66. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
67. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal, adil yargılanma hakkının unsurlarından olan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmesinden kaynaklandığından ve ihlalin yeniden yargılama yapılarak ortadan kaldırılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Batman 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
68. Yeniden yargılama kararı verildiğinden başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekmiştir.
69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Duruşmalı yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Batman 1. Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/11/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
---
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
YUSUF BÜYÜKCELEP BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2016/9878) |
|
Karar Tarihi: 6/2/2019 |
R.G. Tarih ve Sayı: 22/2/2019-30694 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
M. Emin KUZ |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
Raportör |
: |
Yakup MACİT |
Başvurucu |
: |
Yusuf BÜYÜKCELEP |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/5/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul 10. İcra Müdürlüğünün E.2013/4147 sayılı dosyasında yürütülen icra takibi kapsamında satışına karar verilen taşınmazla ilgili olarak İstanbul 23. İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ihalenin feshi davası açmıştır.
9. Mahkeme 8/6/2015 tarihinde dosya üzerinden yaptığı incelemede taşınmazın ihalesinin İstanbul Anadolu 10. İcra Dairesince gerçekleştirildiğini, kanun hükmü uyarınca artırma ve ihaleye ilişkin uyuşmazlıkların çözümünde istinabe olunan icra dairesinin bağlı bulunduğu icra mahkemesinin (İstanbul Anadolu İcra Mahkemesi) yetkili olduğunu belirtmiş; kesin olarak yetkisizliğine hükmetmiştir.
10. Davalı tarafın talebi üzerine Mahkeme 2/7/2015 tarihli ek kararında 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 20. maddesinde görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekeceğini, aksi takdirde bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verileceğinin düzenlendiğini, davacı tarafından karar tarihinden itibaren iki haftalık yasal süre içinde dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesinin talep edilmediğini belirterek davanın açılmamış sayılmasına hükmetmiştir.
11. Yetkisizlik kararı ve ek karar 14/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu aynı tarihte dosyanın görevli ve yetkili İstanbul Anadolu İcra Mahkemesine gönderilmesini talep etmiştir.
12. Başvurucu ek kararı temyiz etmiş, ancak Yargıtay 12. Hukuk Dairesi (Daire) 23/11/2015 tarihli kararıyla hükmü onamıştır.
13. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 15/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
14. Ret kararı 6/4/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 5/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
15. 6100 sayılı Kanun'un 20. maddesinin (1) numaralı fıkrası olay tarihindeki hâliyle şöyledir:
"(1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir."
16. 6100 sayılı Kanun'un 91. maddesi şöyledir:
"Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar."
17. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 134. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"İhalenin feshine ilişkin şikâyet görevsiz veya yetkisiz icra mahkemesi veya mahkemeye yapılırsa, icra mahkemesi veya mahkeme evrak üzerinde inceleme yaparak başvuru tarihinden itibaren en geç on gün içinde görevsizlik veya yetkisizlik kararı verir. Bu kararlar kesindir."
18. 2004 sayılı Kanun'un 360. maddesi şöyledir:
"Haczedilen mallar başka bir yerde bulunduğu takdirde satış, istinabe suretiyle yapılır. Artırma ve ihaleye mütedair ihtilaflar istinabe olunan icra dairesinin tabi bulunduğu icra mahkemesince hallolunur."
2. Anayasa Mahkemesi Kararı
19. Başvuru konusuna benzer bir olayla ilgili olarak açılan başka bir davada 6100 sayılı Kanun'un 20. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "...bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten..." ibaresinin Anayasa'nın 36. maddesine aykırılığı ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi, mahkemeler tarafından kesin olarak verilen görevsizlik ve yetkisizlik kararını öğrenme imkânı olmayan tarafın dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye süresinde gönderilmesini talep etme imkânını bulamaması nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi halinde usul hukuku anlamında hak kayıplarının yaşanacağını, davacının yeniden harç ödemek suretiyle tekrar dava açmak zorunda bırakılmasının yanında zamanaşımının kesilmesi, hak düşürücü sürenin korunması gibi hakların da sona ereceğini belirtmiştir. Bu açıdan tarafların henüz varlığından haberdar olmadığı görevsizlik ya da yetkisizlik kararının verildiği tarihten itibaren iki haftalık süre içinde yetkili ve görevli mahkemeye başvurmadıkları gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin sonuçlarının hak arama özgürlüğünü ölçüsüz bir şekilde sınırlandırdığı belirtilerek anılan hükmün Anayasa'nın 36. maddesine aykırı olduğuna karar verilmiş veKanun'da yer alan "...bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten..." ibaresi iptal edilmiştir (AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016).
B. Uluslararası Hukuk
1. İlgili Sözleşme
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında bu fıkranın mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmektedir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu, sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki lafzın Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
22. AİHM; mahkeme hakkının bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
23. AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirterek AİHM'in rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 6/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu, icra takibinde satışına karar verilen taşınmazla ilgili olarak açtığı ihalenin feshi davasında verilen yetkisizlik kararı kendisine tebliğ edilmeden iki haftalık sürenin başlatılarak davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yeniden yargılama ile 900.000 TL maddi ve 300.000 TL manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
26. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının bir unsuru olan mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
29. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
30. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
31. Yetkisizlik kararı üzerine süresinde mahkemeye başvurulmadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin mahkemeye erişim hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
32. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
33. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin somut başvuruya ilişkin olarak Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
34. Başvuru konusu olayda, karar düzeltme talebinin reddedildiği 15/3/2016 tarihinden önce Anayasa Mahkemesinin 10/2/2016 tarihli ve E./2015/96, K.2016/9 kararıyla 6100 sayılı Kanun'un 20. maddesinin başvuru konusu olayda uygulanan "...bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten..." ibaresi Anayasa'nın 36. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiş ise de iptal kararının 23/2/2016 tarihli ve 29633 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren dokuz ay sonra 23/11/2016 tarihinde yürürlüğe girdiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla 6100 sayılı Kanun'un anılan hükmünün dava ve karar tarihinde yürürlükte olan haline dayanılarak verilen ''davanın açılmamış sayılmasına'' ilişkin kararla mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni temelinin bulunduğu sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
35. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Maddede, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir (AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).
36. Yargılamada taraflara belirli usule ilişkin güvenceler sağlayan adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri de makul sürede yargılanma hakkıdır. Anayasa'nın 141. maddesinde "Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir" denilmek suretiyle davaların makul bir süre içinde bitirilmesi gerekliliği açıkça ifade edilmiştir. Bu ilke gereğince devlet, yargılamaların gereksiz yere uzamasını engelleyecek etkin çareler oluşturmak zorundadır. Bu bağlamda hukuk sisteminin ve özellikle yargılama usulünün yargılamaların makul süre içinde bitirilmesini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi ve davaların nedensiz olarak uzamasına yol açacak usul kurallarına yer verilmemesi, mahkemelerin nicelik ve nitelik bakımından yeterli miktarda insan kaynağı, araç ve gereçlerle donatılması makul sürede yargılanma ilkesinin bir gereğidir (AYM, E.2013/4, K.2013/35, 28/2/2013). Dolayısıyla yargılamaların makul sürede tamamlanması amacıyla mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulması mümkündür.
37. Mahkemece yetkisizlik kararının verildiği tarihten itibaren iki haftalık süre içinde dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesi için taraflarca talepte bulunulmadığı belirtilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesine ilişkin talebin belli bir süreye bağlanmasına ilişkin kuralın amacı, tarafları davalarını takip etmeye zorlamak ve bu suretle yargılamanın gereksiz yere sürüncemede kalmasını önlemektir. Davanın açılmamış sayılmasına ilişkin bu düzenlemenin yargılamanın makul süre içinde tamamlanmasını temine yönelik bir çare olduğu açıktır. Dolayısıyla somut olaydaki müdahalenin meşru bir amaca dayandığı anlaşılmaktadır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
38. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
39. Yargısal sürelerin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda sürenin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66).
40. Usulüne uygun işlemlerin kendilerine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Tebligatın usulüne uygun olarak yapılması, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
41. Somut olayda ihalenin feshi davasında Mahkeme dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucu kesin olarak yetkisizliğine karar vermiş, 6100 sayılı Kanun'un 20. maddesi uyarınca kararın verildiği tarihten itibaren iki hafta içinde taraflardan birinin dosyanın yetkili ve görevli mahkemeye gönderilmesini talep etmediği gerekçesiyle de davanın açılmamış sayılmasına hükmetmiştir. Davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararın yargılamanın sürüncemede bırakılmasının önlenmesi ve makul sürede tamamlanması amacına yönelik olarak elverişli ve gerekli olduğu değerlendirilebilir ancak gözönüne alınması gereken asıl husus müdahalenin orantılı olup olmadığıdır.
42. 2004 sayılı Kanun'un 134. maddesinde, ihalenin feshine ilişkin şikâyetin görevsiz veya yetkisiz icra mahkemesi yahut mahkemeye yapılması hâlinde icra mahkemesi ya da mahkemenin evrak üzerinde inceleme yaparak başvuru tarihinden itibaren en geç on gün içinde görevsizlik veya yetkisizlik kararı vereceği ve bu kararların kesin nitelikte olacağı belirtilmiştir.
43. 6100 sayılı Kanun'un 20. maddesinin olay tarihindeki hâliyle (1) numaralı fıkrasında, görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde taraflardan birinin bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerektiği, aksi takdirde bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği belirtilmiştir.
44. Mahkemenin yetkisizlik kararının kesin nitelikte olması ve kararın verildiği 8/6/2015 tarihinden itibaren iki hafta içinde taraflardan birinin dosyanın görevli ve yetkili icra mahkemesine gönderilmesi hususunda talepte bulunmaması nedeniyle 2/7/2015 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, başvurucunun yetkisizlik kararının varlığından 14/7/2015 tarihinde karar ve ek kararın kendisine tebliğ edilmesiyle haberdar olduğu anlaşılmaktadır.
45. Somut olayda dikkat edilmesi gereken asıl nokta, olay tarihinde 6100 sayılı Kanun'un 20. maddesinde geçen bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten ibaresine dayanılarak verilen yetkisizlik kararına ilişkin iki haftalık sürenin bu tarih esas alınmak suretiyle başlatılmasının ve tefhim ya da tebliğ edilmeyen kararın hukuki sonuçlarından başvurucunun doğrudan sorumlu tutularak davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin başvurucu üzerinde orantısız bir müdahale oluşturup oluşturmayacağıdır.
46. Başvuru konusu olayda uygulanan 6100 sayılı Kanun'un 20. maddesi ile ilgili olarak somut norm denetimi yoluyla gelen bir iptal başvurusunda"...bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten..." ibaresinin Anayasa'nın 36. maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talep edilmiş; Anayasa Mahkemesi, dosya üzerinden verilen kesin nitelikteki görevsizlik ve yetkisizlik kararları taraflara tefhim ya da tebliğ edilmeden, verildiği an esas alınarak iki haftalık sürenin başlatılması suretiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin hukuki sonuçları itibarıyla hak arama özgürlüğünü amacını aşacak şekilde sınırlandırdığını belirterek Kanun'un bu ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğuna karar vermiş ve hükmün bu kısmını iptal etmiştir (bkz. § 19)
47. Buna göre somut davada, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu verilen kesin nitelikteki yetkisizlik kararının verildiği tarih esas alınarak iki haftalık sürenin bu tarihten başlatılması ve bu suretle başvurucunun haberdar olmadığı bir kararın hukuki sonuçlarından sorumlu tutularak süresi içinde talepte bulunmadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin başvurucunun mahkemeye ulaşma imkânını ortadan kaldırdığı, bizatihi Kanun hükmünün içeriğinden kaynaklanan bu şekildeki uygulamayla mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin orantısız olduğu ve başvurucu üzerinde aşırı bir külfet meydana getirdiği sonucuna ulaşılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
48. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
49. Başvurucu yeniden yargılama ile 900.000 TL maddi ve 300.000 TL manevi tazminat kararı verilmesi talebinde bulunmuştur.
50. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre esas inceleme kapsamında bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlal kararı verilmesi hâlinde gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi, diğer bir ifadeyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedil[mesi] de gerekir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 54).
51. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).
52. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
53. İhlal, idari makamların veya derece mahkemelerinin Anayasa’ya uygun yorum yapmalarına imkân vermeyecek açıklıktaki bir kanun hükmünü uygulamaları nedeniyle ortaya çıkmışsa bu ihlal kanunun uygulanmasından değil doğrudan kanundan kaynaklanmaktadır. Bu durumda ihlalin bütün sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz edilebilmesi için yargılamanın yenilenmesi yoluyla ihlal nedenini ortadan kaldıran yeni bir karar verilmesi, bu mümkün olmadığında ise yeterli bir giderim sağlayan ve somut olayın özelliğine uygun, telafi edici birtakım tedbirlerin alınması gerekmektedir (Yıldız Eker [GK], B. No: 2015/18872, 22/11/2018, § 84).
54. Başvuruya konu olayda Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği ve ihlalin doğrudan, Anayasa Mahkemesince iptal edilen 6100 sayılı Kanun'un 20. maddesinde geçen "...bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten..." ibaresinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Kanun hükmünün iptal edilmesiyle Mahkemenin somut davada yeniden değerlendirme yapma imkânı bulunmaktadır.
55. Buna göre mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin İstanbul 23. İcra Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
56. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama kararı yeterli bir giderim sağladığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
57. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 23. İcra Hukuk Mahkemesine (E.2015/799, K.2015/649),
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 239,50 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için ilgili Yargıtay Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.