Bir avukatın yahut vatandaşın UYAP ekranında karara “tıkladığı” ânı tebliğ sayıp otuz günlük bireysel başvuru süresini başlatan Anayasa Mahkemesi, AİHS’i, Anayasa’yı ve kanunu aşarak hak arama özgürlüğünü tek bir dijital temasla infaz etmiştir.
AYM bu uygulaması ile kendisini kanun yapıcı TBMM nin yanına eklemleyerek "küçük kanun koyucu" yerine koymuştur. TBMM nin çıkardığı kanunu bertaraf ederek bu uygulaması ile adeta "üstün kanun" icad etmiştir. Bu illegal uygulamadır.
AYM nin bu tutumu, hukuki güvenliği temelinden dinamitleyen, yasama iradesini hiçe sayarak bireyi teknik bir tuzakla hak kaybına sürükleyen bir hukuk felaketidir; bu çalışmada, söz konusu garabetin nasıl doğduğunu, hangi anayasal ilkeleri çiğnediğini ve nasıl bertaraf edilmesi gerektiğini ortaya koyacağız.
I. NORMATİF ÇERÇEVE – KANUN NE DİYOR?
1. Anayasa hükümleri
Anayasa m. 2 – Hukuk Devleti İlkesi
Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Hukuk devleti; öngörülebilir kuralla bağlı olan, yargısal keyfiliği reddeden devlettir. AYM’nin de ilk sadakat borcu buraya.
Anayasa m. 36 – Hak Arama Hürriyeti
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Bireysel başvuru, bu hak arama özgürlüğünün son halkasıdır. Süre yorumunu kişinin aleyhine daraltmak, doğrudan m.36’ya müdahaledir.
Anayasa m. 40/2 – Devletin bildirim yükümlülüğü
“Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmekle yükümlüdür.”
Burada “devlet bildirir, kişi ona göre davranır” ilkesi var. AYM’nin yaptığını ise şöyle okumak mümkün:
“Ben kanunda yazmayan, tebligatta bildirilmeyen, kimsenin öngörmediği ek bir süre başlangıcı icat ettim; sen UYAP’ta tıkladığın için süren doldu.”
Bu, m.40/2’nin ruhuna tamamen aykırı.
2. 6216 sayılı Kanun – Bireysel başvuru süresi
6216 s. Kanun m. 45 vd. bireysel başvurunun çerçevesini,
m. 47/5 ise süreyi düzenliyor:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
Burada üç kelime kritik:
“Başvuru yollarının TÜKETİLDİĞİ tarih”
“İHLALİN ÖĞRENİLDİĞİ tarih”
“OTUZ GÜN içinde”
Kanunda “UYAP ekranına tıklandığı tarih” diye tek bir kelime yok.
Kanun koyucu, isterse ne yapardı? Şunu aynen yazardı:
“Kararın Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden görüntülendiği tarih, öğrenme tarihi sayılır ve süre bu tarihten itibaren başlar.”
Bunu yazmamış. Yazmadığı halde, AYM’nin bunu “fevkalade bir yaratıcılıkla” kanuna eklemesi, açıkça yasama yetkisine tecavüz ve normlar hiyerarşisine saygısızlıktır.
3. Tebligat ve elektronik tebligat hükümleri
Tebligat Kanunu m. 7/a (Elektronik tebligat) özeti:
Elektronik tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır.
Yani kanun koyucu özellikle şunu seçmiş:
“Ben sana elektronik ortamda da olsa bildirim yaparım.”
“Bu bildirimin sana ulaştığı gün + 5 gün sonra tebliğ edilmiş sayarım.”
“Süreyi de ondan sonra başlatırım.”
Bu kadar açık, net, sade bir sistem varken AYM ne yapıyor?
“Benim için UYAP’a tıklaman yeterli. Sen tıkladığında, tebliğ olsun olmasın, kararı okumuş sayılırsın. Okumamış olsan da önemli değil. Teknik olarak erişmişsin ya, bitti.”
Bu ne demek?
Tebligat kanununu fiilen kadük saymak demek.
Elektronik tebligatın “5 gün sonrası” kuralını çöpe atmak demek.
Kanun koyucu, “tebliği 5 gün sonra yapılmış sayarım” derken;
AYM, “benim UYAP log’um daha kıymetli, kanunu dinlemem” demiş oluyor.
Bu, açıkça:
· Kanunilik ilkesine aykırı,
· Hukuk devleti ilkesine aykırı,
· Yargının kendi yüksek mahkemesi eliyle usul kurallarının talanı.
II. “ÖĞRENME TARİHİ” KAVRAMININ KASTEN ÇARPITILMASI
Kanun koyucu “öğrenme” kavramını neden koydu? Sen bunu zaten çok doğru anlatmışsın:
· Her hak ihlali tebliğle doğmaz.
· Trafik kazası,
· Kolluğun fiili eylemi,
· İdarenin hareketsiz kalması,
· Fiili müdahaleler, saldırılar vs.
Bunlarda tebliğ yoktur; kişi olayı öğrendiği gün süre başlar.
Bu, son derece yerinde, adil, çağdaş bir düzenleme.
Fakat AYM, bu mantığı tersyüz ediyor:
Tebliğe tabi kararlarda bile,
Tebligat yapılmadan,
Veya tebligatla bildirilen süreye hiç bakmadan,
Sırf vekil UYAP’tan karar ekranını açtı diye
“Öğrenmiş sayılırsın, 30 günün işledi, geçmiş olsun” diyor.
Yani “öğrenme” kavramını, “fiili olayların tebliğe konu olamadığı hallerde hak aramayı mümkün kılan emniyet supabı” olmaktan çıkarıp,
tebliğ sistemini devre dışı bırakmak için kullanılan bir giyotin haline getiriyor.
Bu, kanunun ruhuna tam zıttır.
Kanun koyucu “öğrenme”yi hak aramayı kolaylaştırmak için koymuşken,
AYM bunu hak aramayı zorlaştırmak, hatta imkânsızlaştırmak için kullanıyor.
Bu, hukuk tekniği açısından:
· Maksadına aykırı yorum,
· Hak aleyhine daraltıcı içtihat,
· İnsan hakları mahkemesinin ağzından “etkili başvuru hakkı” dersi verdikten sonra kendi ülkesinde tam tersini yapmak demektir.
III. HUKUKİ GÜVENLİK, ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK VE AİHS AÇISINDAN DURUM
AİHS m. 6 – Adil yargılanma hakkı
AİHS m. 13 – Etkili başvuru hakkı
AİHM’e göre:
· Başvuru yolları ulaşılabilir, öngörülebilir ve fiilen kullanılabilir olmalıdır.
· Süre kuralları, kişinin makul bir dikkatle öğrenebileceği açıklıkta olmalıdır.
Şimdi soruyu sert soralım:
Türkiye’de bir avukat, tebliğe tabi bir karar için kanunda yazan “30 gün – tebliğden itibaren” kuralına bakarak,
AYM’nin “ama UYAP’a 1 ay önce tıklamıştın, o yüzden süren doldu” diyeceğini öngörebilir mi?
Hayır. Bu, “norm” değil, teknik bir sistemin log kaydına dayanarak yaratılmış gizli bir tuzaktır.
Bu yüzden:
Bireysel başvuru yolu, AİHS m.13 anlamında “etkili başvuru yolu” niteliğini kaybetme riski taşıyor.
Çünkü mahkeme, kanuna göre değil, kendi gizli prosedürüne göre süre kesiyor.
Bu tabloyu AİHM’e taşısan, en hafifinden şunu söyler:
“Tebligat Kanunu başka, AYM içtihadı başka konuşuyor; başvurucuya yüklenen külfet, hukuk devletiyle bağdaşmaz.”
IV. NORM HİYERARŞİSİ VE YETKİ GASPI
Bu uygulama, salt “isabetsiz içtihat” değil, doğrudan yetki gaspıdır.
1. Kanun koyucu (TBMM), 6216 sayılı Kanun’la süreyi düzenlemiş.
2. Tebligat Kanunu ve Elektronik Tebligat düzenlemeleriyle “ne zaman tebliğ edilmiş sayılır”ı belirlemiş.
3. AYM ise:
· Bu açık çerçeveyi bir kenara koyup,
· UYAP sistem kayıtlarına dayanarak,
· Fiilen yeni bir süre başlangıcı icat etmiş durumda.
Bu, şu anlama gelir:
Normlar hiyerarşisinde kanun üstü içtihat üretmek,
Yasama yetkisini fiilen kullanmaktır.
Hukuk devleti, “en tepede bile olsan, kanuna bağlısın” demektir.
AYM ise burada “benim yorumum kanunun üstündedir” demektedir.
Bu uygulama ve bunun sürdürmenin anlamı bir diğer yönden;
“Kanun koyucuyu akılsız yerine koymaktır.”
Çünkü kanun koyucu UYAP’ı biliyor, sistemi biliyor, isterse yazar; yazmamış.
Sen AYM yani mahkeme iken bu keyfi uygulaman ile kanun koyucu gibi kanuna hüküm eklersen artık mahkeme değil, fiilen küçük bir yasama organı gibi davranmış olursun.
V. ETİK, HUKUKİ VE SİSTEMSEL İFLAS GÖSTERGESİ
Burası duygusuz, soğuk teknik bir hata değil; doğrudan hukuk etiğine aykırı bir tercih.
· Bunu AYM değil de sıradan bir ilk derece mahkemesi yapsa,
“Bu karar kanunsuzdur, bozulması gerekir.” derdik.
· Yapan, “hak ihlallerinin son sığınağı” diye sunulan Anayasa Mahkemesi olunca, mesele büyüyor.
Çünkü:
· Vatandaş, hak ihlali yaşadığında oraya sığınıyor.
· Mahkeme, “benim işim çok, sen UYAP’a tıklamışsın, kusura bakma” diyorsa,
· Bu artık sadece bir usul hatası değil, kurumsal kibir ve hak küçümsemesidir.
Senin dediğin “hukuki harabettir, hakikidir, ayıptır” ifadesi, hukuk diliyle şöyle tercüme edilir:
Hukuki belirlilik ilkesi ihlal edilmiştir.
Hak arama özgürlüğü fiilen ortadan kaldırılmaktadır.
Bireysel başvuru yolu, iş yükü gerekçesiyle daraltılmakta; iş yoğunluğu, hak kaybına gerekçe yapılmaktadır.
İş yoğunluğunu gerekçe göstererek:
· Süreleri daraltmak,
· Kanunda yazmayan engeller icat etmek,
özünde şudur:
“Ben işimi azaltmak için, senin hakkını feda ediyorum.”
Bu, hukuk adına mahcup olunacak bir pozisyondur.
VI. NE YAPILMALI?
1.Ya: Yasama organı açıkça düzenleme yapar:
· “UYAP’ta görüntüleme tarihi süre başlangıcıdır” der.
· Herkes bunu bilir, buna göre pozisyon alır.
· Beğenmeyiz ama en azından “kanuni” olur.
2.Ya da: AYM, bu keyfi içtihadından döner,
· Tebligata tabi kararlarda tebliğ tarihini,
· Tebligatın olmadığı olaylarda ise gerçek öğrenme tarihini esas alır,
· “UYAP tıklaması”nı tek başına hak kaybı sebebi saymaktan vazgeçer.
Aksi halde:
· Bireysel başvuru yolu, kağıt üzerinde var ama pratikte mayınlı bir alan haline gelir.
· Avukat, müvekkil, vatandaş; “sürenin nerede, ne zaman, hangi gizli log’a göre dolacağını” bilemez.
· Bu da hukuk devleti iddiasını içten çürüten bir uygulamadır.
KISA ÖZET;
AYM, UYAP tıklamasını süre başlangıcı sayarak kanun koyucunun yerine geçmektedir.
Bu uygulama, Anayasa m. 2, 36, 40’a, Tebligat hukuku hükümlerine ve 6216 sayılı Kanun m.47/5’e aykırıdır.
Açıkça hukuki güvenlik, öngörülebilirlik ve etkili başvuru hakkını ihlal etmektedir.
İş yükünü gerekçe göstererek hak kaybı üreten bir mahkeme, hak aramanın son sığınağı olma vasfını yitirir.
Bu, sadece hatalı bir uygulama veya içtihat değil, kurumsal bir hukuksuzluk pratiğidir.
Av. Sefer GÖK