Hatırlanacağı üzere ilk yazımızda Seçim Hukuku’na ilişkin temel kavramları açıklamaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 67/2 maddesinde hüküm altına alınan temel ilkeleri inceleyeceğiz. Bu ilkeler Anayasa’nın yanı sıra Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin 21, Siyasi ve Medeni Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin (MSHS) 25, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’nin (AİHS) Ek 1 no’lu protokolün 3. maddesinde de güvence altına alınmıştır. Elbette ki mevzuatımızın seçimlere ilişkin temel düzenlemesi olan 298 sayılı Seçimlerin Genel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’da da bunlara yer verilmektedir (md. 2).
Bu ilkeler çoğunlukla ihmal edilmektedir. Kitapların yahut bu konudaki diğer çalışmaların giriş kısmında geçiştirilmektedir. Oysa temel ilkeler demek her ne konu ele alınıyorsa konunun o ilkelere aykırı yorumlanamayacağı gibi bir çıkarsamaya götürmelidir bizi. Yapılacak her yorumun temel ilkelere uygun olması gerekir. Eskilerin değişiyle konunun “lübbü”dür ilkeler. Dolayısıyla Seçim Hukuku ile ilgili tikel bir olay çözüme kavuşturulurken bu ilkeler yadsınamayacaktır. O sebeple bu yazı dizimizde temel ilkeleri de ele alma ihtiyacı hissettik.
Bu ilkeleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Serbest Oy
2. Genel Oy
3. Eşit Oy
4. Tek Dereceli Seçim
5. Gizli Oy
6. Açık Sayım ve Döküm İlkesi
7. Yargısal Yönetim ve Denetim
8. Uygun Sürelerle Seçimin Yapılması
Serbest Oy
Gerçek manasıyla bir seçimden bahsedebilmemiz için öncelikle seçmenin iradesinin sandığa yansımasında hiçbir zorlamayla karşılaşmaması gerekir. Seçmenin iradesi sandığa yansırken seçim gününün öncesi, oy kullanma ve sandıktan çıkan iradenin aynen tatbiki gibi zamansal düzlemde üçlü bir ayrıma gidilebilir. Ancak bu üçlü ayrımın tamamında serbestlik var ise gerçek bir seçimden bahsedilebilecektir. Bu da serbest oy ilkesi olarak nitelendirilmektedir. Özellikle Orta Doğu coğrafyasında birçok ülkede sandıklar kurulmakla birlikte serbest oy ilkesinin geçerli olmaması nedeniyle seçimler, diktatörlerin kendilerini meşrulaştırma aparatına dönmektedir.
Genel Oy
Her şey zıddıyla bilinir ilkesinden hareketle genel oyu daha iyi izah edebilmek için ne olmadığından başlayalım. Genel oy ilkesi servet, cinsiyet, ırk gibi çeşitli kıstaslara dayanan ve tarihte uygulamalarına rastlanılan sınırlı oy ilkesinin zıddıdır. Peki bu herkesin oy kullanabileceği anlamına mı gelmektedir? Genel oy ilkesinin de sınırsız olmadığını hemen ifade edelim. Bir önceki yazımızda seçmen olma şartlarından bahsetmiştik. Dolayısıyla genel oy ilkesini, seçmen yeterliliğine sahip her vatandaşın oy kullanabilmesi diye özetlememiz mümkündür. Demokratik bir toplumda, genel oy ilkesi ile seçmen olmanın şartları arasında bir çelişme vardır. Bunun dengede kalabilmesi için demokratik toplumun gereklerine uygun olmak ve ölçülü olmak şeklinde temel iki kriter vardır. Bu bağlamda yıllık ortalama bir gelire sahip olma kriteri bugünkü demokratik toplumun kabul edemeyeceği bir kıstas iken on beş yaşındaki bir kimsenin oy kullanmaması böyle değerlendirilmemektedir.
Ülkemizde oy kullanmanın I. Meşrutiyet döneminde emlak sahibi olma; II. Meşrutiyet döneminde ise vergi ödeme şartına bağlandığı için sınırlı oy ilkesinin geçerli olduğu söylenebilir. 1924 Yılında Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklik ile servete veya vergiye dayanan oy hakkı düzenlemesi kaldırılmıştır. Ancak burada da sınırlı oy ilkesinin terk edilmediği, oy hakkının yalnızca erkekler bakımından genişletildiği görülmektedir. 1934 yılında kadınlara oy hakkı verilmesiyle genel oy ilkesine ülkemizde bütünüyle geçilmiştir.
Eşit Oy
Eşit oy ilkesi, “bir kişi bir oy” (one man one vote) anlamına gelmektedir. Genel oy ilkesi ile karıştırılabilmektedir. Şöyle izah edelim: Genel oy ilkesi, yukarıda izah edilen kıstaslar içerisinde herkesin oy kullanmasını ifade ederken; eşit oy ilkesi ise oy kullanan herkesin kullandığı oyunun bir tane olmasını, aralarında nicel veya nitel bir ayrıma gidilmemesini ifade eder. Popüler deyişle çobanın oyuyla şehirdeki profesörün oyunun hukuk açısından aynı kıymette olması demektir.
Eşit oy ilkesinin karşıtı çoğul oy ilkesidir. Çoğul oy ilkesinde yaş, mali durum, evlilik, eğitim durumu gibi bazı kıstaslara sahip olan kişilere ilave oy hakkı verilmektedir. Belçika, İngiltere, Sudan, Fransa, İspanya gibi ülkelerde uygulanmış bir sistemdir. Türk mevzuatı bağlamında Seçim Hukuku’na hakim temel ilkeleri açıkladığımız için çoğul oy ilkesine bu kadar değinmekle iktifa edeceğiz. Bu konuda ilave bilgi edinmek isteyenler yapılmış çalışmalara bakabilirler. (Örneğin; Serkan Nebi Yıldırım, Seçme Hakkının Niteliği, Hacı Bayram Veli Üniversitesi Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, s. 106 vd.)
Tek Dereceli Seçim
Tek dereceli yahut doğrudan olarak da nitelendirilen bu seçim sistemi, bugün Türkiye’de cari olan sistemdir. Amerika’da görülen iki dereceli sistemin zıddıdır. Yani seçmenlerle temsilciler arasında ayrıca bir mekanizma olmaksızın seçmenlerin doğrudan yasama ve yürütme organını seçtiği sisteme verilen addır. Temsilde adalet ve dürüstlüğün sağlanabilmesi için tek dereceli seçim sisteminin varlığı daha doğrudur diyebiliriz. Zira iki dereceli seçim sisteminin uygulandığı Amerika’da dört başkan aslında oyların çoğunluğunu sağlamamalarına rağmen iki dereceli seçim sisteminin getirisiyle başkan seçilmişlerdir. Madem ki genel, eşit oy ilkesi benimsenmektedir; o halde seçmenlerin doğrudan yasama ve yürütme organını seçmeleri gerekmektedir. Aksinin kabulü genel oy ilkesinin zımnen tasfiyesi anlamına gelebilecektir. Zira ikinci seçmenlerde birinci seçmenlerde arananlara ilave özellikler aranmaktadır. Şüphesiz geniş kitlelerin siyasetin alengirli sokaklarını bilmeleri, anbean gelişmeleri takip etmeleri beklenemez. Bu bağlamda ikinci seçmenlerin varlığı daha doğru, kamu yararına uygun, popülist siyasetçilerin manipülasyonlarına karşı korunaklı seçim sonuçlarının çıkmasına katkı yapabilir gibi görünmektedir. Ancak iki dereceli seçimin kabulü genel oyun zayıflatılması anlamına gelecektir. Belki de seçmen yeterliliğinin arttırılabileceği mekanizmalar daha ilkokuldan oluşturulabilir. Böylelikle bilinçli seçmenlerin genel oy ilkesine uygun kullanacağı oylar manipülasyona kapatılabilir. Bu konu üzerine siyaset bilimcilerin düşünmesi gerekir diyerek konuya noktayı koyalım. Bu başlık altındaki açıklamalarımıza son verirken Türk siyasi tarihinde de iki dereceli seçim sisteminin uygulandığını belirtelim. I. Meşrutiyet ile 1946 seçimleri arasındaki yetmiş yıl boyunca iki dereceli seçim sistemi uygulanmıştır.
Gizli Oy
İlk defa 1856 yılında Avustralya’da uygulanan gizli oy ilkesi, seçmen iradesinin fesada uğratılmadan sandığa yansımasını sağlayan önemli bir ilkedir. Bunun karşısında açık oy ilkesi bulunur. Burada seçmen iradesi, oy serbestisi, seçim güvenliği ile düşünceye sadakat, açıklık, medeni cesaret gibi değerlerin çarpıştığını görmekteyiz. Açık oy ilkesini Mill, Montesquieu, Robespierre, Bismark gibi önemli düşünürlerin savunduğu görülmektedir. Buna karşın İngiltere'de 1800'lerde açık oy ilkesi cariyken gizli oy ilkesini Jeremy Bentham savunmuştur. Açık oy ilkesini savunan düşünürlerin atıf yaptığı değerler ve bunların aşınma tehlikesi şüphesiz yadsınamaz gerçeklerdir. Ancak demokrasi bağlamında seçimler, yönetenlerin, yönetilenlerin rahatsızlığı durumunda barışçıl bir şekilde yönetimden uzaklaştırılmasıdır diyebiliriz. Dolayısıyla seçim bir kişi veya kurumun tercih edilmesinden öte bir kişi veya kurumun yönetimden uzaklaştırılması anlamına gelir. Hali hazırda var olan yasama ve yürütme organları, bu organlara nezaret eden kişilerin sahip oldukları kamu gücü düşünüldüğünde gizli oy hakkı seçimlerin işlevini yerine getirmesi için olmazsa olmaz bir temel ilkedir.
Türk hukukuna 1876 Anayasası ile giren, 1924 Anayasası’nda ise yer verilmeyen gizli oy ilkesi 1948 yılında kabul edilen 5258 sayılı Kanun’dan beri Türk hukukunun bir parçasıdır. 298 sayılı Kanun’un bu bağlamda çeşitli tedbirler aldığını görüyoruz. Kapalı oy kullanma yerleri, oyun gizli kalması vb. tedbirler Kanun’un 75-76-92. Maddelerinde hüküm altına alınmıştır.
Aslında bir aktivist olarak bu başlık altında görme engellilerin gizli oy hakkına değinmemiz gerekmektedir. Bu başlık altında mezkur meselenin ele alınması okuyucularımızca da haklı bir beklenti olacaktır. Fakat bu meseleyi münferit bir yazının konusu yapacağımızdan ötürü ertelediğimizi belirtmekle yetinelim. Bir sonraki ilkemizi incelemeye geçelim.
Açık Sayım ve Döküm İlkesi
Kullanılan oyların herkese açık bir şekilde sayılıp döküm edilmesi anlamına gelmektedir. Gizli oy ilkesinin amaçladığı seçmenin iradesinin sandığa yansımasının tamamlayıcısı olan bir ilkedir. Zira kullanılan oyların herhangi bir değişikliğe, hatta şüpheye dahi uğramaksızın siyaset aleminde sonuç doğurmasını sağlayan bir ilkedir. Zıddı seçimlerin gizliliğidir. Seçimlerin gizliliği ile otoriter rejimlerde kimin seçimi kazanması isteniyorsa kapalı bir şekilde sayım ve döküm yapılarak sonuç manipüle edilir. Ülkemizde açık sayım ve döküm ilkesine 1950 yılında çıkarılan 5545 sayılı Kanun ile geçilmiştir. Yasa koyucu, 298 sayılı Kanun’un 95. Maddesinde bu ilkenin tatbiki için gerekli tedbirleri hüküm altına almıştır.
Yargısal Yönetim ve Denetim
Anayasa’nın 79. Maddesi uyarınca seçimlerin yönetimi ve denetimi yargı organlarına bırakılmıştır. Seçim yönetimi kapsamında seçmenleri belirlemek, seçime katılan siyasi partileri ve adayları belirlemek, yoklama yapmak, oyların sayımını ve dökümünü yapmak yargı organlarının yetkileri arasında yer almaktadır. Seçimlerin denetimi bağlamında ise çıkan seçim uyuşmazlıklarının giderilmesi yine yargı organlarının uhdesindedir.
Seçimlerin yönetim ve denetimine ilişkin farklı modeller bulunmaktadır. Seçimlerin yönetimine dair hükümet organları, karma model ve bağımsız model şeklinde üç ayrı yöntemden bahsedilebilir. Seçimlerin denetimine dair ise siyasi ve yargısal denetim olmak üzere iki farklı yöntem bulunmaktadır (Ayrıntılı bilgi için bkz: Şeref İBA, Siyasi Partiler Ve Seçim Hukuku, 3. Baskı, s. 135 vd.). Her ülke kendi tarihi, iç dinamikleri vs. hususları gözeterek seçimlerin sonucuna dair herhangi bir şüphe uyandırmayacak yöntemi kendisi belirlemektedir. Örneğin Norveç ve Danimarka’da seçimlerin yönetimi bakanlık personelince, dolayısıyla idarece gerçekleştirilmektedir. Bu ülkelerdeki seçim güvenliğine ilişkin herhangi bir tereddütün olmadığı ortadadır. Ama bu yöntemin Türkiye’de uygulanabilme ihtimali yoktur. Zaten ülkemizde idare ve yasamanın tesirinin kırılması için yargısal yönetim ve denetime geçilmiştir. Seçimlerin yönetimi ve denetiminin YSK’ya bırakılması tedrici bir şekilde olmuştur. 1950 tarihli 5545 sayılı Kanun ile seçim kurulları yetkilendirilmekle beraber itirazları nihai karara bağlayacak mercii yine TBMM olarak bırakılmıştır. 1954 tarihli 6272 sayılı Kanun’la ise tüm denetim yetkileri YSK’ya bırakılmıştır.
Şimdilik bu başlık altındaki açıklamalarımızla yetineceğiz. Zira bir sonraki yazımızda seçim organlarını ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz.
Uygun Sürelerle Seçimin Yapılması
Şüphesiz seçimin yapılması tek başına yeterli değildir. Yasama ve yürütmenin seçim yoluyla belirlendiği ve değiştiğinden bahsedebilmek için yapılan seçimlerin belirli, makul periyotlarla ve sürekli olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Yazımız kapsamında incelediğimiz ilkelere bir aykırılık bulunması durumunda yetkili merciiler önüne ihlal iddialarının taşınması, bu ilkelerden hareketle ülkemizdeki seçimlerin meşruiyetine halel getirecek olası saldırılara karşı bilhassa sahadaki aktivistlerce seçmen iradesinin korunması gerekmektedir.