Satış sözleşmelerinin kurulabilmesi için üç unsurun bir arada bulunması gerekmektedir. Taraflar arasında anlaşma, satış konusu ve satış bedelidir. Satış sözleşmesinin kurulması zilyetliğin devrine bağlı bir durum değildir. Bu nedenle de satış sözleşmesi kurulmasına rağmen satış konusu şey satıcının hakimiyetindeyken hasara uğraması durumunda bu hasara kimin katlanması gerektiği konusu ortaya çıkmaktadır. Hasar; satış konusu edimin kısmen veya tamamen bozulması, kırılması veya yok olması anlamlarına gelmektedir. Öncelikle hasar konusunu ikiye ayırabiliriz. Birincisi eşya hasarı ve ikincisi de borca ilişkin hasardır. Eşya hasarı; eşyanın ya da nesnenin umulmayan durum, beklenmeyen hal nedeniyle yok olması ya da hasar görmesidir. Ortada borç ilişkisi olmadığında bu hasarın kimin malvarlığına yük teşkil edeceği eşya hukukunun konusudur. Örneğin depremde yıkılan bir evin hasarına yani mali külfetine onun maliki katlanacaktır. Borca ilişkin hasar ise; bir satış sözleşmesi gibi borç ilişkisi bağlamında edimin yok olması ile ilgilidir. Satış sözleşmesinde hasar konusu borca ilişkin hasarın bir alt başlığıdır. Bu yazının konusu da satış sözleşmesi kurulduktan sonra satış konusu şeyin hasarı durumunda bu hasara kimin katlanması gerektiği hakkındadır. Mülga 818 sayılı borçlar kanununda hasar satış sözleşmesinin kurulmasıyla birlikte alıcıya geçerdi. Bu kural Roma Hukukundan gelen bir anlayışın bir tezahürüydü. Fakat yeni 6098 sayılı Türk borçlar kanunu bu durumu ortadan kaldırmıştır. Bu noktada 6098 sayılı kanunun 208-1. maddesi:
“Kanundan, durumun gereğinden veya sözleşmede öngörülen özel koşullardan doğan ayrık hâller dışında, satılanın yarar ve hasarı; taşınır satışlarında zilyetliğin devri, taşınmaz satışlarında ise tescil anına kadar satıcıya aittir.”
Maddede açıkça belirtildiği üzere; aksine bir anlaşma yoksa veya durumun gereğinden doğan ayrık haller dışında, satış konusunun hasarı taşınır satışlarında zilyetliğin devri ve taşınmaz satışlarında ise tescil anına kadar satıcıya ait olup diğer durumlarda alıcıya aittir. Maddede öngörülen kuralların tatbik edilebilmesi için bazı şartların birleşmesi gerekmektedir. Bunlardan birincisi hasarın ortaya çıkması satıcıya yüklenemeyecek şekilde ortaya çıkmalıdır. Eğer satıcı kusurlu ise yukarıdaki madde uygulanamayacak olup yerine 112. madde (Kusurlu ifa imkansızlığı) uygulanacaktır. İkinci şart edim imkansızlaşmalıdır. Burada imkansızlıktan kasıt objektif bir ifa imkansızlığıdır. Subjektif ifa imkansızlığı genel olarak borçlunun şahsından kaynaklanan imkansızlıklardır. Diğer şartımız bu imkansızlaşma halinin beklenmeyen olaydan kaynaklanmasıdır. Örneğin; mücbir sebep, üçüncü şahsın fiili, çevresel faktörler gibi. Dördüncü şartımız hasarın oluşmasında alıcının da kusurunun bulunmamasıdır. Yani edim ifasının imkansızlaşması alıcının kusurundan kaynaklanıyorsa 208. madde uygulanmaz. Bu durumda alacaklı yüzünden ifanın imkansızlaşmasına ilişkin genel hükümler uygulanacaktır.
Yukarıda belirttiğimiz 208. maddenin uygulanmasında üç tane istisna durum vardır. Bunlar kanundan, durumun gereğinden ve sözleşmeden doğabilir. Sözleşmeden doğan istisna durumunda; taraflar (Satıcı ve alıcı) yaptıkları sözleşmede hasarın zilyetliğin devredilmesinden veya mülkiyetin tescilinden önce geçeceği noktasında anlaşabilirler. Böylece temel düzenlemeden ayrışarak hasarın geçiş zamanını değiştirebililrler. Diğer istisna ise durumun gereğinden kaynaklıdır. Bu istisna; temel kuralın mutlak şekilde uygulanmasının yaratabileceği adil olmayan durumların önüne geçebilmek için getirilmiştir. Diğer ve son istisnamız kanundan kaynaklanan istisnalardır. Kanundan kaynaklı istisnanın başında yukarıda da zikrettiğimiz 208. maddenin 2 ve 3. fıkralarında yer alır:
“Taşınır satışlarında, alıcının satılanın zilyetliğini devralmada temerrüde düşmesi durumunda zilyetliğin devri gerçekleşmişçesine satılanın yarar ve hasarı alıcıya geçer.
Satıcı alıcının isteği üzerine satılanı ifa yerinden başka bir yere gönderirse, yarar ve hasar, satılanın taşıyıcıya teslim edildiği anda alıcıya geçer.”
Birinci durum alıcının temerrüdü, ikinci durum ise alıcının isteğiyle malın bir yerden başka bir yere gönderilmesi durumudur. Alıcının temerrüdünde; satıcı ifa düşüncesiyle edimde bulunduğu halde karşı taraf da haklı neden olmaksızın ifayı kabulden kaçındığında zilyetlik devredilmiş gibi sayılır ve o andan itibaren hasar alıcıya geçer. İkinci durumda satıcı alıcının isteği üzerine satılanı ifa yerinden başka bir yere gönderirse hasar satılanın taşıyıcıya teslim edildiği anda alıcıya geçer. Yani mesafeli sözleşmelerde hasar satıcının malı taşıyıcıya teslimi ile alıcıya geçer. Örnek olarak; taşıyıcının yolda giderken kaza geçirdiğini ve malın yok olduğunu düşünelim. Bu durumda alıcı mala kavuşamayacağı gibi hasar kendisine geçmiş olduğundan satış bedelini satıcıya ödemek durumunda kalacaktır. Fakat toplu taşımalarda örneğin kargo şirketlerinin yapmış oldukları taşımacılık hizmetlerinde şöyle bir ayırım yapılmaktadır: Taşıma ücretini satıcı ödüyorsa hasar zilyetliğin devri ile alıcıya geçer, fakat taşıma ücretini alıcı ödüyorsa hasar taşıyıcıya teslim ile alıcıya geçer. Fakat bu husus toplu taşımalarda geçerlidir. Bizzat satıcının kendisi taşıyorsa, taşıyan ifa yardımcısı sayılacağından, mal taşıyıcıdayken hasar durumunda hasara satıcı katlanacaktır. 208. maddenin uygulanmasında taşınmaz satışlarında da istisna bulunmaktadır. Temel kural taşınmazlarda hasar tescilden sonra alıcıya geçerken; tescil yapılmasına rağmen satıcı taşınmazın zilyetliğini devretmemişse hasar alıcıda değil satıcıda kalacaktır.